Arama

Ekoloji ve Çevre Hakkında Makaleler - Sayfa 5

Güncelleme: 21 Şubat 2019 Gösterim: 141.701 Cevap: 64
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
16 Kasım 2007       Mesaj #41
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )

"70-80 BİN GÖÇMEN KUŞ ÖLECEK"


TRABZON
- Rusya'ya ait petrol tankerinin, Ukrayna karasularında ikiye ayrılması sonucu denize yayılan 2 bin ton yakıtın, denizin dibinde yaşayan yüzlerce ton organizmayı etkileyeceği ve tahminen 70-80 bin göçmen kuşun ölümüne neden olacağı bildirildi.
Sponsorlu Bağlantılar
KTÜ Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi Balıkçılık Teknolojisi Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Coşkun Erüz, tankerden denize yayılan maddenin fueloil olduğunun kesinleştiğini belirterek, ''Ham petrol, ağırlığı olan bir madde olduğu için dibe çöker, mazot ya da fueloil ise işlenmiş oldukları için daha hafiftirler. Fueloil'in suya karışarak dağılması ve daha geniş alana yayılması söz konusudur'' dedi.
Coşkun Erüz, Sibirya'dan güneye doğru göç eden ve balıklardan beslenen göçmen kuşların deniz yüzeyindeki yakıta buluşarak büyük zarar gördüklerini belirtti.
Kazanın etkisiyle denize dökülen yakıtın hamsiye büyük darbe vuracağı söylentileri olduğunu anımsatan Erüz, "Bunu tam olarak bilmek mümkün değildir. Böyle bir şeyi söyleyebilmek için hamsinin o bölgede olup olmadığını ya da ne kadarının orada olduğunu bilmek gerekir. Hamsi kaza öncesinden o bölgeden göç etmişse şu an için problem olmaz, fakat kaza olduğu zaman ya da sonrasında göç etmişse kirlenmiş olan sudan mutlaka beslenmiştir. Bu da sorunlara yol açacaktır. Tahminlere göre balık şu anda bizim bölgemizde, Karadeniz'in güneyindedir.''
Kaza hamsiyi etkilemese bile bölgede yoğun olarak bulunan ve göç etmeyen mezgit, barbun ve kalkan balığını çok ciddi oranda etkilediğini söylemenin mümkün olduğunu belirtti.
Erüz, fueloilin Türk karasularına gelme ihtimalinin düşük olduğunu, ancak yine de gerekli önlemlerin alınması gerektiğini kaydetti.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:09
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
26 Aralık 2007       Mesaj #42
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi

ÇEVRECİ BAKTERİLER İŞ BAŞINDA


TABİATTA İNSAN ELİNİN değmediği doğa parçalarında muhteşem bir ekolojik denge görüyoruz. Orman ve yeşil alanlarda her gün ölen hayvanlar ve bitkiler, özellikle sonbaharda yerlere saçılan tonlarca yaprak, ardında iz bırakılmadan temizleniyor. Temizlik için yaratılmış leş yiyici hayvanlar, böcekler ve özellikle de çürükçül bakteriler âdeta birer temizlik görevlisi gibi çalışıyorlar. Yine koca okyanuslarda balık ve diğer deniz canlılarının kalıntıları da okyanus tabanında gezinen temizlikçi balıklar ve mikroorganizmalar tarafından temizleniyor.
Sponsorlu Bağlantılar

Tabiatda temizlik işlerinde en önemli rolü oynayanlar bedence en küçük olanları, yani ‘mikroorganizmalar.’ Hepimiz iyi biliriz ki yarım kalmış bir elma ya da mutfakta unutulmuş bir yemek, kısa bir süre sonra küflerin, çürükçül mikroorganizmaların sofrası hâline geliyor. İşte evsel veya endüstriyel atıkların temizlenmesinde de, tabiatın bu temizlik uzmanlarından ders alıyor ve onları arıtma tesislerimizde istihdam ediyoruz. Atıkların doğaya verilmeden önce arıtılmasında önceleri kimyasal metodlar kullanılıyordu. Doğayı inceleyip, ondaki temizlik mekanizmaları örnek alınmaya başlandıktan sonra, biyolojik yöntemlerle atıklar daha verimli bir şekilde arıtılmaya başlandı.

Hacim olarak düşünüldüğünde biyoteknoloji endüstrileri içerisinde en büyük olanı, evsel ve endüstriyel atıkların temizlenmesidir. Her gün tonlarca atık su, bina ve fabrikalardan nehir veya denizlere pompalanır. Bu atık sularda bulunan organik maddeler, fosfor ve azot bileşikleri; nehir, deniz veya göllerde yaşayan bitki ve mikroorganizmalar için, oldukça zengin bir besin kaynağı oluşturmaktadır. Eğer evsel atık sularda bulunan organik veya inorganik maddeler temizlenmezse bu suların döküldüğü nehir, göl veya denizlerdeki bitki ve mikroorganizmaların sayısı ölçüsüzce çoğalır ve doğal hayatın dengesi bozulur. Evsel atıkların su bitkilerini aşırı beslemesi söz konusu iken, bazı endüstriyel atıklar ise tam tersi içerdikleri zehirli kimyasallar ile nehir, göl veya deniz havzasında yaşayan canlıların hayatını tehdit ederler. Ayrıca bu sularda avlanan balıkları yemek ya da bu sularla sulanan tarlalardan beslenmek suretiyle de insan hayatını riske sokarlar. Yani hem evsel hem de endüstriyel atıkların doğaya vereceği zararın önlenmesi veya en asgariye indirilmesi için arıtılmaları gerekir.

Pek çok atık biyolojik arıtma işlemi için uygundur ve hatta bazılarının arındırma işlemi sonucunda işe yarar ürünler bile elde edilebilir. Biyolojik arıtma iki basamakta yapılır. Oksijensiz ortamda yaşayan mikroorganizmaların salgıladıkları enzimler tarafından atık sulardaki organik maddeler parçalanarak çözünür hâle getirilir. Sonra da oksijen içeren ortamdaki bakteriler tarafından bir önceki basamak ile küçültülmüş organik maddeler kullanılır, aynı zamanda sudaki fosfor tüketilip, azot bileşikleri gaz hâlindeki azota dönüştürülür.

Pensilvanya Devlet Üniversite’sinden araştırmacılar atık sulardaki organik maddeleri, biyo-piller için enerji kaynağı olarak kullanmaya çalışıyorlar. Yeni biyo-pil küçük bir plastik silindir. İçerisindeki 8 grafit çubuk negatif elektrod, grafit çubukların etrafındaki karbon ve platin tüpler ise pozitif elektrod olarak işlev görüyor. Atık su bu silindire pompalandığında sudaki bakteriler grafit çubuklara tutunarak sudaki organik maddeleri tüketiyor aynı zamanda elektirik üretiyorlar. Böylece hem atık su arındırılmış hem de elektirik enerjisi elde edilmiş oluyor. Eğer sistem başarıyla uygulanmaya başlarsa atık su arıtma işlemi için gereken enerjiyi sistem kendisi karşılayacak ve arıtma tesislerinin maliyeti düşecektir. Tabi henüz çalışmalar çok yeni; verimli ve ucuza çalışan bir sistem bulmak için araştırmalar sürüyor.

Gıda ve kimya endüstrileri ve tekstil gibi pek çok sanayi kolunda ortaya çıkan zararlı kimyasalların temizliğinde bakteri ve mikroplar çok önemli işlevler görürler. Gerektiğinde bu mikroorganizmalar genetik olarak değiştirilip, daha verimli çalışmaları sağlanır. Meselâ eski askerî bölgelerde ortaya saçılmış TNT patlayıcılarını zararsız hâle getirmek için beyaz çürükçül mantarlar kullanılır.
Bir başka örnek de petrol kirliliğinin temizlenmesi. Zaman zaman meydana gelen tanker kazaları denizlere tonlarca petrolün akmasına, deniz canlılarının ve kuşların ölümüne yol açıyor. Yapılan çalışmalarda toprakta yaşayan bazı bakteri ve mantar türlerinin petrol içindeki hidrokarbonları yiyerek tükettikleri görüldü. Tabi bu canlılar çok tuzlu olan deniz ortamında yaşamaya elverişli değiller. Fakat bu mikroorganizmalar genetik mühendisliği yöntemleri ile değiştirilerek hem tuzlu hem de soğuk sularda yaşayan türleri elde edildi. Böylece bu mikroorganizmalar denizlerdeki petrol kirliliğinin temizlenmesinde kullanılmaya başlandı. Ayrıca rafinerilerde petrolün işlenmesi sırasında kullanılan sulardaki petrol kalıntılarının temizlenmesi için de bu bakterilerden yararlanılıyor.

Maden endüstrisinde ortaya çıkan asit özelliği gösteren ve metal içeren atıklar ise yine standart temizleme metodları ile temizlenemeyecek kadar zararlı. Özel yetiştirilen ve asitleri tüketip, metallerin çökelmesini sağlayan bakteriler ve algler ile bu atıklar zararsız hâle getirilebiliyor.

Biyoteknoloji teknikleri kullanarak katı atıkları işlemden geçirirken aynı zamanda yakıt elde etmek de mümkün. Katı atıklar kapalı, oksijen almayan bir ortamda bulunduğunda bakteriler tarafından atıklardaki organik maddeler kullanılarak metan gazına dönüştürülürler. Metan gazı ise elektrik üretiminde kullanılabilir. Batıda bazı şehirlerde çöplük gazından bu şekilde elektrik üretilmekte ve böylelikle çöpler temizlenirken yan ürün olarak enerji elde edilmektedir.

İngiltere’de bazı yerleşim birimlerinde her ev için biri yeşil biri siyah iki çöp kovası ve yeşil bir kutu belediye tarafından veriliyor ve bunlar her hafta dönüşümlü olarak toplanıyor. Yeşil kutu içerisinde kâğıt, teneke kutu ve cam şişeler geridönüşüm amaçlı toplanıyor. Yeşil çöp kovasında ise bahçe atıkarı ve büyük karton kutular toplanıyor. Toplanan bahçe atıkları uzun süre bekletildiğinde mikroorganizmalar tarafından organik maddeler işlenip, besince zengin toprağa dönüştürülüyor. Bazı insanlar bu işlemi bahçelerinin bir köşesinde kendileri yapıyor ve böylece meyve, sebze kabukları da dahil hiçbir organik maddeyi ziyan etmemiş, aynı zamanda bahçelerinde yetiştirdikleri ürünler için kimyasal gübrelere ihtiyaç duymamış oluyorlar. Geridönüşüm kovalarında toplanan atıklar sayesinde, siyah çöp kovasında toplanan atıklar azalarak çevre temizliğine büyük boyutlarda katkı sağlanıyor. Hem de geridönüşüm işlemi büyük oranda kolaylaşıyor.

Tabiatta hiç bir şey ziyan edilmiyor, bir varlığın artığı diğer bir canlıya besin işlevi görürken atomlar bir canlıdan ötekine binbir kılık değiştirirerek ‘maddenin korunumu’ yasası dairesinde vazifelerini yapıyorlar. Kâinattaki bu müthiş geridönüşüm ile hiç bir şey ziyan edilmiyor. Her an bir şeyden her şeyin, her şeyden bir şeyin yaratılışına şahit oluyoruz. Bir yazarın aynı harfleri kullanarak bir çok kitap yazması gibi kâinatın Yazarı da atom harfleriyle kâinatı sayısız canlı kitaplar hâlinde yazmış. Atomlar, sararmış bir yaprağın bedeninde ölü gibi görülseler de, ağacın dibinde yeşeren bir filizle yeniden hayatlanıyor, yeniden doğuyorlar. Kâinattaki bu israfsız ve kesintisiz düzenden daha çok şey öğrenmeliyiz.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:09
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
23 Haziran 2008       Mesaj #43
Bia - avatarı
Ziyaretçi

Gökyüzü Neden Mavidir.?

Difuzyon Nedir: Atmosfer içinde Güneş ışınlarının kırılıp dağilmasına Difuzyon denir. Guneş ışınlarinın Difuzyona uğramasından dolayı gölgede kalan kısımlar gecelerin çok soğuk olmasını önler. Böyle bir durumda gölgelerin yarı aydinlik olmasını sağladığından, gökyüzünün de Mavi bir görüntü vermesini sağlar. Gökyüzü mavidir mavi ışik, kırmıziya oranla atmosfere daha fazla dagilarak ona mavi rengini verir. Peki, Güneş`i batarken niye daha kırmizi goruruz? Bu, isinlarin bu sirada atmosferde daha cok yol katetmesinin bir sonucudur. Bu sirada, mavi ısik daha kalin bir atmosferi gecmekte oldugundan, daha cok sacilir. Ayni zamanda kirmizi da soguruldugu icin Guneş daha sonuk gorunür. Batmak uzere olan Günes`in gozumuzü rahatsiz etmemesinin nedeni budur. Gökyüzünun mavi bir görüntü vermesinin sebebi (difuzyon)kırilma olayıdır.

Gunes isinlari atmosfere girdiginde atmosferdeki gaz molekullerine, toz parcaciklarina carparak saçılir. Gun ısiği degisik dalga boylu bircok ısindan olusur. Enkisa dalga boylu mavi ısinlar atmosferin ust tabakalarindaki kucuk parcaciklar tarafindan hemen saçılirlar. Gökyüzü acik oldugunda, mavi isik diger isiklara oranla en fazla sacilan isiktir. Bu yuzden de gökyüzü mavi gorunür. Mesela gökyüzü yogun bulutlarla veya dumanla dolu oldugunda, tum isinlar nerede ise ayni oranda saçılir. Bu da gökyüzünun gri renkte gorunmesine sebep olur. Gun batiminda veya dogumunda guneş ışınlari atmosfere egik girdiklerinden dolayı fazla yol sarfetmek zorunda kalirlar.

Bu yuzden daha cok ışik ve renk sacilir. Gökyüzüne Bakarak Hava Tahmini Yapmak Gökyüzü koyu mavi rengine börünürse, gunes dogarken parlak ve hafif sisli bulunursa, aksam gokkusagi gorunurse, gunes ay etrafinda büyük hale olursa, havanin iyi olacağı anlamına gelir. Güneşin doğma zamanında, gökyüzü kırmızı olması ve gökkuşağının sabahleyin görünmesi ve de ayın etrafında küçük bir çember bulunması yağmur olacağına işarettir. Havanın sisli olması, sükunetli olacağı anlamına gelir. Güneş doğarken kırmızı görüntü vermesi, batarken gökyüzünün kırmızı olmasi rüzgarlı hava olacağına işarettir. Güneşin soluk - dumanlı bir şekilde doğması, ayın parlak olması, bulutların beyaz olması, Güneş - ayın etrafında bir kavis bulunması fırtına olacağına işarettir
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:11
king nothing - avatarı
king nothing
Ziyaretçi
17 Eylül 2008       Mesaj #44
king nothing - avatarı
Ziyaretçi
Garip Ama Gerçek
  • Yurdumuzda doğal olarak bulunan 9000 bitki türünden, yalnız ülkemizde yetişen 3000 türün endemik (Ülkemize has) olduğunu,
  • Ülkemizde yaşayan hayvan türü sayısının tüm Avrupa kıtasında yasayan hayvan türlerinin 1.5 katı olduğunu,
  • Ülkemizde doğal olarak 120 memeli hayvan, 440 kuş, 13 sürüngen, 350 balık türünün yaşadığım ve 15 memeli, 46 kuş, 18 sürüngen türünün yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu,
  • Dünyanın büyük kuş göç yollarından ikisinin Anadolu'dan geçtiğini,
  • Sulak alanların, biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın en verimli bölgeleri olduğunu ve ülkemizde uluslararası öneme sahip 56 adet sulak alan bulunduğunu,
  • Ülkemizdeki toprakların üçte ikisinin su veya rüzgar erozyonun etkisi altında olduğunu ve her yıl 1 cm. kalınlığında ve Kıbrıs Adası büyüklüğünde toprağımızın erozyonla yok olduğunu,
  • Bir ton kullanılmış beyaz kağıt, geri kazanıldığında 16 adet çam ağacının, bir
    ton kullanılmış gazete kâğıdı geri kazanıldığında ise 8 adet çam ağacının kesilmesinin önlenmiş olacağını,
  • Geri dönen her bir ton cam için yaklaşık 100 litre petrol tasarruf edilmiş olacağını,
  • Ülkemizde yaklaşık yılda 1 milyon ton kağıtla gereksiz yazışma yapıldığını,
  • İnsanların birbirlerine gönderdiği mektupların %44'nün okunmadığını,
  • Yalnızca 100.000 aile gereksiz yazışmayı durdurursa, her yıl 150.000 ağacın kesilmekten kurtarılacağını,
  • Bir insan ömrünün 8 ayını, gereksiz yazışma zarflarını açarak geçirdiğini,
  • Doğaya atılan atıkların % 60'nın boya ve boya ürünleri olduğunu,
  • Otomobilinizi hortumla yıkadığınızda yaklaşık 550 litre su harcandığını,
  • 3,7 litre benzinin yaklaşık 3 milyon litre içme suyunu kirletebileceğini,
  • Bir cam şişenin doğada 4000 yıl, plastiğin 1000 yıl, çikletin 5 yıl, bira kutusunun 10-100 yıl, sigara filtresinin 2 yıl süreyle yok olmadığını,
  • Bir büro elemanın yılda, 81 kilo yüksek vasıflı kağıdı çöpe attığını,
  • Bir topak tereyağ üretmek için 400 litre suya ihtiyaç olduğunu,
  • Büyük bir kayın ağacının, 72 kişinin 1 günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını,
  • Dünyadaki mevcut suların ancak % 1'nin kullanılabilir su olduğunu,
  • Son 3-4 ay içerisinde 24 milyon hektar alanın çölleştiğini,
  • Dünya yüzeyinin % 6'sının çölleşmiş, % 29'unun da çölleşme yolunda olduğunu,
  • Dünya nüfusuna her gün 230 bin, her yıl 93 milyon kişinin katıldığını,
  • Dünyada her gün sağlıksız sulardan 25.000 kişinin ölmekte olduğunu,
  • Bu çevre sorunlarının oluşmasında ve çözümünde insanın doğrudan etkili olduğunu, biliyor musunuz?

Çevre hakkında genel bilgi


İnsanların sürekli yaşadıkları yere çevre denir. Dağlar, ovalar, çayırlar, ormanlar, göller, denizler, ırmaklar, doğal çevreyi oluşturur.
Doğal Çevrenin korunması amacı ile 1972 yılında İsveç'in Stockholm kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı toplandı. Bu toplantıda çevre sorunları ele alındı. Çevre kirlenmesine karşı üye ülkeler ortak çözüm yolları aradılar. Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında 5 Haziran gününün Dünya Çevre Günü olması kararlaştırıldı. Her yıl Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerde 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak değerlendirilir.
Ülkemizde bu amaçla 1978 yılında Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, daha sonra Çevre Müsteşarlığı kuruldu. Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı 5-11 Haziran tarihleri arasını Çevre Koruma Haftası olarak kabul etti. Çevre Koruma Haftasında okullarda öğrencilere doğal çevrenin korunması gereği öğretilir. Hafta boyunca radyo ve televizyonda halka çevre kirlenmesi ile ilgili bilgiler verilir. Alınması gerekli önlemler anlatılır. Gazete ve dergilerde doğal çevrenin korunmasına ilişkin yazılara yer verilir.
Doğal çevrenin kirlenmesi bütün ülkelerin ortak sorunudur. Çevre kirlenmesi hepimizin günlük yaşayışını etkileyen bir olaydır. Uygarlığın gelişmesi, endüstrileşme sonucu fabrikalarda insan gücüne gereksinme arttı. Kırlarda, köylerde, doğal çevrede yaşayan insanlar kentlere göçtü. Kent nüfusu önemli ölçüde çoğaldı. Kentlerde nüfusun artışı ve endüstrileşme ile birlikte çevre sorunları ortaya çıktı. Bu sorunun en önemlisi çevre kirlenmesidir.
Başlıca çevre sorunları su, hava ve toprak kirlenmesidir.
Su kirlenmesi ile deniz hayvanlarının yaşam ortamları bozulur. Kirli sularda avlanan balık ve öteki deniz ürünlerini yemeyelim. Böyle sularda yüzmeyelim.
Hava kirliliği daha çok yakıtların gereği gibi yakılmaması sonucu ortaya çıkar. Kirli hava solunuma elverişsiz havadır. Kirli hava solunum yolları hastalıklarını artırır. Solunum organlarımızı yorar. Hava kirliliği ölümlere bile sebep olur.
Toprak kirlenmesi; çeşitli ilaç ve gübrelerle toprağın tarıma elveriş­siz duruma gelmesidir. Çiftçilerimiz; tarlada kullanacakları ilaç ve gübre çeşidini ziraat mühendislerine, teknisyenlerine sormalıdır. Hangi gübrenin hangi cins topraklarda yararlı olacağı bilinmektedir. Bu nedenle; ilgili uzmana danışmaksızın ilaç ve gübre kullanılmamalı. Toprak kirlenmesi toprağın verimini azaltır. Bitki hastalıklarını çoğaltır.
Bugün pek çok ilimiz çevre sorunları ile karşı karşıyadır. Örneğin Ankara'da hava, İstanbul'da su. Mersin ve Adana'da toprak kirlenmesi birer çevre sorunudur.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:11
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #45
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi
"Orkinos avcılığı durdurulsun"
Orkinos avlayan ülkelerin diplomatları Barselona'da mavi yüzgeçli orkinos türü için kararlaştırdıkları “iyileştirme planı”nı tartışmak için toplanırlarken, Greenpeace bu balıkçılığın durdurulmasını talep ediyor.

Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası sorumlusu Banu Dökmecibaşı, “Bilimsel tavsiyelerle karşılaştırıldığında sözü edilen plana “iyileştirme planı” yerine “balıkçılığın intihar sözleşmesi” demek daha doğru olur” dedi ve ekledi, ”Faydasız ve anlamsızlık üzerinden uygulama detaylarını tartışarak zaman kaybetmek yerine hükümetler biran önce mavi yüzgeçli orkinos balıkçılığını durdurmalıdır; ve ancak söz konusu avcılığın yönetimi bilimsel temellere dayandırıldıktan, balıkçılık kapasitesi sürdürülebilir seviyelere çekildikten ve tüm deniz canlılarının yumurtlama alanları deniz rezervi ilan edilerek koruma altına alındıktan sonra yeniden başlatılabilir”.
Mavi yüzgeçli orkinos yönetimi, Türkiye'nin de üyesi olduğu hükümetlerarası bir organizasyon olan Uluslararası Atlantik Orkinoslarını Koruma Komisyonu (ICCAT)'na ait.
Greenpeace uzmanları, yıllar boyunca ICCAT kendi biliminsanlarının tavsiyelerini gözardı etti ve stoklar için güvenli rakkamların çok üzerinde av kotalarına karar verdiğini söylüyor ve ekliyorlar "2006 yılından beri biliminsanları mavi yüzgeçli orkinos stoklarının acınası durumu hakkında uyarıda bulunuyorlardı ve 15,000 tonun üzerinde avlanılmaması gerektiğini, bu canlıların yumurtlama alanlarında en kritik zamanları olan mayıs ve haziranda avlanmamaları gerektiğini savunuyorlardı. Her yıl yumurtlama alanları endüstriyel balıkçı filolarının istilasına uğramasının dışında, 2007'de tahmin edilen av miktarı 61,000 tondu , yani o yıl karar verilen yasal kotanın iki katı ve stokların tükenmeden avlanabilmesi için tavsiye edilen av miktarının ise dört katıydı."

Greenpeace uzmanları, son durumu ise şöyle özetliyor:"Kasım 2008'de yapılan 16. ICCAT Özel Toplantısı'nda Avrupa Birliği önerisi ile Doğu Atlantik ve Akdeniz mavi yüzgeçli orkinos av kotasını 2009 yılı için 22,000 ton olarak kararlaştırıldı. Bu miktar bilimin önerdiği sürdürülebilir rakkamlardan %47 daha fazladır. ICCAT kendi üyelerini kendi paylarına düşen kotalardan gönüllü olarak indirim yapmaya çağırdı.
2008'de ICCAT'in performansını değerlendirmek için bağımsız bir panel görevlendirildi. Bu panel, mavi yüzgeçli orkinos balıkçılığı yönetiminin Akdeniz genelinde uluslararası bir rezalet olarak görüldüğünü, bu nedenle de orkinos avcılığının acilen dondurulması gerektiği tavsiyesinde bulundu."
Greenpeace aşırı sömürülmüş dünya denizlerinin ve okyanuslarının iyileşebilmesi ve orkinos ve diğer canlıların aşırı avlanılmasına karşı uzun vadeli çözüm olarak, dünya denizlerinin %40’ını kapsayacak tamamen kapalı deniz rezervleri ağının oluşturulması için kampanya yürütüyor.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:10
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #46
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi
"Bu zenginlik yokolmasın"
Nesli tehlike altında 34 tür bitkinin yaşadığı Lara-Perakende Kumulları için çevreciler çağrıda bulunuyor.
Lara- Perakende Kumullarında nesli tehlike altında en az 34 bitki yaşıyor. Bunlardan 19’u Türkiye’ye özgü... Dünyanın başka hiç bir yerinde doğal olarak bulunmuyorlar.
Alanın batı ucundaki Lara Kumul Ormanı, bugünkü formuna yaklaşık 80 yılda ulaşmış kızılçam ve fıstık çamlarından oluşuyor.
Doğal Hayatı Koruma Derneği bu çok özel alanı "Önemli Bitki Alanı" olarak tanımlıyor ve korumaya çalışıyor.

Dernek son olarak Lara- Perakende Kumulları ile ilgili şu açıklamayı yaptı: "Lara-Perakende Kumullarının da ulusal yasalar ve uluslar arası sözleşmeler çerçevesinde koruma statüleri belirlenmiştir. Alanın hak ettiği koruma statülerinin uygulanması için gereği yapılmalıdır. Buna rağmen, Turizm Yatırım Merkezi ilan edilen kıyı şeridinde yer alan Lara-Perakende Kumulları çok hızlı kentleşme ve turizme bağlı aşırı yapılaşma nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.Bu amaçla, Antalya'da ilgi gruplarından yaklaşık 130 kişinin katılımıyla turizmin doğa korumayı ve doğa korumanın turizmi desteklemesi gerektiğine dikkat çeken bir toplantı düzenlendi: Lara-Perakende Kıyılarında Sürdürülebilir Turizm. Bu toplantıda tartışılan görüş ve önerileri kamuoyunun ilgi ve bilgisine sunuyoruz:
· SÜRDÜRÜLEBİLİR TURİZM, Türkiye ve turizmin kontrolsüz gelişimi sonucu benzeri sorunlar yaşayan ülkeler için çözümdür. Başta Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesine (BÇS) imza atmış ülkeler olmak üzere, tüm dünyada yaygınlaşmaya başlayan Sürdürülebilir Turizm, turizmde uzun vadede iş ve gelir imkanları yaratırken doğal alanların ve kültürel yapının korunmasını da sağlar.
· T.C. HÜKÜMETİ ve KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI, SÜRDÜRÜLEBİLİR TURİZMİ DESTEKLEMELİDİR. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesine taraf bir ülke olarak Türkiye, bu sözleşme kapsamında bu amaçla kurulmuş uluslararası komisyona, yapılan çalışmalara ve belirlenen Sürdürülebilir Turizm İlkelerine uymalıdır.
· SÜRDÜRÜLEBİLİR TURİZM İLKELERİ, başta deniz, kıyı ve karasal hassas ekosistemler olmak üzere, biyolojik çeşitlilik açısından önemli alanlarda yapılabilecek faaliyetler hakkında yol gösterici önerilerden oluşur.
· Lara- Perakende arasındaki kıyı şeridi, sahip olduğu resmi koruma statülerine uygun şekilde denetlenmeli ve kanunlarla belirlendiği gibi ÖNCELİKLE KAMUYA AÇIK ALANLAR OLARAK KULLANILMALIDIR.
· Doğa korumanın ve özellikle turizm potansiyeli olan bir bölgede doğa korumanın, turizmi destekleyen yegane unsur olduğunun bilinciyle YEREL YÖNETİCİLER, TURİZM SEKTÖRÜ ve KAMUOYU BİLGİLENDİRİLMELİ ve UYGULAMADA İŞBİRLİĞİ TEŞVİK EDİLMELİDİR.
· Bölgede bugüne kadar kıyı ekosistemlerini tahrip eden yapılaşmalar sona erdirilmeli ve bozulmuş alanlar, LARA-PERAKENDE KIYI BANDI REHABİLİTASYON PROJELERİ ile iyileştirilmelidir.
· Bölgedeki her türlü turizm yatırımı devlet tarafından resmi bir araştırma, kontrol ve iletişim sürecinden geçirilmelidir. DEVLETİN BU KONUDA EN ÖNEMLİ ROLÜ, EN KISA SÜREDE EN YÜKSEK KÂR İÇİN TURİZM YATIRIMLARINI DESTEKLEMEK YERİNE, KONTROL ETMEK ve SÜRDÜRÜLEBİLİR ŞEKİLDE YÖNETMEKTİR.
· Lara-Perakende Kıyılarında Sürdürülebilir Turizm uygulamalarını başlatmak için ilgi grupları (karar vericiler, turizm sektörü, üniversiteler, yerel yöneticiler, Sivil Toplum Kuruluşları ve yerel halk) katılımı ile "TURİZM ve DOĞA KORUMA KOMİSYONU” oluşturulmalıdır. Bu komisyon Doğa Koruma, Sürdürülebilir Turizm ve Bütüncül (ekolojik, fiziksel, sağlık ve sosyal koşullara uyumlu) Planlama Modeli ilkeleri çerçevesinde bölgede arazi kullanımıyla ilgili tüm teklif ve planlarda karar ve kontrol mekanizmasını yönetmelidir."
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2019 23:03
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #47
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi
"Trakya tehlikede"
Uzmanlar Trakya bölgesindeki artan nüfus, sanayileşme ve kentleşmenin bölgeyi hızla su krizine doğru sürüklediğini belirtti.

TEKİRDAĞ -Tekirdağ Namık KemalÜniversitesi, Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet İstanbulluoğlu, Trakya bölgesindeki artan nüfus, sanayileşme ve kentleşmenin bölgeyi hızla su krizine doğru sürüklediğini belirtti.
İstanbulluoğlu, Trakya'nın Türkiye'de kişi başına düşen su miktarının en az olan bölge olduğunu belirterek, kısıtlı su kaynaklarının bölgenin ihtiyaçları dikkate alınarak sektörel dağılımı içeren bir
planlama, geliştirme, izleme ve değerlendirme çalışmalarından yoksun olduğunu söyledi.
Kurumsal yapıdaki yasaların yetersizliği yüzünden yer üstü ve yer altı sularında denetimsiz bir kullanım sürecinin yaşandığını ileri süren İstanbulluoğlu, sulanan arazilerde kullanılan sulama sularının analiz değerlerinin, bölge insanının içme ve sulama suyunda güvenlik sınırlarını zorladığını açıkça ortaya koyduğunu ifade etti.
İstanbulluoğlu, bölgenin en önemli ve büyük akarsuyu olan Ergene nehrinin yetkili makamlar tarafından sulama suyu olarak tek başına kullanılmasının yanlış olduğunu belirterek, Trakya bölgesindeki işlenen arazilerin tümünün sulanma imkanına sahip olduğunu ancak bunun yüzde 8,8'inin sulanabildiğini bildirdi.
Tarım arazilerinin sulanmasında, suyun tarla düzeyinde kullanılmasına kadar bir çok aşamada sorunların bulunduğunu ifade eden İstanbulluoğlu, sulamada alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:''Trakya bölgesindeki artan nüfus sanayileşme ve kentleşme, bölgeyi hızla su krizine doğru sürüklemekte. Tüm bu sorunlar, su kaynaklarının giderek kısıtlı olduğu bölgede düşen yağışın biriktirileceği göletlerin inşası, iletim ve dağıtımının kapalı sistemler ile sağlanması, tarla bazında gelişmiş sulama teknolojilerinin kullanılması ile giderilebilir.
Gelecekte bölgede ortaya çıkması kesin olarak beklenen su krizini ortadan kaldırmak için su artırımını sağlayacak bilimsel projeler üretilmeli ve desteklenmeli. Coğrafi bilgi sistemleri ve uzaktan algılama tekniklerinin kullanımı yoluna gidilmeli.''
Küçük kuru dereler üzerine yada doğal çanak alanlara göletlerin yapılmasıyla yağış sularının biriktirilerek planlı şekilde sektörler arasında kullanılmasının zorunlu olduğunu vurgulayan İstanbulluoğlu, tarla bazında suyun etkin kullanımı ve artırımı için de bölgede bugüne dek kullanılan salma sulama yöntemleri yerine yağmurlama ve damlama gibi gelişmiş sulama tekniklerinin tercih edilmesi gerektiğini kaydetti.
HIZLI GÖÇÜN GETİRDİĞİ SORUNLAR
İstanbulluoğlu, Trakya'nın, Anadolu'dan sürekli göç almasının plansız kentleşme ve sanayi yatırımlarının artmasına yol açtığını belirterek, bölgede verimli tarım topraklarının hızla yok olduğunu ileri sürdü.
İstanbul'a yakın bölgeler başta olmak üzere bir çok ilçe arazilerinin köylünün elinden çıktığını anlatan İstanbulluoğlu, orman, deniz ve yol kenarları başta olmak üzere arazi fiyatlarının çok yüksek değere ulaştığı İstanbul-Tekirdağ arasındaki sahil kesiminin tatil amaçlı konut inşaatları yüzünden tamamen elden çıktığını ifade etti.
Toprak ve su kaynaklarının kullanımının iyi anlaşılamaması nedeniyle sulu tarım alanlarının arsa spekülatörlerine ve sanayicilere açıldığını ileri süren İstanbulluoğlu, su havzalarının korunamadığını ve yüzlerce kilometre uzaklıktan su getirilmesine kalkışıldığını vurguladı.
Toprak ve su kaynaklarının temini, kullanımı ve geliştirilmesi ile ilgili yeni bir yasal düzenleme yapılmasına ihtiyaç duyulduğunu anlatan İstanbulluoğlu, sulama hizmetlerinin sürekliliğini olumlu yönde geliştirmek için şebekelerin yönetiminin bağımsız organizasyonlara verilmesi gerektiğini belirterek, ''Bu amaçla, çiftçilerin bağımsız organizasyonlara asıl katılımcılar olarak dahil
edilmesi zorunludur. Su şebekelerinin işletilmesi doğrudan üreticilere bırakılmalı'' dedi.
Sulamanın, tarımsal üretimde artış sağlamada büyük önem taşıdığını ifade eden İstanbulluoğlu, fiziksel sulama tesislerinin gereken önlemler alınmadan hizmete sunulması halinde bunun ileride giderilmesi zor sorunlara yol açabileceğini kaydetti.
SULANAN ALANLAR
Trakya bölgesinde tarım alanlarının büyük bir kısmının sulanmasında baraj ve göletlerden yararlanıldığını ifade eden İstanbulluoğlu, bölgede en çok sulanan alana sahip illerin sırasıyla Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ olduğunu belirtti.
Bölgedeki sulama suyu dağıtım sistemlerinin, büyük bölümünün yüzey sulama yöntemlerine göre planlandığını ve işletildiğini ifade eden İstanbulluoğlu, ancak sulanan alanlarda tarla içi geliştirme hizmetlerinin olmaması nedeniyle çitçinin çoğu kez suyu tarlaya yağmurlama yöntemi ile verdiğini, bunu yaparken de sistemin gerektirdiği planlama ve uygulama koşullarını dikkate almadığını söyledi.
İstanbulluoğlu, yapılacak yeni sulama sistemlerinin artık yağmurlama yöntemine göre planlanarak inşa edilmesi kararının alınmasının önemli bir gelişme olduğunu belirterek, tüm sebze ve meyve tarımında da damla sulama yönteminin uygulanması gerektiğini sözlerine ekledi.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2019 23:03
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #48
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi
Atina'nın çağrısı
Atina Belediyesi, küresel ısınmaya karşı duyarlılık yaratmak amacıyla bir saat süresince elektrik kullanılmaması çağrısında bulundu.

ATİNA - Yunan basını, belediyenin, "Dünya Saati" adıyla oluşturulan küresel girişime katılmak üzere halka 28 Mart saat 20.30'da bir saatliğine ışıkları söndürmeleri çağrısı yaptığını yazdı.

Haberlerde, söz konusu saatte çok sayıda kamu binası, kültür merkezi, dernek ve spor salonunun ışıklarını söndüreceğini açıklayan belediyenin, uygulama sırasında Yunanlı tenor Marios Frangulis ve Atina Senfoni Orkestrasının katılımıyla bir halk konseri organize ettiği de kaydedildi.

"Dünya Saati" uygulamalarında, Yunanistan'ın dünyada ilk sırada bulunduğu ve Kanada ile Avusturya tarafından takip edildiği belirtildi.

TDK, "Ekoloji" ile "Çevre Bilimi"ni ayırdı!
Türk Dil Kurumu (TDK), Türkçe Sözlük'te ''çevre bilimi'' olarak geçen ''ekoloji'' kelimesini yeniden tanımladı. Türkçe Sözlük'ün yeni baskılarında ''çevre bilimleri'' ve ''ekoloji'' sözcükleri ayrı ayrı yer alacak.Çevrebilim kelimesi Türkce sözlükten çıkartıldı.

Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi öğretim elemanı Tahir Çalgüner, A.A muhabirine yaptığı açıklamada, TDK'dan ''ekoloji'' ve ''çevrebilim'' sözcüklerinin ne anlama geldiğini sorduğunu ve ''Yunanca kökenli ekoloji sözcüğünün, Türkçe'de çevre bilimi olarak tanımlandığı'' yanıtını aldığını belirtti.
Bunun üzerine ''ekoloji'' sözcüğünün ''çevre bilimi'' anlamına gelmediğine ilişkin çalışma yaparak kitap haline getirdiğini ifade eden Çalgüner, yeniden TDK'ya başvurduğunu anlattı.
TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Güncel Türkçe Sözlük'ü internette kullanıma açtıktan sonra sözlük kullanıcılarının, kelimelerinin anlamları konusunda pek çok öneri ve görüşlerini kendilerine iletiklerini belirterek, ''Adeta imece usulü Türkçe sözlüğü geliştiriyoruz'' dedi.
''Ekoloji'' kelimesiyle ilgili olarak da çok sayıda başvuru aldıklarını anlatan Akalın, bunların, ''ekoloji kelimesine karşılık gösterilen çevre biliminin bu kelimeyi tam olarak olarak karşılamadığı, çevre biliminin daha alt bir dal'' olduğunu kaydetti. Akalın, bu görüşleri Güncel Türkçe Sözlük Çalışma Grubu'nda değerlendirerek üniversitelerden görüş alınmasına karar verdiklerini söyledi.
Üniversitelerden gelen görüşler doğrultusunda ''ekoloji'' kelimesinin tanımını değiştirdiklerini belirten Akalın, internetteki sözlükte değişiklik yaptıklarını, Türkçe Sözlük'ün yeni baskılarında da ekolojinin yeni tanımına yer vereceklerini bildirdi.
TDK'nın kararına göre, ekoloji kelimesi, ''canlıların hem kendi aralarındaki, hem de çevreleriyle olan ilişkilerini tek tek veya birlikte inceleyen bilim dalı'' olarak tanımlanırken, sözlüğe, ''ekolojist, ekolog, ekolojizm'' gibi terimler de ilave edildi ve bunların tanımları yapıldı.
TDK, ''Çevre bilimleri''ni ise çeşitli bilim dallarını içerisinde toplayan, insan-doğa ilişkilerini ve çevre sorunlarını inceleyen, uygulamalı ve disiplinler arası bilimler olarak tanımladı."Çevrebilim" Türkçe sözlükten çıkartıldı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 17:04
sahillerindostu - avatarı
sahillerindostu
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #49
sahillerindostu - avatarı
Ziyaretçi
Garanti de ışıkları kapatıyor
Garanti Bankası ve Çevreci Bonus, Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın (WWF-Türkiye) dünya saati eylemi kapsamında 1 saatliğine ışıkları söndürme çağrısında bulundu.

İSTANBUL - Garanti Bankası'ndan yapılan yazılı açıklamada, bankanın ve Çevreci Bonus'un, herkesi WWF-Türkiye'nin girişimiyle 28 Mart Cumartesi akşamı dünya çapında üçüncü kez gerçekleştirilecek ''Dünya Saati (Earth Hour) eylemine katılmaya çağırdığı bildirildi.

Eylem Türkiye saatiyle 20.30'da başlayacak ve 1 saat sürecek. Tüm dünyada eyleme 1 milyara yakın kişinin katılması bekleniyor.
Bu harekete son olarak New York'da katılacağını açıkladı. New York'un katılımını WWF yöneticisi Carter Roberts şöyle yorumluyor:"New York'un bu harekete katılması Amerika'nın iklim değişikliği sorununu çözmek için lider rol oynayacağının bir işareti." Dünya saati'nde New York'taki Empire States binası, New York Halk Kütüphanesi gibi şehrin sembolü haline gelen binalar da kararacak.

Garanti Genel Müdürlük binası da 28 Mart Cumartesi günü saat 20.30'da ışıklarını kapatacak. Açıklamada eylemin küresel iklim değişikliğine dikkat çekmek amacıyla, dünya ülkeleriyle eşzamanlı olarak gerçekleştirileceği kaydedildi.
WWF-Avustralya'nın girişimiyle, ilk kez 31 Mart 2007 gecesi düzenlenen eylemle, küresel iklim değişikliğini tersine çevirebilecek bir etkinin yaratılması ve bu konudaki bilincin artırılması hedefleniyor.

Dünya Saati'nde Türkiye'de neler olacak?
28 Mart Cumartesi günü 20.30-21.30 saatleri arasında tüm dünyada ışıklar sönecek. Tarihin en büyük küresel eylemine Türkiye de katılacak.

“Dünya Saati” tarihin en büyük küresel eylemi olmaya aday... Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Nobel Barış Ödülü sahibi Desmond Tutu gibi kanaat önderleri herkesi “Dünya Saati”ne katılmaya davet ediyor. Giza Piramitleri’nden Eyfel Kulesi’ne varan ünlü yapılar ışıklarını söndürecek. Türkiye’den destek verenlerin sayısı hızla artıyor.
“Dünya Saati” (Earth Hour) hareketi ilk kez Mart 2007’de WWF-Avusturalya’nın önderliğinde Sidney kentinde başladı ve 2008 yılında küresel bir kampanyaya dönüştü.
Her yıl Mart ayında belirlenen bir saatte güvenlik dışı ışıkları kapatarak destek verilen “Dünya Saati”, küresel iklim değişikliği üzerinde basit bir hareketle fark yaratılabileceğini gösteriyor.

Tek ve büyük bir sese dönüşen hareket sadece gereksiz aydınlatmaları söndürerek bile atmosfere karbon salınımını azaltmanın ve iklim değişikliği için birşeyler yapmanın mümkün olduğunu küresel bir mesajla anlatıyor.
Bu yıl 28 Mart 2009, Cumartesi günü her ülkenin yerel saatiyle 20:30-21:30 arasında tüm dünyada sönecek ışıklar, 2009’da da insalığın küresel iklim değişikliğine karşı birşeyler yapmaya kararlı olduğunu tüm karar vericilere göstermiş olacak.
83 ülkeden, aralarında Moskova, Los Angeles, Las Vegas, Londra, Hong Kong, Sidney, Roma, Oslo, Cape Town, Lizbon, Singapur, Toronto, Dubai, Kopenhag ve İstanbul’un da bulunduğu 2398 şehir “Dünya Saati” hareketinde yerini alıyor. Küresel ölçekte; 5481 kurum, yaklaşık 19 bin özel sektör kuruluşu ve 8000’e yakın okulun katılacağı eylem sırasında; Toronto CN kulesi, Sidney Opera Binası, Roma’da bulunan İtalya Cumhurbaşkanlığı, Giza Piramitleri ve Eyfel Kulesi gibi bir çok ünlü ve tarihi bina ışıklarını kapatacak.
24 Mart 2009 Salı gününe kadar eyleme katılacağını bildiren binlerce kişinin yanı sıra, sayısı hızla artan kuruluşlar şöyle; Adidas Bölge Ofisi, Ankara İzci Grubu, Antalya Üniversitesi, balon.com.tr, Bez Torbam, Bilende Bilgi Teknolojileri, Coca-Cola, Çevreye Duyarlı Bonus Card, Digimed Dijital Medya, DOÇEV, Ege Life Magazine, Finansbank, Garanti Bankası, Gümüşlük Belediyesi-Bodrum, Hilton ve Conrad Hotelleri (Adana HiltonSA, Ankara HiltonSA, Hilton İstanbul, Hilton ParkSA, Hilton İzmir, Hilton Kayseri, Mersin HiltonSA, Conrad İstanbul), TEB, Türkiye İş Bankası, The Marmara Hotels Group, Metro FM, Mustafa Kemal Üniversitesi, Radisson SAS Bosphorus, Radisson SAS Conference & Airport Hotel Istanbul, Sniper Channel, Şeker Bank, Tetra Pak, Turkish Bank, Türkiye Bankalar Birliği, W Istanbul, Wartsila Enpa Dış Ticaret, Yapı Kredi Bankası, YKM.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Şubat 2019 17:05
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
18 Nisan 2011       Mesaj #50
Avatarı yok
Yasaklı
Japonya'da şebeke suyunda radyasyon bulunurken, Fukuşima nükleer enerji santralinin yakınındaki bölgelerden alınan ıspanak ve süt örneklerinde de radyasyon seviyeleri güvenlik sınırlarının üstünde çıktı.

Japonya Bilim Bakanlığı'ndan bir yetkili, suyun kalitesiyle ilgili ölçüm yapmaya başladıklarını ve radyoaktif iyot ve sezyum izleri bulduklarını belirtti.

Yetkili, Tokyo, Tochigi, Gunma, Saitama, Chiba ve Niigata'da şebeke suyunda radyoaktif iyot bulduklarını, Tochigi ve Gunma'da ise sezyum bulduklarını açıkladı.

Yetkili, bu maddelerin oranının Japonya'daki yasal sınırın net olarak altında olduğunu söyledi.

Bu arada Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), nükleer kazanın olduğu elektrik santralının bulunduğu Fukuşima bölgesinden tüm gıda ürünlerinin ihracatına ikinci emre kadar son verildiğini bildirdi.

Merkezi Viyana'da bulunan BM'ye bağlı UAEK, radyoaktif iyot elementinin bulunduğu gıdaların kısa sürede insan sağlığına zararlı olacağını bildirdi.

Öte yandan Amerikan Jeofizik Enstitüsü, İbaraki kentinde 5,9 büyüklüğünde meydana gelen depremin 24 kilometre derinde olduğunu bildirdi.

Japon NHK televizyonu, Tokyo'da da hissedilen depremin hasara yol açmadığını belirtti.

Ispanak ve Sütte Radyasyon
Japonya hükümet sözcüsü Yukio Edano, Fukuşima nükleer enerji santralinin bulunduğu Fukuşima ilindeki süt ile yakınındaki İbaraki ilinde yetiştirilen ıspanaktaki radyasyon seviyesinin güvenlik sınırlarının üstüne çıktığının belirlendiğini söyledi.

Japon hükümeti, ülkede 11 Mart’ta meydana gelen deprem ve tsunaminin ardından ortaya çıkan nükleer krizin ardından, ülkedeki gıda maddelerinin radyasyondan etkilendiğine ilişkin ilk kez açıklamada bulundu.

Reaktör Binalarının Çatısı Delindi
Japonya'daki şiddetli depremde zarar gören Fukuşima nükleer santralinin 5 ve 6 numaralı reaktörlerini barındıran binaların çatılarının, olası hidrojen patlamalarını önlemek amacıyla delindiği bildirildi.

Tokyo Electric Power'dan (Tepco) yapılan açıklamada, ''5 ve 6 numaralı reaktörlerdeki hidrojen birikmesi endişeleri nedeniyle Tepco, dış binalardaki çatılarda 3 ila 7,5 santimetrelik delikler açtı'' denildi.

Santralin 5 ve 6 numaralı reaktörleri daha az hasar gördü, çünkü 1-4 numaralı reaktörlerin aksine, bu reaktörlerin soğutma sistemleri bir dizel jeneratör sayesinde 11 Mart'taki deprem ve tsunamiden sonra çalışmaya devam etti.

Güneş Enerjisi İle Denizcilik
Uzaktan bakıldığında rıhtıma yanaşan mavili yeşilli deniz taşıtı, Hong Kong ile çevresindeki adalar ve yarımada arasında mekik dokuyan çok sayıdaki taşıttan farksız görünüyor.

Ama yolcular inmeye başlarken yakından bakıldığında, motor, tekne, vapur ve feribotlarda duymaya alıştığımız makine gürültüsünün olmadığı farkediliyor ve sadece çok hafif bir vınlama duyuluyor. Tepedeyse parıldayan güneş enerjisi panelleri göze çarpıyor.

Solar Eagle ve benzeri üç deniz taşıtı, golf meraklılarını denizden, golf sahasının bulunduğu adaya taşıyor. Dünyadaki ilk hibrit deniz taşıtları filosunu oluşturan bu taşıtlar, gelecekte denizciliği ve deniz yoluyla ulaşımı değiştirebilecek teknolojinin ticari kanıtları...

Otomobillerde kullanılan türdeki bu teknoloji Avustralya şirketi Solar Sailor tarafından geliştirildi.Güneş enerjisi panelleriyle üretilen ve bataryada toplanan elektrik, deniz taşıtının limana girişi ve çıkışı sırasında motorun çalıştırılmasını sağlıyor. Deniz taşıtı okyanusa çıktığında ve motorun daha güçlü şekilde kullanılması gerektiğinde mazot devreye giriyor.

Filodaki taşıtlardan Solar Albatross'ta güneş enerjisi panellerle kaplı iki yelken bulunuyor. Bunlar, fosil yakıtlarına bağımlılığı azaltmak için hem güneş ışınlarının, hem de rüzgârın enerjiye dönüştürülmesinde kullanılabiliyor.

Solar Sailor'ın kurucusu Robert Dane, bu teknolojinin gemi ve tekne sahiplerine büyük yakıt tasarrufu sağlayacağını ve sıradan vapurlardan lüks süper yatlara, demir gibi ağır yük taşıyan gemilerden donanmaya ait devriye gemilerine kadar, her boyut ve türdeki deniz taşıtlarında kullanılabileceğini belirtiyor.

50 ile 100 yıl içinde tüm gemilerde güneş enerjisi panelli yelkenler bulunacağını söyleyen Robert Dane, "Aslında son derece akılcı birşey bu. Denizin ortasındasınız, her tarafınızda ışınlar yansıyor, rüzgâr esiyor." diyor.

Hong Kong'daki filoda işletilen deniz taşıtlarından üçü 2010 yılında hizmete girmiş; Solar Albatross ise geçen yıl yolcu taşımaya başlamış. Şanghay ve Sidney'deki iki deniz taşıtında da güneş enerjisinden yararlanılıyor.

Gelecekte bu teknolojinin yaygınlaşacağından ve satışların artacağından umutlu olan Robert Dane, 1880 yılından bu yana Victoria Körfezi'nde mekik dokuyan, Hong Kong'un simgesi haline gelmiş vapurlardan birine, güneş enerjisi panelleri yerleştirilmesi için görüşmelere başlandığını da ekliyor.
Kaynak:BBC Türkçe(25 Ocak 2012,16:59)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2019 22:57

Benzer Konular

26 Mayıs 2013 / EagLesTeaM Çevre Bilimleri
5 Ekim 2018 / evo Uzay Bilimleri
24 Eylül 2015 / sahillerindostu Çevre Bilimleri
10 Nisan 2018 / Muhabbetci Müslümanlık/İslamiyet
24 Aralık 2011 / GüNeSss Soru-Cevap