Arama

Beyin Nedir - Beynin Yapısı ve Görevleri

Güncelleme: 7 Nisan 2017 Gösterim: 34.820 Cevap: 13
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mayıs 2009       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Beyin ve Beynin Yapısı


Beyin, omurgalılarda, kafatası boşluğunun içinde yer alan ve merkez sinir sisteminin ön bölümünü oluşturan, yoğunlaşmış sinir dokusu. Duyular aracılığıyla alınan verileri birleştirip bütünleyerek, bu uyanlara yanıt niteliğindeki hareketleri yöneten, bu nedenle temel içgüdüsel etkinliklerde çok önemli bir rol oynayan beyin, üstün yapılı omurgalılarda aynı zamanda öğrenme merkezidir.
Sponsorlu Bağlantılar

Ad:  Beyin.jpg
Gösterim: 2573
Boyut:  22.5 KB
Omurgasızların beyni, bir dizi sinir kordonunun ön ucunda kümelenmiş sinir hücrelerinden, omurgalıların beyni ise omuriliğin) ön bölümünün iyice genişlemesinden oluşur. Gelişmemiş omurgalıların beyni, böyle bir genişleme göstermediğinden, daha çok bir boruyu andırır; bu hayvanların beyni ile daha üstün yapılı omurgalı embriyonlarının erken gelişme evrelerindeki beyni arasında oldukça büyük bir benzerlik göze çarpar. Gelişmemiş omurgalıların beyninde üç bölge ayırt edilir: Arka beyin ya da art beyin (rombensefal), orta beyin (mezensefal) ve ön beyin (prozensefal). Üstün yapılı omurgalılarda, embriyonun gelişmesi sırasında beyin önemli değişiklikler geçirirse de, bu üç bölge arasındaki ayrım sonuna değin korunur. Ancak, embriyonun gelişmesi sırasında orta beyin olduğu gibi kalırken ön beyin ve arka beyin ikişer alt bölüme ayrıldığından, beyinde beş bölgeli bir yapı ortaya çıkar: Arka beyin, beyinciği oluşturan metensefal ile soğaniliği (soğancık ya da omurilik soğanı) oluşturan miyelensefal bölgelerine ayrılır; ön beyinden ise, beyin yarımkürelerini oluşturan telensefal (büyük beyin) ile talamus ve hipotalamusu oluşturan diensefal bölgeleri doğar. Beyni, beyin yarımküreleri ve beyin sapı olmak üzere iki büyük bölüm halinde incelemek anatomi açısından büyük kolaylık sağlar.

Bu incelemede, diensefal (talamus ve hipotalamus), mezensefal (orta beyin), metensefal (Varol köprüsü ve beyincik) ve miyelensefal (soğanilik) bölgeleri beyin sapı içinde sayılır. Beyin sapı içindeki oluşumların en önemlilerinden biri olan ve embriyondaki arka beyin bölgesinden türeyen beyincik, dengenin ve kas hareketlerindeki eşgüdümün sağlanmasından sorumludur. Soğanilik ise, omurilikten gelen sinyalleri beynin daha yukardaki bölgelerine iletir; ayrıca kalp atışı ve solunum gibi otonom sinir sistemi işlevlerini yönetir.

Üst bölümü, embriyonun ilk evrelerindeki ve gelişmemiş omurgalılardaki görme çıkıntısından türemiş olan orta beyin, balıklarda ve amfibyumlarda duyulardan gelen verileri birleştirme merkezidir. Kuşlarda bu işlevi orta beyin ve ön beyin birlikte üstlenir. Memelilerde ise orta beyin iyice küçülmüş tür ve daha çok ön beyin ile arka beyin arasındaki bağlantıyı sağlar.

Diensefal bölgesinden doğan talamus, soğanilik ile beyin yarımküreleri arasında, demiryollarındaki makas ya da röle istasyonlarınm işlevini üstlenir. Hipotalamus ise, cinsel güdüleri, hoşlanma, ağrı, acıkma ve susama duyumlarını, kan basıncını, vücut sıcaklığını ve iç organlara ilişkin öbür işlevleri denetleyen önemli bir merkezdir. Ayrıca hormon salgısının düzenlenmesinde de önemli görevler üstlenir; hipofiz bezinin ön bölümünün salgısını uyaran hormonları ve bu bezin arka bölümünde depolanıp salgılanan oksitosin ve antidiüretik hormonları üretir.

Soyoluş ve embriyonoluş evrimleri sırasında koku çıkıntısının bir parçası olarak gelişen telensefal, insan beyninde çok daha karmaşık işlevlerden sorumludur. İnsanda ve öbür gelişmiş omurgalılarda bu bölüm, kıvrımlı bir bozmadde kütlesi oluşturacak biçimde büyüyerek, beynin geri kalan bölümü üstüne yerleşmiştir. Beyin kıvrımlarının azlığı ya da çokluğu, bir ölçüde canlının vücut büyüklüğüne bağlıdır. Karmcayiyen ve marmoset gibi küçük yapılı memelilerin beyinleri genellikle düz denecek kadar az kıvrımlı, balina, fil ve yunus gibi büyük memelilerin beyinleri ise çok kıvrımlıdır.

Bu büyük memelilerden bazılarında, örneğin balina ve yunusta beyin kabuğundaki bozmaddenin çok ince olmasına karşılık, insanda ve insansımaymunlarda bozmadde genellikle daha kalın ve çok daha farklılaşmıştır.

Beyin yarımküreleri, önden arkaya doğru uzanan derin bir yarıkla birbirinden ayrılmıştır. Bu yarığın tabanında, iki yarımküre arasındaki iletişim bağlantısını sağlayan ve katı madde, nasırsı madde, beyin direği gibi adlarla anılan kalın bir sinir lifi demeti (corpus callosum) bulunur. Sinir liflen soğanilikte ya da ender olarak, omurilikte çaprazlanarak yön değiştirdikleri için, beynin sol yarımküresi vücudun sağ yanını, sağ yarımküresi ise sol yanını denetler. Her ne kadar sağ ve sol yarımküre birçok bakımdan birbirinin ayna görüntüsü biçimindeyse de, aralarında önemli işlevsel farklılıklar vardır. Örneğin birçok kişide konuşmayı denetleyen bölgeler sol yarımkürede, mekân algısını denetleyen bölgeler ise sağ yarımkürede bulunur.

Orta oluk (Rolando yarığı) ve yanal oluk (Sylvius yarığı) denen iki derin yarık, beyin yarımkürelerinden her birini alın, yankafa, şakak ve artkafa lopları olarak bilinen dört parçaya böler. Orta oluk, beyin kabuğunun^) hareket sinirlerinin uçlarını alan bölgesi (yarığın önündeki bölge) ile duyu sinirlerinin uçlarını alrm bölgesini de (yarığın arkasındaki bölge) birbirinden ayırır (bak. beyin olukları). Yarımkürenin tepesinden başlamak üzere, hareket ve duyu alanlarının üst bölümleri vücudun alt yanını, alt bölümleri ise üst yanını denetler. Beyin kabuğunun, artkafa bölgesine rastlayan kesimindeki görme alanı ile şakak bölgesine rastlayan kesimindeki işitme alanı gibi başka işlevsel bölgeler de saptanmıştır. Bununla birlikte, insansımaymunlarda beyin kabuğunun büyük bir bölümü belli bir hareket ya da duyu işlevini üstlenmez. Beyin kabuğunun, tüm veri ve uyarıları birleştirip bütünleştirme işlevi gibi çok daha yüksek zihinsel etkinliklerle ilgili olan bölgeleri insan beyninin en büyük bölümünü oluşturur.

İnsan beyninin ağırlığı, yaşa, boya, vücut ağırlığına, cinsiyete ve ırka bağlı olarak değişir. Ortalama boy ve kilodaki bireyler arasında bir karşılaştırma yapıldığında, beynin ağırlığı ve boyutları, kadında ve erkekte oransal olarak eşittir. Yenidoğanda yaklaşık 380 gr ağırlığında olan beyin, yaşamın ilk üç yılı içinde büyük bir hızla gelişerek yedinci yıla doğru erişkindeki büyüklüğüne yaklaşır; bundan sonraki büyümesi oldukça yavaştır.

Beyin, erkeklerde ortalama ağırlığı olan 1.400 gr’a 20 yaş dolaylarında, kadınlarda ise ortalama ağırlığı olan 1.260 gr’a biraz daha erken yaşta ulaşır. Bu yaştan sonra her iki cinste de beynin ortalama ağırlığı her yıl bir gram kadar eksilerek, 75 yaşlarında, olgunluk döneminde eriştiği tepe değerinin onda biri kadar azalır. 20-70 yaşları arasında, insan beyninde her gün yaklaşık 50 bin sinir hücresinin (nöron) görev yapamaz duruma geldiği ya da yok olduğu tahmin edilmektedir. 50 yaşlarındaki sağlıklı bir insanda, bu hücrelerin hemen hemen yüzde 10’u iş göremez durumdadır. İnsanlarda düşünme ve bilinçli etkinlik merkezi olan asıl beyin (beyin yarımküreleri), ağırlık açısından tümbeynin yüzde 85’ini oluşturur. Ayrıca bak. beyin karıncıkları; beyin omurilik sıvısı; beyin zarları; sinir sistemi.

MsXLabs.org & Ana Britannica


Son düzenleyen _Yağmur_; 7 Nisan 2017 13:53
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ağustos 2009       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kafa içi boşluğunu dolduran, üç kat beyin zarı ile örtülü, beyaza yakın gri renkli, yumuşak sinir sisteminin en önemli kısmı ve merkezi olan organ. Beyin, kendisini koruyan kafatası boşluğu içerisinde yer alır. Biçimi, büyüklüğü ve ağırlığı; kafatasının biçimine, ayrıca canlının vücut büyüklüğüne ve gelişmiş olmasına bağlıdır. İnsan beyninin ağırlığı 1300-1800 gr arasında değişir. Bir filin beyni ise 5000 gr civarındadır. Görüldüğü gibi beynin ağırlığı, kabiliyetini göstermemektedir. Beynin kabiliyeti bazı kitaplarda evvelce belirtildiği gibi kıvrımlarının sayısına da bağlı değildir. Zira bazı balıkların beyin kıvrımlarının sayısı insan beynindekinden daha fazladır. İlim adamları bunu daha ilmi metodlarla araştırmalarına rağmen ortak bir sonuca henüz ulaşılamamıştır.

Sponsorlu Bağlantılar
Beynin veya sinir hücrelerinin bir özelliği, uyarılabilir olmalarıdır. Bir sinir hücresi uyarıldığı zaman ortaya çıkan uyarı dalgası hücreden hücreye yayılır. Bu, ateşlenen barutta her taneciğin bir sonraki barut tanesini ateşlemesine benzetilebilir. Sinir hücrelerini uyaran tesirler ısı, ışık, ses, temas olabilmektedir. Uyarı bir hareket veya aktif bir cevap uyandıracaksa, sonuçta ortaya çıkan cevap yine sinir uzantılarıyla kaslara ulaştırılır. Burada karar organı beyindir. Ancak reflekslerde durum daha değişik olup istek dışı olarak hareket ortaya çıkmaktadır.

Kimyasal olarak, beynin başlıca yapı maddesi proteindir. Fakat vücudun diğer organlarında fazla bulunmayan bazı yağlı maddeler (lesitin gibi) beyinde bol miktarda bulunmaktadırlar. Sinir faaliyetinin enerjisi glükozun (bir basit şeker) oksijenle yanmasından sağlanır. Beynin kimyasal veya fiziksel özellikleri vücudun diğer organlarındakinden fazla bir fark göstermez.

Omurgalı hayvanların da bir beyni olduğu bilinmektedir. Daha basit yapılı canlıların bir sinir sistemi bulunmasına rağmen bir beyinleri yoktur. Omurgalı hayvanlar ve insan ana karnında cenin halinde iken beyinleri boru biçiminde bir boş organdan gelişmektedir. Organın ortasındaki boş kısım daha sonra omurilikte daralarak omurilik “merkezi kanalı”nı meydana getirir. Merkezi kanalın yukarı doğru uzantısı beyin içindeki ventrikülleri, yani “beyin sarnıçları”nı meydana getirmektedir. Ön beyinden gelişme esnasındaki belli bir zamanda göz çıkıntısı ortaya çıkmaktadır. Göz sinirleri beynin ileri doğru uzantısı olarak kabul edilirler.

İnsan beyni doğuşta gelişmesini tamamlamamıştır. Çocuğun ana karnında büyümesiyle insan beyni de gelişmesini tamamlamaktadır. Bazı beyin sinirlerinin kılıfları doğumdan sonra teşekkül eder. Beyin doğuşta insan yavrusunun en büyük organıdır ve vücut ağırlığının 12’de birine eşittir. Ancak 20 yaşına gelindiğinde ağırlığı vücut ağırlığının 50’de birine eşit hale gelir. Hem beynin hem de omurga kanalı içerisindeki omuriliğin etrafında katlı koruyucu bir zar bulunmaktadır. Dıştaki zara sert beyin zarı, içtekine de yumuşak beyin zarı denilmektedir. Yumuşak beyin zarı da Araknoid ve Pia mater diye iki kattan yapılıdır. Bunlarda Araknoid dışa yakın olup, Pia mater omurilik veya beyne yapışık vaziyettedir. Araknoid ile Pia mater arasında “beyin omurilik sıvısı” bulunur. Bu sıvı, beynin ve omuriliğin bütün yüzeylerini çevreler. Beyin; beyin yarıküreleri (hemisferler), orta beyin, beyincik ve beyin sapından meydana gelir. Beyin sapı da, pons ve omurilik soğanından meydana gelir.

Beyin önden arkaya doğru derin bir yarık ile iki ayrı yarıküreye (hemisfere), bunlar da derin yarıklarla başlıca dört bölüme ayrılır. Her parçaya “lob” denilmektedir. Önde alın lobu, arka üst kısımda yan tepe lobu, şakak lobu ve art kafa lobu, beyin yarıkürelerinin kısımlarıdır. Beyin yarı küreleri ortadan birbirlerine “beyin büyük birleşiği” (Corpus Callosum) ile bağlanırlar. Ayrıca ara beyin yapıları da her iki hemisferi birbirine bağlarlar.

Beyin; işitme, görme, kavrama, öğrenme, düşünme, akılda tutma gibi hassaların komuta merkezidir. Bir beyin kesitine bakıldığında gri ve beyaz olarak iki ayrı renkte kısımdan meydana geldiği görülür. Gri bölümlere “gri cevher”; beyaz bölümlere de “ak cevher” denir. Gri cevher, sinir hücrelerinden; ak cevher ise, sinir hücrelerinin uzantılarından meydana gelmiştir. Beynin kabuk kısımları gri, iç kısımları ak maddeden ibarettir. Ayrıca beynin iç kısımlarında da gri maddeden yapılı çekirdekler (beynin nukleusları) bulunur. Gri maddeyi meydana getiren milyonlarca hücre dıştan etkilenerek kazandıkları özellik ve bilgileri bir ağ gibi birbirini saran sinir telleriyle birbirlerine iletirler.

Beyin yüzeyinde belirli bir fonksiyonu gerçekleştirmekle mesul bölgeye, o fonksiyonun merkezi denilir. Mesela, alın lobu ile yan tepe lobunu birbirinden ayıran yarığın ön kısmında hareket merkezleri, arka kısmında duyu merkezleri bulunmaktadır. Ard kafa lobunda görme duyusu ile ilgili işlemler gerçekleştirilir. Alın lobunun büyük bir kısmı henüz yeterince anlaşılamamış görevler yapar. Duyu ve davranışları düzenleyen merkezlerin alın lobunda bulunduğu zannedilmektedir. Bu alanda hafıza ve karışık zihni faaliyetler gerçekleşir. Alkoliklerde en önce hasara uğrayan alın lobundaki sinir hücreleridir. Alınan alkol miktarının çok düşük olduğu hallerde bile bu hücrelerin zarara uğrayacağı tesbit edilmiştir.

Beynin, ilaçla ve cerrahi yollar ile tedavi edilebilen pekçok hastalığı vardır. Beynin tıbbi hastalıkları ile nöroloji (asabiye) bilim dalı ilgilenir. Sara, beyin damarlarının hastalıkları (tıkanma veya kanamalar, felçler), enfeksiyon hastalıkları (menenjit, beyin iltihabı, beyin absesi) ve parkinson hastalığının tedavisi, nörolojinin sahasına girer.

Beyin urları, darbe ve çarpmalar ile meydana gelen kırık ve kanamaların yaptığı basınçlar, anevrizma gibi damar hastalıklarının cerrahi usullerle tedavisiyle de “Beyin Cerrahi” dalı uğraşır.

Hayvanların anatomisinde beyin, sinir sisteminin yönetim merkezidir. Ayrıca genelde beyin omurgalı sinir sistemlerinin yönetim merkezi olarak anılır. Aynı terim omurgasız merkezi sinir sistemi için de kullanılabilir. Bir çok hayvanda beyin, kafanın içine yerleşmiştir.

Beyin bir çok hareketi, davranışı ve kalp atışı, kan basıncı, sıvı dengesi ve beden sıcaklığı gibi homeostatik(?) beden işlemlerini düzenler ve denetler. Algılama, duygu, hafıza, motor öğrenme ve diğer öğrenme türleri için, beynin işlevleri sorumludur.

Beyin temel olarak iki tip hücreden ibarettir; glia(?) ve nöronlar. Glianın temel işlevi nöronları korumak ve desteklemektir. Nöronlar eylem potansiyelleri olarak bilinen, elektrik sinyalleri biçiminde iletilen bilgileri taşırlar. Bunlar beyindeki ve vücut içindeki diğer nöronlarla, boşluklar içinden synapses olarak bilinen nöro naklediciler (neurotransmitter?) adını alan çeşitli kimyasallar göndererek iletişim kurarlar. Böcek gibi küçük omurgasızlarda beyinde bir milyon nöron olabilir, büyük omurgalılar beyinlerinde 100 milyardan fazla nörona sahiptir. İnsan beyni özellikle karmaşık ve ayrıntılıdır.

Bilinmeyenler



1. Bilgi nöronlarda nasıl kodlanıyor?
Beynin en karışık işlemlerinden bir tanesi, bilginin kodlanması. Bu süreçte beyindeki nöronlar, yani sinir hücreleri, zarlarının dışında elektrik akımı oluşturuyor. Bu elektrik akımları, ‘akson’ adı verilen uzantılara ulaşarak, onlar vasıtasıyla gerekli olan kimyasal sinyallerin açığa çıkmasını sağlıyor. Bu akımlar sayesinde dünyayla, çevremizde olup bitenle ilgili bilgiler beynimize aktarılıyor. “Ne görüyorum?”, “Aç mıyım?”, “Hangi sokağa sapayım?” gibi sorulara yanıt işte böyle bulunuyor. Bilim adamları, beyindeki bilgilerin tek tek hücrelerin içinde biriktirilmediğini tahmin ediyorlar. Bu bilgilerin ‘hücre grupları’ tarafından depolandığı düşünülüyor. Ancak hangi nöronların, hangi hücre gruplarına ait oldukları henüz bilinmiyor. Şu anki teknoloji ise binlerce nöronu aynı anda ölçecek kapasitede değil. Tek bir nöronun bağlantılarını bile şu an elimizde olan teknolojilerle görüntülemek imkânsız. Tek bir nöronun, yaklaşık 10 bin nörondan bilgi ve sinyal aldığını biliyor muydunuz? Beynin içindeki elektrik akımı sayesinde ise sinyal alışverişi çok hızlı olabiliyor. Bilim adamlarına göre, sinir sistemleri arasındaki bilgi aktarımının tek yolu, bu elektrik akımları değil. Bu nedenle, ‘bilgi taşıyan’ başka hücreler keşfetmeye yönelik araştırmalarını sürdürüyorlar. Burada, ‘glial hücreler’ üzerinde duruluyor.

2. Anılar beyinde nasıl saklanıyor ve nasıl tekrar hatırlanıyor?
Bir kişinin ismi gibi, yeni bir şey öğrendiğinizde beynin yapısında birtakım fiziksel değişiklikler meydana geliyor. Ancak bu değişikliklerin hâlâ ne tür değişiklikler olduğunu, nerelerde meydana geldiğini, bilginin nasıl depolandığını ya da yıllar sonra tekrar hatırlanarak tekrar nasıl gündeme getirildiğini anlayamıyoruz. Beyinde çeşit çeşit hatıralar var. Ancak beyin, ‘kısa dönem anılarla’ (yeni öğrenilen bir telefon numarasını hatırlamak gibi), ‘uzun dönem anıları’ (geçen yıl doğum gününüzde yaptıklarınız gibi) birbirinden bir şekilde ayırıyor. Bilim adamları ‘öğrenme’ ve ‘hafızada tutma’ şeklinin değişik beyin şekillerine bağlı olduğunu düşünüyorlar. Beyin travması ya da beynin zarar görmesi ise bu yetenekleri bozabiliyor.

3. Beyin, geleceği nasıl öngörüyor?
Çoğu zaman gelecekle ilgili birtakım planlarımız ve öngörülerimiz olur. Geleceğin nasıl şekilleneceğini düşünürüz. Beynimizde, gelecekle ilgili bir şekil vardır. Ancak beynin bu ‘gelecek simülasyonunu’ nasıl yaptığı henüz anlaşılmış değil. Beyin, dünyayla ilgili öngörülerde nasıl bulunabiliyor? Bilim adamları hâlâ bunun yanıtını arıyor.

4. ‘Duygu’ ne demek?
Beyin, sadece bilgi biriktiren bir organ değil; aynı zamanda duygu, motivasyon, korku ve umutları barındıran bir organ. Bütün bunlar bilinçaltında olan şeyler aslında... Örneğin beynin duygularla ilgili bölümü sinirli yüzlere, o yüzleri görmeden de tepki verebiliyor. Kültürler arasında da temel duyguların dışa vurulması, aslında birbirine benziyor. Hatta Darwin’in de gözlemlediği gibi, temel duyguların ifade edilmesi bütün memelilerde benzer. Bilim adamları, insanların fiziksel tepkilerinin sürüngenlerin ve kuşların tepkilerine çok ciddi bir şekilde benzediğine dikkat çekiyorlar. Özellikle de korku, öfke ve anne-baba sevgisini hepsi benzer bir şekilde gösteriyor. Duyguların beyinde nasıl işlediği üzerinde bilim adamları hâlâ çalışıyorlar. Duygulara aslında bir çeşit hesaplama ya da ‘ölçüm’ şekli gözüyle bakılabilir. Yani duygular, aslında hızlı bir eylemi harekete geçiren bir ‘durum tespit özetidir’. Nöro-bilimcilerin en önemli hedeflerinden biri ise duygu ve düşünce durumunda ortaya çıkan bozuklukları anlamak. Mesela depresyon... Depresyon, çağımızın en önemli, en yaygın duygu bozuklukları arasında yer alıyor. Şiddet ile dürtüsel saldırı ya da öfkenin de duyguların doğru bir şekilde kontrol edilememesinden kaynaklandığı düşünülüyor.

5. Zekâ nedir?
Zekâ farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Ancak ‘biyolojik’ açıdan zekânın ne anlama geldiği henüz bilinmiyor. Milyarlarca nöron, bilgiyi ‘harekete geçirmek’ için nasıl birlikte çalışıyor? Gereksiz bilgi beyinden nasıl siliniyor? İki kavram ‘birbirine uyunca’ ve böylece bir soruna çözüm bulduğunuzda, beyinde neler oluyor? Zeki insanlar bilgiyi beyinlerinde ‘hatırlaması kolay’, ayrı bir bölgede mi muhafaza ediyorlar? Beyin fonksiyonlarının temel işleyişiyle ve nöronlar arasındaki bağlantılarla ilgili, bilim adamlarının elinde hâlâ çok az bilgi var. Ancak zekânın, beynin tek bir alanıyla değil, pek çok bölgesiyle ilgili olduğu üzerinde duruluyor. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı hâlâ araştırılıyor.

6. Beyin, ‘zamanı’ nasıl algılıyor?
Alkışladığınızda ya da parmağınızı ‘şıklattığınızda’ sesi mi daha önce duyarsınız, hareketi mi daha önce görürsünüz? Her ne kadar duyma yeteneği, görme yeteneğinden daha hızlı çalışsa da, parmakların görüntüsüyle, çıkarılan ses aynı anda gerçekleşiyormuş hissi doğuyor. Yani beyin pek çok olayın aynı anda gerçekleştiği ‘hissi’ yaratarak aslında bizi ‘kandırıyor’. Beynin zamanla ‘oynadığını’ aslında çok kolay anlayabilirsiniz. Aynanın karşısında sol gözünüze bakın. Daha sonra bakışınızı sağ gözünüze kaydırın. Gözlerinizi diğer tarafa çevirmek bir zaman alıyor elbette. Ancak siz gözlerinizin hareket ettiğini görmüyorsunuz. Gözlerinizi kırpıştırdığınızda da aslında gözleriniz çok kısa süreliğine de olsa karanlıkta kalıyor. Ancak bu karanlığı da görmüyorsunuz.

7. Nasıl uyuyor ve rüya görüyoruz?

Zamanımızın üçte birini uyuyarak geçiriyoruz. Bebekler ise zamanlarının üçte ikisini uykuda geçiriyor. Araştırmalara göre, az uyumak sinir sisteminde bozukluğa yol açıyor. Araştırmalar, 10 gün uyumayan farelerin, 10’uncu günün sonunda öldüklerini ortaya koyuyor. Canlılar uyuduklarında beynin bir bölümü de uyuyor, ama uykunun mekanizması, işleyişi hâlâ bilinmiyor. Uykuda nöronların aşırı derecede hareket halinde oldukları biliniyor. Ayrıca önemli bir sorunu çözmeden önce uyumanın, o sorunu çözebilmek açısından yararlı olduğu da düşünülüyor. Düzenli uykunun, öğrenme kapasitesini de artırdığı söyleniyor. Özetle, uyku sayesinde beyin bir şekilde gerekli bilgileri depoluyor, gereksizleri ise ekarte edebiliyor.

8. Beynin ayrı ayrı olan sistemleri, birbirleriyle nasıl bütünleşiyor?


Gözle bakıldığında, aslında beynin her bölgesi aynı görünüyor. Ancak aktivitelerini, işlevlerini ölçtüğümüzde, her nöron bölgesinde farklı bilgilerin kayıtlı olduğunu görüyoruz. Örneğin görme yeteneğini ilgilendiren bölgenin içindeki alanlarda hareketler, yüzler, köşeler ve renklerle ilgili çeşit çeşit bilgiler bulunuyor. Yetişkin bir insanın beynini, çeşitli ülkelerin bulunduğu bir dünya haritasına benzetebiliriz. Beynin içinde koku, açlık, acı, hedef koyma, sıcaklık, öngörü ve daha pek çok şeyle ilgili ‘beyin ağları’ var. Farklı işlevlerine rağmen bu sistemler birbirleriyle bir şekilde bütünleşerek çok iyi bir işbirliğine giriyorlar. Bunun nasıl gerçekleştiğine dair ise bilim adamlarının hiçbir fikri yok. Ayrıca beynin, sistemlerini nasıl bu kadar hızlı bir şekilde koordine ettiği de henüz anlaşılmış değil.

9. ‘Bilinç’ nedir?
İlk öpücüğünüzü düşünün. Bu, hafızanızdan hiç çıkmaz. Peki bu hafıza, bu deneyimi yaşamadan, bu deneyimin bilincinde olmadan önce neredeydi? Modern bilimde, ‘bilinç’ çözülememiş olan en önemli sırlardan biri. Bilinç, tek bir fenomen değil. Peki ne? Bilinç, beyindeki hangi sistemlerle ilgili? Bilim adamlarının bu konuda da hiçbir fikri yok... Şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre, bilinç konusunda, büyük bir ihtimalle yine bir grup aktif nöron iletişim içinde. Bilincin altında yatan mekanizmanın moleküllerle ya da hücrelerle ilgili olabileceği üzerinde de duruluyor. Belki de mekanizma, bu sistemlerin etkileşimleriyle oluşuyor. Bilim adamları bu sıralar bilincin, beynin hangi bölgeleriyle ilgili olduğunu araştırıyorlar. Bunu keşfettikten sonra, bu bölgelerin neden birbirleriyle iletişime geçtikleri araştırılacak.


Son düzenleyen _Yağmur_; 6 Nisan 2017 14:44
SUNU - avatarı
SUNU
Ziyaretçi
14 Mayıs 2010       Mesaj #3
SUNU - avatarı
Ziyaretçi

İnsan beyni tesadüfün eseri midir?


İçinde bulunduğumuz atom çağında sırrını tam anlayamadığımız varlığın; bir yıldız, bir galaksi, uzaydaki kara delikler veya mikroskobik canlılar olduğunu düşünebilirsiniz. Bunların hepsinde de az çok bir müphemiyet söz konusudur. Ancak, mahiyetine bihakkın vâkıf olamadığımız şey öyle çok uzaklarda, dış âlemde değil, bizatihi kendi bünyemizde, bizim âlemimizdedir.

Maddî kâinatta kemonörolojik nizamın ve kompleksliğin en yoğun olduğu ve dolayısıyla sırrına en az bildiğimiz yer, beynimizdir. Burası bir video-kamera ve kütüphane, aynı zamanda bir kompüter ve haberleşme merkezidir. Beyinde cereyan eden karşılıklı hadiseler, tamamen bir gayeye göredir ve harikuladedir. Burada her hücrenin belirli bir vazifesi vardır, ama bu hususiyetleri tam olarak anlamak ne mümkün. Yani beyin, kendisini anlamaktan acizdir.

Bütün bilgilerin mercimek tanesi kadar yerde muhafaza edilmiş olması bile, başlı başına bir mucizedir. Nedir beyin? Yetişkin bir insanda, ortalama 1350 gram ağırlığında bir maddedir. Ancak, 1000 süper kompüterin bilgilerini alabilecek kapasiteye sahiptir. Beyindeki temel birim "nöron" yani sinir hücresidir. Her hücre, milimetrenin binde biri kadar uzunluktadır ve bir çekirdek ile dendrit ve akson adı verilen dallanmış fibrilleri ihtiva eder.

Bir hücre uyarıldığı zaman, elektro-kimyevî impulsları, aksonlarıyla komşu hücrelerin dendritlerine iletir. Bu ikisinin kontakt'ına sinapsis adı verilir. Beynimizde takriben 10 milyar hücre bulunur. Her hücre, çevresindeki diğer hücrelerle binlerce nörolojik bağlantı yapabilir ve böylece hücreler arasındaki toplam bağlantı sayısı yüz trilyona ulaşır. Bir başka ifade ile bu hücreler; Amerika'nın yarısını kaplayacak kadar bir ormanın bütün ağaçları üzerindeki toplam yaprak sayısı kadar bağlantı yapabilirler. Yetişkin bir insandaki bu hücre uzantılarının toplam uzunluğu ise 100 bin km. den fazladır.

Yakıp-söndürme düğmesi gibi çalışan beyin hücreleri en az 100 trilyon bilgiyi muhafaza edebilirler. Bütün bu işlerde hücrelerin hepsi faal de değildir. Yaklaşık 100 hertz frekanslı bir uyarıda, beyin hücrelerinin ancak %10'u uyarılır. Yani her saniyede 1 katrilyon sinyal veya bağlantı hasıl olmaktadır. Kısacası, beyin organizasyonu o kadar şümullüdür ki, teknolojide veya tabiatta kıyaslanabilecek başka hiçbir şeye benzemez.

Beyin bu harika yapısına nasıl kavuştu?


Evrimcilerin bu konuyu açıklaması, aşağı yapılı varlıklara ait beyinlerin zaman içinde evrimleşerek bu hale ulaştığı şeklindedir. Aslında Darwin de, beynin sahip olduğu bu mükemmelliği evrimle izahın mümkün olmadığını itiraf etmiştir.

Beynin içinde de bir iş bölümü söz konusudur. Vücudun sol tarafı beynin sağ yarım küresi, sağ tarafı da sol yarım küresi tarafından idare edilmektedir. İş bununla da kalmaz. Sol yarım kürede konuşma ve analitik problemleri çözen, sağ yarım kürede görme ve sentetik (sanatlı) düşünmeyi sağlayan merkezler yer alır. Beynin iki yarım küre halinde gelişmiş olması, evrimci düşünceye göre, herhangi bir parçanın zarar görmesi halinde, diğer yarım kürenin bu vazifeyi devam ettirmesi içindir.

Ancak, böyle basit bir izah tarzı, tatmin edici olmaktan uzaktır. Çünkü beynin iki parçalı değil, dört, belki altı parçalı olmuş olması, insanın hayatta kalma şansını, iki parçalıya göre daha fazla arttırırdı. Kaldı ki, iki parçanın birbirini destekleyici olarak husule geldiğini kabul etmek, bunların farklı vazifeler üstlenmiş olmasıyla da bağdaştırılamaz. Evrimci düşüncenin ilme verdiği zararlardan birisi de, beyin büyüklüğünü zeka ölçüsü olarak kabul etmiş olmasıdır.

Sonuç olarak, beynimizin zarif güzelliği yanında son derece kompleks olan yapısını evrimin basit, maddî ve sebeplere dayanan yavan izahları tatmin edemez. En basitinden, her bir beyin hücresi, bir trilyon atomdan meydana gelmiştir. Yani her hücre, mikroskobik bir kâinat gibidir. İnsan, başı içine yerleştirilen bu muhteşem cihazla Rabbini tanımak ve ebedi saadete ulaşmakla mükelleftir.

Prof.Dr. Adem Tatlı

Kaynaklar
I. R. Dawkins, The Blind Watch-Maker, Longmans Group, Harlow, Essex England. 1986, p. 5.
2. M. Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Adler, Bethesda, Maryland, 1985, p. 330.
3. D. Meredith, Metamagical Tnemes, Basic Books, N.Y., 1985.
4. R. Penrose, The Emperor's New Mind, Oxford University Press, New York, 1989.
5. R.M. Restak, The Brain the Last Frontier, Doubleday and Company, Inc., Garden City, New York, 1979, pp. 58, 59.
6. a, g, e, s. 67.
7. C.U.M. Smith, The Brain, GP. Putnam's Sons, New York, 1970, p. 195.
8. K.R. Fialkowsky, "A Mechanism for the Origin of the Human Brain: Hypothesis "Current Anthropology 27 : 288, June 1986. Ayrıca şuraya da bakılması: "A half-baked The-ory of How Our Brains Grew?" Discover 7 (9): 15, September 1986.
9. R.M. Restak, The Brain, Bantam Books, New York, 1984, p. 240.
10. H.B. Sarnat and M.G. Netsky, Evolution of the Nervous System, Oxford University Press, New York, 1981, p. 398.

Kaynak Sorularla Evrim » İnsan beyni tesadüfün eseri midir?
Son düzenleyen _Yağmur_; 6 Nisan 2017 14:46
jaws - avatarı
jaws
Ziyaretçi
1 Ekim 2010       Mesaj #4
jaws - avatarı
Ziyaretçi

BEYİN

beyin 1

İnsanda Kafatasının içinde, beyin zarlarıyla örtülmüş, beyazımtırak ve yumuşakça bir kitle durumundaki sinir organı. Duyum ve bilinç merkezini oluşturan beyin, insanları hayvanlardan ayıran en önemli organdır. Bu bakımdan insan beyni hayvanlarda görülmeyen bilinç, konuşma, sevinç, üzüntü gibi olayları da bir merkezdir. Dış dünya ile olan maddi ve manevi bütün ilişkiler, duyular aracılığı ile beyne iletilir, orada değerlendirilir ve vücudun gerekli tepkiyi göstermesi ayarlanır. Gri ve beyaz hücrelerden oluşan beyin, kafatasının arkasında bulunan bir delikle omuriliğe bağlanır.

Beyin ve omurilik, üç katlı koruyucu zarla (meninks) sarılıdır. Beyne en yakın olan iç zar ile orta zar arasında beyin sıvısı denilen bir sıvı bulunur. Anatomik yapıdan beyin, beyin yarıküreleri, orta beyin, beyincik ve beyin sapından oluşur. Beyin yarıküreleri de “lop” denilen dört kısma ayrılmıştır. Loplar, alın (frontal), yan (parietal), şakak(temporal) ve artkafa (oksipital) diye adlandırılır. Ayrıca loplar “girus” kıvrımlara ayrılır. Loplarda duyu organları aracılığıyla alınan duyuların yorumlanması (çiçek kokusu ile yemek kokusunun ayırt edilmesi gibi) ve kaslara hareket sağlayıcı uyarıcıların yapılması gerçekleşir (yazı yazmak için el ve parmaklara gerekli uyarıların verilmesi gibi).

Beyin yarı kürelerinin üzerinde beyin kabuğu (korteks) denilen gri hücrelerden oluşmuş, kıvrımlı bir kısım vardır. Beyin kabuğunun iç tarafı beyaz sinir liflerinden oluşmuş, çok yoğun bir tabakayla kaplıdır. Sinir lifleri sinir hücreleriyle beyin hücreleri arasındaki bağlantıyı kurarlar. Beyin kabuğunda duyularla ilgili belirli görevleri üstlenmiş bölgeler vardır; sözgelimi görme merkezi artkafa lobunun kabuğundadır. Organlardan işlevleri fazla ve duyarlı olanlar için, beyin kabuğunda daha geniş bir bölge ayrılmıştır. Bu bakımdan beyin kabuğunda en geniş bölge el ve dudak hareketlerine uyaran bölgelerdir. Orta beyin, Varol köprüsüyle beyinciğin bağlantısını sağlar.

Beyincik, vücudun dengesini, kasların gerilmesini ve kaslar arasında uyumun sağlanmasını denetler. Beyin sapı denen omurilik soğancığında (bulbus) beyinden gelen sinirler omuriliğe geçerken yön değiştirirler; sağ yarıküreden gelen sinirler vücudun sol tarafını, sol yarıküreden gelenler de sağ tarafını denetler. Soğancıkta omurilikten gelen uyarılar alınır, ayrıca sindirim, solunum, dolaşım sistemlerine komutlar verilerek denetleme yapılır. Beyinde, gelen uyarıların dağıtım merkezi olarak çalışan “talamus” ile, iç organların dış tepkilere göre çalışmasını ayarlayan, acıkma, susama duyularını harekete geçiren “hipotalamus” merkezleri vardır.

Beynin çalışması, milyonlarca kablo görevi yapan sinir lifinin haber götürüp direktif taşıdığı, çok karmaşık bir telefon santralı gibidir. Bu kablolar arasında gerekli bağlantılar yine on binlerce küçük bağlantı merkezlerinde yapılır. Sinir lifleri arasında elektrik akımı aracılığı ile haberleşme sağlandığı ilk defa İtalyan hekimi L. Galvani tarafından bulunmuştur. Beynin oksijen ihtiyacı oldukça fazladır. Vücut ağırlığının %2’sini kaplayan beyin, vücuda giren oksijenin %25’ini kullanır. Bu bakımdan beyne kan götüren ve getiren damarlar, diğer organlardakine göre, sayı bakımından daha fazla ve daha geniştir. Normal boyutlardaki yetişkin bir insanın beyin ağırlığı 1.500-1.600 gr.’dır. vücut ağırlığına göre insan beyni 1/50 oranında iken, en gelişmiş memelilerde bu oran 1/100’ü bulur.


MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen _Yağmur_; 6 Nisan 2017 14:36
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
Ziyaretçi
19 Aralık 2010       Mesaj #5
AndThe_BlackSky - avatarı
Ziyaretçi

Yeni Beyin Teorisi ve Eğitim


Günümüzde nörobiyolojik bilimlerdeki gelişmeler ve beynin içini görüntüleme tekniklerindeki ilerlemeler, beynin nasıl işlediği ve nasıl mükemmel bir programla düzenlendiği konusundaki eski anlayışları sorgulamayı gerekli kılmaktadır. Kompleks uyum sağlayıcı ve dinamik bir sistem olan beynin işleyişi, makinelerdeki gibi mekanik prensiplere göre değil, biyolojik prensiplere göre çalışmaktadır. Her ne kadar düşünme, akletme. öğrenme, anlama ve idrak etme gibi faaliyetlerin arka plânında ruhun fonksiyonu olsa da, bu ruhî fonksiyonların tezahürü, beynimizin işleyişi İle doğrudan bağlantılıdır. Beynin işleyişi ve öğrenme olayının son basamakta ortaya çıkışını (ekranda görünmesini) beyindeki nöral ağların yapısı ve düzeni belirler. Ana rahminde embriyo olarak teşekkül etmeye başladığımız sırada, ebeveynimizden aldığımız genetik programa göre, irademiz dışında yaratılan beynimizdeki nöral ağlar kompleks ve dinamik bir uyum sağlama kapasitesinde olan yapılar olmakla beraber, temelde yaratılış kapasitesiyle sınırlı olmak zorundadır. Eğitimde bilgi, maharet, tutum ve davranış değişiklikleri oluşturacak-sak, öncelikle ruhî fonksiyonların tezahür yeri olan beynin/zihnin işleyiş kaidelerini ve biyolojik temellerini anlamak mecburiyetindeyiz. İnsanın ruhî fonksiyonları biyolojik yapısı üzerinde ortaya çıktığından, biyolojinin kavram ve prensiplerinin anlaşılması, öğrenme ve eğitim gibi metafizik ve ahlâkî boyutlu meseleleri anlamamıza yardımcı olacaktır.

Kompleks Adaptif Dinamik Bir Sistem Olarak Beyin/Zihin Birlikteliği


İnsan beyni ve zihni, içinde bulunduğu şartlara dinamik şekilde adapte olabilen kompleks bir sistemdir. Şimdiye kadar düşünüldüğü gibi o basit bir mekanik âlet veya paralel işlem gören bir bilgisayar da değildir. Ruh/zihin/beyin/beden sistemi, kendini düzenlemede hem genetik yapısından kaynaklanan potansiyel kapasitesiyle, hem de çevre faktörlerinin bu kapasiteyle karşılıklı münasebetinde kullandığı bilgilerle çalışır. Öğrenme, anlama, hafızaya kaydetme, düşünme gibi ruh/zihin fonksiyonları, beyindeki nöral ağların işleyişine ve yerleşim sistemine bağlı olarak gerçekleşir.

Beynin işleyişine ait yeni teorilerin geçerlilik kazanmalarına bağlı olarak, çocuklarımızın kapasitelerinin onlarla daha doğru bir şekilde ilgilenmemiz mümkün olabilecektir. İki nöron arasındaki iletişimi sağlayan nörotransmitlerin salgılanmasiyla ortaya çıkan aklımızın alamayacağı işleri, sadece onların kimyevî yapılarına verebilir miyiz?

Nöra! ağların işleyişi de hem genetik yapıya hem de çevre faktörlerine (beslenme, uyku, sosyal çevre, öğrenme ortamlarının tasarımı ve mimarîsi) bağlıdır. İnsan beyni doğuştan gelen kapasitesiyle, hayatını tehdit eden fizikî, sosyo-kültürel engelleri ve problemleri çözebilecek kapasitede öğrenen ve uyum sağlayan bir sistemdir. Ancak başta eğitim olmak üzere sosyo-kültürel şartlar ve yönlendirmeler, onun bu özelliğini geliştirebilmekte veya köreltebilmektedir. İnsanoğlu hayatını sürdürebilmek için karşılaştığı problemlere mutlaka iyi veya kötü çözümler üretir. Eğitim, hayatın problemlerini çözebilecek bilgi-maharet-tutum ve davranışların insana kazandırıldığı bir süreç olarak tanımlanırsa, eğitimin problem çözmeye dayalı boyutu ön plâna çıkarılmalıdır. İnsanın, eğitim süreci sonunda kazandığı bilgi ve becerilerle ürettiği çözümler, yetersiz veya geçersiz ise, hayat standardı aşağılarda kalır veya hayata veda eder. Bunun için asıl önemli olan. problemlerin hangi standartlarda nasıl ve ne seviyede çözüldüğüdür. Yoksa her insan veya toplum, şöyle veya böyle karşılaştığı problemlere çözüm üretmektedir. Bilinen bir gerçek var ki o da meselelerini daha temelinden (kaynak problemleri) uzun süreli çözebilen topluluklar, aynı problemi geçici olarak düşük seviyede çözen (görünürdeki belirtileri yok eden) topluluklara karşı tabiî olarak üstünlük sağlarlar. Bir başka deyişle diğer toplumların hizmetçisi değil efendisi olurlar. O hâlde insan, ileride kendini hizmetçi yapacak bir eğitim değil, kendisini insanların efendisi yapacak bir eğitim almaya özen göstermelidir.

Beyindeki Analiz ve Sentez Bütünlüğü


İnsan beyni, hâdiseleri kavramada birkaç ayrı duyu sistemini kullanır. Her bir duyudan gelen bilgileri ayrı ayrı işler (Meselâ görme olayında renk, hareket, şekil ayrı ayrı işlenir). Şuuru tanımlamada esas problem, insan beyninin bu ayrı ayrı işlenen ve analiz edilen bilgi parçalarının nasıl, nerede, ne zaman sentez edildiğidir. Meselâ masa üstünde yuvarlanan kırmızı topun şekil, hareket ve rengi beynin farklı kısımlarında analiz edilmesine rağmen, onun birleştirilmiş anlamlı resminin beyinde üretilmesi çok enteresandır. Çünkü şuur. tecrübe edilebilir, ama net bir tanımı yapılamayan bir fenomendir. Biz ancak fizikî çevredeki hâdiseleri kesin sınırlar içinde tanımlayabiliriz. Ancak şuuru, sevgiyi, güzelliği sadece nöronların elektro-kimyevî aktivitelerinden ibaret görmek de çok eksik ve tek boyutlu bir tanım olacaktır.

Eğitim sistemimizdeki öğrenme ve öğretme hâdiseleri, şimdiye kadar, parçaları analiz etme üzerine kurulmuş ve dersler o şekilde işlenmiştir. Dersleri parçalayarak, her dersi konularına bölerek öğrencilere bir şeyler verilmeye çalışılmıştır. Ancak insan beyni bununla yetinmeyip, bu parçaları anlamlı şekilde sentez etmektedir. Metaforları (benzetmeler ve örneklemeler) kullanarak da yeni şeyleri üretebilmekte ve yeni bağlantılar ve ilişkiler kurarak orijinalite üretme yönünü geliştirmektedir. Beynin tabiî işleyiş mekanizması bu olmasına rağmen, mevcut eğitim sisteminde bu tabiî mekanizmanın sadece bir kısmı üzerinde vurgu yapılarak, beynin sentez ve yenilik üretme yönleri yokmuş gibi davranılmakta ve köreltilmektedir. Beyin uyum sağlayan bir sistem olduğundan kendisi hangi tarafa yönlendirilirse o sahada gelişimini sürdürmekte, diğer fonksiyonlarını minimum seviyede kullanmaktadır. İşte beynin bu tabiî işleyiş mekanizmasına göre eğitim sistemimizin ve derslerin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Parça parça kopuk olarak işlenen dersler yanında, bu dersleri birleştiren ve oradaki bilgi parçalarını sentezleyerek anlamlı ve kullanılabilir bilgi kümeleri inşa eden dersler konulmalıdır. Öğrencilere analitik düşünme becerileri kadar sentezci düşünebilme, orijinalite ve doğurgan fikirler üretebilme çalışmaları da yaptırılmalıdır.

Bir başka deyişle öğrenmeyi öğrenmeye, çok boyutlu analitik ve sentezci-orijinalite üretici düşünme tekniklerini kazanmaya yönelik ortak mecburî dersler konulmalıdır.

Duygusal Zekâ ve Duygu Eğitimi
Şu ana kadar filozoflar ve eğitimciler, insanı akıllı ve düşünen bir varlık olarak tanımladılar ve insanı genellikle mantıkî ve rasyonel ifadelerle tanımlamayı tercih ettiler. Ancak son yıllarda yapılan bütün araştırmalar göstermektedir ki, insan kararlar alırken, öğrenirken veya düşünürken büyük ölçüde duygularının ve içinde bulunduğu hâlet-i ruhiyenin tesirinde kalmaktadır.

Çoğu zaman akıldan ziyade duygularına göre tercihlerini ve kararlarını oluşturmaktadır. Çünkü insanın hissiyatı, algılamayla doğrudan bağlantılı olan dikkati, toplamakta veya dağıtmaktadır. Dikkatin toplanması veya dağılması ise doğrudan öğrenme, hafıza ve davranışlar üzerine belirleyici bir tesir yapmaktadır. Bu noktadan hissiyatımız, yaptığımız her türlü faaliyeti başlatan veya tetikleyen mekanizmaların başında gelir.

Beynin anatomik yapısı incelendiğinde, rasyonel ve mantıkî korteks, hissî merkeze nazaran daha büyük olmasına rağmen, her iki merkezden çıkan nöral ağların sayısı karşılaştırıldığında, hissî merkezden çok fazla sayıda nöral ağ çevreye yayılmaktadır. Demek ki beynin işleyişi üzerine duyguların tesiri daha fazladır. Bütün bunlar analitik zekâ kadar hissî zekânın da önemli olduğunu göstermektedir.2 Bu biyolojik bulgular ışığında eğitim sistemimize bakarsak, okullarda öğrencilerin his dünyalarının sağlıklarını kontrol edip düzenleyecek ve değerlendirecek hiçbir vasıtaya sahip olmadığımız görülecektir. Bir başka deyişle çocukların öğrenme sürecine doğrudan tesir eden hissî zekâlarını göz ardı ediyoruz. Dolayısıyla okullarda, öğrencilerin kavramlar, gerçekler ve beceriler üzerinde uzmanlaşması teşvik edilirken, hislerini kontrol etme ve müspet yönlere çevirme becerileri ihmal edilmektedir. Bir insanın his dünyasının kasası dolu ise, yani borçlu değilse, kendini öğrenmeye, düşünmeye, anlamaya konsantre edebilir. Aksi takdirde hissî kasa hesabı açık veren kişi, açığını kapatmakla meşgul olacağından, bedenen sınıfta olsa bile öğrenme ve anlama olayına kendini veremeyecektir. Ayrıca bu hissî kasası boş olan öğrenciler, anlaşılmadığı takdirde, kötü davranışlar sergileyerek kendilerini farklı kılmaya çalışacaklardır. Duyguları öğrenciye rahat, emin ve güvenilir bir ortamda bulunmadığı ve konuşursa, soru sorarsa ayıplanacağı ve gülüneceği mesajını yolluyorsa, veya öğrenme ortamları gizli veya açık, şuurlu veya şuursuz olarak buna benzer mesajlar üretiyorsa, öğrenci öğrenme ve anlama olayına aktif olarak katılmaktan vazgeçecek, durumu kurtaracak ölçüde öğrenecektir. Çünkü zihni, öğrenme ve anlama pencerelerini büyük ölçüde kapatmıştır. Açarsak, hocanın yazdırdığı ders notlarını ezberlemesi ve hocanın soru stillerine aşinalık kazanması, öğrenmenin anlamı hâline gelecektir. Bu noktadan duyguları ve bütün bedeni, öğrenme olayının içine katma tekniklerinden biri olan Total Fizikî Cevap (Total Physical Response-TPR) öğrenme metodu ile insanlar, tekrar etmeden, bir kerede istedikleri şeyi öğrenebilmektedirler.

Vücudumuzun en kompleks dokusu olan sinirlerden her saniye geçen milyonlarca bilgilik elektrik akımının meydana getirdiği kimyevi maddelerin tekrar tekrar sentezi ve parçalanması, sonsuz bir ilim ve Kudretler başka kimin eseri olabilir.

Tıpkı bir bilgisayardaki iplerin sayısının çokluğu ve birbiriyle yaptıkları alektronik ağın yoğunluğu gibi, sinir hücrelerinin uzantılarının birbirine bağlanmasıyla teşkil edilen nöral ağın kompleks organizasyonu ile zeka ve zihin kapasitesi arasında bir munasebet kurulabilmekledir.

Bu teknikte önemli olan şey, kişinin bütün duyuları ve hissiyatıyla anlamlı bulduğu şeyi öğrenmeye konsantre olmasıdır.3 Yeni beyin teorisinde duygular, insanın algılama işleminde merkezî bir öneme sahip olacaktır. Geliştirilecek olan yeni beyin teorisinin bugünkü okul sisteminde yeri yoktur. Mevcut okul sistemleri, sistematik yönetime, düzen ve disipline, ölçme ve değerlendirmeye aşırı önem verirlerken, öğrencilerin çoklu zekâ sistemine (dil, matematik, kendisiyle ve insanlarla iletişim, sosyal-pratiklik, müzik, estetik, soyut düşünme, mekanik, hissiyat gibi zekâ çeşitleri) göre zekâlarının farklılaştığı ve her zekâ tipinin korunup geliştirilmesi gerektiğine, hissî rahatlığın ve kasa hesaplarının doluluk derecesine ve esnekliğe çok az önem ve değer vermektedirler.

Beyindeki Kimyevî Maddelerin Davranışları Düzenlemesi


Nöral ağların kompleks serilerinden ibaret olan insan beyni, idrak ve zihin faaliyetlerini işleyen ve değerlendiren bir sistemdir. Beyin içindeki çok hususî fonksiyonları işleyen birimler ve bölgeler, daha kompleks fonksiyonları işlemek için birleşirler. Birkaç düzine hormonal ve nörotransmitter sistem, bu mükemmel bilgi işlem sistemi için anahtar kimyevî maddeleri oluşturur. Bir molekülün şeklinden çıkan elektrokimyevî özelliklerin nasıl nöral bilgi taşıyabildiği ve bunun ne olduğu çok açık değildir. Nörolojik bilimler için şuur ve nöral bilginin tabiatı, hâlâ bir sırdır. Bilim adamları şu ana kadar çeşitli zihnî bozukluklar ve durumlar itle belirli hormonal ve nörotransmitterlerin seviyeleri arasında belli bir münasebetin olduğunu tespit ettiler. Meselâ, dopamin miktarının yüksek seviyede oluşu Şizofreni ile, düşük seviyede oluşu ise Parkinson hastalığı ile ilgilidir. Serotonin seviyesindeki artma ve azalmalar, kendine güvenme ile doğrudan bağlantılıdır. Serotonin seviyesi yüksek olduğunda kişi, yorgunluk bilmeden çalışır. Bugün antidepressan olarak kullanılan Prozac ve LSD gibi halüsinasyon yapıcı ilaçlar, serotonin sistemi üzerinden etkisini ortaya koyan ilaçlardır. Bütün bu ilmî tespitler, çok ciddi içtimai problemleri de beraberinde getirmektedir. Eğer belli bir davranış, esas olarak belirli nörotransmitterlerin kombinasyonuyla ortaya çıkıyorsa, o zaman mesuliyet ve hür iradenin geçerli olduğu alanların, hukukî açıdan yeniden tanımlanması gerekir. Meselâ, bir kişinin serotonin sentezi anormal derecede düşük ise, bu kişi saldırgan davranış ve şiddete güçlü şekilde yatkındır. Eğer bir kişinin doğuştan hür iradesini kullanma kapasitesi düşük ve azalmış ise, bu kişi kanunî açıdan hangi davranışlarından mesul tutulacaktır?

Ancak burada çok Önemli bir tartışma vardır. Yukarıda zikrettiğimiz, kimyevî maddelerin durumu bir sebep midir, yoksa netice midir? Eğer bazı hâdiselerde kimyevî maddeler sebep ise, bu cebrî durumdan kişinin mesuliyeti ne kadardır? Aksine olarak, kişinin kendi iradesiyle ruh dünyasında sebep olduğu değişik durumlar bu kimyevî maddelerin miktarına tesir ediyorsa, bu takdirde yaptıklarından mesul olacaktır. Bu husustaki tartışmada kimyevî maddelerin sonuç değil, sebep olduğu görüşü ağır basmaktadır. Nasıl kanser gibi bir hastalıktaki immün sistemin faaliyeti veya koroner kalp hastalığında kolesterol metabolizmasının genetik olarak bozuk oluşunun cebrî bir rolü varsa, aynı şekilde beyinle ilgili kimyevî maddelerin miktarı da kişinin psikotik hastalığına tesir etmektedir. Ancak kişinin bulunduğu çevre şartlarının tesirini de göz ardı etmemek gerekmektedir. Ayrıca kimyevî test teknolojisi geliştikçe, öğrencileri seçme ve yönlendirmede de kaçınılmaz tesirleri olacaktır. Meselâ, yüksek serotonin seviyeleri, düz motor kasların ve bununla alâkalı hareketlerin koordinasyonunu zenginleştirdiği için, atletleri ve musiki âletlerini çalabilecek Öğrencileri seçmede kullanılabilecektir. Atletizm seçmelerine çalışan bir çocuğu eğitmek için veya bazı negatif davranışları azaltmak için, eğitimde kimyevî tedavi uygulamak ne ölçüde kabul edilebilir bir davranış olacaktır? Meselâ, hi-peraktif çocuklarda kullanılan ritalin gibi ilaçlar hakkında devam etmekte olan tartışmalar, insanın kompleks idrakla ilgili gelişimindeki aysbergin sadece görünen kısmını oluşturmaktadır. Çünkü hi-peraktif çocukların % 15-30 kadarı dâhi ve mucit tiplerdir.

Nörotransmitterler milisaniyeler içinde fonksiyon görüp sonra tahrip edilirler. Dolayısıyla bu maddelerin hepsini ölçebilmek ve dinamiğini ortaya çıkarabilmek çok zordur. Hormonlar kan yoluyla taşındıkları için kısmen daha uzun sürede aktif hâle geçip daha uzun sürede tahrip edildiklerinden, izlenmeleri ve ölçümleri nispeten kolaydır.

Kortizol ve diğer güçlü glukokortikoidler, beynin stresli durumlara cevap verme sistemi üzerinde çok önemli roller oynarlar. Beynin ürettiği cevap kısa süreli olup, hayatı tehlikeye atan durumlarda ayakta kalmayı sağlayıcı geçici bir destektir. Kronik olan ve sosyal olarak devam eden stres durumlarına beynin ürettiği cevap yetersizdir. Bugünkü toplum hayatında görülen hastalıkların büyük bir kısmında kronik stres, hastalığı hazırlayıcı veya başlatıcı yahut ilerletici, önemli bir faktördür. Kronik stres neticede öğrenmeyi ve hafızayı düzenleyen nöral sistemlerin verimliliğini azaltabilmektedir. O hâlde öğrencilerde fiziki olarak tahrip edici kronik strese yol açmayan, hoş, teşvik edici ve insanı bir şeyler öğrenmeye motive eden bir okul çevresi ve ortamı nasıl geliştirilebilir? Çünkü öğrencilerde stres oluştuğunda, beyin strese cevap üretirken, öğrenme ve hafızayla bağlantılı nöral sistemlerin işleyişinde performans azalması ortaya çıkmaktadır.

Önümüzdeki yıllar, beynin işleyişini sağlayan biyolojik prensiplerle ve teorilerle uyumlu eğitim teorilerinin geliştirildiği ve makine merkezli eğitimden beyin/zihin merkezli eğitime geçişin yaşandığı dönem olacaktır.

Önümüzdeki yüzyılın eğitimi, kesinlikle biyolojik prensiplerin ışığında ve beynin/zihnin tabiî işleyişiyle uyumlu eğitim modelleri etrafında örgülenecektir. Bir eğitim liderinin ifadesiyle; "Mucit ve kâşifler yerine taklitçi adamların yetiştiği eğitim sisteminden mucit ve kâşiflerin yetiştiği sistemlere geçiş yapılacak ve buna bağlı olarak her şey değişecek, kitap-okul-kapı-sıra.... hepsi değişecektir. Böyle bir sisteme öncülük yapmanın ilk şartı, kısmen her şeyi değiştirecek isyancı ruhlara ve eleştirel düşünebilen sorgulayan insanlara sahip olmak veya bunların yetişmesini sağlamaktır."

Yukarıda anlatılanlar ışığında, eğitimcilerimizin insanın biyolojik çalışma mekanizmasına ters düşmeyen, özellikle beynin ve zihnin işleyişiyle uyumlu, yeni öğrenme ortamları ve okul modelleri geliştirebilmeleri temennisiyle.

Dr. Selim ÇALDIRANLI

KAYNAKLAR
1 - SYLVVESTER R. Recenl Cognitive Science Developments Pose Major Educational Challenges. (1996)
2- GOLEMAN D. Duygusal zekâ. Varlık/Bilim. 7.Baskı. İstanbul, (1998)
3- ASHER J.j. 21. Yüzyılın Süper Okulu. İnkılap Kitapevi. Beyaz Nokta Vakfı. İstanbul. (1997)

Son düzenleyen _Yağmur_; 6 Nisan 2017 14:49
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
1 Ocak 2017       Mesaj #6
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

BEYİNCİK

Ad:  Beyin nedir.jpg
Gösterim: 3571
Boyut:  45.5 KB

Beynin, büyüklük bakımından ikinci bölümüne verilen ad. Ön beynin alt arka bölümünde bulunduğu için "arka beyin" de denir. Beyincik, üç lobdan meydana gelir. Beyinciğin dış yüzündeki yarıklar gri ve beyaz hücrelerden oluşur. Beyinciğin en önemli işlevi, vücudun dengesini sağlamaktır. Göz ve kulak aracılığıyla alınan algılar sinirlerle beyinciğe iletilir. Ayrıca iç kulaktaki denge sistemi de sinirlerle beyinciğe bağlanır. Beyincik, bu sinirler aracılığı ile aldığı uyarıları, denge hareketini sağlayacak olan kaslara yine sinirler aracılığıyla iletir. Yaşamları boyunca insanlardan daha çok dengeye ihtiyaç duyan balıklar ve kuşların beyinciği insanlarınkine göre daha gelişmiştir. Bu yüzden beyinciği çıkarılmış hayvanlarda yürüme, kanat çırpma, düz durumda yüzme gibi dengeyle ilgili hareketler kaybolur. Beyincik içine dağılmış olan sinirler dallanmış ağaç görünümünde olduğundan beyincik kesitinin görünümüne "hayat ağacı" da denir.

Beynin Beslenmesi


Kulak altı deliklerden gelen iki şah daman ve ard kafa deliğinden gelen omurga atardamarı beynin altında birleşir. Buradan çıkan dalların bir kısmı ince zara gider ve beynin dışını besler. Bir kısım dallar da dördüncü karıncıktan silvus kanalı ile I, II ve III. karıncıklara girer ve karıncıklarda kılcallar yaparak beynin içini besler. Aynı yolla çıkan toplardamarlar artık maddeleri beyinden uzaklaştırır.

Karıncıklara giden kılcal damarlardan kan basıncı ile çıkan sıvı (plazma), karıncıkları doldurarak beyin ve omurilik içi sıvısını oluşturur. Gazların dışındaki boşaltım maddeleri bu sıvıya bırakılır. Dış sıvı ise örümceksi zarın çıkıntıları ile sinüslere (boşluklara) dökülür.

İnsan beyni çalışırken fazla miktarda kan alır, daha çok besine ihtiyaç duyar. Sonuçta birtakım artık maddeler oluşur. Beyin bu artık maddeleri uzaklaştıramazsa yorulur (sürmenaj). Dinlenmek, uyumak, temiz ve bol Hava almak beyni dinlendirir.

Beyin; ön beyin, orta beyin, arka beyin olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir.

MsXLabs.org
-derlemedir.
Son düzenleyen _Yağmur_; 6 Nisan 2017 14:33
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
9 Mart 2017       Mesaj #7
Avatarı yok
Yasaklı

Bilim İnsanlarından Beynin Gizemini Çözecek Buluş!


İlk kez görsel, elektriksel ve kimyasal sinyalleri bir arada beyne aktarabilecek saç kılı inceliğinde esnek sentetik lif üretildi. Protezlerde kullanılacak olan bu lifi üreten bilim insanları, şimdi lifi sinir dokularında kullanabilecek boyuta getirmeye çalışıyor.

Ad:  58aece7804207c2550dadb93.jpg
Gösterim: 2821
Boyut:  51.5 KB
Yayımlanan araştırmaya göre, beynin yumuşak ve kıvrımlı yapısına uyum sağlayabilen lif, mühendislik, kimya, biyoloji gibi farklı alanlardan bilim insanlarının ortak çalışmasıyla üretildi.Esnek yapısı sayesinde sert ve metalik protezlere oranla beyinde daha uzun süre kullanılabilen yeni lifler, farklı cihazlarla beyne yapılan genetik, görsel, elektriksel ve kimyasal bilgi alışverişini birleştirmeye olanak tanıyor.

Bilim adamları, böylece beyinde hala gizemini koruyan bölgelerin işlevleri ve bu bölgeler arasındaki ilişkiler hakkında daha detay lı bilgi sağlanabileceğine işaret etti. Araştırmacılar, yeni buluşu daha da küçülterek vücuttaki sinir dokularına mümkün olabilecek en yakın boyuta getirmeyi amaçlıyor.

Kaynak: Nature Neuroscience / AA (23 Şubat 2017)
Son düzenleyen _Yağmur_; 6 Nisan 2017 14:34
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
6 Nisan 2017       Mesaj #8
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

BEYİN

Ad:  Beyin-2.jpg
Gösterim: 2858
Boyut:  45.3 KB

Eskiden düşünce ve duyguların mer­kezinin kalp olduğu sanılırdı. Oysa bugün bilincin, içgüdülerin ve deneyimle kazanılan bilgilerin beyinde oluşup biçimlendiğini bi­liyoruz. Sinir sisteminin en önemli parçası olan beyin, vücudun bütün hareketlerini ve tepkilerini yönettiği gibi duyguların, belleğin ve kişiliğin de merkezidir (bak. BELLEK; DUY­GU; SİNİRLER VE SİNİR SİSTEMİ). Basit yapılı hay­vanların beyni, kalınlaşarak kordon biçimini almış tek bir sinir lifinden oluşur. Genel kural olarak, gelişmiş hayvanların beyni basit yapılı hayvanlarınkinden, iri yapılı hayvanların bey­ni de küçük hayvanlarınkinden daha büyük ve karmaşıktır. Ama beyin büyüklüğünün zekây­la hiçbir bağlantısı yoktur. İnsanlarda yetiş­kinlerin beyninin çocuklarınkinden, erkekle­rin beyninin kadınlarınkinden biraz daha bü­yük olması yalnızca yaş, vücut ağırlığı ve cin­siyet farkından kaynaklanır.

Bütün sinir sistemi gibi beyin de, nöron denen milyonlarca sinir hücresinden oluşur. Biçimi ve boyutları bulunduğu yere göre değişirse de, tipik bir sinir hücresinin çekir­dekli bir gövdesi, dendrit denen kısa ve ağaç gibi dallanmış ipliksi uzantıları ve akson ya da sinir lifi denen, çok daha uzun, genellikle dallanmayan tek bir ana uzantısı vardır. Dendritler dışarıdan, örneğin başka bir sinir hücresinden gelen uyarıları nöronun hücre gövdesine taşır; akson ise hücre gövdesinden aldığı uyarıları dışarıya, sözgelimi komşu nö­ronların dendritlerine iletir. Beyindeki sinir hücrelerinin gövdeleri çok küçük, aksonları da kısadır. Oysa merkez sinir sistemi ile vücudun çeşitli bölümleri arasındaki bağlantı­yı sağlayan bir sinir hücresinin aksonu omur­ilikten ayağın başparmağına kadar uzanabilir.

Kafatasının içine yerleşmiş beyaz bir kütle olan beyin üç bölümden oluşur: Asıl beyin, beyincik ve beyin sapı. Bütün bu yapının tıp dilindeki adı tümbeyin ya da ansefaldir. Ama genellikle ayrım yapmaksızın hem tümbeyne, hem de tümbeynin en küçük ve en gelişmiş bölümü olan asıl beyne kısaca beyin denir.

Asıl Beyin

İnsan beyninin en önemli bölümü olarak duygularımızı ve kişiliğimizi yönlendiren asıl beyin, beyin yarımküreleri denen iki parça­dan oluşur. Yüzeyi, yani beyin kabuğu insan­da öylesine kıvrımlıdır ki, bu görünümüyle iri bir cevizi andırır ve kıvrımları açılıp yayılacak olsa bir yastık yüzü kadar geniş bir alanı kaplar. Beyin kabuğunda milyonlarca sinir hücresinin gövdeleri bir araya toplanmıştır; hücreler böyle toplu haldeyken kirli beyaz renkte gözüktüğü için bu dokuya bozmadde denir. Bozmaddenin altında, beyin kabuğun­dan vücudun her yanına ve beynin öbür bölümlerine uzanan sinir lifleri, yani aksonlar kümelenmiştir. Bu liflerin dışı beyaz bir kılıfla sarılı olduğu için bozmaddeden daha açık renkte gözüken bu dokuya da akmadde denir. Beynin içinde, tam ortasına rastlayan bölü­münde karıncık denen boşluklar vardır. Bir­birleriyle bağlantılı olan bu boşlukların içi beyin-omurilik sıvısıyla doludur. Su gibi duru ve renksiz olan beyin-omurilik sıvısı beyin karıncıklarında üretilir ve beyin yarımkürele­rinin çevresini kuşatıp, omuriliğin iç kanalın­da akarak beyni ve omuriliği darbelere, sür­tünmelere karşı koruyan bir tampon işlevi görür.
Beyin, duyu organları aracılığıyla bütün vücuttan bilgi alır; yani iç ve dış ortamdaki değişiklikleri duyular aracılığıyla algılar. Bu sürece duyumsama denir. Deri, kaslar, göz­ler, kulaklar, burun ve öbür duyu organların­dan gelen bilgiler duyu sinirleri aracılığıyla sürekli olarak beyne iletilir. Beyin de aldığı bu bilgileri değerlendirerek, hareket sinirleri aracılığıyla kaslara gerekli emirleri gönderir.

Beyin kabuğunda, vücudun değişik bölüm­lerindeki hareket ve duyu sinirlerini denetle­yen ayrı ayrı alanlar vardır. Örneğin ellerin hareketi ve duyusal algılaması beyin kabu-ğundaki ayrı bir alandan, bacaklarınki başka bir alandan denetlenir. İşitme ve görme alan­ları da ayrıdır. Bu alanların büyüklüğü, dene­timinden sorumlu olduğu hareketin ya da duyunun hızına ve karmaşıklığına bağhcbr. Örneğin ellerin yapabildiği hareketler çok karmaşık ve hızlıdır; dolayısıyla, beyin kabu­ğunun el hareketlerini yöneten alanı geniştir ve çok sayıda nöronu içerir. Oysa hareketleri daha yavaş ve kısıtlı olan ayak bileği ile ayağı denetleyen alan daha küçüktür. Duyular için de aynı şey geçerlidir. Ellerin parmak uçları çok duyarlı olduğundan, nesnelerin biçimini ve öbür özelliklerini algılamak için elimizle dokunuruz. Bu bilgi sinirler aracılığıyla beyin kabuğundaki ilgili alana ulaşır. Ayak parmak­ları bu kadar duyarlı olmadığı için, topladığı bilgileri daha küçük bir alana gönderir. Beyinden vücuda dağılan sinirler soğanilikte çaprazlanarak yön değiştirdiği için, beynin sol yarımküresi vücudun sağ yanını, sağ yarımkü­resi de sol yanını denetler.

İnsanın bilinci ve çevresinde olup bitenleri anlaması, büyük ölçüde beyin kabuğunun sorumluluğunda olan çok karmaşık bir süreç­tir. Gözümüzle bakar, ama beynimizle görür ve anlarız. Aynı biçimde, kulağımızla dinler, ama beynimizle işitiriz.

Beyincik

Beynin altında yer alan beyincik, kaslarımızın uyumlu biçimde hareket etmesinden ve vücu­dun dengesinden sorumludur. Özellikle hızlı ve karmaşık hareketler ile yürüme, yazma ya da dikiş dikme gibi öğrenilmiş hareketle­rin yönetilmesinde beyin kabuğuna yardımcı olur.

Beyincik de asıl beyin gibi iki yarımküre­den oluşur. Ama yüzeyi beyin kabuğu gibi iri kıvrımlarla değil, incecik kırışıklarla kaplıdır. Beyincikte de vücudun değişik bölümlerini denetleyen belirli alanlar vardır. Gözleri ha­reket ettiren kaslar da beyinciğin denetimi altındadır.

Beyincikte bilinçli algılama yetisi bulunma­dığı için, beyinciğin yıkıma uğraması ya da kesilerek tümüyle çıkarılması duyularda ve zekâda herhangi bir bozukluğa yol açmaz. Ama ayakta durmak ve yürümek güçleşir; denge bozuklukları ve hareketlerde sarsaklık görülür.

Beyin Sapı

Beyin yarımkürelerini ve beyinciği omuriliğe bağlayan bölüme beyin sapı denir. Varol köprüsü ve soğanilik gibi iki temel bölümden oluşan beyin sapı, iç organlar ile beyin arasın­daki bağlantıyı sağladığından beynin çok önemli bir bölümüdür. Refleks hareketlerin, kalp atımlarının ve solunum hızının deneti­minden beyin sapı sorumludur. Hem beyin­den baş ve boyun kaslarına (örneğin çiğneme­yi, yutkunmayı ve konuşmayı sağlayan kaslar), hem de görme, işitme ve koklama duyularından beyne giden kafatası sinirleri de beyin sapından geçer.

Ad:  Beyin.jpg
Gösterim: 4106
Boyut:  138.2 KB
Beynin yumuşak dokusu kolayca örselenebileceği için, içte beyin zarları, dışta da kafatası gibi sağlam kemikten bir yapıyla korunur. Beyin yarımküreleri, beyincik ve soğanilik bu yapının içindedir.

Bir yazıyı okurken gözlerimiz sözcüklerin üzerinde odaklanır ve beynimiz ne gördüğü­müzü algılar. Göz kaslarımız sözcük sözcük, satır satır bütün sayfayı tarayacak biçimde gözlerimizi hareket ettirir. Daha önce gördü­ğümüz her sözcüğü tanırız ve belleğimiz o sözcüğün ne anlama geldiğini bize söyler. Sözcükleri tanıyan, beynin konuşma merkezi­dir. Sözcükleri yüksek sesle okuyacak olur­sak, konuşma merkezi her sözcüğün nasıl seslendirileceğini gırtlak ve dil kaslarımıza bildirir. Sözcükleri yazmak istediğimizde de beynimiz her harfi yazmak için el kaslarının nasıl kasılması gerektiğini söyler. Bütün bun­lar biz farkına varmadan gerçekleşir; çünkü beyin bunları otomatik olarak yapmayı öğren­miştir.

Hayvanlar da koşar, sıçrar ve yüzerken hareketlerini büyük bir ustalıkla denetleyebi­lirler. Ama bir tavşanın ya da köpeğin beyni insan beyninden oldukça farklıdır. Bu hay­vanlarda da asıl beyin, beyincik ve soğanilik vardır; yalnız tavşanın beyin kabuğu hiç kıvrımsız, köpeğinki ise insanınkinden daha az kıvrımlıdır. Buna karşılık, tavşanlarda ve köpeklerde koku duyusu çok önemli olduğun­dan bu hayvanların beynindeki koku lopu insanınkinden daha fazla gelişmiştir.

Kişilik ve zekâyı yaratan düşünce ve duygu­ların merkezi olan beyin, aynı zamanda büyü­meyi ve hücrelerdeki kimyasal tepkimelerden çoğunu düzenleyen hormonların yapımını da yönetir. Bu hormonların bir bölümü, beyin tabanına bir bezelye tanesi gibi asılı duran hipofiz bezince salgılanır ve gene beyin taba­nındaki hipotalamus bölgesince denetlenir (bak. Hormonlar). Hipotalamus ayrıca kalp, akciğerler, bağırsak ve böbrek sinirlerini de yöneten önemli bir merkezdir.


MsXLabs.org & Temel Britannica
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
6 Nisan 2017       Mesaj #9
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

Beyin Kabuğu

Ad:  Beyin Kabuğu.jpg
Gösterim: 3854
Boyut:  24.0 KB

Beyin korteksî olarak da bilinir, beyin yarımkürelerinin, sinir sisteminin bozmaddesinden oluşan ve istemli hareketlerin denetlenmesinden, duyuların birleştirilip yönlendirilmesinden, yüksek düzeydeki zihinsel ve duygusal işlevlerin düzenlenmesinden sorumlu olan en dış katmanı.

Beyin kabuğunu oluşturan hücreler, kesin sınırlarla birbirinden ayrılmamış altı katmanda toplanır:
  • 1) Moleküllü katman,
  • 2) tanecikli dış katman,
  • 3) piramidimsi dış katman,
  • 4) tanecikli iç katman,
  • 5) piramidimsi iç katman,
  • 6) iğsi hücreler katmanı.
Her iki yarımküreyi örten beyin kabuğu, getirici sinir liflerinin dağılımına ya da daha derindeki sinir merkezleriyle bağlantılı olan götürücü liflerin kökenine göre de birkaç bölüme ayrılır. Bu ayrıma göre, kabuğun en önemli işlevsel bölümleri birincil hareket alanı, birincil duyü alanı, birincil görme alanı, birincil işitme alanı ve birleştirme alanlarıdır.

Birincil hareket alanı beynin ön bölümünde (alın lobu), orta oluğun ön duvarında bulunur. Vücudun karşı yanındaki iskelet kasları buradan yönetilir. Birincil duyu alanı beynin yankafa bölümünde yer alır ve deriden, kaslardan, eklemlerden, kas kirişlerinden gelen duyular talamus aracılığıyla bu alana ulaşır. Burada da, hareket alanındaki gibi, vücudun çeşitli bölgelerine karşılık düşen özel bölgeler vardır. Duyu alanının yıkımı, duyuların algılanmasını azaltır ama tümüyle yok etmez; çünkü, ağrı gibi bazı önemli duyumlar talamusta bilinç düzeyine ulaşır. Birincil görme alanı, beyin kabuğunun artkafa bölümündeki mahmuzumsu yarıkta bulunur; bu alanın yıkımı görme bozukluklarına, hatta yitimine yol açar. Birincil işitme alanı şakak bölümünde, yanal beyin yarığının tabanında bulunur ve yıkımı orta derecede sağırlıkla sonuçlanır.

Çeşitli hareket ve duyu alanlarıyla bağlantılı olan birleştirme (ya da bütünleme) alanları, üstün yapılı omurgalılarda beyin kabuğunun çok büyük bir bölümünü kaplar. Birincil duyu alanlarının yakınındaki birleştirme alanlarının görevi, duyulardan gelen uyarıları görüntülemek ve anlamlandırmaktır. Alınan uyarılar önceden yaşanmış deneyleri ve anıları çağrıştırdığında, uyarıları veren nesne ya da olgu tanınır. Karmaşık istemli hareketlerin yapılabilmesi için, önce hareket planının tasarlanması, sonra bu planın birleştirici sinir lifleriyle hareket alanlarına aktarılması gerekir. Konuşma işlevinde de karmaşık hareket ve duyu birleştirme mekanizmaları söz konusudur.

Alın lobunun, hareket alanlarının önünde kalan büyük parçası (alın birleştirme alanı) talamusla bağlantılıdır; talamusun ise hipotalamustaki otonom merkezlerle bağlantısı vardır. Kabuğun öbür alanlarından da birleştirici sinirleri alan bu kesim, insanda yüksek düzeydeki zihinsel işlevlerin ve duygusal davranışların sorumlusudur.

MsXLabs.org & Ana Britannica
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
6 Nisan 2017       Mesaj #10
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

Beyin Karıncıkları

Ad:  Beyin Karıncıkları.PNG
Gösterim: 3805
Boyut:  10.7 KB

Beynin, içleri beyin omurilik sıvısıyla dolu olan oyuk bölümleri. Embriyondaki gelişmenin başlangıcında, merkez sinir sistemi içi boş bir boru biçimindedir; bu oyuk yapı, yetişkinlerde beyin karıncıkları ve omuriliğin iç kanalı biçiminde varlığını sürdürür.

Beyinde dört karıncık vardır: Beyin yarımkürelerinde bulunan sağ ve sol yan karıncıklar; ara beyindeki (talamus bölgesi) üçüncü karıncık ve arka beyinde, Varol köprüsü ile soğanilik kesiminde bulunan dördüncü karıncık. Yan karıncıklardan her biri, Monro deliği denen karıncıklararası deliklerle üçüncü karıncığa açılır; üçüncü karıncık ise, Sylvius kanalı denen dar bir geçitle dördüncü karıncığa bağlanır. Dördüncü karıncığın, daha aşağıdaki omurilik iç kanalıyla ve örümceksizar altı aralıkla bağlantısını sağlayan da Magendie ve Luschka delikleridir.
MsXLabs.org & Temel Britannica
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

26 Haziran 2016 / Misafir Tıp Bilimleri
6 Nisan 2017 / Misafir Cevaplanmış
1 Mayıs 2016 / Misafir Tıp Bilimleri
28 Nisan 2016 / ener Biyoloji
22 Ağustos 2017 / Keten Prenses Tıp Bilimleri