Arama

Avustralya Edebiyatı

Güncelleme: 4 Aralık 2017 Gösterim: 7.205 Cevap: 2
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
2 Aralık 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

EDEBİYAT


Başlangıcından bu yana, Avustralya edebiyatına iki temel etken yön verdi: bunlardan biri tüm toplumsal ve kültürel değerlerin kaynağı gibi görülen Batı dünyasından kopuk, yabancı ve düşman bir toprak üzerinde bir "sürgünde yaşama" duygusu, öbürüyse Eski Dünya ülkelerini ezen tarihsel ipoteklerden uzakta, insanın hakça bir toplum kurabileceği yeni bir dünyadan kaynaklanan ulusal gurur.
Sponsorlu Bağlantılar

• Günümüzde de tümüyle ortadan kalkmamış olan birinci duygu, sömürgeciliğin ilk yüzyılı boyunca ağırlık kazandı. Buraya ilk yerleşenler, ihtiyatlı davranarak kıtanın kıyı bölgelerinde kalan ve anayurt özlemi çeken İngiliz sömürgecileriydi. XIX. yy.'ın hemen başlarında bunlardan bazıları, Avustralya’nın hayvanları ve bitki örtüsü kadar, yerlileriyle de ilgilenerek bunları betimleyen yapıtlar kaleme aldılar. Barron Fields (First Fruits of Australian Poetry, 1819) ya da Wentworth gibi daha edebi eğilimleri olanlarsa, önceki yüzyıl İngiliz şiirinden alabildiğine etkilenerek, pek önemli olmayan şiirler yayımladılar. Yıllar geçtikçe, kimi sömürgeciler Avustralya’yı anayurtları saymaya başladılar. Bunlardan Charles Harpur (1813-1868) ve Henry Kendall (1839-1882), İngiliz romantizminin etkisini yansıtan doğa şiirleri yazdılar.
1850’den sonra, altına hücum nedeniyle Avustralya nüfusu büyük bir artış gösterdi ve halk edebiyatına meraklı bir okuyucu kitlesi ortaya çıktı.

Bununla birlikte, şair ve at meraklısı Adam Lindsay Gordon’ın (1833-1870) baladları,ancak ölümünden sonra tanındı; Avustralya’nın kırsal bölgelerini, “bush"ları dile getiren 1880-1890’ların baladcıları onun çizgisini sürdürdüler. Buna karşılık, roman türü bir atılım içine girdi. İngiliz Henry Kingsley gibi geçici olarak yazan kimi romancılar, İngiliz okuruna seslendiler Avustralya, The recollections of Geoffrey Hamlyn (1859) adlı romanda olduğu gibi kürek mahkûmları, haydutlar ya da vahşi yerliler üstüne öykülere egzotik bir arka plan oluşturmaktan öteye geçemedi. Avustralya romanı, daha gerçekçi köklerini Marcus Clarke’ın (1846-1881) yapıtlarında buldu. Onun, cezaevlerini melodramatik biçimde anlatan His Natural Life (1870-71) adlı yapıtı, AvustralyalIların kendi tarihlerine ve kendi ülkelerine duymaya başladıkları ilginin bir kanıtıydı. Rolf Boldrewood (1826-1915), çok renkli bir üslupla işlediği haydutluk öyküsü Robbery UnderArms’da (1882-83), bu ülkenin gerçekçi bir görüntüsünü çizmeye çalıştı.

• 1880’li yıllarda, Avustralya’nın kültür ve siyaset tarihinde önemli bir dönem açıldı. Bu dönemde, güçlü bir ulus duygusu doğdu; bu duygu bağımsızlık ve demokrasi özlemleriyle beslenerek 1901’de bir Federasyon’un kurulmasını sağladı. Bu ulusçuluk kavramı, 1880’de Sydney'de yayımlanmaya başlayan ve önce J.F. Archibald, sonra A.G. Stephens (1865-1933) gibi yazarların etkisiyle, siyasete olduğu kadar edebiyata da yer veren haftalık Bulletin dergisinde ortaya çıktı. Bulletin, sayfalarını pek çok yazara açtı. Özellikle öykü ve balad yazarlarını yüreklendiren, onları İngiliz okurları için değil, avustralyalı okurlar için Avustralya’nın günlük yaşantısını işlemeye çağıran dergi, böylece gerçek bir geleneği de başlattı. Olanakları elvermediği için kendi kendini yetiştiren ve Avustralya "bush’Tarından kesitler veren duygusal genç yazar Henry Lawson (1867-1922) bu der gideki öyküleriyle tanındı ve gidierek Avustralya öykücülüğünün ustası oldu. Lawson, kırsal kesim insanının yaşantısını belli bir acıma duygusuyla anlatırken sosyal adaletsizliğe karşı öfkesini dile getirdi.

Yine Bulletin dergisinin ortaya çıkardığı "Banjo" takma adlı şair A B. Paterson (1864-1941) ise, Lavvson'ın karamsarlığına karşıt, kırsal kesim yaşantısında ki sevinçli anları, uzun at gezintilerini ve akşamları kamp ateşi çevresinde söylenen şarkıları neşeli bir üslupla yüceltti. Bu dönemde ortaya çıkan pek çok baladcı arasında Barcroft Boake (1866-1892) ile madencilerin ve denizcilerin yaşamını ele alan Edward Dyson (1865-1930) dikkati çektiler. Bernard O'Dowd (1866-1953) ise Avustralya edebiyatı içinde özel bir yer tuttu; Bulletin'in ulusal ve demokratik temalarını yeniden ele alırken daha coşkulu bir dile ulaştı. Başlangıçta siyaset yazarı olan O'Dowd, Whitman’ın etkisiyle şair pldu. Ancak, şiiri (in Dawnward,1903) retorik kaygısı, soyutlamalar ve mitolojik telmihler içinde boğulup kaldı. Bu dönemin tek önemli romancısı, Lawson gibi kırsal kesimden gelip kendi kendini yetiştiren, ama ondan daha aydın eğilimler taşıyan Joseph Furphy idi (1843-1912). Yazdığı tek kitap olan Such is Life'ı (1903) ’Tom Collins” takma adıyla yayımladı. "Bush” betimlemeleriyle felsefi düşüncelerin iç içe geçtiği yanıltıcı bir yalınlık taşıyan bu uzun roman gerçekte karmaşık bir yapı içeriyordu.

• XIX. yy. sonu Avustralya edebiyatı, ortaya koyduğu ürünlerden çok, ilerisi için vaat ettiği yeteneklerin bolluğu bakımından dikkati çekti. Her sömürge edebiyatında olduğu gibi, anayurt edebiyatı ürünlerinin körü körüne taklidi ile kendi gerçekliğine ve içinden geldiği ülkeye duyduğu aşırı hayranlık arasında bir denge kurmakta güçlük çekti. XX. yy. başlarında bu edebiyat, ufuklarını bir öiçüde genişletti. iyi öğrenim gören, üniversite öğretim üyesi Christopher Brennan (1870-1932), Avrupa'nın kültür yaşamıyla ilişki kurmaya çalışan ilk avustralyalı şair oldu. Birinci Dünya savaşı, Brennan'ı büyük bir alman düşmanı yaptıysa da avustralyalı yazarların çoğunu fazla etkilemedi. Hugh McCrae (1876-1958) yunan mi tolojisı ve ortaçağ efsaneleriyle ilgilenmeyi yeğledi (Satyrs andSunlight, 1928); şiflerinde yaşamı, cinsel aşka ağırlık vererek ele aldı. Okul öğrenimi görmemiş bir tarım işçisi, J. Shaw Neilson (1872-1942), içinden geldiği gibi yazan coşkulu, lirik bir şair olarak sivrildi. Gençliğinin bir bölümünü İngiltere’de geçiren William Baylebridge (1883-1942), Elizabeth dönemi şairlerinin ve Nietzsche'nin etkisinde kaldı: sanatını Avustralya milliyetçiliğine bir felsefe kazandırma amacına adadı.

İki savaş arası dönemin şiiri, gerçekte, Vision dergisinin, Norman Lindsay'den esinlenen vitalist görüşlerinin etkisinde kaldı. Lindsay, sanatçıları, düşgüçlerıni serbestçe ve canlı bir biçimde dile getirmeleri yolunda yüreklendiriyordu. 1930’lu yılların sonunda bu hareket, yerini, Rex lngamells’in(1913-1955) kurduğu Jindy vvorobaks hareketine bıraktı; ingamells, yerli kültüründen ve efsanelerinden esinlenerek şiirlerine Avustralya’ya özgü bir nitelik kazandırmaya çalışıyordu.
Kendine özgü biçim ve temaları olan gerçek bir Avustralya romanı geleneğinin ortaya çıkması için 1930'lu yılları beklemek gerekti. Bu dönemde, öncüleri konu edinen, sağa niteliğinde birçok roman yazıldı, örneğin, Miles Franklin'in (1879-1954) Ali ThatSwagger (1936) ya da Brian Penton’ın Lanatakers'ı (1934), insanın iyi tanımadığı bir toprakta, çoğu kez birkaç kuşak boyunca yavaş yavaş kök salmasını işleyen kronolojik anlatılardı Kimi romancılarsa serüvenci kahramanları konu edindiler; örneğin Kylie Tennant (doğm. 1912) The Battlers (1941) adlı romanında bir grup insanın daha kısa bir zaman dilimi içindeki gezginci yaşamını dile getirdi. Bütün bu romanlar, fiziksel ve toplumsal çevreyi gerçekçi bir biçimde sunmayı amaçlayan, belgesel değer taşıyan yapıtlardı.

Bu dönem romanında kadın yazarlar ağırlık kazandı. En tanınmışları Miles Franklin ve Henry Handel Richardson (1870-1946) takma adlarını kollanan romancılardı. Richardson’ın başlıca yapıtı, dev bir üçleme olan The Fortunes of Ric- hard Mahony idi (1930). XIX. yy. da geçen bu romanın tersine Katherine Susannah Prichard'ın (1884-1969) romanları günümüz dünyasını ele aldı. Önceleri sosyalist, daha sonra komünist düşüncelere yakınlık duyan bağımlı yazar Prichard, Coonardoo (1929) adlı romanında genç bir beyaza âşık olan bir yerli kızın doku nakli öyküsünü anlattı. Kylie Tennant da Prichard gibi, ama onun öğretici tutumuna karşıt biçimde ve belli bir mizah anla yışıyla, romanlarında, ekonomik bunalım sırasında gezici çalışan işçiler, arı yetiştiricileri, Sydney’in karanlık çevreleri, vb. gibi çeşitli toplumsal grupları konu edindi. Eleanor Dark (doğm, 1901) çeşitli ruhbilimsel romanları ve özellikle Timeless Land( 1941), Storm of Time (1948) ve No Barrier (1953) romanlarından oluşan tarihsel üçlemesiyle daha aydın bir romancı olarak sivrildi; sömürgeciliğin ilk yıllarını ele aldığı bu üçlemede Avustralya ulusunun kimliğini yansıtmaya çalıştı. Christina Stead (doğm. 1902), H.H. Richardson gibi erken yaşta Avustralya'dan ayrılmasına karşın, yolculuk ve gurbet deneyimini çok canlı bir roman diliyle anlattı (Seven Poor Men of Sydney, 1934; The Man Who Loved Children, 1940).
Bu dönemin en güçlü romancısı ise, kuşkusuz Kuzey AvustralyalIların ırkçılığını eleştiren Capricornia (1938) adlı trajı-komik romanıyla ünlü Xavier Herbert tır (doğm. 1901).

• Savaş sonrasında Avustralya şiiri, önemli bir gelişme gösterdi; buna karşılık Kenneth Slessor (1901-1971) en önemli ürünlerim 1940 öncesinde vermişti A D. Hope'un (doğm. 1907) sanat yaşamı Slessor’ınkinden daha uzun sürdü. Hope, cinselliğe ağırlık veren yergici bir yazardı. R.D. Fitzgerald (doğm. 1902), şiirlerinde (Essay on Memory, 1952) gözlenen sertliği, büyük olasılıkla, aldığı bilimsel eğitime borçluydu; ancak bu durum yapıtlarının canlılığını bozmuyordu. James McAuley (1917-1976), katolik ve muhafazakâr olmasına karşın, dili gerçek- üstücü bir gözüpeklikle kullandı. Douglas Stewart (doğm. 1913) şiir kitaplarında, Avustralya’nın hayvanlar ve bitkiler dünyasına ilginç yaklaşımlar getirdi; bunu yaparken aydınca kaygıları bir yana bırakıp halka özgü bir doğaçlamaya yöneldi. Daha genç şairler arasında, Francis Webb (1925-1973), uzun süredir Londra'da yaşayan Peter Porter (doğm. 1929), Bruce Beaver (doğm. 1928), Rodney Hail (doğm. 1953), Les Murray (doğm 1928), Robert Adamson (doğm. 1944) ve Mıchael Dransfıeld (doğm. 1949) yer aldılar. Verimli ve güçlü kadın şiirinin belli başlı temsilcileri de Judith Wright (doğm. 1915), Rosemary Dobson (doğm. 1920), büyük üne kavuşan ilk avustralyalı yerli şair Kath Walker (doğm. 1920) ve Dorothy Hewett (doğm. 1923) oldu.
Savaş sonrası Avustralya romanına Patrıck White damgasını bastı. Kimi eleştirmenler, romanlarında ilk göçmenlerden zengin bir ailenin öyküsü içinde, İngiltere - Avustralya ilişkilerini yalın bir dille ele alan Martin Boyd'u (1893-1972) Whıte’a üstün tuttular (The Cardboard Crown, 1952). Ama, 1973’te Nobel edebiyat ödülü’nü alan Patrick White'ın (doğm. 1912) üstünlüğü, günümüzde artık kesinlik kazandı Whıte, romanlarında gazetecilik ve gündelik yaşantıyı işleme geleneğinden ayrılarak, çoğunlukla şiirden düzyazıya ulaşan bir dille manevi ve ahlaksal sorunları irdeledi.

Bir sonraki kuşak, daha küçük çapta da olsa, Whıte gibi birçok yetenekli romancı çıkardı; bunlar 1930’ların Avustralya.romanının gerçekçi üslubundan ayrıldılar ve gerçekliğin düşgücüne dayalı bir yorumuna ağırlık verdiler: ülke manzaralarını, şiirsel anlatılarının baş öğelerinden biri durumuna getiren Randolph Stow (doğm. 1935) [To the İslands, 1958]; tarihsel romanlarında kimi zaman Avustralya'yı (Brıng Larks and Heroes, 1967), kimi zaman Avrupa’yı (Gossip from the Forest, 1975) ele alan Thomas Keneally (doğm. 1935); sanayi toplumunun bozuk yanlarını ortaya koyan ve insanlığın durumunu kötümser bir gözle yansıtan vid İreland (doğm. 1927) [The Glass'Canoe, 1974], Avustralya’da, halka dönük romanın başlıca temsilcileri tüm dünya dillerine çevrilen (The Devil's Advocate, 1959; Shoes of the Fisherman, 1963) ünlü yazar Morris West (doğm. 1916), baş kahramanı, Napoleon Bonaparte adlı bir yerli melezi olan ve polisiye romanlar yazan Arthur W. Upfield ve Colleen McCullough’tır.

En genç yazarlarsa, genellikle, kendilerinden önceki avustralyalı yazarlardan çok, amerikan (Brautigan ya da Vonnegut tarzı) ya da Latin Amerika romanının etkisinde kaldılar. Bu yazarlar, romanda olduğu gibi öykü dalında da yem anlatım biçimleri araştırdılar ve 1967-1968 olayları ile Vietnam savaşı’nın etkilediği bir kuşağın siyasal ve toplumsal kaygılarını konu edindiler: Barry Oakley (doğm. 1931), Frank Moorhouse (doğm. 1938), Michael Wilding (doğm. 1942), Murray Bail doğm. 1941) ve Peter Carey (doğm 1943).

Louis Esson (1879-1943) ile doğan Avustralya tiyatrosu, salon yokluğundan dolayı uzun süre yerinde saydı. Esson’un K.S. Prichard ile birlikte içinde yer aldığı Pioneer Players topluluğu, Avustralya tiyatro sanatını halka indirmeyi pek başaramadı. Ray Lawler’ın (doğm. 1921) Summer of the Seventeenth Doll (1955) adlı oyunuyla kazandığı başarının arkası gelmedi. Ancak, 60’lı yıllarda yeni bir kuşak ortaya çıktı: Alan Seymour, The One Dayofthe Year (1960) ile bir skandal yarattı; Patrıck White egemen natüralist anlayıştan tümüyle ayrılan oyunlar (The Burt Ones, 1964) ortaya koydu ve bu alanda rakipsiz kaldı.Günümüzün belli başlı oyun yazarları, gerçekçi bir gelenek içinde yer almakta ve daha çok toplumsal sorunlarla ilgilenmektedirler. Jack Hibberd (doğm. 1940) [A Stretch of İmagination, 1973]; Davıd Williamson (doğm. 1942) [Don's Party, 1973]; Alexander Buzo (doğm. 1944) ve John Romeril (doğm 1945).

Kaynak: Büyük Larousse
BAKINIZ Avustralya ve Avustralya Tarihi
Son düzenleyen Safi; 3 Aralık 2017 02:11
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
3 Aralık 2017       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Avustralya Edebiyatı
Avustralya'da İngilizce yazılmış olan edebiyat yapıtlarını kapsar. Avustralya edebiyatı, önce İngiliz edebiyatının bir uzantısı olarak doğdu. Avustralya'da yerleşimin ilk dönemlerinde İngiliz ve Avustralya'da doğmuş yazarlar romanlarında ve şiirlerinde İngiliz yapıtlarını örnek aldılar. Ama, Avustralyalı olma bilinci geliştikçe, yazarlar olağanüstü kıtalarının özgün deneyimlerini işlemeye başladılar. Kitapları, öteki göçmenlerce olduğu kadar, Avustralya'ya göç etmeyi düşünen İngilizler'ce de ilgiyle okundu. Charles Rowcroft'un yazdığı "Tales of Colonies" (1843; Kolonilerin Öyküsü) bu tür ilk romanlardan biriydi.
Sponsorlu Bağlantılar
Çağdaş Avustralyalı şair Peter Porter "Doğa, gerçek Avustralya doğası, hızla Avustralya edebiyatının baş kahramanı oldu ve hâlâ da öyledir" diye yazmıştır. Öncü yazarlar Avustralya'nın doğa yaşamını çarpıcı bir biçimde anlattılar. Aynı zamanda da öncü yaşamının sorunlarını ve güçlüklerini, altın madeni yataklarındaki koşulları, mahkûmları ve Yerlileri ele aldılar. Avustralya edebiyatının bu dönemine ilişkin en önemli romanlarından biri, Marcus Clarke'ın, mahkûmların sürgün gönderildiği Tasmanya'daki acımasız koşullan eleştirdiği For the "Term of his Natural Life" (1874; Ömür Boyu Hapis) adlı yapıtıdır. Bu dönemin bir başka seçkin romanı, Catherine Spence'in 1850'ler Adelaide'ini anlatan "Clara Morrison" (1854) adlı yapıtıdır.

İlk Avustralya çocuk kitapları genellikle, vahşi kırda yaşanan serüvenlerle ilgiliydi. Bunlann bazılarında tehlikeler abartıldı ve yerli halk gerçekte olduklarından daha sert ve daha vahşi olarak betimlendi. Bu türün en tipik örnekleri, William Howitt'in, "A Boy's" 19. yüzyıl başlarında, Avustralya'ya gönderilen mahkûmların yaşamı Avustralyalı yazarların ilgi duyduğu bir konuydu.

"Adventures in the Wilds of Avustralia" (1854; Bir Çocuğun Avustralya'nın Vahşi Köşelerindeki Serüvenleri) ve Richard Rowe'un ""The Boy in the Bush" (1865; Vahşi Kırdaki Çocuk) adlı yapıtlarıdır. Bazı kitaplarda ise, İngiliz çocuklarını Avustralya'ya göç etmeye yüreklendirmek için, bu yeni toprağın sunduğu olanaklar vurgulandı. Çocuk kitabı yazarları, önceleri ya korku veren ya da sadık uşaklar olarak anlattıkları Avustralya Yerlilerini, 1890'larda daha gerçekçi bir anlayışla betimlediler ve onların kültürüne daha çok önem verdiler. Kate Langloh Parker'in Australian Legendary Tales" (1896; Avustralya Efsaneleri) ve Aeneas Gunn'ın "The Little Black Princess" (1905; Küçük Siyah Prenses) adlı kitapları bunlar arasındadır.

Yeni Konulara Yöneliş Dönemi


19. yüzyılın son yıllarında Avustralyalı yazarlar yeni konulara yöneldiler. Bunların başında kırsal toplulukların yaşamı ve mücadeleleri geliyordu. Dönemin üç ünlü kadın yazarı Ada Cambridge, Jessie Catherine Couvreur ve Mrs. Campbell Praed bu akımın başını çekti.
1880'de The Bulletin adlı gazetenin yayımlanması bir dönüm noktası oldu. The Bulletin Avustralya edebiyatının gelişimini etkiledi ve o dönemdeki birçok yazarın yazılarını ilk kez yayımladı. Gazetede çıkan öykülerin bir bölümü kırsal yaşama ilişkindi. Bunların yanı sıra, The Bulletin ilk "kır baladları"nı yayımladı. Bunlar şairlerin yolculuklarında duydukları yerel kır şiirlerinden geliştirilen, Avustralya'ya özgü bir balad biçimiydi. İlk kır baladları, Adam Lindsay Gordon'un "Bush Ballads and Galloping Rhymes" (1870; Kır Baladları ve Dörtnala Şiirler) adlı yapıtıydı. Öteki balad yazarları Will Ogilvie, Henry Lawson, Edward George Dyson ve belki de en ünlüleri olan A. B. "Banjo" Paterson'du. Steele Rudd'ın, Cjueensland'daki çiftlik yaşamını anlatan ve günümüzde hâlâ okunan kısa öyküleri de bölümler halinde, ilk kez The Bulletin'de yayımlandı.

1890'larda daha gerçekçi bir çocuk edebiyatına yöneliş görüldü. Ethel Turner'ın yazdığı Seven "Little Australians" (1894; Yedi Küçük Avustralyalı) adlı kitap bugün de okunmaktadır. Yazar, Sydney'de bir ailenin yaşamını anlattığı öyküsünde örnek bir çocuk aramamaları için okurları uyarır. Avustralya ve İngiltere'de büyük başarı kazanan kitap ABD'de de yayımlandı ve birçok yabancı dile çevrildi.
Çocuk kitapları arasında, hayvanlar ve onların serüvenleriyle ilgili gerçek ve uydurma öyküler de yer alır. Ethel Pedley'in yazdığı "Dot and the Kangaroo" (1899; Benek ve Kanguru) ve Norman Lindsay'ın yazıp resimlediği "The Magic Pudding" (1918; Büyülü Muhallebi) bu tür kitaplara örnektir.
Bu dönemde Miles Franklin'in zamanın güçlü öncü ruhunu ve kahramanlığını işleyen "My Brilliant Career" (1901; Parlak Meslek Yaşamım) adlı, roman gibi yazılmış özyaşamöyküsü ve Joseph Furphy'nin, "Such is Life" (1903; Yaşam Böyledir) adlı yapıtı Avustralya edebiyatının klasikleri durumuna geldi. "My Brilliant Career", 1970'lerde başarıyla filme alındı. Benzer konulan ele alan bir kitap da gerçek adı Ethel Florence Lindsay Robertson olan Henry Handel Richardson'un "The Fortunes of Richard Mahony" (1917-29; Richard Mahony'nin Talihi) adlı üçlemesidir. Kitapta, 19. yüzyılın sonlarında büyüyen Avustralya kentlerine akın eden göçmenlerin yaşamlarındaki değişiklikler anlatılır. Richardson, bunun yanı sıra, Avrupa'daki öğrencilik yaşamını ele alan ve yıllar sonra yeniden ün kazanan "Maurice Guest" (1908) adlı bir kitap daha yazdı. Bazı yazarlar da kent yaşamı ve insan ilişkileri üstünde yoğunlaştı. Louis Stone ve Edward Dyson ile "We of the Never Never"da (1908; Biz! Asla Hiçbir Zaman) beyaz bir adamın Yerliler ile olan ilişkisini araştıran Aeneas Gunn bu tür yazarlardandır.

Çağdaş Avustralya Edebiyatı


Avustralya'da son 50 yıldır çok sayıda yeni edebiyat dergisi yayımlandı; geniş bir okur kitlesi oluştu. Yunanlı, Lübnanlı ve Yahudi göçmenlerle ilgili kitaplar; Uzakdoğu'yu konu alan yapıtlar ve yeni konular edebiyatı zenginleştirdi.
Çağdaş Avustralya romancılarının en ünlüsü, kitaplarında çok daha geniş evrensel konulan da işlemesine karşın, çoğunlukla Avustralya'yı yazan Patrick White'tır (d. 1912). White Avrupa'ya ilişkin bazı karmaşık duygular besler. Bu birçok Avustralyalı yazarın belirleyici özelliğidir. White'in büyük dedesi 1826'da İngiltere'den Avustralya'ya göç etmişti; ama aile İngiltere'yle bağlarını korumuş, White da İngiltere'de doğup, orada eğitim görmüştü. Avustralya'ya yaptığı çeşitli yolculuklardan sonra 1948'de buraya yerleşen White ülkedeki aydın kültürünü sert bir dille eleştirmeye başladı. En ünlü romanlarından biri olan
"Voss"da (1957), Avustralya'nın küçük kentlerini anlattı. Başka bir romanı olan "The Tree of Men"de (1950; İnsanın Soyağacı), küçük ve yoksul bir çiftlikte 1930'lardaki yaşamı betimledi. White 1973 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı.

Bu dönemin başka bir büyük Avustralyalı romancısı, yetişkinlik döneminin büyük bölümünü İngiltere'de geçiren Christina Stead'dır (1902-83). Romanlarından yalnızca biri, "Poor Men of Sydney" (1934; Sydney'li Yoksullar), tümüyle Avustralya'da geçer. Öteki tanınmış yazarlar, Ruth Park, Martin Boyd, Shirley Hazzard, Randolph Stow, Hal Porter, Eleanor Dark, Kylie Tennant, Xavier Herbert, C. J. Koch, David Malouf ve Thomas Keneally'dir. Keneally yapıtlarında, Avustralya'daki mahkûm kampları, I. Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımı gibi çeşitli konuları ele aldı. Yahudi soykırımını işlediği "Schlindler's Ark" (1983; Schlindler'in Gemisi) adlı yapıtıyla 1983'te Booker Ödülü'nü aldı. Yerli yazar Colin Johnson, "Wild Cat Falling" (1965; Vahşi Kedi Düşüyor) ile ün kazandı. Judith Wright, David Campbell, Peter Porter, Bruce Dawe, James McAuley, Robert D. Fitzgerald, Douglas Stewart, Rosemary Dobson, Gwen Harwood, Les Murray ve Vivien Smith tanınmış Avustralyalı şairlerdir.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avustralya çocuk edebiyatının sınırları genişledi. 1950 ve 60'ların en ünlü yazarları Eleanor Spence, Patricia Wrighton, H. F. Birnsmead, Nan Chancy, Reginald Ottley ve İngilizce konuşulan ülkelerdeki en iyi çocuk kitabı yazarlarından biri olarak kabul edilen Ivan Southall'dur. Southall heyecanlı serüvenleri gerçekçilikle birleştirir. İlk romanı olan "Hills End"de (1962; Tepelerin Sonu) su taşkınları ve fırtınalarla mücadele eden çocukları anlatır. "Ash Road"da (1965; Kül Yolu) bir orman yangınını konu alır. Daha sonraki yapıtları, "Bread and Honey" (1970; Ekmek ve Bal) daha çok, değişik kişilikler arasındaki ilişkileri; "What About Tomorrow" (1977; Yarın Ne Olacak) 1930'larda kentte yaşanan bir gençlik aşkını işler.
Patricia Wrightson'un kent ve taşra yaşamıyla ilgili düşsel öyküleri, Yerliler'in yaşamı ve kültürü konusundaki bilgisi, onu günümüzün en ilginç ve en sevilen yazarlarından biri yapmıştır.
"The Nargun and the Stars" (1973; Nargun ve Yıldızlar), "Behind the Wind" (1981; Rüzgârın Ardında) adlı yapıtları onun düş gücünün zenginliğini gösterir.

MsXLabs.org & Temel Britannica

SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
4 Aralık 2017       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Avustralya edebiyatı


Avustralya’da İngilizce üretilen edebiyat yapıtlarının tümü. Avustralya edebiyatı İngiliz edebiyat mirasının bir parçası olarak bu edebiyatın geleneklerinden etkilenmekle birlikte, 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyılın başlarında ilk ortaya çıktığı dönemden bu yana kendine özgü konu ve üsluplar geliştirmiştir. Avustralya edebiyatı tarihi, üç ana döneme ayrılabilir. İlk dönemde (1788-1880), betimleyici ve belgesel bir edebiyat egemendi. İkinci dönem (1880-1940), edebiyata karşı daha sorumlu bir tutumun geliştiği bir genişleme ve güçlenme dönemi oldu; edebiyatın artan çeşitliliği içinde, Avustralya toplumunun kendine özgü nitelikleri daha iyi yansıtılmaya başladı. 1940’ta başlayan üçüncü dönemdeyse, göç ve sanayileşmedeki artış ile büyük banliyölerin ortaya çıkışına koşut olarak edebiyat etkinliğinde de bir artış görüldü.

İlk yüzyıl


Ingilizlerin 1788’de Avustralya’ya yerleşmesinden sonra iki kuşak boyunca Avustralya edebiyatı çok az sayıda ürün verdi. Yeni Güney Galler’e ayak basan kürek mahkûmu, yönetici ve askerler ile onları izleyen gönüllü göçmenlerin yaşamları, sanata zaman ayırmaya pek izin vermeyen, zorlu bir savaşım üzerine kuruluydu. Bu insanlar arasında edebiyata yatkın olanların çoğu, yeteneklerini ayak bastıkları yeni dünyayı betimlemek için kullandılar. William Charles Wentworth’ün Australasia (1819) adlı şiiri, yeni dünyaya tepkiyi dile getiren ilk önemli ürün sayılabilir. Kürek mahkûmlarının yaşamlarına ve daha sonraları altın madenlerindeki çalışma koşullarına tanıklık eden yapıtlar ve anı kitapları da sonradan gelen yaratıcı yazarlar için esin ve malzeme kaynağı oldu.

Romancılar da öncelikle kolonilerdeki yaşama ilişkin olguları yansıtmakla yetindile. Çoğunlukla romantik bir olay örgüsünü temel alarak kürek mahkûmlarının yaşamı, öncü yerleşmecilerin ve yeni göçmenlerin sorunları, altın madenlerindeki çalışma koşullan gibi konulan işlediler. Doğal güzellikler, kuraklık, çalı yangmlan, haydutlar, vahşi kmn uçsuz bucaksız yalnızlığı, garip hayvan ve bitkiler gibi, yerleşilen yeni dünyanın farklı ve çarpıcı ayrıntılarını ele aldılar. Avustralya edebiyatının ilk romanları, her ikisi de otobiyografik nitelikte olan, Henry Savery’nin Quintus Servirıtori’ı (1830-31) ile Alexander Harris’in The Emigranl Family (1849; Göçmen Aile) adlı yapıtıdır.

Bir İngiliz olan Henry Kingsley’in yazdığı iki roman, yazarların Avustralya’ya karşı değişen tutumlarını yansıtır. The Recollections of Geoffry Hamlyn’de (1859; Geoffry Hamlyn’in Anıları) Kingsley, Yeni Güney Galler’de çobanlık yaparak başarılı bir yaşam kuran bir İngiliz ailesini anlatır; çalışmaları sayesinde sonunda İngiltere’ye geri dönmeyi başaran aile Devon’a yerleşip rahat bir yaşama kavuşur. The Hillyars and the Burtons (1865; Hillyar ve Burton Aileleri) adlı romanında ise, demircilikle uğraşan bir göçmen ailesinin Avustralya’da önemli sayılabilecek bir konuma yükselişini anlatır. Mahkûmların yaşamını anlatan romanlar arasında en önemlisi, Marcus Clarke’ın, ulaşım sistemini ve koloni tutukevlerindeki koşulları eleştiren For the Term of Flis Natural Life (1874; Ömrü Yettikçe) adlı romanıdır. Robbery Under Arms (1888; Silahlı Soygun) ve The Miner’s Right (1890; Madencinin Hakkı) romanlarında Rolf Boldrewood (asıl adı Thomas Alexander Browne), altın arama tutkusu ile haydutluk serüvenlerini işler. Bu dönemin romancıları, renkli bir atmosfer çizmeye, betimlemelere, karmaşık ve heyecanlı olay örgülerine önem vermişlerdir.
İlk yüzyıllık dönemde şiir, düzyazıya oranla daha iddiasız bir gelişim gösterdi. Şairler, İngiliz romantik doğa ve düşünce şiiri geleneğini, Avustralya’ya özgü konulara uygulamaya çalıştılar. Adam Lindsay Gordon, Bush Ballads and Galloping Rhymes (1870; Vahşi Kır Baladları ve Dörtnala Şiirler) adlı kitabıyla geniş bir okuyucu kitlesinin ilgisini çekti.

Milliyetçilik ve genişleme dönemi


19. yüzyılın son 20 yılı, milliyetçiliğin yayılmasına ve ayrı eyaletlerin federal bir yapıya doğru gitme çabalarına sahne oldu. 1880’de Sidney’de yayımlanmaya başlayan The Bulletin dergisi, popüler şiir ve romanların yaygınlaşmasında önemli bir rol oynadı. Milli gurur, kırsal kesimde egemen olan değerler ve küçük toprak sahiplerinin savaşımlarına duyulan yakınlık, başta Henry Lawson ve Steele Rudd’ın (Arthur Hoey Davis) öyküleri olmak üzere bu dönem edebiyatının yaygın konularıydı. Bir başka konu da, cezalarını çekmek üzere İngiltere’den Avustralya’ya yollanan mahkûmların Avustralya’daki ilk günleriydi. Price Warung’un (William Astley) dört öykü kitabı, bu konuyu işleyen yapıtların bir örneğidir. Joseph Furphy ise Such Is Life (1903; Yaşam Böyledir) adlı uzun romanında 1880’lerin taşra dünyasını betimledi. Roman, göçmen yerleşmelerindeki yaşamın ayrıntıları, davar güdenlerin konuşmaları ve milliyetçi duyguların yanı sıra rastlantı ve zorunluluk üzerine felsefi düşüncelere de yer veriyordu.

Şiirde ise, gitgide gelişen balad geleneğini 1890’larda, Lawson ve uBanjo” Paterson canlı tuttular.
1901’de Federasyon’un (Avustralya Uluslar Topluluğu) kurulması, düzyazı ve şiirde yurtseverce bir coşkuyla karşılandı; ama genel olarak 1900’lerin başlarında, Avustralya’daki yaşamın karmaşıklaşmasıyla birlikte milliyetçi temalar gözden düştü ve ilgi, sıradan insanların içinde bulunduğu kötü koşullara ve toplumsal reform gereksinimine kaydı. Kent yaşamı ve işçiler üzerine yazan yazarların en önemlileri Louis Stone, Edward Dyson, Kylie Tennant (Mrs. L. C. Rodd) ve romanları 40 yıllık bir zaman dilimini kapsayan Katherine Susannah Prichard’dı. Yerlilerin yaşamı ve beyazlarla ilişkileri, Mrs. Aeneas Gunn, Xavier Herbert ve Katherine Susannah Prichard tarafından ele alındı. Miles Franklin ve Eleanor Dark, daha çok tarihe ve ilk koloni günlerine ilgi duydular. Vance Palmer da kayda değer romanlar, öykü ve eleştirel yazılar üretti. Henry Handel Richardson (Ethel Florence Lindesay Robertson), The Getting of Wisdom'Ğa. (1910; Bilgeliğe Doğru) Melbourne’daki öğrencilik günlerini, Maurice Guesf de (1908) Leipzig’deki üniversite yıllarını ele aldı. Babasının yaşamını konu aldığı The Fortunes of Richard Mahony (1917-29; Richard Mahony’nin Talihi) adlı üçlemesindeyse, bir göçmenin yaşamı ile altın madenlerindeki çalışma koşullarının betimlemesini, güçlü bir karakter incelemesi ile birleştirdi.
Şairler, romancılar kadar başarılı değildi; ama şiir, çok daha çeşitli konulara yöneldi. John Shaw Neilson incelikli lirik şiirler, Victor Daley romantik şiirler ve bazı keskin yergiler, Kenneth Slessor güçlü dramatik lirikler yazdı. C. J. Dennis popüler şiirleriyle balad geleneğini sürdürdü. Christopher Brennan ise simgeci şiirlerinde Avrupa geleneğinden oldukça yararlandı.

Çağdaş dönem


II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında edebiyat dergileri büyük bir artış gösterdi, okur kitlesi de çoğaldı. Olgulara dayalı, betimleyici bir üslup ağırlığını koruduysa da, 1950’lerden sonra AvustralyalI yazarların yapıtları gittikçe daha kurgusal ve araştırıcı bir nitelik kazandı. 20. yüzyıl ortalarındaki romancıların en etkilisi, Patrick White’tır. En önemli romanları Avustralya’ya özgü olmakla birlikte, White’m konuları ele alış biçimi, ulusal sınırları aşan geniş bir bakış açısına sahipti. The Tree of Man (1955; İnsan Ağacı), Voss (1957; Çöl, 1973), Riders in the Chariot (1961; Arabadakiler, 1983), The Solid Mandala (1966; Dolu Mandala) ve The Vivisec- tor (1970; Canlıkesimci) romanları ile öykülerinde yansıttığı Avustralya, bireysel, eleştirel ve şiirsel bir imgelemin ürünüydü. White 1973’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Öteki romancılar arasında, İngiliz ve Avustralya yaşamının derinlemesine bir çözümlemesini sunan Martin Boyd, simgeci romanlarını ustalıkla çizdiği Avustralya manzaraları içine yerleştiren Randolph Stow ve Thomas Keneally sayılabilir.

Stow’un en önemli yapıtları, Tourmaline (1963) ile The Merry-Go-Round in the Sea'dir (1965; Denizdeki Atlıkarınca). Keneally ise Schindlers Ark (1982; Schindler’ın Gemisi) adlı yapıtıyla 1982 Booker Edebiyat Ödülü’nü aldı. Öykü türü gelişmekle birlikte, bu alanda yazarlar kır yaşamına sıkı sıkıya bağlı kaldılar; bu yüzden çoğu AvustralyalInın bildiği yaşam ile edebiyatın sunduğu yaşam arasında garip bir uyumsuzluk doğdu. Hal Porter’ın 1930’lardan 1960’lara değin Avustralya toplumundaki değişimleri yansıtan otobiyografik yapıtları bu alandaki en önemli ürünler arasındadır.

Şiirde betimleyici gelenek sürdüyse de, 20. yüzyıl ortalarında ürün vermeye başlayan şairler, kendilerinden öncekilerden çok daha geniş alanlara el attılar. Robert D. FitzGerald, şiddetli tartışmalara yol açan lirik yapıtlarıyla, A. D. Hope dokundurmalar ve ince alaylarla dolu araştırıcı şiirleriyle dikkati çekti. Sözünü sakınmayan, güçlü şiirleriyle Douglas Stevvart, duyarlı lirik şiirleriyle Judith Wright, düşünsel lirik şiirleriyle de James McAuley önem kazandı. Bu dönemin öteki şairleri arasında Bruce Dawe, Les Murray, Thomas W. Shapcott, Chris Wallace-Crabbe ve Peter Porter sayılabilir.

Avustralya edebiyatı, öteden beri tiyatro dalında geriydi. 1950’lerin sonu ve 1960’lara gelene değin hiçbir oyun gerçek bir başarı elde edemedi. En tanınmış oyunlar arasında, Douglas Stewart’ın Ned Kelly (1943) ve 1941’de sahnelenen The Fire on the Snow (Karın Üstündeki Ateş) adlı yapıdan, Ray Lawler’ın Summer of the Seventeenth Doll (1955; On Yedinci Bebeğin Yazı), Alan Seymour’un One Day of the Year (1961; Yılın Bir Günü) ve Patrick White’ın Four Plays (1965; Dört Oyun) adlı yapıdan sayılabilir. 1960’lar ve 70’lerin önemli oyun yazarlan arasındaysa David Williamson, Alexander Buzo ve Dorothy Hewett vardır. Son zamanlarda pek çok genç oyun yazan kendisinden söz ettirmektedir.

20. yüzyılda Avustralya toplumunun hızlı değişimi, yazarların yaşadıkları dünyaya ayak uydurmalannı daha da zorlaştırdı. Yüzyılın ikinci yarısında birçok yazar, kendi ürünlerine daha eleştirel bir gözle bakmaya başladı; buna bağlı olarak da Avustralya tarihi ve toplumunu derinlemesine ele alan araştırmalara ve Avustralya edebiyatının yeni yorumlarına yer veren yapıtlar ortaya çıktı.

kaynak: Ana Britannica
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

26 Eylül 2014 / Misafir Cevaplanmış
29 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
29 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
4 Aralık 2017 / Misafir Tarih