Arama

Çevre ve Ekoloji Haberleri

Güncelleme: 21 Şubat 2019 Gösterim: 52.605 Cevap: 42
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
24 Haziran 2008       Mesaj #1
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi

Zengin Ülkeler, Toplam Karbondioksit Salınımının Yarısından Sorumlu

Ad:  eko.JPG
Gösterim: 211
Boyut:  49.2 KB

Çevre Mühendisleri Odası 2008 Çevre Durum Raporu'nda, dünya nüfusunun yüzde 15'ini oluşturan zengin ülkelerin, toplam karbondioksit salınımının yarısından sorumlu oldukları, buna rağmen salınımm neden olduğu iklim değişikliğinin "en yüksek faturasını, voksul ülkeler ve onların vatandaşlarının ödeyeceği" belirtildi.
Sponsorlu Bağlantılar

ANKARA- Çevre Münendisleri Odası {ÇMO) 2008 Çevre Durum Raporu'nda, dünya nüfusunun yüzde 15'ini oluşturan zengin ülkelerin, toplam karbondioksit salınımının yarısından sorumlu oldukları, buna rağmen salınımın neden olduğu iklim değişikliğinin "en yüksek faturasını, yoksul ülkeler ve onlarır vatandaşlarının ödByeceği" belirtildi.

Raporda, "Önce insan, önce çevre1 an ayışı yerine bugün 'önce ekonomi, ön:e tüketim, önce kar anlayışının hSKim olduğu, çevre scunlarının önemli etmenlerinden biri olan "üketimin çevre ile birlikte an İmaya baş andığı ifade edildi.

Üretim ve tüketim artışıyla iklim değişikliğinin meydana geldiği ve bunun en büyük sorumlularının gelişmiş ülkeler olcuğu vurgulanan rapcrda, şu ifadelere yeı verildi: "Dünya nüfusunun yüzde 15'ini oluşturan zengin ülkeler, toplam karbondioksit salınımının yarısından sorumludur.

Buna rağmen iklim değ sikliğinin en yüksek faturasını yoksul ülkeler ve onların vatandaşları ödeyecekt- Gelişmiş ülkelerde kişi başına fosil ya<ıt kullanımı hala artmaktadır. Her sektör devasa ölçülerde ve gittikçe de artan ene'ji taleplerinde bulunmaktacır. Dünyadaki bütün insanların bazı gelişmiş ülkelerdekilerle aynı seviyede sera gazı üretmesi durumunda, 9 çezegene daha ihtiyaç duyulacağı öngörülmektedir." -İSHAL VE SITMA GİBİ SALGIN HASTALIKLAR ŞİDDETİNİ ARTIRACAK"Raporda, büyümeyi nızlandıran ekonomik modelin ve "savurgan tüketimin", ekolojik yaşamı tehdit ettiği ve küresel ısınmayı tetiklecği belirtilerek, şunlar kaydedildi: "Ortalama küresel sıcaklık, 1906'dan beıi yaklaşık 0,74 derece arttı. Bu yüzyıl içir de öngörülen yükselme ise 1,8-4 deıece arasında. Baz^ blim insanları 2 deıecelik yükselmenin, dünyayı büyük ve geıi dönüşü olmayan tanribattan önceki aşamaya getireceğine inanıyorlar. Daha yüksek sıcaklıkların, ishal ve sıtma gibi salgın hastalıkların şiddetini arttıracağı ve küresel besin üretiminin azalacağı düşünülüyor." Küresel ısınmanın, ksa dönemde dünya nüfusunun en yoksul yüzde 40'lık kısmını etkileyeceği bıldrilen raporda, uzun vadede herkesin iklim değişikliğinin yol açacağı tehlikelere maruz kalacağı bildirildi.

-'SUYA ULAŞMA HAKKI TEHLİKE ALTINDA"Dünyada su politikalarının, suyu "kamusal bir hizmet olmaktan çıkardığı, suyun kaynaktan temini işlenmesi, iletimi ve arıtımının serbest piyasa koşullarında yapılmasının önünü açtığı" ifade edildi.

Küresel politikalarla suyun "metalaşması ve özelleştirilmesi sonucu temiz, içilebilir suya erişim hakkının göz ardı edildiği" belirtilerek, "Dünya nüfusunun sadece yüzde 5'i suyunu şirketlerden alıyor. Bu şekilde bile su şirketlerinin yıllık gelirleri dünya petrol ticaretinin yıl ık gelirinin yarısına ulaşmış durumda. Sadece bu potansiyel dahi suya ulaşma hakk nın nasıl bir tehdit altında olduğunu göstermek için yeterlidir" değerlendirmesine yer verildi.

Raporda, Türkiye sularının durumuna da değinilerek, ülkenin su varlığı açısından zengin olmadığı ve mevcut su varlıklarının ülke geneline eşit cağılmadığı öne sürüldü.

Türkiye'nin artan su ihtiyacını karşılamak için 1995-2002 yılları arasında, yüzey ve yer altı suyu kaynaklarından çekilen su miktarında yüzde 32,9'luk bir artış görüldüğü bildirilerek, kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarının bin 500 metre küp olduğu belirtildi.

Türkiye nüfusunun 20 yılda 87 milyona ulaşmasının beklendiği ve bu durumda yıllık kişi başına düşen su rezervinin bin 42 metre küpe düşeceği ifade edilerek, bu rakamın, su fakiri olarak tanımlanan ülkelerdeki yıllık kişi başına düşen su miktarına çok yakın olduğu vurgulandı.

Diğer taraftan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde belirtilen, "Kıta İçi Su Kaynaklarının Sınıflarına Göre Kalite Kriterleri" sınır değerleri baz alınarak yapılan ölçümlerde, Türkiye'deki önemli tarım ve endüstri merkezlerini kapsayan akarsu havzalarındaki su kaynaklarının kalitesinin, "az kirlenmiş" (II. Sınıf) ve "çok kirlenmiş su" (IV. Sınıf) arasında değiştiğine dikkat çekildi.

-"ENDEMİK TÜRLERİMİZ İÇİN ALINAN TEDBİRLER YETERSİZ'Raporda, Türkiye'nin endemik bitkiler açısından çok zengin olmasına rağmen, bazı türlerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu kaydedildi.

Dünya Koruma Birliği (IUCN 2001) kriterlerine göre, Türkiye'deki endemik türlerin yaklaşık 600'ünün "Kritik CR", 700'ünün ise "Tehlikede EN" kategorilerinde yer aldığı belirtilerek, bu türlerin etkin korunması için alınan tedbirlerin yetersiz olduğuna işaret edildi.

Raporda, şu hususlara dikkat çekildi: -Amik Gölü, Avlan Gölü, Hotamış, Eşmekaya sazlıkları gibi sulak alanlar yok oluyor. Beyşehir Gölü, Tuz Gölü süratle kirleniyor ve yüzey alanları hızla küçülüyor.

-Fethiye'ye fosseptik, Tuz Gölü'ne kanalizasyon akıyor. Kekova'yı yatlar, Foça'yı balık çiftlikleri yok ediyor.

ndan sorumlu -Özellikle Sukuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkındaki RAMSAR Sözleşmesi listesine dahil edilen ve 135'i uluslararası öneme sahip olan 500 sulak alanımızdan.

12 alanda ciddi oranlarda kuruma ve kirlenme mevcut.

-Tüm dünyada koruma altına alınan alanların ülke yüz ölçümlerine oranı yüzde 12,8 iken, Türkiye'de yüzde 3,9.

-Yargı kararlarına rağmen Bergama Ovacık Altın Madeni başta olmak üzere birçok yerde siyanürle altın madeni işletmeciliği hala devam ediyor.

Raporda, genetiği değiştirilmiş organizmalardan (GDO) mısır, buğday, soya fasulyesi gibi ürünlerdeki genlerin, doğal bitki türüne atlayarak genetik çeşitlilik kaybına neden olduğu, yabani türlerin doğal yapılarında sapmalara yol açtığı ve ekosistemdeki tür dağılımını ve dengeyi bozduğu kaydedildi.

Özellikle küresel ısınmanın uluslararası ortamlarda kabul görmesiyle uluslararası pazarı kontrol eden çok uluslu şirketlerin, bitkilerin kuraklık, aşırı soğuk ve sıcak, sel, tuzluluk gibi olağan dışı çevre koşul arında hayatta kalmasını sağlayacak genlerin patentini aldığı, "iklim genleri" olarak adlandırılan bu genlerin kullanım hakkını kazandığı ca vurgulandı.

-"DOĞAL, TARİHİ VE KÜLTÜREL DEĞERLER, TURİZM BASKISI ALTINDA"Raporda, kent sorunlarına da değinilerek, kentlerde içme suyu, kanalizasyon, arıtma ve katı atık gibi sosyal ve teknik altyapı eksiklikleri yaşandığı belirtildi.

TÜİK'in 2004 verilerine göre, 3 bin 225 belediyenin 2 bin 226'smın kanalizasyon şebekesine, 269'unun ise su arıtma tesisine sahip o duğu bildirildi. En önemli çevre sorununun katı atıklar olduğu ifade edilen raporda, tüm Türkiye'de 16 katı atık depolama tesisi bulunduğu kaydedildi.

Türkiye'deki ormanlar, kıyılar, doğal, tarihi ve kültürel varlıkların yok edildiği de ileri sürüldü. Doğal, tarihi ve kültürel değerlerin, turizmin baskısı altında olduğu ifade ed lerek, şu görüşlere yer verildi: "Ülkemizde turizm faaliyetlerinin yüzde 79'u Nisan-Ekim aylarında. Ege ve Akdeniz kıyılarında yoğunlaşmaktadır. Bu yoğunluk önemli çevresel baskılar meydana getirmektedir. Turizm faaliyetlerinden kaynaklanan gü'ültü, hava kirliliği ve atıklar, turizmin alt yapısını oluşturmak için hızlı konutlaşma ve çarpık kentleşme, ayrıca ikinci konut denilen yazlık inşaatları nedeniyle verimli tarım topraklarının betonlaşması, flora ve fauna üzerine olumsuz etkileri çevre üzerindeki en önemli baskı unsurlardır.

BAKINIZ
Ekoloji Bilimi

Ekoloji ve Çevre Hakkında Makaleler
Çevre Bilimi Nedir?
Ekosistem
Çevre Nedir? Çevre Hakkında Genel Bilgiler
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:13
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
24 Haziran 2008       Mesaj #2
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi
TÜPRAG Altın Madencilik AŞ tarafından Kışladağ Altın Madeni işletmesi için Manisa İdare Mahkemesi’nin verdiği açılma ruhsatının iptal kararının yürütmesinin durdurulması istemi, Danıştay 8. İdare Mahkemesi tarafından reddedildi.

Sponsorlu Bağlantılar
TÜPRAG Altın Madencilik AŞ tarafından Kışladağ Altın Madeni işletmesi için Manisa İdare Mahkemesi’nin verdiği açılma ruhsatının iptal kararının yürütmesinin durdurulması istemi, Danıştay 8. İdare Mahkemesi tarafından reddedildi.
Hukuk süreci, Uluslararası altın tekeli Eldorado Gold’a bağlı TÜPRAG Altın Madencilik AŞ’nin, Uşak’ın Eşme İlçesi Kışladağ mevkiinde altın madenciliği faaliyeti yürütme isteğiyle başladı. Daha önce Kışladağ Altın Madeni için verilen 6 Nisan 2007 tarihli 1. sınıf gayrisıhhi müessese açılma ruhsatının iptaline ilişkin Manisa İdare Mahkemesi, söz konusu işletmenin, “ÇED olumlu belgesinin iptali davasına Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı vermiş olması” gerekçesiyle açılma ruhsatının iptaline karar vermişti. Şirket, Danıştay 8. İdaresi’ne temyiz başvurusunda bulunmuş ve İdare Mahkemesi’nin verdiği açılma ruhsatının iptali kararının yürütmesinin durdurulmasını talep etmişti.
Kararı değerlendiren Avukat Arif Ali Cangı, Danıştay 6. Dairesi’nin daha önce verdiği bozma kararıyla idare hukukunun temel ilkeleri altüst edilerek, yeni açılma ruhsatı ile Kışladağ Altın Madeni işletmesinin sürdürüldüğünü belirtti.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 02:32
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
24 Haziran 2008       Mesaj #3
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi

İzmir’in Sularında Arsenik Çıktı


Bunaltıcı sıcakta kavrulan İzmir’de bazı kuyular, arsenik nedeniyle devre dışı kaldı.

Karşıyaka ve Bornova’ya verilen sudaki arsenik sınır değerin üzerinde.?Kocaoğlu: İçin veya içmeyin diyemem

İZMİR - Ankara ve İzmir büyükşehir belediyeleri arasındaki ‘arsenikli su’ kavgasında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ‘haklı’ çıktı.

Büyükşehir Belediyesi İzmir’in sularında son altı yılın arsenik değerlerini açıkladı. Tahtalı ve Balçova barajlarında arseniğe rastlanmazken Menemen, Sarıkız, Göksu ve Halkapınar kuyularında AB standartlarının çok üzerinde arsenik bulundu. AB standardında sınır değer litrede 10 mikrogram. Göksu kuyusunda 2007’de litrede 45 mikrogram olan değer bu yıl litrede 59 mikrograma ulaştı. Sarıkız’da 32 mikrogram oldu. Halkapınar’da 2007’de 18 olan değerin bu yıl 13’e inse de AB standardının üzerinde kaldı. Menemen kuyularıysa tam sınır değerde (litrede 10 mikrogram). Menemen’deki bazı kuyular dün kapatıldı. Pınarbaşı kaynakları temiz çıktı. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Kaşıyaka ve Bornova ilçelerine verilen suyun standart değer olan litrede 10 mikrogramın üzerinde, 10-20 mikrogram olduğunu belirterek, “Suyu içmelerini veya içmemelerini tavsiye edemem.?Kendileri karar vermeli” dedi. Kocaoğlu, son haftalardaki su kesintilerinin de arsenik oranı yüksek su kuyularına karşı önlemlerden kaynaklandığını söyledi.

İZSU yetkilileri, litrede 10 mikrogramın AB’yle uyum kapsamında, 2007’de benimsendiğini, bundan önce sınır değerin 50 olduğunu da vurguladı.

Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Halil Gezer, “Kanserojen etkisi olduğu için arsenikle ilgili sınır değerler bir yıl önce düşürüldü. Bu nedenle, eskisiden daha çok dikkatli olunmalı” dedi.

Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan açıklamada ise özetle şöyle denildi: “Son altı yıllık analizlerden görüleceği üzere, 2006 sonuna kadar İzmir’in su kaynaklarında arsenik yoğunluğu açısından en ufak sorun yoktur. 2007 yılından itibaren tüm değerler normal sınırlar içinde görülürken, yalnızca arsenik değerlerinde bir artış gözlenmeye başlanmıştır. DSİ’nin tahsis ettiği yeraltı kuyularında küresel ısınmayla ortaya çıkan bu gelişme karşısında, önlem olarak Dokuz Eylül Üniversitesi ile protokol yapılmış, Göksu kuyuları devreden çıkarılmış, arıtma sistemiyle çalışmaları hızlandırılmıştır.”

Açıklamada Gökçek’e de eleştiri vardı: “Ülkemizde küresel ısınmayla birlikte yer altı suyu kullanan tüm il, ilçe ve köylerimiz aynı sıkıntıyla karşı karşıyadır. Sayın Gökçek’in yaptığı konuyu başka mecralara taşıma çabalarıdır. Azalan yağışlara bağlı olarak yer altı sularında artan arsenik değerlerinden siyasi fayda umulması yakışıksız bir davranıştır.” (dha)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 02:33
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
24 Haziran 2008       Mesaj #4
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi

İkizdere’liler “Vadime Dokunma” Dedi


Rize İkizdere Derneği ve İkizdere Köy Dernekleri, İkizdere Vadisi’ne yapılması düşünülen hidroelektrik santral planını protesto etmek için bugün Kadıköy İskele Meydanı’nda "Vadime Dokunma" sloganıyla buluştular.

İkizdere Derneği öncülüğünde düzenlenen mitinge katılanlar attıkları sloganlarla bölgelerine kurulacak hidroelektrik santrallerini istemediklerini haykırdılar.

Sorun İkizdere’nin değil tüm Karadeniz’in sorunu...

İkizderelilerin yanısıra Rize ve çevre illerden gelen çok sayıda çevre örgütünün destek verdiği mitingte, dernek temsilcileri protestoların amaçlarını anlatan konuşmalar yaptılar. Yapılan konuşmalarda, yapılması düşünülen hidroelektrik santrallerin sadece İkizdere’nin değil tüm Karadeniz’in doğal dengesini altüst edeceği vurgulandı. Konuşmalarda; “Karadeniz’i kalkındırmayı isteyenler bölgeyi gerçekten kalkındırmak istiyorlarsa santrallerle değil kültür, turizm gibi yatırım alanlarıyla kalkındırsınlar. Karadeniz halkı bu santrali istemiyor. Çünkü enerji yatırımı adı altında yapılacak santrallerle bölgemizin yeşili kurutulmak ve kurutulduktan sonra da birilerine peşkeş çekilmek isteniyor.” denildi.

"Bölgemizde santral istemiyoruz, derelerimiz özgür aksın!"

Konuşmaların ardından müzik grupları sahne aldılar. Yöresel türküler eşliğinde çekilen horonlarla miting programı devam etti. Eylemde, “İnsan olan yaşatır Bırakın bu vadi yaşasın!”, “Vadimizi bozmayın, savaşı başlatmayın!”, “Kanser vadisi değil, yeşil İkizdere istiyoruz!”, “İkizdere vadisi HES’lere kurban edilemez!”, “Çevre ve doğa tahribatı durdurulsun!” pankartları açıldı.

“Derelerimiz özgür kalacak!”, “Çölleşmeye hayır!”, “Kanser vadisi İkizdere istemiyoruz!”, “Sözümüz yasa olsun Papart Deresi özgür aksın!” dövizleri taşındı.

Yaklaşık 2000 kişinin katıldığı protesto mitinginde, “Vadimize dokunmayın, sabrımızı taşırmayın!”, “İkizdere cennettir, cennet kalacak!”, “Dereler özgürdür, özgür akacak!”, “Susma sustukça sıra sana gelecek!” sloganları atıldı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 02:35
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
25 Haziran 2008       Mesaj #5
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi
Dünya Kupası'nda ilk kez 2006 yılında doğal kaynakların korunması ve çevrenin kirlenmemesi için önlemler alınmıştı. Bu yıl bu önlemlere yenileri eklendi.

En ilginç yöntem kullanılan bardaklarda yapılan değişiklikler. Artık lojistik olarak imkan bulunan stadyumlarda tek kullanımlık bardaklar yerine, çok kullanımlık seramik ve cam bardaklar kullanılıyor.

Otoriteler, Euro 2008'in sadece bir futbol şampiyonası değil halkları bir araya getiren,
saygıyı ve hoşgörüyü artıran bir organizasyon olması için özel çalışmalar yaptı. Yapılan çalışmaların sadece Euro 2008 için değil, düzenlenecek diğer büyük organizasyonlara baz oluşturması hedefleniyor. Amaç, "Yeşil Organizasyon" standartları oluşturmak.Bu amaçla uygulama bazlı çalışmalar ve modern çevre teknolojileri kulalnılıyor. Bu arada "kullan, at" kağıt bardakların yerini alan seramik bardakların üzerinde "Ben kağıt bir bardak değilim" mesajı yeralıyor.

BM Habitat Örgütü (BM Habitat), Senegal'in UNESCO'nun dünya mirası listesinde yer alan Saint-Louis kentinin, küresel ısınma nedeniyle deniz sularının yükselmesi tehdidi altında olduğu uyarısında bulundu.

BM Habitat'ın Afrika ve Arap ülkeleri bürosu direktörü Alioune Badiane, Saint-Louis Üniversitesinde düzenlenen konferansta, Saint-Louis kentinin bu konuda Afrika'nın en çok tehdit altında olan kenti olduğunu belirterek, bu durumun başlıca nedeninin iklim değişiklikleri olduğunu söyledi.

Badiane, kenti su baskınlarından kurtarmak için 2004'de kurulan boşaltma kanalının da doğal alanlardaki bozulmayı arttırdığını kaydetti.

Okyanuslar sanılandan daha hızlı ısınıyor


Avustralyalı ve Amerikalı bilim adamlarının yaptıkları araştırmaya göre, son 40 yılda okyanuslardaki ısınma sanılandan yüzde 50 daha hızlı oldu.

Bu yeni araştırmanın sonuçları, Hükümetlerarası İklim Uzmanları Grubu'nun (GIEC) sonuçlarından farklı.

700 metre derinlikte 1961-2003 yılları arasında, okyanusların sıcaklığını anlamak üzere yeni yöntemler kullanan bilim adamları, termik genleşmenin her yıl deniz düzeyinin 0,53 milimetre yükselmesine yol açtığını söylediler. GIEC'in tahminleri, yükselmenin 0,32 milimetre olduğu yönündeydi.

Araştırmayı yürütenlerin başındaki Avustralya İklim Araştırmaları Merkezi'nden Catia Domingues, bu verilerin, deniz düzeyinin yükselmesinin etkilerini önceden tahmin etmeye ve en aza indirmeye yardımcı olacağını, ayrıca yeni stratejilerin geliştirilmesine de olanak vereceğini bildirdi.

GIEC, geçen yıl şubat ayında yayımladığı son raporda, okyanus düzeyinin bu yüzyılın sonuna dek 18-59 santimetre arasında yükselebileceğini açıklamıştı.

Kıyı erozyonu ve sellere neden olabilen okyanus düzeyindeki yükselme, küresel ısınmanın sonucu olarak sudaki termik genleşme ve buzulların erimesine bağlı su kütlelerinin artmasıyla açıklanıyor.

Korkutan Kuzey Kutbu hesabı


Bilim adamları, Kuzey Kutbu'nda önümüzdeki 5 ile 10 yıl arasında buz kalmayacağını hesaplıyor.

ABD Milli Kar ve Buz Veri Merkezi'ndeki (NSIDC) bilgilere göre, Kuzey Kutbu'ndaki buz bu yıl, geçen yılın başlarına oranla daha büyük bir alanı kapladı, ancak erimesi, geçen yıl rekor buz kaybının olduğu Haziran ayına göre daha fazla oldu.

Bundan birkaç yıl önce, yaklaşık 2080 yılına kadar Kuzey Kutbu'nda buz kalmayacağını savunan bilim adamları şimdi, buzun çok ince katman oluşturması nedeniyle daha kolay eridiğini ve böyle gittiği takdirde Kuzey Kutbu denizlerinde 5 ile 10 yıl arasında yazları buz kalmayacağını söylüyor.

İklim açısından bu erimenin ısınma oranının artması ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi küresel etkilerinin olabileceği öngörülürken, Kuzey Kutbu'nu çevreleyen ülkelerin, eriyen buzun beraberinde getireceği ekonomik fırsatları değerlendirmeye başladığı ileri sürülüyor.

Uygarlığı kurtarmak için harekete geçin!


Ünlü çevre analisti Lester R. Brown, Grönland ve Antartika'daki buzul tabakalarının erimeleri durumunda deniz düzeyinin yaklaşık 12 metre yükseleceğini ve bu durumun da milyarlarca mültecinin doğmasına neden olacağını söyledi.

TEMA Vakfı'nın 15'inci kuruluş yılı etkinlikleri kapsamında Santralistanbul'da düzenlenen "Uygarlığı Kurtarmak İçin Harekete Geçmek" başlıklı konferansta konuşan Lester R. Brown, dünyada yaşanan gıda sorunu ve alınması gereken önlemler hakkında bilgi verdi.

Geçmiş dönemlerde bu denli bir gıda sorununun yaşanmadığını dile getiren Brown, dünya uygarlığının bu anlamda tehdit altında olduğunu, gıdanın hem ihraç hem de ithal eden ülkeler açısından olumsuz sonuçlar doğurduğunu anlattı.

Çevre kirliliği ve küresel ısınmanın önüne geçilmesi konusunda yapılması gereken çok şey olduğunu belirten Brown, insanların su sıkıntısı ve toprak erozyonuyla mücadele ettiklerini, Haiti'de yaşanan erozyonun üretimi düşürdüğünü bildirdi.

Küresel ısınmanın, gıda ihtiyacı artmasına karşın gıda üretimini düşürdüğünü ifade eden Brown, Japonya'daki pirinç tarlalarındaki üretimin sürekli düşme eğilimi gösterdiğini kaydetti.

Brown, "Grönland ve Antartika'daki buzul tabakaları erirse, deniz düzeyi 12 metre yükselecek. Bu durum da milyarlarca mültecinin doğmasına neden olacak. Bu nedenle büyük bir seferberliğe ihtiyacımız var. Toplumun tek vücut olması gerekiyor" dedi.

2020 yılına dek karbon emisyonunun yüzde 80 oranında azaltılması gerektiğini vurgulayan Brown, ekonomilerin doğal destek sistemlerini kullanması gerektiğini vurguladı.

Brown, karbon emisyonunun azaltılması için dünyadaki enerji verimliliğinin artırılması ve milyarlarca ağaç dikilmesi gerektiğine de dikkati çekti.

Yenilenebilir enerji kaynakları konusuna da değinen Brown, dünyanın iklim dengesini bozmadan yeterince enerji üretecek kaynaklara sahip olduğunu, nükleer santrallerin ekonomik olarak cazip olmadığını, kimi ülkelerin, bu durumu nükleer silaha geçiş olarak kullandığını da sözlerine ekledi.

Bakan Güler: "Güneş enerjisi kapasitemiz, tükettiğimizin 2 katı"

Aynı konferansta konuşan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, "Türkiye'nin güneş enerjisi kapasitesi, şu anda tükettiği enerji miktarının 2 katıdır" dedi.

Bakan Güler, bakanlık olarak yenilenebilir enerji olan rüzgar, güneş ve jeotermal alanlarında önemli çalışmalar yaptıklarını söyledi.

Türkiye'nin güneş enerjisi kapasitesinin, şu anda tükettiği enerji miktarının 2 katı olduğunu ifade eden Güler, Türkiye'nin güneş enerjisi potansiyelini tamamıyla kullanması halinde, ürettiği elektriğin 2 katı kadar üretim yapabileceğini bildirdi.

Ancak bu konuda maliyet sorunu bulunduğunu dile getiren Güler, şöyle devam etti:

"Var mı dünyadaki bütün idealistler? Şu silahlanmaya ayrılan paranın bir kısmını buraya aktaralım da bundan güneş enerjisi ve çevre dostu enerji alanları kuralım. Bu noktada reaksiyonel olmaktan ziyade aksiyonel olmamız gerekiyor. Onun için buradaki kararları hükümetler veya enerji bakanları vermiyor, 6 milyar insan verecek. Bu noktada kendimizi sorgulamamız gerekiyor."

Güler, silahlanmaya harcanan paralardan bir miktar ayrılıp fon oluşturulması halinde, Türkiye'nin burada güneş enerjisini çok rahatlıkla kullanabileceğini, çok iyi bir model ve uygulamada da dünyaya örnek olabileceğini kaydetti.

Bakan Güler, Kurtuluş Savaşı ile dünyaya iyi bir örnek oluşturan Türkiye'nin, "Enerji Kurtuluş Savaşı"nda da çevreye duyarlı uygulamalarla aynı örneği oluşturabileceğini söyledi.

Türkiye olarak, tozlu raflardaki değerler olan vicdan, vefa ve kanaat gibi ögelerin gün yüzüne çıkarılması gerektiğini belirten Güler, bu 3 kavramdan kastının; çevreye karşı vefa, aç gözlü olmaya karşı kanaat ve vicdan olduğunu, bu 3 değerin çevreyle birleştirilmesi gerektiğini aktardı.

Türkiye'nin rüzgar alanındaki politikalarına da değinen Güler, bakanlık olarak Türkiye'nin rüzgar atlasını çıkardıklarını, bu ay içerisinde 3 rüzgar enerjisi tesisinin hizmete gireceğini anlattı.

17 megavat ile başladıkları rüzgar tribünleri enerjisinde 240 megavata ulaştıklarını, yıl sonunda da 440 megavatı hedeflediklerini dile getiren Güler, jeotermal enerji alanında Avrupa'da 1'inci, dünyada ise 7'nci olan Türkiye'nin, bu alanda da önemli gelişmeler kaydettiğini vurguladı.

Bakan Güler, doğal gaz santrallerinin ve iyi çalıştırılmaması halinde kömür santrallerinin karbondioksit ürettiğini belirterek, önemli olan şeyin, bunların çevreye zarar vermeyecek boyutlarda tutulması olduğunu kaydetti.

Hafta sonunda, petrol üreticisi ve tüketicisi ülkelerin bir araya geleceği Cidde'deki toplantıya katılacağını ifade eden Güler, toplantıda, 21 dolardan 140 dolara çıkan petrol konusunu tartışacaklarını bildirdi.

"Kayıp Balık Nemo" tehdit altında


Avustralyalı uzmanlar, iklim değişikliklerinin ''Kayıp Balık Nemo'' animasyon filmiyle tanıklık ettiğimiz mercan resiflerinde yaşayan balıkları tehdit ettiği ve balıkçılık kaynaklarının azalma riskini beraberinde getirdiği uyarısında bulundu.

James Cook Üniversitesinin mercan araştırmaları merkezinden Philip Munday adlı uzman, "İklimdeki ısınmaya bağlı olarak su sıcaklığındaki artış yüzünden birçok mercanın ölümüne tanık olduk, ancak sorun mercanların yok olmasıyla balıkların gidecek başka bir yeri olmamasıdır" dedi.

Munday, küresel ısınma yüzünden mercanların ağır hasar görmesi durumunda resiflerin popülasyonunun yeniden artması sürecinin kesintiye uğrayacağını ve genç balıkların su sıcaklığındaki değişimler ve okyanus sularındaki asitleşme oranından zarar görme riskinin bulunduğunu söyledi.

Dünya çapında yaklaşık 200 milyon insanın önemli çapta geçim kaynağı olan mercan resiflerinde veya bu resifler civarında yaklaşık 4 bin çeşit balık yaşıyor.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 02:38
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
26 Haziran 2008       Mesaj #6
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi

Yaşama Kültürü


Kazdağı savaşı…
Güre’deyim…
Akçay’la Altınoluk arasında, Kazdağı’nın (İda Dağı) böğründe…
Gerçekten varsa, sanırım cennet böyle bir yerdir.
Arabistan çöllerinde bunun düşü bile kurulamaz. Oralarda yaşayanların böyle bir düşü kurmaya imgelemleri yetmez.
Zeus gerdeğe girmek için bütün Ege’de burayı seçmişmiş…
Troya kralı Priamos, bilicilerin tüm ülkesinin çöküşüne neden olacağını söyledikleri oğlu Paris’i buraya bırakmışmış. Öldürmeye kıyamamış öz oğlunu… Belki kaz çobanlığıyla yaşamını sürdürebilir umuduyla… Ancak bilicilerin dedikleri olmuş da Akalar saldırmışlar Anadolumuza… Emperyalistler bu türlü öyküleri hep uydururlar. İster inanın ister inanmayın… Irak’a demokrasi götürülmesi gibi…
Şimdi öykü sırası değil…
Troya’yı yeniden savunmanın sırası…
Bugünlerde gerçek Kazdağlılar kan ağlıyorlar. Ama durup oturarak değil... Bütün Türkiye’ye bunun Anadolu savaşı olduğunu anlatmaya çalışarak… Politikacılara değil, Çanakkale savaşlarında şehit düşen dedelerine inanarak…
Üç bin yıl önce, bütün Anadolulular, Helen el koyuculara (istilacılara) karşı savundulardı Troya’yı… Uzun savaşlardan sonra ne yapalım ki onların eline düştüydü Troya… Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşı’nda bunun bilincindeydi… Bugün de kafaları değişmemiş olan (insanlaşamamış) Batılıları durdurduğunda Hektor’a sesleniyordu: Öcünü aldım!
Şimdi de en çirkin Batılılar saldırıyor Anadolu’ya…
Kimileri ağı dolu fıçıları Karadeniz’e atıyor… Kimileri, Isparta’nın Keçiborlu’sunda mı ne, bizim sömürgenlerle anlaşıp toprağa gömüyor. Kimileri Balıkesir’in Balya’sında toprağı öldürüp, içindeki madeni alıp deniz yoluyla ülkelerine götürdüler, Güre’deki iskeleden…
Bergama’nın Ovacık köylülerine sorun ne yaptıklarını, bugün bile ne yapmakta olduklarını… En iyisi gidin gözünüzle görün.
Bizim işbirlikçilerden, birkaç kalıp altın karşılığında kendi köylüsünü, toprağını satın aldılar… Bu yüzsüz kişiler, insanlık suçluları, ölü yerler bıraktılar (bırakıyorlar) artlarında… El bebek gül bebek, köyden kentten alıp yetiştirilmiş çocuklar bile işbirlikçi olup ülkelerini satar oldular.
Hepsi böyle mi?
Değil elbette!
Ama böyle olanları kullanarak, onları kolayca işbirlikçi kılarak yürütüyorlar işlerini… Osmanlı’nın son dönemlerinde de böyle değil miydi? İşbirlikçiler, düşmanlar uyumamışlar demek ki…
Yetmişin üzerinde altın arama izni almışlar yalnız Kazdağı’nda… Yalnızca yönetenleri değil, köylüsünü, muhtarını da satın alarak işe girişmişler bile kimi yerlerde…
Gözleri ne tarih, ne sanat, ne doğa, ne de insan değerleri gören bu çirkin Batılıları durduracak güzel Batılılar nerede?
Bunların işlemeyecekleri insanlık suçu yok; hele işbirlikçilerini böyle kolayca bulunca…
Kendi ülkelerinde, doğayı kirlettiği için çimento üretimini yasakladılar Fransızlar… Buna karşılık gelip bizim çimento üretim yerlerimizi satın aldılar. Şimdi biz kendi ülkemizde, bizim işçimizin ürettiği çimentoyu Fransızlardan alıyoruz.
Ülkelerimizi ele geçirdiklerinde başka türlü mü olacaktı?
Yeni yeni üretim yerleri de açıyorlar. Kimilerini de SİT alanlarında bile… İnanmıyorsanız Halet Çambelimize de sorun… 94 yaşında bile bunlara karşı savaş verdiğini yazdım ya geçenlerde…
Bu savaş çetin savaş… Tıpkı Troya, Çanakkale savaşlarımız gibi… Topumuzun savaşa katılmaya koşması gerekiyor gene!..

Denizin Katili Tur Tekneleri


“Denizi kirletme, turizme darbe vurma” sloganlı sualtı temizliği ortaya çıkardı ki, denizi en çok günübirlik tur tekneleri ile balıkçılar, yani geçimini denizden kazananlar kirletiyor!

Muğla’nın dünyaca ünlü koylarının temizlenmesi için Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı (ÖÇKK) ve ilçe kaymakamlıkların ortaklaşa düzenlediği “Denizi kirletme, turizme darbe vurma” sloganlı temizlik kampanyası tamamlandı. Başkent Dalış ve İlkyardım Merkezi dalgıçlarının 3 aydır sürdürdüğü sualtı temizliği sırasında çıkanlar, cennet koyların nasıl kirletildiğini ortaya çıkardı. Köyceğiz, Ula, Marmaris gibi Muğla’nın turistik yörelerindeki sualtı kirliliğine dikkat çekmek için bir araya gelen sualtı gönüllüleri çalışmalarını tamamladı. Özel Çevre Koruma Kurulu’nun Muğla koylarında temizlik kampanyası başlatmasıyla harekete geçen gönüllülerin çalışmaları 3 gazeteci tarafından da belgesel film haline getirildi.
Kocayalı, Malderesi, Karaca, Boncuk, Çamlı, İngiliz Limanı, Okluk Koyu, İncekum gibi koylar temizlenirken, Sedir Adası ve Kleopatra Adası’nda da dalışlar yapıldı. Dalgıçlar Köyceğiz Gölü’nü de katı atıklardan arındırmaya çalıştı.

Denizin içinde yok, yok
Çalışmaları denetleyen Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı yetkilileri, sualtından çıkarılanlarla bir evin rahatlıkla donatılacağını söyledi.
Biyolog, diyetisyen, cerrah, doçent, peyzaj mimarı, mimar, maden, makine ve inşaat mühendisi, finans müdürü, işletmeci, bankacı ve gazeteci gibi çeşitli mesleklerden 25 dalgıcın çıkardığı çöpler arasında ampul, av tüfeği fişeği, ayakkabı, bardak, bıçak, meşrubat kutusu, boru, buzdolabı motoru, cep telefonu, çatal, halı, paspas, kasa, klozet, mangal, televizyon gibi eşyalar çıktı.
Biyolog Nesem Demiray, “Denizlerden çıkan materyalleri sayarak türlerine göre ayırdık. Gördük ki en fazla kirlilik baskısını günübirlik gezinti ve tur tekneleri oluşturuyor. Bunların yanı sıra balıkçılar da oldukça önemli bir kirlilik kaynağı. Geçimlerini denizden kazanan bu insanların denizleri bu şekilde hor kullanmaması gerekiyor” dedi.

Kızılırmak Suyu İçin Ödül Aldı !


Melih Gökçek'e Kızılırmak suyunu Ankara'ya taşıdığı için şilt ve plaket hediye edildi

MOGAN Gölü'e Kızılırmak suyunun bir bölümünü bırakan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e Gölbaşı Belediye Başkanı Abdulnasır Haşlak, ve çeşitli kuruluş temsilcileri plaket ve şilt verdi.

Başkan Haşlak'ın yanı sıra Anadolu Denizcilik Kulubü Başkanı Prof.Dr. Esen Özsan, Gölbaşı İlçesi Koruma, Geliştirme ve Turizm Derneği adına Kaymakam Hakkı Uzun, Gölbaşı Andezit Taşı Derneği Başkanı Bayram Dursun ve Ankara Yelken Spor Kulübü Başkanı Adnan Özaslan, Gökçek'e plaket ve şilt verildi. Gökçek, plaket alma törenine eşi Nevin Gökçek ile birlikte katıldı. Gölbaşı Belediye Başkanı Abdulnasır Haşlak, şu anda görünen güzelliklerin 4 yıl önce olmadığını belirtirken, "Bu Moganpark yoktu. Burası bataklık haldeydi. Karşı taraflar da öyle. Mogan her yıl su çekilmesiyle, Ağustos ayında balık ölümleri ile karşı karşıyaydı. Mogan'ın temizleme projesi ile de Avrupa Birliği fonlarından yararlanacağız. 25 milyon Euro'luk hibe kredi temin etmeye çalışıyoruz" dedi.

Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek konuşmasında, gölde kamışların kesilmesi gerektiğini belirterek, "Bu konuda heyet oluşturulsun, nereden nasıl kesileceğine karar versin" dedi. Kesikköprü'den getirilen suyun halen tartışma konusu olduğunu belirten Gökçek, "Bizim su değerleri üniversitelerden, DSİ'den, Hıfzısıhha'dan, ASKİ'den de yayınlandı. Hangi değeri sağlığı tehdit ediyor? Bir tanesini söyleyin" derken sadece AKP'li olduğu için kendisine karşı linç kampanyası başlatıldığını öne sürdü. Başkan Gökçek konuşmasının devamında, şöyle dedi:

"Allah bana bir dönem daha Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı nasip ederse, Gerede sistemini de devreye sokacağım. Ayrıca küçük olarak düşünmüş olduğumuz 3- 4 baraj var, onları da ilave edeceğim. Yani Ankara'nın hiç olmazsa ben gittiğim zaman 25 senesini kurtarıyım diyorum. Şimdi 20 senesini kurtardık. Bir 5 sene daha buna ilave edelim. Bizden sonra gelenler yeni tedbirleri alır."

Başkan Gökçek konuşmasının devamında, "Bakın İzmir'de arsenik miktarı 59 çıktı, itiraf ettiler. Ankara'da bizim musluktan akan arsenik 4, genellikle 1'in altında. Dünya Sağlık Örgütü 10 miligram litreyi kabul ediyor. Onun altında. İzmir 59 çıktı. İzmir aleyhinde tek televizyonda haber gördünüz mü? Bana linç kampanyası uyguladılar. Ya arkadaş öbür tarafta 59 mikrogram litre suyu İzmirli'ye içiriyor, İzmirli'yi zehirliyor. Biz doğrusunu veriyoruz, bize linç kampanyası yapıyorsunuz" dedi.

Türkiye'nin en ucuz olan 90 milyon metreküplük Kavşakkaya Barajı'nı 16 ayda 45 milyon dolara yaptıklarını hatırlatan Başkan Gökçek, "Mukayese etmeniz içinde söylüyorum. Kocaeli'nde Sefa Sirmen Belediye Başkanı iken 50 milyon metreküplük Yuvacık Barajı'nı 4.5 milyar dolara mal etti. Biz 90 milyon metreküplük barajı 45 milyon dolara, yani onun fiyatının yüzde birine mal ettik. Aradaki farkı düşünebiliyormusunuz?" diye konuştu.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 02:39 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
26 Haziran 2008       Mesaj #7
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi

MNG için Suç Duyurusu


Yurtsever Cephe Bodrum Sözcüsü Ayhan Karahan, Bodrum’daki turistik tesis çalışmaları sırasında çıkan harfiyatla denizi dolduran, Mehmet Nazif Günal hakkında duyurusunda bulundu

MUĞLA- Güllük Körfezi'ndeki Pina Yarımadası'nda, orman alanından tahsis edilen 85 dönümlük araziye turistik tesis yaparken, koyu ve denizi otel hafriyatı ile dolduran MNG Holding A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Nazif Günal hakkında, Yurtsever Cephe Bodrum Sözcüsü Ayhan Karahan tarafından suç duyurusunda bulunuldu. Karahan, Pina Yarımadası ve Çomça Koyu'nun geri dönülemez biçimde tahrip edildiğini belirtti.

Denizdeki harfiyat kalıcı

Güllük Körfezi'ndeki Pina Yarımadası ile Çomça Koyu'na iskele, mendirek, restoran ve liman için kaçak dolgu yapan MNG Holding A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Nazif Günal hakkında Bodrum Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu. Günal’a ait şantiye binasını temsili mühürleyerek, dolgu alanında çevrecilerle eylem yapan Yurtsever Cephe Bodrum Sözcüsü Ayhan Karahan'ın, cumhuriyet savcılığına verdiği dilekçede, şunları söyledi: “Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan tahsis olarak aldığı 85 dönüm orman arazisinin dışına çıkarak, otel inşaatından çıkan hafriyat ve atıkları Çomça Koyu'na dökmüş, denizi 7 dönümden daha fazla miktarda doldurmuştur. Amaç burayı arsa haline dönüştürüp kendilerine rant sağlamaktır. Tam bir çevre katliamı örneği olan iş, bu kaçak kıyı dolgusu yasal mevzuatın şüpheli şirkete uygulanmaması nedeniyle temizlenememiş, dökülen hafriyat denizde kalıcı hale gelmiştir. Maliye Bakanlığı tarafından hukuka, ilgili tüm mevzuata, kamu yararına, doğal ve tarihi değerlerimize aykırı olarak verilen 1 yıllık ön izin şirketin bu eylemini suç olmaktan çıkaramaz. Tarihi Pina Yarımadası ve Çomça Koyu geri dönülmez bir şekilde yok edilmiştir. İşbu nedenle şüpheli Mehmet Nazif Günal hakkında şikâyetçi olmak gerekmiştir.”

Uyarılara kulak asılmadı

Karahan, yöre halkı ve çevre örgütlerinin uyarılarına aldırmayan, yaptığı deniz dolgusunun ardından bir de ‘turizme katkı’ plaketiyle ödüllendirilen MNG Holding’in yöneticilerinin en üstten en alta kadar tümünün vurdumduymaz ve hukuk tanımaz olduğunu öne sürerek, “Birilerinin bu şahıslara Türkiye Cumhuriyeti varlıklarının yasalarla korunduğunu mutlaka hatırlatması gerekiyor. Devletin, hukukun gözünün içini baka baka, fütursuzca ormanı yağmalayan, deniz doldurarak eko sistemi bozan ve bir de alay edercesine ‘Birkaç kaşık toprak döktüysek ne olmuş’ diyebilen Günal ve kendisine ait şirketler hakkında tüm cezaların uygulanması, bölgedeki turizm tahsisin iptali için suç duyurusunda bulundum” diye konuştu.(dha)
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 02:40
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
26 Haziran 2008       Mesaj #8
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi

Çevre Koşulları ve Beslenme Genlerimizi Değiştiriyor


ANKARA - Maryland eyaletindeki üniversitede yürütülen ve Amerikan Tıp Vakfı’nın bilimsel yayınında biliminsanları, DNA üzerindeki epigenetik (kalıtsal etkilerden çok dışardan gelen etkilerin sonucu) işaretlerin, kişinin yaşamı boyunca değişiklik gösterdiğini ve değişikliklerin büyüklüğünün aynı aile bireyleri arasında benzer olduğunu belirlediler. ABD’nin Johns Hopkins Üniversitesi’nin araştırmacıları, çevre koşulları ve beslenme gibi faktörlerle yaşam boyunca herkesin gen yapısında çeşitli değişiklikler olduğunu tespit ettiler.

Yaşlanmayla kanser gibi hastalıkların ortaya çıkmasını açıklayabilecek bu araştırmayı yürüten Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünden Dr Andrew Feinberg, epigenetiğin modern tıbbın kalbinde olduğunu görmeye başladıklarını belirterek, her hücrede aynı olan DNA zincirinden ayrı olarak, beslenme rejiminin veya çevre faktörlerinin etkisiyle epigenetik değişikliklerin meydana gelebileceğini kaydetti.

Biliminsanı, “Epigenetik diyabet, otizm ve kanser gibi hastalıklarda rol oynuyor olabilir” diye konuştu.

Çalışmalarında 600 kişinin 1991 ile 2002 ve 2005 arasındaki DNA örneklerini analiz eden araştırmacılar, DNA’daki başlıca epigenetik değişim olan toplam metilasyon değişikliklerini ölçtüler.

Bunların yaklaşık üçte birinde 11 yıllık süreç içinde metilasyon değişikliği saptayan araştırmacılar, geri dönüşü olmayan bu epigenetik değişikliklerin, neden bazı ailelerin bazı hastalıklara diğerlerinden fazla yakalandıklarını açıklayabilecek kalıtsal özellikler olabileceğini düşünüyorlar.
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 02:40
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
26 Haziran 2008       Mesaj #9
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi

Tersane Atıklarını Araziye Gömmüşler


Olumsuz çalışma koşulları ve sık sık meydana gelen işçi ölümleriyle gündemden düşmeyen Tuzla’daki tersanelerin, imha edilmesi gereken tehlikeli atıklarını Adapazarı’ndaki boş arazilere gömdüğü anlaşıldı.

Çevre skandal, gömülen atıkların alev almasıyla tesadüfen ortaya çıktı.
Adapazarı’nın Yazlık beldesinde fabrika kurulması planlanan araziye gömülen atıklar önceki gün kendiliğinden yanmaya başladı. Yangına müdahale eden Sakarya Büyükşehir Belediyesi itfaiye ekipleri, boya, zımpara taşı, tel ve çeşitli kimyasal atıkların gömüldükten sonra üzerinin toprakla kapatıldığını belirledi.

İçinden belgeler de çıktı
Atıkların bir bölümünün ise torbalara konularak gömüldüğü saptandı. Sakarya Büyükşehir Belediyesi ekipleri, bölgede yaptıkları incelemede elde ettikleri bazı kâğıt ve belgelerden, bu atıkların Tuzla’daki bazı tersanelerden getirildiğini belirledi.
Sakarya Çevre ve Orman Müdürü Nurettin Taş, Sakarya Büyükşehir Belediyesi ile birlikte konuyla ilgili olarak ortak çalışma yaptıklarını belirtti. Taş, “Atıklar arasında Tuzla’da bazı gemicilik şirketlerine ait belgeler bulduk. Bu firma yetkililerini görüşmeye çağırdık. Araştırıyoruz. Ancak şu aşamada atıklar şu firmaya, bu firmaya aittir, diye açıklama yapmak doğru olmaz” dedi.
Atıkların, İzmit’te bulunan katı atık yakma tesisi İzeydaş’a gönderilmesi gereken nitelikte tehlikeli atıklar olduğu bildirildi. Gömülen atık miktarı ve ne zamandan beri gömüldüğü yapılacak incelemelerle saptanacak.

Kaymakamı Bırak Kaçak Dolguya Bak


Çevreciler, Pina Yarımdası'ndaki kaçak dolgu yüzünden görevden alınan kaymakam için konuştu: Esas dolguyu denizden alsalardı

BODRUM - Muğla'nın Güllük Körfezi'ndeki Pina Yarımadası'nda, MNG Holding A.Ş.'nin orman alanından tahsis edilen 85 dönümlük araziye turistik tesis yaparken denizi inşaat hafriyatı ile doldurmasında, yasal süreci geciktirdiği gerekçesiyle Milas Kaymakamı Bahattin Atçı'nın görevden uzaklaştırılması çevrecileri memnun etmedi. Kaymakam Atçı'nın bir evrağı 4 gün geciktirdiği için açığa alınmasına karşın denizi dolduran MNG Holding A.Ş.'ye hiçbir yaptırım uygulanmadığını savunan çevreciler, “Kaymakamı değil, denize dökülen dolguyu al” diye tepkisini dile getirdi.

Doğa Savaşçıları Çevre Konseyi Genel Sekreteri Zafer Murat Çetinbaş, Kaymakam Atçı’nın açığa alınarak suçun yasallaştırılması yönünde adımlar atıldığını ileri sürdü, “Kaymakamı görevden alan zihniyet bir yandan da ön izin vererek deniz dolgusunu yasallaştırmaya çalışıyor. Kaymakamı devlet değil, MNG görevden aldırdı. Devletin gücü yetiyorsa Pina Yarımadası'ndaki çevre katliamına tepki gösteren sivil toplum örgütlerini de görevden alsın. Kaymakam, vali, bakan görevden alınabilir ancak bu MNG’nin dolgusunun yasal hale geleceği anlamına gelmez. Burada başlatılan dolgunun hiçbir hukuka, yasaya uymadığı ortadadır. Buna gözyuman herkesin de ağır ceza mahkemelerinde yargılanacağına inanıyoruz. Deniz dolgusunun ve MNG’nin peşini bırakmayacağız” dedi.

'Kamu vicdanı böyle rahatlatılmaz'
Dolgu yapımı sırasında şantiyeye giderek kamyonların ve iş makinalarının çalışmasını engelleyen Türkiye Yeşilleri Kurucu Eşbaşkanı Bilge Contepe ise tepkisini şöyle dile getirdi: “Kaymakamı görevden alacaklarına dolguyu denizden alsalardı. Kaymakam’ın görevden alınması iyi bir karar olabilir, ancak çevreye ve doğaya verilen zarar görevden alma ile önlenemez. Kamu vicdanı bu tür görevden almalarla rahatlatılamaz. Kaymakam, vali, bakan görevden alınabilir. Ancak bu bizim eylemlerimizin sona ereceği anlamına gelmez. Pina Yarımadası'ndaki dolgu geri alınana dek mücadelemiz sürecek. Gerekirse konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götüreceğiz. Kaymakam Atçı’yı görevden alacak güce sahip olan devlet, mutlaka denizdeki dolguyu ve ekosistemi bozan hafriyatı da geri alacak güce sahiptir. Devletin, kendi memurlarından ziyade, denize kaçak ve izinsiz dolgu yapan MNG adlı şirkete ağır cezalar vermesini istiyoruz.” (dha)

Çölleşme Dünya Ekosistemini Tehdit Ediyor


Çölleşme, yağış almayan ülkelerde silahlı çatışmaların başlamasının sebepleri arasında gösteriliyor. Yanlış sulama nedeniyle dünyada her yıl 500 bin hektar alan çölleşiyor

BM tarafından yapılan çeşitli araştırmalara göre, dünyada çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olan 110 ülke bulunuyor. Araştırmalarda, çölleşme nedeniyle uzun dönemde 100 milyonu aşkın kişinin ülkelerini terk etmek durumunda kalabileceği bildirildi

ANKARA - BM tarafından çevreyle ilgili yapılan çeşitli araştırmalar, dünyada çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olan 110 ülke bulunduğunu ortaya koydu. BM, BM Çevre Programı (UNEP) aracılığıyla çevreye ilişkin çeşitli araştırmalar yaptı. Araştırmaların sonuçlarına göre, dünyanın önemli bir bölümünün çölleşme tehdidi altında olması nedeniyle bir an önce ciddi tedbirler alınması gerekiyor. Çölleşme, yılda 42 milyar doları bulan yıllık maliyetinin yanı sıra açlık, yoksulluk ve göç ile de insanoğlunu tehdit ediyor.

Merkezi ABD’de bulunan Worldwatch Institue, her yıl toprağın üst tabakasının 24 milyar tonunun kaybedildiğini ileri sürdü. Araştırmalar, son 20 yıl içinde ABD’deki bütün ekili alanı kaplayacak kadar toprağın kaybolup gittiğini ortaya koydu. Bu kriz, dünya üzerindeki karaların üçte birinden daha fazlasını kaplayan kurak alanlarda ortaya çıkarken, çölleşme, toprak tabakasının hassas, bitki tabakasının ince ve iklimin son derece sert olduğu bölgelerde kendini hissettiriyor.

Çölleşme, toplam kara alanının yüzde 30’una zarar verirken, Afrika’da kurak alanların yüzde 73’ünü kaplayan 1 milyon hektarın üzerinde arazinin orta veya ciddi bir çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirlendi. Asya’da ise bu miktarın 1,4 milyon hektarı bulduğu belirtilen araştırmalarda, şu bilgilere yer verildi:

"Fakat bu problem, sadece kalkınmakta olan ülkelere mahsus değildir. Ciddi bir şekilde veya orta derecede çölleşmiş alanların en fazla bulunduğu kıta yüzde 74 ile Kuzey Amerika’dır. AB’deki ülkelerin 5 tanesinde çölleşme sorunları mevcuttur. Asya’da en fazla etkilenen bölgeler eski Sovyetler Birliğinde yer almaktadır.

Genel olarak bakılırsa çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olan kurak alana sahip 110 ülke olduğu görülür. UNEP çölleşmenin genel maliyetinin yılda 42 milyar dolar olduğunu hesaplamıştır. Sadece Afrika’nın yıllık kaybı 9 milyar dolardır."

Silahlı çatışmaların nedeni

Araştırmaların sonuçları, çölleşme nedeniyle yaşanan manevi kayıpların bedelinin daha ağır ve 1 milyardan fazla insanın yaşamının tehlikede olduğunu gösterdi. Araştırmalarda şunlar kaydedildi:

"Uzun vadede 100 milyon kişi, doğup büyüdükleri yerleri terk etmek mecburiyetinde kalabilirler. Toz haline dönüşmekte olan yerleri bugüne kadar kaç kişinin terk edip gittiği bilinmemekle beraber mutlaka milyonları bulmaktadır. Mali ve Burkina Faso’da yaşamakta olanların altıda biri kendi yörelerini terk etmek zorunda kalmışlar ve bunun bir sonucu olarak da şehirlerin çevrelerindeki gecekondular fazlalaşmıştır.

Yağış almayan bölgelerde halen sürmekte olan 10 silahlı çatışmanın başlamasının sebepleri arasında çölleşme de bulunmaktadır. Çölleşme, Somali gibi yerlerde siyasi dengesizlik, açlık ve toplumun parçalanmasına sebep olduğu gibi insani yardım ve felaketleri önleme çabası şeklinde büyük miktarda harcamalara yol açmaktadır. Aynı zamanda, küresel ısınma ve biyolojik çeşitliliğin kaybolması gibi çevre koruma sorunlarını da ağırlaştırmaktadır."

Kuraklığın çölleşmeyi başlattığı ve daha da kötüleşmesine neden olduğunu vurgulayan araştırmalarda, yanlış tarım uygulamalarının toprağı tükettiği belirtildi.

Araştırmaların sonuçlarında, "Yanlış sulama, tarım yapılan araziyi tuzlu bir halde bırakmakta ve her yıl 500 bin hektarı çölleştirmektedir. Bu miktar her yeni sulamaya açılan alana eşittir" denildi.

Türkiye’nin yüzde 86’sı erozyon tehdidi altında
Çevre ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğünde görevli Şube Müdürü Erdoğan Özevren, Türkiye’nin içinde bulunduğu Orta Doğu coğrafyasının yarı-nemli ya da kurak-kurak iklim rejimi içerisinde yer aldığını anımsatarak, ülke topraklarının yüzde 86’sının erozyon tehdidi altında olmasının, erozyonu çölleşmenin en önemli sebebi yaptığını vurguladı.

Özevren, "İklimsel verilere göre, ülkemizde Iğdır ve Konya ovaları ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi kuraklık ve çölleşmeye en hassas bölgeler olarak ortaya çıkmaktadır. Unutulmamalıdır ki ülkemizde erozyon olması sebebiyle ülke topraklarının tamamına yakını tehdit altındadır" dedi. (aa)
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 02:44
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
28 Haziran 2008       Mesaj #10
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi

Madenciden Çevrecilere Davalı Tehdit


Uşak Eşme Kışladağ’da faaliyet yürüten Tüprag Altın Madeni Şirketi yetkilileri, madene karşı mücadele eden İnay Vicdan Hareketi Sözcüsü Muammer Sakaryalı hakkında, 50 bin YTL’lik, manevi tazminat davası açtı.
Uşak Eşme Kışladağ’da faaliyet yürüten Tüprag Altın Madeni Şirketi yetkilileri, madene karşı mücadele eden İnay Vicdan Hareketi Sözcüsü Muammer Sakaryalı hakkında, 50 bin YTL’lik, manevi tazminat davası açtı.
Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP), Tüprag Altın Madeni İşletmeciliği’ne karşı Uşak’ta oluşturulan İnay Vicdan Hareketi’nin Sözcüsü Muammer Sakaryalı’ya karşı Tüprag Şirketi’nin açmış olduğu davaya tepki gösterdi.
Konak Meydanı’nda bir basın açıklaması yapan EGEÇEP Dönem Sözcüsü Erhan İçöz, eğitimci-yazar ve aynı zamanda İnay köylüsü olan Muammer Sakaryalı’nın Tüprag Altın Madeni’ne karşı İnay köylüleri ile birlikte mücadele ettiğini hatırlattı. Madenin hukuksuz bir şekilde faaliyete geçmesinden sonra İnay ve çevre köylerinde meydana gelen ölü ve sakat kuzu doğumuna ilişkin yaptığı açıklamalar nedeniyle Tüprag şirketinin Sakaryalı hakkında dava açtığını belirten İçöz, şirketin dava ile kendisine karşı mücadele edenleri yıldırmaya ve gözdağı vermeye çalıştığını dile getirdi. “Sakaryalı’ya açılan dava, aynı zamanda İnay Vicdan Hareketi’ne, ELELE’ye ve EGEÇEP’e ve tüm yaşam savunucularına karşı açılan bir davadır” diyen İçöz, bu tür gözdağlarına pabuç bırakmayacaklarını sözlerine ekledi. (İzmir/EVRENSEL)

MNG Çevreci Kampanya Yapacakmış


O deniz düzelmeden, o imaj düzelmez
ANKARA - Bütün Türkiye'nin gözü önünde Pina Yarımadasında denize dolgu yapan MNG Holding, yerle bir olan karizmasını kurtarmanın yolunu buldu: MNG Kargo, kullanılmış naylon kargo poşetlerini toplayarak ekonomiye geri kazandıracak. Hem vatandaşlara "çevre bilinci" aşılanacak, hemde elde edilen gelirle her ay iki okul yaptırılacak. MNG Kargo Genel Müdürü Aslan Kut, kampanyayı "sorumluluklarının gereği" olarak nitelendirirken, 'imaj kurtarma operasyonu' ile ilgisi olmadığını söyledi.
Kargo sektöründe her ay 20 milyon adet poşet kullanıldığını, kargoların teslim alındıktan sonra poşetlerin doğaya salındığını anlatan Aslan Kut, "Kullanılmış poşetler çevreye zarar veriyor. Bu atıklar doğada 400 yıl yaşayabiliyor. Sorumluluğumuzun bir parçası olarak bu kargo poşetlerini toplayıp tekrar ekonomiye kazandırarak her ay 2 okul yaptırmayı hedefliyoruz" dedi. 1-1.5 ay sonra hayata geçirilmesi planlanan proje ile 12 bin noktaya 'kullanılmış kargo poşeti toplama kutusu' koyacaklarını anlatan Kut, "Tüm kargo şirketlerinin kullanılan poşetlerini toplayarak geri dönüşümünü sağlayacağız. 20 milyon adedin dörtte birini toplasak ve topladıklarımızın yarısını değerlendirsek ayda 2 okul yaptırabiliriz" diye konuştu. Amaçlarının "çevre bilincini aşılamak" ve milli eğitime katkı sağlamak olduğunu söyleyen Kut, Radikal muhabirinin, MNG Holding'in Pina Yarımadasında denize dolgu yaptığı yönündeki haberleri hatırlatarak, "MNG bu proje ile imajını düzeltmeye mi çalışıyor?" sorusuna ise şu karşılığı verdi:

MNG de çevreci oldu
"Proje 2007 yılı sonunda biçimlendirildi. Çevre sorumluluğu hissettiğimiz için bu kampanyayı yapıyoruz. (Denizin doldurulması ile) Hiçbir ilgisi yok. Deniz Temiz Derneği'nin 4 yıldır sponsoruyuz. Ben ancak MNG Kango'nun Genel Müdürü sıfatı ile konuşabilirim. MNG Holding adına konuşamam. Denizin doldurulması ile ilgili farklı haberler çıktı. Hangisi doğru bilmiyorum."
MNG Holding tarafından, Muğla'nın Pina Yarımadası'ndaki Çomça Koyu'nda denize 5 yıldızlı bir turistik tesise iskele yapılması için 6 bin 700 metrekarelik alanına hafriyat dökülmüştü. Orman arazisine tesis yapan MNG Holding, hiçbir kurum ve bakanlıktan izin almadan denizi doldurmuş ve kıyının doğal görünümünü bozmuştu. Milas Kaymakamlığı başta olmak üzere, farklı kurumlar şirkete toplam 81 bin 500 YTL para cezası kesmiş, Muğla İl Özel İdaresi de kıyının eski haline getirilmesine karar vermişti. Ancak hafriyatın kaldırılması için verilen sürenin dolmasına 1 gün kala, MNG Holding'in önü yine açılmış, Maliye Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı 1 yıllık ön izin vermişti. Yasal süreci geciktirdiği gerekçesiyle de Milas Kaymakamı Bahattin Atçı görevden el çektirilmişti. (Radikal)
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 13:16

Benzer Konular

1 Mayıs 2011 / Ziyaretçi Çevre Bilimleri
25 Kasım 2016 / Hi-LaL Çevre Bilimleri
25 Eylül 2010 / Misafir Çevre Bilimleri
5 Haziran 2015 / ThinkerBeLL Çevre Bilimleri
8 Aralık 2016 / gülbeyaz8 Cevaplanmış