Arama

Okçuluk Nedir? Okçuluk

Güncelleme: 13 Aralık 2018 Gösterim: 94.663 Cevap: 9
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

OKÇULUK

Ad:  okuluk.JPG
Gösterim: 2374
Boyut:  32.6 KB

1. Ok yapma ve satma işi.
Sponsorlu Bağlantılar
2. Ok ve yay kullanılarak yapılan spor.

Hz. Muhammet’in savaş aracı, sanat ve spor olarak okçuluğun öğrenilmesiyle ilgili öğüt ve hadislerini derleyen türkçe bir kitabı Mahmut II döneminde Eyüp'te imamlık yapan Abdullah bin İsmail kaleme aldı. Okçuluk terim ve deyimleriyle birçok şiir yazıldı. Nef’i’nin Kuyucu Murat Paşa için yazdığı kasidede sadrazamın ok atışı, bu hünerdeki ustalığı konu edinilir. Okun ve yayın nasıl yapıldığı, nasıl ok atıldığı konularıyla ilgili yapıtlar yazılmıştır. Bunlardan biri İstanbul’ un alınışından 1551'e kadar yetişmiş okçuları konu edinen Bahtiyarzade Haşan Çelebi’nin Ok ve yay risalesi'dir. Gelibolulu Âli, Haşan Çelebi’nin bıraktığı yerden alarak 1496 yılına kadar yetişen okçuları Kûnh ül-ahbar'da belirtmiştir. (Basılmamış bölümleri, İstanbul Üniversitesi merkez kütüphanesi, T. 5959.) Konuyla ilgili en önemli yapıt ise, Mahmut ll'nin kahvecibaşısı Mustafa Kâni'nin Telhisi resail ürrûmâl'ıdır (1847). Ağazade Ahmet Nami’ nin Okname'si (Millet kütüphanesi, no. 917), Kemankeş Mustafa’nın Kavisname'si (Millet kütüphanesi, no. 913), Abdullah Efendinin Tezkırei rûmâti (Topkapı sarayı müzesi kütüphanesi, E. H. no. 1318) vb. tanınmış kaynaklar arasındadır. Hünername'de de okçulukla ilgili minyatürler vardır.

—Spor. Fiber ya da çelikten yapılan yay ile fiber vb. hafif metallerden yapılmış oku, 10 daireden oluşan hedefe atma esasına dayalı spor. Okçuluk açık alanda (erkeklerde), 90, 70, 50 ve 30 m, bayanlarda 70, 60, 50 ve 30 m, salonlarda ise, 25 m uzaklıktan uygulanır. Bir yarışmada her sporcu toplam 288 atış yapar Hedefin çapı ok atış uzaklığına göre belirlenmiştir (90, 70 ve 60 m'lerde hedefin çapı 122 cm, 50 ve 30 m'lerde ise, 80 cm). Yarışmanın birincisi toplam puana göre belirlenir.

Türkiye'de


özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminden (1451-1481) başlayarak okçuluk sporuna büyük önem verildi. Haliç sırtlarında Okmeydanı düzenlendi; ünlü birçok okçu yetişti. Okçuluk etkinlikleri bir yönetmelikle yürütüldü; Okmeydanı’nda okçuların elde ettikleri bütün derecelerin yazıldığı sicil defteri tutuldu. Bu defterlere yazılabilmek için 900 gez (1 gez 66 cm'dir) uzaklığa ok atabilmek zorunluğu vardı. Deftere geçebilen okçuya, bir tür "lisans" anlamına gelen “kabza" verilirdi.

Okçuluk sporunda 1937’de Atatürk'ün buyruk ve yönlendirmesiyle çağdaş anlamda bazı girişimler oldu; İbrahim ve Şehir Özok kardeşler, Vakkas Okatan, Prof. Necmettin Okyay, Hafız Kemal Gürses ve Halim Baki Kunter’in çabalarıyla okçuluk etkinlikleri yeniden başladı. Ancak, Beyoğlu halkevi'nin yapısı içinde "Ok spor kurumu”nun kurulmasına karşın Atatürk' ün ölümüyle (1938) bu çalışmalardan olumlu bir sonuç alınamadı.

Uzun yıllar sonra 1953 ve 1960'ta zamanın cumhurbaşkanlarının ön ayak olmalarıyla okçuluk etkinlikleri yeniden başladı. 8 mart 1961'de ilk bağımsız Türkiye Okçuluk federasyonu kuruldu; başkanlığına da Fazıl Özok getirildi. Bu tarihten sonra Avrupa Okçuluk şampiyonası’nda gençlerde Yücel Cavkaytar birincilik, büyüklerde de Cemal Değirmencilerin ikincilik kazanmasının dışında başkaca bir başarı sağlanamadı ve etkinlikler sürdürülemedi. 1982’de kapatılan Okçuluk federasyonu bir yıl sonra (1983) yeniden kuruldu ve başkanlığına Dr. Uğur Erdener getirildi. Bu tarihten sonra türk okçuluğu en önemli başarısını 1983 I. Balkan Okçuluk şampiyonasında erkekler ve bayanlarda ikincilik elde ederek sağladı. Son dönemde bayanlarda Tülin Çavlı, erkeklerde izzet Avcı kırdıkları rekorlarla sık sık kendilerinden söz ettirdiler.

Okçuluk federasyonu,


Türkiye'de okçuluk Sporu ile ilgili etkinlikleri yürüten federasyon. Bir süre Atıcılık federasyonunun yapısı içinde çalışmalarını sürdürdü ve 8 mart 1961 'de bağımsız bir federasyon oldu, başkanlığına Fazıl Özok getirildi. Okçuluk federasyonu 1982’de kapandıysa da, 1983'te Uğur Erdener'in başkanlığında çalışmalarına yeniden başladı. Federasyon, günümüzde İstanbul, Ankara, Sakarya, Eskişehir, Bursa ve Bolu'da çalışmalarını sürdürmektedir.
Kaynak: Büyük Larousse
BAKINIZ Ok Nedir?

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 13 Aralık 2018 23:32
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #2
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  okçuluk2.JPG
Gösterim: 1263
Boyut:  26.0 KB
okçuluk

cansız bir hedefe okla atış yapmaya dayanan spor.
Sponsorlu Bağlantılar

Savaş ve av silahı olarak yay ve okun kullanımı, Avustralya dışında bütün dünyada çok eski bir geçmişe uzanır. Eski halkların çoğunda eğlence ve yanşma amacıyla ok atmanın yaygın olmasına karşın, bunun bir spora dönüşmesi yay ve okun askeri bakımdan önemini yitirmeye başladığı döneme rastlar.

Tarihçe


Modem okçuluk sporunun beşiği olarak İngiltere ve İskoçya kabul edilir, ilk pkçuluk dernekleri 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere’de kuruldu. 19. yüzyılda İngiltere’den ABD, Kanada ve Avustralya’ya geçen okçuluk, gerçek anlamda bir spor dalı niteliğini ancak 1930’larda kazandı.

Olimpiyat Oyunları’nda erkekler okçuluk yanşmalarına 1900’den 1920’ye değin (1912 dışında), bayanlar okçuluk yarışmalarına ise 1904 ve 1908’de yer verildi. Daha sonra uzun süre oyunlar dışında tutulan okçuluk yarışmaları, 1972’den başlayarak yeniden oyunlara alındı. İlk dönemdeki yanşma dallan duran ya da uçan kuşları vurmaya dayanıyordu. 1904 St. Louis Olimpiyat Oyunlan’nda İngiliz okçuluğunun Amerika’ya uyarlanmış dallannda yarışan bütün sporcular ABD’liydi.

1908 Londra Olimpiyat Oyunlan’nda İngiliz tipi yanşmaları Ingilizler, “Avrupa tipi” yarışmaları ise Fransızlar kazandı. Kara Avrupa’sına özgü dallann yer aldığı 1920 Anvers Olimpiyat Oyunları’nda yanşmalar bu ülkelerden gelen sporcuların üstünlüğüyle sonuçlandı.

Okçuluk karşılaşmalarını düzenlemek amacıyla Belçika, Fransa, Polonya ve İsveç’in 1931’de kurduğu Uluslararası Okçuluk Federasyonu’na (FITA) İngiltere 1932’de, ABD 1933’te katıldı. 1933’ten başlayarak iki yılda bir düzenlenen Dünya Okçuluk Şampiyonası yalnızca II. Dünya Savaşı’nda kesintiye uğradı. Belirli uzaklıklardaki hedeflere atış biçimindeki FITA okçuluk karşılaşmaları, 1957’den sonra iki turda yapılmaya başladı. 1985’te okçuluğu izleyicilerin de ilgisini çeken bir spor olarak geliştirmek amacıyla Büyük FITA Turnuvası adı altında yeni bir turnuva geliştirildi.

Yeni yay


Okçuluk sporunda 1930’a değin kullanılan uzun yaylar porsukağacmdan kesilen tek bir parçayla yapılır ve sıcaklık ile nemden etkilendiği için yanşmalar dışında gergin bırakılmazdı. Aynca uzun yay kullanmak büyük ustalık gerektirirdi. Daha sonra geliştirilen, plastik ve cam elyafından yapılma bileşik yaylarla ısı ve nem değişikliklerinin etkisi büyük ölçüde ortadan kalktı.

Eski ağaç yaylar en fazla 273 m dolayında bir mesafeye, yeni bileşik yaylar ise 774 m’ye kadar ok atabilmektedir. Tam olarak gerilmiş bir yayın bırakılmasıyla yaydan oka geçen enerji oranı da, eski yayların iki katıdır. Yeni yayların hızı saniyede 65 m’ye ulaşırken, eskilerin hızı saniyede 45 m kadardır. Yeni yayların biçimi Türk yaylarına benzer.

Oklar alüminyum alaşımlarından ya da cam elyafından yapılır ve tüyden kanatlann yerine plastik kanatlar kullanılır. Okların ucu çelik, yay ipleri naylondur.

Donanım


Modern yayların uzunluğu, okçunun boyuna göre değişmekle birlikte, genellikle 167 cm’yi bulur (uzun yaylar, atıcının boyunda olurdu). Okların uzunluğu ise 56-76 cm arasında değişir. Yayı tam olarak germek için gereken enerji miktarı ya da yayı germe gücü, erkeklerde 14-23 kg, bayanlarda 9,5-19 kg arasında değişir. Okçular okları, bellerine asılı bir oklukta taşırlar. Kirişi germede kullanılan parmaklan korumak için bir eldiven ya da parmak koruyucu takılır. Yay serbest bırakıldığında, kirişi çeken kolu korumak için kolun iç tarafına bir kolluk yerleştirilir. Yayın göğüs ya da omza çarpmasını önlemek için göğüslük takılır.

Okçuluk alanı genellikle kuzey-güney yönünde uzanan düz bir çimenlikten oluşur. Atışlar kuzey yönüne doğru yapılır. Sıkıca sarılmış hasırdan oluşan daire biçimli hedefin çapı 1,22 m, kalınlığı 10 cm’dir. Hedefin ön yüzü çeşitli renklerde çemberler çizilmiş bir bezle kaplanır. Merkezden dışa doğru 9, 7, 5, 1 olarak numaralanmış bu çemberler puanları hesaplamada kullanılır. İngiltere ve ABD’deki hedeflerde 5, FITA karşılaşmalarındaki hedeflerde 10 çember vardır. Hedeflerin büyüklüğü, atış mesafesine göre değişir.

Yarışmalar.


Bir okçuluk karşılaşmasında, her turda belirli bir uzaklıktan belirli bir hedefe belirli sayıda ok atılır. Puanlar tur ya da turlar sonunda hesaplanır. FITA turnuvalarında atış mesafeleri erkekler için 90, 70, 50 ve 30 m, bayanlar için 70, 60, 50 ve 30 m olarak saptanmıştır. Her mesafeden 36’şar ok atılır.

Türkiye’de okçuluk


Köklü bir okçuluk geleneği olan Türkler, Osmanlı döneminde de bu spora büyük önem verirlerdi. İstanbul’da okçuluk yarışmalarının düzenlendiği özel alanlar vardı. Okçuların elde ettikleri dereceler sicil defterlerine kaydedilirdi.

Modern okçuluk sporu 1937’de başlamakla birlikte ancak 1960’larda gelişti. 1961’de kurulan Türkiye Okçuluk Federasyonu okçuluğun yaygınlaşmasını ve uluslararası yarışmalarda başarı kazanan bazı okçuların yetişmesini sağladı. Bunlardan Yücel Cavkaytar Avrupa gençler şampiyonu, Cemal Değirmenciler büyükler kategorisinde ikinci oldu. 1982’de kapatılan federasyon 1983’te yeniden kuruldu. Aynı yıl Türk milli okçuluk takımı erkeklerde ve bayanlarda Balkan İkincisi oldu. 1992’de Uluslararası 5. Altın Ok Okçuluk Yanşmalan’nda bayanlarda Türkiye takım halinde birinci oldu.

Okçuluk sporunun öteki türleri için bak. hedefe atış, menzil atışı. Bireysel ve takımlar arası dünya ve Olimpiyat şampiyonları için bak. spor ve oyunlar: sonuçlar (okçuluk); Olimpiyat Oyunları.
kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 13 Aralık 2018 23:59
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
12 Kasım 2006       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Okçuluk
Dünyanın en eski sporlarından biri olan okçuluk, ok ve yayın kullanıldığı bir atıcılık sporudur.

Bazı ülkelerde hâlâ ok ve yayla avlanılır; ama günümüzde ok ve yay daha çok okçuluk yarışmalarında kullanılır. Okçuluk yarışmala­rında genellikle iç içe halkalardan oluşan bir hedefe ok atılır. Okçular okla vurdukları halkaya göre sayı kazanır. Uzaklık yarışmala­rında ise bir hedef.yoktur. Oku en uzağa atan yarışmayı kazanır.

Okçulukta, ok ve yayın çeşitli bölümlerini belirtmek için özel terimler kullanılır. Pek çok türü olan ok genel olarak üç ana bölüm­den oluşur. Okun sivri metal ucuna temren, orta bölümünü oluşturan çubuğa sap, arka bölümüne kuyruk takımı denir. Kuyruk takı­mında, okun kirişe oturmasını sağlayan bir kertik ve gövdeye takılmış olan kuştüyleri ya da kanatçıklar vardır. Okun havada dengeli uçuşunu sağlayan bu kanatçıklara yelek de­nir. Yay kirişinin tam ortasında, okun arka­sındaki kertiğin oturacağı bir yer vardır. Buraya oturtulan ok, kirişi geren sağ el oku tutmasa da yerinde durur. Kiriş, biri okun üstünden, ikisi altından geçen üç parmakla gerilir.
Yayın ağırlığı onu germek için gereken güçle belirlenir. Eski yaylara göre çok daha hafif olan modern yaylar ağaç, alüminyum, çelik ya da cam elyafından yapılır. Kullanıla­cak yayın ağırlığı, okçunun ağırlığına ve gücüne göre değişir. Eskiden tahtadan yapı­lan oklar günümüzde alüminyum alaşımları ya da cam elyafından yapılır.

Okçulukta doğru bir atış yapabilmek için beş temel hareketi öğrenmek gerekir. Bunlar, duruş, takma, germe, tutma ve bırakma hare­ketleridir.
Solak olmayan okçular bu hareketle­ri aşağıda anlatılan biçimde yaparlar.
Duruş: Omuzlar ve kalça hedefle dik açı oluşturacak biçimde yan dönerek durulur. Yalnızca baş hedefe doğru döner.
Takma: Okun arkasındaki kertik kirişin ortasındaki yerine yerleştirilir ve ok sapı, yayı tutan sol elin işaretparmağı üstüne dayanır.
Germe: Yayı tutan kol kaldırılıp hedefe doğru uzatılır. Aynı anda sağ elle tutulan kiriş, işaretparmağı çenenin altına gelecek, kiriş çenenin ortasına değecek ve okun arkası nişan alan gözün altına gelecek biçimde ge­rilir.
Tutma: Her şey dengelenip nişan almana kadar bir iki saniye beklenir.
Bırakma: Kiriş yavaşça, sarsmadan bırakı­lır. Kiriş bırakılırken nişanın bozulmamasına ve ok hedefe ulaşana değin ellerin hareketsiz tutulmasına dikkat edilir.
Ad:  okçuluk.JPG
Gösterim: 1932
Boyut:  42.3 KB

Okçu, oklarını koymak için bir ok torbası (1), kirişi gerdiği parmakları için bir parmak koruyucu (2), yayı tutan kolunu ve elini korumak için bir kolluk (3) ve el koruyucu (4) kullanır. Ok atıldığı sırada yayın sarsılmadan tutulabilmesi için yayın üzerinde iki dengeleyici (5) vardır.

Hedef sıkıca sarılmış hasırdan yapılır. Çapı 1,22 metre, kalınlığı 10 santimetredir. Önyüzü bir brandayla kaplıdır. Üzerinde çeşitli renkler­de iç içe çemberler vardır. Tam ortasındaki dai­re sandır. Altın adı verilen bu bölüme saplanan ok 9 sayı kazandırır. Onu çevreleyen öbür hal­kalar merkezden dışarıya, sırasıyla kırmızı (7), mavi (5), siyah (3) ve beyazdır (1).

Türkiye'de okçuluğun köklü bir geleneği vardır. Osmanlı döneminde İstanbul'da okçu­luk yarışmalarının düzenlendiği özel alanlar vardı. Okmeydanı adı, bu alanların günümü­ze kalan bir izidir. Türkiye'de modern okçu­luk sporu 1937'de başlamış ve 1961'de Türki­ye Okçuluk Federasyonu'nun kurulmasından sonra gelişmiştir. Türkiye ulusal okçuluk takı­mı 1983'te Balkan ikinciliğini kazanmıştır.

Taş Devri'nden başlayarak hem avda hem de savaşta kullanılan ok ve yay en eski silahlardan biridir. Bütün yaylar aynı temel ilkeye göre çalışır. Oku fırlatan güç, gergin kirişin geriye doğru çekilmesiyle geri­len yaydaki potansiyel enerjidir. Kirişin ser­best bırakılmasıyla boşalan yaydaki bu enerji, okun oldukça büyük bir uzaklıktaki hedefe ulaşmasını sağlar.

Basit yaylar esnek ve sağlam bir ağaç çubuktan (örneğin porsukağacından) yapılır. Ortaçağda kullanılan uzun yaylar buna örnek­tir. İnsan boyundaki bu yaylar 1 metre uzun­luğunda okları 270 metre uzaklığa atabiliyor­du. Asya'da kullanılan yayların yapımında ise ağaç, boynuz, sinir ve tutkal kullanılırdı. İyi bir yayın yapımı yıllar alırdı. Boyu daha kısa olan bu yaylar at üstünde de rahatlıkla kulla­nılırdı.

Daha karmaşık bir silah olan arbalet (Tatar yayı) tahta, boynuz ya da çelikten bir yay ve bu yayı taşıyan tahtadan bir destek, yani kundak'tan oluşuyordu. Yay bir zemberekle gerilir ve kundağa oturtulan kısa, kalın metal oklar 150 metre kadar uzağa atılırdı. Arbale-tin eski ve çok büyük bir örneği Romalılar'ın kullandığı mancınıktır .

Oklar genellikle üç bölümden oluşur. Okun ucundaki sivri bölüme temren, orta bölümü­nü oluşturan çubuğa sap, sapın arka bölü­mündeki tüy ya da kanatçıklara da yelek denir.

İlk oklarda temren, bir çubuğun ucuna bağlanan, sivri uçlu bir taş ya da bir kemik parçasıydı. Sonra metal temrenler yapıldı. Eskiçağlarda kullanılmış olan okların temren­leri günümüze kadar kalmıştır. Ahşap bölü­mü çürümüş olan bu okların temrenlerine Avrupa'da, Afrika'da, Kuzey ve Güney Amerika'da ve Mısır, Çin, SSCB gibi ülkeler­de rastlanır. En eski temrenler Kuzey Afrika' da Fas'ta bulunmuştur. Afrikalı Pigmeler ve Güney Amerika Yerlileri'nin bir bölümü tem­renine zehir sürdükleri oklarla avlanırlardı. Çinliler, havada giderken deliklerinden rüz­gâr geçtiği için ıslık sesi çıkaran içi boş temrenli oklar yaptılar. Uzun İngiliz yaylarıyla atılan okların demir temrenleri vardı.

İlk temrenlerin çoğu, kolay yontulan bir taş olan çakmaktaşından yapılırdı. Kuvarsit, vol­kan camı, yeşim ve arduvaz gibi taşlar da temren yapmakta kullanılmıştır. Kemik, tah­ta, boynuz, denizkabuğu, bakır ve demirden yapılan temrenler de vardır.
Değişik boyut ve biçimlerde yapılan tem­renlerin uçları her zaman sivri ve keskindir; sapa bağlanan arka bölümleri ise düz, sivri ya da yuvarlak olabilir. Temrenlerin keskin ke­narları düz ya da içbükeydir. Bazı temrenler üçgen, bazıları oval, bazıları da söğüt yaprağı biçimindedir.

Temren oka çeşitli yöntemlerle bağlanırdı. En iyi yöntemlerden biri, okun ucunda bir oyuk açıp, temrenin arkasını buraya yerleştir­dikten sonra bağırsak ya da sinirden yapılmış bir iple sıkıca bağlayarak sağlamlaştırmaktı. Bazen temreni oka sıkıca tutturmak için çamsakızından yapılan yapıştırıcılar kullanı­lırdı.

Bulunan bir temrenin kaç yıllık olduğunu ve onu hangi ulus ya da kabilenin kullanmış olduğunu söylemek güçtür. Bir uzmanın bile bunu söyleyebilmesi kolay değildir. Arkeo­loglar, toprakaltından çıkarılan bir temrenin yaşını ve türünü saptayabilmek için genellik­le, onunla birlikte çıkarılan çömlekler, mızrak başları, kemik biz ve iğneler, taş baltalar, iskeletler ve yapı kalıntılarından yararla­nırlar.
Folsom denen bir temren türü yalnız ABD' de bulunur. Ok ucu mu, yoksa mızrak ucu mu olduğu bilinmeyen bu temren, yan yüzü boyunca uzanan oluktan kolayca tanınır. Ta­banında tavşan kulağına benzeyen çıkıntılar olan Folsom temreni ilk kez New Mexico'da, Folsom yakınlarında bulunmuştur. Batıda bu­lunanların en eskilerinden biri olan Folsom temreninin 10.000-20.000 yıllık olduğu sanıl­maktadır.
kaynak: Temel Britannica
Son düzenleyen Safi; 14 Aralık 2018 00:06
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
9 Mayıs 2007       Mesaj #4
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY

Türk Okçuluğu


MsXLabs.org

GENEL BİLGİLER
Ok Türk'ler tarafından i'câd edilmiştir. Daha önceki devirler hakkında bir bilgimiz olmadığı için ok ve okçuluğun en parlak zamânının Osmanlı'lar devrine rastladığını söyleyebiliriz.
Ok ile ilgili Hazret-i Muhammed'e atfedilen 40 hadîs, Sultan İkinci Mahmud zamânında Eyüp Câmi'i imâmı Abdullah Efendi tarafından tefsîr ve tercüme edilerek pâdişâha sunulmuştur.
İslâmiyet'in ilk zamanlarında Arap oklarının mesâfesi bugünkü ölçülerle 500 metreyi geçmiyordu. Osmanlı'ların elinde ok 845.5 metreye kadar fırlatılmıştır.

ÜNLÜ OKÇULAR
Osmanlı'lardan önceki dönemlerde yetişen Türk Okçuları hakkında elimizde maalesef bir kayıt yoktur. Bundan ötürü yalnız Osmanlı'lar döneminde yetişmiş ok pehlivanlarının adları zamânımıza ulaşmıştır. Bu pehlivanların lâkab ve adları şöyledir:
  • Deve Kemâl
  • Solak Havandelen
  • Bursa'lı Şûcâ
  • Tozkopan iskender (Okmeydanı'nda bugüne kadar geçilemeyen iki menzilden biri olan 1281,5 gez mesâfeli menzilinin sâhibi...)
  • Gürz sinân
  • Benli karagöz
  • Mîra'lem Ahmed Ağa (Ahmed Paşa, Kemankeş Ahmed Beğ, Kaptân-ı deryâ Ahmed Paşa. Okmeydanı'nda bugüne kadar geçilemeyen iki menzilden biri olan 1279,5 gez mesâfeli Güneydoğu menzilinin sâhibi.)
  • Yahyâ Ağa
  • Arabacı Mahmûd
  • Lenduhâ Câfer
  • Çullu Ferrûh
  • Zehgîrci Kâsım
  • Kuburcu Hüsrev
  • Kosta Hüseyin
  • Güre Tosun
  • Araboğlu İbrâhim
  • Lokumcu Solak Ali
  • Sığırcı Kâsım
  • Parpul Hüseyin Efendi
  • Kör Kâmil
  • Üfürükçü Ece
  • Usta Karaca
  • Yatmazağaçoğlu Bâlî Beğ
  • Kemhâcı Dîvâne Kâsım
TAŞ DİKEN PÂDİŞÂHLAR
Üçüncü Selîm (1012 gez)
Sultân İkinci Mahmud (1225 gez... Pâdişâh atışlarının en uzun mesâfelisi...)

ÜNLÜ TAŞLAR
Okmeydanı'nda 15inci yüzyıldan bu yana en uzun gezli taşlar şunlardır:
1. 1251,5 gez mesâfeli Bursa'lı Şûcâ menzili
2. 1279,5 gez mesâfeli Tozkoparan İskender menzili
3. 1271,5 gez mesâfeli (lodos menzilli) Kaptan Ahmed Paşa menzili
4. 1281.5 gez mesâfeli (gündoğusu menzilli) Tozkoparan İskender menzili

1. YAY


Yayların boyu 11-12 tutamdır.
Yay birinci, orta, ikinci boy olmak üzere üç boy olur.
Umûmîyetle dört parçadır: Ağaç, tutkal, sinir, kemik.
En büyük yay 115, en hafif yay da 95 dirhemden fazla veyâ noksan olmamalıdır.
Yapılışı güç ve büyük bir dikkat isteyen yay hassâsîyetini asırlarca muhâfaza edebilir.
Bâzı kuvvetli pehlivanlar 115 dirhemden daha ağır yaylar kullanmışlardır. Bursa'lı Şûcâ yıldız menzili taşını 107, Tozkoparan İskender Edirne'deki menzil taşını 130 dirhemlik yaylarla yapmışlardır.
Osmanlı'larda Muhiddin, Süleymân, Usta Pervâne, Büyük ibrâhim, Yahyâ, Mehmed isimlerindeki ustalar Osmanlı yaylarına zerâfet, estetik ve balistik mezîyetler vermişlerdir.

Yay Ağacı
En iyi yay ağacı Gerede'de yetişen Akça ağaçtır. Tutkalı çok fazla emerler. Bu karaağaçların ihtiyâr gövdeleri kesilir, kökten çıkan sürgünler iki bilek kalınlığında olunca yerden 25 santim kadar yukarıdan 13-14 tutam kesilir. Ortadan eşit olarak iki kısma ayrılır. Bir kazandaki soğuk suda üç gün bekletilir. Üç günden sonra kazanın altına ateş yakılarak kaynatılır. Bu kaynama süresi de üç gündür. Sonra ağaçlar çıkarılır. Talaş alevine tutulur. Biraz suyunu çektikten sonra tutkala yatırılır. Ağacın tutkalı iyice emmesi beklenir.
Bu işlemden sonra ağaç, kalın tahtalara oyulmuş, iki ucu içine kıvrık kalıplara sıkıştırılır ve urganlarla bağlanır. Asıl i'mâl devri kalıptan çıkarıldıktan sonra başlar. Kurulduktan sonra dış tarafa gelecek kısmına sinir yapıştırılır.
Yay ağacı 10 yıl bekletildikten sonra işlemeye alınır.

Tutkal
Tutkal yay ağacına elastıkîyet veren bir maddedir. Yayın en mühim maddesini teşkîl eden tutkal, çok titiz hazırlanan bir maddedir. Yay tutkalları bilhassa Gelibolu civârındaki Çakal (Çokal) köyünde yapılır ve bu isimle anılır.

Sinir
En iyi sinir için, Trakya'da yetişen inek ve öküzlerin ayak bileklerinden diz kapaklarına kadar olan sinirler bir araya toplanır, yıkanır, kurutulur, kaynatılır ve eritilir. Bu erime sinirlerin lif lif ayrılmasını te'mîn eder, Sinir, yayın kurulduktan sonra dış tarafına gelen kısmına i'tinâ ile döşenir.
Bu hesâblar öylesine incedir ki, meselâ puta yaylarına öküz siniri, menzil yaylarına inek siniri döşenir. Bu işlem yaya müthiş bir elastikîyet verir.

Kemik (Boynuz)
Yay kemiği tâbîr edilen boynuz bilhassa mandaların boynuzlarının dış kenarından yapılır. Boynuzun en sert yerleri de kenarlarıdır. Menemen yöresinde yetişen uzun boynuzlu genç öküzlerin boynuzları makbûldür. Boynuzların dış kenarları kökten uca kadar bir kapak hâlinde kesilir. Kazanda kaynatılır. Sonra çam alevinde yumuşatılır ve düzeltilir. Dar tahta kalıplara sıkıştırıldıktan sonra kurutulur, yay tahtasına Çakal tutkalı ile yapıştırılır, üzeri raspa edilir.

Çelik
Kabzanın tam orta kısmına isâbet eden ve iki boynuzun arasında kalan iki milimlik aralığa beyaz bir kemik yerleştirilir ki buna da çelik denir.

Çile
Çile, yayın iki ucuna takılan ve oku fırlatmaya yarayan bir kaytandır. Harp yaylarında çile yerine koyun ve keçi gibi hayvanların bağırsaklarından yapılan gâyet kuvvetli bir ip kullanılır. Çile saf ipektir. Günlerce kaynatıldıktan sonra gölge yerde kurutulmaya bırakılır. Sonra bükülerek ip hâline getirilir. Çile yalnız yarışma yaylarına takılır.

Özel bilgiler
Yaylar i'mâl edilirken meşhûr ustalar ağaç yağlanmasın diye yağlı yemek, kuru fasulye yemezler, yayı odun veyâ kömür dumanından bucak bucak saklarlar. Bundan sonra eğer süslenecekse yayın dış kenarına altın yaldızlarla resimler yapılır, çile takılacak yer açılır, cilâsı tamamlandıktan sonra yay i'mâli tamamlanmış olur.

Tılsım
Türk yayları ile Avrupa yayları arasında ilk bakışta dikkati pek çekmeyen fakat bilhassa uzun mesâfe atışlarında çok lüzûmlu olan bir özellik vardır. Türk yaylarında kabza çıkıntısı dışa doğrudur. Beden kısmının kasan gezine yakın olan taraflarında hissedilir bir kalınlık vardır. Tanguç (tonguç) başlığı denilen kısım ise bir ayın iki ucu gibi muntazam kıvrılmaz ve içeri doğru eğiktir. Bu iki özellik yüzlerce yıllık denemelerden sonra elde edilmiştir.
Yayın da kılıç gibi incelik ve tılsımları Avrupa'lar tarafından bir türlü keşfedilememiştir.

Yayın Kurulması
Yay kurulmadan önce uçları içe kapanıktır. Okçu bu uçları tutup kabza kısmını dizine dayar, iki ucu tersine kıvıra kıvıra birbirlerine yaklaştırır ve kirişi takar. Atışlardan sonra yay boşaltılır yâni kiriş çıkartılır. Yay da kurulmadan önceki hâlini alır. Yay rutûbetsiz bir ortamda duvara asılarak korunur. Yarışma yaylarının uçları halkadan yeni çözülmüş yaylar gibi içeriye fazlaca kıvrık değildir.

2. OK


Çubuklar
Türk'ler oku çam ağacından yaparlar. Çamın her cinsiyle ok yapılmaz. Osmanlı'lar uzun yılların tecrübelerinden geçtikten sonra Kaz Dağları'nın bir kaç bölgesindeki çamların ok yapımına en uygun ağaçlar verdiğini görmüşlerdir. Bayramıç'taki Çavuşlu köyü ve çevresindeki 20 küsûr köy, ok çamı kesmek sûretiyle geçimlerini sağlamışlardır. Çamların bilhassa saz telli, kaya telli, koğaz ve peltek denen cinsleri ok için en uygun olanlarıdır. Her yıl sonbaharda çamların suyu hafif çekildiğinde bilek kalınlığındaki sürgünler, yerden 25-30 cm. yukarıdan 125-150 cm. uzunluğunda, budaksız olmak şartıyla kesilir. Kalınlıklarına göre iki veyâ dört kısma ayrılır. Keskin bıçaklarla düzeltilerek rutûbetsiz bir odada üç ay bırakılır. Daha sonra 20-25˚'lik odalara konur. Sararıncaya kadar bu harârette bekletilir. Ok çubukları bu harârette çok bekletilirse esneme kâbilîyetini kaybeder. Çubuklar bu süre içinde yağını vermiş ve tamâmiyle kurumuş olur. Bundan sonra 15-16˚'lik bir sıcaklık içinde üç yıl ilâ beş yıl bekletilir. Ancak bu süre sonunda çubuklar ustaların ellerine geçer ve kullanılacakları işe göre kısım kısım ayrılırlar. Ağaçların bu zamânına tav zamânı denir. Harp okları başka, tâlîm okları başka, yarış okları başka olur.
Oklar vazîfelerine göre adlandırılırlar. Muhârebe okları, hedef okları, uzun mesâfe okları gibi... Ayrıca bunların da çeşitli tipleri ve adları vardır.
Okların en hafifi 2 dirhem 1 çekirdek olanıdır.
Oklar boyları ne olursa olsun 24 derece diye bir nisbet üzerinden kabûl edilir. Baş taraftan 4 derecesi boğaz, ondan sonra gelen 7 derecesi göbek, ondan sonraki 6 derecesi şalvar, son kalan 7 derecelik parçaya da ayak denir.

Yelek
Okların üzerine kuğu, kerkenes, karabatak ve tavşancıl kuşlarının tüyleri yelek olarak yapıştırılır. Yelek okun dengesini ve havayı yarmadaki kolaylığını sağlar. Tımarlanmış ceylân derisi de yelek olarak kullanılabilinir. Daha çok yaşlı karabatak kuşlarının tüyleri makbûldür. Ebuş denilen ok cinsine balıkçıl kuşunun tüyleri helezônî olarak sarılır. Tüylü oklar diğerlerine göre daha pahâlı ve makbûldür.

Başak (Temren)
Okun ucuna konulan sivri demire başak veyâ temren (temürgen) adı verilir [*5]. Acem'ler buna peykân derler.

Sesli Oklar
Yarışmalarda kullanılan kılavuz oklar havada seyrederlerken ses çıkartırlar. Bu ses okun yelek kısmına yakın açılan bir delikten geçen hava ile oluşur. Sesli okun mu'cidi Büyük Türk Kağanı Tanrıkut Mete'dir [*6].
Ok ağacını 5 yıl bekletilip sonra işlemeye alınır.
Ok da kılıç gibi mukaddes sayılır, üzerine yemîn edilir.

3. OK ATIŞINDA USÛL

Ok atmada bacakların gövdenin ve kolların duruşu çok önemlidir.
Ok atışında, yay kabzası üzerine sarılan hafif tutkallı bir bezin yaptığı çıkıntı, sol elin başparmağının etli kısmından sonra gelen avuç içi çukurluğuna oturtulur. Kabza hava sızmayacak şekilde kavranır. Önce alttan iki parmak kabzaya dolanır, sonra orta parmak bez çıkıntısının üstüne çekilir. Şahâdet parmağı orta parmağın üstüne kıvrılır, başparmak da orta parmağın kabzaya sıkı sıkı sarılmasını sağlar.
Kabzayı kavrayan sol el bileği düz durmalıdır. Yayı tutan sol el tam burun, kirişi çeken sağ el de tam kulak hizâsında olmalıdır. Ayrıca kabzayı kavrayan sol elin ortasından kirişi tutan sağ elin dirseğine kadar olan mesâfe düz bir hat üzerinde bulunmalıdır. Sağ kolun omuzdan yukarı veyâ aşağı kayması hem nişân almaya hem de mesâfenin uzun veya kısalığına te'sîr eder.

4. OK YARIŞMALARI VE KÂİDELERİ


Ok atmaya yeni başlayan istîdâtlı kimselere boy, kol, pazu kuvvetine göre yaylar ve oklar verilir. İlk bakışta pek kolay görülen ok atma aslında güç ve devâmlı ekzersiz isteyen bir iştir.
İstîdât ve kâbilîyetli olup da yarışmalara girmesine izin verilen genç okçuların ellerine yay ve ok almalarına müsâade edilir. Buna icâzet denir. Bir genç tîrendâz beşyüz metreye kadar ok atabilmelidir. Okçular kategori olarak beş sınıfa ayrılırlar: 500 cüler, 700 cüler, 900 cüler, 1000 ciler, ve 1100 cüler. 500 metre mesâfeye atabilenler meydana kabûl edilirler. 700 ve 900 gezi aştıktan sonra o okçuya meydan şeyhleri tarafından kabza verilir ve yarışlara girme hakkı tanınmış olur. Bu barajın aşılmış olması meydan hakem ve şeyhlerinin şâhitlikleri ve yeminleriyle tasdîk edilir. Bu yeni okçu için parlak bir tören yapılır, meydan şeyhlerinin hazır bulundukları bir yarışma düzenlenir, hürmet olsun diye önce şeyh ve eski taşçılara ok attırılır, sonra duâlar yapılarak genç okçuya başarı dilenir, o da ok ve yayını öperek başına koyduktan sonra atışa başlar. 1000 ciler yarışmalarda 9 ok, 1100 cüler ise 11 ok atmak hakkına sâhiptirler.

5. TAŞ


Diğer Bilgiler

Bir okçu atış yaptığı yere bir taş diker. Buna ayak taşı denir. Okun düştüğü yere dikilen taşa da ana taş adı verilir. Okçu ile hedef arasındaki düz hattın sağ tarafına sancak, sol tarafına kabza denir. Ok hedeften 30 adım sağa veyâ sola düşerse karavana atılmış sayılır. Kılavuz oklar ses çıkaran oklar olup, havacılara (hakem) düştükleri yeri bu sesle belli ederler. Hedefi aşan okçulara "ok kaçırdı" denir. Ok sporunda havacılık çok tehlikeli bir meslektir. Hedefin veyâ menzilin hemen etrâfında bulunan havacılara ok saplandığı görülmüş hâdiselerdendir.
Yaylar kurulduktan sonra meydan görevlilerinden biri yüksek sesle hakemlere bağırarak "Hava eyle" der. Havacılar da tülbentlere sarılmış küçük taşları havaya atar ve yerlerini belli ederler. Okçular o yöne yönelir, oklarını atarlar. Okun toprağa saplanışını havacılar iki diz üstüne çöküp kulaklarını toprağa dayayarak anlarlar.
Toplu hedef atışlarında okçular iki takım hâlinde kümeleşirler. Hangi takımın önce atacağı kur'a ile belirlenir.

Yeni Taş Dikme
Uzun mesâfe atışlarında, yeni taş diken bir okçu çıkarsa, o okçu için büyük bir tören yapılır. Eğer pâdişâh meşgûl değilse akşam saray sofrasına dâvet edilir. Yeni taşın tesbît edilmesi için okun düştüğü yer havacılar tarafından gösterilir. Dört meydan şeyhi ve yarışmada hazır bulunan ihtiyâr taşçılar hep birlikte oraya gider, gözleriyle görür, tekbîr ve duâlarla oku topraktan çıkarır, Fâtihâ'lar okurlar, üç İhlâs-ı Şerîf bağışlarlar. Bu duâlar ölmüş taşçıların rûhlarına ithâf edilir. Yeni taş diken okçu da sağ elini yayın kabzası üzerine kor, tekbîrler bittikten sonra Fâtihâ okunurken, hey'ette bulunanlar, ellerini okçunun elleri üzerine koyarak yeni taşı tasdîk ederler. Yere saplanan ok genellikle o okçuyu yetiştiren hoca tarafından topraktan çekilir, etekle silinir ve okçuya verilir. Hoca yoksa meydandaki en eski taşçı bu işi yapar ve "mübârek ola" diyerek oku sâhibine verir. Meydan töreni bu kadardır. Ancak yeni taşçı o gün meydanda bulunan okçulara ve meydan şeyhlerine bir ziyâfet borçlanır. Bu ziyâfet okçunun mâlî durumuna göre yapılır. Eğer okçu yoksulsa durum pâdişâha arz edilir ve ziyâfeti bizzat pâdişâh verir. Ziyâfetlerin masrafı en az 100 akçadır.

6. OSMANLI ORDUSU'NDA OK TÂLİMLERİ


Osmanlı Ordusu'nda ok tâlimlerine çok önem verilir. Ok hafifliğine ve görünüşteki sâdeliğine göre pahalıya mâl olan ve uzun emek isteyen bir mermi gibidir. Asker için bunun bir tekini bile boşa atmak züldür. Hele savaşlarda bir tek oku bile boşa atmak, Türk okçusu içi afvedilmez bir nefs cezâsıdır.
Bayram günlerinde, zafer şenliklerinde, pâdişâh düğünlerinde, şehzâde sünnetlerinde düzenlenen eğlenceler ve yarışmaların çoğu ok üzerinedir. Fâtih'in şehzâdelerinin sünnetinde, nişâncıların bir at nalını vurup ortadan parçaladıkları, yüksek bir direğin başına asılan bir feneri koşarak ok atmak sûretiyle indirdikleri, polat levhaları deldikleri, 500 m. uzaklıktan oda penceresi büyüklüğündeki deliklere (~ 1 m. x 1 m.) ok geçirdikleri, bir dakîkada 90 ok atışı yaptıkları bilinir. Aslında Ordu içinde bir dakîkada 90 ok atan okçular çoğunluktadır.
Birinci Kosova savaşında zafer okçular sâyesinde elde edilmiş, Fâtih'in Uzun Hasan'la yaptığı Otlukbeli savaşı da yine Türk okçularının ustalıklarıyla kazanılmıştır.

7. YARIŞMA ALANI: OKMEYDANI


Bugünkü Okmeydanı Ak Şemseddîn Hoca'nın arzûsuyla ve Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın emriyle düzenlenmiştir. Fetih sırasında Bizans'lılar şehrin küçük büyük bütün putlarını Ayasofya'ya doldurmuşlardı. Fâtih bunların san'at yapısı olanlarının bir yerde saklanmasını istedi. Bir kısmını imhâ ettirdi. Taş veyâ ağaçtan yapılmış büyük putların 12 tânesi Okmeydanı'nın muhtelif yerlerine dikildi. Yeniçeriler bunlara ok atarak nişân tâlimleri yaptılar. Putlara atılan ilk oka "Puta ok" adı verildi. Bu olaydan sonra nişân atışlarında küşâd edilen ilk oka, kemânkeşler arasında "puta oku" denilmiştir.
Okmeydanı o çağda köşklük, bağlık, bahçelik idi. Burasının yarış alanı olması kararlaştırıldıktan sonra Fâtih'in vezîri Fâik Paşa, bağ ve bahçeleri satın aldı. Subaşı Midilli'li Dâvût Beğ'in de bulunduğu bir mecliste herkesin parası teslîm edildi. Bu istimlâkten sonra meydandaki ağaçlar kesildi, evler yıkıldı, arâzî düzeltildi. Bir emrî fermân çıkartılarak bu sâhaya bağ, bahçe kurmak, su kanalı açmak, kuyu kazmak, mevtâ gömmek gibi şeyler kesin olarak yasaklandı. Meydanın bakım ve gözetimi yeniçeri ağasına verildi.
Târîhçi Ali Efendi'ye göre meydanın hudûdları şöyledir: "Sivrikoz Çardağı yerinden yıldıza doğru büyük böğürtlene ve incire, Yeniçeri Ağası Karagöz Ağa ile Galata Kadısı'nın diktikleri taşlara, bu taşlardan Manol Bağı'na, beylik büyük karlıktan Çakılı Tepe'ye, gündoğusunda Helvacı Karlığı'na, kıbleye doğru Câferâbâd Bahçesi'nin hendeğine, Atıcılar Tekkesi'nin yanındaki yola kadar olan saha."

Okmeydanı Yarış Alanının Yönetimi
Okmeydanı'nın yarış alanının kendine has bir idâre şekli vardır. Okçuluk Türk'lerde ordulararası bir yarışma şeklini almıştır. Bu durumda da yarışmaların bir düzen ve kâide içinde yapılması mecbûriyeti doğmuştur. Bu düzenlemeler kısaca şöyledir:
Okmeydanı'nı yönetenler dört kişidirler:
1- Kemânkeşler şeyhi
2- Atıcıbaşı
3- Baş hakem
4- Meydanın dâhilî işlerine bakan şeyh
Bu dört şeyhin emrinde 6şar kişi vardır. Ayrıca havacılar denen ve okların düştüğü yeri tesbît eden bir kadro da bulunur. Bunlardan başka meydanın bakım ve temizliği için 17 levent ayrılmıştır. Başta bulunan dört şeyh müşterek kararlarıyla yeniçeri ağasından sonra en çok selâhîyet sâhibi kimselerdir. Bunlar kahramanlıkta, okçulukta, ilim ve fende ileri gitmiş pâdişâha yakın kişilerdir. Saraya ve sofraya serbest girip oturabilirler. Yarışçılar arasındaki münâkaşa ve anlaşmazlıkları hallederler ve verdikleri karar pâdişâh tarafından dahi bozulmaz. Bu dört şeyh aynı zamanda taş dikmiş olan kimselerdir. Meydan usûl ve âdetlerine uymayan pehlivanlara evvelâ kemankeşler şeyhinin dışındaki üç şeyh ihtârda bulunurlar. Okçu bu ihtâra rağmen uslanmazsa vazîyet meydan kemankeşler şeyhine arz edilir, o da bir nasîhatta bulunur. Eğer kabâhat yine tekerrür ederse bu dört şeyh toplanır, suçluyu çağırır, kendisine, "Bizimle oturma..." diyerek onu meydandan kovarlar. Meydandan kovulan okçu bir daha yarışlara giremez, meydan sâhası içinde yay kullanamaz. Ancak o pehlivan kabâhatini i'tirâf, meydan kâidelerine uyacağına dâir yemîn eder, dört şeyhin elini öper, şeyhler de onu afvederlerse bu kere yay üzerine yemîn eder, yayı öpüp başına kor ve böylece yeniden meydana dönebilir.

8. OK VE YAYIN DİLİMİZE KAZANDIRDIĞI TERİMLER


Ok ve yayın dilimize kazandırdığı, bugün dahi anlamını bilmediğimiz hâlde kullandığımız üç terim vardır. Bunlar,
1- İki dirhem bir çekirdek = Abartılı bir giyimi ve bir yürüyüşü olan kasıntı kimse
2- Kepâze = Utanılacak bir fiilde bulunan kimse
3- Çile çekmek = Zor bir işi becerirken eziyet görmek, yapılan bir hatâdan ötürü vicdân azâbı duymak
Bu terimlerin asıl anlamları ise şöyledir :
1- İki dirhem bir çekirdek = Aslında altın tartısıdır. Fakat aynı zamanda okların da tartısı olmuştur.
2- Kepâze = Sert yarış yaylarından çok daha kolay çekilebilen hattâ 5 yaşındaki çocukların bile çekebilecekleri hâle gelmiş yaylara verilen addır. Bu yaylar yalnız idmanda kullanılır. Kolların kuvvetini sağlasın diye okçular, her sabah bu kepâze denilen yayı 100 ilâ 200 kere çekerek idman yapar, daha sonra sert yaya geçerler. Yayın böylece çekilip bırakılması zamân içinde kepâze sözünün halk dilinde istihzâ makâmında kullanılmasına yol açmıştır.
3- Çile çekmek = Yayın çilesini çekmek... Çile çekmek sabır isteyen bir iş olduğundan bu mânâda kullanılagelmiştir.
Açıklamalar:
  • gez = 66-70 cm.
  • tutam = ~ 10 cm.
  • dirhem = 3,5 gr.
  • çekirdek = 1 dirhem/4 = 0,875 gr.
  • Mızrak başlıklarına yalman denir.
  • Motun Yabgu, Oğuz Kağan, Zülkârneyn Yalavaç... (Kağanlık yılları, M.Ö. 209-174)
  • O zamanki bâzı işâretler bugün kalmadığından veyâ isimleri değiştiğinden bugün meydanının nereden başlayıp nerede bittiğini bilmek mümkün değildir. Bu arâzî bugünkü ölçülerle yaklaşık 400 dönüm (400000 m²) civârında olmalıdır.

9. OK MÜSABAKALARI


Ok müsâbakalarında başlıca iki çeşit atış vardı:
1-Menzil atışı, yâni uzun mesâfeye atış
2-Puta atışı, yâni hedefe atış
Hedefe atış müsâbakaları, eski ta’bîriyle puta koşuları kişiler arasında yapıldığı gibi ekipler arasında da yapılırdı. Hedefe en çok isâbeti olan ekip koşuyu kazanır, öndül ona verilir. İki ekip berâbere kalmış bulunursa taksîm olunurdu.
Kişiler arasındaki hedefe atış müsâbakalarında iki kişi berâbere kalacak olurxsa müsâbakaya iştirâk edenlerin cümlesi yeniden atarlar. İçlerinden birisi en çok isâbet te’mîn edinceye kadar müsâbakaya devâm olunur, en çok vuran öndülü alırdı. İki kişi nişana ok atıp ikisi de berâber vursalar nişanın ortasına yakın vuran ötexkini geçmiş sayılırdı. Fakat öndülü alabilmek için en az isâbetin (üç) olması lâxzımdı. Şimdiye kadar anlattığımız; muayyen bir mesâfeye konulan hedefin karxşısına geçilerek yapılan atışlardır.
Hedefe atış müsâbakalarının bundan başka şekilleri de vardır. Ve bâzıları pek zordur. Bunlardan biri ip altından yapılan atışlardır. Bu atışlarda 2,5 zira’-i mi’mârî yüksekliğine bir ip gerilir üç zira’ kadar gidilip ipin altından hedefe ok atılırdı. İstanbul ok meydanında yapılan puta atışlarında hedef olan sepet 300 gez mesâfede bulunurdu.
Mısırda yapılan müsâbakalarda ise puta 140 gez mesâfeye konurdu. 300 gez mesâfeden bâhusus ip altından hedefi vurmak çok güçtü. Onun için herkes Istanbul’a varıp, üstadlar arasında hedefe ok atamazdı. Puta atışlarında diz çöküp ip altından hedefe ok atılan yerle hedef düz bir yerde yâni aynı hizada olursa vuruş kolay olurdu. Fakat hedef yeri, İstanbul ok meydanında olduğu gibi, yüksekte olursa hedefe oku i’sâl etmek çok güçtü. Zîrâ atış esnâsında yumruk biraz kaldıxrılsa ok ipin üstünden gider; ok ipin altından yürütüldükte bayıra isâbetle hedefine gitmez. Okun hedefi vurabilmesi için gâyet mahâetli atış yapmak, oku ipin altınxdan fakat ipe gâet yakın âdeta temas eder bir vazîyette geçirmek lâzımdır. Hexdefe atışın bir şekli de yüksek bir direğin üzerindeki bir yumruk veyâ maşraba büyüklüğünde küçük bir hedefi koşar atla direğin altından geçerken vurmaktır. Hedefin küçüklüğü, atış için ayrılan zamanın bir andan ibaret olması, nihâyet ok atabilmek için her iki elin dolu dizgin giden bir at üstünde kullanıldığı düşünüxlürse bunu yapabilmenin ne kadar mahârete, idmana ve kuvvete ihtiyâc gösterdiği anlaşılır.
Uzun mesâfeye atış müsâbakalarına gelince: Bunda da riâyet olunan bir çok esaslar vardı:
1- Aranılan ilk esas müsâbıklar arasında muâdelet şartı idi. Bunu te’mîn için okçular dört sınıfa ayrılmıştı:
1-İhtiyarlar (emekli atıcılar).
2-Dokuzyüzcüler.
3-Binciler.
4-Binyüzcüler.
Uzun mesâfeye atış müsâbakalarına girebilmek için asgarî 900 gez mesâfeye ok atarak (kabza almak) yâni (Lisanslı okçu) olmak şarttı. 1000 gez mesâfeye atabilmiş olanlar Dokuzyüzcülerle, Binyüz geze atmış olanlar da bincilerle atamazlardı. Her sınıfa dâhil olanlar kendi emsâli arasında müsâbaka yaparlardı. Uzun mesâfe atışlarında ok, 80 gez aralıkla dikilmiş iki bayrak arasına atılırdı. En ileri giden ok müsâbakayı kazanır. Fakat iki bayrağın arasına düşmeyen yâni bayrakların dışına Çıkan oka itibar edilmezdi.

2- Atış adedi sayılı idi ve gittikçe artan bir sıra ta’kîb ederdi:
İhtiyarlar: beşer
Dokuzyüzcüler: yedişer
Binciler: dokuzar
Binyüzcüler: onbirer
ok atardı. Binyüzcülerin koşusuna başkoşu da denirdi. Bu koşuya giren müsâbıklar muayyen olan onbir ok üzerinden atış yaptıkları gibi sözleştikleri kadar da atabilirlerdi.

3- Müsâbaka ve öndül için ok atıldıkta, atanların cümlesinin yay ve oklarının müsâvi olması, yâhut cümlesinin bir yayla ve aynı evsafta ok ile atmaları lâzımdı.

4- Dört sınıfa ayrılmış olan müsâbıkların atacağı okların nevileri de muxayyendi. İhtiyarlar Azmayiş denilen okla, dokuzyüzcüler Heki ile binciler ve binyüzcüler Peşrev cinsi okla atış yaparlardı.

Ödül koymakta esâs bunu velâyet-i ammeyi hâiz olan devlet reisinin koyması idi. Fakat bâzı şerâitle şahısların dahi ödül koyması câiz idi. Burada en çok dikkat edilen nokta koşuların ve ödülün sporu teşvik edici mahiyetten çıkmaması, xxxxx hâlini almaması idi. Meselâ iki kişi at, araba yarıştırmak veyâ ok yarışmak murâd etseler ikisi birden ödül koyup hangimiz geçerse o alsın demek memnu’ idi. Biri koşu koyup biri koymasa, koşu koyan geçerse vermez kendinde kalır. Arkadaşı geçerse almak câiz olurdu. Müsâbaka üç kişi arasında olur da ikisi ödül koyup biri koymazsa, ödülü koymayan geçerse ödülü alır, ödülü koyanlardan biri geçerse ödül kendinde kalırdı. İki üç kişi arasında böyle olduğu gibi daha fazla kimseler arasında da aynı usûl cârî idi. Müsâbıklar kendi aralarında tutuşup ödül koydukları gibi müsâbakaları tertîp edenler de kazananlara verilmek üzere ödüller koyarlardı. Bu takdirde, şerâiti uyarınca müsâbakaları kazananlara ödülleri verilirdi.
Nişana ok atma müsâbakalarında diğer bâzı şartlar da vardı.
Meselâ: Nişan uzak olup vurulması, yahut yakın olup da vurulmaması muhal olursa, yahut puta münâsip bir mesâfede olup da bilâ-fâsıla yüz ok vurmak gibi mükâfat verilmesi, muhâl bir şarta ta’lîk edilmiş ise yapılan mukâvele akdi batıl sayılırdı. Mahâret sâhibi olan bir sporcu ile müptedînin mukâvelesi sahîh sayılxmazdı. Öndülün nev'i, akça ise miktârı ve iptidâ kimin atacağı müsâbakadan evvel ma’lûm bulunmak lâzım gelirdi. Koşuda ekipler sıra ile ok atar ve her ekipte bir hakem bulunup atıcıların ayaklarını ayak yeri denilen atış mahallinden ileri bastırmamağa nezâret ederdi.
Atılan ok çıkışta olan fesaddan dolayı hedefe uzak düşse dahi muayyen atış adedine mahsûb edilirdi. Lâkin ok temiz bir çıkış ile yaydan kurtulup da yolunda giderken bora gibi bir hava ârızasına uğrar, yâhut kuşa çarpar veyâ çıkıştaki şiddete tahammül edemeyip de yolda paralanırsa sayılı olan atış adedine mahsûb edilmeyip yerine bir daha atmak i’câb ederdi. Nişan atışlarında ok atılan putayı, yahut sepeti rüzgâr yerinden kaldırıp başka bir yere getirse, hedefin rüzgâr ile varxdığı mahalle ok da varıp isâbet etse bu vuruş mu’teber sayılmaz. Fakat ok, hedefin yerini değiştirmezden evvel durduğu yere konarsa isâbet vâkî olmuş sayılırdı.
Uzun mesâfe atışlarında olsun, nişan atışlarında olsun tesbît edilmiş daha birçok esaslar varsa da bunların burada tafsîline girişmek mevzu’umuz dışındadır. Arzettiğimiz i’zahat müsâbakaların tesbît edilmiş bir takım şartlar dâiresinde muayyen usullere uygun olarak yapıldığını, hassasiyetle riayet olunan kaideleri, nizâmları ve kanunları bulunduğunu göstermeğe kifayet eder.

10. ÖDÜLLERİN ÇEŞİTLERİ


Müsâbakalarda kazananlara verilen ödüller oldukça tenevvü arzederdi. Ağır kumaşlar, ipekliler, şallar, hil'atler yâni çok kıymetli ve ağır elbiseler, koç, at, kısrak gibi hayvanlar maddî ve manevî kıymeti haiz nevi eşya ve hâtıralar, yahut da para kullanılan ödüllerin başlıcalarıdır. Târihte bu ödüllerden biri de insan kanı olmuştur. Bu emsalsiz mükâfatı kazanan târihî şahsiyet meşhûr Türk sporcularından Sinan Subaşı'dır. Sinan Subaşı Silifke dizdarı iken Karamanoğlu kaleyi almış. Böyle kale verenleri öldürtmek zamanın hükümdarının mutadı imiş. Fakat kendisi ok müsâbakalarında namdar ve Istanbul’da delikli kaya yıldız menzili'nde 1119,5 gez mesâfe ile menzil sâhibi yâni rekortmen olduğundan kanı menziline öndül olarak ihsan edilmiş ve böylelikle mahkûm edildiği ölümden kurtulmuştur.

Sert ve kalın hedefleri delmek törenleri:
Ok atışlarının üçüncü bir nev'i de zarp vurmak dedikleri atışdır. Bu atışta gösterilen hüner demir veyâ tunçdan yapılmış safihaları okla vurup delmektir. Bu madenî safihalara eski spor teriminde Ayna derlerdi. Ve maharetli atıcılar okları ile bunların üste üste konulan bir çoğunu kolayca delerlerdi.
Zarp vurmak denilen atışlar için de büyük merâsim yapılırdı. İlkin toplantı mahalli ta’yîn edilir ve vilâyet hâkiminden izin buyurultusu alınırdı. Üstad atıcılar her birine ok, yay, şeker, balmumu, hilâl ve tarak gibi haline münasip hediyeler gönxderilerek merâsime davet olunurdu. Halkta zevk ve sürür hasıl etmek için zamanın muzikası (mehterhane) getirilir, sabah ve akşam bir sofra yemek verilirdi. Üç gün bu minval üzere ziyafet ve ahenk edip ondan sonra zarp vurma atışlarına başlanırdı. Merâsimde bulunacak ayan-ı vilâyetin seyir ye temaşaları için oturacak yerler tertip olunur, eli ayağı, kılığı kıyafeti düzgün müstahdemler altın kâselerle seyircilere gûnagûn içecek sunarlardı. Kemankeş Mustafa'nın Kavîsnâme’sindeki tâbi’r veçhile “bunları bî-kusur ve lâ-küsur cümlesini hazır ve müheyya eylemek” şarttı. Kemankeş Mustafa'nın bu eserinde 46 ve 47nci sayfalarda bulunan bâzı izahatı, husûsîyeti itibarile, aşağıya aynen iktibas ediyoruz:
“Vilâyet hâkiminden izin buyurultusu alıp cemiyet olacak mahal ta’yîn oluna. Mertebesince üstadlara berveçh-i hediye kimine yay ve kimine ok ve kimine şeker ve kimine balmumu ve hilâl ve tarak gibi herkesin her birine ve haline münasip hediyeler ihda olunduktan sonra filân gün filân mahalde cemiyetim vardır, lûtfedüp teşrif buyurasınız diye davet eylemek gerektir. Ve halk-ı âlem zevk ve sürür hasıl olmak için mehterhane getirip ve bir sofra yemek sabahda ve akşamda anda yemek gerektir. Üç gün bu minval üzere ziyafet ve ahenk edip andan sonra meydan ortasında bir direk dikip uracak aynaları cendereye sıkdırıp ve cendereyi ol direğe muhkem bend edesin ki asla hareket etmeye ........ ve nice ayanı vilâyet ol mahalle gelip seyr ü temaşa etseler gerektir. Onun için oturacak yerler tertip olunup mahbûbân-ı hûb rûyân zerrin kâseler ile gûnagûn eşürbeler ulaştırıp bahşışlar alsa gerektir. Bunları bî-kusur ve lâ-küsur cümlesini hazır ve müheyya eyledikten sonra meydanın ortasına gelip......”
attığı oklarla yanyana sıkıştırılmış müteaddit madenî safihaları delecek olan atıcı pehlivan (Okçu) mehterhane heyecanlı havalar çalarken hedefin karsısına geçer, yaxyından şimşek gibi fırlayan oku ile aynayı vurur, okunun temren denen demir ucu aynayı delip öte tarafından çıktığı zaman derin bir zevk ve takdir ile merâsimi ve atışları seyreden halkın alkışları ortalığı kaplardı. Sertleştirmek için temrenlere su verilirdi. Temrenin suyu yazın sert olması kışın ise sert olmaması lâzımdır. Dexmir aynalara atıldığı zaman temreni ok üzerine gayet sıkı tatbik etmek lâzım gelir. Tunç safihalara atıldığı zaman o derece sıkı olmazsa da zarar vermez. Su verilerek tavlanan ve sertliği te’mîn olunan demir temrenli oklarla demir aynalara yapılan atışlarda çok dikkatli bulunmak gereklidir. Bu atışın tehlikesini eski müelliflerden Mustafa şöyle anlatmaktadır:
"Zarp okundan gayet sakınasın. Nice kimseleri kör etmiştir." (Kavisnâme).
Türklerle meskûn her yerde bu gibi müsâbakalar ve atışlar asırlarca devam etmiştir. Edirne’li Hasan Çelebi, Kânûnî devrinde yazmış olduğu risalede ok yay yapan veyâ kullanan büyük şöhretlerin “iki evli köye kadar girmiş ve yayılmış” olduğunu tasrih etmiştir.
Son devirlerde 2nci Mahmut devrinde Istanbul Okmeydanındaki atışları seyretmek isteyen Amerika elçisinin bir gün meydana geldiği ve büyük Türk şâiri Abdülhak Hâmid merhumun büyük pederi Hekimbaşı Abdülhak Monla'nın kendisine refakat ederek mihmandarlık vazîfesini ifa eylediği, o devrin ok atışlarını tesbît etmiş olan Mustafa Kânî merhumun “Risâle-i Menzilân-ı Meyxdan” adlı eserinin 9uncu sayfasında yazılıdır. İstitrâd kabîlinden kaydedelim ki Hekimbaşı Abdülhak Monla da, oğlu Hayrullah Efendi de 900 geze ok atıp merâsimle kabza almış birer kemankeşdir. Her ikisi de atıcılar sicillinde kayıtlıdır. Büyük şâir Abdülhak Hâmid babadan babaya sporcu bir ailenin çocuğudur.

Orta ve Şarkî Asya Türklerinde muhtelif vesîlelerle yapılan şenliklerde olduğu gibi umûmî veyâ husûsî ma’tem merâsiminde de spor hareketleri ve millî oyunlar eksik değildir.
Grodekov'un Kırgızlar hakkındaki kitabında ölen erkeğin yıl dönümünxde yapılan Beyge'ye dâir i’zahat mevcut olduğu gibi (N. I. Grodekov, Kirgizi i Karakirgizi sır -dariinskoy oblasti, Tom. I; Yuridiçeskiy bıt; Taşkend, 1885. Seyhan mıntakası Kırgız ve Karakırgızları, Cilt. 1; Hukuk; hayat, S. 253-255.), Katanof'un Orta ve Şarkî Asya Türk Kavimlerinde Defin A’yînleri hakkındaki kitabında da bu xxxxx dâir malûmat vardır (N. P. Katanof, O pogrebalnıh obriyadah u Türkskih plemen Tzentralnoy i Vosloçnoy Azii, Kazan. 1844, S. 24.).
Orta Asya Türkleri’nde revacta olan ve Huday yolu denilen âdet de geniş spor hareketlerine ve millî oyunlara vesîle olur. Huday yolu hayır yapmak isteyenlerin umum için tertip ettiği ziyâfetlerdir. Bu gibi hayrat yemekler muhtelif sebeplerle fakat yalnız bir maksatla yapılır: Tanrı’dan yardım, merhamet, mağfiret ve ihsan dixlemek, yahut da yaptığı ihsanlar için şükran arz eylemektir.
Ölüleri anmak, hastaların şifa bulmasına dua etmek için yapıldığı gibi ailede erkek çocuğun dünyaya gelmesi, hasta akrabanın şifâyâp olması, mebzûl hasad ve sâire gibi sebepler dolayısıyla da yapılır. Huday yoluna yapıldığı yerin ahâlisi kâmixlen dâvet edildiği gibi her gelen geçen de alakonur.
Huday yolu ne kadar uzakta olsa çağıranın sesini duyup da gitmemek pek ayıp sayılır. At yarışları, nişan atma müsâbakaları, pehlivan güreşleri, toylar gibi Huday yolunun da başlıca hareketini teşkîl eder. Bunlar bittikten sonra da’vet sâhibinin evinde misâfirlere yeşil Îran çayı ile şeker ve daha sonra pilâv, muhtelif Türkmen yemekleri ikrâm olunur. Halk hânendeleri ve çalgıcıları çalgı çalar, şarkı söylerler. Bakşılar şiirler okur.
Prof. A. Samoyloviç, Göktepe avulunda ikâmeti esnâsında Kahşal avulunda yapılan bir Huday yolunu görmüş ve müşâhedelerini Türkmen Oyunları eserinde tafsilâtlı olarak nakletmiştir.
Türk’lerin zinde ve hareketli hayatını yalnız son yıllardaki muharrirler ve müdekkikler değil eski muharrir ve müverrihler de ehemmiyetle kaydetmişlerdir. Bunxların içinde dikkate son derece sayan olanlardan biri Câhiz'in bin yüz küsur sexnelik bir târihe mâlik olan Fazâil-ül Etrâk risâlesidir.
Câhiz Türk’lerin iftihâra değer vasıflarını, huylarını, nasıl harp ettiklerini, vücutlarını idmanla nasıl yetiştirdiklerini etraflıca anlatmıştır. Türk’lerin kuvvetini, savletini, cesâretini o kadar kuvvetle tavsîf etmiş ve tebârüz ettirmiştir ki kitabının bir yerinde Türk’lerin yiğitliği söylenirken onları arslana benzetmenin abes bir hareket olduğunu bile zikretmiştir.
Bir Arap müellifinin Türk’ler hakkındaki bu târihî şahâdeti ayrı bir kıymeti ve husûsîyeti hâizdir.
Câhiz'in kitabından aldığımız bâzı kısımları aynen aşağıya dercediyoruz:
“Türkün savleti şiddetli, azmi mekîndir. Atı hiç tetiğini bozmayarak düşman üzerine alabildiğine gider. Düşmandan korku nedir bilmeyen ve sırası gelince hayatını istihkâr etmekten kaçınmayan Türk, hayvanını böyle alıştırmıştır. Atını bir defa çevirse bile at dönmez bilâkis dolu dizgin gider. Meğer ki birkaç defâ zorxlasın. Türk dönecek olursa da ölüm saçar. Çünkü ileri harekette olduğu gibi geri dönerken dahi okuyla vurur ve kemendinden emin olunmaz (Eski Türk süvârilerinin hücûmları kadar ric'atlarının da tehlikeli olduğunu, geri çexkildikleri zaman at üzerinde birdenbire geri dönerek kendilerine yaklaşan düşmana yağmur gibi ok yağdırdıklarını başka müverrihler de kaydetmişlerdir.) Türk’ler ile mukayeseye değer bir ordu yoktur. Harîcîlerin ve Arapların at sırtında iken ok atmaları zikre şayan değildir. Türk ise at üzerinde iken vahşî hayvanları, kuşları avlar. Haxvaya atılan ok hedeflerini, saklanmış olan av hayvanlarını, yere dikilmiş nişanları, uçan yırtıcı kuşları, hayvanını dolu dizgin sağa ve sola, yukarı ve aşağı sevk ederken vurur. Harîcîler hedefe gözünü uydurup bir ok alıncaya kadar Türk on ok atar. Ârızalı yerlerde Türk, hayvanını harîcînin dümdüz yerlerde sürebilmesinden ziyâde sürer. Türk’ün iki önünde ve iki arkasında dört gözü vardır.
Hayvanlarından birini dinlendirmek isterse yere basmadan diğerine geçer.
Sür'at ile uzun zaman at üzerinde inkıtâsız gece ve gündüz beldelerden beldexlere varmak husûsunda Türkler harîcîler ile birdir. Şu kadar ki harîcînin hayvanı Türk’ün atı kadar mütehammil değildir. Harîcî hayvanını yalnız süvârîler kadar tedâvi edebilir. Türk ise bu hususta baytardan daha hazıktır ve istediği gibi terbiye etmek için hayvanını kendi eliyle doğurtmuş ve taylığından beri kendi büyütmüştür. Hayvanı daima kendisine tâbi’dir. Arkasından gelir. Kendi sıçrarsa hayvanı da sıçxrar. Türk eğer hayvanına ad takmış ise hayvan o adı bilir. Türk’ün bütün müddet-i ömrünü hesap etsen yerde oturduğu günleri nadir bulursun.
Türk diğer askerler ile yola çıktığı vakit onlar on mil mesâfe kat edinceye kaxdar av saydetmek için sağa ve sola ayrılarak dağların tepesine kadar gider. Yerde yürüyen, saklanan, yere konan hattâ uçan kuşları avlar.
Uzun menzillerde herkesin yorulduğu, meşakkatin şiddet kesb eylediği, artık hiç kimsenin ağzını açmağa mecâli kalmadığı, bir taraftan da soğuğun şiddetinden herkesin donmak raddelerine gelip önlerindeki yolun bitmesini beklediği zaman o dinçtir. Böyle meşakkatli ve imtidatlı yürüyüşlerden sonra konağa varıldığı zaman herkesin iki ayağını ayırıp oturduğu, hasta gibi inlediği ve rahatlanmak için kimi esnediği kimi dayanıp yattığı sırada Türk, bunların yürüdüğünün iki misli yol yürümüş ve avlanmak için onlardan ziyâde kendisini yormuş olduğu halde gözüne bir yaban merkebi veyâ bir geyik ilişecek olsa hiç yol yürümemiş ve hiç yorulmamış, sanki bütün o mezâhimi çeken bir başkası imiş gibi kemâl-i kuvvet ve şetâretle derhal avın arkasından sıçrar.
Eğer asker iki dağ arası dar bir vâdîde veyâ köprü başında sıkışacak olursa Türk, atını mahmuzlayarak asker arasından geçip diğer taraftan bir yıldız gibi doğuverir. Sarp bir geçitten geçecek olurlarsa yürümeği bırakıp dağın doruğuna yükxselir ve diğer bir mahalden dağ keçisinin inemeyeceği korkunç yarlardan aşağıya sarkar ki sen Türk’ün kendisini nasıl bir muhâtaraya ilka’ eylediğine ve birkaç defâ bu gibi mahallerden aşmış ve geçmiş ise nasıl sağ kaldığına taaccüp edersin. Halxbuki Türk dâimâ böyledir.
Türk’ler dâimâ hâl-i harptedir. Bu mücâdele din ve mezhep için olmayıp hürrixyet, istiklâl ve ganîmet içindir. Türk hürriyetini ve irâdesini kimseye vermez.
Türk’lerin bünyeleri hareket üzerine müesses olup durgunluk ve sükûnetle başxları hoş değildir. Zekâ ve fıtnat sâhibi olduklarından daima iş güç ile meşgul olmak isterler. Ruhî kuvvetleri bedenî kuvvetlerine faiktir.”

Câhiz'in târih huzurundaki şahadeti pek ehemmiyetlidir. Beden kuvvetlerini bu kadar methettiği Türk’lerin ruhî kuvvetlerinin bedenî kuvvetlerine faikıyeti hakkındaki müşahede yukarıya naklettiğimiz tavsiflerin en kıymetlisi ve en çok dikkati celbe lâyık olanıdır.
Bulundukları her yerde spora büyük ehemmiyet veren Türkler Istanbul’u alxdıktan sonra sporun her nev'ii orada da birdenbire büyük bir inkişaf arz etmiştir.
Burada Atıcılık, Atletik sporlar ve deniz sporları gibi atlı sporlar da büyük bir revaç bulmuştur.
Eski Istanbul’da muhtelif spor nevilerinin yapıldığı yerleri gösterir bir harixtanın çizilmesi spor târihimiz bakımından önemli bir hâdise olacaktır.
Muhtelif târihî membalardan ve Topkapı sarayındaki vesikalardan öğrendiğixmize göre Istanbul’daki eski cirid meydanlarından biri Topkapı sarayının deniz taxrafında şimdiki cephaneliklerin bulunduğu yerde idi. Bu meydanlığın önünde ve sahilde bulunan meşhûr İnciliköşk öteki adiyle Sinanpaşa köşkü de büyük kayık yarışlarının yapıldığı ve seyredildiği yerdir.
Burada 1579 milâdî târihine tesadüf eden hicrî 999 senesinde yapılan kayık yarışları hakkında Selânikî Târihinde oldukça izahat vardır (Selanikî Târîhi, S. 297.):
“..... ertesi gün ziyafette Vezir-i Âzam ve Vüzera-yı İzam Hazeratının ve Yeniçeri Ağası’nın ve Rikâb-ı Hümayun ağalarının ve sair ağaların kayıkları koşusu seyrine derya yüzüne âmme-i âlem temaşaya çıkub ve öndüller konuldu. Yirmi beş kayıktan ileri gelüp öndül alan yine Vezir-i Âzam kayığı dahi anın ardınca Serdar Ferhad paşa kayığı geldi ve dahi üçüncü gün ziyafette kasr-ı şehriyarî önündeki kayık meydanında üstad cündî silâhşoran zarb ve harbe dâir envai hünerler izhar eyleyüp gaza meydanının çapik-süvarları ve arsa-i heyecanın dilirleri seyr ü temaşa olup hil'atler giydirilüp nüvazişler olundu ve peremeler koşusu oldu.”
Gerek Orta Asya’da gerek Ön Asya’da, çok eski devirlerden beri, Türk’lerde avcıxlık da çok ileri gitmiştir. Eski Türk’lerde büyük avların, garbın eski ve yeni avlarıyla kıyas kabul etmeyecek kadar büyük ihtişamı vardı. Tazı ve zağarlarla, şahin, doğan, sungur, tavşancıl, çakır gibi ava alıştırılmış türlü kuşlarla, kemendle, okla, sonraları tüfekle yapılan bu avlara vaktiyle kadınların da iştirak ettiğini bâzı eski kayıtlardan ve minyatürlerden anlıyoruz. Aslı Biritiş Müzesi'de bulunan bir minxyatür Hindistan’daki bir Türk Kraliçesi’nin at üzerinde alıştırılmış bir kuşla ava gixdişini göstermektedir.
Eski Türkler çocuklarının veyâ torunlarının ilk defa avlanması münasebetiyle Şeylan veyâ Ceşn denilen büyük ziyafetler tertip ederlerdi. Hakanların bu gibi vexsilelerle verdikleri ziyafetler pek parlak olurdu. Sigir namı verilen umumî avlar eski Türk hayatında ehemmiyetli bir yer almakta idi.
Oğuz Han Efsanesi’nin İslâmî ve gayr-i İslâmî şekillerinde avlar büyük bir mevxki işgal eder (Prof. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatının Menşei, Millî Tetebbular Mecxmuası, 2nci cild, 4üncü Sayı, S. 35.).
Cengiz'in, Timur'un ve Yıldırım Beyazıd'ın avları pek meşhûrxdur. Bu umumî avlar Cengiz'den ve Timur'dan sonra da asırlarca devam etmiş ve tafsilâtı müverrihler tarafından kemal-i tantana ve tekellüfle zapt ve hikâye edilxmiştir. Umumî avları şeylan=şölen denilen büyük ziyafetler takip ederdi.
Cüveynî Târih-i Cihanküşâ’da Cengiz'in av merâsimini etraflı bir surette anlatmıştır (Cüveynî, Târih-i Cihanküşa, Gibb neşri, Leyden 1911, metin 19-20. Ve Cüveynî'den naklen Prof. M. Puad Köprülü, Millî Tetebbular Mecmuası, 2nci cild, 4üncü Sayı, S. 35-37.). Eski Türk avlarının azametini ve Cengiz yasasında umumî avlar hakkında mevcut olan ahkâmı anlatan bu satırları Türkçe’ye çevirerek buraya naklediyoruz:
“Ve av işine ehemmiyet vermiş «Avlanmak asker emirlerine yaraşır. Zira silâh erlerine, mukatele edenlere avlanmayı öğrenmek mutlaka lâzımdır. Avcılar bir ava rastladıkları vakit ne suretle avlarlar, ne tarzda saf çekerler, adamların azlığına, çokluğuna göre bir avı nasıl ortaya alırlar. Bütün bunların öğrenilmesi gerektir. Ava hareket edecekleri vakit nerede bulunduğunu anlamak için adamlar göndererek avın çokluğunu, azlığını tahkik ederler. Asker işleriyle uğraşmadıkları zaman daima avla meşgul olmaları lâzımdır.
Bundan maksat yalnız avlanmak olmayıp ava alışmaları, ok atmağa ve meşakkate idman etmeleridir» demiştir.
Han büyük bir ava gideceği vakit avlanma zamanı kışın ilk mevsimine tesadüf ederse ferman vererek civardaki konaklarda bulunan ve etraftaki ordularda olan askerlerin ava hazırlanmalarını emreder. Ferman mucibince askerin her on neferinden birkaçı ava hareket eder. Nerede avlanacaklarsa ava gereken silâh ve saireyi ona göre hazırlarlar. Askerin sağ ve sol cenahıyla merkezini tanzim ederler ve kumandasını büyük emirlere tefviz ederler. Hatunlar, cariyeler, giyim ve yiyimle yola düşerler. Avın bulunduğu yeri bir aylık, iki aylık, üç aylık yoldan kuşatırlar ve avı yavaş yavaş sürerler. Halkadan dışarı çıkmamasına dikkat ederler. Eğer ansızın bir av aradan kaçarsa bunun sebebini en cüzî teferruata varıncaya kadar sorup soruşturarak, bin, yüz ve on kişilik asker takımlarının zabitlerini döverler. Çok defa öldürdükleri de vakidir. Terke dedikleri safın düzlüğüne dikkat etmeyerek bir adım ileri veyâ geri bulunan kişiyi te’dip hususunda çok ileri giderler, bunu ihmal etmezler. İki üç ay bu suretle av hayvanlarının sürüsünü sürerler. Hanın huzuxruna elçiler göndererek av ahvalinden ve avlanacak hayvanların azlığından, çokluxğundan haber verirler. Nereye vardı? Nereden kaçtı? Bütün bunları bildirirler. Halka daralıp iki üç fersah miktarı yaklaşınca ipleri birbirlerine ulayıp kementler atarlar. Asker çevrede omuz omuza dayanıp dururlar. Dâire içinde muhtelif hayxvanlar feryada ve bağrışmaya başlarlar. Yırtıcı hayvanların çeşitlileri coşar, köpürürler. Adeta kıyamet zuhur etti sanılır. Arslanlar yaban eşekleriyle bağdaşır, sırtlanlar tilkilerle uzlaşır, kurtlar tavşanlarla nedim olur. Halkanın darlığı gayetle azalıp hayvanların dönüp dolaşması imkânı kalmadığı zaman evvelâ han, yakınlarından birkaç kişi ile meydana çıkıp bir saat kadar ok atar ve avlanır. Yorulunca hanzadelerin de gelerek avlanmaları ve sırasıyla büyük rütbeli kumandanlar ve zaxbitlerle halkın gelerek avlanmaları için terkenin içinde bulunan yüksek bir yere konar, birkaç gün bu suretle avlanılır. Av hayvanlarından birkaç tane yaralı veyâhut sınık hayvandan başkası kalmayınca ihtiyarlar şefaat yollu Hanın önüne gelerek dua edip geri kalan hayvanların bağışlanmasını rica ederler. Bunun üzerine su ve otlağa en yakın olan yerden onlara yol verirler.
Bütün avlanan hayvanları bir araya toplarlar. Eğer sayılmalarına imkân yoksa yalnız yırtıcı hayvanlarla yaban eşeklerini saymakla iktifa ederler. Bir dost hikâye ederek dedi ki kağanın zamanında (yâni Cengiz'in oğlu Oktay Kağan’ın zamanında) bir kış bu suretle avlandılar. Kağan bakıp eğlenmek üzere bir tepenin üstüne oturmuştu. Her çeşitten hayvanlar onun tahtının önüne yüz tutup tepenin altında tazallüm eder gibi bağrışmağa başladılar. Kağan bütün hayvanların bırakılmasını, onlara ilişilmemesini ferman buyurdu ve emri yerine getirildi.
Cengiz Hanın yasasında büyük avlar için şu hükümler mevcuttu: Ordudaki neferlerin idmanlara devamını te’mîn için her kış büyük bir av tertip edilecektir. Bunun için Mart ve Teşrin-ievvel (Ekim) ayları arasında geyik, karaca, dağ keçisi, tavşan ve bâzı kuşları öldürmek memnudur.”
Cengiz ailesinde görülen umumî av merâsimi Timur saltanatında da bütün haşmetiyle devam etmiştir. Timur'un avları hakkında İbn-i Arabşah'da mevcut olan izahat Cüveynî'nin verdiği malûmata pek benzer (İbn-i Arabşah, Acaib-ül makdur, Mısır tab'ı, S. 219. ve ondan naklen Prof. M. Fuad Köprülü, Eski Türk Edebiyatının Menşei, Millî Tetebbular Mecmuası, 2nci Cild, 4üncü Sayı, S. 37.).
Selçuklularda Çöğen (modern tâbi’riyle Polo) denilen top oyunuyla umumî avlar çok rağbet bulmuştu. İbn-i Bibi'de bu hususta kâfi tafsilât mevcuttur. Osxmanlı’ların ilk devirlerinde Selçuklu’lardan iktibas edilmiş bir an'ane, seklinde yine bu umumî av merâsimi görülür. Yıldırım Bayazıd'ın Niğbolu’da aldığı Avruxpalı esirlere muhteşem bir av seyrettirmesi ve Timur ile muharebe etmeden evvel onu istihkar kasdıyla ordusunu sürgün avıyla iştigal ettirmesi meşhûrdur.
Yıldırım'ın Timura karşı icra ettiği av hakkında (Hammer Tercümesi, cild. 2, S. 62) ve Niğbolu'daki muhteşem av hakkında da (Hammer Tercümesi, cild. I, S. 288) de tafsilât vardır.
Niğbolu avına dâir olan malûmatı ehemmiyetine binaen aynen naklediyoruz:
“Ziyade av meraklısı olan Bayazıd, asil mahbusları iade etmezden evvel kenxdilerini bir doğan avına götürdü. 7000 doğancı ve 6000 sekbandan aşağı olmayan maiyet-i halkının ihtişamıyla ile onlara hayret verdi. Av köpeklerinin arkasına ipekli örtüler ve parslara mücevherli tasmalar konulmuştu. Bayazıd'ın saltanatından beri doğancılar padişahın sayd takımını teşkil ediyordu. Dörde munkasem idiler. Asıl doğancılar, çaylak avcıları, akbaba avcıları, atmaca avcıları. Sekbanlar muahharen yeniçerilere ilhak olundu. Üç alay samsuncu, zağarcı, turnacı dahil olmaxmak üzere sekbanların mecmuu 33 alaydı. Bu alayların dört büyük zabiti bizim zamanımıza kadar yeniçeri ağalarının maiyetinde en büyük zabit idiler. Osmanlı’laxrın almış oldukları efkâra göre büyük zabitler av hizmetlerinden müstaar unvanlarla iktisab-ı necabet ederler; nasıl ki küçük yeniçeri zabitleri de matbah hizmetlerinden me'huz unvanlarla. Şu garabetin sebebi Asya’lıların ezmine-i kadimeden beri yerleşmiş fikirlerince, sayd muhar****** en güzel misali olduğu gibi, yiyecek de kavgaxnın en mühim levazımından biri bulunmasından ibarettir.”
Yeniçeri teşkîlâtında sekbanlar ehemmiyetli bir mevki sâhibi idiler. Yeniçeri Ocağı: Yayabeyler, Bölüklüler, Sekbanlar namlarında üç kısımdan terekküp ederdi.
Yayabeyler birden yüzbire kadar 101 ortadan, Bölükler de birden altmışbire kadar tadad olunmak üzere 61 ortadan ve Sekbanlar dahi birden otuz dörde kadar numaraları haiz olmak üzere 34 ortadan teşekkül edip Yayabeylere Cemaat ve Bölüklülere Ağa Bölükleri yahut sadece Bölük ve Sekbanlara galat olarak Seymenler dahi denilirdi (Mahmud Şevket, Osmanlı teşkîlât ve kıyafet-i askeriyesi, 1nci Cild, S. 3.). Sekbanlar 65inci cemaati teşkil ediyorlardı. “Bunların neferatı ziyade olmakla beyinlerinde bir azim erkân vazedip Sekbanlar kethüdası ve katibi ve başçavuşu ve neferatına 34 oda ta’yîn edip” (Levâmi’-ün nûr fî zalemet-i atlas-ı münevver, Istanbul, Üniversite Kütüphanesi, 4-1527) ayrı bir sınıf teşkil eylediler.
Levâmi’-ün nûr’da Sekbanların adları hakkında şu izahat vardır:
“Sebeb-i tesmiye-i Sekban:
Fatih Sultan Mehmet Han şikâra mail olmakla ol asırda olan Yeniçeri ağasını davet edip kendi ile şikâra çıkmağa yarar muallem tazılar beslemek lâzımdır diyor. Yeniçeri yoldaşlardan bir bölük tazı beslemek için sekbanlar ta’yîn ettiler ve bunlar için başka sekbanlar fırını icad edip üzerine ondört akça ile bir ekmekçibaşı eylediler. Bu fırını Ayasofya kurbinde bina ettirip ve hünkâr ile av olurken şikara tazı yetiştirmeğe adam lâzım olunca neferatıyla sekban ta’yîn ederler. Bu ekmek bunlar içindir. Amma haliya gayriye sirayet etmiştir. Bu sekban başının cümle korular taht-ı zaptındadır.”
Yeniçeri teşkîlâtında 68inci cemaat Turnacılar, 71inci cemaat de Samsunculardı.
Avcılık Anadolu’da ve Rumeli’nde asırlarca Türklerin en mühim sporu olmuştur. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde tetkik eylediğimiz kayıtlardan (Cebi hümayun defterleri, Fiş No. 529.) avcılığın gerek payitahtta gerek taşrada bir teşkîlâta tâbi’ olduğunu, Ankara, Çankırı ve Bolu avcılarının teferrüd eylediğini öğrenmiş bulunuyoruz. Vurulan avlardan pastırma yapılarak bunun hükümdara gönderilmesi bir âdet hükmünde uzun zaman devam etmiştir.
Avcılar arasındaki eski an'anelerden birinin de “Kılkuyruk” takdîmi olduğunu ve buna mukabil 1001 çil akça ihsân edilmesi mûtâd bulunduğunu yine bu kayıtlardan öğreniyoruz. Bu defterlerde “... Evvel bahâr-ı huceste âsâr müjdecisi kılkuyruk arz olundukta....” gibi kayıtlara sık sık rast gelinir. Kılkuyruk bir nevi yaban ördeğidir.
Türk târihinde büyük yeri olan avcılık bugün de yurtta en çok yayılmış sevilmiş bir spordur. Köylerimizde uçara, kaçara atmayan erkek hemen yok gibidir.
12. Resim 16ncı Yüzyıl’da Istanbul’da bir at koşusu sahnesi... Şehinşâhnâme, Topkapı Sarayı Müzesi, 200 Nu.
Son düzenleyen Safi; 14 Aralık 2018 00:22
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mayıs 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Okçuluk Nedir? Okçuluk Hakkında Genel Bilgiler


Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir. Pagan dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü. Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı. Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı. Çetirlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı (32, s. 4). Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti. Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih-nâmelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu.

Öte yandan, tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçekte, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünyaya tanıtılmış olmasıdır. Bu gerçekle ilgili tarihi kanıtların bir bölümü Ergenekon ve Oğuz Destanlarında yer alır.

Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok iyi değerlendirmişlerdir.

Maden çağının açılması ve atın eğitilmesi sonrası Türklerin Orta Asya'dan göçleriyle ok ve yayın kullanımındaki becerilerini dört bir yana yaymışlardır. Türk, Orta Asya steplerinden uzandığı her yere elinde yayı, sırtında ok sadağı, altında atı ile gitti ve bunları gittiği her yerde tanıttı.

Ünlü Türk Hakanı Oğuz Han, Gün, Ay ve Yıldız adlı üç büyük oğluna "Bozok", Gök, Dağ ve Deniz adlı üç oğluna da "üçok" demesi, Türklerin oka verdikleri önemi yansıtması bakımından büyük değer kazanır.

Çin kaynakları Eski Türklerin ok ve yay yapımındaki üstün başarılarını da anlatır.

Ok sözcüğü, Eski Türklerde kabilelerin adlandırılmasında da kullanılırdı. Oğuz Destanında "üçok" diye bir ada rastlanır. Bu da "üçkabile" anlamındadır.

16 Büyük Türk imparatorluğunda at ile birlikte ok ve yayın önemi ayrıdır. Orta Asya'da Kapçal, Kazire Nehri kenarındaki Minusink bölgesinde, Altay Dağlarındaki Kuray ve çalışman Nehri yakınındaki Kutirge, Tuyak, Kutan bölgelerinde, Orhon ve Tula bölgesinde özellikle çu Vadisinde, Srotski'de, Kızat'ta Aşağı Volga'da ve Volga Boylarında, Nijni, Başkuncak ve Mainz'de, öteki yörelerde bulunan mezarlar, Hunlar, Göktürkler, Kırgız, Yenisey, Hazar Devleti, ıskit ve Alanlar dönemindeki kalıntıların incelenmesi ok ve yayın önemini yansıtır.

Türklerde okçuluk binicilikle birlikte beden kültürü anlayışının öncüsü olmuştur. Okçuluk sadece bir savaş uğraşı değil, zevkli bir idman ve yarışma biçimine getirilmiştir. Böylece düzenlenen her türlü törenlerde en büyük yarışmaların sembolü ok ve okçuluk olmuştur.

At üzerinde okçuluğun temel eğitimi için su nitelikler zorunlu idi: çok iyi ata binmek, yer egitiminde çok başarılı olmak, at hızla giderken yay kurabilmek, hareket halindeki atla ön taraftan arkaya dönerek bu dönüş açısı içersindeki özellikle hareketli hedefleri vurmak ve üzerine atılan oklardan korunabilmek i için atin değişik yerlerine bedenini gizleyebilmek. Bu nedenle at üzerinde okçuluk çok zor bir uğraştır.

Eski Türklerde oklar sırtta ya da atın eğerine takılan özel torbalarda taşınırdı. Bu torbalara "Sadak" ya da "Okluk" denirdi.

Eski Türklerde ok ve yay sosyal yaşamda değişik anlamlarda da kullanılırdı. Eski Türklerde, "Akika" adı verilen bir ok atma töreni vardı. Buna, "Sehmi itizar" da denirdi. Bir kabile halkından biri barış günlerinde karşı kabileden birini öldürürse, onunda, öldürülmesi gerekirdi. Ancak, iki kabile ileri gelenleri anlaştıkları durumlarda bir meydanda ok atışı yapılırdı. öldürenin oku, karşı kabile ileri gelenlerinin istediği yere düşerse ölüm cezası kaldırılırdı.

Kaşgarlı Mahmutun Divan-i Lûgat-it Türk adli yapıtında, okun ayni zamanda "Pay" anlamına geldiği belirtiliyor. Yüzyıllar boyu süre gelen bu gelenek Anadolu Türklerinde de benimsenmiştir. örneğin, bir tarlanın paylaşılması için bir ok eşit parçalara ayrılır ve pay alacaklara yumurta, renkli taş gibi birer nişan verilir. Bir yabancıya da nişanlanan tarla bölümlerine konulması istenir. Kimin nişani hangi parçaya rastlarsa o bölüm onun olur ve buna "Ok deydi" denirdi.

Daha sonraları Anadolu Bektaşilerinin de aynı yöntemi uyguladıkları gibi koyun, ya da öteki büyük baş hayvanlar paylaşılmasında ok atışlarından yararlanılırdı. Değişik kaynaklara göre, paylaşılacak hayvan belirli bir uzaklığa konur ve pay sahipleri bu hayvana ok atarlardı. Oklar hayvanın hangi bölümüne gelirse o bölümü alırlardı. Eski Türklerde ölüm cezalarında yayın kullanılması değişik anlam taşırdı. İp ve elle boğularak cezalandırılmak aşağılayıcı bir ölüm biçimi olarak kabul edilirdi. Buna karşın yay kirişi ile öldürülen kişi için bu ölüm biçimi ise büyük bir değer kazanırdı. çünkü, ok ve yay ile yay kirişi dini bir kutsallığı belirlerdi.

Ünlü Arap gezginlerinden. Íbni Batuta, adını verdiği yapıtında bu geleneği anlatırken Türk emirlerinden Halil'in kendisine isyan eden akrabalarından birinin yay kirişi ile boğulmasını uygun bulmasını şöyle açıklar: "Halil dahi yay kirişi ile ihnak ettirdi. Zira, şeyhzadelerin inhaktan başka suretle idam etmemek onlarca gelenekti".

Ok-yay yapımı ve okçuluk Osmanlı Türklerinde daha büyük bir gelişim göstermiş ve daha büyük anlam kazanmıştır.

Okçuluk Doğu menşeli ulusların hiçbirinde Türklerdeki kadar uzun süre benimsenmemiş ve Türkler kadar başarıyla devam ettirilmemiştir. Türklerin okçuluk alanındaki başarısı, sadece atış üstünlüğünde değil, bu üstünlüğü sağlayan araçların, ok ve yayın özelliklerine ve kalitesine de dayanıyordu.

Türkmen boylarının etnolojisi hakkında değerli bir kaynak olan Dede Korkut Kitabı'nda; Türkmen gençlerinin boş vakitlerini ok atıştırmakla geçirdikleri, kuvvetlilik iddiasındaki yiğitlerin ok yarıştırmak yolunu seçtikleri, düğün eğlenceleri sırasında damat ve arkadaşlarının ok koşusu düzenledikleri, evlenen bir yiğidin bir ok atıp, okun düştüğü yere gerdek çadırını kurduğu ve düğün eğlentileri sırasında da damat ile arkadaşlarının ok atıştıkları anılıyor.
Eskiye uzanan bu âdetlerin, Osmanlıların ilk dönemlerinde de devam ettiği kanaatindeyiz. Uç beyliklerinin askerî gücünü "Alp" ya da "Gazi" denilen akıncılar teşkil ediyordu. Bunlarda aranan dokuz şarttan ikisi, iyi bir ata ve iyi bir yaya sahip olmak idi. İyi ata binmek, at üstünde isabetli ok atışları yapmak gibi, Asya'dan getirdikleri eski gelenekleri muhafaza etmekteydiler. Alplik ve kahramanlık Türk spor geleneğinin ayrılmaz bir parçası olmuştu.

Türk okçuluğu, İstanbul'un fethinden sonra, başkentte ve Osmanlı Devleti'nin belli başlı illerinde yeni bir boyut kazanmıştır. Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesinde ve kazanılan yerlerin korunmasında, ordu bünyesindeki atlı ve yaya okçu birliklerinin önemli bir yeri vardı. Bu önem Yeni Çağ'da, ateşli silâhların orduda resmen kabûlûne, hatta daha sonrasına kadar devam eder. Fetihten sonra, yeni bir örgüt olarak çıkan "spor okçuluğu" da, başlangıçta askerlikle yakın bir ilişki içindeydi. Ünlü okçuların pek çoğu Yeniçeri Ocağı'na mensuptu ve seferlere katılırlardı. Bunlara ok ve yay yapan sivil esnaf da, "orducu esnafı" olarak, bu seferlere katılmakla ordu atölyelerinin yetersiz kalan imalâtını desteklemekle görevli idiler.
Osmanlı ordusunda ok ve yay kullanıldığı devirlerde, askerlerden çoğu; iyi yetişmiş, usta birer kemankeştiler. Nitekim, 15-16. yüzyıllarda menzil sâhibi kemankeşlerden pek çoğunun ordu mensubu olduğu görülmektedir.

Kuruluşundan 17. yüzyıl başına kadar Osmanlı ordularında ok ve yay, topla birlikte, en etkili uzak mesâ-fe silâhı olarak önemini korumuştur. 16. yüzyıl ortalarından itibaren ateşli silâhların gelişmesi, ok ve yayın giderek yerini tüfeğe bırakmasına sebep olmuştur. Ne var ki bu, ok ve yayın okçuluğun Türklerin hayatından büs-bütün silindiği anlamına gelmez. Önemli bir spor dalı olarak, özellikle İstanbul'un fethinden sonra, moral değerleri ayakta tutan kurumlardan biri olarak, varlığını ve etkinliğini 19. yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüştür
Son düzenleyen Safi; 14 Aralık 2018 00:24
bilge - avatarı
bilge
Ziyaretçi
11 Nisan 2010       Mesaj #6
bilge - avatarı
Ziyaretçi
TÜRKLERİN ATA SPORU: 'OKÇULUK'
Okçuluk, Türklerin meşhur sporlarındandır. Çok eski zamanlardan beri harp sahasında kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atmadaki ustalıklarından hayranlıkla bahsetmişlerdir. Türkler kısa fakat çok kuvvetli yaylar kullanırlardı. Oku gerek piyade ve gerekse süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu. Süratle giden bir atın üzerinden hedefe isabetli ok atarlardı. Okmeydanı'nda kurulan meşhur kemankeşler ocağı, 15 ve 16. asırda emsalsiz üstatlar yetiştirmiştir. Bu arada lodos, poyraz, gün doğusu, batı, kıble, karayel, yıldız gibi istikametlerde esen rüzgarlara göre atılan kamış ve tahta oklarla kurulan menziller, yani kırılan rekorlar erişilemeyecek kadar yüksektir.

İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Araplar ve Türkler, yaycılık ve ok atmada çok ileri seviyeye ulaşmışlardı. İslamiyet'ten önceki ustalıklarını Müslüman olduktan sonra daha da geliştiren Araplar arasında, uzakta, hareket halindeki bir ceylanı anında vurabilen kimselere "rammet-ül hadak" (gözünden vurucu) denilirdi. Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve cennetle müjdelenmiş olanlardan biri olan Sa'd bin Ebi Vakkas, okçuların piri idi. İslamiyet yolunda ilk ok atan o olup çok nişancıydı.

ESKİ TÜRKLERİN MİLLİ SİLAHI
Ok, eski Türklerde de milli silah olarak kabul edilmekte, çeşitli destan ve halk hikayelerinde ondan bahsedilmektedir. Okun aynı zamanda sembol olarak kullanıldığı da olmuştur. Oğuzlar, Bozoklar ve Üçoklar diye iki, Göktürkler de on oklar diye on büyük kola ayrılmışlardı. Orta Asya'da yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen oklar, Türklerin ok yapımında çok maharetli olduklarını göstermektedir. Dede Korkut hikayelerinde bir Türkün alp, yani kahraman olabilmesi için, uçan kuşları ok ile düşürmesinin de şart olduğu belirtilmektedir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, hususi mektuplarında, ok ve yayı tuğra olarak kullanıyordu.
Ad:  ok1.JPG
Gösterim: 2008
Boyut:  84.4 KB
OSMANLI'DA OKÇULUK
Osmanlılar zamanında okçuluk büyük bir ehemmiyet taşımış, okçuların yetişmesi ve eğitimi meselesi devlet seviyesinde ele alınmıştır. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılarda okçu birlikleri savaşlarda çok önemli rol oynamışlardır. Özellikle Birinci Kosova, Varna, Gazze, Mısır Seferi ve 1521 Belgrad Muhasarası'nın zaferle neticelenmesinde bu birliklerin payı çok büyük olmuştur. Böyle güçlü birlikler teşekkül ettirebilmek için ok tlimleri ve müsabakalarının yapıldığı ok meydanları düzenlenmiştir.

İlk olarak Orhan Bey Bursa'da, sonra Yıldırım Beyazıt Gelibolu'da, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'da gemileri karadan Haliç'e indirdiği yerde ve Yavuz Sultan Selim de Yenibahçe'de ok meydanları inşa ettirmişlerdir. İstanbul'daki ok meydanlarının sayısı otuz civarında idi. Belgrad, Üsküp, Edirne, Bağdat, Kahire, Amasya, Şam, Diyarbakır ve Cidde gibi daha birçok yerde de ok meydanları bulunuyordu.

ŞAMPİYON 'KEMANKEŞLER'
Bu meydanlarda ok talimlerinden başka koşular, pehlivan güreşleri ve diğer atletizm müsabakaları da yapılırdı. Divan şairleri usta sayılan kemankeşler (okçular) için methiyeler, şiirler yazarlar, rekor sayılan atışlarda nişantaşları dikilirdi. Üçüncü Sultan Selim'in attığı okun düştüğü yere dikilen menzil taşı bugün hala yerindedir. İkinci Beyazıt Han, Genç Osman, Dördüncü Murad, Dördüncü Mehmed Han, Üçüncü Selim Han, İkinci Mahmud Han ve Sultan Abdülaziz Han gibi padişahlar, kabri Ok Meydanı'nda olan Damad İbrahim Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Kemankeş Ahmed Paşa, Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Deli Hüseyin Paşa gibi vezirler, okçulukta zamanlarının şampiyonu idiler.

TEKKE SPORU
Ok talimleri rüzgarın yönüne göre yapıldığından, böyle her rüzgara maruz yerler meydan olarak seçilmezdi. Ok meydanlarının bakımı ile uğraşanlara "ihtiyar" denilirdi. Her meydanın üç ihtiyarı olup, baş sorumlu "şeyhü'l-meydan" diye adlandırılırdı. Bunlar aynı zamanda okçuluk tekkesi şeyhliğini de yaparlardı. Şeyhü'l-meydan, kemankeş pehlivanların en kabiliyetli, zeki ve dürüst olanları arasından seçilirdi. Kemankeşliğe yeni başlayanlar ondan müsaade alırlardı. Şeyhü'l-meydan ile menzil ihtiyarı ve mütevelli, meydanın ve okçuluğun bütün meselelerini, ihtilaflarını çözerlerdi. Burada talim yapanların imtihanlarını yaparlar ve gençleri okçuluğa teşvik ederlerdi.

Üç yüz metreye ok atabilen okçu, "kemankeş" unvanını alırdı. Okçuluk tekkesi, her sene altı mayısta ok talimlerine başlamak için açılır, pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere talimler altı ay devam ederdi. Okçular, müsabakalarına "koşu" derlerdi. Okçu meydanına öğleden evvel gelip yemekler yenildikten ve namaz kılındıktan sonra müsabaka başlardı.

Atışlar mesafe atışı ve "hedefe atış" olmak üzere iki çeşitti. Bir de zarp vurma denilen sert cisimleri delme yarışı vardı. Hedefe atışlarda, hedef tabla veya "puta" denilen kalın meşinden yapılmış ve içi saman dolu cisimlerdi. Tabla iki ayak üzerine tespit edilir. İsabeti haber vermek için etrafına çıngıraklar konulurdu. Menzil atışına katılanlar meydan sorumlularından olan ihtiyarlar ki "azmayiş" denilen okları kullanırlar, dokuz yüzcüler, binciler ve bin yüzcüler diye dörde ayrılırlardı. Seksen gez aralıkta dikilmiş iki bayrak arasına düşmeyen oklar müsabaka haricinde tutulur, oku en uzağa atan kemankeş müsabakayı kazanırdı.

PARÇALANAN REKORLAR
Tarihte meşhur kemankeşlerin menzil dereceleri şöyledir:
Tozkoparan İskender 1281 gez (845,4 m), Arap kemankeş 1124 gez (741,8 m), Subaşı Sinan 1109 gez (731,9 m), Havandelen 1235 gez (815,1 m,), Kazzaz Ahmed 1037 gez (684,4 m), Benli Karagöz 1161 gez (766,2 m), Deve Kemal 1205 gez (795,3 m), Çullu Ferruh 1223 gez (807,1 m) Kaptan Sinan 1232 gez (813,1 m), Bursalı Şela 1271 gez (838,8 m) Solak Bali 1239 gez (817,7 m) (Bir gez 66 cm'dir)

Okçular ok atarken, sol dizlerini yere koyup sağ dizlerini kaldırırlar "Ya Hak" diye sala verip oku fırlatırlardı. Abdestsiz ok atmazlardı. Kazanan kemankeşin boynuna çaprazvari şal takılır. Okçular tekkesine götürülürdü. Şeyhü'l-meyadin de kazanana iltifat ederdi. Müsabakalarda mükafat koymak, sadece padişahlara, vezirlere ve şeyhü'l-meydanlara mahsustu.

Her yıl binlerce kemankeş yarışırdı. Topkapı Müzesindeki bir belgede, 1671'de sadece Ok Meydanı'nda 3 bin 375 kemankeşin ok attığı belirtilmektedir. Okçular, kullandıkları aletlere hürmet ederler, talim veya müsabakalardan sonra yay ve oklarını tekkedeki dolaplarına koyarlardı. Okçuluk tekkeleri iki odadan müteşekkil olup birinde sohbet edilir diğerinde ise yemekler yenirdi. Okçuluk sporunun ve tekkelerinin kendilerine ait kuralları olup, bunlara riayet etmeyenler, kemankeşlikten men edilmeye kadar varan birçok müeyyidelere tabi tutulurlardı.

İstanbul, Edirne, Bursa gibi pek çok şehirde ok imalatçıları büyük çarşılar halinde toplanmışlardı. Osmanlı ordusunun ok ihtiyacını cebeci ocağı karşılamakta, bu ocak tarafından imal edilen oklar sandıklarla savaş meydanına götürülüp burada kemankeşlere dağıtılmaktaydı. Padişahı ise, dört yüz okçu muhafaza ederdi.

OKUN ÖZELLİKLERİ
Okun, sap ve ucu sivri bir demir başlıktan müteşekkil olup, uzunluğu, ağırlığı ve genişliği yaya göre değişmektedir. Her ok her yayda kullanılmayıp, yayın ağırlığı azaldıkça okun ağırlığı da azalır. Mesela altı dirhem ağırlığındaki ok, yüz dirhem, beş dirhem ağırlığındaki ok da doksan dirhem ağırlığındaki yay ile atılır. Yay, kıvrık ve esnek bir cisim olup, iki ucuna bağlanan ipin gerilemesiyle oku fırlatmaktadır. Eskiden manda boynuzundan yapılırken daha sonra ağaç, maden ve başka değişik maddelerden de yapılmıştır.

Okun baş tarafını teşkil eden ok başı, önceleri de çakmak taşından yapılırdı. Sonra bunun yerini bronz, demir ve çelikten mamül maddeler almaya başladı. Ok başı küçük, kemikli olanlara "peşrev" denilmektedir. Okun ucundaki sivri demir, kemik gibi sert maddeler, okun havada baş tarafının önde uçmasını, çarptığı yere derin girmesini sağlamaktadır. Okun bu parçasına "temuren, temren" denilmektedir.

Ok sapının arka ucunda, yay ipinin üzerinde durmasına ve ipi kuvvetle çekmeye yarayan bir kertik bulunur. Sap üzerindeki "yelek" denilen kuş tüyleri ve kanatçıklar, okun havada düzgün uçmasını sağlamaktadır. Zırhlı elbiseleri delmek için sapa bağlanan ve kurşun topuzlar ile takviye edilen oklara 'kurşunlu ok' denilmektedir.

Ok, boy itibariyle; tarz-ı has, kiriş endam ve şem endam olmak üzere üç çeşittir. Tarz-ı has, ok sapının boğazı ince ve uzunluğunun üçte bir yerinden başlayarak kalınlaşan, sonra da baldıra doğru incelen oklara denilmektedir. Boğazı, göğsü ve baldırı aynı incelikteki oklara "kiriş endam" boğazı ince, uzunluğunun üçte biri tok ve sonra giderek inceleşen oklara da "şem endam" denilir. Ok boyları, 20 santim ila 2 metre arasında değişmektedir.

OKUN YAPILIŞI

Ok, çam ve gürgen başta olmak üzere muhtelif ağaçlardan, kamıştan yapılır. Kayın ağacından yapılanlara "hadenk" denir. Ağaçlar önce kurutulup, sonra ikişer santim kalınlığında kesilir ve "kuştere" denilen aletle düzeltilir. Bu vaziyette iki ay durduktan sonra mutedil hararetli bir fırında sararıncaya kadar bırakılır. Fırınlama meselesi çok mühimdir. Çünkü hararet fazla olursa ağaçlar yanıp kavrulabilir. Az olunca da ağırlığını muhafaza edip hareketi yavaşlatabilir. Fırından çıkartılan ağaçlar havadar ve rutubetsiz bir yerde on gün sonra yine rutubetsiz bir mahzende üç-beş sene bekletilip ok yapmaya uygun hale getirilir. En kıymetli oklar, Çanakkale'nin Bayramiç kazası Çavuş Köyü yakınındaki Kumunç Dağı'ndan kesilen çamlardan yapılırdı.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE OKÇULUK
Osmanlının son zamanlarına doğru, özellikle İkinci Mahmud Han zamanında ateşli silahların iyice yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini kaybetmeye başladı. Cumhuriyet dönemiyle birlikte, 1923-1937 yılları arasında, eski Türk okçularının ailelerinden gelen üç-beş kişi, aralarına hevesli gençleri de alarak, İstanbul'un çeşitli semtlerinde ok atışları yapmışlar ve geleneksel sporu yürütmeye çalışmışlardır.

Türk okçuluk tarihinin efsanevi ismi Tozkoparan'ın ikinci kuşak torunları olan İbrahim ve Bekir Özok ile, Türk okçuluğuna ilk kitabı armağan eden Mustafa Kani'nin torunu Vakkas Okatan, bu spora yakın ilgi duyan Prof. Necmettin Okyay, Hafız Kemal Gürses ve yine o devrin Beyoğlu Vakıflar Müdürü ve Milli Sporlar Federasyonu Başkanı Baki Kunter'in girişimleri sonucu kurulan Okspor Kurumu adındaki kulüp, Cumhuriyet döneminin ilk ciddi adımı olmuştur.

ATATÜRK'ÜN DİREKTİFİ
İstanbul Beyoğlu Halkevi'nde, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün direktifiyle, milli spor okçuluğu yeniden canlandırmak amacıyla 1937 yılında kurulan bu kulüp, Atatürk'ün ölümünden sonra himayesiz kalarak dağıldı. İlk bayan okçu olan Betül Diker (Or), o yıl yapılan 19 Mayıs gösterilerindeki atışları ile Atatürk'ün dikkatini çekmiş ve Ulu Önder, Halim Baki Kunter'e, "Bu kız ile ilgilenin" talimatını vermiştir.

Cumhuriyet döneminde okçuluğun yok olmaya yüz tuttuğu yaklaşık 15 yıllık bir süreyi takiben, eski okçulardan Bahir a Özok'un oğlu Fazıl Özok, 1953 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile temas sağlayarak desteğini almış ve okçuluk sporu Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü bünyesine alınarak, Atıcılık Federasyonu'na bağlanmıştır. Türkiye, 1955 yılında, bugün 121 üyesi bulunan Uluslararası Okçuluk Federasyonu'na 16. üye olarak katılmıştır.

OKÇU SAYISI, 35'DEN 3 BİNE
Okçuluğun, 1961 yılında ayrı bir federasyon olarak örgütlenmesinden sonra ilk kez uluslararası yarışmalara katılmaya başlayan Türk okçuları, federasyon organizasyonundaki eksiklikler sebebiyle, ne yazık ki, uzun yıllar başarılı olamamışlar, malzeme, tesis, teknik adam gibi sorunlar sebebiyle okçuluk, yurt düzeyine de yeterince yayılamamıştır.

1 Ocak 1982 tarihi itibariyle sadece 35 olan lisanslı sporcu sayısı, o günden bu yana izlenen yeni bir yönetim anlayışı ile günümüzde 3 binlere ulaşmış, daha da önemlisi, sporcu kalitesi hızla yükseltilerek, önemli tüm uluslararası yarışmalarda Türkiye imajının en üst noktalara çıkarılması mümkün olmuştur.

Bugün Türk sporcuları, tüm büyük okçuluk organizasyonlarında dereceye girmenin mutluluğunu yaşamakta, Olimpiyat, Dünya ve Avrupa rekorlarına sahip bulunmakta, Türkiye Okçuluk Federasyonu ise, tüm dünya okçularına hizmet vermenin haklı gururunu duymaktadır.

Antalya'daki, dünyanın birkaç önemli okçuluk tesisinden birisi olan 100. Yıl Okçuluk Sahası ile bölgenin elverişli iklimi ve muhteşem tabiatı birleşince, dünya okçuluğunun kalbi, bu güzel kentte atmakta, birçok yabancı sporcu sezona Antalya'da hazırlanmaktadır. Dünyanın en iyi okçuluk antrenörlerinden birisi olan Mario Codispoti'nin Türkiye'ye gelmesi de okçuluğun gelişim sürecini hızlandırmıştır.

Bugün faal 4 uluslararası hakeminin dünyanın tüm önemli yarışmalarında görev yaptığı Türkiye, okçuluk sporunda yapmış olduğu büyük atılım sonucunda, dünya ve Avrupa okçuluğunun yönetiminde de etkin görevler üstlenmekte, sahip olduğu büyük teknik imkanları tüm dünya için seferber etmektedir.
Son düzenleyen Safi; 14 Aralık 2018 00:35
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Aralık 2011       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Okçuluk yapabileceğimiz en güvenli sporlardan birisidir, ancak atış öncesi, sırası ve sonrasında dikkat edilmesi gereken bazı önlemler vardır.

1. Yay, "Atış Çizgisi"nde durulmadığı ve atışa başlama sinyali verilmediği sürece, okla doldurulmamalidir.
2. Ok sadece hedefi göstermelidir. Başka kişileri hedeflememelidir; insanlar kalp rahatsızlığı veya okun geçmesi beklenen atış yolundan
kaçarken oluşacak yaralanmalar sonucu ölebilirler.
3. Ok havaya doğru atılmamalıdır. Birisine isabet edebilir.
4. Okçuluk ekipmanları sadece atış alıştırmaları için kurulmuş kapalı veya açık hedef alanlarında kullanılmalıdırlar. Hedefler, kimsenin kazara serseri
bir ok tarafından vurulmayacağından emin olunacak şekilde kurulmalıdır.
5. Çatlak veya bükük oklar asla atılmamalıdır.
6. Kişi, okçu atış yapmak üzereyken, atış çizgisinin ilerisinde asla durmamalıdır.
7. Bir başkası atış yaparken, diğerleri olası tehlikelere karsı uyanık ve hazır olmalılardır.
8. Eğer kişinin tereddütlü bir mizacı varsa, o kişi atış yapmamalıdır.
9. Her grubun en az bir üyesi diğerleri okları ararken hedefin önünde beklemelidir.
10. Her öğrenci, oklarını atmayı bitirince, atış çizgisinin gerisinde beklemelidir ki eğitmen veya öğretmen açıkça atışlarını bitirdiklerini görebilsin.
11. Kişi her hedeften bir sonraki atış çizgisine kadar işaretli yolda kalmalıdır.
12. Sadece herkes atışlarını bitirdikten sonra, ileri hareket edip okları toplamak için sinyal verilmelidir.
13. Eğer ok yada ekipmanların bir parçası atış esnasında atış çizgisinin ilerisine düşerse, sadece atışlar bittikten sonra alınabilir.
sadece bir kısmı
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
31 Temmuz 2012       Mesaj #8
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye

Türklerde Okçuluk


Türklerde Okçuluk, eski Türklerde millî silah olarak kabul edilmekte, çeşitli destan ve halk hikâyelerinde ondan bahsedilmektedir. Oğuz kelimesinin "oklar" mânâsına (ok+z) geldiğini, z'nin çoğul eki olduğunu iddia eden linguistler (dilbilimciler) de mevcuttur. Gerçekte "-z" eki birden çok şeyler için kullanılmıştır. "di-z, gö-z, sö-z, yü-z" gibi. Okun aynı zamanda sembol olarak kullanıldığı da olmuştur. Oğuzlar, Bozoklar ve Üçoklar diye iki, Göktürkler de on oklar diye on büyük kola ayrılmışlardı. Orta Asya'da yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen oklar, Türklerin ok yapımında çok mahâretli olduklarını göstermektedir. Dede Korkut Hikâyelerinde bir Türkün alp, yâni kahraman olabilmesi için, uçan kuşları ok ile düşürmesinin de şart olduğu belirtilmektedir.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu Sultanı Tuğrul Bey, husûsî mektuplarında, ok ve yayı tuğra olarak kullanıyordu. Divan edebiyatında ise ok sevgilinin kirpiklerine yay da kaşlarına benzetilmektedir. Bu bir noktada mürşidin nazarıdır. Osmanlılar zamânında okçuluk büyük bir ehemmiyet taşımış, okçuların yetişmesi ve eğitimi meselesi devlet seviyesinde ele alınmıştır. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılarda okçu birlikleri savaşlarda çok mühim rol oynamışlardır. Özellikle Birinci Kosova, Varna, Gazze, Mısır Seferi ve 1521 Belgrad Muhâsarası'nın zaferle neticelenmesinde bu birliklerin payı çok büyük olmuştur.

Böyle güçlü birlikler teşekkül ettirebilmek için ok tâlimleri ve müsâbakalarının yapıldığı ok meydanları düzenlenmiştir. İlk olarak Orhan Bey Bursa'da, sonra Yıldırım Bâyezîd Gelibolu'da, Fâtih İstanbul'da gemileri karadan Haliç'e indirdiği yerde ve Yavuz Sultan Selim'de Yenibahçe'de ok meydanları inşâ ettirmişlerdir. İstanbul'daki ok meydanlarının sayısı otuz civârında idi. Belgrad, Üsküp, Edirne, Bağdat, Kahire, Amasya, Şam, Diyarbakır ve Cidde gibi daha birçok yerde de ok meydanları bulunuyordu.

Bu meydanlarda ok tâlimlerinden başka koşular, pehlivan güreşleri ve diğer atletizm müsâbakaları da yapılırdı. Divan şâirleri usta sayılan kemankeşler (okçular) için methiyeler, şiirler yazarlar, rekor sayılan atışlarda nişantaşları dikilirdi. Üçüncü Sultan Selim'in attığı okun düştüğü yere dikilen menzil taşı bugün hâlâ yerindedir. Yavuz Sultan Selim Han'ın önünde ok atan kemankeş için zamânından çok sonra Yahya Kemal'in yazdığı şiir bunların en güzellerinden biridir. İkinci Bâyezîd Han, Genç Osman, Dördüncü Murâd, Dördüncü Mehmed Han, Üçüncü Selim Han, İkinci Mahmûd Han ve Sultan Abdülazîz Han gibi pâdişâhlar, kabri Ok Meydanı'nda olan Dâmâd İbrahim Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Kemankeş Ahmed Paşa, Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Deli Hüseyin Paşa gibi vezirler, okçulukta zamanlarının şampiyonu idiler.

Ok talimleri rüzgârın cihetine göre yapıldığından böyle her rüzgâra mâruz yerler meydan olarak seçilmezdi. Ok meydanlarının bakımı ile uğraşanlara "ihtiyar" denilirdi. Her meydanın üç ihtiyarı olup, baş sorumlu "şeyhü'l-meydan" diye adlandırılırdı. Bunlar aynı zamanda okçuluk tekkesi şeyhliğini de yaparlardı. Şeyhü'l-meydan, kemankeş pehlivanların en kabiliyetli, zeki ve dürüst olanları arasından seçilirdi. Kemankeşliğe yeni başlayanlar ondan müsâde alırlardı. Şeyhü'l-meydan ile menzil ihtiyârı ve mütevelli, meydanın ve okçuluğun bütün meselelerini, ihtilaflarını çözerlerdi. Burada tâlim yapanların imtihanlarını yaparlar ve gençleri okçuluğa teşvik ederlerdi. Üç yüz metreye ok atabilen okçu, "kemankeş" ünvânını alırdı. Okçuluk tekkesi, her sene altı mayısta ok talimlerine başlamak için açılır, pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere tâlimler altı ay devâm ederdi. Okçular, müsâbakalarına "koşu" derlerdi. Okçu meydanına öğleden evvel gelip yemekler yenildikten ve namaz kılındıktan sonra müsabaka başlardı.

Atışlar mesâfe atışı ve "hedefe atış" olmak üzere iki çeşitti. Bir de zarp vurma denilen sert cisimleri delme yarışı vardı. Hedefe atışlarda, hedef tabla veya "puta" denilen kalın meşinden yapılmış ve içi saman dolu cisimlerdi. Tabla iki ayak üzerine tespit edilir. İsâbeti haber vermek için etrafına çıngıraklar konulurdu. Menzil atışına katılanlar meydan sorumlularından olan ihtiyarlar ki "azmâyiş" denilen okları kullanırlar, dokuz yüzcüler, binciler ve bin yüzcüler diye dörde ayrılırlardı. Seksen gez aralıkta dikilmiş iki bayrak arasına düşmeyen oklar müsâbaka hâricinde tutulur, oku en uzağa atan kemankeş müsâbakayı kazanırdı.

Tarihte meşhur kemankeşlerin menzil dereceleri şöyledir:
Tozkoparan İskender 1281 gez (845.4 m)
Arap Kemankeş 1124 gez (741.8 m)
Havandelen 1235 gez (815.1 m)
Subaşı Sinan 1109 gez (731.9 m)
Kazsaz Ahmed 1037 gez (684.4 m)
Benli Karagöz 1161 gez (762.2 m)
Deve Kemal 1205 gez (795.3 m)
Çuhlu Ferruh 1223 gez (807.1 m)
Kaptan Sinan 1232 gez (813.1 m)
Bursalı şela 1271 gez (838.8 m)
Solak Bali 1238 gez (817.7 m)


Okçular ok atarken, sol dizlerini yere koyup sağ dizlerini kaldırırlar "Ya Hak" diye salâ verip oku fırlatırlardı. Abdestsiz ok atmazlardı. Kazanan kemankeşin boynuna çaprazvârî şal takılır. Okçular tekkesine götürülürdü. Şeyhü'l-meyâdin de kazanana iltifât ederdi. Müsâbakalarda mükâfât koymak, sadece pâdişâhlara, vezirlere ve şeyhü'l-meydanlara mahsustu. Her yıl binlerce kemankeş yarışırdı. Topkapı Müzesindeki bir belgede; 1671'de sâdece Ok Meydanı'nda 3375 kemankeşin ok attığı belirtilmektedir.

Okçular, kullandıkları âletlere hürmet ederler, tâlim veya müsâbakalardan sonra yay ve oklarını tekkedeki dolaplarına koyarlardı. Okçuluk tekkeleri iki odadan müteşekkil olup birinde sohbet edilir diğerinde ise yemekler yenirdi. Okçuluk sporunun ve tekkelerinin kendilerine âit kuralları olup, bunlara riâyet etmeyenler, kemankeşlikten men edilmeye kadar varan birçok müeyyidelere tâbi tutulurlardı. İstanbul, Edirne, Bursa gibi pek çok şehirde ok îmâlâtçıları büyük çarşılar hâlinde toplanmışlardı. Osmanlı ordusunun ok ihtiyâcını cebeci ocağı karşılamakta, bu ocak tarafından îmal edilen oklar sandıklarla savaş meydanına götürülüp burada kemankeşlere dağıtılmaktaydı. Pâdişâhı ise, dört yüz okçu muhâfaza ederdi.
Osmanlının son zamanlarına doğru özellikle İkinci Mahmûd Han zamânında ateşli silahların iyice yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini kaybetmeye başladı.

Cumhuriyet devrinde ise Necmettin Okyay, Vakkas Okatan, Bahir Özak ve Kemal Gürsel okspor klübünü kurarak bu faaliyeti devam ettirdiler.

Günümüzde okçuluk çalışmaları, okçuluk federasyonu tarafından yürütülmektedir. Tarihi bir geleneği olan okçuluk yarım asıra yakın zamandan beri spor olarak, pek çok ülkede devam etmektedir. Bugün dünyada 50 (şimdi sayı çok daha fazla) ülkede bu spor yapılmaktadır. Okçuluk spor cemiyetleri ve bunların bağlı oldukları okçuluk federasyonları vardır. Olimpiyatlara kadar giren, kaideleri tesbit edilen bu spor dalı, erkek ve kadın yarışmacılar tarafından yapılmaktadır. Müsabakalarda kullanılan oklar ağaç, sunni madde, alüminyum alaşımı veya çeliktendir. Ağırlıkları 20 - 28 gr, boyları ise atıcıya göre 65 - 72 cm’dir. Okların ucu sivri, arkasında da üç tüy vardır. Yayın iç kısmının ortasında hedefi görme işareti bulunur. Etrafı korunan düz çayırlık yerlerde hedef dikilmek sureti ile bu spor yapılabilir. Hedef, hasıra tesbit edilen, çapı 90 - 60 m mesafe için 122 cm daha kısa mesafeler için 80 cm olan kağıttır. Atıcı ile hedef arasındaki mesafe 90, 70, 60, 50, 30, 18 metre olabilir. Hedefteki dairelere yapılan isabetlere göre yarışmacılara puan verilir. Erkeklerde birincilik yarışmalarında dört atıcı arasında 90, 70, 50 ve 30 metre mesafede her birinde 36 ok ile yapılır. Bayanlar ise 70, 60, 50 ve 30 metrelik mesafelerde 2 raund olarak yarışırlar. (Günümüzde kurallar seyircilerin sıkılmadan izlemesi için biraz daha değişti.)
Son düzenleyen Safi; 14 Aralık 2018 00:44
Sen sadece aynasin...
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Aralık 2015       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
OKLA AVLANMAYA BAŞLANGIÇ
MsXLabs.org

yıllarca olimpik okçuluk yaptıktan sonra, mühendislik eğitimim nedeniyle, profesyonelliğin gerektirdiği kadar antrenmanlara zaman ayıramayınca bırakmak zorunda kaldım. Ancak içimdeki tutku dinmemiş olacak ki 7 yıl sonra yeni bir başlangıç yaptım. Bu kez de iş hayatının gerekleri yüzünden, sürekliliği birkaç ayla sınırlı kaldı. Federasyona bağlı bir sporcuysan ve devlet sena malzeme bağlıyorsa, doğal olarak antrenmanları aksatmamanı ister. Eğer bu işi amatörce hobi olarak sürdürmek istiyorsan da malzemeni kendin edinmek zordasın. İşin içinde bir de avcılık tutkusu olunca, uzun süre bir av yayı nasıl edinebilirim diye araştırmakla geçti.

Internet kanalıyla av malzemeleri satışı yapan (reklam olmasın diye ismini yazamıyorum) firmadan tabii ki haberim vardı. Ama böyle bir alışverişi daha önce hiç denememiştim ve ülkemize gönderip göndermedikleri konusunda da herhangi bir fikrim yoktu. Uzun süre kararsız kaldıktan sonra riski almaya karar verdim. Ve yay siparişini çektim. Sekizinci gün istemiş olduğum yay kapıma gelmişti. Dört yıldır bu yayla antrenman yapıyor, av yayı olmasına rağmen bununla İzmir’deki bölge birinciliklerine katılıyor ve ava gidiyorum. Hatta bir keresinde üzerime saldıran yaralı domuzu durdurarak, bani kendine daha da bağladı.

Uzun süredir de dergilere yazılar yazarak ya de ilgililere e-mail çekerek, ok ile avcılığın yayılmasını sağlamaya çalışıyorum. Yakın çevremden yedisi avcı, biri de sporcu olma üzere toplam sekiz kişiye malzeme temininde yardımcı olup bu spora başlamalarını sağladım. Benimle bağlantı kurabilenlere elimden gelen yardımı yapmaya çalışıyorum.

Bu süre içerisinde şunu fark ettim ki, bu işe başlamak isteyen çok kişi var. Ancak nasıl başlayacaklarını, ne tip malzeme alacaklarını bilmiyorlar, ve en önemlisi de ok atmayı başarıp başaramayacakları konusunda ciddi şüpheleri var. Ancak şunun rahatlıkla garantisini verebilirim ki, avcılıkla uğraştıktan sonra bu işe başlayanlar, daha ilk atışlardan itibaren hedefi vurmaya başlıyor. Bir örnek vermek gerekirse, bir ay kadar önce malzeme temin edip bu işe başlayan bir arkadaşımız, bu süre içinde 50cm x 50cm büyüklüğündeki hedefe birkaç yüz tane ok atmasına rağmen, sadece bir tanesini kaçırdı.

Ancak işin zor olan kısmı malzeme seçimi ve seçilen malzeme geldikten sonra montajı ve ilk ayarları yapıp atışa başlayabilmek. Bu yüzden bu ve bundan sonraki yazılarımda, genel tabirlerle uğraşmak yerine, pratikte ne yapılması gerektiği konusuna değineceğim.

Yay seçimi
Yeni başlamak isteyenlerin öncelikli konusu yay seçimi olmalıdır. Temin edilmesi gereken yay, makaralı yay (compound bow) tabir edilen yay türüdür. Bu yayın özelliği germe aşamasında oldukça sert, ancak son çekme pozisyonun gelindiğinde, yani nişan alma esnasında yumuşamasıdır. Zaten makaraların görevi de budur. Bu yaylarda, makaralar sayesinde yayın sertliğinin %65 ~ %80’i giderilir. Bu sayede nişan alma pozisyonunu uzun süre korumak mümkün olur. Bu özellik sayesinde makaralı yaylar, avcılıkta en çok kullanılan yay türüdür.

Ok boyu (Draw length)
Makaralı yayların nişan alma pozisyonuna geldiğinde yumuşadığını söyledik. Herkesin kol boyu farklı olduğundan, nişan alma pozisyonuna gelindiğinde kol boyu uzun olanlar yayı daha çok, kol boyu kısa olanlar ise yayı daha az germiş olur. Peki bu durumda yay nerede yumuşayacaktır. Örneğin benim kol boyum 28 inch ok çekecek kadar uzun. Bu durumda kullandığım yay, tam 28 inch çektiğimde en yumuşak pozisyonunda olmalı. Genelde bu makaraların üzerinden ayarlanır. Ancak her yayın bir alt ve bir üst sınırı vardır. Bu durumda her yay herkese uygun olmaz. Sonuçta kendi ok boyunuz, alacağınız yayın ayar sınırları içinde olmalıdır.

İşte burada en büyük problem başlıyor. İnsan kendi ok boyunu nasıl bilecek? Ne yazık ki yardım almadan bunu saptayabilmek oldukça zor. En iyi yöntem ok boyu bilinen, mevcut bir yay gerilerek, bunun kısa ya da uzun gelip gelmediğini kontrol etmektir. Eğer bir dükkandan yay satın alıyor olsaydık hiçbir problem olmayacaktı, ancak sipariş üzerine gelecek olan bir yay satın alacaksak, siparişi vermeden önce ok boyumuzu bilmemiz gerekiyor. Bu durumda da çevremizde bu işlerle uğraşan birilerini bulmaktan başka çaremiz yok.

Büyük şehirlerimizin tamamında ve hatta doğu illerimizin bazılarında, şehir stadlarında, beden terbiyesi bünyesinde okçuluk sporu yapılmaktadır. Bu işle uğraşan arkadaşlardan, ok boyunu saptamak için yardım isterseniz, eminim büyük zevkle yardım edeceklerdir. Unutmayın ki beden terbiyesinde görevli antrenörlerin görevi sadece milli sporcu yetiştirmek değil, aynı zamanda sporu tabana yaymaktır.

Ancak şunu unutmayın, eğer yayınızı av amacıyla kullanacaksanız, istediğiniz yardım ok boyunu tespit etmekle sınırlı kalsın. Zira olimpik okçuluk ve avcılıkta kullanılan malzeme birbirinden çok farklı olduğu için, tavsiye ettikleri malzeme işinizi zorlaştırabilir. Ayrıca merak etmeyin A’dan Z’ye ihtiyaç duyabileceğiniz tüm malzeme bu ve bu yazının devamında size tanıtılacaktır.

Yayların ok boyları belirli sınırlar içinde, makaralarının üzerindeki düzeneklerle ayarlanabildiğini yazmıştık. Bazı yaylarda bu sınır oldukça geniş olup bazı yaylarda ise ayar imkanı hiç olmayabilir. Örneğin Browning firmasının bazı yaylarında bu ayar imkanı 21 inchten 31 inche kadar tam 10 inchtir. Bu çok geniş bir aralıktır. Öyle ki dünyadaki insanların %99,9’u bu sınırların içinde kalmaktadır. Yani 10 yaşındaki bir çocuktan boyu 2 metreye kadar olan bir yetişkin, gerekli ayarları yaparak aynı yayı kullanabilir. Eğer böyle bir yay tercih edecek olursanız, siparişten önce ok boyunu tespit etmeye hiç gerek yoktur. Yay geldikten sonra, kendi ok boyunuza ayarlamanız yeterlidir.

Diğer taraftan ok boyu ayarlanmayan, sadece bir tek ok boyu için imal edilmiş yaylar da vardır. Eğer bu spora yeni başlıyorsanız, ok boyunuzu kesin olarak tespit ettirmiş bile olsanız, bu yaylardan uzak durunuz. Çünkü yeni başlayanların stilleri henüz gelişmemiş olduğundan, zaman içinde ok boyu cüzi miktar da olsa + yada – yönde değişebilir. Ancak birkaç sene bu işi yapıp birkaç bin atış yapınca, ok boyunuzun oturduğuna inandığınızda bu yaylardan satın alabilirsiniz. Bunların diğer bir dezavantajı, yayı başkasına devretmek istediğinizde uygun atıcının zor bulunmasıdır.

Ok boyu ayar sınırları arasında 2 inch bulunması, yeterli bir miktardır. Örneğin ok boyunuz 28 inch olarak tespit edildi, 27”-29” arası ayarlı bir yay getirttiniz, + yada – yönde 1 inch yanılmış olsanız bile getirttiğiniz yay size uygun olmaya devam edecektir. Bu yüzden ilk tespitteki ok boyunuz getirteceğiniz yayın ayar sınırlarının ortasında olsun. Örneğin ok boyunuz 29 inch belirlendiğinde, alt sınır 28” veya altı, üst sınır ise 30” veya üstü olmalıdır.

Ok boyu size uygun olmayan bir yayla kesinlikle atış yapmayınız. Örneğin ihtiyacınızdan daha kısa ok boyu olan bir yayla atış yaparsanız, bir müddet sonra refleksler buna alışacak ve bir daha düzeltmesi çok zor olan atış stili problemleri ortaya çıkacaktır.

Yay germe sertliği (Draw weight)
Yaya esnekliği sağlayan, genelde fiber malzemeden yapılmış olan yay kanatlarıdır (limbler). Alt ve üst kanat, metal kabzaya birer vida yardımıyla tespit edilirler. Bu vidalar sıkıldığında yay sertleşir, gevşetildiğinde yumuşar. Bu özellik sayesinde her yayın bir alt ve bir üst sertlik sınırı vardır. Avcılıkta kullanılan yayların 60 – 70 libre arasında olması en doğru yaklaşımdır. Gereğinden yumuşak bir yay ava etki etmez, gereğinden sert bir yay ise nişan almayı zorlaştırır. Bir örnek vermek gerekirse, yıllarca ok atıp bu işe antrenmanlı olmama rağmen benim yayımın sertliği 62 libreye ayarlıdır. Yayı domuz avlarında kullanıyorum ve bu sertlik yetiyor. İstersem daha da sertleştirebilirim, ancak o zaman ilk birkaç okta problem çıkmasa da, uzun süre ok atamıyorum. Şimdiye kadar yay aldırdığım her avcıya 60 – 70 libre arası ayarlı yay aldırdım. Ancak gücünüz konusunda şüpheleriniz varsa 50 – 60 libre yay da uygun olabilir. Zira başlangıçta 50 libre olarak başlar, bir süre antrenman yapınca 60 libreye sertleştirebilirsiniz. Bu sertlik ise av için yeterli bir sertliktir.

Yumuşama oranı (Let–off)
Makaralar sayesinde, yayın nişan alma pozisyonunda yumuşadığını yazmıştık. Bu oran %50 ile %85 arasında olabilir. Örneğin yayınız 60 libre let–off ise %75 olsun. Yay nişan pozisyonunda 60 librenin %75 değeri olan 45 libre yumuşayacak, yani nişan alırken yayın sertliğini 15 libre ( ~6,8 kg) hissedeceksiniz. Let-off değerinin büyük olması tabii ki avantajdır. Ancak yay seçimi yaparken bu sayıya çok fazla dikkat etmeyiniz. Ok boyu ve yay sertliğinin yanında son derece önemsizdir. %60’ın üzerinde bir let–off değeri yeterlidir. Diğer özellikler eşitse, bu sayının büyük olması avantajdır. Ancak let-off değeri yüksek bir yay almak için ok boyu yada yay sertliğinden kesinlikle feragat edilmemelidir. Veya let-off değeri yüksek diye pahalı bir yay tercih etmek pek de doğru değildir.

Hız (IBO Speed AMO Speed)
Hız tabii ki önemlidir. Ok ne kadar hızlı olursa ava etkisi o derece büyük olur. Daha da önemlisi, hızlı okların uçuş yörüngeleri daha düz olur. Ancak kataloglarda verilen fps cinsinden hız değerleri, sizin nihai hızınız olmayacaktır. Kullandığınız okun ağırlığına, yay sertliğine ve ok boyuna bağlı olarak sizin hızınız farklı olacaktır. Kataloglarda verilen değerler ise IBO hızları 70 libre sertlik, 350 grain ok ve 30 inch ok boyunu; AMO hızları 60 libre sertlik, 540 grain ok ağırlığı ve 30 inch ok boyunu temsil eder.

280 ile 320 fps arasındaki tüm IBO hızları avcılık için uygundur. Daha hızlıyı seçmekte fayda vardır, ancak yine de Let-off’taki gibi hız kazanmak için yay sertliğinden ve özellikle de ok boyundan fedakarlık edilmemelidir. Ancak tüm diğer özellikler aynıysa daha hızlı bir yay için, biraz daha yüksek ücret ödenebilir. Ama bence ok hızını %10 artırmak için %100 daha fazla fiyat farkı verilmemesi gerekir. En azından benim görüşüm bu.

Diğer özellikler
Yay uzunluğu kataloglarda genelde, akstan aksa mesafe anlamına gelen, axle to axle olarak karşımıza çıkar. Üst makara aksından alt makara aksına kadar yayın uzunluğunun inch cinsinden değeridir. Kısa yayların manevra kabiliyeti her zaman daha fazladır. Ancak kısa yayların kontrolü de o derece zordur. Yeni başlayanlar için uzun bir yayla başlamanın daha doğru olduğu inancındayım. Ancak diğer kriterler kadar üzerinde çok düşünülecek bir konu değildir.

Kataloglarda Brace Height olarak tanımlanan, kiriş ile kabza arasındaki mesafedir. Bu aşamada dikkate almaya gerek yoktur. Weight olarak tanımlana ise yayın kendi ağırlığının, libre cinsinden değeridir (libre = pound). Bu özellik de seçimi etkileyen bir özellik değildir.
Av yayları, sadece yay yada paket olarak satılmaktadır. Paket olarak satın almak her zaman avantajlıdır. Zira paket içine dahil olan nişangah, ok dayanağı (arrow rest) ve diğer malzemeler, tek tek alındığında, paket fiyatını her zaman aşar. Ayrıca pakete dahil olan aksesuarlar zaten alınması zorunlu olan malzemedir. Paket halinde alınması, kullanılan yaya uyumlu olmasının da garantisidir. Genelde pahalı yayların paket aksesuarları da takılacak yaya yakışır derecede kaliteli malzemelerdir. Bunun tersi olarak da ekonomik bir yayın paketindeki malzeme de ekonomik ve gerektiği kadar kaliteli olur. Aksi taktirde tek tek alınan yay ve aksesuar Murat 124’e spoiler takmaya benzeyebilir.

Son söz
Tüm malzemenin alımını bir defada yapmayın. Önce sadece yay, yada paket halinde ise yay paketini satın alın. Bunun nedeni, gelen yayı ok boyunuza göre, sertliğini de makul bir seviyeye ayarlayıp, okların alımının daha sonraya bırakılmasıdır. Ok seçimi, ok boyuna ve yay sertliğine tamamen bağlıdır. Okların alımını yapmadan, bu değerleri kesin olarak saptamak gerekir. Malzeme alımında sitesi size imkan tanımaktadır.
Aramızda yazıyı okur okumaz alım yapacak kadar sabırsız arkadaşlar olabilir. Yazının devamında, pakete dahil olan malzemelerin yaya montajını, ve yay ayarlarının nasıl yapılacağını anlatacağım. Bu bilgiler olmadan yayın herhangi bir ayarıyla oynanmaması tavsiye edilir. Örneğin yayın sertliğin ayarlamak isterken yayı dağıtabilir, kendinize veya yaya zarar verebilirsiniz. Veya tekrar ayarlanması için özel aletler isteyecek şekilde, yayın ayarlarını bozabilirsiniz.
Son düzenleyen Safi; 13 Aralık 2018 23:33
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Aralık 2018       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Okçuluk Nedir? Okçuluk Hakkında Genel Bilgiler
MsXLabs.org

Ata Sporu
Türklerin ata sporu olan okçuluk, yüzyıllar boyunca bu geleneksel özelliğini muhafaza etmiş, gerek tarihimiz içinde, gerekse İslam dininde özel bir yere sahip olmuştur.

Türk tarihinin Orta Asya’ya uzanan derinliklerinde, önceleri bir savaş aracı olarak kullanılan ok ve yay, ateşli silahların keşfinden sonra, giderek bir spor dalı olarak kültürümüz içindeki yerini almıştır.
Tarihsel belgeler incelendiğinde, Türklerde okçuluğun M.Ö. 5000 yıllarında başladığı ve okçuluk ile ilgili ilk kuralların Oğuzlar ile gerçekleştiği görülür. Oğuzlar’ın Müslümanlığı kabulünden sonra ise daha da gelişen okçuluk, en parlak devrine Osmanlılar ile ulaşır.

Okçuluk, İslam dininde çok önemli bir yer tutmaktadır; öyle ki, adeta yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiştir. Bizzat Hz. Muhammed de ok atmış, savaşlarında kullanmış ve ok atma konusunda birçok hadis-i şerif beyan etmiştir. Özellikle, “Evinizdeki kölenize bile ok atmayı öğretiniz” buyurmaları okçuluğa verilen özel önemin simgesi olmuş; yine bir başka hadislerinde “Bizim hakkımız gibi, çocukların da bizde hakları vardır, ki o hak, ona yazı yazma ile ok atmayı öğretmek ve helal miras bırakmaktır” demiştir.

Osmanlılar döneminde, okçuluğu ciddi kurallara bağlayarak yarışma esası içine alan ve tesis kuran hükümdar Fatih Sultan Mehmet’tir. Her ne kadar Fatih’ten önceki bazı hükümdarların dönemlerinde çeşitli okçuluk yarışmaları yapılmış ise de, saha ve tesislerin oluşturulması Fatih Sultan Mehmet’in emri ile başlar. İstanbul’un fethinden hemen sonra, Kasımpaşa semtinde kurulan ve bugün ancak çok az bir bölümü korunabilmiş olan Ok Meydanı, Fatih’in bu spora verdiği büyük önemin bir göstergesidir. Fatih’ten sonraki hükümdarların hemen tümü bu sahayı genişletip ilave tesisler yapmışlar, diğer kentlerde de sahalar kurmuşlardır. Sultan II. Bayezit döneminde bununla da yetinilmemiş, okçular özel olarak himaye edilmiş, okçuluk malzemeleri imalatı ile uğraşan sanatkârlar bir araya toplanarak, kendilerine her türlü olanak sağlanmıştır. Hatta bu amaçla, sanatkârların neredeyse tümü İstanbul’a getirilmiş ve Bayezit Camii’nin arkasına inşa edilen Okçular Çarşısı’na yerleştirilmişlerdir. 15. ve 16. yüzyıllarda İstanbul’da sayıları 500’ü bulan ok ve yay imal eden atölye ile özel olarak okçuluk eğitimi yapılan okulların bulunduğu gerçeği dikkate alınacak olursa, bu spor dalında ne denli zengin bir geçmişe sahip olduğumuz kolayca anlaşılacaktır.

Daha önce de belirtildiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde hükümdar ve sadrazamların birçoğu okçu idi. Bunların içinde özellikle Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın (1592-1644) okçuluk tarihi içinde özel bir yeri bulunmaktadır. Kara Mustafa Paşa, sadrazamlığı döneminde okçuluk ile ilgili bir ferman (kanun) yayınlamıştır. Bugün, aslı Topkapı Müzesi arşivinde bulunan bu ferman, spor ile ilgili ilk kanun olma özelliğini taşımaktadır. Osmanlı döneminin ünlü okçuları içinde, Tozkoparan İsmail, Bursalı Şüca gibi isimler en çok bilinenlerdir.Hayvan boynuzu, sinir gibi organik maddeler ve ahşap malzemenin sentezi ile imal edilen eski Türk yaylarının inanılmaz teknik güçleri, bugün dahi, okçuluk tekniği ile ilgilenen dünya otoritelerini hayretler içinde bırakmaktadır.

Kemankeşlik


Kemankeşlik Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan bir okçuluk sporudur. Osmanlıda okçuluk Orta Asya Türkleri'nden gelerek, Arap geleneklerinin de hafif bezemeleri ile gelişmistir. Osmanlı kemankeşlik sporu yüzyıllardır adını çok bilmediğimiz büyük kemankeşlerin (Bosna'lı Şüca, Havandelen Solak Bali, Tozkoparan İskender vs...) yaratılmasını sağlamıştır. Bu sporcuların kimilerinin menzil atışları 1275 gez (800-850 metre) mesafeler ile kırılması güç rekorlara imza atmışlardır. Osmanlı kemankeşleri pir olarak Sahabe'den Ebu Vakkas'ı sayarlar.
Kemankeşlik sporunun araçları olan ok ve yay için ise;
  • Okun boyu "gez" olarak ölçülür. Bir gez yaklaşık olarak 65 - 70 cm. civarındadır, çeşitli ahşap malzemelerden (çam ağaçlarının kuzey rüzgarı alan kısımlarından) veya bambu kamışından yapılır.
  • Ok ucuna "demren" ya da "temren" adı verilir, kemik veya demirden yapılır.
  • Okun son kısmı olan tüy kısmına ise "yelek" adı verilir, genelde kuğu, kartal tüyleri kullanılır, ucunda temren'i olan oklara işlevine göre gerektiğinde yelek takılmaz.
  • Yay: Osmanlı yayı ise son derece işlevsel, aynı zamanda kısa, kullanımı kolay ve "pek", yani oldukça sert yaylardır.
  • Yay ipine Tirkeş veyahut Çile adı da verilir. Tirkeş, genelde koyun bağırsağından olabileceği gibi ibrişimden de imal edilir.
  • Yaylar genelde filmlerde görüldüğü gibi sürekli olarak gergin durumda değillerdir. Normal durumda tirkeş ve yay gerilimsiz ve gevşek bir şekilde durur, kullanılacağı zaman ise yay kurulur.
  • Yay terse doğru kurulmaktadır ve oldukça güç gerektiren bir iştir (Harbiye Askeri Müze'de yay örnekleri ve kurulumun nasıl yapıldığına dair çizimler mevcuttur). Kaynaklar bazı kemankeşlerin ve gücü ile nam salmış pehlivanların pek yayları tek kolları ile kurabildiklerinden övgü ile bahseder.
Günümüzün ileri teknolojisi ile üretilen yaylarla 250-300 m mesafeye zorlukla ok atılırken, eski Türk yayları ile 800-900 metrelere ok atılabilmesi bu hayretin temel nedenini oluşturmaktadır. Okçuluk tarihimize dikkatle göz atıldığında, Fatih Sultan Mehmet’ten II. Bayezit’a uzanan dönemin ciddi bir “Planlama Dönemi”, II. Bayezit’ten II. Selim’in ölümüne değin geçen sürenin ise “Gelişme Devri” olarak değerlendirildiği görülür. Daha sonraki hükümdarlar da okçuluk ile ilgilenmişler, ancak III. Selim’in tahta geçmesinden II. Mahmut’un ölümüne kadar geçen süre “Yeniden Yükselme Devri” olarak tarihe geçmiştir. Daha sonra II. Abdülhamid’ten V. Mehmet’in ölümüne kadar geçen süre ise okçuluğun “Duraklama ve Gerileme Devri” olmuştur, Osmanlı’nın son döneminde ise okçuluk sanatkârları artık ellerindeki sanatı bırakarak başka işlere yönelmişler, bu işi yürüten kişi sayısı 3-5 kişiyle sınırlı kalmıştır.

Cumhuriyet dönemiyle birlikte, 1923-1937 yılları arasında, eski Türk okçularının ailelerinden gelen üç beş kişi, aralarına hevesli gençleri de alarak, İstanbul’un çeşitli semtlerinde ok atışları yapmışlar ve geleneksel sporumuzu yürütmeye çalışmışlardır. Türk okçuluk tarihinin efsanevi ismi Tozkoparan’ın ikinci kuşak torunları olan İbrahim ve Bekir Özok ile, Türk okçuluğuna ilk kitabı armağan eden Mustafa Kani’nin torunu Vakkas Okatan, bu spora yakın ilgi duyan Prof. Necmettin Okyay, Hafız Kemal Gürses ve yine o devrin Beyoğlu Vakıflar Müdürü ve Milli Sporlar Federasyonu Başkanı Baki Kunter’in girişimleri sonucu kurulan Okspor Kurumu adındaki kulüp, Cumhuriyet dönemimizin ilk ciddi adımı olmuştur. İstanbul Beyoğlu Halkevi’nde, Ulu Önder Atatürk’ün direktifleri ile, milli sporumuz okçuluğu yeniden canlandırmak amacıyla 1937 yılında kurulan bu kulüp, Atatürk’ün ölümünden sonra himayesiz kalarak dağılmıştır. İlk bayan okçumuz olan Betül Diker (Or), o yıl yapılan 19 Mayıs gösterilerindeki atışları ile Atatürk’ün dikkatini çekmiş ve Ulu Önder, Halim Baki Kunter’e “Bu kız ile ilgilenin!” talimatını vermiştir.
Son düzenleyen Safi; 14 Aralık 2018 00:45
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

8 Nisan 2012 / sedat kababıyık Soru-Cevap
25 Kasım 2012 / alevim Cevaplanmış