Arama

Mezopotamya Bölgesi (Mezopotamya Bölgesi Hakkında)

Güncelleme: 5 Kasım 2010 Gösterim: 24.751 Cevap: 2
SatanpisT - avatarı
SatanpisT
Ziyaretçi
8 Kasım 2008       Mesaj #1
SatanpisT - avatarı
Ziyaretçi
Ayrıca bakınız;

Sponsorlu Bağlantılar
Mezopotamya Nedir?


Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır. Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır. Bu bölge;

# Göç yollarının üzerinde olması
# Topraklarının verimli olması
# İkliminin elverişli olması
# Irmaklarından sulamada yararlanılması

gibi nedenlerle tarihsel dönemlerin başından itibaren bir çok uygarlıklara sahne olmuştur.

Özellikleri:

# Düzlük bir bölge olmasından dolayı kolaylıkla istilalara uğramıştır.
# Bölge taş bakımından fakir olduğundan günümüze az sayıda eser vermiştir.Ama yazı geliştiği için edebi eserlerde gelişmişti.Bunların başında destanlar vardı.En tanınmış eserleri “Gılgamış Destanı, Tufan Hikayesi ve Yaradılış Manzumesi”dir.
# Mezopotamyalı tüccarlar “Kral Yolu” denilen yolu genişletmişlerdi.
# Halk;hürler,korunanlar ve köleler olarak üçe ayrılırdı.

Hürler: Bütün haklara sahip kimselerden oluşuyordu.Bunlar rahipler,asiller,memurlar,askerler ve tüccarlardı.

Korunanlar: Hür olan insanların haklarının ancak bir kısmına sahip insanlardı.,

Köleler: Hiçbir hakkı olmayan insanlardı ve bu kişiler eşya gibi alınır satılırdı.

# Mezopotamyalılar tanrıları için ziggurat denilen çok katlı tapınaklar yapmışlardır.
# Mezopotamya’da ekonominin temelini tarım teşkil ediyordu.Ayrıca hayvancılık ve balıkçılıkta gelişmişti.Tarımda toprak tanrının malı sayılıyordu ve ürünün büyük bir kısmı mabetlere veriliyordu.
# Ayrıca ekonominin gelişmesinde ticaret de büyük rol oynamıştır.Suriye ve Anadolu’dan kereste ve maden,Hindistan’dan ise fildişi getiriliyordu.
# Bütün ticari faaliyetler takas esasına dayanıyordu.Daha sonra para olarak gümüş külçeler kullanılmıştır.Ölçü birimleri de sistemleştirilmiştir.

SÜMERLER:

# Dünyanın bilinen ilk uygarlığıdır.
# M.Ö. 4.binde Mezopotamya’ya gelmiş ve M.Ö. 3.binde ilk şehir devletlerini(siteleri) kurmuşlardır.
# Sitelerin başında Patesi adı verilen ve aynı zamanda rahip olan krallar bulunurdu.
# Bilinen en önemli siteleri Ur,Uruk,Lagaş,Eridu,Umma ve Kaş idi.Başkenti Ur idi.
# M.Ö. 2200 yıllarında Sümer egemenliğine Elamlılar tarafından son verildi.

# İlk defa yazıyı(çivi yazısını) kullanarak tarihsel çağları başlattılar.
# Mabetlere getirilen ürünleri tespit amacıyla ilk defa rahipler tarafından kullanılan Sümer yazısı kil tabletler üzerine üçgen uçlu bir çubukla yazılırdı.

# İlk yazılı kanunlar Sümer kralı Urukagina tarafından yapılmıştır.
# Urukagina tarafından çıkarılan kanunlardan kralın baskı ve zulme son vererek özgürlüğü getirdiği anlaşılmıştır.
# III. Ur krallarından Ur-Nammu çıkardığı kanunlarla haksızlığı,hırsızlığı,büyücülüğü ve askerlikten kaçmayı önlemiştir.

# Köleler dışında tüm erkekler askere giderdi.
# III.Ur krallarından Şulgi hafif piyade birliğini kurmuştur.
# Çok tanrılı bir dinsel inançları vardı.Tanrılar kuvvet ve kudretin,düzen ve ahlakın temsilcileriydi.Her sitede kendi tanrılarının yanında,komşu ve galip sitenin tanrılarına da tapılmaktaydı.

# En büyük tanrıları;gök tanrısı Anu,hava ve yeryüzü tanrısı Enlil,yer altı ve okyanus tanrısı Enki, güneş tanrısı Samas ve ay tanrısı Sin idi.
# Öldükten sonra yaşam olduğu inancı yoktu.(Bu yüzden mezarların bir şey koymazlardı.)
# Sümerler bilim alanında da oldukça gelişmişlerdi.
# Dört işlemi kullanmışlar sayıları bulmuşlar ve çemberi 360 dereceye bölmüşlerdir.Çarpma ve bölme cetvellerini hazırlamışlardır.
# Aritmetik ve geometrinin temelini atmışlardır. Sümerler ay ve güneş tutulmalarını hesaplamışlardır.
# Ay takvimini kullanmışlardır.(bu takvimde 1 yıl=360 gün)
# Burçları bulmuşlar,gece-gündüzü 12şer saatlik iki kısma ayırmışlar ve yılı da 12 aya bölmüşlerdir.
# Sümerlerde,sanat alanındakabartmacılık,oymacılık,kuyumculuk ve heykeltraşçılık önemli yer tutmuştur.
# İlk tarihsel anıt olan Akbabalar dikilitaşı bu dönemden kalmıştır.

ELAMLILAR:


# Orta Asya kökenli topluluklardır.Elamlıların tarihi M.Ö. 4.bine kadar dayanır.
# Kerha ve Karun ırmakları arasında yaşamışlardır.
# En önemli yerleşim merkezi ve başkenti Sus şehridir.(Ayrıca en önemli kültür ve uygarlık merkezi)
# Sümer egemenliğine son vermişlerdir.(M.Ö.2200 yıllarında)
# Seramik ve madencilikte gelişmişlerdir.

BABİLLİLER:

# M.Ö. 3.binlerde Arap Yarımadasından göçe başlayan Samilerin Mezopotamya tarihinde önemli rolleri olmuştur.
# Samilerin bir kolu olan Amurrular M.Ö. 2.binde Arabistan’dan Mezopotamya’ya geldiler ve Babil merkez olmak üzere bir devlet kurdular. Bundan sonra devletin adı Babil Devleti olarak anıldı.
# Babilliler dünyada biline ilk mutlak monarşiyi kurdular.
# Daimi bir ordu kuruldu ve ordu piyadeler ve arabalılar olmak üzere iki sınıfa ayrıldı.
# Hammurabi zamanında I. Babil krallığının,Nabukodonosor zamanında II. Babil krallığının en parlak dönemi yaşanmıştır.
# I. Babil krallığını Kassitler,II. Babil krallığını Persler yıkmıştır.
# Hammurabi kendi adına kanunlar çıkarmıştır.Bunlar kişi ve toplum hukukunu birbirinden ayırarak, eski kanunları daha sistemli bir hale getirmiştir.(Babil kanunları genelliklekısasa kısas şeklindedir.)
# Çok tanrılı dine inanmışlardır.En büyük tanrıları Marduk’tur.
# Güçlerinin gökteki tanrılara değil,dünyevi bir kurum olan orduya dayanması dar anlamda laik devlet yönetimine kanıt sayılmıştır.
# Ayrıca II. Babil krallığının hükümdarı Nabukodonosor Fırat kıyılarındaki Babil’de dünyanın yedi harikasından biri olan asma bahçeleri yaptırdı.Üst üste yedi kat olan bu asma bahçelerden her biri ,yüksekliği 25 m. olan kemerler üzerine oturtulmuştu.Kralın karısını memnun etmek için yaptırdığı bu bahçelerden bugün eser kalmamıştır.

ASURLULAR:

# M.Ö. 2000-612 yılları arasında yaşadılar.Başkenti Ninova’dır.
# Asurlular tarihte ilk defa bir süvari sınıfı kurdular.
# Asur ordusu iyi örgütlenememişti.
# Mızraklı askerler ve okçular,örme zırhlar giyerlerdi.Savaş arabaları ile çok çabuk yer değiştirdikleri için kuşatma sistemleri çok iyi gelişmişti.
# En parlak dönemi Sargon Sülalesi zamanı idi.
# Asurlular Sargon zamanında Anadolu’da koloniler kurdular.Kültepe bu kolonilerden birisidir.
# II. Sargon Ninova’da büyük bir saray yaptırdı ve önemli bir kitaplık kurdurdu.
# Med ve Babillilerin ortak saldırısı sonucu yıkıldılar.
# Asurlular çok tanrılı dine inandılar.En büyük tanrıları Asur’dur.
# Asur yasaları Sümer yasaları kadar insancıl değildir.(Kısasa kısas şeklindedir.)

AKADLAR:

# Samilerden olan Akadlar Sümerlerin kuzeyine yerleştiler.Başkenti Akad idi.
# M.Ö. 2400 dolaylarında Sümer şehir devletleri Akadların eline geçti.
# Akad krallığı,Doğu Anadolu’dan Akdeniz’e kadar genişledi.Bir süre sonra üstünlük yeniden Sümerlere geçti.
# Akadlar dünyanın ilk merkezi ve ilk büyük imparatorluğunukurmuşlardır.
# İlk defa sürekli orduya geçmişlerdir.(Ayrıca paralı ordu vardı.)
# Akad en önemli kültür merkezidir.
# Çok tanrılı dine inandılar.
# Agade adını verdikleri tapınaklar en önemli mimari eserleridir.(Ayrıca “Zafer Anıtını da diktiler.)

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
1 Haziran 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Mezopotamya
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

imperiaflex000xf4

Mezopotamya, Sümer, Babil ve Asur gibi en eski ve büyük uygarlıkların doğduğu bölgedir. "İki ırmağın arasındaki bölge" anla­mına gelen Mezopotamya adı Yunanca mesos (ara, orta) ve potamos (ırmak) sözcüklerin­den gelir. Bu ad, Dicle ve Fırat ırmaklarının verimli vadileri ile bu iki ırmağın arasında kalan topraklar için kullanılmaktadır. Günü­müzde Mezopotamya, Irak'ın bir bölümünü içerir.
Mezopotamya'nın batısında Suriye ve Ara­bistan çölü, kuzeyinde Anadolu ve doğusun­da İran vardır. Güney ucu Basra Körfezi'ne kadar uzanır. Mezopotamya'nın güney bölü­mü çok sıcak düzlük bir bölgedir. Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki karlı dağlardan doğan ve Güneydoğu Toroslar'daki kar ve yağmur sulanyla kabaran Dicle ve Fırat, Bağdat yakın­larında birbirlerine çok yaklaşır, güneydoğu­ya doğru devam eder ve Kurna kentinde birleşirler. Birleştikten sonra Şattü'l-Arap adını alan ırmak Basra Körfezi'nden denize dökülür. 5.000 yıl içinde, bir zamanlar körfe­zin bir parçası olan 240 kilometreden daha uzun bir alan ırmağın taşıdığı çamurlarla dolmuştur. Irmakların oluşturduğu dar top­rak şeridinin iki yanı çöldür. Dicle ve Fırat'ın sürükleyip getirdiği topraklar Mezopotamya' nın güneyinin çok verimli olmasına yol aç­mıştır. 4.000-5.000 yıllık pek çok kent kalıntı­sı, eski zamanlarda bu bölgenin nüfusunun çok yoğun olduğunun kanıtıdır. Dümdüz uza­nan ova, Bağdat'ın kuzeyinde oldukça verimli ve daha ılıman iklimli bir yaylaya dönüşür.
Arkeolojik araştırmalar Mezopotamya'da ilk insanların kuzeyde küçük köylerde yaşa­dıklarını ve İÖ 4000 yıllarında çanak çömlek ve kumaş üretip, komşuları ile ticaret yaptık­larını göstermektedir. Ana uğraşları tarım olmakla birlikte bu insanlar avcılık ve balıkçı­lık da yapıyorlardı.
Irmaklar bölgenin güney bölümünde yeni topraklar oluşturdukça, köylerde yaşayan in­sanlar gruplar halinde güneye göç etmeye başladılar. En eski köylerin bazılarının kalın­tılarını açığa çıkaran arkeologlar, çeşitli alet­ler buldular. Ama bu insanların ırkları ve dilleri konusunda belgeler günümüze ulaşma­mıştır.
İÖ 3000'lerde Mezopotamya'da değişik in­san toplulukları yaşıyordu. Kuzeyde, Arap­larla ve Yahudiler'le ırk ve dil bakımından akraba olan Sami kabileler yerleşmişti. Kö­kenleri ve ırk bağlantıları bilinmeyen Sümer­ler güneyde yaşıyorlardı. Mezopotamya'nın öteki halkları da, büyük olasılıkla kuzeydeki ve doğudaki dağlık bölgelerden gelerek yer­leşmişlerdi.
İÖ 4000-3000 arasında Sümerler çok par­lak bir uygarlık yarattılar. Ur, Uruk ve Eridu gibi bilinen ilk kentler ve yazı Sümer uygarlığının ürünüdür. Mezopotamya Sümer-ler'den sonra Babilliler'in, Asurlular'ın, Persler'in ve Eski Yunanlılar'ın yönetimine girdi. Daha sonra yüzyıllar boyu Romalılar, İskit­ler, Partlar ve Persler arasındaki savaşlara sahne oldu. İS 7. yüzyılda Arapkir'in eline geçen Mezopotamya'da 11. ve 12. yüzyıllarda kısa süreli Selçuklu egemenlikleri görüldü. 13. yüzyılda bölgeyi istila eden Moğollar, toprakları sulayan büyük sulama sistemlerini yıktılar. Mezopotamya 16. yüzyılda Osmanlı­ların eline geçtiyse de bölgede tam bir Osmanlı egemenliği sağlanamadı. I. Dünya Savaşı'nın sonunda ise bölgenin büyük bölü­münü oluşturan Irak, İngilizler'in eline geçti. Daha sonraları Mezopotamya'da bulunan petrol, Irak'ın sınırlarının içinde kaldı.


Ayrıca Mezopotamya ile ilgili diğer konular için bakınız:


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
snackbloot - avatarı
snackbloot
Ziyaretçi
5 Kasım 2010       Mesaj #3
snackbloot - avatarı
Ziyaretçi
COĞRAFİ KONUM
Aslında Mezopotamya'nın doğal sınırları yoktur. Bölge güneybatıda Suriye Çölüne, kuzeydoğuda İran Yaylasına, kuzeyde Fırat ve Dicle vadileri ile Anadolu’ya açıktır. İşte bu jeolojik yapı yüzünden Mezopotamya tarihte hem bu yönlerden gelebilecek istilâlara açık kalmış hem de Mezopotamya'da oluşan uygarlığın dışarıya yayılması kolay olmuştur.

Genelde iki ırmak arasındaki bölge kastedilmekle beraber, tarihte bölgedeki siyasal oluşumlar da dikkate alınarak Kuzey Suriye ve Basra Körfezi'nin doğusu da Mezopotamya Tarihi içinde ele alınarak incelenmiştir. Bu sebeple uzmanlar bölgeyi iki ana kısma ayırarak ele almışlardır.

Toroslardan Bağdat'a kadar olan kısım Yukarı Mezopotamya (Asur Ülkesi) olarak adlandırılmıştır. Güneydeki Bağdat'tan körfeze kadar olan alüvyonlu bölgeye ise sırasıyla Akad, Babilonya, Sümer; Basra Körfezinin doğusundaki bölgeye ise Elam adı verilmiştir. Güneydeki kısım daha genel olarak Kalde diye de adlandırılmıştır.


MEZOPOTAMYA TARİHİNDE SİYASAL GELİŞMELER VE ÖZELLİKLER

Bölge Asya-Akdeniz arasında bir geçiş noktası olması sebebiyle Asya'dan gelen ve sulak toprak arayan kavimlerin ilk uğrak yeri olmuştur. Kuraklık çeken Arabistan'ın göçebe kabileleri içinse bir cazibe merkezidir. Bu yüzden bölgeye tarih içinde Asyalı, Sami (Arabistanlı) ve Hint-Avrupalı bir çok kavim yerleşmiştir.
Bölgede bir yandan bir devletin uzun soluklu ve kararlı hakimiyeti kurulamazken diğer yandan bölgenin ırkî yapısı da yeni yeni ırkların katılıp kaynaşması ile devamlı bir melezleşme yaşamıştır. Böylece doğal sınırları olmayan Mezopotamya; hem değişik kavimlerin hüküm sürdüğü hem de Mısır'a göre daha karma bir kültürün geliştiği bir alan olmuştur.

Bölge tarihinin ana dönemlerini farklı tarihlerde farklı kavimler belirler. Bunlar; M.Ö. IV.-III. bin yılda Sümerler ve kent devletleri, M.Ö. III.bin yılda Akadlar (Doğu Samileri), M.Ö. II.bin yılda Babilliler (Batı Samileri), M.Ö. l.bin yılda Asurlular ve Aramilerdir.


SÜMERLER (M.Ö. 3500-2350)
Sümerler Eski Tunç döneminin başında (M.Ö. IV.bin yılın sonlarına doğru) Mezopotamya'ya geldiler. Mezopotamya'nın o sıradaki yerli halkının kimliği bugün tam olarak bilinmiyor. Sümerlerin menşei de bütünüyle aydınlatılmış değildir. Sümerlerin kökeni uzmanlarca her ne kadar Hint kültürü (İndus kültürü) içinde aransa bile nereden geldikleri kesin bir biçimde belirlenmiş değildir. Ancak lisanlarına ve antropolojik bulgulara bakarak onların Hint-Avrupalı ve Sami kavimlerden ayrı olduklarını söylemek mümkündür.
Sümerlerin önce Eridu'da yerleştikleri, daha sonra Uruk'da siyasal bir merkez kurdukları sanılıyor. M.Ö. 3.5OO-3.OOO yılları arasında büyük bir kültürün varlığı kanıtlanmıştır ki bunun ilk Sümer kültürü olduğu sanılıyor. Sümer kültürünün gelişimini şu aşamalarla takip etmek mümkündür:

M.Ö. 3.500-3.200: Sümerlerin ortaya çıkışı (Kent devletleri devri)

M.Ö. 3.200-3.100: Uruk Devri (Yazının icadı)
M.Ö. 3.100-2.900: Cemdet Nasr Devri (Sümerlerin Kahramanlık Çağı)
M.Ö. 2.900-2.350: Erken Sülâleler Devri (Tarihi devirlere giriş dönemi),
M.Ö. 2.500-2.350: I.Ur ve Lagaş Sülâleler Devri (Sümer Arkaik Devri)

SÜMERLERİN "KENT DEVLETLERİ" DÖNEMİ

Bazı tarihçiler Sümer dilindeki bazı kelimelerin ve M.Ö.4500-4000 yıllarına tarihlenen Türkistan-Aşkabad'daki Anau Kültürü'nün Mezopotamya'daki Elam-Sus kültürleri ile benzerliğinden yola çıkarak Sümerlerin Orta Asya kökenli olabileceklerini öne sürerler. Gerçi bu iddia onların arî ırktan oldukları iddiası gibi ispatlanmış değildir.
Genelde kabul edilen görüş, Sümerlerin Mezopotamya'ya oradaki yerli halka göre daha gelişmiş bir kültürle geldikleridir. İşte bu yüzden Sümerler güneydeki bataklık bölgede yaşayan kavimlerin medeniyetine kendi kültürlerinden bazı unsurları katarak mevcut köyleri ve köy kültürünü şehir ve şehir kültürü hâline getirdiler.

Merkezî bir tapınak çevresinde kurulan ve etrafı bir surla güvenlik altına alınan bu küçük Sümer kent devletleri bağımsız birer siyasal birim olarak dönemin başlıca karakteristiğini oluştururlardı. Eridu, Uruk, Lagaş, Kiş, Nippur, Umma, Erek gibi kent devletleri (site) arasında ilk başta Uruk önder bir rol oynamıştır. Bu kent devletleri toprak ve su meseleleri yüzünden birbiriyle çatıştıkları gibi sık sık da göçebelerin saldırılarına uğruyordu.

Sümerlerin Mezopotamya'da kurdukları bu kentlerin başında aynı zamanda ordu komutanlığı ve yargıçlıkla ilgili görevleri de uhdesinde bulunduran bir rahip-kral (Ensi) bulunuyordu. Ensi; hem devletin hem de din adamlarının başıydı. Şehirler Zikkurat adı verilen dikdörtgen plânlı tapınaklar etrafında oluşurken her şehrin kendine has bir tanrısı vardı ve tapınaklar da zaten her şeyin (kentin ve kent topraklarının) sahibi bu tanrılar için yapılıyordu. Dolayısıyla başlangıçta askerler tanrının evini ve mülkünü tanrı adına yönetirken egemen sınıfı da oluşturuyorlardı.

İlk dönem Sümer kültüründe her şeyin site tanrısına, dolayısıyla tanrı adına tapınağa ait olması yüzünden daha sonra “tapınak sosyalizmi” veya "teokratik devlet sosyalizmi" adıyla tanımlanacak olan bir toplumsal üretim ve mülkiyet biçimi oluştu.

Bu dönemde din adamları toplum gözünde giderek saygınlık kazandılar. Böylece tapınak topraklarından elde edilen ürünlerden din adamları, askerler, yöneticiler ve bu ürünleri tapınak adına içeride ve dışarıda pazarlayan tüccarlar da faydalanır olmuşlardır.

Kent devletçiklerinin birbirleri ile ve kendilerine saldıran göçebe topluklarla mücadelelerinin sıklığı askerlerin önemini giderek artırıyordu. Devletin başı olan "rahip-kral"ın bu gibi savaşlar zamanında atadığı komutanlar giderek askerî işlerin yanında sivil işlere de karışmaya başladılar ve güçleri de buna paralel olarak arttı.

Sonuçta din adamları ile askerlerin arası açılırken tapınakların yanında saraylar da yükseldi ve yönetici kadro askerlerden oluştu. Artık “rahip-kral”ın yerini "asker-kral" alırken tapınakların geliri de bu kadronun eline geçti. Bu değişim üretim araçlarının din adamlarınca ortak yönetildiği kamusal mülkiyet düzeninden özel mülkiyet düzenine geçişe de yol açtı.

Yeni elde edilen topraklar artık tapınağın denetimine bırakılmazken, daha önce tapınak adına ticaret yapan tüccarlar artık kendi hesaplarına çalışıp önemli iktisadî güç kazanacaklar ve bu durum sosyal sınıflaşmayı da etkileyecektir.


URUK VE CEMDET NASR DÖNEMLERİ (M.Ö. 3200 - 2900/2750)
Sümer bölgesinde ilk uygarlığın doğuşundan (M.Ö. 3500'lerden) M.Ö. 2900/2750'lere kadar geçen dönem "Uruk Devri" ve onu takiben "Cemdet Nasr Devri" diye adlandırılır. Bu dönem kültürleri; yazının yeni başladığı ve tam gelişmediği dönemlerdir. Dolayısıyla bu devirlerin tarihi ancak arkeolojik malzeme ve mitolojilerle tespit edilebilmektedir.
Bu çerçevede en önemli kaynak ekonomik nitelikli mühürler ve vazolar üzerindeki resimlerdir. Bazı tarihçilerin "Sümerlerin Kahramanlık Çağı" adını verdikleri bu döneme ait Sümer kral listelerinin ilk bölümleri geniş ölçüde efsanevî niteliktedir ve burada bazı şehir adları ile kral adları geçmektedir.

Bu döneme ait en önemli belge Uruk Kralı Gılgamış'a ait efsaneleri anlatan sonraki döneme ait tabletlerdir. Gılgamış Destanı, tarihin en eski yazılı destanının adı olup, 12 kil tablete Akad çivi yazısı ile kaydedilmiştir. Uruk kralı Gılgamış'ın ölümsüzlüğü arayışının öyküsünün anlatıldığı destan aynı zamanda Nuh Tufanı'nın daha eski sürümünü de barındırmaktadır.

Gılgamış, en yakın dostu Enkidu'nun ölümünün ardından giriştiği ölümsüzlüğe ulaşma çabasının nafile olduğunu ve Tanrı Enlil’in öğütleriyle, insanın ancak büyük bir ad bırakmakla ölümsüzlüğe erişebileceğini kabul etmiştir.

Destan, tarihte bilinen en eski medeniyetlerden olan Sümerlerin yaşayışları hakkında bilgi verir ve kendisi de ilk yazılı destan olma özelliğini taşır. Gılgamış Destanı'nın en önemli özelliklerinden biri de, anlattığı "Tufan" öyküsünün, üç büyük dinin kutsal kitaplarında yer almasıdır. "Ölümsüzlük Otu" öyküsü, Türk-İslam dünyasının "Lokman Hekim" söylemine benzemektedir.

Bilgi eksikliğine rağmen yine de bu dönemin toplumsal yapısını, yükseldikçe küçülen kademeli yapılardan oluşan mabet mimarisini, bir siyasal birlik kurulamadığı için her sitenin bir siyasî şef idaresinde bağımsız olarak yaşadığını ve Sümer yerleşim alanının giderek kuzeye doğru yayıldığını biliyoruz.

Diğer yandan Sümer kent devletleri ortaya koydukları uygarlığa gerekli maden ve malzemeyi (kereste gibi) bulabilmek için İndus'tan Nil nehrine kadar olan geniş bir coğrafyada ticarî faaliyette bulunarak uygar toplum kavram ve sistemini buralara taşıyarak buralarda da uygarlığın doğuşuna katkıda bulunmuşlardır. Nitekim Mezopotamya'da uygarlık M.Ö. 3500'lerde başlarken benzer şartları taşıyan Mısır'da M.Ö. 3000, İndus civarında M.Ö. 2500'lerde başlar.


ER/ERKEN SÜLALELER DEVRİ

Eski Mezopotamya tarihinde Cemdet Nasr devrinin sonundan Akad Devleti'nin kurulmasına kadar geçen zamana (M.Ö. 2900/2750-2.350) Er/Erken Sülâleler Devri denir. Bu dönemde Kiş, Uruk, I.Ur ve Lagaş gibi sülâleler öne çıkar. Er Sülâleler dönemi ile Mezopotamya ve Sümerlerin tarihi devirlerine de tam anlamıyla girilmiş olunur.
Çünkü bu döneme ait yazılı belgeler boldur. Özellikle Sümer mitolojisi, destanları, ağıt metinleri, tarihî kayıtlar, kral listeleri gibi malzeme bu dönemleri oldukça iyi aydınlatır. Bu dönemin en önemli sitesi olan Lagaş'da bulunan yüzlerce tabletten sadece Lagaş‘ın tarihini değil komşu şehirlerin tarihini ve bölgenin sosyal, siyasal ve ekonomik yapı ve ilişkilerini de öğrenmek mümkündür.

Bu dönemde Kiş kenti kuzey Sümer bölgesinin yönetim merkezi olur. Ancak kısa sürede siyasal gelişmelerin ağırlık merkezi yeniden güneye döner. Bunun nedeni güneyde M.Ö. 2500'den itibaren I. Ur Sülalesi zamanında Ur kentinin gelişmesiyle başlayan dönüşümdür. Bunu Lagaş kenti izler.

Lagaş'la birlikte o güne kadar Ensi (Patesi) adını alan site yöneticileri artık "Lugal" (Kral) unvanını alır. Lagaş kentinde M.Ö. 2440 yılında Eannatum'un başa geçmesiyle Lagaş‘ın parlak dönemi başlar. Eannatum iyi bir asker ve devlet adamı olarak Umma ve Uruk sitelerine Lagaş'ın üstünlüğünü kabul ettirir.

Eannatum'dan sonra Lagaş bir süre Umma ile çatışır. Bu arada içerde din adamları nüfuz kazanarak devlet idaresini ele geçirip halkı baskı altında tutarlar. İktidarı yozlaşmış rahip-yöneticilerin elinden alacak isyanın başlatıcısı ve önderi bir asker-yönetici olan ve Er Sülâleler döneminde Lagaş sülâlesinin son kralı olan Urukagina olacaktır (M.O. 2425-2400/2360).

Urukagina, tabletlerinde iktidara geldiği sırada ülkenin içinde bulunduğu durumu ve yoksulluk ve yozlaşmayı anlatır. Daha sonra da rahipler sınıfının insanları nasıl sömürdüğünü açıklayıp kendi koyduğu yasaları belirtir. Aslında bu yaptıklarıyla Urukagina; tarihin tanıdığı ilk sosyal reformcudur. Onu önemli yapan da budur. O; "tapınak sosyalizmi" nedeniyle rahiplerin çok artan nüfuzuna karşı çıkarak geniş halk kitlelerine karşı adil davranılmasını isteyip bu yönde düzenlemelerde bulunmuştur.

Yaptığı sosyal reformlarla rahiplerin ayrıcalıklarını azaltırken ilk hukuk kurallarını da yayımlamıştır. Buna göre tapınak sosyalizmi ekonomisinde ürettiğini tapınağa getiren halk bundan sonra bunu özel mülkiyetinde bulundurma ya da satma hakkını elde ediyordu. Diğer yandan kral ve adamlarının da vatandaşların mülkünü zorla almasının önüne geçiliyordu.

Kısacası Urukagina tapınak sosyalizmi adıyla adlandırılan rejimi değiştirerek özel mülkiyetin doğuşuna yol açan, böylece Sümer tapınağının gücünü ve kuvvetini de azaltan, her yönüyle "hukuk devleti" anlayışının ilk belirtilerini sergileyen bir sosyal reformcudur.

("özgürlük: amargi" sözcüğü ile ilk kez onun tabletlerinde karşılaşırız).
Er Sülâleler devrindeki bu gelişmelere rağmen Mezopotamya'da henüz kuvvetli bir devlet kurulamamıştır. Her şehirde bir sülâle hüküm sürerken bir çok bayındır şehir ortaya çıkmıştır ve bu şehirlerde özellikle mimarî açıdan dikkati çeken anıtsal tapınaklar, şehir surları ve kanallar yapılmıştır.


I. UR VE LAGAŞ SÜLÂLELERİ DEVRİ (SÜMER ARKAİK DEVRİ)
"Sümerlerin Arkaik Devri" de denilen I.Ur ve Lagaş sülâleleri döneminde Ur ve Lagaş sitelerinin ikisinin aynı anda geliştiği, bu iki siteye ait buluntuların birbirini tamamlayarak dönemi aydınlattıkları görülür. Ur'daki kral mezarları buluntuları maden işçiliğindeki gelişmeyi, ölümden sonra bir hayatın varlığına olan inancı gösterir.
Ur; Sümerlerin bu dönemdeki din ve sanat anlayışını aydınlatır. Lagaş ise devrin sosyal ve siyasal yönünü aydınlatır. Çünkü Lagaş tabletleri daha çok Lagaş'ın komşu sitelerle -özellikle Umma ile- olan dış mücadelelerini ve saray-tapınak (askerler-rahipler) arasında geçen iç mücadelesini anlatır ki sonuçta iç mücadeleyi kişisel mülkiyeti garanti altına alan sosyal reformları yapan asker Urukagina kazanır. Ancak o da sınıf farklarını tam olarak ortadan kaldıramadığı gibi bu reformları diğer Sümer sitelerine taşıyamaz.

Lagaş'ta bu gelişmeler olurken onun diğer siteler üzerindeki egemenliğinin yaygın olmamasından yararlanan Umma Kralı Lugalzaggisi Lagaş'ı ele geçirir. Lugalzaggisi, Lagaş dışında Uruk da dahil olmak üzere belli başlı Sümer kentlerini ele geçirerek bütün Mezopotamya'yı birleştirmek için mücadeleye atılmış ve yayılmasını sürdürerek "ülkeler kralı" unvanıyla ve Sümer tarihinde ilk defa Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz'e ulaşmıştır.

Böylece Sümerler büyük bir devlet çerçevesi içinde ilk defa bir araya gelmiş olurlar. Ancak bu birlik anlaşılan bir "şehirler birliği" (konfederasyon) biçiminde olup merkezî bir devlet biçiminde gerçekleşememiştir. Sümerlerin yapamadığını o sırada Orta Mezopotamya'da sivrilen ve Sami asıllı bir kavim olan Akadlar gerçekleştirecek ve Sümerler egemenliklerini bu kavme terk etmek zorunda kalacaklardır.


AKAD İMPARATORLUĞU (M.Ö. 2350-2150)

Akad (Akkad/Akkade/Agade) Bağdat'ın güneyinde kalan, Doğu Samilerinin ilk yerleşim yeri olan bölgenin merkezinin adıdır. M.Ö. 4000'lerde Akadların mensup olduğu Doğu Samilerinden ilk kavimler Arabistan'dan çıkarak Orta Mezopotamya'ya gelip yerleşirler. Sonraki yıllarda bunları başka gruplar takip eder. Sümer bölgesine sızan bu Sami kavimleri yüzyıllarca yarı göçebe bir hayat yaşarken Sümer kültürünü benimseyerek ama kendi kültürlerini de tamamen terk etmeden yaşamışlar ve çoğalmışlardır.
Bu arada halkı giderek sadece Samilerden oluşan kentler oluşturmuşlardır. M.Ö. 2350'lerde de kendi kültürleriyle ortaya çıkarak Mezopotamya'ya hakim olmuşlar; bölgedeki Sümer hakimiyetine son verirken Sümerler de bundan sonra Akadların kurdukları devletin idaresinde sakin bir halk olarak yaşamışlardır.

Akad kültürü; Samilerin kendilerine has Sami kültürleri ile Sümer kültürünün kaynaşmasından oluşmuştur. Bu yeni kültür; Akkade şehrinde kurduğu devletle, Ön Asya'da site devletinden imparatorluğa geçişi sağlayan önemli bir dönüm noktasının da başlatıcısı olur. Sümer’deki bir türlü çözülemeyen kent devletleri arası savaş meselelerini Akadlı askerler bütün kent devletlerini bir yönetim altında toplamak ve göçebe toplulukların saldırılarına karşı birleştirmekle çözmüşlerdir.

Akadlı I.Sargon M.Ö. 2350 dolayında Sümer şehirlerini tek tek ele geçirirken aynı zamanda bölgede hem Sami kavimlerin Akad önderliğindeki hakimiyetini hem de kent devletlerinden bölgesel devlete geçişi gerçekleştiriyordu.

Sümer kral listesinde ülkesini 56 sene yönettiği yazılı olan Akad Devletinin kurucusu Sargon Kiş sitesinde -soylu bir sınıftan gelmemekle birlikte- üst düzey bir görevli iken krallığı ele geçirmiş, M.Ö. 2350'de Umma Kralı Lugalzaggisi'ye karşı yaptığı savaşta Sümerleri yenerek Akad'ı Güney Mezopotamya'nın yönetim merkezi yapmıştır.

Böylece onun adıyla anılan ****** eliyle Mezopotamya'da M.Ö. 2350-2150 yılları arasında sürecek "Sami kökenli kavimlerin egemenliği" de başlamıştır. Ancak I. Sargon'u tarih sahnesine çıkaran sadece o zamanki yüksek kültür alanını siyasal anlamda da birleştirmesi değildir.

I.Sargon; sürekli bir ordu kurarak doğuda Elam'a, kuzeydeki dağ kavimlerine, Suriye ve Lübnan'a, Anadolu'da Toroslara kadar yaptığı askerî seferlerle tarihte ilk defa “dünya hakimi” sanına kavuşmuştur. I.Sargon'un kurduğu imparatorluk Güneybatı İran'dan Akdeniz'e kadar uzanıyor, Anadolu'nun güneydoğusu ve Kuzey Suriye'yi de içine alıyordu.

Bu devletin ayrıca Kıbrıs ve Hindistan ile de ticaret bağları vardı. Basra Körfezi'ndeki adalara deniz seferi düzenleyen I.Sargon'un hem kara ordusu yanında güçlü bir donanmaya da sahip olduğunu hem de bu geniş yayılma alanı sayesinde asıl merkez olan ve tehlikeye açık Mezopotamya'ya barış ve güven getirdiğini anlıyoruz.

Onun asıl merkez olan Mezopotamya ve Mezopotamya'nın çıkarlarını korumak ve sürdürmek adına çevre alanlara yaptığı seferler; barışı teminat altına almak için yapılmış emperyalist bir yayılma olarak değerlendirilir. Akad'ın bu derece geniş bir alanda hakimiyet kurabilmesinin ve gücünün dayanak noktaları; askerî yönden güçlü olması, yönetim mekanizmasındaki olabildiğince merkeziyetçi örgütlenme ve bir tür feodal düzendi.

I.Sargon'un kurduğu devletin yönetimi tam bir merkezî karakter kazanamamıştır. Çünkü sitelerin başındaki ensiler yine var olmuş, Sargon da bu siteleri egemenliği altına alırken onlara "bağlı beylik/ vassal devlet" statüsü uygulamıştır.

I.Sargon'dan sonra gelen halefleri (ardılları) içinde torunu Naram-Sin (M.Ö. 2270-2233) döneminde Akad Devleti fetihlerle Batı İran ve Arabistan içlerine, batıda Kıbrıs adasına kadar genişlemiştir. Dönemindeki belgelerde Naram-Sin'in Anadolu'da 17 kralla savaştığı belirtilirken bu belgeler aynı zamanda Anadolu tarihine de ışık tutmaktadır. Devletini bu derece genişleten Naram-Sin'in yaptıklarının anlatıldığı stelde Naram-Sin "dört iklimin kralı" unvanını almıştır.

Naram-Sin'den sonraki krallar döneminde Akad Devleti giderek zayıflar. Bunun nedenleri; devletin içindeki Sümer sitelerinin ve onların rahip krallarının (ensi) isyanları, Zagros Dağları'nda yaşayan kavimlerin saldırıları ve Elamlıların Mezopotamya'ya yaptıkları akınlardır.

Yaklaşık 200 yıl kadar süren Akad İmparatorluğu M.Ö. 2150 yılında Zagros Dağları (bugünkü Luristan bölgesi)'ndan gelen ve Mezopotamya kaynaklarının "dağların ejderhaları" diye bahsettiği Gutiler tarafından yıkıldı. Hemen tüm Akad şehirlerinin yağmalayıp yok eden Gutiler bölgede ancak 50 yıl kadar kalabildiler. Çünkü Sümer şehirleri bunlarla mücadele edip Mezopotamya'dan çıkarma başarısını gösterirken aynı zamanda "Sümer Klâsik Çağı"nı da başlatıyorlardı.


YENİ SÜMER DEVLETİ (SÜMERLERİN KLASİK DEVRİ/SÜMER RÖNESANSI DÖNEMİ)

Akad hakimiyetinin sona ermesinden Babil Devleti dönemine kadar olan süreye (M.Ö.2150-1950) Yeni Sümer Devleti (Sümerlerin Klâsik Devri/ Sümer Rönesansı Dönemi) denir. Gutilerin Mezopotamya'dan çıkarılması, bölgedeki varlıklarını hâlâ güçlü bir biçimde sürdüren Sümerlerin son bir parlak dönem yaratmaları için uygun ortamı oluşturmuştur ve böylece Sümer kültürü tekrar canlanırken Uruk, Ur, Lagaş hanedanları gibi hanedanlar tarih sahnesine çıkar. M.Ö. II.bin yıl başlarında III.Ur sülâlesinden Lagaş Kralı Gudea döneminde zengin bir ticaret kenti olan Lagaş ve Uruk bu yeni dönemin karakteristiğini oluşturdular.
Sümer ve Akad krallarının unvanlarını alan bu dönem kralları zamanında bir çok sanat eseri ve mabetler yapılmış, bilimsel hayat ve hukuk ilerlemiştir. Ur kralı Ur-Nammu döneminde bütün siteler yeniden tek bir hakimiyet altında toplanıp devletin sınırları I.Sargon dönemindeki gibi Elam ve Asur'a kadar uzanacaktır.

Ur-Nammu'yu asıl önemli kılan -dönemindeki siyasal genişleme ve maddî uygarlıktaki zenginlik kadar- bu kralın o güne kadar sözlü gelenek-görenek biçiminde varlığını sürdüren kanunları yazdırarak ilk yazılı hukuk metnini oluşturmasıdır. Oğlu Şulgi ise; kanunları sistemli bir biçimde bir araya toplamıştır. Bu dönemde Anadolu'ya (Kappadokya'ya) ticaret kolonileri gönderilir.

Sümerlerin yeniden güçlendiği bu dönemin sonlarına doğru Mezopotamya doğudan ve batıdan bir kez daha yabancı kavimlerin yeni göçlerinin yarattığı tehlikelerin tehdidine maruz kalır. Fırat ve Dicle nehirlerinin birbirlerine yakınlaştığı Mari bölgesi ve civarına yerleşen Sami ırkından Amurrular (Amorritler) batıdan, Elamlılar ise doğudan Ur sitesi yönetimindeki Mezopotamya'ya saldırdılar. Ur Kralı, Elamlılarla yaptığı bir savaşta yenilip esir düşünce M.Ö. 2.000 yıllarında Sümerlerin bölgedeki egemenliği de sona erer.


UR SÜLALESİNDEN SONRA MEZOPOTAMYA (M.Ö. 2000-1800)

Bu dönem; Mezopotamya'da egemenliğin Sümerlerden Samilere geçiş devridir. M.Ö. II.bin yıl başında tüm Mezopotamya'ya egemenliğini kabul ettiren III.Ur sülâlesinin Elamlılar ve Amurrularca yıkılmasından sonra Sümer ülkesinde siyasî birlik bozulmuştur. Böylece Mezopotamya tarihinde "İsin-Larsa Devri" adı verilen ve şehir devletlerinin egemen olduğu bir dönem ortaya çıktı.
Aralarında İsin ve Larsa da olmak üzere Eşnuna, Mari, Terga, Hana, Babil ve Asur gibi bir çok site bağımsız hâle geldi. Çoğu Samilerce kurulan bu siteler arasında sürekli çatışmalar vardı ve bu durum M.Ö. 18.yüzyıl ortalarına dek sürecektir. Özellikle İsin ve Larsa arasındaki mücadelenin temel nedeni ise Nippur'a hakim olarak Basra Körfezi ticaretini elde tutmaktır.

Kent devletleri arasındaki çatışmalarından yararlanan Elamlılar Aşağı Mezopotamya'yı istilâ ederek kendi devletlerini kurdular. Yerel kralların kendi sitelerini yönetmesine izin veren Elam Devleti kendi sonunu hazırlar ve bu kent devletlerinden biri olan Babil isyan ederek bölgedeki Elam işgaline ve karışıklığa son verir. Aynı dönemde kuzeyde de Asur kentinin gittikçe geliştiği görülür.


BABİLLİLER ESKİ BABİL DÖNEMİ/1.BABİL DEVLETİ (M.Ö. 1800-1600)
M.Ö. 2.000 yıllarında Arabistan yarımadasından çıkan bazı göçebe kavimler Akdeniz kıyılarına gelip yerleşirken bunlardan Amurru (Batı Samileri) koluna mensup bazıları Mezopotamya'nın Akad bölgesine sızarak buraya daha önceden gelmiş Sami gruplarla birleşerek büyük bir Sami topluluğu oluşturdular ve yıllarca Sümer-Akad hakimiyetinde onların kültürüyle bütünleşerek yaşadılar. Babil şehrini de bunlar kurdu.
Amurrular, III.Ur sülâlesi döneminde Sümer-Akad devletinin zayıflamasından yararlanıp daha önceden işçi, tacir, ücretli asker vb. olarak özellikle çevresinde toplandıkları Babil'de üstünlüğü ele geçirip bir prenslik kurdular. Bu sitenin ilk yöneticilerinin Elamlılara bağlı olduğu sanılıyor. Daha sonra coğrafî konumunun uygunluğundan da yararlanan Babil sitesinin krallık durumuna gelmesi M.Ö. XIX.yüzyıldır.

Babil'in 6. kralı Hammurabi M.Ö. yaklaşık 1790'larda önce Sümer ve Akad kentlerini Elam Kralı Rim-Sin'i yenerek ve Elamlıları bölgeden çıkararak tek bir yönetim etrafında birleştirdi. Böylece Sümer ve Akad ülkesinin kurtarıcısı durumuna yükselen Hammurabi, devletinin sınırlarını kuzeydeki Asur ve Fırat boylarında bulunan ve yine Samilerce kurulan Mari sitelerini de alarak genişletirken aynı zamanda bölgesel bir devletten imparatorluğa geçişi de sağlamıştır. Bu devlete tarihte I. Babil Devleti (Eski Babil Krallığı) denir.

Hammurabi dönemi Eski Babil Krallığı’nın doruk noktasıdır. Hammurabi, kişiliği bakımından üzerinde bilhassa durulması gereken önemli bir kraldır. Çünkü dönemin siyasal ve sosyo-ekonomik ortamından yararlanıp eski çağın güçlü devletlerinden birini ortaya çıkarırken bir imparatorluk kurucusu olarak siyasal alandaki asker-komutan kişiliği kadar, Babil devletinin idarî, malî, hukukî alanlardaki yapılanmasındaki teşkilatçılığı onun sosyal kişiliğini de önemli kılar.

İyi bir komutan ve idareci olan Hammurabi aynı zamanda bütün gücüyle Mezopotamya'yı Samileştirdi ve Babil kültürünü Mezopotamya kültürü hâline getirdi. Hammurabi ilk kez ve tam anlamıyla merkezîleşmiş bir devlet yönetimi oluşturdu. O güne kadar Sümer siteleri birlik hâline getirilse bile başlarındaki ensilerin varlığına izin verildiğini, bunların merkezî idareye sık sık karşı çıkmaları nedeniyle kurulan imparatorlukların zayıf düştüğünü görüp bu yerel yöneticileri sitelerin başından alarak yerine kendisine bağlı valiler atadı.

Ordunun ve yönetimin kendi soyunun elinde toplanmasına özellikle dikkat etti. Öte yandan Babil şehri, devletin merkezi olarak kültür ve sanat ürünlerinin, ekonomik zenginliklerin getirilip toplandığı bir merkez oldu.

Böylece Babil'in merkez ve taşradaki birimlerinin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesini sağlayacak bir bürokratik kadro oluşturdu. Devletin başındaki kral olarak kendisi idareyi tek elden ve monarşik tarzda yönetmeye başladı. Bu yönetimi destekleyecek biçimde merkeze bağlı, geçimini kendilerine tahsis edilen topraklardan sağlayan bir ordu oluşturdu.

Hammurabi'yi tarihte önemli bir Sami imparatorluğu kurması kadar kanunları da ünlendirmiştir. Hammurabi'nin M.Ö. 1750’li yıllarda oluşturduğu sanılan kanunlarını, bölgesel devletten imparatorluğa geçiş sürecinde bölgelere göre değişmeyen bir örnek hukuk ve yönetim anlayışı kurmak için yaptığı sanılmaktadır.

Eski Sümer ve Akad kanunlarının, törelerinin ve fermanlarının toplanıp günün şartlarına göre yeniden düzenlenmesiyle oluşturulan ve tarihte bilinen ilk düzenli kanun derlemesi olan Hammurabi Kanunları; merkezî iktidarın bürokrasiden sonra tüm ülkeyi denetlemesini sağlayan bir aracı olmuştur.

Bu kanunlarla aynı zamanda tüm ülkede sabit pazar fiyatları da (fiyat kontrolü) geliştirilmiştir. Hammurabi, yaptığı bütün bu yasal düzenleme ve reformlarla donuklaşmış “tanrı-kral" anlayışından sosyal yönü olan "hayırsever hükümdar" kavramına geçişi de sağlamıştır ki, kendisi de yaptıklarını ve yasal düzenlemelerini anlattığı taş abidesinde "adil bir kral olarak halkı için yaptığı iyilik ve imar faaliyetlerini" dile getirir.


ASURLULAR (M.Ö. 2000- 626 / 620)
M.Ö. 2300-2000 yılları arasındaki süreçte Batı Samileri halkları Orta Mezopotamya ve Babil'e doğru hareketlenerek buralara yerleşmişlerdir. Asurluların; Akadcada Amorit, Sümercede Martu olarak anılan ve Sami kökenli bir dil konuşan bu Sami orijinli gruplarla Kuzey Mezopotamya'da eski Tel Halaf kültüründen gelme ve içlerinde Subaruların da bulunduğu bölgenin Asya kökenli eski halklarının kaynaşması ile oluşan melez bir ırk olduğu bilinmektedir.
Asur (Assur) sitesi, tanrı Asur adına kurulmuş ve kuruluş tarihi de tam olarak bilinmeyen bir şehirdir. Halkı da bu kentin adını taşır. Böylece M.Ö. 2.300-2.000 yılları arasındaki süreçte yörenin kültürü, politikası, dinî ve sosyal hayatı üzerinde eski unsurlara son verilerek derin izler bırakan bir gelişme ve değişme yaşanmaya başlanır.

İlk dönemleri hakkında fazla bilgi edinilemeyen Asurlular Hititlerden önce Anadolu'da ticarî faaliyetlerde bulunup özellikle Kapadokya'da ticaret kolonileri (Kültepe) kurmuşlar ve bu dönemlerde Akadların hakimiyeti altında yaşamışlardır.


ESKİ ASUR ÇAĞI (M.Ö. 2000-1600)
Asur’u bağımsız bir şehir devleti haline getiren kral İluşumadır (M.Ö. 2000). Daha sonraki krallar ülkenin imarı için çalışmışlardır. M.Ö. 1900'lerde Asur Krallığı giderek güçlenir ve tarih sahnesine çıkmaya başlar. Asur'u Orta Dicle Vadisi'nin en önemli devleti hâline getiren I.Şamşi Adaddır.
Bu dönemde Asur Krallığı'nın sınırları (bazı askerî saldırı ve politik değişmelere bağlı olarak zaman zaman değişmekle birlikte) doğudaki Zagros Dağları'ndan batıda Fırat nehrine, kuzeyde Toroslardan güneyde Babil düzlüklerine kadar genişlemiştir.

Bunca genişlemeye rağmen Asurluların rahat olduğu söylenemez. Zira Fırat'ın batısında ve Zagros Dağların'da yaşayan (Turuklular, Lulublar, Gutiler gibi) göçebe kavimler Asur ülkesine yaptıkları saldırılarla Asur'un güvenliğini hep tehdit eder olmuşlardır. I.Şamşi Adad'ı önemli kılan bir diğer neden de politik genişlemeye paralel olarak geniş bir yayılma politikası çerçevesinde Anadolu'ya kadar ulaşması ve bu topraklara giden ticaret yollarını ele geçirmesidir.

Bu dönemde Asur ve Anadolu arasındaki topraklarda siyasi egemenlik kuran güç aynı zamanda aynı güzergah üzerindeki ticaret yollarının kullanımını da tekeli altına almıştır. Asurlular da bu çerçevede Kuzey Mezopotamya'ya hakim olmakla Asur-Anadolu arasındaki ticarete güvenlik sağlamış ve tekel kurmuşlardır.

Eski Asur Devleti'nin ömrü uzun olmamıştır. I.Şamşi Adad'dan sonra gücünü kaybeden Asur Devleti'ni Babil hükümdarı Hammurabi, Babil'e bağlamıştır. Böylece Asur, M.Ö. 14.yüzyıla kadar Babil ve Mitanni devletlerinin siyasi nüfuzu altında kalmıştır.

Asurlular, M.Ö. 14.yüzyılda Hurri-Mitanni Devleti'nin Hitit hücumlarıyla zayıflamasından sonra yeniden bağımsızlığına kavuşarak Yukarı Mezopotamya, Güneydoğu Anadolu ve hatta Babil'i de egemenliği altına alabilmiştir. Böylece Asurlular Mezopotamya'nın Babillilerden sonraki egemeni olmuşlar, Babil Devleti'nin yöntemlerini benimsemişlerdir.


ORTA ASUR ÇAĞI (M.Ö. 1500-1000)

Amarna Çağı diye bilinen (Amarna; bir Mısır şehri ve Ön Asya'nın bu dönem tarihi ile ilgili çok sayıda Akadca belgenin bulunduğu bir arşive sahip) M.Ö. 1400-1300 yıllarında Babil ve Mitanni nüfuzu altında kalan Asur, bağımsız olunca da Babille olan mücadelesini sürdürdü. I.Salmanassar döneminde (M.Ö. 1275-1245) Mitanni ve Kassitlerle yapılan savaşlarda başarılı olunup Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu ele geçirilir.
I.Salmanassar'ın oğlu I.Tukulti-Nunirta'dan sonra Asur, Babil hakimiyeti altına girerken kral I.Aşşurdan döneminde ise (M.Ö. 1179-1134) Babil'e vergi vermek suretiyle yeniden bağımsız oldu. Kral I.Tiglatpilesar döneminde ise (M.Ö. 1112-1074) Asur devleti yeni bir yükseliş dönemi yaşayarak yeniden büyük devlet oldu.

Asur Krallığı Suriye ve Doğu Anadolu'yu kendine bağlayarak Akdeniz'e kadar ulaştı. Asur’un bu yeni yükselişini M.Ö. 1200’lerde vuku bulan Ege Göçleri nedeniyle Hitit Devleti'nin yıkılması ve dolayısıyla kuzeyden gelen Hitit tehlikesinin ortadan kalkması ve Aşağı Mezopotamya bölgesinin yerleşik hayata geçerek artık savaşçılık özelliklerini kaybeden Kassitlerden kurtarılmasının yarattığı uygun siyasal ortam sağlamıştır.

Ancak Asur'un bu dönemi de fazla uzun sürmemiş ve Orta Asur Devleti M.Ö. 1050'den sonra Arami göçünün etkisiyle yıkılmıştır. Bu dönemde Sümer-Akad kültürü nedeniyle ortak özellikler gösteren Mezopotamya halkına yeni bir etnik unsur olarak Aramiler de katılacak ve bölge yeniden şekillenecektir.


YENİ ASUR ÇAĞI (M.Ö. 1000-620)

I.Tiglatpilesar'ın ölümü ile genişlemesi duran ve hatta bir çok yerde hakimiyetini kaybeden Asur'un bu duraklama ve gerileme dönemi yaklaşık 200 yıl kadar sürmüştür. Bu aradaki uygun ortamdan yararlanan Ön Asya kent devletleri varlıklarını kendi başlarına sürdürecekler; Aramiler Suriye'de kuvvetli bir devlet kurarken İbraniler ve Fenikeliler de gelişecekler, Doğu Anadolu'da ise Urartu Devleti kuvvetlenecektir.
M.Ö. 9.yüzyılda Asur devletinin başına bir dizi kararlı ve güçlü kişilikli hükümdarın geçmesiyle Asur yeniden büyük bir güç hâline gelmiş ve Asur İmparatorluğunun temelleri atılmıştır. ll.Assurnasirpal (M.Ö. 883-858) Aramilerin elindeki Kuzey Suriye'yi ele geçirip yeni bir başkent olarak Kalah'ı kurarken; onun halefi lll.Salmanassar ise kuzeydeki Urartu Devleti ile savaşmış, doğudaki Medler'i egemenliği altına almış, batıda Toroslara kadar ulaşmıştır.

Yeni Asur Devleti (M.Ö. 745-612); bir darbe ile iktidarı ele geçiren ve Asur'un en önemli krallarından biri olan lll.Tiglatpilesar tarafından kurulmuştur. III.Tiglatpilesar (M.Ö. 745-727) Babilonya ile kurduğu ittifak sayesinde Urartu saldırılarını geri püskürtmekle kalmamış, Suriye'yi ve Babilonya'yı ele geçirmiş, ününü ve etkisini Yemen'e kadar ulaştırmıştır. Son derece katı bir yönetim politikası izlemiş, krallığı döneminde egemenlik alanı içindeki yerleşimlerin yerini değiştirmiştir.

III.Tiglatpilesar’ı takip edenler devleti genişletmeyi sürdürürler. II.Sargon döneminde (M.Ö.722-705) Asur en güçlü ve merkezî devlet düzeyine ulaşırken; II.Sargon M.Ö. 722'de Samaria merkezli İsrail ve Yuda devletlerini ve Kıbrıs'ı ele geçirmiş, sonra Urartuları yenip başkentleri Tuşpa'yı yıkmış, kendi hükümet merkezini ise Durşarrukin'e taşımıştır.

Sanherib (M.Ö. 705-681) ise M.Ö. 689'da Asur'a karşı ittifak oluşturmaya çalışan Babil'i tümüyle tahrip etmiş, Fenikelilerden Tir şehrini almış, Yahudilere din değiştirtip yeniden egemenlik altına almış ve parlak bir başkent olarak Ninive'yi kurdurmuştur.

Assarhaddon zamanında (M.Ö. 680-669) ise Asur İmparatorluğu Mısır'ı da alarak en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Ancak Asur'un kuzeyden gelen Kimmer tehlikesi ile uğraşmasından yararlanan Mısır M.Ö. 655'lerde Asurbanippal döneminde yeniden bağımsızlığına kavuşurken; Asur İmparatorluğu, Kimmer tehlikesini akıllı bir politika izleyip İskitlerle ittifak yaparak önlemiştir. Asurbanippal (M.Ö. 669-627) Mısır'ı elde tutmayı başaramamakla birlikte Babil ve Elam civarındaki isyanları bastırıp Elam Devleti'ni ortadan kaldırdı (M.Ö.639).

Ülke bu dönemde imar edilerek yeni şehirler kurulmuş, örnek kütüphane ve arşivler oluşturulmuştur. Ancak Asur İmparatorluğu ile İran'daki Medler arasında tampon bir bölge olan Elam Devleti'nin ortadan kalkmasıyla Medler çok geçmeden saldırıya geçtiler ve böylece Asur'un bu ihtişam devrinden hemen sonra imparatorluk dönemiyle tam bir çelişki teşkil eden süratle çöküş çağına girildi.

M.Ö. 65O'de yeniden kurulup M.Ö. 626'da da yeniden bağımsızlığını kazanan Babil ile birleşen Medler M.Ö. 614'de Asur'u, M.Ö. 612'de de Ninive'yi ele geçirip tahrip etmişlerdir. Asurluların son direnişi de M.Ö. 6O9'da kırılmıştır. O güne kadar mağluplarına acımasız ve sert davranmakla ve bu yüzden nefret uyandırmakla ünlü Asurlular'a bu defa Medler ve Babilliler çok acımasız davranarak tüm Asur şehirlerini yerle bir ettiler ve topraklarını da aralarında paylaştılar.


YENİ BABİL (KALDE) DEVLETİ DÖNEMİ (M.Ö. 626-539)

Asur devletinin ortadan kalkması üzerine doğusu ve kuzeyi Medlerin elinde bulunan Mezopotamya'da üstünlük bir kez daha Babillilerin eline geçmiştir. Ancak Babil halkı Eski Babil Devleti dönemine göre hayli değişmişti. Çünkü Sami göçü sırasında gelen bir Arami kabilesi olan Kaldeliler M.Ö. 1000 yıllarında Babil'e ulaşmışlar ve güçlü Babil kültürünü benimseyerek yazı dili olarak Babil dilini almışlardır. Mezopotamya içinden kaynaklanan bu son siyasal oluşuma Babil şehri ve onun hakim unsuru Kaldelilerin etkinliğine bakılarak Yeni Babil/Kalde Devleti denir.
Yeni Babil Devletini, önce Babil'e bağımsızlık kazandıran sonra da Medlerle birlik olup Asuru yıkan kral Nabupolassar kurmuştur. Onu takip eden II.Nabukadnezzar (M.Ö. 605-562) döneminde devlet doruk noktasına ulaşır. Mısır'da firavun Amasis'e karşı çıkan isyanlardan istifade ile Mısır üzerine yürümüş, Nil deltasındaki Mısır kentlerini yağmalamıştır.

M.Ö. 586'da Kudüs'ü alarak buradaki Yuda Devletine son vermiş, Kudüs'ü tahrip ederken Yahudileri Babil'e sürgün edip bölgeye kendi adamlarını yönetici olarak atamıştır. Bölgedeki isyanlar sürünce bu defa M.Ö. 582/581'de daha şiddetli bir biçimde cezalandırılan Yahudiler yeniden sürgüne tâbi tutuldular.

Böylece Yahudilerin M.Ö. 536'ya kadar süren yeni sürgün dönemleri başladı. Doğudaki güçlü Med Devleti ile dostane ilişkiler kurmanın rahatlığı ile Nabukadnezar hem Asurla hem de Suriye'deki devletler ve Mısırla mücadele edebilmiş, bu barışın verdiği güvence ile başkent Babil'i yeniden inşa etmiştir. Fethettiği ülkelerden ele geçirdiği kaynaklarla Babil'de Marduk Tapınağı, zikkuratlar, tapınaklar, kral sarayı gibi bir çok yeni yapı yapılmış veya genişletilmiştir. Babil'in Asma Bahçeleri de bu dönemde yapılmıştır.

Nabukadnezzar'dan sonraki krallar döneminde Babil devleti iç yapısındaki sağlamlığını yitirmiş ve yönetimde rahipler giderek güç ve etkinlik kazanır olmuşlardır. Bu arada İran'da Medlerin yerine Perslerin geçmesi hem Yeni Babil Devleti'nin hem de Mezopotamya'nın geleceğini etkileyen yeni sonuçlara yol açtı. Kyros (Kirus) yönetimindeki Persler Anadolu'daki Lidya Devletini yendikten sonra M.Ö. 539'da Babil'i de alarak Eski Ön Asya'nın tarihî mirasına konmuşlardır.


M.Ö. 539'DAN SONRA MEZOPOTAMYA

Mezopotamya M.Ö. 539-331 arasında Perslerin egemenliği altında kalmıştır. Başlarda site devletlerine verilen kısmî özerklik çıkan isyanlar üzerine tamamen ortadan kaldırılırken M.Ö.478'lerde Babil Krallığı Perslerce feshedildi. Bölgeye daha sonra Büyük İskender, onun ölümünden sonra Suriye'de kurulan Hellenistik Selevkos (Seleukos) Krallığı egemen olur ve her iki dönemde de bölge önemini muhafaza edip şehirler parlak dönemler yaşar. Ancak daha sonra bölgeye hakim olan Partlar döneminde (M.Ö. 141-M.S. 226) parlak dönem son bulur.
Bölgedeki Roma egemenliği kısa sürmüştür. Yeni bir Pers devleti olan Sasaniler (226-640) döneminde Mezopotamya Sasanilerin elinde kalmakla birlikte Roma/Bizans-Sasani mücadelesinin geçtiği alanlardan biri olur. M.S. 640'larda bölgeyi Araplar ele geçirir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.

Benzer Konular

27 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap
22 Nisan 2014 / Misafir Cevaplanmış
7 Ekim 2010 / alican-52 Soru-Cevap