Arama

İlluminati Nedir?

Güncelleme: 12 Temmuz 2017 Gösterim: 451.896 Cevap: 14
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
27 Haziran 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

İlluminati

Ad:  1.JPG
Gösterim: 752
Boyut:  19.1 KB

1776 yılında Almanya'nın Münih kentinde, Adam Weishaupt isimli Kabbalacı bir Hukuk Profesörü ve Baron von Knigge ile diğerlerinin yardımıyla kurulan gizli topluluk. Illuminati, "Aydınlanmış Olanlar" anlamına gelmektedir. Topluluğun kuruluş amacı cehaletle, baskıcılıkla ve kilisenin dogmalarıyla mücadele etmekti. Her ne kadar asıl amaç, aydınlanarak dinsel dogmalardan uzak, hür düşünceyi ve Newtoncu pozitif bilimin önünü açmak idiyse de, gizli siyasi amaçları olduğu öne sürülerek dünya siyaset tarihinin belki de zaman içerisinde üzerine en fazla komplo teorisi üretilmiş topluluğu halini almıştır.

Münih'te kurulup, o yörede (Bavyera) hızla gelişen Illuminati'nin üye kayıtları büyük bir gizlilik içinde saklanıyordu. Öyle ki, üyelerin her birinin takma isimleri vardı ve yazışmalarda bunlar kullanılır, üyelerin gerçek isimleri ve kimlikleri asla kullanılmazdı. Örneğin, topluluğun kurucusu Adam Weishaupt'un kod adı Spartacus idi. Illuminati üyeleriyle ilgili bilinen tek şey, tüm üyelerinin Cermen kökenli beyazlardan oluştuğudur.

Kuruluşu
Cizvitlerin görüşlerine ve dayatmalarına büyük bir antipati besleyen Galileo Galilei, bir topluluk kurarak bu dogmalarla mücadele etmek ve parlak gençleri ve aşırı derecede zeki insanları bünyesinde toplayarak onlara özgürlüğün, hür düşüncenin ve aydınlanmanın faziletlerini aşılamak istiyordu. 1774Mason olan Weishaupt, bu emellerinin Masonluk içerisinde var olduğunu görse de, Masonluğun emellerinin ve felsefesinin siyasetler üzeri olması itibariyle ve Almanya'daki kilise/cizvit egemenliğini sona erdirmek istemesinden ötürü, bu doğrultuda bir topluluk kurmaya karar verdi ve kendisi gibi düşünen 11 arkadaşıyla beraber 1776 yılında yılında Illuminati'yi kurdu.

Dereceler ve Çalışma Sistemi
Illuminati topluluğu, tıpkı Masonluk gibi ve benzer anlamları olan, üç derecede çalışırdı.
  1. Çırak
  2. Minerval
  3. Illumine (Aydınlanmış) Minerval
Başkan ise Areopagites ünvanı ile anılıyordu.
Çıraklar, Fransız ansiklopedistlerin eserlerini okuyarak ve kendi görüşleriyle birlikte bunların raporlarını sunarak tezler hazırlardı. Derece geçişleri tezler hazırlayarak ve bu tezlerin yeterliliği, üst dereceler tarafından oylanarak kabul edilirdi. Bir alt derecedeki üye, bir üst derecedeki üyelerin kim olduklarını bilmezdi.

İnişler, Çıkışlar 12 kişi ile kurulan Illuminati topluluğu, gelişmelerini Mason Localarından kendilerine uygun üyeler kazanarak sağlamaya çalışmışlar, ilk sene sonunda 80 üyeye çıkmışlardır. Daha önceden bir Mason olan Baron Adolf von Knigge'nin katılımı ile ciddi bir ivme kazanmış, Baron'un kazandırdığı seçkin üyeler ile ciddi bir yükselişe geçmişlerdi. Baron ayrıca, Masonluğun şövalye dereceleriden etkilenerek hazırlanmış bir de Illuminatus Dirigens adlı bir ek derece daha oluşturmuştu. Baron'un bu kadar öne çıkması, Weishaupt'un pek hoşuna gitmemiş ve anlaşmazlık, Baron'un kısa süre sonra topluluktan ayrılmasıyla sonlanmıştı.

22 Haziran 1784'te tüm Bavyera'da Masonluk ile birlikte Illuminati de, gizli siyasi amaçları olduğu öne sürülerek yasaklanmıştı. Masonluğun, tarih boyunca kendisine yönelen tüm baskı ve yasaklamaların altından hiçbir zarar almadan çıkması gibi yine zararsız çıktığı bu süre Illuminati'ye pek yaramamış ve büyük ölçüde gücünü ve varlığını yitirmişti.
19. yüzyılın başlarında ünlü Alman filozof Hegel'in katılımıyla canlanan ve eski parlak günlerine dönen Illuminati, bu yıllarda, bir yandan üyesi olan Hegel'in tez-antitez kuramlarıyla Yeni Dünya Düzeni düşüncesinin geliştiği bir topluluk haline gelmişti. Dünya üzerindeki çeşitli toplulukları etkileyen bu düşüncenin mirasçıları bugün halen çalışmalarını sürdürüyor olsalar da, Illuminati varlığını tamamlamıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:21
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
29 Haziran 2007       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  2.jpg
Gösterim: 725
Boyut:  48.3 KB
CFR ve Bilderberg toplantılarda Illuminati yöneticiler ve üyeler’in basına sızdıran söyledikleri birçok kişiye fantezi ürünü olarak gelebilir ama, gerçek çoğu kez kurgudan daha çarpıcıdır. Türkiye hakkındaki şaşırtıcı açıklamaları duyunca şaşıracaksınız. Bu söylediklerini doğru olup olmamak amacıyla yaptığım araştırmalardan hayal ürünü olmadığını anlayınca sürekli düşünmeye başladığımı itiraf ediyorum.

Illuminati’nin yöneticiler ve üyelerinin nerede, nasıl ve ne zaman konuştuklarını gizlemek zorundayım. Yoksa beni yaşatmazlar. Sadece onların “italik” söylediklerini sizlerle paylaşabilirim. “İtalik” olmayan yazılarım bana aittir. Yani kendim yazdım. Bu arada aşağıda göreceğiniz “(…)”’ler, çevrili hatalı yüzünden bozuk konuşmalar bu konudan çıkarılmıştır.

Bizi ve Türkiye’yi ilgilendiren konuşmalarını ele alarak başlıyoruz.. Yorumlarınızı da bekliyoruz.
Rockefeller açılış konuşmasını yaparak;
“Sayın üyeler, hepinizi saygıyla selamlıyor ve açılış konuşmamı sunuyorum. her şeyden evvel, yüce liderimiz Lucifer’in örgütün başkanı olarak bizim için seçtiği ve bize yönlendirdiği onüçüncü üyemizin yakında bize katılacağının haberini almış bulunuyorum. Eski başkanımız Siyonizm’in destekçilerinden değerli bilim adamı Albert Einstein’in ölümüyle boşalan başkanlık koltuğu bir sonraki toplantımızdan önce sahibini bulacaktır. Kendilerinin bu göreve layık çok değerli bir bilim adamı olduğunu biliyorsunuz.”

Çağrıkurt- Kim bilim adamıymış?.. Henüz onun kimliğini tespit etmiş değilim!?.. İnşallah tespit edebilirim ama bana göre büyük ihtimalle Stephen Hawking olabilir. Albert Einstein Illuminati’nin başkanı olduğunu duyunca şaşırmıştım. Ama 1950’li yıllarında İsrail Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığını istememişti.. Neyse ki devam edelim

“Şimdi toplantımızın asıl konularına geçiyorum. Bildiğiniz gibi hedefimize adım adım yaklaşıyoruz. Kendimize ana ilke edindiğimiz Novus Ordo Seclorum yönündeki çabalarımız sayesinde, tek bir dünya devleti kurmamıza çok az kalmıştır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde ajanlarımız sayesinde çıkarttığımız savaşlar ve karışıklıklar sayesinde hem biz zenginliklerimizi kat kat artırdık, hem de bu işe yaramaz insan sürüsünün bir kısmını yok etmeyi başardık. Gördüğünüz gibi bu yolda tek çözüm felsefemiz olan Ordo Ab Chaos sayesinde bize bilge adamlar, insanlığın efendileri olmaya devam edeceğiz.”

Çağrıkurt- Şimdi burada anlamadığımız yabancı kelimelerini bizim dilimize çevirelim.
Novus Ordo Seclorum : Yeni bir Dünya Düzeni.
Ordo Ab Chaos : Kaostan kaynaklanan Düzen
Türkiye, Irak, Iran, Güney Amerika, Afrika, Gürcistan, Ukranya gibi pek çok ülkelerde darbeler ve karışıkların arkasında Illuminati’ye hizmet eden CIA ajanları olduğunu da biliyoruz!! Kaostan kaynaklanan Düzen felsefesi şimdiye kadar duyduğum ve duyacağınız en korkunç ve kanlı felsefesidir.

“Dünya New York’taki ikiz kulelere terörist saldırısı hikayesiyle planladığı üzere bir kaosa doğru sürüklenmiştir. Avrupa ve Amerikan halkları teröre karşı bütün destekleriyle yanımızdadırlar. Ortadoğu’da amacımız doğrultusunda ve Eski Ahit’te Tanrı’nın emrettiği şekilde, Irak işgal edilmiş ve sıra Büyük İsrail Devleti’nin toprakları üzerindeki diğer işgalci ülkelere gelmiştir. Irak’t bir Kürt devletinin kurulması için önümüzde çok az engel kalmıştır. Bu durumda Büyük Ortadoğu Projesi’nin asıl amacının son aşamasına gelmiş bulunuyoruz.”

Çağrıkurt- İkiz kulelere terörist saldırısı arkasında gizli Amerikan hükümet olduğunu zaten biliyorduk. Irak’ta Kürt devleti kurma yolunda adım adım gerçekleşeceğini ve Üç’e bölüneceğini yavaş yavaş acıyla görüyoruz!!!

“Hepinizin de bildiği gibi önümüzdeki en büyük engel Türkiye idi. Fakat Türkiye önce ülke içindeki provokatörlerimiz tarafından çıkarılan terör olaylarıyla ve daha sonra da yine bizim değerli ajanlarımızın uğraşları sonucu yaratılan *** ile uğraşmak zorunda kalmış ve bu uğurda yüz milyarlarca dolar harcamak zorunda kalmıştır. Bu da ülke ekonomisine büyük bir darbe indirmiştir. Bunun yanında satın aldığımız ülke yönetiminde söz sahibi, özellikle sabetayist kökenli bürokratlar ve işadamları sayesinde ülkede bankalar batırılmış ve ödediğimiz paraların çok daha fazlası bankalardan kaçırılan paralarla ülkemize yatırım olarak geri dönmüştür.”

Çağrıkurt- İyi bildiniz.. İyi analiz etmişsiniz.. ***, ASALA gibi Masonların bir oyunudur. Ekonomimiz nereye gidiyor!!!

“Bu kaynakları ülkenin önemli medya kuruluşlarının çoğunluk hissesini satın almak için kullanmış bulunuyoruz. Bizden de aldığı parayla çift maaşlı ve hayatlarından oldukça memnun olarak çalışan yazarlar sayesinde ülke insanlarını istediğimiz gibi yönlendirebiliyoruz. Bu ülke insanları yıllardır süren uygulamalarımız sayesinde kendilerini çaresi hissediyorlar ve tek kurtuluş yolunun Avrupa Birliği’ne girmek olduğuna inanıyorlar. Şu an Türkler, ülke ekonomisinin çok iyiye gittiği, Avrupa Birliği’ne mutlaka girmeleri gerektiği ve girecekleri masallarıyla uyutulmaktadır. Ama hiç düşünmüyorlar ki Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletlerden sonra bizim “Tek bir Dünya Devleti” yolunda attığımız büyük bir adımdır. Gerçek şudur ki, basit bir hareketimizle ülke ekonomisi batma noktasındadır ve sadece bizim desteğimiz ile ayakta durmaktadır.”

Çağrıkurt- Tanıdığımız yazarlara lanet olsun. Türklükten utanan batı hayranı yazarlar ve Orhan Pamuk gibiler başımıza bela oluyorlar. Devlet bu hain işbirlikçileri tutuklansın artık!..

Bir mason Rockefeller’a dikerek sordu. “Peki İran konusunda neler yapılıyor?”

Rockefeller cevap veriyor;
“Bir Kürt devleti kurulmasına itiraz eden bir diğer devlet İran’dır; çünkü İran hükümeti kendi ülkesindeki Kürtlerin de ayaklanıp, bu kurulacak olan Kürt devletine katılmak için olay yaratacaklarından korkuyor; fakat İran zaten saldırı planlarımız içinde olduğu için bu bizi fazla endişelendirmiyor. Kürt devleti kurulduktan sonra sıra İran ve Suriye’ye gelecek. Irak hakkında söylenecek bir şey kalmadı, yönetim tamamen elimize geçmiş bulunuyor.”

(…) Yine bir mason “Sayın Mesih(!) Bush bu konuda neler yapıyor” soran Rockefeller hafifçe gülümsedi. (…) Duvardaki dev bir ekranda, Türkiye’nin güneydoğu bölgesini, Suudi Arabistan, İran ve Mısır’ın bir kısmını, Suudi Arabistan, İran ve Mısır’ın bir kısmını, Suriye, Lübnan, Kuveyt, Filistin ve Ürdün’ün tamamını içeren Büyük İsrail Devleti’nin olduğu bir Orta Doğu haritası görünüyordu. Rockefeller bir çubukla haritada konuyla ilgili bölgeleri işaret ederek konuşmasını sürdürüyor:

“Sayın George Bush ile dün görüştüm ve talimatlarımız doğrultusunda savaşın İsrail’in İran’a füze saldırısı şekilde yapılacak; önce İsrail İran’ın nükleer tesislerini vuracak. Bu durumda büyük bir olasılıkla İran karşı füze bize saldırısı yapacaktır. Böylece biz yine İsrail’in yanında yerimizi alacağız ve İran’a karşı bir karalama kampanyasının ardından bu ülkeye büyük bir saldırı başlatacağız. Bu arada, Suriye sıranın kendisine geleceğini bildiği için İran’ın yer alacaktır. Biz İran’a saldırılarımızı yoğunlaştırırken İsrail Suriye’yi İngiliz Ordusu ile beraber işgal edecektir.”

Çağrıkurt- Rockefeller! Senin söylediklerin birer birer gerçek oluyor!.. İran kolay bir lokma olmadığınız hepimiz biliyoruz. Bakalım İran’ı nasıl yapacağınızı göreceğiz. Suriye konusunda bildiğimiz bir şey yok.

“Kafatası ve Kemikler Tarikatı’na ve dolayısıyla Yale Üniversitesi’ne biz George Bush gibi itaatkar ve becerikli insanlar yetiştirdikleri için teşekkür borçluyuz” diye ekledi Rotschild.

Rockefeller başıyla onaylayarak konuşmasını sürdürüyor:
“Türk hükümetinin her hangi bir müdahalede bulunacağını sanmıyorum. Suriye’nin ortadan kaldırılması ve İran halkının vaat edilmiş toprakların dışında kalan topraklara sürülmesi ve orada kendilerine bağımsız bir Şii devleti kurulmasına razı olacaklardır. Sonra sıra Kürt devletinin İsrail’e ilhak edilmesine gelecek. Bu noktada sanırım Kürtler biraz başağrısı yapabilirler ama Barzani bildiğiniz gibi bir Kürt Yahudisidir ve bizim tarafımızda yer alacaktır. Ayrıca Barzani babasının başına gelenleri çok iyi hatırlıyordur ve Emperyalist bir devletin dostların her zaman Emperyalizme hizmet etmesi gerektiğini bildiğini ve kaderlerine razı olacaklarını umuyorum.”

Çağrıkurt- Zavallı devletimizcik.. Bu konularda bir şey yapsın artık Devlet duyun bizi!.. Devlet İran ve Irak’ta olanlara hiç göz yummayınız..

“En son olarak Sina Yardımadası ve Suudi Arabistan’ın kuzey kısımları işgal edilecek. Ürdün ve Lübnan ise işin en kolay kısmıdır. Suudi ve Ürdün kralları Amerikan bankalarında yatan paralarına dokunmadığımız sürece istediğimiz kadar toprak alabileceğimiz konusunda bize kesin teminat verdiler. Diğer Araplar ise kendilerine dokunulmazsa Amerika Birleşik Devletleri’nde daha fazla yatırım taahhüdünde bulunuyorlar.”

Çağrıkurt- Hz. Muhammed’e hakaret eden karikatürler Arapları bile etkilediğini göremiyoruz!.. Buna rağmen Araplar ABD’de yatırım yapmaya devam ediyorlar.

Başka bir mason soruyor:
“Türkiye’nin doğu bölgesini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz, biliyorsunuz ki Fırat ve Dicle nehirlerinin bulunduğu bölgeler hem vaat edilmiş toprakların önemli bir bölgesi olarak, hem de yakın bir gelecekte baş gösterecek olan su sıkıntısını gidermede en kritik alan olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye ile savaşmayı göze aldınız mı? “

Rockefeller de cevaplıyor;
“Daha önce belirttiğim gibi Türk hükümeti şu anda bizim verdiğimiz borçlarla ayakta duruyor, sanırım bizimle savaşmayı göze alamazlar. Ama biz yine de bir “B” planı yaptık. Türkiye’nin zorluk çıkarması durumunda, Türkiye’nin doğu bölgesinde hak iddia etmelerini, böylece çıkacak bir savaşta kesinlikle Kürtlerin arkasında olacağımızı Barzani’ye ilettik. Bizim desteğimizle Kürtler o bölgedeki provokatörlerin ve misyonerlerin kışkırtacağı Kürt asıllı insanlarla birleşerek Türk ordusuna karşı isyan çıkaracaklar. Osmanlı İmparatorluğu’na karşı uygulanan planın aynısı, böylece Türkler iki ateş arasında kalmış olacak. Ne demişler, tarih tekerrürden ibarettir. Tabii bunları Kürdistan İsrail’e ilhak ettirilmeden önce yapacağız. Böylece bir taşla iki kuş birden vuracağız. Hem Türkiye bir oldu bitti karşısında kalacak, hem de bu bölgeyi Kürtler sayesinde elde etmiş olacağız. Zaten Amerika Birleşik Devletleri Lozan Anlatşması’nı tanıyan imzayı atmamış ve dolayısıyla Türkiye’nin sahibi olduğu toprakları hiçbir zaman kabul etmemiştir ve bizim için Sev Antlaşması hala geçerlidir.”

Çağrıkurt- Hiçbir zaman kabul etmediğimiz Sevr antlaşmasını diriltecek bir şey olmayacak! Sevr umudu boş ve hayaldir. Biz tarih’ten ders almadığımız ne kadar doğruluğunu Rockefeller tarafından kanıtlıyor. Vay halimize! Tarihten ders alamayacak aptalız.

“Türk ordusunu pek hafife almayın, Türklerin ne kadar iyi bir savaşçı millet olduğunu unutuyorsunuz.” Bunları söyleyen Habsburg, Viyana kuşatmalarını hatırlayarak acı acı gülümsedi.

Çağrıkurt- Yaşlı herif! Türk korkusu var sende!

Rockefeller cevaplıyor:
“Avrupa’dan herhangi bir itiraz gelmeyeceğini umuyorum. Sayın üyelerimiz, umarım kendi hükümetleri ile gereken anlaşmaları yapıyorlardır.”

“Vatikan ise tamamen avucumuzun içindedir. Ambrosiano Bankası skandalından sonra Papa uslu bir çocuk gibi ne söylenirse yapıyor. Aksi takdirde, Vatkian’ın önde gelen şimdiki Kardinallerinin ve eski bazı Papaların birer Mason veya Ateist oldukları, Vatikan’ın uyuşturucu mafyası ile olan ilişkileri, Vatikan Bankası’nın mafyanın kara parasını aklama operasyonları ve karşılığında aldığı komisyonlar, eski Papa II. Jean Paul’ün bir zamanlar Almanya’da Yahudi katliamlarında kullanılmak üzere zehirli gaz üreten bir fabrikada çalıştığı ve Nazilere bu gazları sattığı, en önemlisi ise İsa’nın soyundan gelen neslinin kimler olduğu gibi bilgiler örgütümüzün medya ordusu ile bütün dünyaya ilan edilirse, ortada Vatikan diye bir kurum kalmayabilir. Zaten daha önce de Vatikan’ı bu pisliklerden temizlemek isteyen Papa I. Jean Paul’ün ortadan kaldırılması işini, her şeyin eskisi gibi sürdürülmesi için Vatikan piskoposlarının isteğiyle, Illuminati halletmişti. Papa’yı, Vatikan’ın Katolik üzerindeki nüfuzundan yararlanmak için elimizde tutmamız gerekiyor.”

Çağrıkurt- Helal olsun. Vatikan'ın gerçekleri bilmiyorduk senin sayesinde öğrendik. Sapık ve eşcinsellerin yuvası Vatikan bitsin..

“Sanırım her şey bu konuştuğumuz senaryoya göre giderse, vaat edilmiş toprakların ele geçirilmesiyle Büyük İsrail Devleti kurulacak; daha sonra Kudüs’teki Kubbet-üs Sahra ve Mescid-i Aksa Camisi’nin yıkılmaları ve yerine Süleyman Tapınağı’nın tekrar yapılması ilk hedefimiz olacaktır. Yalnız burada bir sorumuz var. Bu yapılar Müslümanlarca çok kutsal sayılıyor. Bu sebeple bunu şu şekilde yapmayı planlıyoruz; Cami yakınlarında bir yerde arkeolojik kazı bahanesiyle bir çalışma başlattık ve buradan kazılan tünellerle binaların temellerine kadar ulaştık. Bu binaları yıkmak için bütün yapmamız gereken deprem tetikleyici radyo dalgaları göndermek ve dört ya da beş bir sarsıntı sadece temelleri zayıflatılmış bu yapıların kolayca yıkılmasını sağlayacak, diğer yerleşim birimleri fazla zarar görmeyecek.”

Bizim için Süleyman Tapınağı hiç iyi değil!.. Fanatik hahamlar Mescid-i Aksa’yı bombalamaya çalıştıklarını da biliyoruz. Bizden başka kimse bundan haberi yok…

Ülküdaşlarım! Yukarıdaki Rockefellerin sözünde Illuminati ve Yahudilerin en büyük hedeflerden biridir. Kubbet-üs Sahra ve Mescid-i Aksa Camiyi yıkıp yerine ne gibi binayı inşa edeceklerini aşağıda görebilirsiniz.

ÖNCE
SONRA.. Süleyman Tapınağı işte

“Bu noktadan sonra artık hiçbir şey bizi kutsal hedefimize ulaşma yolunda önümüzde engel olamayacak. Eski Ahit’te belirtildiği gibi, dünyadaki bütün Yahudiler Büyük İsrail Devleti’nin kurulmasıyla anavatanına göç edecek ve binlerce yıl bekledikten sonra Süleyman Tapınağı’na tekrar ibadet etmeye başlayacaklardır. Böylece İsrail dünyanın en güçlü devleti olacaktır.”

“Eski Ahit’te Tanrı’nın belirttiği üzere, yüce Mesih tekrar dünyaya inecek ve bütün insanlığı kuracağı yeni dinine davet edecektir. Tabii olarak en başta Müslümanlar ve diğerleri bu davete karşı gelecekler ve bize karşı güçlerini
Kaynak :Azbuz
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:25
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
30 Haziran 2007       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
SİON TARİKATI
İsa'nın kızı kaçırılıyor
Bugün Da Vinci Şifresi'nde yazılan bilgiler, tarihsel tartışmalara götürüyor insanlığı. Hıristiyanların hiç evlenmediğine kutsal bir ayet gibi inandığı İsa aslında evliydi. Karısı da ****** olarak tanımlanan Magdalalı Meryem'di. Hatta İsa çarmıha gerildiği sırada Meryem kızları Sarah'a hamileydi. İsa'nın doğmamış çocuğu ve Magdalalı Meryem, neslinin korunması için kutsal topraklardan kaçtı. Tarihte hep sır isim olarak zikredilen Arimatea'lı Yusuf devreye girdi. Meryem'i gizlice Fransa'ya getirildi. Oradaki Yahudiler arasında kendine sığınacak güvenli bir yer bulundu. Kızını da burada doğurdu. Sarah, İsa'nın ilk çocuğu olarak, İsa neslini çoğaltacak bir kadın olarak, Fransa topraklarında yaşama gözünü açtı. İşte olaylar zinciri de bu noktadan sonra başladı. İsa ile ilgili gerçekleri gizlediği iddia edilen Roma Kilisesi, İsa'nın neslinin artmasından, İsa ve Magdalalı Meryem sırrının açığa çıkmasından ve temel Katolik öğretilerine meydan okunmasından korkuyordu. Bugünkü Vatikan'ın, o dönemdeki Roma Kilisesi'nin tüm engellerine rağmen İsa'nın nesli çoğalmaya devam etti. 15. yüzyıla kadar bu nesil gizlice çoğalmıştı. Ancak bu tarihte İsa'nın neslinin son temsilcisi, Fransız asillerinden biriyle evlendi. Merovingian hanedanı diye bilinen İsa'dan gelme bir soy oluştu. Vatikan, bu soyu yok etmek için türlü çabalar içine girdi. İşte bu krallıkta bir isim öne çıktı: Kral Dagobert. Dagobert Merovingian kralıydı. Yani İsa'nın neslini temsil eden hanedanlığın da kralı. 17. yüzyıl sonunda bu hanedanlık yok olma aşamasına geldi. Dagobert öldürüldü. Oğlu Sigisbert kaçmayı başardı. Aileye sonradan bir isim eklendi. Godefroi de Bouillon. İşte İsa'nın sırrı bu isimle birlikte bir gizli cemiyetin himayesine girdi.

Son temsilci
İsa'nın bu sırrını koruyan Sion tarikatı kuruldu. İsa'nın neslinden olan Merovingianların bugün soyunu temsil eden soyadları ise Plantard ve Saint Clair. Bu soyadları tarikat tarafından yıllarca korundu. İsa soyunun son temsilcisi bugün hayatta. Fransa'da yaşıyor ve tarikat tarafından gizlice korunuyor. İsmi ise Pierre Plantard de Saint Clair. Bu isim Dan Brown'un kitabında yazmıyor. Ancak 80'lerden bu yana Hıristiyanlık ve Vatikan'la ilgili araştırmaları olan Aytunç Altındal bu ismi Tempo'ya açıkladı. Son olarak Gül ve Haç Kardeşliği adlı kitabı da yayımlanan Altındal için Türkiye'nin Dan Brown'u demek yanlış olmaz. Altındal, İsa'nın torunu, neslin son temsilcisi Saint Clair ile ilgili ise şunları anlatıyor: "Pierre Plantard de St. Clair. İkinci Dünya Savaşı sırasında adamı Almanya'da aramaya başlıyorlar. Paris'te oturuyor. Hemen Londra'ya kaçırıyorlar. Adamı Londra'da saklıyorlar. Savaş bitince geliyor. 1945'den itibaren de AB'nin kurulması meselesinde, Sion tarikatı yeraltından çıkıyor. Sion tarikatının elindeki, İsa'yla ilgili dosyalar birden bire devlet arşivinde bulunuyor." Altındal'ın verdiği bilgiye göre İsa soyunun son temsilcisi 88 yaşında şu an ve Paris'te yaşıyor. İsa'nın kimliğiyle ilgili bu şaşırtıcı bilgiler, binlerce yıldır şifreler, gizli oluşumlar, cinayetler ve entrikalar arasında taşınıp durmuş. Tapınak Şövalyeleri, Sion tarikatı, Gül ve Haç Kardeşliği diye bilinen gizli örgütler, İsa'nın sırrını saklamak ve yüzlerce yıl Vatikan'a kaptırmamak için çalışıyorlar. Tartışmalı da olsa 25 Aralık İsa'nın doğum günü. 2000 yılın bittiği yeni bir çağın da içindeyiz artık. Sion Tarikatı bu gerçekleri açıklamaya hazırlanıyor. Hem Dan Brown bu bilgiyi kitabında yazıyor, hem de Aytunç Altındal bunun altını çiziyor. Altındal, tarikatın şifreleme sistemine göre bugünkü Papa'nın ölmesini beklediklerini söylüyor.

Ölümünün ardından da gizli belgeler gün yüzüne çıkarılacak ve İsa gerçekleri ortaya konacak. Dolayısıyla binlerce yıldır Vatikan'la bu gizli tarikatlar arasında yaşanan çatışma da Vatikan'ın aleyhine sonuçlanmış olacak. Bu tarikatın içinde Victor Hugo, Leonardo da Vinci, Isaac Newton, Botticelli gibi ünlü sanatçılar da var. Her biri bu tarikatın üyesi olmuşlar. Eserlerine İsa gerçeğiyle ilgili gizli şifrelerini koymuşlar. Bir dönem Sion Tarikatı başkanlığını da yaptığı ortaya çıkan Leonardo da Vinci'in Son Akşam Yemeği tablosu bugün yeniden tartışılıyor. Çünkü 13 havari ve İsa olarak bilinen tablodaki karakterlerin 13'üncüsü meğer Magdalalı Meryem'miş. Aslında tüm bunları anlayabilmek için tarihin başına dönmek gerek. Hıristiyanlık tarihi için önemli bir isim olan Constantin'in Hıristiyanlık dinini seçtiği tarihe... 325 yılında Constantin'in emriyle İznik'te toplanan Konsey'de, İsa'nın Tanrı olarak görülmesine karar veriliyor ve İsa'yı insan ve evli olarak tanımlayan İncil'ler yok ediliyor. Dan Brown bu tarihi gerçeği romanında şu satırlarla aktarıyor: "İsa'nın çarmıha gerilmesinden üç yüzyıl sonra, İsa müritleri katlanarak artıyordu. Hıristiyanlarla paganlar savaşmaya başlamışlardı ve anlaşmazlık o boyutlara gelmişti ki, Roma'yı ikiye bölmekle tehdit ediyordu. Constantin de bir şeyler yapılması gerektiğine karar verdi. 325 yılında Roma'yı tek bin din altında birleştirmeye karar verdi. Hıristiyan sembollerinde pagan dinine ait izler vardır.

Mısırlıların güneş çemberleri, Katolik azizlerin haleleri oldu. İsis'in mucizevi bir şekilde gebe kaldığı oğlu Horus'u emzirdiğini gösteren çizimler, Bakire Meryem’in Bebek İsa'yı emzirdiği modern sahnelere dönüştü. Constantin Hıristiyan geleneğini sağlamlaştırmak için İznik Konseyi adlı ekümenik toplantı düzenlendi. Tarihin o anına kadar Mesih, müritleri tarafından ölümlü bir peygamber olarak kabul ediliyordu. Mesih'in Tanrı’nın oğlu olduğu İznik Konseyi'nde teklif edilmiş ve kabul edilmişti
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:24
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
7 Temmuz 2007       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İlluminati'nin güç şebekesi, dünyanın en güçlü kişilerinden, yatırımcılarından, şirket başkanlarından ve siyasilerden oluşuyor. "İç çember" denilen en tepedeki 10 kişiye bağlı 300 kişi ise onların alt kadrosunda yer alıyor ve talimatlarını yerine getiriyorlar. 10 kişilik "bilge adamlar" grubunda Fransa'dan, üç, ABD'den iki, Kanada, Avusturya, İngiltere, İspanya ve Güney Afrika'dan birer üye bulunuyor. Yazar, burada Fransa'nın üç üyelikle ilk sırada yer almasının yanıltığı olduğunu, Kanada'nın bir üyesinin de ABD'nin üçüncü adamını tamamladığını belirtiyor.

Hedef tek dünya devleti kurmak
"İç çember" üyelerinin ortak özelliği Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Mahson Tarikatı, Kafatası ve Kemir Tarikatı, Aspen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus Dei, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri üyesi olmaları. İlluminati Komplosu'nun hedefi, başkenti Kudüs olan bir dünya devleti kurmak.

İlluminati nasıl çalışıyor?
Yılda bir kez biradaya gelen İlluminati üyeleri, hedefledikleri dünya devletini kurmak için planlar yapıyorlar. Bu planların içinde çeşitli ülkelerde ekonomik krizler çıkararak, ülkeleri sömürmek, savaşlar çıkarmak, "Daha Fazla Savaş" ilkeleri gereği savaşların sürekliliğini sağlamak, çeşitli hastalıklar icat etmek, (AIDS ve HIV'in ABD'deki askeri araştırma laboratuvarlarından dünyaya yayıldığı iddia ediliyor.) nüfus azaltıcı çalışmalar yapmak, etnik temizliği desteklemek ve 11 Eylül örneğinde olduğu gibi terör yaratarak, "anti-terör yasaları" çıkarmak..
İlluminatı'nın ilkelerinden en önemlisi "Kaostan kaynaklanan düzen". İlluminati, kendi düzenini çıkarmak için sürekli kaos yaratmak zorunda.

Başını, asırlardır küresel tefecilikle geçinen ve bu yolla trilyon dolar mertebesinde bir servete erişen Rothschild ailesinin çektiği (ki bu öyle böyle bir aile degildir, herkesin ABD Merkez Bankası sandığı Federal Reserve Bank dahi bu aileye aittir ve I. ve II. Dünya Savaşlarında ülkelere borç vermişlerdir.) bir grup ultra zengin insanın; dünyada tek bir yönetim yapılanmasını, tek bir para birimini, tek bir kanunu, tek bir dini öngören ve bu uğurda çalışan örgütü başa getirmektir..Çok çetrefilli bir yapılanması vardır ve toplum mühendisliği konusunda gerçekten 'aşmış' bir örgüttür.

Amerikan doları üzerindeki piramit ve gözden oluşan tasvir aynı zamanda bu örgütü temsil eder. Zaten Amerikan dolarını da Rothschild ailesinin sahibi olduğu Federal Reserve Bank basmakta ve faiz karşılığı (evet yanlış okumadınız) Amerikan hükümeti hazinesine vermektedir. Ne garip bir tesadüftür ki, gerçek bir Merkez Bankası kurmayı önererek bu bankayı by-pass etmeye kalkan John F. Kennedy suikaste kurban gitmiş ve 5 ay sonra durum eskiye döndürülmüştür. Dünyanın olay adamı, ünlü spekülatör George Soros un aslında perdenin arkasındaki bu amcaların maymunu olduğu rivayetleri vardır. (İnceleyiniz: JP Morgan Bank)

Yine çok ilginç bir iddaadır ki: Milletimizin belini büken 2001 krizi bu örgütün İstanbul Borsasındaki milyarlarca dolarını yurtdışına çekmesiyle
patlak vermiştir.

Yeni araştırmacıların, Illuminati şebekesinin ilk bölümlerinden biri olarak keşfettiği kısmı da, Yuvarlak Masa isimli İngiliz-asıllı gizli örgüte bağlanan organizasyonlar grubudur.

Bu grup, Bilderberg Grubu, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon, ve Roma Klubü isimli organizasyonlardan oluşmaktadır.

Bu şebeke, Illuminati’yi en güçlü şekilde ifade edebilecek olan şebeke değildir. Illuminati ağı içerisinde birçok seçkin grup vardır, fakat bu “Yuvarlak Masa” organizasyonları, Illuminati Planı’nın gündelik politik, ekonomik, iş dünyası, ordu (özellikle NATO) , eğitim ve diğer tüm alanlardaki beyin yıkamalarında anahtar rolü oynamaktadır.

Yuvarlak Masa, 19. yüzyılın son zamanlarında Londra’da (Illuminati’nin faal merkezi) yaratılmıştı. İlk resmi lideri, Güney Amerika’yı acımasızca idare etmiş olan ve bu toprakları siyah insanların elinden alan, Cecil Rhodes idi. Teoriye göre, şu anda siyah insanlar Afrika’daki politik kontrolü ellerinde bulundurmalarına rağmen, esas kararlar, hâlâ daha, siyah başkan ve lider kuklaları aracılığı ile Avrupalı ve Amerikalı seçkinler tarafından verilmektedir. “Bağımsızlık” bir hayaldir.

Rhodes, bir kabileyi diğer kabileye karşı oynatmıştı ta ki tümü birbirlerini savaşta yokedene ve böylece Rhodes ve İngiliz’in yönetimi devralmasını sağlayana dek. Bu, hâlâ daha, günümüzde Afrika’da sürmekte olan çatışmalarda aynen olmaktadır…

Rhodes,Yuvarlak Masa’nın amacının İngiltere tarafından (İngiltere merkezli Illuminati tarafından) kontrol edilen bir Dünya Hükümeti kurmak olduğunu söylemişti.

1902’de öldüğünde, parasını, kendi vasiyeti üzerine, “Rhodes Bursları” parasal kaynağını oluşturmaya bırakmıştı. “Rhodes Bursları”, dış ülkelerden gelen öğrencilerin Oxford Üniversitesi’nde -Illuminati’nin “eğitimsel” beyin-yıkama merkezinde- eğitim görebilmeleri için onların masraflarını karşılayan bir programdır. Ülkelerine dönüp de politika, ekonomi ve medya gücünü elinde tutan konumlara yerleşen “Rhodes Mezunları” ile diğer genel öğrenci nüfusu arasında dağlar kadar fark vardır. Onlar, Illuminati temsilcileri olarak görev yaparlar. Bugün, dünyadaki en meşhur Rhodes Mezunu, eski Amerika Başkanı Bill Clinton’dur. Fakat, Rhodes Yuvarlak Masa’nın resmi öncüsü olmasına rağmen, esas sermayeyi sağlayan ve kontrol edenler, birçok global komplonun merkezinde yer almış olan bankacılık hanedanı Rothschild Ailesi idi. Bu Yahudi-karşıtı bir işaret değildir çünkü Rothschildlar Yahudi olduklarını iddia etmektedirler. Yahudi insanları herkesten fazla sömüren ve onların beynini yıkayan da Rothschildlar’dan başkası değildir!
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında, Yuvarlak Masa’nın ABD ve İngiltere’deki gizli seçkinleri, kendi hükümetlerinin savaş konseylerindeki başrole sahip kişilerdi.. Belgelerle de ispatlanabileceği gibi, bu kişiler global çatışmaya yol açacak olayları yaratmak için beraber çalışmışlardı. Problemi-yarat-sonra-çözümü-sun teknikleri sayesinde, global statükoyu bu savaşla yoketmek ve böylece dünyayı, savaş bittikten sonra, kendi Planlarının öngördüğü imaja göre yeniden çizme şansını yakalamak istiyorlardı. Ve bunu da aynen yaptılar.

Savaştan sonra, dünyadaki güç, savaştan öncesine göre, daha da az birkaç kişinin eline verilmiş ve indirgenmişti, ve bunu yine kendilerinin yarattığı İkinci Dünya Savaşı ile de daha öteye götürüp geliştirdiler. Bu durum, bugüne dek sürdü, ve aslında, her geçen dakika daha da hız kazanmaktadır.

1919 yılında, Paris yakınlarında, Versailles Barış Konferansı’nda biraraya gelen Amerika ve İngiltere’den Yuvarlak Masa’nın seçkinleri, Alfred Milner, Edward Mandel House, ve Bernard Baruch gibi şahıslar, kendi ülkelerini temsilen toplantılara atandılar ve aslında kendilerinin yarattığı savaşın sonucu olarak, dünyanın nasıl değişeceğini karar vermeye başladılar. Almanya’yı ödenilmesi imkansız tazminatlara tabi tuttular, ve böylece savaş-öncesi Weimar Cumhuriyeti’nin, inanılmaz bir ekonomik çöküntü arasında, kalıp yıkılmasını garanti altına aldılar. Tüm bunların getirdiği sonuç ise “gayet rastlantısal” olarak Hitler’in gücü eline geçirmesi oldu.

Ayrıca, Illuminati’nin Yuvarlak Masa üyeleri, Paris’te Hotel Majestic’teyken, Bilderberg(Bil) -Dış İlişkiler Konseyi(DİK) -Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu(KUİK) -Üçlü Komisyon(ÜK) şebekesini oluşturma işlemlerine başladılar. Buna ek olarak, Versailles’da karar verdiler ki Filistin’de bir Yahudi anavatanının yaratılmasını destekleyeceklerdi.Bu üyelerin her biri ya Rothschild soyundan gelmekteydi ya da onlar tarafından kontrol edilmekteydi.

Versailles Barış Konferansı’ndaki, Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, Rothschild klonları ve ABD Yuvarlak Masa öncüleri Colonel House ve Bernard Baruch tarafından “önerilmişti”; İngiltere Başbakanı Lloyd George, Rothschild çalışanı ve Yuvarlak Masa lideri Alfred Milner ve Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel Rothschild’ın torunu Sir Phillip Sassoon tarafından “önerilmişti”; Fransız lider Georges Clemenceau, gerçek ismi Jeroboam Rothschild olan kendi İçişleri Bakanı Georges Mandel tarafından “önerilmişti”.

Hotel Majestic’teki gizli toplantılarının sonucu olarak, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu Londra’da 1920 yılında, Dış İlişkiler Konseyi 1921 yılında, ve bunları takip eden Bilderberg Grubu (1954) , Roma Klubü (1968) ve Üçlü Komisyon (1973) kuruldu. Tüm bu organizasyonlar, Rothschild’lar, Rockefeller’ler ve Illuminati’nin daha yüksek güçlerine çalışan Henry Kissinger gibi önde gelen beyin-yıkayıcılar tarafından idare edildi ve edilmektedir.

Bu organizasyonların, üyeleri arasında global politika, iş dünyası, bankacılık, medya, “eğitim” ve diğer alanlardaki en yüksek mevkili insanlar bulunmaktadır. Bunlar, görünüşte bağlantısız ülkeler, politik partiler ve kuruluşlar aracılığı ile, halkların bilgisi dışında, ayni global siyasetleri, planlı bir şekilde düzenleyen kanallardır. Malta Şövalyeleri, Masonlar gibi diğer gizli örgütlerin yüksek konumları da, bu Yuvarlak Masa ağına bağlanır

işte illuminati hanedanlığı üyeleri;
• Whitney Ailesi ( yerlesim 1635, Watertown, Massachusets),
• Perkins Ailesi ( yerlesim 1631, Boston Mass.),
• Stimson Ailesi (yerlesim 1635, Watertown, Mass.),
• Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),
• Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),
• Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)
• Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),
• Davison Ailesi (J. P. Morgan ve sirketinin sahibi, her iki dünya savasinda da etkili olmuslar ve büyük paralar kazanmislardir),
• Pillsburr Ailesi (Un ticareti),
• Sloane Ailesi (Ticaret ve parekende satisiin dev ismi),
• Weyerhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),
• Harriman Ailesi (Demiryolu Krallari),
• Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce sirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderbergin basindaki aile),
• Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),
• Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),
• Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),

Bush aileleri (Baba Bush CIA ve ABD baskani, ogul Bush bu örgütlerin bir entrikasiyla ABD baskanligina getirildi, her ikisi de SBS üyesi).

SBS toplumdaki hemen her yapiya girmistir. Bunlarin içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, Medya, İs ve Endüstri, Federal Banka sistemi, Kanun yapici kurullar, Mahkemeler vb vardir. SBS'nin temel ideolojisi Anglo Sakson ve Protestan beyazlarin dünyadaki hakimiyetini saglamaktir, ideolojisi oldukça fasistir ve her iki dünya savasinda da bu cemiyet çok önemli roller oynamistir. Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeni'nin yaraticisidir

NOT: bu hanedanlığın üyelerinin sayıları 10 veya 13veya 15'tir ama kesin bi sayı söylenememektedir
  1. Hükümetleri ve diğer resmi görevlerdeki insanları kontrol altına almak için para ve zaten büyük bir eğilim arzeden seks ticareti kullanılacak.
  2. Illuminati bu amaca yönelik Dünya'nın her yerinde başarılı ve üstün yetenekli öğrenciler yetiştirmek için kolej ve üniversiteler açacak.
  3. Teşkilat içinde başarılı isimler hükümetlere, dini ve mali kurumlar içine yerleştirilecek ve ajan olarak kullanılacak.
  4. Son derece etkili medya kurumları kuracak ve sorunların çözümleri için tüm Dünya'da tek bir devletin gerekliliğine ikna edecek.
  5. Bu noktada son aşamaya gelinecek, her türlü silah ve asker kullanılarak, tüm ulusal devletlere meydan okunacak ve halklar sadece Illuminati tarafından kontrol edilen bir iktidarın denetimine girene dek savaşılacak. (Masonların teşkilatına ihtiyaç vardı. En etkili isimleriyle temasa geçilecek ve localarında yer açılacak.)
  6. Katolik mezhep içine sızılacak ve yok edilecek.
(Çünkü Papa'nın etki alanında en az 1 milyar var, Dünya'da onun kadar etkili kimse yok.)

(Vatikan'a KGB ajanlarıyla sızıldı ve bazı kardinallere önce yardımcılarını şantaj yoluyla kafesleyip ulaşıldı ve Papa süikastlerinin üstünü örttürecek kadar kullanıldılar. Kiminiyse Venedik'ten şaibeli yolla alınan Vatikan Bankası yoluyla.)

(Bu arada SSCB'yi ve KGB'yi başından beri kukla gibi kullanan yine Illuminati'ydi. Yani "Soğuk Savaş" tam bir tavşana kaç, tazıya tut tiyatrosuydu.)

(KGB siyasi, kültürel, mali, dini konularda istihbarat sağlarken, onun alt birimi GRU bu amaçlar için Askeri istihbaratta uzmanlaşmıştı. GRU'da herkes kitle imha silahları konusunda uzmandı ve günü geldiğinde herkes elinde bir çantayla bir nükleer bomba olacaktı. Onun da alt birimi Spetnas nokta operasyonları işine bakıyordu.)

(Aynı tarihlerde ABD Başkanı olan Franklin Roosevelt 1932'de Doların üzerine Illuminati'nin sembolü meşhur tamamlanmamış piramidi koydurttu.)

Yuvarlak Masa Teorisi
Illuminati şebekesinin temel amacı bütün dünyayı tek merkezden yönetebilmek için eli her tarafa uzanabilen bir ağ oluşturmaktı. Fakat bunun gerçekleşmesi için birbirleriyle irtibatlı birtakım alt mekanizmaların oluşturulmasına ihtiyaç vardı. İşte bundan dolayı bir Yuvarlak Masa (The Round Table) teorisi geliştirildi. Bu teoriye göre şekillendirilecek organlar, üstlendikleri görevlere göre kendi aralarında bir irtibat ağı kuracak, bilgi alış verişinde bulunacak ve dünya ülkelerini yönlendirecek politikalar geliştireceklerdi. Yuvarlak Masa organlarının elemanları kendi ülkelerinde etkili kişiler olacaklardı.

Yuvarlak Masa teorisi ilk olarak 1877'de John D. Rockefeller, Cecil Rhodes, John P. Morgan, Andrew Carnegie ve Mayer A. Rothschild'dan oluşan beşli tarafından ortaya atılmıştır. Bunların hepsi de Illuminati şebekesinin üyeleriydi ve üçü yani Rockefeller, Morgan ve Rothshild yahudi kökenliydi.

Yuvarlak Masa ve Birinci Dünya Savaşı

Yuvarlak Masa'nın seçkin üyeleri, Birinci Dünya Savaşı öncesinde ülkelerindeki savaş komitelerinde önemli görevler üstlenmişlerdi. Bu kişiler siyaset sahnesinde, birbirlerine zıt ülkeleri temsil ediyor ama Yuvarlak Masa'da bir araya gelebiliyorlardı. Bu kişilerin savaşın şartlarını ve sebeplerini kendi elleriyle hazırladıkları, Birinci Dünya Savaşı'nın arkasında duran gerçeklerin altını kurcalama zahmetine katlanan araştırmacıların dikkatinden kaçmamıştır. Bu kişiler savaş esnasında da ülkelerinin savaş komitelerindeki üst görevlerini sürdürmüşlerdir.

Savaş sonrasında ortaya çıkan şartlar Illuminati şebekesinin hesap ve planlarına daha da uygundu. Savaşın ateşini yakan ve dört yıl boyunca üzerine gaz döken Yuvarlak Masa üyeleri, 1919'da Fransa'nın başkenti Paris yakınlarında Versailles Barış Konferansı'nda bir araya gelmiş ve savaş sonrası şartlarda dünyaya nasıl şekil verebileceklerini tartışıyorlardı. Bu toplantıda bir araya gelen Alfred Milner, Edward Mandel ve Bernard Baruch, Yuvarlak Masa'nın seçkin üyeleriydi ve zaten kendilerinin çıkardığı savaşın ortaya çıkardığı şartları değerlendirme konusunda görüş alış verişinde bulunuyorlardı. Bunlardan Alfred Milner, Yuvarlak Masa'nın lideriydi. Konferansa katılanların birçoğu, daha önce sözünü ettiğimiz ünlü banka hanedanı Rothschild ailesinin fertleri tarafından önerilmişti. Bu ailenin yahudi azınlığa mensup olduğunu daha önce belirtmiştik.

Filistin topraklarında bir yahudi devletinin kurulmasıyla ilgili politikaların geliştirilmesinde karanlık gizli örgütlerin önemli rolü olmuştur. Versailles Barış Konferansı'nda alınan kararların arasında da Filistin'de bir yahudi devleti kurulması vardı....
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:27
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
10 Temmuz 2007       Mesaj #5
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
1-Çırak, 2-Kalfa, 3-Usta,4- Gizli (Hafi)Usta, 5- Kamil Usta, 6- Sır katibi, 7- Nazır Hakim, 8-Bina Emini, 9- Dokuzlar Müntahibi, 10- Onbeşler müntahibi, 11- Onikiler müntahibi, 12- Usta Mimarlar, 13- Royal Architekt de Salodon, 14, Müntahibi Kamil, 15- Şark Şövalyesi, 16- Kudüs Prensi, 17- Şark ve Garp Şövalyesi, 18- Salib verdi Şövalyesi, 19- Ali İskoçyalı, 20- Mehafili Muhtereme Üstadı, 21- Prusya Şövalyesi, 22- Lübnan Prensi, 23- Sanduka-i Esrar Reisi, 24- Sanduka-i Esrar Prensi, 25- tünç Yılan Şövalyesi, 26- İskoçyalı Papaz, 27-Mabed Şövalyesi, 28- Güneş Şövalyesi, 29- Sent Andre İskoç Şövalyesi, 30- Kadüsen Şövalyesi, 31- Müfettişi Azam, 32- Sırrı Hafi Prensi, 33- HAKİM MÜFETTİŞ UMUMİ AZAMI.

Bu dereceleri kazanırken takip edilen zaman:
1 : 2 Beş Ay
2: 3 Yedi Ay
3. 4 Dokuz ay
1. 5 Üç ay
5 : 9 Üç Ay
9: 14 Beş Ay
14: 15 Üç Ay
15: 17 Üç Ay
17: 18 Yedi Ay
18: 22 Beş Ay
22: 27 Yedi Ay
27: 29 Beş Ay
29: 30 Yedi Ay
30: 31 beş Ay
31: 32 Yedi Ay ki, Toplam 7 Sene (81 Ay).

Bir de derecelenmenin sıralamasına bakarsak; bu 33. derece arasında Türkiye’de sadece “15” derece olduğunu görürüz. Altıdan dokuza, dokuzdan ondört’e kadar derece yoktur, boş bırakılmıştır! Ondört, Ondokuz, Yirmi ve Yirmi bir yoktur. Yirmi ikiden Yirmi Yedinci’ye kadar yoktur. Yirmi sekiz, Yirmi dokuz yoktur.
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:29
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
11 Temmuz 2007       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Mabed Şövalyesi
1125 yılında Kudüs'ün yeni hıristiyan kralı, Hazret-i Süleyman'ın mabedinin bulunduğu yer olarak bilinen Mescidü'l-Aksa'yı bu örgüte tahsis etti. Bu olaydan sonra örgüt, Mabed Şövalyeleri adını aldı ve hem dini hem de askeri bir tarikat olarak resmen tanınması için Papalık makamına başvurdu. Bu istek Papalık tarafından 1129 yılında kabul edildi.

Mabed Şövalyeleri'ni oluşturanlar zamanın aydın asilzadeleriydi. Bu nedenle sadece Kudüs ve civarında değil, güney Fransa ve Paris'te de kısa sürede örgütlendiler. Bunun için gerekli parayı da Avrupa ile Ortadoğu arasındaki ticarete aracı olarak elde ettiler. Çek ve kredi mektubunu ilk uygulamaya koyanların Mabed Şövalyeleri olduğu söyleniyor. Bu uygulama sayesinde Ortadoğu'ya mal almaya giden Avrupalı tüccarlar yanlarında para taşımadıkları için korsanlara ya da eşkıyalara karşı kendilerini güvende hissediyorlardı.

Mabed Şövalyeleri ayrıca bankerlik ve ticarete de el attılar. Öyle ki Fransa kralının resmi bankacısı odular hatta krala borç verme konumuna geldiler. Bu örgütün Ortadoğu'da başarılı olmasının bir nedeni de verdikleri sözde durmaları ve dürüst olmalarıydı. Bu özellikleri sayesinde Arap tüccarlar arasında itimat sağladılar.

Mabed Şövalyeleri, Hasan Sabbah'ın Haşhaşiler örgütü ile de temas kurdular. Bu temas sayesinde de bir örgüt olarak nasıl gizli kalacakları ve örgüt üyelerinin birbirlerini tanımak için işaretleşme kodu kullanmaları hakkında fikir sahibi oldular. Ve kendilerine uyguladılar. Örneğin, el sıkışırken işaret parmağının karşısındakinin bileğine teması Mabed Şövalyeleri'nden olduğunun parolasıydı.

Kudüs müslümanlar tarafından geri alınınca Mabed Şövalyeleri merkezlerini Paris'e taşıdılar. Seine nehri kıyılarında, Louvre Sarayı'nın yakınında yüksek bir kale inşa ettiler. Bugün bu kale yok ama burası hala Mabed Mahallesi diye anılıyor.

Mabed Şövalyeleri'nin geçici sonları

Bu kale ya da mabed, ticaret ve bankerlik faaliyetleri sayesinde gitgide zenginleşen örgütün hazinelerinin korunduğu esrarengiz bir yer halini aldı. Çünkü halk, örgütün Hazret-i Süleyman'ın hazinelerinden daha zengin olduğuna inanıyordu. Bu söylenti sadece halkın değil, İngiltere ile savaştan yeni çıkan ve bu örgütten aldığı borcun faizini ödeyemeyen Fransa'nın üst düzey yetkililerinin hırslarını kamçılıyordu. Bu durum, hazine ve adalet bakanlarını, Fransa'nın çaresiz kralı Filip'i, Mabed'in efsanevi hazinesine elkonulması için ikna etmeye yönlendirdi.

Ancak Filip'e, Papalık makamının onayladığı ve hıristiyanlığa büyük hizmetleri olan bu dini-askeri tarikatın mal varlığına el koymak hiç de kolay gibi görünmüyordu. Üstelik 1306 yılında yaptığı devalüasyonda ayaklanan halkın öfkesinden kurtulmak için uzun süre Mabed'e sığındığını da unutamıyordu. Fakat bakanlar, stratejiyi belirlemişti; önce bu tarikat hakkında bir iftira uydurulacak ve Papa, tarikatı kapatmaya mecbur bırakılacaktı. Daha sonra da Papa ile anlaşma yapılabilirdi. Papa'nın bu komploya karşı isteği ise, Fransa'nın, şövalyelere atılacak iftiranın Vatikan tarafından resmileşmesi için destek vermesi olabilirdi.

Kıral, bakanlarının ısrarına dayanamadı ve13 Ekim 1307'de bütün şövalyeler tutuklandı. Suçları; dinden çıkmak, İsa'ya hakaret etmek, rezil ayinler düzenlemek, homoseksüel olmak ve Baphomet adını verdikleri bir puta tapmaktı. Bu ağır suçlamalar karşısında Papa'ya da tarikatı kapatmaktan başka seçenek kalmıyordu.

Maalesef Fransa kıralı Filip bu operasyondan umduğunu bulamadı; Fransa'yı kalkındıracağını ümit ettiği hazineye erişemedi. Çünkü, yine halk arasında oluşan efsaneye göre, mabedin üstad-ı azamı, saraydaki ajanı sayesinde bu operasyonu haber almış ve tarikatın dillere destan hazinesini gizlice başka bir yere götürmüştü. Bugün bile bulunsa Fransa'yı dünyanın en zengin devleti haline getireceğine inanılan bu tarikatın hazinesinin araştırılması için her yıl örtülü ödenekten bir miktar paranın ayrıldığı, bir zamanlar Fransa'da dedikodu konusu edilmiş.
Papa V. Clement operasyondan bir ay kadar sonra (22 Kasım 1307) hıristiyan aleminin bütün prenslerine, yönetimleri altındaki topraklarda bulunan tüm Mabed Şövalyeleri'nin tutuklanmasını emreden bir tebliğ yayınladı.
Tutuklanan şövalyelerin büyük bir kısmı yapılan her türlü işkenceye rağmen suçlamaları kabul etmeyerek öldüler. Bir kısmı da işkenceye dayanamadıklarından ve sonlarını çabuklaştırmak için suçlamaları kabul ederek idam edildiler.

Papa V. Clement, 2 Mayıs 1312'de Mabed Şövalyeleri Tarikatı'nın kapatılmış olduğunu resmen ilan etti. Ancak kapatılma kararında suçlamaların hiçbiri yer almıyor sadece "kilisenin hayrına olduğu" belirtiliyordu. Tebliğde dikkat çeken bir başka karar da, şövalyelerin bütün mallarının, Kudüs'ten beri bu tarikatın rakibi olan Hospitalier (Misafirperver Şövalyeler) Tarikatı'na devredilmesiydi. Bu da Filip için ikinci bir darbe oldu.

Mabed Şövalyeleri'nin üstad-ı azamı ile üç yardımcısı ise yedi yıl sonra, 18 Mart 1314'te son kez mahkemeye çıkarıldılar. Karar, ömür boyu hapis oldu ancak suçlamaları reddedip karara itiraz ettikleri için üstad-ı azamı ile üç yardımcısı yakılarak idam edildiler.

Mabed Şövalyeleri'nin yeniden dirilişi!
Fransa Krallığı'nın zulmünden İngiltere ve Orta Avrupa'ya kaçanlarla daha sonra bunlara katılanlar "Serbest Masonlar" adı altında tarih sahnesine tekrar çıktılar. Son üstadlarının talimatıyla, inşa edilmekte olan kilise ve katedrallere başvurarak hiçbir loncaya bağlı bulunmayan duvarcı olduklarını beyan edip işe girdiler. Fransızca'da duvarcı, "maçon" (mason diye okunuyor); bir yere bağlı olmayan, hür, serbest ise "franc" (fran diye okunuyor) demek. Franc-maçon da serbest masonlar anlamına geliyor.

Serbest Masonlar'ın Fransa Krallığı'ndan intikam almak için Avrupa genelinde örgütlenmeleri zaman aldı. 17. yüzyıldan itibaren toplumun, sivil ve askeri idarelerin köprü başlarını tutmaya, saraylarda önemli mevkiler elde etmeye, kıralların harimine kadar sızmaya başladılar. Fransa'yı artık başka bir hanedan yönettiği halde, ataları olan Mabed Şövalyeleri'nin intikamını almaya kararlıydılar. İntikam sadece hanedanlardan değil, Kilise'den de alınacaktı. İşte nesilden nesile geçen, yeminle korunmuş olan amaçları budur.

Duvarcı Masonlar'ın sayıları 16. yüzyıldan sonra azalmaya başlar. Bunun bir nedeni duvarcıların, Mabed Şövalyeleri'nin bekar kalmak için yemin etmiş dindar üyeleri olmalarıdır. Diğer nedeni de katedrallerin ve büyük kiliselerin inşaatlarının azalmasıdır. Çare olarak, bizzat duvarcı olmamakla birlikte Mabed Şövalyeleri'nden miras kalan idealleri benimseyenler de "duvarcı olarak" "Kabul Edilmiş Masonlar" unvanıyla bu hınç ve intikam kervanına kabul edildiler.

Serbest ve Kabul Edilmiş Masonlar ilk toplantılarını 1717'de İskoçya'da yaptılar. Amaçları başta Fransa hanedanı olmak üzere bütün hanedanların egemenliklerine son vermek ve kilisenin gücünü kırmaktır. Avrupa'nın her yerinde özellikle de Fransa'da pek çok Mason locası büyük bir gizlilik içinde faaliyete geçer.

Osmanlı İmparatorluğu da bu uygulamalardan nasibini alır. İlk mason locası 1767'de İstanbul'un Galata semtinde açılır. Masonların gücünü ve stratejisini iyi değerlendiren İngiltere, Hollanda, Prusya ve Rusya kıralları mason localarının kendi ülkelerinde kurulmasını destekleyip kendileri dahi mason olarak tehlikeyi geçiştirirler.

Mabed Şövalyeleri'nin gecikmiş intikamı
Serbest ve Kabul Edilmiş Masonlar, Mabed Şövalyeleri'nin varisi olarak Fransa Krallığı'ndan ve Kilise'den intikam almak için 65 yıl Fransız İhtilali'nin altyapısını hazırlarlar. Özellikle Paris'te pek çok yeni loca açılır. Yazar, filozof, bilim adamlarından vara-yoğa itiraz eden, inatçı ve saldırgan tipler özenle seçilerek mason yapılır.14 Temmuz 1789 günü patlak veren ihtilal 10 yıl sürer. Kıral ve kıraliçe idam edilir. Kilisenin mallarına el konulur. "Hıristiyanlıktan Arındırma Yasası" kabul edilir. Bundan böyle devlet artık laik olur. Takvim ve yılbaşı, hıristiyan kökenli oldukları gerekçesiyle değiştirilir. "Akıla tapınma" devletin resmi dini olur. Hatta "Tanrıça Akıl" adına Paris'te resmi ve görkemli ayinler bile düzenlenir.

Masonlar, hanedandan ve kiliseden intikamlarını almışlardı; peki, bundan sonra neyle meşgul olacaklardı?
İlk Serbest Masonlar duvar örmedeki becerilerine göre çırak, kalfa, usta şeklinde üçlü derecelendirmeye tabiydiler. Ancak duvarcılığın yapılamaması ve masonların sayısını arttırmak için duvarcı olmayanların da localara kabul edilmesi, mason idarecileri farklı ve esrarengiz stratejilere yöneltti.

Masonik dereceler 3'ten 33'e yükseltildi ve 4. ila 33. derecelere felsefi derece denildi. Yani, bundan böyle ilk üç dereceye giren Mavi Localar masonların avamına, diğer dereceleri içeren Kırmızı Localar masonların havassına ve 33. dereceden ancak bazı masonların girebildikleri Kara Loca da masonların hassülhavassına (yani kaymağın kaymağına) hitap edecektir. Ama bu kast sistemi, eşitlik ve demokrasiyi savunan masonluğun dejenere olmasının da bir göstergesidir.

Artık masonların değişmez idealleri de kalıplaşmıştır.
1) Masonluğun otoritesi hariç olmak üzere bütün şahsi otoritelere karşı savaş ve bunun
doğal sonucu olarak da cumhuriyetçi idare sisteminin (masonların denetiminde kalması şartıyla) her ülkede hükümran olması,
2) Masonluğun oluşturduğu din hariç olmak üzere dini her otoriteye karşı savaş,
3) Büyük Fransız İhtilali'nden her yerde, özellikle de eğitimin her kademesinde hayranlıkla sözedilmesi,
4) Her konunun laiklik, akılcılık ve eşitlik ilkeleri içine alınmasının temini.

Mabed Şövalyeleri tarikatı da, onun varisi olan Serbest ve Kabul Edilmiş Masonlar tarikatı da musevi-hıristiyan medeniyetinin bir ürünüydü ve geçmişlerine, tarihlerine yönelik efsaneler de doğal olarak bu medeniyetten doğdu. Örneğin masonluğun kökenini gizlemeye yönelik meşhur Hiram Usta Efsanesi gibi pekçok efsane Tevrat, Talmud, Kabala kökenli musevi unsurlar olarak masonluğa girdi. Ancak bunlara bakıp da masonluğun, yahudiliğin bir uydurması olduğunu söylemek hiç de isabetli değildir. Çünkü bazı localar eski Yunan ve Mısır düşüncesinden alıntılar yapabiliyordu.

Başlangıçta yani masonluk henüz üç derecelikken dini ritüellerin varlığından sözetmek mümkündü. Ancak 33. dereceden masonun
1) hiçbir dini inancı olmayan, ama
2) hangi itikat olursa olsun o itikadın samimi taraftarıymış gibi görünmesini beceren bir insan portresi çizmesi gerekmekteydi. Gerçi Avrupa'da hürriyet ve hayat hakları sınırlandırılmış, aşağılanmış olan musevi cemaatlerinin, masonlar tarafından Fransız İhtilali'nin sloganı haline getirilen Bağımsızlık-Eşitlik-Kardeşlik sloganı karşısında ümide kapılmamaları imkansızdı. 19. yüzyılın başlarından itibaren her ülkede musevi cemaatinin ileri gelenleri Mason Locaları'na üye oldular.

Kaynak:ilkayet.net
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:33
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
12 Temmuz 2007       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
BÜTÜN BU ŞÖVALYELİ, PRENSLİ, KUDÜS'LÜ, LÜBNAN'LI, İSKOÇYA'LI, PAPAZLI VE SALİPVERDİLİ (HAÇ VERDİ) MERTEBELERİN TÜRKLERLE, MÜSLÜMANLARLA BAĞLANTISI OLMADIĞI GİBİ, İSLAMİYET'LE DE ALÂKASI YOKTUR!

EĞER MASON MERTEBELERİ İMAM, LEVENT, ALP ERENLER, ÂHİ, SERDENGEÇTİ GİBİ TÜRK VE MÜSLÜMAN MERTEBELERİ OLSAYDI; KÂBE, MESCİD-İ AKSA, KONYA, MEŞHED, HORASAN GİBİ YER ADLARI İLE BAĞDAŞTIRILSAYDI; BELKİ BİRAZ BİZDEN OLDUĞUNA İNANABİLİRDİK.

AMA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ, HEPSİ TÜRKLÜĞÜ VE İSLAM'I BOĞMAK İÇİN GELMİŞ OLAN HAÇLI KAHRAMANLARINA İTHAF EDİLMİŞTİR.
EVET, KUDÜS MÜSLÜMANLAR İÇİN DE KUTSALDIR... AMA KUDÜS PRENSİ HİÇ TE BİZİM İÇİN KUTSAL DEĞİLDİR!.. AYRICA KUDÜS PRENSİ BİZE HEP KUDÜS'ÜN İŞGALİNDE 70.000 MÜSLÜMANI KATLEDEN HAÇLILARI HATIRLATIR!... ONLAR TÜMÜ BİZİM DÜŞMANIMIZDIR!..

BİZDE SOLOMON KRALI YOKTUR!... HZ. SÜLEYMAN VARDIR! AMA ONUN DA ŞÖVALYESİ YOKTUR!
BİZDE KUTSAL KUBBE YOKTUR!.. ELLERİNİ AÇMIŞ DUA EDEN BİR GENÇ KIZ GİBİ MİNARELERİ GÖKLERE UZANAN CAMİLERİMİZ VARDIR!
BİZDE BÜYÜK PONTİF, YANİ PAPAZ YOKTUR!.. İMAM VARDIR, MÜEZZİN VARDIR, MÜFTÜ VARDIR!..

BİZİM İSKOÇYA İLE ALÂKAMIZ YOKTUR!.. HELE İSKOÇYALILARIN BİZCE HİÇ BİR YÜCE YANI YOKTUR!..

PRUSYA BİZE HİÇ BİR ŞEY İFADE ETMEZ!.. TOPRAĞIMIZA GÖZ DİKEN ALMANYA'NIN PARÇASIDIR... ŞÖVALYESİ ANCAK BİZİM DÜŞMANIMIZDIR!

LÜBNAN BİZİM TOPRAĞIMIZDI... HÂLÂ DA SÖZ HAKKIMIZ VARDIR!.. AMA LÜBNAN KRALI BİZİM DÜŞMANIMIZDIR!.. TÜRK VE MÜSLÜMAN KANI DÖKMÜŞTÜR!

BİZDE YILAN SEMBOLÜ YOKTUR!.. YILAN BİZE HZ. ÂDEM'İ CENNETTEN KOVDURAN ŞEYTANI, VE ONUN EMRİNE GİRMİŞ OLAN NEFSİ HATIRLATIR!..

BİZDE KUDÜS TAPINAĞI YOKTUR!.. MESCİD-İ AKSA VARDIR!.. YAHUDİLERİN İKİDE BİRDE SALDIRIP TAHRİP ETTİKLERİ O MABED, BİZE HEP HIRİSTİYAN VE YAHUDİLERİN DÜŞMANLIĞINI HATIRLATIR!

BİZDE GÜNEŞE TAPMA DA YOKTUR, GÜNEŞ ŞÖVALYESİ DE!..

BİZDE SAİNT ANDE YOKTUR!.. YANİ AZİZ ANDE!.. NE ONA, NE DE ONUN İSKOÇYALI TAKİPÇİLERİYLE BİR ALÂKAMIZ VAR!..

BİZİM KENDİ EVLİYAMIZ VAR, AMA MASONLAR ONLARI BİLMEZ!.. ONLAR İÇİN BİRİ TEK MERTEBE BİLE KOYMAMIŞLARDIR!..

BİZİM KRALIMIZ, PRENSİMİZ, ŞÖVALYEMİZ YOKTUR!.. PADİŞAHIMIZ, ŞEHZADEMİZ, SULTANIMIZ, BEYLERBEYİMİZ, KAPTAN-I DERYAMIZ VARDIR!

MİLYONLARCA ŞEHİDİMİZ, GAZİMİZ VARDIR!..

AMA BUNLARIN HİÇ BİRİ MASON DERECELERİNDE YER ALMAZ!

BİZDE KADOŞ ŞÖVALYESİ YOKTUR!..

AMA KODOŞ KELİMESİ VARDIR!.. ******** ANLAMINA GELİR!... HERHALDE MASONLAR ARALARINDAKİ EN BÜYÜK PEZEVENGİ SEÇİP BU MERTEBEYİ VERİYORLAR!..

BU MAKAM VE MERTEBELER BİZ TÜRKLERE HİÇ BİR ANLAM İFADE ETMEZ!.. NE İSLAM'LA, NE DE TÜRKLÜKLE ALÂKALIDIR!..

GEÇMİŞİN "BÜYÜK ÜSTAT"LARINDAN NECDET EGERAN SIRF MASON BİRADERLERİ İÇİN YAZMIŞ OLDUĞU "GERÇEK YÜZÜYLE MASONLUK" ADLI KİTABINDA ŞÖYLE DER:

- "MASONLUK MİLLİDİR, BAĞIMSIZDIR... MASONLAR VATANPERVERDİR, DİNDARDIR..."

ŞİMDİ AÇIKLASIN BAKALIM, BU NE BİÇİM MİLLİLİKMİŞ, NE BİÇİM BAĞIMSIZLIKMIŞ, NE BİÇİM VATANPERVERLİK, NE BİÇİM DİNDARLIKMIŞ!..

YİNE NECDET EGERAN DER Kİ:

- "MASONLUK GİZLİ DEĞİLDİR, AMA KENDİNE HAS TÖRELERİ, RİTÜELLERİ (ÂYİNLERİ) VARDIR..."

- "MASONLUK BİR İNİSİYASYON (İNSANI ERMİŞ YAPMA) BİLİMİDİR."

SADECE BU İKİ YABANCI KELİME BİLE, MASONLUĞUN GAYRIMÜSLİM BİR TARİKAT OLDUĞUNU, KANUNLARA AYKIRI FAALİYET GÖSTERDİĞİNİ ORTAYA KOYMAKTADIR.

MASONLAR MÜSLÜMANLARA "GERİCİ, YOBAZ" DERLER... TARİKATÇİLERİ İRTİCA İLE SUÇLARLAR... AMA KENDİLERİ HEM DE ŞEYTANA, KEÇİYE, YILANA TAPAN BİR TARİKATA MENSUP OLMAKTAN UTANMAZLAR!

SANKİ ALLAH'A İNANIRMIŞ GİBİ GÖRÜNÜRLER, AMA ONLAR "ULU MİMAR"A İNANIRLAR... YANİ ALLAH'IN İSİM VE SIFATLARINDAN KUR'AN'DA GEÇMEYEN BİR TANESİ ALIP DİĞERLERİNİ VE DOLAYISİYLE ALLAH'IN "ZAT"INI İNKÂR EDERLER.

ÜSTELİK KULLANDIĞI "MİLLİ, BAĞIMSIZ, VATANSEVER, DİNDAR, GİZLİ DEĞİL, HERKESE DOST" İFADELERİNİN TAM TERSİNİ UYGULARLAR.

NECDET EGERAN "GERÇEK MASONLUK" DEDİĞİ ŞEYİN, KENDİSİ SİSTEMİN EN ALT BASAMAKLARINDA OLDUĞU İÇİN, MAHİYETİNİ BİLMEZ, AMA ANLATMAYA KALKAR...

ONUN ANLATAMADIĞINI, ASLA ANLATAMIYACAĞINI BİZ TA BAŞLARA DÖNEREK ANLATMAYA BAŞLIYORUZ!..
GÖRECEĞİZ BAKALIM, MASONLUK GERÇEKTE NE İMİŞ!...

Kaynak :angelfire
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:33
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
13 Temmuz 2007       Mesaj #8
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Tarih içerisinde zalimleri gözden geçirdigimizde gözümüzün önüne hemen Firavunlar geliyor, Nemrutlar geliyor, Arkasından yardımcıları konumunda olan Haman lar geliyor ve bilgiyi yanlış yerde ve yanlış zamanlarda kullanan BELAM lar geliyor. Tabiidirki İBLİSİ ve Şeytanı ve aynı zamanda onların yardımcıları olan Şeytanın Askerlerini burada zikretmeden geçemeyiz. Bütün bunlar menfiligin, kötülügün, bozgunculugun, yıkıcılıgın, anarşinin, Küfrün, Münafıklıgın, Bidat, Fesat, Fitne ve bilinen her türlü kötülügün kaynagı konumundadırlar...

Bir de Karun dan bahstmeden geçersek büyük bir eksklik olur tabiiki. Rabbimiz Kasas Suresi Ayet. 76-77. de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Karun, Musa nın kavminden biriydi, ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir toplulugun zor taşıdıgı hazineler vermiştik. Toplumu ona: Böbürlenme. Allah böbürlenenleri sevmez. Allahın sana verdigi şeylerde Ahiret yurdunu da gözet, dünya daki payını da unutma; Allahın sana yaptıgı iyilik gibi sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk arzulama, çünkü Allah bozguncuları sevmez demişlerdi...***

Allahın Dinini kendi çıkarlarına alet eden ve etmeye çalışan Şeytan ve Şeytanın askerleri, Nemrutlar, Firavunlar, Şeddatlar, Belamlar, Hamanlar nasıl hala zamanımızda da torunları kanalıyla işlerini yürütmeye devam ediyorlarsa Karun ve onun zihniyetinde olanlarda aynı vaziyette Ekonomik ve İktisadi alanlarda bozgunculugunu, sürdürmekle, devam ettirmekle meşguller...

Bunlardan bir tanesi İLLUMİNATİ Toplulugudur. Bu teşkilat zamanımızda Dünya milletlerine kan kusturan ve Dünya hakimiyetini ele alarak her türlü faaliyetleri başta Ekonomik güç olmak üzere, Siyasi, Askeri, Egitim ve Ögretim, saglık teşkilatı ve de en çok önem verdikleri Dünya çapındaki Televizyon, Radyo, Gazete, Dergi, elektronik Haberleşme ve Bilgisayar şebekeleri aracılıgıyla her türlü güç ve kuvvet odaklarını ellerinde bulundurup en sonunda arzuladıkları, şanlı döneme ulaşmaktır. Bu da Başkenti KUDÜS olan KRİSTAL KRALLIGININ kurulması hadisesidir...

Amerika Birleşik Devletleri nin Savunma politikası, stratejik silah sistemleri ve uluslararası ilişkiler konusunda egitim veren Texsas Üniversitesi Profesörlerinden Texe Marrs İlluminati - Entrika çemberi isimli eserindeki ifadesinde: Süper zengin olan ve Dünyanın degişik ülkelerinde yaşayan ON HANEDAN ın kurdugu KRİSTAL KRALLIK kurma maksadıyla Dünyayı ele geçirmeye hazırlanan bir Teşkilat olarak adlandırıyor İLLUMİNATİ ÇETESİNİ...

İkinci Dünya savaşının karanlık günlerinde İngilterenin önde gelen politikacılarından Winston Churchill in açıklamalarına bakacak olursak: İLLUMİNATİ ÇETESİ Adam Weishaupt tarafından 1776. Yılında kurulmuş ve kuruluşuyla birlikte dünya barışını hedef alan Komplolar artmaya başlamıştır. Bu yazılardan İLLUMİNATİ Çetesinin bu günkü liderinin David Rockefeller oldugunu anlıyoruz. Bu kişi 1973.yılında TRİLETERAL Komisyonunu kurup bu örgütün hedeflerinin ise başında DÜNYA HÜKÜMETİ kurma oldugu gündeme getirilmektedir...

Profesör Jose Arguellese göre: 1997-2002 Yılları arasındaki beş yıllık süre yeniden ÜREME dönemidir. 2003.Yılından itibaren gündeme girecek olan Kaos dönemi, YENİ DÜNYA DÜZENİ ni ortaya çıkaracaktır. 2007-2012 Yılları arasındaki şanlı dönem, Başkenti KUDÜS olan KRİSTAL krallıgının kuruluşuna vesile olacaktır. Dindar bir Hristiyan olan Prof. Texe Marrs a göre, İLLUMİNATİ çetesinin Amerika Birleşik Devletleri nin yönetimini ele geçirmesi Cumhuriyetçi Richard Nixon un, Nelson Rocefeller in tavsiyesine uyarak, ABD nin Dış ilişkiler baş danışmanlıgına Henry Kissinger i getirmesiyle başlamıştır...

Nixon dan sonra başkanlıgı devralan Gerald Ford; Dış işleri Bakanı olarak Henry Kissinger i görevde tutmuş ve Amerika Bierleşik Devletleri tarihinde ilk olarak seçilmemiş bir başkan yardımcısı olarak Nelson Rocefeller i göreve getirmiştir. 1976.Yılında Demokrat Jimmy Carter; göreve başlar başlamaz Zbigniev Brezinski yi dış ilişkiler baş danışmanı ve Milli Güvenlik baş danışmanı olarak görevlendirmiştir. Jimmy Carter, kabinesindeki 19. önemli mevkiye, David Rocefellerin TRİLATERAL KOMİSYONU üyelerini atamıştır. O tarihten itibaren İLLUMİNATİ çetesi, ABD yönetiminde söz sahibi olmuş, Bill Clinton döneminde ise kesin bir ZAFER elde etmiştir...

Kaynak:amarat.org

Amerika Birleşik Devletlerinin 6. Trilyon dolar olan dış borçlarının 4 Trilyon doları, Dünyanın dört bir yanında özellikle Fransa, İtalya, Avusturya, Almanya, İspanya gibi ülkelerde bulunan ve İLLUMİNATİ nin iç çemberinde yer alan İlluminati üyeleri tarafından saglanmıştır...

Prof. Texe Marrs, yıllarca süren araştırmasında İlluminatiyi ve ON GİZLİ EFENDİ sini açıklamakla kalmamış, halen ABD yönetiminde yer alan DIŞ ilişkiler konseyi CFR. Trilateral Konseyi TLC, Bilderberg B ve İLLUMİNATİ çetesinin kurdugu diger teşkilatların ki bunlar Asen Enstitüsü, Kafatası ve Kemik tarikatı, Opus Die, Dünya Ekonomik Forumu gibi teşkilat üyelerini Liste halinde sunmuştur. Şu hususu açıklamakta fayda vardır sanıyorum İLLUMİNATİ Çetesinin ON GİZLİ LİDERİNİN serveti, 102 bagımsız DEVLETİN gayri safi milli hasılasından daha fazladır...

İlluminati Çetesinin Jeopolitik Teorilerine bakacak olursak öncelikle ifade ederiz ki Jeopolitik, Cografi gerçeklere dayanarak POLİTİKA yapma sanatıdır diyebiliriz. Tarih boyunca, Jeopolitik teorisyenleri genellikle ya DÜNYA EGEMENLİGİ için hangi Cografi bölgelerin KONTROL edilmesi gerektigini ya da Devletin yayılmasına gerekçe olacak Cografi sebepleri araştırmışlardır...

İngiliz sir Mackinder KARA EGEMENLİGİ Teorisini ortaya atmıştır. Mackinderin teorisini Dogu Avrupaya egemen olan merkez bölgesini kontrol eder, Merkez bölgesine egemen olan DÜNYA adasını kontrol eder, Dünya adasına egemen olan DÜNYAYI kontrol eder şekinde özetlemek mümkündür. Amerikalı Nicholos Spiykmann ise Mackinderin teorisine karşı Kenar kuşak Teorisini Jeopolitige kazandırmıştır....

Kenar kuşak teorisine Egemen olan, Avrupa ve Asya ya hükmeder, Avrasyayı elinde bulunduransa DÜNYANIN gelecegini belirleyebilir. Kenar Kuşak Teorisi, Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliginin yayılmasını önlemek için geliştirilen ABD stratejilerine yön vermiştir. İLLUMİNATİ nin iç çemberinde yani tam merkezinde yer alan Zbiginew Brezinski, DÜNYA egemenligi kavramını ve Dünya egemenligi için Avrasyanın önemi ve rolünü yeniden gündeme getirmiştir...

Ona göre sahip oldugu zenginlikleri mesela Petrol ve diger enerji kaynakları gibi sebebiyle Avrasya üzerinde küresel mücadelenin sürdürülebilecegi bir SATRANÇ tahtasıdır ve Dünya egemenligi ancak Avrasya yı ele geçirmekle mümkündür. Çagdaş düşünürler, güç merkezleri ve güç merkezleri arasındaki dengelere önem vermektedirler. Fransız Jagues Attali ye göre bir ÜLKE nin güç merkezi olabilmesi için bazı kriterlere ulaşması gerekmektedir...

Jagues Attali, bu kriterleri Teknolojik, Finansal, Ekonomik, Askeri, Cografi ve Diplomatik alanlar şeklinde tarif etmiştir. Attaliye göre Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, Avrupa birligi ülkeleri ve İslam Dünyasının güç merkezi olabilmesi için bazı kriterlere ulaşması gerekmektedir. Brezinski ye göre Avrasya da Fransa, Almanya, Rusya Çin ve Hindistan büyük ve etkin oyunculardır. Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran önemli Jeopolitik mihverlerdir...

İlluminati Çetesinin dış ilişkiler Konseyi yani CFR ve Trilateral komisyonunda yer alan Samuel Huntington ise Jeopolitigin kültürel yönüne agırlık vermiş, daha açık bir ifade ileJEOKÜLTÜR boyutunu ön plana çıkarmıştır. Huntington a göre Yeni Dünyadaki mücadelenin esas kaynagı öncelikle İdeolojik ve ya Ekonomik degildir. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmelerin belirleyici unsurunu ve kaynagını DİN ve Kültürler teşkil etmektedir. Hungtington un bu tezi, Amerika yönetiminin niyetlerini gizlemek ve ya saptırmak için ortaya attıgı üzerinde durulmuştur...

Çünkü yeni Dünya düzeni adına sürdürülen faaliyetler, iktisadi ve Siyasi mücadeleler, Enerji kaynaklarını ve bu kaynakların ulaştırma hatlarını KONTROL için yapılmaktadır. Halen Dünyanın tek süper gücü olan Amerikanın, küresel egemenligini geliştirmek için degişik yöntemleri kullandıgı bilinmektedir. Bu yöntemler içinde; Kültürel, Finansal ve Ekonomik küreselleşme propagandası önemli bir yer tutmaktadır. Amerikanın aynı zamanda Dünyanın uzaydan kontrolü için bazı projeleri geliştirmeye başladıgı gayet açıktır...

ABD nin küresel egemenlik için uygulamakta oldugu bir başka yöntem ise ENERJİ kaynaklarını ele geçirmektir. ABD den Christoper Fettews, Parameter dergisindeki makalesinde diyorki: Orta Asya ve Hazar denizini merkez bölge olarak niteleyip, bu bölgenin önemli Enerji kaynaklarına sahip olunmuştur. Söz konusu rezervlerin kontrolü için ABD, Rusya, Çin, İran ve Türkiye büyük Satranç oyununda rol almaktadırlar...

11. Eylül.2001. terör eyleminin ardından Amerikanın Afganistana, Kırgızistana, Özbekistana ve Gürcistana ASKER göndermesi, büyük satranç oyunu hamlelerinden birisini oluşturmaktadır. ABD bir yandan Hazar Denizi havzası enerji kaynaklarının kontrolü için gayretlerine devam ederken, diger yandan Basra Körfezi enerji kaynaklarının emin ellerde bulundurulmasını
saglamak maksadıyla ŞER EKSENİ içine dahil ettigi İran ve Irakla meşgul olacak, bölgedeki ülkelerin muhtemel REJİM SIKINTILAINA ! çareler arayacaktır...

Özetle amerika Birleşik Devletlerinin enerji kaynaklarını ve bu kaynakların ulaştırma hatlarını kontrol ederek, küresel EKONOMİYE egemen olma ihtirasına kapılmıştır. İlluminati Çetesinin 2007-2012 yılları arasınad gerçekleştirmeyi planladıgı KRİSTAL KRALLIK projesi, ortadogu diye bilinen bölgeyi kana bulamıştır ve kana bulayacagı da gelecekte daha bir net şekilde görülebilmektedir...

Şurası bir gerçektirki Yüz yılı aşkındır ABD İLLUMİNATİ Çetesinin kontrolü altındadır... Yakın zaman içerisinde yani 1990 yılında ÇÖL FIRTINASI harekatıyla Basra körfezine, daha sonra SONSUZ ÖZGÜRLÜK operasyonuyla Afganistan ve Hazar bölgesine yerleşmiştir. Bu Operasyonların bir degil, birden fazla sebebbi vardır. Amerikanın küresel Hakimiyetini devam ettirebilmesi için, KAOS ortamının devam etmesi gerekir...

Vakşi Kapitalizm, savaşı kazanç vasıtası olarak gören bir ideolojidir. İLLUMİNATİ Çetesinin iç çemberinde yer alan ve dış ilişkiler Komisyonunda önemli agırlıgı bulunan , ABD Başkanının danışmanlarından William Seidman ın şu itirafı, meselenin kavranmasını kolaylaştırmaktadır. : Irak ta Mc Artur tarzı Askeri bir yönetim kuracagız ve PETROL kaynaklarını ele geçirecegiz. Körfezdeki Petrol kaynaklarını ele geçirdikten sonra çok şey degişecektir. Kimse bize karşı Petrolü silah olarak kullanamayacaktır...

Askeri Yönetim; Suudi Arabistan da dahil, Petrol üreten Arap ülkeleri üzerindeki denetimimizi GARANTİ altına alacaktır. Suudi Arabistan ve Irak gibi iki büyük Petrol kaynagını ele geçirir ve bu iki bölgedeki İSLAMCI grupları yok edebilirsek, Amerikanın Dünya Ekonomisi üzerindeki Hakimiyetini ' hegomonyasını saglaması için önemli bir adım olacaktır. Uluslararası sistemi, birleşmiş milletler teşkilatının temsil ettigi ve bu teşkilatın karar mekanizmasında İLLUMİNATİ Çetesinin önemli bir agırlıgının bulundugu bilinmektedir...

Amerika Birleşik Devletlerinin Ortadoguda sahneye koydugu; Kronik kaos yani İstikrarsızlık politikası, önümüzdeki yıllarda da devam edecektir. Bölge ülkelerinin birbirleriyle olan münasebetlerinde, Amerikanın belirleyici bir role sahip oldugunu söylemek mümkündür. Uluslararası hukuk adına yazılan ve söylenen bütün kuralların deformasyona ugradıgı ve ABD nin keyfi kararlarına göre mahiyet kazandıgı görülmektedir...

Amerika bazı ülkelerde Askeri güçle, bazı bölgelerde İSTHBARAT teşkilatıyla, bazı ülkelerde de Dünya Bankası ve İMF gibi kuruluşların yardımıyla Hakimiyetini sürdürmektedir. Uluslararası hukuka, Adalete ve Hikmete uygun olmayan ANGLO SAKSON istila hareketi, Ortadogu da hüküm süren Totaliter ve Otoriter rejimlerin zaaflarını istismar etmektedir. Başta amerikanın kendi halkı olmak üzere, Avrupa Birligi ülkeleri ve diger devletlerin İLLUMİNATİ Çetesinin hazırladıgı KRONİK KAOS tuzagını ortadan kaldırmaları gerekmektedir...

Bilhassa bizim açımızdan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Georg Bush yönetiminin uygulamaya koydugu KRONİK KAOS tuzagını ortadan kaldırabilecek potansiyele, güce, birikime sahip olan bir ülkedir. Zamanımız iktidarı nın ; Amerika birleşik Devletleri nin önümüzdeki aylarda başlatacagı KİRLİ SAVAŞA engel olma ya gayret etmesi, buna muvaffak olamazsa Türkiyeyi savaşın dışında tutması şarttır diye inanıyoruz.... ( Hüsnü Aktaş. Misak.s.146. )

Yeni dünya düzenini anlayabilmek için inanıyorum ki Yukarıda da geçtigi gibi CFR yi, ve bu düzenin ardındaki güçleri çok iyi tahlil etmek zaruridir. Bu düzenin ardındaki güçler aynı Masonlar, Rotaryenler ve Lionesler gibi sır perdesi ardında saklanmayı usul olarak kabul etmişlerdir. Onların düşüncesine göre: Bir perde her zaman gereklidir. Cümlesini ifade ettikten sonra İLLUMİNATİ Çetesi yayınlarında deniliyorki: Gücümüzün büyük bölümü gizlenmekten kaynaklanır...

Bu yüzden de, her zaman bir başka dernegin adı altında gizlenmeliyiz. Bu durumda sorabiliriz: Eger Dünya düzeni bugün egemenligi elinde bulunduruyorsa , neden bazı kurumlara ihtiyaç duymaktadır ? cevap açıktır: Dünya düzeni egenmenligi korumaktadır çünkü egemenligini reddetmekte, kendi varlıgını kabul etmeyip gizlemektedir. Onun gücü her yerde, Hükümetlerde, Egitimde, Bazi DİNİ gruplarda, İncelikle hesaplanan savaşlar, Devrimler ve Kıtlıklarda görünmesine karşın, Dünya düzeni aynı MAFYA gibi kendi varlıgını reddeder...

Dünya düzeninin hizmetçileri degişir ama DÜZEN sabit kalır. Eger çok fazla kişi CFR yi farkederse, bu kez güç Bilderberg ya da Trilateral Komisyonuna aktarılır. Ama düzen egemenligi sabit kalmaktadır. ( İlluminati Locasının 1794.teki bir metninden. )

Yaşadıgımız Dünya 20. Yüzyılla birlikte eskisinden çok farklı bir Dünya haline geldi. Yüzyılın hemen başlarında tüm güç dengeleri degişti. Bütün güçlü bilinen MONARŞİLER yıkıldı ve yerlerine 19. Yüzyıldaki anti Monarşik dalganın yeni sonucu olan ULUS ' Devlet ler kuruldu. İslam Dünyası, dünya politikasında son temsilcisi olan Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla gücünü nerdeyse tamamen yitirdi. Yeni bir Dünya düzeni, aslında bu Yüzyılın başlarında kuruldu. Bu Düzen, Dünyanın Amerikan egemenligi altına girmesiyle başlıyordu. Ve bu nedenle de, 20. Yüzyıl giderek Amerikan Yüzyılı haline gelmiştir...

Bu durumda, 20.yüzyılda Dünyayı etkileyen büyük politik gelişmelere de göz atacak olursak burada da YAHUDİ parmagını görüyoruz. Yahudi önde gelenleri ve Masonlar bütün yan kuruluşlarıyla birlikte yeni bir Dünya egemenligini kurmayı hedeflemişlerdi. Bu hedeflenen Krallık ismen KRİSTAL KEALLIGI olarak vaad edilmiş olan topraklarda kurulacaktı. İnançları geregi MESİH ' Yani kurtarıcı geldiginde kesin olarak kurulacagı umulan Dünya egemenliginin alt yapısı KABALA cıların geliştirdikleri * MESİHİ DÖNEM İNSAN ELİYLE BAŞLAYACAKTIR * kuralına uygun olarak yeni Dünya düzeni gerçekleştirilecektir...

Bilindigi gibi önceki Yüz yıllarda , Masonluk, tek başına uluslararası dengeleri kontrol etmeye yetiyordu. Fakat 20. Yüzyıl, Dış Politika kavramını ve Ülkeler arasındaki ilişkilerin dogasını çok daha karmaşık bir hale getirdi. Artık büyük Ülkelerin dış politikaları son derece kapsamlı bir kadro elinde şekillendirilmeye başlandı. Artık yalnızca akıllı, Zeki bir KRAL ya da bir - iki Devlet adamı degil , ancak UZMAN bir kadro tarafından yönlendirilebilecek bir DİPLOMASİ tarzı dogmuştu...

İşte İTTİFAK bu nedenle yeni mekanizmalar üretti. Böylece İttifakın karar merkezleri, klasik LOCA atmosferinden çıkarak daha gelişmiş ve modern yöntemlere kaymaya başladı. Masonluk hala çok önemliydi ve Ülke içi kontrolün saglanması için zaruriydi. Ancak dış politika alanı , Masonlugun mistik görünümünden ve inançlarından ' Ritüellerinden soyutlanmış bu yeni kurumların denetimine geçti...

Şurası bir gerçektir ki bu örgütün kurucuları Yani yeni dünya düzenini planlayan ve hayata aktaran kurumun başında YAHUDİLER gelmektedir. Yeni dünya düzenini belirleyici en önemli unsur PARA ve EKONOMİ olacaktır. Yahudi toplumunun ise Para ile olan ilişkisi, büyük ölçüde İBRANİ ögretisinden kaynaklanmaktadır. Yahudilerin İnanç, İtikad ve İman yönlerine baktıgımızda ön plana çıkan husus Yahudi dini Dünya merkezli ve MADDE ye yönelik bir DİN oldugu gayet net bir şekilde ortaya çıkar...

Yahudilerin Maddeye bu denli tutkuyla sarılmalarından dolayı ve bu nedenlerle, İslam Dini ve Katolik dinlerinde uzak durulması ifade edilen söylenen PARA HIRSI , tam aksine Yahudilikte meşru, hatta teşvik edilen bir yapıya sahiptir. Bu nedenle İslam Dininde ve Katoliklerde yasaklanmış olan FAİZ sistemi, Yahudilikte serbest bırakılmış ve hatta tavsiye edilen bir kazanç kapısı haline getirilmiştir. Bu yüzden bütün Bankacılar ve Bankerler öncelikle Ya Yahudi asıllı ya da Yahudi temayyüllü oldugu bilinen bir gerçektir...

Bankacılık ve Bankerlik tarihine kısa bir göz atılınca ne demek istedigim açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Mesela Max Weber de, Yahudi ' Para ilişkisinin DİNİ boyutunu özenle vurgulayarak, Yahudilerin parasal işlemler konusundaki tercihlerinin nedeni Ritüel - yani iman ve inanc yönlü - telakkileriydi der. Faiz, Ortaçag daki Yahudi ekonomik gücünün de temelini oluşturmuştur...

Kimsenin Tefecilik ' Bankerlik yapmadıgı bir ortamda, bunu bir DİNİ emir olarak gören Yahudiler tefecilikte özelleşmişlerdir. Ortaçagda Yahudiler tefeciler genelde yüzde otuz civarında FAİZLE borç verdiklerini ancak bu oranın zaman zaman yüzde yüz lere bile vardıgı tarihi kaynaklarda yazılmaktadır. Ortaçag boyunca YAHUDİ ve TEFECİ kavramları o kadar özdeşleşmiştirki, bazı dillerde aynı anlamda kullanılır olmuştur...

Yahudi Tefecilerin bir özelligi de, mesleklerini sürekli olarak Babadan - ogula aktarmaları ve bu şekilde sürekli katlanan bir sermaye ile büyük bir EKONOMİK güce ulaşmalarıdır. Bu nedenle Ortaçagda pek çok KRAL Yahudilerden borç almışlardır. 17. ve 18. Yüzyıllarda dogan yeni bir sınıf ise Yahudilerin Ekonomik gücünü SİYASİ alana da taşımıştır. Bu sınıf SARAY YAHUDİLERİ olarak adlandırılıyorlardı. Yeni kurulmaya başlanan merkezi mutlak Devletin Finansman ihtiyacının kaynagı bir bakıma Yahudi sermayesiydi...

Bu Yahudiler, özellikle Protestan reformunun ardından PAPA nın otoritesinden bagımsız olarak kurulan yeni merkezi devletlerin yardımına koşan tefeciler Yahudi Bankerlerdi. Özellikle avrupanın Protestan ve Katolik güçleri arasındaki kanlı Otuz yıl savaşları , hem savaş sırasında hem de sonrasında büyük bir finansman açıgı dogurmuştu ve bu açık Tabiiki Yahudi tefeciler tarafından kapatılmıştır...

Avrupanın politik ve sosyal gelişimini konu eden kaynaklar, Merkezi Devletlerin kurulmasının , ticari çıkarlarını koruyacak bir OTORİTE ki - bu elbette Seküler bir Otoritedir - arayan
BURJUVAZİ nin destegiyle oldugu ifade edilir. Buna göre BURJUVAZİ, Merkezi Monarşilerin kurulmasıyla birlikte EKONOMİK konumunu güçlendirmiş , Büyük Fransız devrimi ile de, Aristokrasiyi ve DİNİ otoriteyi ortadan kaldırarak, dogrudan İKTİDARI ele geçirmiştir...

İşte BURJUVAZİ olarak adlandırılan bu sınıfın en ilginç fakat fazla dikkat çekmeyen özelligi, büyük bölümünün YAHUDİ lerden olmasıdır. Tefecilik ' Bankerlik yoluyla asırlardır gücüne güç katmış, katlanarak büyümüş bir SERMAYE birikimine Yahudilerden başka kimse sahip olamamıştır. Fransız devriminin ardından Saray Yahudileri devri kapanmış ardından yeni bir dönem, Yahudi Bankerler dönemi başlamıştır. Bu Bankerlerin gücü, eski Saray Yahudilerinden çok daha fazlaydı şüphesiz...

Yahudi hanedanı bu tarihlerden sonra Parasal anlamda hızla büyümüş Goldschmidt, Oppenheimer, Seligmann hanedanlarının kurdugu Finans imparatorlukları bu dönemde, 19. Yüzyılın başında dogmuştur. Bu finans İmparatorluklarının en ünlüsü ve kuşkusuz en önemlisi ise Rothschildler dir. Tüm bunların yanında dikkat çekici olan bir şey vardıki mutlaka göz önünde bulundurulması bir gerçekti: Rothschdlerini elde ettikleri güç, yalnızca bir ailenin elde ettigi güç degildi. Ailenin aynı zamanda son derece DİNDAR bir gelenegi vardı...

Para gücünü, finansman kaynaklarının Yahudiligin genel çıkarları için kullanıyorlardı. Bu ailenin aynı zamanda kuvvetli bir IRK bilinci vardı. Bilindigi gibi Yahudiler, Yahudi Anneden dogmayan birisine asli YAHUDİ gözüyle bakmazlar. Zaten hanedanın kurucusu olan Mayer Amschel, güçlü bir IRK bilincine sahipti. Bu nedenle de, TEVRAT ın * Kızlarınızı onların ogullarına vermeyeceksiniz ve ogullarınıza ve kendinize onların kızlarını almayacaksınız ... * Hükmü geregi, ogullarına IRK DIŞI EVLİLİKLER yapmamalarını vasiyet etmişti. Bu kural, hanedanın üyeleri tarafından titizlikle uygulandı...

Rothschdlerin İBRANİ ögretisine bu denli baglı olmaları kuşkusuz çok önemliydi. Çünkü İbrani ögretisi, Yahudilere diger uluslar ve DİNLER üzerine bir Hakimiyet vaad ediyordu. Ve bu kitabın ögretisi sonucunda Kabalacılarda bu HAKİMİYETİ gerçekleştirmek için çalışıyor, MESİH ' Kurtuluş Planı geregince * Tarihin akışını degiştirmeye * Ugraşıyorlardı. Güç istiyorlardı. Rotschild gibi IRK BİLİNCİ yüksek bir Ailenin böylesine dev bir EKONOMİK GÜCE ulaşması ise kuşkusuz MESİH PLANI için dev bir destek anlamına geliyordu...

İşte yazının başından beri vermek istedigim mesaj bu husustur. İlluminati Çetesi Tarin akışını Yahudi ögretisi dogrultusunda degiştirmek için kurulmuş bir örgüttü. Bu örgütün en önemli kaynagı Para ve ona baglı olarakta Dünya siyasetini ellerinde bulundurma hadisesidir. Bu ve bunun gibi Yahudi Bankerler, 20.Yüzyılın başında ellerindeki Ekonomik güç ve kurdukları * IRK DAYANIŞMASI * sayesinde çok büyük politik sonuçlar elde edecek hale geldiler...

Elbette Dünyanın tüm büyük sermayedarları, Yahudilerden oluşmuyordu. Ama Yahudi sermayedarların özelligi diger MESLEKTAŞLARINDAN farklı olarak politik sistemi yalnızca daha çok kâr etme amacına uygun olarak degil SİYON idealini gerçekleştirme hedefine, ya da bir başka deyişle MESİH - Kurtuluş PLANINA uygun olarak yönlendirmeye çalışmalarıydı işte bu YAHUDİ farkıydı...

İşte bu Dünya ya HAKİM olma çabasıydı. İşte bu Dünya siyasetinin yalnızca Yahudiler tarafından idare edilebilecegi inancı için gayretli bir çalışma temposunun sonucuydu. İşte bu Yahudi hiç bir toplumdan emir almaz ama devamlı emretme ve idare etme makamında bulunur inancının göstergesiydi. İşte İLLUMİNATİ bu gayelerin hayata hakim kılınması gayesiyle kurulmuştu...

Kısaca Yeni dünya düzeni söylemine bakacak olursak: Zaten Yahudi düşüncesi Böl, parçala, yut teorisiyle hareket etmiş ve önlerindeki bütün engelleri Ekonomik yolla, olmadıysa kültürel yolla, biraz ileri düşünce de de Siyasi yolla kaldırmaya başlamıştır. Önce Dinlerin Hakimiyetini ortadan kaldırmak lazım teorisi işletilmiş Kilise ile birlikte krallıgın sonunu 1789.yılında hazırlamışlar...

Sonra Milletlerin içine fitne kıvılcımı düşürülmüş Yahudi Dürkeim ideolojisiyle Milliyetçilik ' Irkcılık akımı başlatılmış Osmanlı İmoaratorlugu parçalanmış bilahare Birinci dünya savaşı sonrasında da çökertilmiştir. Ayn teorinin bir başka versiyonu Rusya da işletilmiş Yahudi Karl Marks ideolojisiyle çok köklü ve yıkılmaz zannedilen ÇARLIK Rusyası yerle bir edilmiş, Planın Ekonomik boyuttaki çalışmaları neticesinde ise Avusturya ' Macaristan İmparatorlugu da Yahudiler tarafından tarihin derin kuyularına yuvarlanmıştır...

Birinci Dünya savaşının hemen ardından 1919. Yılında Paris Barış Konferansı yapılmış, Burada Milletler Cemiyetinin kurulmasına karar verilmiştir. Böylece ilk defa DÜNYA politikasını TEK BİR MERKEZDEN yönlendirecek bir mekanizma kurulmuş oluyordu. Bu mekanizma kurulurken, acaba Dünya politikasını yönlendirmeye çalışan güç odakları ne durumdaydılar ? TAPINAKÇI ŞÖVALYELER gelenegini sürdüren MASONLARLA, MESİH ' Kurtuluş hesapları yapan Yahudi önde gelenleri bu mekanizmanın tam merkezinde idiler...

Mesela Yüksek dereceli ÜSTAD Masonlardan Pierre Mariel şöyle diyor: Milletler cemiyeti MASONİK bir oluşumdur. Bu teşkilatın ilk BAŞKANI da Fransız büyük LOCASINA baglı olan Leon Bourgeois idi. Ama Milletler Cemiyeti fazla güçlü ve etkili bir Organizasyon degildi. Dünya politikasını yönlendirmek isteyenler, Milletler Cemiyetiyle yetinemezlerdi. Bu nedenle o dönemin SÜPER GÜÇ konumundaki ülkelerini yönlendirmek için yeni oluşumlar üretme yoluna gittiler...

Böylece Tapınakçı Şövalyeler geleneginden kaynaklanan MASONLUK ve Yahudi önde gelenleri , ortaya çıkan bu yeni sisteme Hakim olmak için yeni örgütler oluşturmaya başladılar. Ve işte CFR yani DIŞ İlişkiler Konseyi böylelikle kurulmuş oldu. CFR, Adı üstünde Dış ilişkiler konseyi dir, Yani amacı, gayesi Amerikan dış Politikasını yönlendirmektir. Ancak bir ülkenin, hem de Amerika gibi bir ülkenin dış politikasını yönlendirmek, yalnızca karar mekanizmalarını ele geçirmek suretiyle başarılamaz...

Siyasi gözlemciler, 1945 yılından sonraki Amerka Birleşik Devletleri politikasının kesin olarak CFR Hakimiyetinde düzenlendigi konusunda birleşiyorler. CFR nin egemenliginin Rockefellerin elinde oldugu hususta da söz birligi ediyorlar. Rockefellerin CFR üzerindeki denetimi, Amerikada çokça yazılıp çizilmiş bir konudur. Rockefellerin Dış ilişkiler Konseyi üzerindeki denetimi yalnızca Konseye akıttıkları dev boyutta para ile sınırlı kalmıyor...

Rockefeller ler, paranın verdigi güçle kurumun başına kendi adamlarını atıyorlar ve Henry Kissinger gibi Yahudileri Dışişleri bakanlıgında çok uzun süre tutabiliyorlar. Kısaca günümüz siyasetine yön veren kurum da aynı ismi ve aynı örgütü taşıyor İLLUMİNATİ-CFR- Bilderberg ve tabii eşittir Yahudi diyoruz...

Amerika Birleşik Devletlerinin Birinci Dünya savaşına girişi ve yayılmacı poitikayı kesin olarak benimseyişi nasıl CFR yani Dış ilişkiler Komisyonu ve onun Yahudi önde gelenleri tarafından saglanmışsa, İkinci Dünya savaşına girişi ve bu şekilde Dünyanın en büyük gücü haline gelişi de yine CFR ve onun arkasındaki Yahudi önde gelenleri tarafından saglanmıştır...

İkinci Dünya savaşı öncesi CFR nin Yahudilerin Waşingtondaki en önemli dostu ise Franklin S. Rosevelt idi. Yahudi sermayedarlarının vazgeçilmez taşeronu ve Dış ilişkiler Komisyonunun önde gelen ismi Albay Mendel House, Roseveltin de Politikalarını danıştıgı isimdi. Yalnızca bu ilişki bile, CFR nin Rosevelt üzerindeki etkisini göstermek için yeterli olabilir...

33. Dereceden ÜSTAD bir MASON, hatta Tapınakçı Şövalye geleneginin açıkça devamı olan * ORDER DE MOLAY * adlı üst LOCA nın üyesi olan Başkan Rosevelt, Aynı zamanda Siyonist liderlerden daha ateşli bir Siyonistti. Başkan Rosevelt: Filistini dikenli telle çevirip, içindeki Arapları dışarı atacagım, yerlerine de Yahudileri yerleştirecegim diyordu. Başkanın biz başka özelligi ise ABD nin dış politikasını, CFR nin ve Yahudi dostlarının isteklerine göre düzenlemesiydi...

İkinci Dünya savaşının ardından yaşanan Dünya paylaşımı, Bilderbergin de doguşunu sagladı. Amerika, dogu kısmını Sovyet kontrolüne vermeyi kabul ettigi Avurpayı bu defa kendine daha sıkı baglarla baglamak istiyordu. CFR Yani Dış ilişkiler komisyonu İkinci Dünya savaşının ardından kuvvetli ve önemli örgütler kurmuştu bunların başında Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve özellikle IMF ve Dünya Bankası ve aynı zamanda NATO. Avrupayı, Amerikaya baglama hedefinin en önemli yol haritalarıydı bu kuruluşlar tabiiki...

Şunu ifade etmek gerekirki CFR nin yani Dış İlişkiler Komisyonunun yani İLLUMİNATİ Çetesinin başından beri bütün planları Yahudilerin istedikleri dogrultuda işlemiştir. Şimdi Kominizm ve bir bakıma Rusyanın çökmesi ve devre dışı kalmasıyla Dünya düzeni şekil degiştirmiştir. Yeni Dünya düzeni içerisinde Rusya da dahil bütün Dünya ülkeleri Amerikanın şemsiyesi altına girmeli ve tek super güç oldugunu kabul etmelidirler...

Dolayısıyla Üçüncü Dünya düzeninde tek düşman gittikçe yükselişini sürdüren İslam dır...Her geçen gün, Amerika - Rusya yani Kuzey ittifakının bir Anti İslam karakterini İslam düşmanlıgı politikalarını yeterince ortaya çıkarmıştır. Bu kanuda en faal çalışmayı Yahudi Henry Kissinger ile Boris Yeltsin sürdürmüş ve dostluk adına büyük bir başarı saglamışlardır. En son alınan karalarda NATO nun misyonu İSLAMA KARŞI SEKÜLER rerjimleri korumak amacı ortaya çıkmıştır... (Yeni Masonik Düzen.H.Yahya.315-408)

Daha önce de yazdıgımız gibi plan bellidir. YENİ DÜNYA DÜZENİNDE, Başkenti KUDÜS olması gereken KRİSTAL KRALLIGIN kurulması için Dış ilişkiler Komisyanu - ILLUMİNATİ, Masonlar, Tapınak şövalyeleri, Bilderbergciler, Trilateral Komisyon üyeleri, Rotaryenler, Lionesler her türlü gayret ve çabayı gösterceklerdir.
Ve bu oluşum için sadece Irak Afganistan Hazar üçgeninde Bir buçuk milyon insan öldürülmüştür ve KİRLİ savaş hala devam etmektedir...

Soguk savaşın sona erdigi 1989. Yılı, Devletler hukuku ve uluslararası sistem açısından, tam bir dönüm noktası olmuştur. Komunizmin Dünyada İflas etmesi ve Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliginin dagılması, Vahşi Kapitalistlerin bütün dünyayı ele geçirme ihtiraslarını ön plana çıkarmış ve İLLUMİNATİ Çetesinin hazırladıgı * Küresel İmparatorluk * planı yeni dünya düzeni planı olarak devreye sokulmuştur...

Vahşi Kapitalizmin zaruri bir sonucu olan KÜRESELLEŞME, bütün Ahlaki degerleri tahrip eden ve Uluslararası hukuku ortadan kaldıran bir felakettir. Georg W. Bush yönetimi , Amerikada etkili olan üç grubun koalisyonunu temsil etmektedir: Bunlar Petrol ve Silah şirketlerinden oluşan büyük SERMAYE GRUBU, İsrail Devletinin yüce emellerine hizmet eden yeni muhafazakarlar ve Efangelist Hristiyan gruplardır. Bunlar arasındaki ahengi saglayan İLLUMİNATİ Çetesi, bütün Dünyayı tehdit eden şeytani bir organizasyondur...(H. Aktaş. Misak.160)

Şurası bilinmelidir ki; Sadece Türkiye de degil, Bütün Dünya ülkelerinde DERİN DEVLET olarak ifade edilen ve HUKUKİ meşruiyeti bulunmayan çetelerin faaliyet gösterdigi artık bilinen bir gerçektir. Mesela İtalyada P-2 Mason Locasının ; GLADYO adı verilen ve Siyasi cinayetlere imza atan derin çeteleri yıllarca yönettigi, hatta Devlet adamlarına komplolar kurdugu malumdur. Amerika Birleşik Devletlerinin derin Devleti CFR adı verilen ve Küresel sermayenin yol haritalarını çizen bir grubun kontrolündedir bu grubun adı İLLUMİNATİ Çetesidir... (H.Aktaş. Misak.172)

Önce Afganistanı, sonra da Irakı işgal eden George W. Bush Yönetiminin yeni rotası; Lübnan, Suriye ve İran hattıdır. İsrail Devletinin güvenligini saglamaya, Petrole ve Enerji kaynaklarına el koymaya karar veren Amerika nın şimdiki yöneticileri, İktidara geldikten sonra Filistin barış sürecini zayıflatmış, zaafa ugratmıştır. Bunun iki önemli sebebi vardır...

Birincisi: Amerika Birleşik Devletlerinde etkili olan YAHUDİ Lobi lerinin etkili örgütleridir. İkincisi: Demokrat Başkan Bill Clinton dönemine duydugu nefrettir. Amerika daki Yahudi Lobisinin etkili örgütü AIPAC ın Başkanı Howard Fridman: Lübnan çatışması asıl sorunun sadece dikkati dagıtan kısmıdır. Sorun İranın Nükleer silah programıdır. Bütün hedeflerin başında, İranın Haritadan silinmesi vardır. Diyerek, İLLUMİNATİ Çetesinin niyetini ortaya koymuştur...

Konumuza Yusuf kerimoglu Hocaefendinin Mali İbadet le alakalı sözleriyle neticelendirelim İnşaallah: Yeryüzünde bulunan bütün nimetlerin, İnsanlar için meta ve Zinet olarak yaratıldıgı malumdur. Mükellef olan her insanın; hem kendi ihtiyaçlarını karşılamak, hem ailesinin geçimini temin için çalışması zaruridir. Müminlerin dünya malını kazanırken, meşru hudutlarına riayet etmeleri FARZDIR. Allahın rızasını kazanmak niyetiyle mallarını harcayan Müslümanların; Dünyada ve Ahirette mahzun olmayacakları muhkem nassla haber verilmiştir..(Yusuf Kerimoglu.Misak191.s.22)

Rabbimiz Bakara suresi Ayet.274.te mealen şöyle buyuruyor: *** Mallarını gece gündüz gizli ve aşikar Allah yolunda harcayanlar yokmu ? İşte onların Rabbleri katında mükafatları vardır. Onlara hiç bir korku yoktur: Onlar mahzun da olacak degildirler...**

Allahım senin her gününe şükürler olsunki bizleri Müslüman ismiyle ve İslam Dinine mensup olarak yarattın. Bizleri her türlü sapık ve ne idigi belirsiz örgütlerin şerrinden muhafaza eyle yarabbi. İslam dünyasını Yahudilerin şerrinden, Masonların şerrinden, Roraryenlerin ve Lionsların şerrinden ve adını sayamadıgımız İslam düşmanlarının şerrinden muhafaza eyle yarabbi. Bizleri Lanetli ve huzurdan kovulmuş olan İblisin, Şeytanın ve İpliklere dügümler atan Cinlerin şerrinden de muhafaza eyle yarabbi. Sana döndük ellerimizi sana açtık bizleri koru Allahım. Sen her şeye kadirsin... Amin...

Kaynak:Amarat.org
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:34
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
17 Temmuz 2007       Mesaj #9
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Dünyanın en büyük Siyonist örgütü Illuminati’nin çekirdek “Bölüm 323” deki 13 kişi olmak üzere biri başkan diğeri seçkin yöneticileridir.

1- 91 yaşında olmasına rağmen oldukça dinç görünen, Amerika Birleşik Devletleri’nin tanınmış zengini David Rockefeller başkanın sağ kolu olarak hemen yanındaki iki koltuktan birinin sahibiydi. Rockefeller dünyanın en büyük bankalarından Chase Manhattan Bank, Citibank ve Standard Oil, Mobil gibi dünya petrol pazarını elinde tutan dev şirketlerin en büyük hissedarıydı. Şirketlerinin cirosu dünyadaki pek çok devletin yıllık gelirlerinden daha fazlaydı.

2- Başkanın sol kolu olarak diğer bir koltuk sahibi Avrupa’daki toplantıları yöneten en yaşlı ve ihtiraslı üyesi 97 yaşındaki Baron Guy de Rothschild idi. Rothschild, atası Mayer Amschel tarafından, 18.yüzyılda Almanya’nın Frankfurt kentinin Yahudi gettolarında, ceketinin yakasına astığı sarı Yahudi yıldızıyla aynı zamanda dükkan olarak kullandığı küçük bir evde eski elbise ve antika madeni para satarak kurulan ve şimdi bütün dünya piyasalarını kontrol eden finans şirketlerinden ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki en büyük bankalardan oluşan dev bir imparatorluğun varislerinden biriydi. Bir asırlık bir zaman zarfında Rothschild ailesi Alman, İngiliz ve Fransız borsalarını ve daha sonra bu ülkelerin ve diğer ülkelerin borsa ve merkez bankalarını ele geçirmiş, Avrupa’da krallara ve devletlere kredi açabilecek kadar varlıklı bankaların ve finans şirketlerinin sahibi olmuştu.

3- Üyelerden biri diğeri Avrupa’nın gizli kralı denilen Roma İmparatorlarının soyundan gelen Avusturya İmparatoriçesi’nin oğlu 94 yaşındaki Otto von Habsburg idi. Habsburg ailesi, tamamen Hıristiyanlık tersine düşen, Hz. İsa’nın karısı ve oğlu ile birlikte çarmıha gerilmekten kurtularak Fransa’ya kaçtığı ve burada Merovenj hanedanlığı ile karışarak soylarını devam ettirdiğini savunuyor ve soylarının bir kolunun bu hanedanlığa, dolayısıyla Hz. İsa’ya dayandığını iddia ediyorlardı. Bu sebeple Kudüs Kralı olmaya aday olduğunu açıklamıştı.

4- Diğer bir üye 51 yaşındaki Bill Gates idi. Gates, Çekirdek’in en yeni ve en genç üyelerinden biriydi. Bütün dünyada hemen hemen her ev ve işyerinde kullanılan, kodlarını bir zamanlar yanında teknisyen olarak çalıştığı Apple Computer’ın sahibi Steve Jobs’tan çaldı. Bütün dünyaya kendi yarattığı bir program olarak sunduğu Windows işletim sistemlerine ve Internet Explorer programlarına yerleştirdiği gizli kodlar sayesinde, kullanıcıların programda yazılı anahtar kelimelerden sadece birini bile bilgisayarlarında kullanmaları halinde bu yazının bir kopyası CIA merkezine otomatik olarak gidiyordu.

5- Pierre Plantard de Saint-Calir, soyunun Merovenj Hanedanlığı’na dayandığını iddia eden bir diğer üyeydi ve Hz. İsa’nın ailesini ve soyunu korumak amacıyla kurulan Sion Tarikatı’nın lideriydi. Plantard, binlerce yıldır Merovenj Hanedanlığı’na ait olan Fransa’daki uçsuz bucaksız toprakların, sayısız kilise ve şatonun sahibiydi.

6- Bilderberg Başkanı 87 yaşındaki Lord Peter Carrington Illuminati örgütü üyesi olarak yerini almıştı. İngiltere’nin en büyük bankaları Hambros, Barclays ve Lloyds’un ve finans şirketlerinin en büyük hissedarı olarak dünyadaki finans devlerinden biriydi. Carrington da örgütün diğer üyeleri gibi, Küdus’ün dünya başkenti olmasını istiyordu.

7- Nicholas Oppenheimer, örgütün Güney Afrika’lı üyesiydi. 61 yaşındaki işadamı, elmas kralı olarak bilinen babası Harry Oppenheimer’dan büyük bir miras devir almıştı. Dünyadaki elmas yataklarının yüzde 95’i ve diğer değerli maden yataklarının çoğuna sahipti. Dünyadaki en büyük Yahudi tapınağı olarak Johannesburg’da inşa edilen tapınağın baş finansörüydü.

8- İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in eşi Prens Philip, oldukça çok sakin biri olmasına rağmen her İngiliz Kralı gibi bir Mason olarak dünya yönetiminde söz sahibi olabilmek için ihtiraslı eşi tarafından bu örgüte üye yapılmıştı.

9- Winston Lord örgütün köklü aileden gelen bir üyesiydi. Kendi ailesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ne 16. yüzyılda gelen ve bireyleri örgüt içinde üst düzey görevler yapmış olan Harriman, Bundy, Whitney, DuPont, Russell, Freeman, Astor, Collins, Stimson ailelerini temsil ediyordu.

10- Wall Mart hipermarketler zincirinin veliahtı Robson Walton bu masada koltuk sahibi olan diğer bir üyeydi. Babası Sam Walton’dan devraldığı şirketleri 250 milyar Dolar’ı aşan cirolarıyla Amerika’da devlet içinde devlet gibiydi. 62 yaşındaki işadamının, babasının aksine çok hırslı bir kişiliği vardı.

11- Çok soylu bir aileden gelen İspanya Kralı Juan Carlos masadaki yerini almıştı. İsrail’i birçok kereler ziyaret eden Carlos, Katolik olmasına rağmen Madrid’deki sinagogların destekçisi ve devamlı ziyaretçisiydi.

12- Son koltuk, medya devi Rupert Murdoch’a ayrılmıştı. Avustralyalı iş adamı kendi ülkesi haricinde Asya, Avrupa ve Amerika’da sayısız gazete, dergi ve televizyon kanallarına sahipti ve örgütün amaçlarına göre dünya medyasını yönlendiriyordu.

Örgütün Dış Çember olarak adlandırılan “Bölüm 321”in sahip olduğu kuruluşlar arasında Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösteren;
CFR, Council on Foreign Relations – Yabancı İlişkileri Konseyi
TLC, Trilateral Commission- Üç Yönlü Komisyon
WTO, World Trade Organisation – Dünya Ticaret Örgütü
IMF, International Money Fund- Uluslar arası Para Fonu
JINSA, Jewish Institute of National Security – Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü
CF/ICDF, Christian Friends of The Israel Community Development Foundation – İsrail Toplumunu Geliştirme Kurumunun Hıristiyan Dostları
ICEJ, International Christian Embassy Jerusalem – Kudüs Uluslar arası Hıristiyan Büyükelçiliği
ADL, Anti-Defamation League-Yahudi Aklama Cemiyeti
JTF, Jerusalem Temple Foundation- Kudüs Kutsal Tapınak Kurumu
JDL, Jewish Defense League-Yahudi Savunma Birliği
AIPAC, American-Israel Public Affairs Committe –Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi

B’nai B’rith, Kafatası ve Kemikler Tarikatı, Malta Şövalyeleri, Sion Tarikatı, Altın Şafak, Gül ve Haç Kardeşliği, Bilderberg, P2 Mason Locası, Dünya Bankası, Bohemian Grove, Dünya Kiliseler Konseyi, Opus Dei, Pilgrim Topluluğu, Roteryanlar ve Lions Kulüpleri bunlardan sadece bazılarıydı. Hıristiyan ve Yahudi kuruluşları aynı hedef doğrultusunda beraber çalışıyorlardı.

Hükümet ve uluslar arası şirketlerde en üst düzeylerde yöneticilik yapan ve dünya medyasını yönlendiren kişiler “Bölüm 322”, diğer adıyla İç Çember üyeleri arasında;

Bill Clinton (CFR, TLC, Bilderberg üyesi, Mason),
George W. Bush (CFR üyesi)
Jacques Chirac (Mason),
Helmut Kohl (Bilderberg üyesi),
Paul Wolfowitz (CFR üyesi),
Newth Gingrich (CFR, Mason),
Zbigniew Brzezinski (CFR, TLC üyesi),
Alan Greenspan (CFR, TLC üyesi),
Dick Cheney (CFR üyesi),
Prens Bernard (Bilderberg üyesi),
Al Gore (Mason),
Michael Gorbachev (Mason),
Akio Morita (TLC üyesi),
Francois Mitterand (Mason),
Ted Turner (Mason) ve Bizans İmparatorları Julius Sezar ve Neron adıyla tanınan Domitius Claudius’un soyundan geldiğini iddia eden Üstad Mason Prens Henri Paleolog vardı. Bu üyeler bütün gayretleriyle Bölüm 323’e yani Çekirdek’in seçkin yönetici kadrosuna hizmet ederlerdi.
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:35
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Temmuz 2007       Mesaj #10
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
TAPINAKÇILARIN KARANLIK TARİHİ
Haçlı Seferleri her ne kadar Hıristiyan inancının bir ürünü olarak bilinse de, aslında temeli bütünüyle maddi çıkarlara dayalı olan savaşlardır. Avrupa’nın büyük bir yoksulluk ve sefalet içinde yaşadığı bir devirde, Doğu’nun ve özellikle de Ortadoğu’daki Müslümanların refah ve zenginliği, Avrupalıları özellikle de Kilise’yi cezbetmiştir. Bu cazibenin, Hıristiyanlığın dini öğretileriyle de süslenmesi sonucunda, dini görünüm altında, fakat gerçekte dünyevi amaçlara yönelik bir “Haçlı” zihniyeti ortaya çıkmıştır. Hıristiyanların, daha önceki devirlerde temelde barışçı bir siyaset izlerken, ani bir dönüşle savaşçılığa eğilim göstermelerinin asıl nedeni de budur.

Haçlı Seferleri’nin başlangıç noktası, 1095 yılının Kasım ayında, Papa II. Urban’ın başkanlığında ve üç yüz din adamının katılımıyla gerçekleşen Clermont Konseyi oldu. Bu konseyde o zamana kadar Hıristiyan dünyasında hakim olan barışçı doktrin terk edildi ve Haçlı Seferleri’nin temeli atıldı. II. Urban, Clermont Konseyi’nin sonunda, farklı toplumsal sınıflara mensup bir kalabalık önünde yaptığı konuşma ile bu durumu ilan etti.

Papa II. Urban bu meşhur söylevinde, Hıristiyanlardan kendi aralarındaki çekişme ve savaşları bırakmalarını istedi; zengin, fakir, “asil”, “köylü” herkesi tek bir bayrak altında birleşmeye ve “kutsal toprakları Müslümanların elinden kurtarmak için” savaşmaya çağırdı. Ona göre bu, “kutsal bir savaş” olacaktı.

Tarihçilerin iyi bir hatip olarak tanımladığı II. Urban’ın amacı, Hıristiyanları, Müslüman Türklere ve Araplara karşı kışkırtmaktı; bunda da başarılı oldu. Doğu’daki Hıristiyanların zor durumda olduğunu, hacıların taciz edildiğini ve engellendiğini, Hıristiyanlarca kutsal sayılan yerlere saygısızlık edildiğini iddia etti.1 Elbette bunlar gerçeklere tamamen aykırıydı.
Zira tarihçilerin de ifade ettikleri gibi, o dönem, Müslümanlar Ehl-i Kitaba büyük bir hoşgörü ve adaletle davranıyor, her türlü ibadetlerine de izin veriyorlardı. Kutsal topraklarda yaşayan tüm azınlıklar İslam ahlakının getirdiği bu huzurlu ortamdan faydalanıyorlardı. Bununla birlikte dönemin günümüze kıyasla son derece ilkel haberleşme ve iletişim koşullarında, Avrupalıların bu gerçeklerden haberleri yoktu elbette. (Latince yerine Yunancayı kullanan Bizanslılar ve Ortodoks mezhebi hakkında bile az şey biliyorlardı; İslamiyet ve Müslümanlara dair bilgileri ise bundan daha da azdı, yalan yanlış kulaktan dolma şeylerden ibaretti.) Bu nedenle, Papa, dinleyicilerin duygularını tahrik etmeyi başardı. Dahası önemli bir teşvik olarak, söz konusu seferde görev alanların tüm günahlarının bağışlanacağı vaadinde bulundu. Konuşmanın sonunda büyük bir coşkuya kapılan dinleyiciler, elbiselerine dikmeleri için kendilerine dağıtılan kumaştan yapılmış haçları aldılar ve “kutsal savaş” çağrısını herkese duyurmak için harekete geçtiler.

Tarihin akışına etki edecek bu çağrı “olağanüstü” yankı uyandırdı. Kısa sürede hem profesyonel savaşçıların hem de on binlerce sıradan insanın katıldığı dev bir “Haçlı Ordusu” oluştu.

Bazı tarihçiler Doğu’nun zengin kaynaklarını sömürmeyi amaçlayan Hıristiyan kralların Papa’ya böyle bir “kutsal savaş” çağrısı için baskı yaptığını ifade ederler. Kimi tarihçiler ise, Papa II. Urban’ın bu girişiminde, kendisine rakip olan bir diğer papa adayını gölgede bırakabilme isteğinin rol oynadığını düşünürler.

Papa’nın çağrısına heyecanla tabi olan Avrupalı krallar, prensler, aristokratlar veya diğer insanlar da aslında temelde dünyevi niyetlerle bu savaş çağrısını kabullenmişlerdi. “Fransız şövalyeleri daha fazla toprak ummuş, İtalyan tacirleri Doğu Avrupa limanlarında ticareti büyütmeyi hayal etmiş, çok sayıdaki yoksul insan da, sadece gündelik sıkıntı ve zorluklarından kaçabilmek için bu seferlere katılmıştı". 2 Nitekim bu aç gözlü kitle, yol boyunca pek çok Müslümanı -ve hatta Yahudiyi- sırf “altın ve mücevher bulma” hayaliyle öldürdü. Hatta Haçlılar, öldürdükleri insanların karınlarını deşerek, “ölmeden önce yuttuklarına” inandıkları altın ve değerli taşları araştırıyorlardı. Haçlıların maddi hırsı o kadar büyüktü ki, IV. Haçlı Seferi’nde Hıristiyan Konstantinopolis’i (yani İstanbul’u) dahi yağmalamaktan çekinmemişler, Ayasofya’daki Hıristiyan fresklerinin altın kaplamalarını sökmüşlerdi.

Haçlı Barbarlığı
İşte kendilerine “Haçlılar” denen bu güruh, üç büyük grup halinde 1096’nın yaz aylarında yola çıktılar; farklı rotaları izleyerek Konstantinopolis’de bir araya geldiler. Bizans İmparatoru I. Alexius’un elinden gelen desteği verdiği bu topluluk, yaklaşık 4.000 atlı şövalye ve 25.000 yaya askerden oluşmaktaydı.3 Ordunun kumandanları, Toulouse Kontu Raymond, Taranto Dükü Bohemond, Godfrey of Bouillon, Vermandois Kontu Hugh ve Normandiya Dükü Robert’di. Manevi liderliği ise, II. Urban’ın yakın arkadaşı olan Piskopos Adhemar of Le Puy üstlenmişti.

Haçlılar yol boyunca pek çok yeri yakıp-yıktıktan, pek çok Müslümanı kılıçtan geçirdikten sonra 1099 yılında Kudüs’e vardılar. Yaklaşık 5 hafta süren uzun bir kuşatmanın ardından şehrin düşmesiyle kente girdiler. Bir tarihçinin ifadesiyle, “Buldukları tüm Arapları ve Türkleri öldürdüler... Erkek veya kadın, hepsini katlettiler.”
Kudüs’e giren Haçlılar karşılaştıkları herkesi akla hayale gelmez işkencelerle öldürdüler, kılıçtan geçirdiler; buldukları herşeyi yağmaladılar. Camilere sığınan masum insanları çoluk çocuk, genç yaşlı demeden katlettiler, Müslümanların ve Yahudilerin kutsal mabetlerini tahrip ettiler. Şehrin sinagogunda saklanan Yahudileri, sinagogu ateşe vermek suretiyle yaktılar. Eşine az rastlanır bu barbarlık şehirde öldürecek kimse kalmayıncaya kadar devam etti.

Haçlılardan biri, Raymund of Aguiles, bu vahşeti "övünerek" şöyle anlatıyordu:
"Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları -ki bunlar en merhametlileriydi- düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki, yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın dizlerinin boyunu aşıyordu."

Araştırmacı Desmond Seward ise, The Monks of War (Savaşın Rahipleri) isimli kitabında bu vahşeti şu şekilde tasvir ediyordu:
“Temmuz 1099’da Kudüs ele geçirildi. Yağmalamanın vahşiliği, Kilisenin soydan gelen içgüdüleri Hıristiyanlaştırmakta ne kadar az başarılı olduğunu ortaya koyuyordu. Kutsal kentin tüm nüfusu kılıçtan geçirildi; Yahudiler, Müslümanlar, erkek, kadın ve çocuk toplam 70.000 kişi üç gün süren bir soykırımda katledildiler. Bazı yerlerde askerler ayak bileklerine kadar yükselen kan gölü içinde yürüdüler ve sokaklarda gezen atlıların üzerlerine kan sıçradı."

Bir tarihi kaynağa göreyse, Haçlıların vahşice öldürdüğü Müslümanların sayısı yaklaşık 40.000’dir. Her ne kadar öldürülenlerin sayısına ilişkin rakamlarda farklılıklar olsa da, Haçlıların kutsal topraklarda yaptıkları büyük bir barbarlık örneği olarak tarihte yerini almıştır.
Birinci Haçlı Seferi, 1099 yılında Kudüs’ün düşmesi ve yaklaşık 460 yıldır Müslümanların egemenliği altında bulunan toprakların Hıristiyanların eline geçmesiyle sonuçlandı. Haçlılar, Kudüs’ü kendilerine başkent yaptılar ve sınırları Filistin’den Antakya’ya kadar uzanan bir Latin Krallığı kurdular.
Bu tarihten sonra Haçlıların Ortadoğu’da tutunabilme mücadelesi başladı. Kurdukları devleti ayakta tutabilmek için örgütlenmeleri gerekiyordu. Bu nedenle daha önce benzeri bulunmayan “askeri tarikatlar” kuruldu. Bu tarikatların üyeleri, Avrupa’dan Filistin’e göç edip, burada bir tür manastır hayatı yaşıyor, bir yandan da Müslümanlara karşı savaşmak üzere askeri eğitim görüyorlardı.

İşte bu tarikatlardan biri, diğerlerinden farklı bir yol tuttu. Ve tarihin akışına etki edecek bir değişim yaşadı. Bu tarikat, “Tapınakçılar” tarikatıydı.

Tapınakçılar'ın Kuruluşu
Tapınakçılar, Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmelerinden ve bir Latin Krallığı kurmalarından yaklaşık 20 yıl sonra tarih sahnesine çıktılar. 1118 yılında kurulan ve herkesçe tanınan adı “Tapınakçılar” veya “Tapınak Şövalyeleri” (İngilizce’de Templars ya da Knights Templar) olan bu tarikatın tam ismi “İsa’nın ve Süleyman Tapınağı’nın Yoksul Şövalyeleri” idi. (“Pauperes Commilitones Christi Templique Salomonis”) Kurucuları ise toplam 9 şövalyeden oluşuyordu: Hugues de Payens, Godfrey de St. Omar, Godfrey Rossal, Gundemar, Godfrey Bisol, Payen de Montdidier, Archibald des St. Aman, Andrew de Montbard ve Provins Kontu. Ortaçağ Avrupasının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak bu tarikatın kuruluşu Kudüs’te sessiz sedasız gerçekleşti. (Bu tarikat hakkındaki bilgilerin önemli bölümü, 12. yüzyılda yaşayan tarihçi Guillaume de Tyre kanalıyla günümüze ulaşmıştır.)

Yukarıda adı geçen kurucular dönemin Kudüs Kralı II. Baldwin’in huzuruna çıktılar ve Birinci Haçlı Seferi’nin ardından Kudüs’e akın eden Hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler. Kral Tapınakçılar’ın ilk “Büyük Üstadı” olan Hugues de Payens’i yakından tanıyordu. Kendilerine büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar Süleyman Tapınağı’nın yer aldığı (Mescid-i Aksa’yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti. Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi’nin Hıttin Savaşı’nın ardından Kudüs’ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince “Tapınak Tepesi”, Tapınakçılar’ın merkezi oldu. Kendilerine “Süleyman Tapınağı” ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de işte buydu. Özellikle burasını kendilerine üs olarak belirlemeleriyse rastgele bir seçim değil, bilinçli bir tercihti. Tapınak, Hz. Süleyman’ın gücünün bir simgesiydi; Tapınak’tan geriye kalanlar ise büyük gizler barındırıyordu.
Kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu tarikatı kurmalarının amacı, kutsal toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamaktı. Ancak Tapınakçılar’ın gerçek amacı çok farklıydı.

Tapınakçılar'ın Amacı
O dönemde Kudüs’te Tapınakçılar’dan başka askeri tarikatlar da vardı. Ancak onlar kuruluş amaçlarına uygun işlerle iştigal ediyorlardı. Örneğin Tapınakçılar’la aynı dönemde kurulan ve büyük bir teşkilat olan St. John Şövalyeleri ya da diğer adlarıyla Hospitaler Şövalyeleri örgütü hayır işleri yapıyor, kutsal topraklardaki hastaların ve fakirlerin yardımına koşuyordu. Diğer taraftan, 9 Tapınak şövalyesinin, ilan ettikleri gibi, Hayfa’dan Kudüs’e kadar olan bir bölgeyi kendi başlarına korumaları fiziksel olarak imkansızdı. Tapınakçılar’ın yardımseverlik değil, aksine ekonomik ve siyasi çıkarlar peşinde oldukları açıktı.

Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan 33. dereceden büyük üstad Albert Pike (1809-1891), masonluğun temel eserlerinden biri kabul edilen Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında, Tapınakçılar’ın gerçek amacını şöyle açıklamıştır:
“1118’de, aralarında Geoffroi de Saint-Omar ve Hugues de Payens’in bulunduğu, Doğu’daki dokuz haçlı şövalyesi kendilerini dine adadılar ve Photius zamanından beri Roma’nın dinsel otoritesine gizli ya da açık daima düşmanlık gösteren bir Piskoposluk olan Constantinople’nin Patriğinin önünde ant içtiler. Tampliyelerin ilan edilen görevi, kutsal yerleri ziyarete gelen Hıristiyanları korumaktı. Gizli amaçları ise, Ezekiel’in haber verdiği modele uygun olarak Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmekti... Tapınakçılar, en baştan beri Roma’nın (Papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydı. Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti."

Her ikisi de mason olan İngiliz yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas da, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında Tapınakçılar’ın kökeni ve amaçlarına yer vermektedirler. Onlar Pike’ın verdiği bilgilere bazı ekler yaparlar. Yazarların tezine göre, Tapınakçılar Kudüs’te bulundukları dönemde gerçekten de büyük bir değişim yaşamışlar, Hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul etmişlerdir. Bunun temelinde ise, Kudüs’teki Süleyman Tapınağı’nda “keşfettikleri bir giz” yatar. Zaten Tapınakçılar’ın Kudüs’teki asıl hedefleri, Süleyman Tapınağı’nın harabelerini araştırmak olmuştur. Yazarlar, Tapınakçılar’ın “Filistin’e giden Hıristiyan hacıları korumak” şeklindeki görüntüsünün sadece bir kılıf olarak kullanıldığını, tarikatın asıl hedefinin çok daha farklı olduğunu şöyle açıklarlar:
“Tapınakçılar’ın kurucularının herhangi bir zaman hacılara koruma sağladıklarına dair hiçbir kanıt yoktur, ama öte yandan Herod Tapınağı’nın (Süleyman Tapınağı’nın yeniden inşa edilmiş hali) yıkıntıları altında yoğun araştırma kazıları yaptıklarına dair son derece ikna edici kanıtlar buluyoruz.”

Bu konuda kanıtlar bulan yegane araştırmacılar The Hiram Key kitabının yazarları değildir. Fransız tarihçi Gaetan Delaforge şu benzer yorumu yapmaktadır:
“(Tapınakçılar tarikatını kuran) Dokuz şövalyenin gerçek amacı, Yahudiliğin ve Eski Mısır’ın gizli geleneklerinin özünü içeren kalıntılar ve yazıları bulabilmek için bölgede araştırma yapmaktı. Bu özel görevi yerine getirdiklerine hiç kuşku yoktur”

19. yüzyılın sonlarında Kudüs’te arkeolojik bir çalışma yürüten İngiliz Kraliyet araştırmacısı Charles Wilson da, Tapınakçılar’ın Kudüs Tapınağı’nın kalıntılarını araştırmak için oraya gittikleri kanısına varmıştır. Wilson, Tapınak’ın temellerinin altında bazı araştırma ve kazı izlerine rastlamış ve incelemeleri sonucunda bunların Tapınakçılar’a ait araçlar olduğunu belirlemiştir. Söz konusu araçlar halen Tapınakçılar hakkında büyük bir arşive sahip olan İskoçyalı Robert Brydon’un kolleksiyonundadır.

The Hiram Key kitabının yazarları, Tapınakçılar’ın bu araştırmalarının sonuçsuz kalmadığını, bu tarikatın gerçekten de Kudüs’te, “dünya görüşlerini değiştiren” önemli bir şeyler bulduklarını yazmaktadırlar. Pek çok araştırmacı da aynı kanıdadır. Tapınakçılar’ın Hıristiyan bir dünyada doğmalarına, Hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen, Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir “kaynak” olmalıdır.

İşte bu kaynak, pek çok tarihçinin ortak görüşüyle, Kabala’dır.
Kabala, kelime anlamıyla “sözlü gelenek” demektir. Ansiklopedilerde veya sözlüklerde, Yahudi dininin mistik, ezoterik (batıni) bir kolu olarak tarif edilir. Bu tanıma göre, Kabala, Tevrat’ın ve diğer Yahudi dini kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir. Ancak konuyu biraz daha yakından incelediğimizde, karşımıza daha farklı gerçekler çıkmaktadır. Bu gerçeklerin bizi ulaştırdığı sonuç ise, Kabala’nın, Yahudiliğin temeli olan Tevrat’tan da önce var olan, Tevrat’ın vahyedilmesinden sonra Yahudiliğin içinde yayılan, “pagan” yani putperest kökenli bir öğreti olduğudur. (Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, Global Masonluk)

Kabala, binlerce yıldır hemen her türlü büyü ritüelinin temel taşlarından birini oluşturmuştur. Yahudi olmayan pek çok insan da Kabala’nın gizeminden etkilenmiş, bu öğretiyi kullanarak büyü ile uğraşmıştır. Tapınakçılar da bunlardandır; “büyü gücüne sahip olmak” için Kabala üzerinde çalışmalar yapmışlardır. Dahası gerek Kudüs’de, gerekse Avrupa’da Kabalacılarla ilişkilerini sürdürmüşlerdir. (İlerideki bölümlerde detaylı olarak ele alınacaktır.) Bu görüş, konuyu araştıran pek çok araştırmacı tarafından paylaşılmaktadır.

Tarikatın Gelişimi
Tapınakçılar örgütü kısa bir süre sonra yeni katılımlarla hızla büyümeye başladı. 1120’de Foulgues d’Angers, 1125 yılında Champagne Kontu Hugo Tarikat Şövalyesi oldular. Tarikatın gizemli havası ve mistik öğretisi pek çok Avrupalı “asil”in ilgisini çekmişti. Bu gelişim, tarikatın 1128 yılındaki Troyes Konseyi’nde Papalık tarafından resmen tanınmasıyla daha da hız kazandı.

Tapınakçılar’ın Roma Kilisesi tarafından resmen tanınması Türk masonlarının en büyük yayın organı Mimar Sinan dergisinde şöyle anlatılır:
“Bu dinsel onayı gerçekleştirmek üzere, tarikatın önderi Büyük Üstad Hugues de Payens beş şövalyeyle birlikte gider Papa II. Honorius’u ziyaret eder. Kudüs Patriğinin ve Kral II. Baudoin’in mektuplarını sunar; Tampliyeler’in görevlerini, hizmetlerini ve yararlarını anlatır. 13 Ocak 1128’de Troyes’da konunun müzakeresi için konsil toplanır. Konsile çok sayıda yüksek din görevlisinin yanında özellikle Citeaux Başrahibi Etienne Harding ve Clairvaux Başrahibi Saint Bernard da katılır. Büyük Üstad, konsillere Tampliye örgütünü yeniden takdim eder. Tatmin olan Troyes Konsili, İsa’nın Fakir Şövalyeleri adıyla dinsel şövalyelik tarikatının kurulmasına ve tüzüğünün Saint Bernard tarafından hazırlanmasına karar verir. Böylece Tampliye tarikatı resmen kurulur.”

Tapınakçılar’ın gerek örgütlenmesinde gerekse ilerlemesinde en çok katkısı olan kişi Saint Bernard’dı. Saint Bernard (1090-1153) henüz 25 yaşında Clairvaux Manastırı’nın Başrahibi olmuş, Katolik Kilisesi içerisinde yükselmiş, Hıristiyan dünyasının sözcüleri arasında yerini almış, hatta Fransa Kralı ile Papa’ya sözü geçer duruma gelmişti. Şunu da eklemek gerekir ki Saint Bernard, Tapınakçılar örgütünün kurucularından Andrew de Montbard’ın kuzeniydi. Tapınak Şövalyeleri’nin nizamnamesini, kendi mensubu olduğu Cistercian mezhebinin ilke ve kuralları doğrultusunda kaleme aldı. Diğer bir ifadeyle Tapınakçılar onun belirlediği ilkeleri kendilerine rehber edindiler. Ancak şunu özellikle belirtmek gerekir ki, bunların bir kısmı sadece kağıt üzerinde kaldı, hayata geçirilmedi. Tapınakçılar Kilise tarafından yasaklanan işleri yapmaktan çekinmediler.

Bernard muhtemelen aldatılmış, bilmeyerek Tapınakçıların pis işlerine alet olmuştu. Nitekim Tapınakçılara destek vermek için yazdığı “De Laude Novae Militae”de (“Yeni Şövalyeliğe Övgü”), “büyük üstad” Hugues de Payens’in kendisinden böyle bir şey yazmasını üç kez istediğini özellikle vurgulamıştı.17 Yani Tapınakçılar onun iyi niyetinden, Hıristiyan Avrupasındaki güvenilirliği ve itibarından yararlanarak büyük çıkarlar sağlamıştı. Zira o sırada Bernard, “Christendom” yani “Hıristiyanya”da Papa’dan sonra en nüfuzlu kişiydi.

Bernard'ın desteğinin ne kadar etkili olduğu bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi?Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. (Şuara Suresi, 221-223)

Kabala, Tevrat'tan önce var olan bir takım pagan öğretilerin sonradan Yahudilik'in içine girmesiyle doğmuş mistik bir öğretidir. Asırlardır büyü ile özdeş hale gelmiş olan Kabala, Tapınak Şövalyeleri'nin sapkın inancının oluşmasında önemli bir rol oynamıştır.

“Bernard’ın belgesi, De Laude Novae Militae (Yeni Şövalyeliğe Şükran), Christendom’un bir ucundan diğer ucuna kasırga gibi geçti, hemen ardından Tapınakçı askerlerin sayısı arttı. Aynı zamanda Avrupa’nın kralları ve baronlarından bağışlar, hediyeler Tapınakçılar’ın kapısına düzenli olarak ulaşıyordu. Şaşırtıcı bir süratle, dokuz şövalyeden oluşan küçük grup, Tapınakçılar Şirketi’ne dönüştü.”

Kısacası onun sayesinde Tapınakçılar benzeri görülmemiş ayrıcalıklara sahip oldular; diğer dini tarikatlara tanınmayan imtiyazlar elde ettiler. Bu konudaki araştırmalarıyla tanınan Alan Butler ve Stephen Dafoe’nin ifadesiyle, “Ortaçağ’ın en başarılı askeri, ticari ve mali organizasyonlarından biri” oldular. Kutsal topraklardan Avrupa’ya kadar her yerde bir “efsane” olarak dilden dile dolaşmaya başladılar. Örgüt kısa bir zaman diliminde, dokuz şövalyeden iyi eğitimli on binlerce çalışana ve muazzam bir sermayeye sahip dev bir şirkete dönüştü: “Yeni üyeler, para ve arazi teklifleri her yerden akmaya başladı. Kısa zamanda inşa edilen pek çok kale, çiftlik ve kilise, Tapınak Şövalyeleri ve hizmetçileri tarafından kullanıldı. Tapınakçılar gemileri teçhiz ettiler, hem ticaret hem de savaş gemileri filosu oluşturdular. Zamanla dönemlerinin en tanınmış savaşçıları, seyyahları, bankerleri ve finansörleri oldular.”

Gerçekten de tarikat tam bir özerklik kazanmıştı. Krallara, imparatorlara ya da piskoposlara karşı sorumlu değillerdi. Yalnızca Papaya karşı sorumlulukları vardı. Zenginlikleri günden güne artmaya başlamıştı. Kuruldukları günden, Akka’nın düşüşüne kadar Kutsal topraklarda çok büyük güç kazandılar. Avrupa’dan Filistin’e gelen Hıristiyan hacıların ve yüklerin rotası tamamen bu tarikatın kontrolündeydi. Ama bunlar bile Tapınakçıların genel faaliyetlerinin içinde çok küçük bir bölümü oluşturuyordu.

“İsa’nın yoksul askerleri” olma iddiasıyla ortaya çıkmışlardı. Oysa hiçbir şey, gerçeklerden bu kadar uzak olamazdı. Tapınakçılar arasında Avrupa’nın en zengin insanlarını, Paris ve Londra’nın önde gelen bankerlerini görmek mümkündü. Champagne Kontu Hugh, Blanche of Castile, Alphonso de Poitiers, Robert of Artois gibi. Aragon Kralı I. James ve Napoli Kralı I. Charles’in maliye bakanları, Fransa Kralı VII. Louis’nin başdanışmanı Tapınakçıydı".

1147 yılına gelindiğinde sadece Kudüs’te 700 şövalye, 2400 hizmetli ve o dönemde bilinen dünyanın bütün önemli noktalarına yayılmış 3468 adet şato vardı. Hem denizde, hem karada önemli ticaret yolları ve merkezleri oluşturmakla kalmamış, bir çok savaşa katılarak ganimetler ve Avrupa devletleri arasında politik güç elde etmişlerdi. Devlet içinde devlet görüntüsü veren Tapınakçılar o kadar güçlüydüler ki, anlaşmazlıklarda veya krallar arasındaki çatışmalarda bile hakem olarak görev alıyorlardı.

13. yüzyılda 20 bini şövalye olmak üzere toplam 160 bin Tapınakçı olduğu tahmin edilmektedir. Elbette o günün şartlarında bu büyük bir rakamdır.

İngiliz yazarlar Baigent, Leigh ve Lincoln’ün The Temple and the Lodge (Tapınak ve Loca) adlı kitaplarında da belirtildiği gibi, etkinlik alanları çok genişti; Hıristiyan Avrupası’nda karışmadıkları hiçbir iş yok gibiydi. Magna Carta’nın imzalanmasındaki rolleri buna bir örnek olarak verilebilir.

Çok büyük bir servet biriktirmeyi başarmışlardı. Batı’nın yalnızca en büyük askeri gücü olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda en etkin bankerleri olarak da göze çarpıyorlardı. Ayrıca katedraller inşa ettiriyorlar, uluslararası ilişkilerde arabuluculuk yapıyorlar, hatta tüm saraylarda mabeyincilik görevlerini üstleniyorlardı.

Örgütün Yapısı
Tapınakçılar’ın en dikkat çekici özelliği, gizliliğe son derece önem vermeleriydi. Kuruluş ile kapanış arasında geçen iki yüzyıl boyunca, bu ilkelerinden asla taviz vermediler. Bu ise akla, mantığa ve sağduyuya ters bir durumdu. Çünkü böyle bir gizlilik için hiçbir neden yoktu. Eğer söyledikleri gibi Katolik Kilisesi’ne bağlılarsa, zaten o dönemlerde Avrupa tamamen Katolik Kilisesi’nin egemenliği altındaydı. Eğer Hıristiyanlığın gereklerini yerine getiriyorlarsa, saklanacak, gizlenecek hiçbir şey yoktu; ketumiyetin hiçbir anlamı yoktu. Yalnızca bu bile Kilise’nin uygulama ve öğretilerine aykırı işler yaptıklarını gösteriyordu. Öyle ya, gizliliği temel ilke edinen hayırsever ve yardımsever bir örgüt düşünülebilir miydi?

Tapınak Şövalyeleri’nin kendi içlerinde uyulması gereken ve başka hiçbir yerde olmayan sıkı disiplin kuralları vardı. Her şeyden önce çok katı bir emir komuta zinciri vardı. “Üstadlar”a ve “Büyük Üstad”a itaat en önemli şartlardandı. Bu, Tampliye Tüzüğü’nde, “Üstad ya da onun yetkilendirdiği kişi emrederse, sanki Tanrı’dan gelen bir emirmiş gibi hemen yerine getirilmelidir” şeklinde ifade ediliyordu.

Kıyafetleri de kendilerine özgüydü. Zırhlarının üzerine, kırmızı renkli büyük bir haç işlenmiş, uzun beyaz bir elbise giyerlerdi. Böylece gittikleri her yerde ayırt edilebiliyorlardı. Tapınakçılar’ın sembollerinden olan kırmızı haçı kendilerine veren, Saint Bernard’ın yetiştirdiği Papa III. Eugene’di.

Her şey tarikatın malıydı. Bir Tapınakçı’nın kişisel mal varlığı yoktu. Atlar, gemiler, silahlar, çiftlikler, ürünler, kaleler ve her türlü mal varlığının tamamının sahibi tarikat idi.

Bu tarihi örgütün dikkat çekici diğer bazı kuralları ise şunlardı: Evlenmek, aile sahibi olmak ve akrabalarla iletişim kurmak yasaktı. Kimsenin kendine özel bir hayatı olamazdı.21 Yemeklerini topluca yerlerdi. Tapınak Şövalyeleri’nin mühründe, aynı ata binmiş iki kişi olarak tasvir edildiği gibi ikili gruplar halinde dolaşırlardı. Bu iki şövalye herşeyi ortak kullanır, aynı kaptan yemek yerdi. Birbirlerine “kardeşim” şeklinde hitap ederlerdi. Her şövalyenin üç at ve bir hizmetçi bulundurma hakkı vardı. Kuralları çiğneyenler veya ihmali görülenler ağır şekilde cezalandırılırlardı.

Tapınakçılar üç ana sınıfa ayrılırdı. İlk sınıfta “asil” şövalyeler ve çeşitli rütbeli askerler yer alırdı. İkinci sınıf din adamlarından, üçüncüsü ise hizmetkarlardan oluşurdu.

Kişisel bakım ve temizlik yapmayı küçük düşürücü ve utanç verici olarak değerlendirirlerdi. Bu nedenle nadiren yıkanır, tozlu ve kirli kıyafetlerle, sıcağın ve zırhın etkisiyle terlemiş, pis bir halde dolaşırlardı.
Tarihi kaynaklara göre Tapınakçılar iyi denizcilerdi. Kutsal topraklarda kaldıkları süre boyunca Yahudi ve Arap kaynaklarından geometri ve matematik gibi bilimleri öğrenmişler, haritalar elde etmişlerdi. Bu sayede, Avrupa ve Afrika sahillerini dolaşmalarının yanı sıra uzak denizlere de seyahat etme imkanı buldular.

Tarikata Giriş
Adayların Tapınakçılar örgütüne kabul edilmeleri için bazı ön koşullar vardı. Bunlar, hasta veya sakat olmamak, bekar olmak, borçlu olmamak, başka bir tarikat ile bağlantı içinde olmamak, her koşul ve durumda mutlaka itaat etmek ve “tarikatın kölesi” olmayı kabul etmekti. Giriş töreni, Kutsal Kabir Kilisesi’ndekine benzer kubbeli bir odada ve büyük bir gizlilik içinde yapılırdı.22 Ezoterik ritüeller (aynı masonlukta olduğu gibi) Tapınakçılar'ın ayrılmaz bir parçasıydı.

1128 tarihli tüzüğün tekris töreniyle ilgili bölümü, mason Teoman Bıyıkoğlu’nun “Tampliyeler ve Hürmasonlar” adlı makalesinde şöyle anlatılmaktadır:
“Üstâd, Mâbet’te toplanan kardeşlere “Aziz kardeşlerim, sizlerden bazı kardeşlerim Bay X adlı haricinin kardeşliğimize kabulünü ekseriyetle teklif etmiştir. Şayet, sizlerden biri bu kişinin aramıza katılmasına bir engel durumunu biliyorsa şimdiden söylesin” diye sorar. Eğer, kardeşlerden itiraz olmazsa, aday Mâbed’in bitişiğindeki hücreye alınır. Hücredeki adayı, en tecrübeli üç kardeş ziyaret eder ve katılmasının getireceği zorluklar anlatıldıktan sonra yine de katılma isteyip istemediği sorulur. Cevabı olumluysa, diğer sorulara geçilir: evli nişanlı olup olmadığı, başka bir tarikata sözünün olup olmadığı, borcunun olup olmadığı, vücutça sağlıklı olup olmadığı, köle olup olmadığı sorulur. Bu cevaplar da olumluysa, soruşturucu kardeşler Mâbed’e döner ve “Kendisine bütün zorluklar ve şartlarımız bildirildi. Tarikatımızın kölesi olmakta ısrar etmektedir.” derler. Aday içeri alınmadan, aynı soru kendisine tekrar sorulur. Fikrini değiştirmemişse Mâbed’e alınır, diz çöktürülür ve aday kabulünü rica eder. Üstâd, adaya cevap olarak, “Kardeşim, sen bizden çok şey istiyorsun. Halbuki tarikatlarımızın sadece dış kabuğunu görmektesin. Güzel atlara, iyi koşumlara, iyi yemeğe ve güzel elbiselere sahip olmak istiyorsun. Fakat, bizim şartlarımızın ne kadar ağır olduğunu bilebiliyor musun?” der ve zorluklarını sıralar. Sonra konuşmasını “Mabedimize intisabını ne zenginlik, ne de asalet için istememelisin.” diye sürdürür. Aday olumlu cevap verirse, yine dışarı çıkarılır.

Üstâd, kardeşlere, aday hakkında söyleyecek bir sözlerinin olup olmadığını sorar. Aleyhte bir söz söylenmezse, aday içeri alınıp diz çöktürülür. Eline İncil verilir. Kendisine evli veya nişanlı olup olmadığı sorulur. Olumsuz cevap alınırsa, en yaşlı ve tecrübeli kardeşe , hariciye sorulması unutulan bir sorunun olup olmadığı sorulur. Cevap olumluysa hariciye, “Bütün kardeşlerine ve tarikata ölünceye kadar sadık kalacağına ve Mâbed’de yapılan konuşmaları hiç bir şekilde dışarıya ifşa etmeyeceğine” dair yemin ettirilir. Üstâd, yemini takiben yeni kardeşi dudaklarından (diğer bir iddiaya göre de ensesinden ve göbeğinden) öper. Kendisine bir şövalye elbisesi ve hiçbir şekilde çıkarmaması tembih edilen ipten örülmüş bir kemer verilir.”

"Hıristiyan Tefeciler"
Alan Butler ve Stephen Dafoe örgütün bu yönünü şöyle anlatırlar: “Tapınakçılar o dönem Avrupa’da bilinmeyen ticaret tekniklerini kullanan uzman bankerlerdi. Bu yeteneklerinin çoğunu Yahudi kaynaklarından öğrenmişlerdi. Bununla birlikte mali imparatorluklarını büyütmek için, o zamanın her Yahudi bankerinin kıskanacağı, çok büyük bir özgürlüğe sahiplerdi."
Tefecilik kesinlikle yasak olmasına rağmen faizle ödünç para vermekten çekinmiyorlardı. Öyle bir güç ve zenginlik sahibi olmuşlardı ki, hiç kimse sesini çıkaramıyor, bir önlem alamıyordu.25 Sonunda iyice şımarıp azgınlaştılar, tamamen kontrolden çıktılar. Papa’ya ve krallara itaatsizlik etmeye, dahası onlara kafa tutmaya başladılar. Örnek olarak, kapatılmadan hemen önceki yıllarında, Fransız Kralı IV. Philip gerek 1303’de yardım istediğinde, gerekse 1306’da Hospitaler Şövalyeleri ile birleşmelerini istediğinde reddettiler

:SelamunAleykum
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:39
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

1 Ocak 2011 / Misafir Cevaplanmış
3 Aralık 2011 / Misafir Cevaplanmış
27 Eylül 2011 / Misafir Cevaplanmış
29 Nisan 2012 / Misafir Cevaplanmış
9 Mayıs 2013 / Esmanur Demir Cevaplanmış