Arama

İlk Türk Müslüman devletleri kimlerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 20 Ocak 2014 Gösterim: 7.127 Cevap: 4
kralbenim - avatarı
kralbenim
Ziyaretçi
10 Nisan 2011       Mesaj #1
kralbenim - avatarı
Ziyaretçi
İlk Müslüman Türk devletleri kimlerdir?
EN İYİ CEVABI Mira verdi
İlk Müslüman Türk Devletleri ve Boyları
  • Karluk Boyu
  • Yağma Boyu
  • Çiğil Boyu
  • Karahanlılar (840-1212)
  • Gazneliler (962-1183)
  • Tolunoğulları (868-905)
  • İhşidoğulları (935-969)

Sponsorlu Bağlantılar
Son düzenleyen Mira; 20 Ocak 2014 16:07 Sebep: Soru düzenlendi.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
21 Ocak 2012       Mesaj #2
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
İlk Müslüman Türk Devletleri ve Boyları
  • Karluk Boyu
  • Yağma Boyu
  • Çiğil Boyu
  • Karahanlılar (840-1212)
  • Gazneliler (962-1183)
  • Tolunoğulları (868-905)
  • İhşidoğulları (935-969)

Sponsorlu Bağlantılar
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
theMira
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mart 2013       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ilk islam devleti?
ewrer - avatarı
ewrer
Ziyaretçi
24 Aralık 2013       Mesaj #4
ewrer - avatarı
Ziyaretçi
Cevap: İLK MÜSLÜMAN-TÜRK DEVLETİ
İTİL-BULGAR DEVLETİ
İlk Müslüman-Türk Devleti hangisidir diye sorulduğunda çoğunlukla verilen cevap Karahanlılar oluyor. Ne var ki bu cevap bilimsel çalışmalar ışığında doğru görünmüyor. Doğru cevap için bakışlarımızı kuzeye, bugünkü Rusya topraklarına çevirmemiz gerekiyor.

Tarih yoruma açık bir alandır ve bilgide çarpıtma yapılmadıkça yorum ve kabullerde farklılık normaldir. İlk Müslüman-Türk devletinin hangisi olduğu konusu da böyle tartışılmıştır. Günümüzde ağırlık kazanan görüş, ilk Müslüman-Türk Devleti ünvanının İtil-Bulgar Devleti’ne ait olması gerektiği yolundadır. Bu görüşün kabul görmesinin sebebi, müslüman oldukları bilinen İtil Bulgarlarının Türk olduklarının da artık ispatlanmış olmasındandır.

Aslında Mısır’da kurulan Tolunoğulları ile Azerbaycan ve İran topraklarının bir kısmında kurulan Sacoğulları devletleri, hem Karahanlılar hem de İtil-Bulgar devletlerinden önce Müslüman-Türk idareciler tarafından yönetilmiş devletler olarak tarihe geçmişlerdir.

Ne var ki statüleri ve yapıları ilk Müslüman-Türk Devleti ünvanını almaları için yeterli görülmemektedir. Abbasi Halifeliği’nin vilayetleri durumundaki topraklarda kurulmuş yarı-bağımsız ve halklarını da ağırlıklı olarak Türk olmayan unsurların oluşturduğu devletlerdir.

Avrupa’nın karışmış Türkleri

İmparator Attila’nın 453 yılında ölümüyle Avrupa Hunları bir dağılma sürecine girer. En küçük oğul İrnik, artık Orta Avrupa’da tutunmanın imkansızlığını görerek kalabalık bir Hun topluluğuyla beraber Karadeniz’in kuzeyindeki steplere, bugünkü Ukrayna’ya yönelir. Aynı dönemde bir başka topluluk da doğudan gelerek bölgeye giriş yapar. Bunlar başka Türk boylarının baskıları sonucu yurtlarını terk etmek zorunda kalmış Ogurlardır.

Aslen her ikisi de Türk kökenli olan Hunlar ve Ogurlar bir araya geldikleri Karadeniz’in kuzeyindeki steplerde birbirlerine karışırlar ve tarihi serüvenlerine Bulgar isminde kaynaşmış tek bir toplum olarak devam ederler. Bulgar ismi bugüne kadar Türkçe’den başka hiçbir dille izah edilememiştir ve ifade ettiği şey de son derece açıktır; “karışmak”, karışmış anlamında “bulamak”, “bulgamak” fiilinden türemiştir. Bu isim kayıtlarda ilk kez Doğu Romalılarca 482 yılında Bulgarlara yapılan askeri işbirliği teklifiyle ilgili olarak zikredilmiştir.

Bu Bulgar Türkler, Göktürk ve Avar hakimiyetinin gevşediği 635 yılında kendi devletlerini kurmuşlardır. Bulgar başbuğu Kurt’un kurduğu devletin ismi tarihte “Büyük Bulgarya” olarak anılır. Bu devlet uzun ömürlü olamamış ve Kurt’un ölümünden sonra dağılma sürecine girmiştir.

Tuna boyuna yerleşenler

Büyük Bulgarya’nın dağılma sürecinde Kurt’un oğullarından Esperüh, yanındaki Bulgar kitlesiyle batıya yönelir. Bizanslılarla yapılan mücadelelerden sonra Dobruca’ya egemen olur ve 681’deki antlaşma ile kendisini Bizans’a resmen tanıtır. Tuna-Bulgar Devleti bundan sonra bölgede etkin bir siyasi güç olur ve Balkanlar’da büyük ilerlemeler kaydeder.

Özellikle Kurum Han zamanındaki İstanbul’u zaptetmeye yönelik faaliyetler Bizanslıları bunaltır. 864 senesi ise Tuna Bulgarları için bir dönüm noktası olur. Bu sene içinde Tuna-Bulgar Devleti’nin başındaki Boris Han, Hıristiyanlığı kabul eder ve vaftiz olarak Mikhael adını alır. Sonrasında da han ünvanı terkedilir ve bunun yerine çar ünvanı kullanılmaya başlanır.

Esasen sonradan geldikleri Tuna havzası ve yayıldıkları Balkanlar’da Türk olmayan geniş kitlelerin ve özellikle Slavların arasında yönetici bir azınlık olarak yaşamış olan Bulgar Türkleri, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra Slav-Bizans etnik ve kültürel çevresi içinde asimile olmuşlardır. Dolayısıyla bugünkü Bulgarların Türk olduklarını ileri sürmek fazla uç bir yorumdur.

Ne var ki son zamanlarda yapılan çalışmaların, Karadeniz’in kuzeyinden Tuna havzasına gelen ve ismi Bulgar olan kitlenin esasen Türk olduğunu açıkça ortaya koymuş bulunmasının günümüz Bulgar milletini fazlasıyla rahatsız ettiği de bir gerçektir.

Bugüne kadar doğudan gelen atalarıyla övünen Bulgarlar artık bunu fazla umursamamakta ve şu anda tamamen farklı bir millete dönüştüklerini söylemektedirler. Artık bilim çevrelerince tartışmaya bile gerek görülmeyen bir gerçek olarak kabul edilmiş eski Bulgarların Türklüğü meselesini zorlama yorumlarla çürütmeye çalışmaktadırlar.

İtil Bulgarları

Esasen yukarıda yaptığımız açıklamalar Bulgar meselenin daha açık bir surette anlaşılması için yapılması zorunlu açıklamalardı. Ama bizi esas ilgilendiren Büyük Bulgarya’nın dağılma sürecinde kuzeye yönelen diğer Bulgar kitlesidir. Çünkü onlar İslâm coğrafyasının fazlasıyla uzağında olan ve o günün müslümanları tarafından pek bilinmeyen bir bölgeye göç etmiş olmalarına rağmen İslâm’la şereflenmiş ve tarihte resmi dinini İslâm olarak değiştiren ilk bağımsız Türk devleti olma ünvanına da sahip olmuşlardır.

Dağılma sürecinde Karadeniz’in kuzeyinden daha da yukarılara hareket eden bu Bulgar topluluğu Orta İtil’e yerleşmiş ve burada bir devlet kurmuşlardı. Yeni yurtta yazın geceler, kışın da gündüzler son derece kısalıyor, Vikinglerle karşılıklı ticaret yapılıyor ve kışın kaskatı olan yeryüzü sebebiyle ölüler bile gömülemiyordu. Fakat zamanla kuzeyden ve güneyden gelen tüccarların bir buluşma merkezi haline gelen bölge zenginleşmeye de yol açmıştır. Bu dönemde güneyden gelen müslüman tüccarların telkinleri Bulgarlar arasında İslâmiyet’in yayılmasını da sağlamıştır.

Müslümanlaşmakta olan bu devlet ile ilgili en mühim yazılı kaynak İbn Fadlan’ın seyahatnamesidir. İbn Fadlan, bugün İtil Bulgarlarına dair sahip olduğumuz çok önemli bilgileri bizim için kaydetmiştir. Peki, Bağdat’ta yaşamakta olan İbn Fadlan o günün şartlarında neredeyse dünyanın bir ucu sayılabilecek Orta İtil bölgesine neden gitmiştir?

Uzaklardan bir elçi

Karahanlılar Devleti’nin İslâm’ı resmi din olarak kabul ettiği 944 senesinden tam 23 sene önce 921 yılında Abbasi Halifeliği’nin merkezi Bağdat’a çok uzaklardan bir elçi geldi. Elçiyi Bağdat’a İtil-Bulgar hanı göndermişti. İbn Fadlan elçinin geliş sebebini ve görüşmelerin sonucunu şöyle açıklıyordu:

“Bulgar hükümdarı Almış bin Şilkî İlteber’in, müminlerin başkanı Muktedir’e İslâm dinini anlatacak, şeriatın hükümlerini öğretecek, ülkesinde ve bütün memleketinde kendi adına hutbe okunması için minber ve cami yapacak bir heyet göndermesini ve düşman hükümdarlardan korunabilmek için bir kale yaptırmasını isteyen mektubu geldiğinde, bu konuda isteği kabul edildi.”

Halife, Bulgarlar’a istedikleri şeyleri götürecek bir heyet kurulmasını emretti. İbn Fadlan da Bulgar hanına halifenin mektubunu okumak, hediyeleri teslim etmek, fakih ve öğretmenlere nezaret etmek vazifeleriyle heyete dahil oldu. Elçiler Bağdat’tan 21 Haziran 921’de yola çıktı ve pek çok ülke geçerek yaklaşık bir yıl sonra 12 Mayıs 922’de İlteber’in karşısına çıkabildiler. Buluşma anını İbn Fadlan şöyle anlatır:

“Bizi görünce, Allah’a şükürler olsun diye secdeye kapandı. Yeninde sakladığı gümüş paraları üzerimize saçtı. Bizim için kubbeli çadırlar kurdurdu. Bu çadıra indik.”

İlteber’in teslimiyeti

Birkaç günlük dinlenme müsaadesinden sonra İlteber, bütün beyleri, kumandanları ve aile fertlerini toplayarak elçilerle buluşur. Halifenin gönderdiği eyerle İlteber’in atı eyerlenir ve kendisine de siyah hilatlar giydirilir. Sarık sarılır. Sonra İbn Fadlan halifenin mektubunu çıkarır ve İlteber’i mektup okunurken ayakta durması için uyarır. Bunun üzerine han ile beraber herkes ayağa kalkar. Bu sahneyi İbn Fadlan şöyle anlatıyor:

“Mektubu okumaya başladım. Giriş kısmını okuyup ‘Sana selam olsun. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a hamd ederim’ cümlesine gelince ‘Müminlerin Başkanının selamını al’ dedim. O ve yanındakiler hep birlikte selamı aldılar. Mektubun okunmasını bitirince, oradakiler hep bir ağızdan tekbir getirdiler. Yerler sarsıldı.”

İlteber’in dinî teslimiyetinin en çarpıcı misallerinden biri de hutbede yapılan değişiklikle ilgilidir. Yine İbn Fadlan anlatıyor:

“Benim adıma hutbe okunması nasıl caiz olur?’ dedi. Ben de ‘Senin ve babanın adı ile’ dedim. Hükümdar ‘Babam kâfirdi. Onun adının minberde söylenmesini istemem. Benim adımı da bir kâfir verdiğine göre, adımın da hutbede zikredilmesini arzu etmem. Acaba efendim Müminlerin Başkanının adı nedir?’ dedi. Ben, ‘Cafer’ dedim. Hükümdar ‘Benim onun adını almam doğru olur mu?’ dedi. Ben de ‘Evet, olur’ dedim. Bunun üzerine ‘Kendi adımı Cafer, babamın adını Abdullah şeklinde değiştirdim’ dedi. Hatibe, hutbeyi bu isimle okumasını emretti. O da bu emri yerine getirdi.”

Halife parasının bereketi

Abbasi halifesinin gönderilmesini emrettiği para, vazifeyi üstlenenlerin hatalarından dolayı Bulgar hanına götürülememişti. Elçilerden şüphelenen eski adıyla İlteber yeni adıyla Cafer bin Abdullah onları para hususunda sıkıştırmış ama gerginlik uç noktalara gitmemiş ve üzücü olaylara sebebiyet vermemiştir. Aslında Cafer bin Abdullah’ın halifeden gelecek paraya ihtiyacı da yoktu.

İbn Fadlan bunu Cafer bin Abdullah’a sormuştur. Bunca zenginliğine rağmen neden ısrarla halifeden gelmesini umduğu paranın peşine düşmektedir? Bulgar hanının cevabı çok ilginçtir:

“Halifenin devletinin bahtı açık olduğunu, vergilerinin helalinden alındığını gördüğüm için bu teşebbüste bulundum. Ben kendi mallarımla altından veya gümüşten bir kale yaptırmak istersem bir güçlük çekmem. Halifenin malının uğur getirmesini arzu ettiğim için ondan bu parayı istedim.”

İbn Fadlan seyahatnamesinde ayrıca Bulgarlar arasında beş bin kadın ve erkekten müteşekkil, Barancer diye tanınan büyük bir aileden de bahseder. Barancerler’in hepsi de müslüman olmuş ve namaz kılacak ahşap bir cami yapmışlardır. Fakat Kur’an okumasını bilmemektedirler. İbn Fadlan şöyle diyor:

“İçlerinden bir kısmına namaz kılacak kadar Kur’an öğrettim. Benim elimle Talut adında biri müslüman oldu. Ona Abdullah adını verdim. Bunun üzerine, ‘Bana senin kendi adını vermeni istiyorum’ dedi.

Adını hemen Muhammed olarak değiştirdim. Bu adamın karısı, anası ve çocukları hepsi müslüman oldular. Ona Fatiha ve İhlâs surelerini öğrettim. Bu iki sureyi öğrenmekten dolayı duyduğu sevinç, Bulgar hükümdarı olsa duyacağı sevinçten daha fazla idi.”

Müslümanlık coşkusu ve cehalet

İbn Fadlan’ı Bulgarlar arasında sıkıntıya düşüren pek çok mesele de oldu. Mesela kadın ve erkeklerin nehirde bir arada yıkanmalarını önlemek için yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kalmıştır. Bununla beraber herhangi bir şekilde zina etmediklerini belirtir. Fakat az sayıda da olsa, zina yapanların kadın veya erkek, kim olursa olsun baltayla iki parçaya ayrılıp parçalardan her birinin bir ağaca asıldığını ifade eder. Hırsızlık yapanın cezası da ölümdür. Yine bir eve yıldırım isabet ederse, evi içindeki ahaliyle beraber kendi haline bıraktıklarını ve “Bu evin sakinleri Allah’ın gazabına uğramış kimselerdir” dediklerini kaydeder.

İtil-Bulgar müslümanları İslâm’ı kavramaya çalışırken bu tür cahillikler de yaşanmıştır. Fakat İbn Fadlan’ın anlattıklarından çıkan sonuç, İtil Bulgarlarının İslâm’ı yürekten benimsemiş bir toplum olduğudur ki, bazı İslâm tarihçileri de onların dini yaymaya çalışan ve gaza eden bir topluluk olduğunu vurgulamışlardır. Gecelerin son derece kısaldığı zamanlarda sabah namazına kalkamama endişesiyle uykuya direndikleri de kayıtlara geçmiştir.

İbn Fadlan’ın resmi ziyaretinden 21 yıl sonra 943’de Bulgar hanının oğlu hacca gitmiş ve yolculuğu sırasında Bağdat’ta Abbasi halifesini ziyaret ederek çeşitli hediyeler takdim etmiştir. Daha sonraki yıllarda da tarihçiler hacca gelen Bulgarlardan bahsederler.

920’li yıllarda İslâm’la tanışan İtil-Bulgarları çok uzun bir süre refah içinde yaşadılar. 1236 yılındaki Moğol saldırısından sonra ise bütün şehirleri harabeye döndü ve büyük bir katliama maruz kaldılar. Tekrar toparlandılarsa da, 1361’de Altınordu Devleti’nin, 1391’de de Timur’un seferleri sonucu şehirleri yeniden tahrip oldu.

Bulgarlar bundan sonra Kazan Hanlığı’na bağlı olarak yaşadılar. Bu hanlığın nüfusunu Bulgar-Kıpçak karışımı müslüman halk oluşturuyordu. İtil-Bulgarların nesillerini ve dillerini bugün Çuvaşların sürdürdükleri kabul edilmektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ocak 2014       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
müslüman olan ilk türk boyu

Benzer Konular

27 Mart 2017 / oguz1886 Cevaplanmış
11 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Türk ve İslam Dünyası
5 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2017 / Misafir Cevaplanmış
5 Kasım 2016 / Misafir Cevaplanmış