Arama

Define Adası - Robert Louis Stevenson

Güncelleme: 9 Nisan 2012 Gösterim: 45.415 Cevap: 2
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
21 Aralık 2009       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Define Adası (Treasure Island)

Sponsorlu Bağlantılar
Yazan ROBERT LOUIS STEVENSON(1850-1894)

Başlıca karakterler:

Jim Hawkins: Hikâyeyi anlatan cesur genç; Hispaniola adlı ge­minin kamarotu.
Dr. Livesey: Jim'in bir doktor arkadaşı.
Squire Treiawney: Macerayı seven bir kır centilmeni.
Kaptan Smollett: Hispaniola'nın gayet yetenekli kaptanı.
Billy Bones: Amiral Benbow Hanı'ndaki esrarengiz müşteri.
Pew: Kana susamış kör bir korsan.

Long John Silver: Zahiren mantıkî, kurnaz, hâin korsan; Hispanfola'ya ahçı olarak girer. Bir ayağı tahtadandır ve Yüzbaşı Filint adında bir papağanı vardır.
Ben Gunn: Define Adasında üç sene mahsur kalan yarıdeli bir korsan.

Hikâye

Genç Jim Hawkins, İngiltere'nin batı sahillerin­deki Black Hill Cove kasabası civarındaki Amiral Benbow Hanını işleten ebeveynlerine yardım eder.Bir gün, esrarengiz biri gelerek bir oda ister. Ya­bancının adı Billy Jones'tır. Muhtemelen emekli ol­muş bir kaptan hissini uyandıran bu adam, hana der­hal intibak eder, muazzam miktarda içki içer, sinir­li bir tarzda sahili gözetleyerek, garip bir şarkı söy­ler:«ölü adamın göğsünde onbeş kişi Yo-ho-ho ve bir şişe rom.»Bones, Jim'e her ay bir lira vererek, hana gele­cek yabancıları, bilhassa tek ayaklı bir denizciyi gö­zetlemesini söyler.
Bones, odasının ücretini ödemeyince, Jim'in ba­bası onu handan atmak ister, fakat yaşlı denizci öy­lesine kaba ve dehşet saçıcı bir adamdır ki, Mr. Hawkins ki zaten hasta bir adamdır ses çıkaramaz.
Kısa bir zaman sonra, Black Dog (Kara Köpek) adında bir diğer yaşlı denizci daha hana gelir ve Billy Jones ile salonda şiddetli bir kavgaya tutuşur­lar. Bones, Black Dog'u handan kovar. Jones, bu ara­da kalp rahatsızlığı geçirir ve yere düşer, Jim'in ba­basını tedavi etmeğe çalışan Dr. Livesey', ona da ba­kar.
Jim'in babası ölür; gömüldüğü gün, bir başka esrarengiz yabancı daha, elindeki bastonu meşum bir şekilde yere vura vura hana gelir. Bu, Pew adın­daki kör bir dilencidir. Jim'i, kendisini, Black Spot' un yanına çıkarmağa mecbur eder. Kör adam, Bones'a, kara bir mektup o gece saat onda öldürüle­ceğini bildiren bir yazı verir ve ayrılır. Billy Jones, korsanların geleneksel ölüm mesajının kendisine ve­rilmesinden öylesine dehşete düşer ki, kendisine ikinci bir felç gelir ve ölür.
Jim ve annesi yaşlı denizcinin otele olan bor­cunu almak ümidi ile, sandığını açarlar. Ancak Jo­nes'ın kendilerine olan borcu kadar para alacaklar­dır; fakat bu arada, Pew'in, elindeki bastonu kal­dırımlara vurarak yaklaştığı anlaşılır. Adamın san­dığından, ölü denizcinin banka defterini ve bulduk­ları mühürlü bir zarfı alarak, kendilerine yardım edecek birini bulmak için handan ayrılırlar. Niha­yet, maliye dairesine giderler ve atları üzerinde der­hal hana gelen polisler de, Pew'in arkadaşlarını da­ğıtırlar. Subaylardan biri, atı ile Pew'i çiğner ve öl­dürür.
Jim, mühürlü zarfı, Squire Trelawney adındaki bir toprak ağasına gösterir; o da, Dr. Livesey'in yar­dımı ile, zarfın içindeki belgenin, Kaptan Flint adın­da, kana susamış yaşlı bir korsanın bir adada bırak­tığı hazinenin yerini gösterdiğini anlar. Billy Jones, öyle anlaşılıyor ki, önceki arkadaşlarından bunu giz­li tuttuğu için öldürülmüştü. Kendisini, muhtemel bir maceranın heyecanına kaptıran Çiftçi Trelaw­ney, bir gemi hazırlayarak Dr. Livesey ve Jim ile birlikte bu adaya giderek defineyi aramak ister. Tre­lawney, dedikoduyu seven biri olduğundan, Dr. Li­vesey, bu hususta kimseye bir şey söylememesini ikaz eder.
Çiftçi Trelawney, Bristol'a giderek Hispaniola adındaki bir gemiyi satın alır, gerekli malzemeyi kor ve Yüzbaşı Smollet'ı da hizmetine alır. Yine Long John Silver adında eski bir denizciyiki o zaman bir han işletmektedir de ahçı olarak gemiye alır. Gemi­nin mürettebatının tamamlanmasında Silver istekle yardım eder.
Jim, Bristol'a gidip de, Silver'in hanı The Spyg-lass'ı ziyaret ettiği zaman, Black Dog'u içki içerken görerek hayrete düşer. Silver, Jim'e, onun kim ol­duğunu bilmediğini söyler ve Black Dog da kaçar.
Hispaniola artık denize açılmağa hazırdır. Kap­tan Smollett, Trelawney'e, geminin nereye gittiğini bilmeyen tek kişinin kendisi olduğundan şikâyet eder. Gemideki herkes, geminin ne için yola çıktı­ğını biliyormuşcasma hareket eder. Trelawney, kap­tanın korkularını yatıştırır ve yelken alarak denize açılırlar.
Yolculuk hâdisesiz geçmiştir. Fakat bir gece, Treasure Adasına ulaşmadan kısa bir zaman önce, .güvertedeki elma fıçısından bir elma almak isteyen Jim, Long John Silver'in yaklaştığını görerek hay­rete düşer. Jim fıçıya girerek saklanır. Buradan, Long John Silver'in, Israel Hands adındaki bir tay­fa ile isyan hazırladığını öğrenir. Jim, tayfaların, hakikî liderleri olarak emirlerini Silver'den aldıkla­rını öğrenir. Tayfaların ekserisi, Kaptan Flint ile bir­likte denize açıldıklarından bu yana, onu tanıyor­lardı. Hazırladıkları plâna göre, hazine gemiye taşı­nır taşınmaz, Trelawney ve onun sadık arkadaşları­nı öldüreceklerdir.
Jim, adaya ulaşır ulaşmaz, işittiklerini arkadaş­larına söyler. Endişelerinin böylece doğrulandığını gören Kaptan Smollet, kurnaz bir hareketle, tayfa­ların ekserisini sahüe gönderir, Jim de, gizlice on­ların peşine takılarak, ne yapmak istediklerini öğ­renmek ister. Silver'in plânına ayak uydurmak iste­medikleri için, Silver'in öldürdüğü sadık iki deniz­cinin haykırışlarını duyar.
Adayı dolaşan Jim, Benn Gunn'la karşılaşır. Tek başına bu ıssız adada yaşayan bu zavallı adam, Kaptan Flint, hazineyi gömdüğü zaman onun gemi­sinde çalışıyordu. Daha sonraki bir yolculukta, Gunn, hazineyi bulmağa çalıştı ise de bulamadı; ge­mideki arkadaşları kendisini bu adada bırakıp git­tiler.
Jim adada iken, Kaptan Smollett, Çütçi Trelawney ve Dr. Livesey, Hispaniola'yı terkederek, sadık bir kaç tayfa ile birlikte Çaptan Flint'in adadaki es­ki kalesini işgal etmeğe karar verirler. Karaya her çıkışlarında, gerekli ihtiyaç maddelerini de beraber­lerinde götürürler. Son defa karaya çıktıkları zaman, gemide kalan korsanlar kendilerine ateş açarlar.
Karadaki korsanların hücumlarına rağmen, Trelawney'e sadık kalan tayfalar kaleyi bırakmazlar. Ben Gunn'ın yanından ayrılan Jim, eski kaleye gi­derek kendisine iyi bir yer seçer. Ertesi sabah, kur­naz Long John Silver, beyaz ateş kesimi bayrağı ile konuşmağa gelir. Haritayı kendisine verdikleri tak­dirde, gemiye serbestçe gidebileceklerini söyler. Silver'e hakaret eden Kaptan Smollett, Silver'i eli boş geri çevirir; korsanlar, tekrar hücum ederler. Her iki taraf da kayıp verir.
Bu hücum da püskürtüldükten sonra, Jim, giz­lice tekrar dışarı çıkar. Maksadı, Gunn'ın yaptığına ve adada sakladığına emin olduğu bir kişilik küçük kayığı arayıp bulmaktır. Kayığı bulur ve açıkta de­mirlenen Hispaniola'ya doğru kürek çekmeğe baş­lar. Niyeti, geminin zincirlerini keserek, sahilden uzaklaşmasını temin etmektir. Bunda başarılı olur­sa da, gemi, küçük kayığa çarpar ve parçalar; Jim de, boğulmaktan ancak, Hispaniola'ya tırmanmakla kurtulur. Gemide sadece Israel Hands vardır; gemi­de kalan yegâne korsanı öldürürken, o da yaralan­mıştır. Kör kütük sarhoş olan Hands, gemiyi Jim'in yönetmesini söyler; fakat Jim, Hispaniola'yı sakin bir koy'a getirmek üzere bulunduğu sırada, bıçağı­nı Jim'e fırlatır, çocuk tabancasını ateşleyerek kor­sanı öldürür.Omuzundan yaralı olmasına rağmen Jim, His­paniola'yı gizli bir yere getirerek demirler ve kara­ya çıkarak kaleye doğru gitmeğe başlar. Fakat Silver ve öteki korsanlar burasını ele geçirmişlerdir. Jim, arkadaşlarının, kaleyi terkettiklerini ve harita­yı korsanlara verdiklerini öğrenir.
Liderleri Silver'i de öldürmek isteyen korsan­lar Jim'i esir alır, onu da öldürmek isterler. Fakat yaşlı deniz kurdu, bu adamların hakkından gelir ve ingiltere'ye döndükleri zaman, mahkemede kendisi lehinde konuşacağını vaad ettiği takdirde, Jim'e do­kunmayacağına söz verir. Korsanların ekserisi ya­ralı, sarhoş ve sıtmadan kıvrandıklarından, Long John Silver kendisine Kara Mektup verilmesine rağmen adamlar üzerindeki üstünlüğünü sürdürür.
Ateş kesimi bayrağı ile Dr. Livesey, yaralı kor­sanları tedaviye gelir. Jim'in, korsanların tarafını seçtiğini sanarak, çocuğa kaba davranır. Jim, Dr. Livesey'in, haritayı korsanlara niye verdiğini anlaya­maz, fakat Dr. Livesey, bunun gizli bir sebebi bu­lunduğunu söyler. Jim, Hispaniola'da olup bitenleri anlattığı zaman, Dr. Livesey, Jim'in kendilerine sa­dık kaldığına kaani olur, ve çocuğun, kendisi ile bir­likte kaçmasını söyler. Fakat Jim, ayrılamayacağına dair, Silver'e söz vermiştir.
Şimdi korsanlar hazineyi aramağa koyulurlar. Definenin bulunduğu yere geldikleri zaman, esra­rengiz bir sesin, «Yo-ho-ho, ve bir şişe rom» şarkısı­nı söylediğini ve Kaptan Flint'in dehşet saçıcı küfür­lerini tekrarlayarak kendileriyle alay ettiğini işitir­ler. Kaptan Flint'in canlandığını sanan adamlar, pa­niğe kapılarak kaçarlar; fakat bir müddet sonra, bu esrarengiz sözleri, bir ağaçta saklanan zavallı yaşlı Ben Gunn'm söylediğini anlarlar.
Mağaraya vardıkları zaman, hazinenin gittiğini görürler ve kızgınlıktan köpürerek, Silver ve Jim'i öldürmek isterler. Maamafih, bu noktada Jim'in ar­kadaşları gelir ve korsanları öldürürler. Jim ve Sil-ver'i, Ben Gunn'ın mağarasına götürürler. Adada bı­rakılan bu yarı-çılgın denizci, Hispaniola'nın gel­mesinden çok önce, hazineyi bulmuş ve gizlemişti. Çiftçi Trelawney, işte bunun için kaleyi terketmiş ve artık hiç bir değeri olmayan haritayı korsanlara vermişti.
Dünyanın herhangibir ülkesinin parası ile bin­lerce İngiliz lirası değerinde olan bu hazine, Hispa-niola'ya taşınır ve gemi, bir zaman önce onların Ben Gunn'ı karada bırakıp gittikleri gibi, adadaki üç korsanı geride bırakarak açılır.
Gemi West înnies adalarındaki bir limana gel­diği zaman, Long John Silver, hazinedeki hissesini alarak gemiden ayrılır ve bir daha görülmez. Liman­da tedarik ettikleri yeni bir mürettebat ile, Hispani-ola, nihayet Bristol'a ulaşır, hazineyi aralarında bö­lüşürler. Jim, artık, hayatı boyunca anlatacağı bir macera hayatı yaşadığından, bir daha, bu tür işle­re burnunu sokmamağa karar verir.

Tenkid

Çocukları zevklendirmek için yazılan Define Adası'nı ciddiyetle okumağa çalışmak mânâsız bir şey olur. Üvey oğlu için çizdiği harita hakkında ko­nuşan Stevenson, Hispaniola'nın, Israel Hands ve Jim Hawkins'in geminin kontrolünü ele geçirmek için kavga ettikleri ikinci yolculuğunu, şu sebepten yazdığım söyledi: Haritada iki liman göstermişti ve her iki limanı da kullanmak istiyordu. Washington Irving ve Charles Kingsley'e borçlu olduğunu itiraf eden Stevenson, «papağanı Defoe'den, iskeleti Poe' dan (gerçekten «The Gold Bug -Altın Böcek-» Defi­ne Adası'na yol gösterdi), kaleyi de Marryat'dan» al­dığını söyledi. Kitap, ilkin, bir çocuk mecmuasında tefrika edildi.
Bununla beraber, çocuklar için yazılan roman­ların ekserisi zamanla çöplüğe terkedilirken, Define Adası, günümüze kadar geldi. Stevenson, ingiliz ede­bî tarihinde, kendisine lüzum hissedildiği bir zaman­da ortaya çıktı. Dickens, Thackeray ve Trollope'in ölümünden sonra, ingiliz romanı aşağı yukarı gücü­nü yitirmişti. 1880'lerin romanları, ya «sosyete» üzerinde saçmaca snob romanlar veya orta-sımf ha­yatını son derece alelade bir tarzda ele alan, Zola'nm taklitleri, kuru, natüralistik romanlardı. Fevkalâde bir tahayyül gücüne sahip Stevenson, ingiliz roma­nına canlılık ve yeni boyutlar getirdi.
Sir Walter Scott'tan sonra, ingiliz romanında romantizm pek görülmediğinden, Define Adası ko­laylıkla tutundu. Kitabın ilk bölümlerinde, küçük körfezdeki Amiral Benbow Hanının anlatılışmdaki tahayyül gücü ve mahallî renk, başka hiç bir eser­de tekrarlanmadı. Hanı istilâ eden şeytanî insanlar -Billy Jones, Black Dog, ve Pew- hafif fakat hatır­dan çıkmayacak şekilde anlatılır ve böylece Jim, Hawkins'in cesur ingiliz arkadaşlarının hayatlarına renk ve macera kadar terör de getirilir.
Daha sonraları, adanın yeniden canlandırılma­sında, Stevenson, tahayyül gücünün kullanılmasında Defoe'yi geçer ve fazlasıyle romantik bir konuyu, inandırıcı bir şekilde önümüze serer. Biz, Define Adası'nm coğrafya ve iklimini, Robinson Crusoe'nin adasının coğrafya ve ikliminden daha iyi biliyoruz.
Nihayet, Define Adası'nm hâlâ okunmasının bir diğer sebebinin de, Stevenson'un, gelişi güzel ve te­sirsiz cümlelerden titizlikle kaçınması olduğu söyle­niyor. Bir «çocuk kitabı»nda, böylesine ustalıklı ve düşündürücü cümleler şimdiye kadar pek kullanıl­mamıştı. Stevenson'un, bir cümlenin ritmi hakkın­daki hassas kulağı, Define Adası'na, «macera» roma­nının ve kitabın mütevazı gayesinin ötelerine uza­nan, klâsik bir güzellik veriyor.

Yazar

Ayrıca Bknz Robert Louis Stevenson

Edinburgh'da -büyük romantik ve maceracı Sir VValter Scoot'un şehrinde- 13 Kasım 1850 de doğan Robert Louis Ste­venson'un ailesi, kendisinin ya bir mühendis veya avukat olma­sını istiyordu. Genç Stevenson, Edinburgh Üniversitesi'nde oku­du, avukat çıkarak, 1875'te baroya kabul edildi ise de, bir ya­zar olmağa azmetmişti.
Kocasından ayrı yaşayarak Fransa'da oturan Fanny Osbour-ne adındaki bir Amerikan kadınına âşık olan Stevenson, kadı­nın peşinden California'ya gitti ve onun kocasından ayrılma­sını beklerken hemen hemen aç yaşadı. Bn. Osbourne ile iliş­kilerinden ötürü, kendi dindar ailesinden kopan Stevenson, 1880' de bu kadınla evlendi. Ailesini geçindirmek için, mecmualara yazılar yazmağa başladı. Roman sahasındaki ilk macerası, Ye­ni Bin-bir Gece Masalları adlı (1882) bir dizi hikâye idi.
Bir gün, üvey çocuğu Lloyd Osbourne ile oynayan Steven­son, tahayyülî bir hazine haritası çizdi; ve harita, çocuğu son derece ilgilendirdiğinden, hazinenin nerede gizli bulunduğunu anlatmak için de bir roman yazdı: Define Adası. Tefrika edildi­ği sırada tutunmamakla beraber, 1883'te yayınlanan kitap bü­yük bir sansasyon yarattı. Üç sene sonra yayınladığı, bir diğer «şoke edici» kitabı, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde ile daha da başarılı oldu. Bu son kitap, İskoçya'daki Jacobit başkaldırmasıyle ilgili büyük macera romanı Kidnapped ile aynı zamanda yayınlandı.
Vereme yakalanan Stevenson, hayatının büyük bir kısmını, sıhhatini geri getirecek yerler aramakla geçirdi. Bir kış, sana­toryumda kaldı. 1888'de de, hayallerinden çıkmayan Güney Pa­sifik adalarına gitti.
Samoa adasının yerlileri Stevenson'a hürmetle muamele et­tiler. Adada sıhhatini kazandı. Üzerinde en fazla durduğu kita­bını (The Master of Baliantrae) 1889'da yayınladı. Stevenson, aynı zamanda, üvey oğlu ile işbirliği yaparak kitaplar çıkardı. Yanlış Kutu (1889), hayret uyandırıcı bir bilmece kitabıdır. Be­raber yazdıkları (1892) bir diğer kitap da The Wrecker (Yıkıcı) idi.
Ekseriya hasta olmasına rağmen, Stevenson, büyük bir âsî ve maceracı idi. Yaşadığı sefahat hayatı ile, sakin ve vakur Edinburgh toplumunu şoke etti. Güney Pasifik adalarında, yam­yam kabile şeflerinin ziyafetlerine katıldı ve bir vahşi kabileyi de yönetti. Geçimini sağlamak için, piyasa kitapları yazmağa mecbur kalan Stevenson, bununla beraber, yazdığı her şeye bir muhayyile ve üslûp getirdi. Samoa'da öldüğü zaman (3 Aralık 1894), geride, Weir of Hermiston adında tamamlanmamış bir ki­tap bırakmıştı. Hayranları arasında sadece çocuklar değil, ro­man sanatının tâviz vermeyen eleştiricileri Henry James ve Jo­seph Conrad da vardı.

Yazarın diğer eserleri

Kidnapped: Define Adası gibi bir diğer heyecanlı macera­yı anlatan bu kitap, David Balfour adındaki bir gencin hakkı olan mirasını cimri amcası Ebenezer'den kurtarmasıyle ilgili. Amcası, David'i öldürtmek ister; başarılı olamayınca, Ebenezer onu Amerika'ya köle olarak satmaya çalışır. David'i kaçırırlar ve Covenant adında bir gemiye götürürler. Fakat şans kendisi­ne yardım eder ve gemide Alan Breck adında biri ile tanışır. Adam, David'e yardım eder, beraberce geminin tayfalarını mağ­lup ederler, amcasından, hakkı olan mirası almak için İskoçya' ya gider. Kidnapped, beklenmedik bir zamanda, aniden sona er­di, zira Stevenson, kitabı yazarken hastalandı. Kitabın devamı
(David Balfour), 1893'te yayınlandı. Her iki kitapta da, okuyucu­nun zevkle takip ettiği maceralar vardır; her ikisinde de iskoç-ya'nın tepeleri unutulmayacak tasvirlerle anlatılır.
Dr. Jekyil ve Mr. Hyde: Bölünmüş şahsiyetin psikolojik in­celenmesi üzerinde duran bu kitabın plânı, Stevenson'a, bir kâ­bus sırasında geldi. Cemiyetin fazlasıyle hürmet beslediği Dr. Jekyil, kendisini, iğrenç ve şeytanî bir cüce haline getiren bir ecza icat eder ve o zaman da kendisine Mr. Hyde adını verir. Aynı ecza, kendisini tekrar Dr. Jekyil yapacaktır; fakat Mr. Hyde olarak şeytanî hayatını ve gücünü kontrol edemeyecek kadar ileri gider. Bir gece, Mr. Hyde, korkunç bir cinayet işler ve ken­disini öteki benliğine değiştiremez. Ondaki bölünmüş şahsiyet gerçeği böylece anlaşılır; polis peşine düşünce, intihar eder. Para kazanmak için piyasa kitabı olarak yazılan Dr. Jekyil ve Mr. Hyde, maamafih, Stevenson'un diğer kitaplarında nadiren gö­rülen psikolojik incelik ve sezgi gücünü açığa vuruyor.

MsXLabs.org & 100 Büyük Roman

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
10 Haziran 2011       Mesaj #2
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Define Adası (Treasure Island)
Sponsorlu Bağlantılar

Robert Louis Balfour Stevenson'ın romanı (1883).

Bir hancının oğlu, yaşlı bir denizcinin sandığında bir harita bulur. Yaşlı denizci öleli çok olmamıştır. Haritada, ıssız bir ada ve bu adada gömülü olan definenin yeri işaretlenmiştir. Hemen bir gemi kiralayıp yola çıkar. Defineyi ele geçirmek isteyen korsanlarla çarpışır. Genç kahraman bu olaydan başarıyla kurtulur ve çabalarının ödülünü almayı hak eder. Duru bir üslubu olan yapıt, bir serüven romanı olarak klasikler arasına girmiştir.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Nisan 2012       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kitabın Özeti:
Babam, annem ve ben İngiltere'nin batı sahillerinde, küçük bir kasabada, küçük bir hanı işletiyorduk. Ben, on on iki yaşlarıdayken, bir gün hana iri yarı, kir pas içinde, suratında yara izi olan, denizci birisi geldi. Hanımızı beğendiği için kalacağını, fazla yemek ve yer seçici olmadığın belirtti ve üç altını çıkartıp masanın üzerine avans olarak koydu.
Bir gün bana, dikkatli olup, bir ayağı tahta olan bir denizciyi gördüğümde, kendisine haber verirsem, ayda dört peni kazana­cağımı söyledi. Ben de kabul ettim. O günden sonra gözümü dört açtım.
Akşamlan içiyor, maceralarım anlatıyor, milleti kendisini dinlemesi için zorluyordu. Müşteriler ondan çekindikleri için seslerini çıkaramryorlardı ama her geçen gün de handan çekiliyor­lardı. Babam, "eyvah, bu gidişle iflas edeceğiz" diyordu. Aradan aylar geçmiş olmasına rağmen handan gitmeye niyeti yok gibiydi. Bir müddet sonra ne bana, ne de babama para vermez oldu. Gün geçtikçe borcu birikiyordu. Babamla sık sık tartışıyorlardı. Bir tartışma sırasında, babam kalp krizi geçirdi. Gelen doktor, aynı zamanda bölge polisi imiş. Kaptanın eli bıçaklı halini görünce, ona kızdı ve bir suç işlerse hapse tıkacağını belirtti. Ne hazin ki, birkaç gün sonra babam öldü.
Babam ölmeden birkaç gün Önce, bîr denizci gelip, "Bili bu­rada mı?" diye sordu. Tarifinden kaptanı aradığını anlamıştım. Bir müddet sonra, kaptan uzaktan görünce saklandı. Kaptan içeri girip oturduktan sonra, birden bire ortaya çıkıp, afallayan kapta­nın yanına gidip oturdu. Biraz sonra karşılıklı olarak bıçaklarını çektiler ve kapıştılar. Sonra, bizim kaptan diğerini önüne katıp kovaladı, ama biraz sonra da bayılıp yere düştü. Meğer, sara nö­beti geçiriyormuş. Babamı kontrole gelen doktor onu da muayene etti ve böyle içmeye devam ederse çok yakında öleceğini söyledi.
Bu arada da babam öldü.
Birkaç gün sonra, kör bir adam gelip, kaptanla görüştü. Git­tikten sonra, kaptan "bana altı saat süre tanıyorlar" dedi, ama birkaç dakika sonra da sarsıla sarsıla Öldü. Bu kısa süre içinde gördüğüm ikinci ölümdü.
Annemle, ölünün başında bir müddet bekledikten sonra, yardım almak için köye gittik. Kaptan Flint ismini duyan, hiç kimse yanımıza yaklaşamıyordu. Mecburen, yine yalnız başımıza hana geldik. Kaptanın odasına çıkarak, sandığını açtık, gelenler olduğu için acele ile, bazı kağıtları ve paralan alıp handan çıktık. İlerde bir yere saklandık ve biraz sonra yedi sekiz kişinin ellerinde meşalelerle hanın kapısında olduklarını gördük. Sonra içeri girdi­ler. Bir müddet sonra aralarında tartışmaya, sonra da duydukları at sesleri nedeniyle kaçmaya başladılar. Sadece kör kaptan ortada kalmıştı. Hızla gelen atlılardan birisinin çarpmasıyla o da öldü. Koşa koşa annemin yanına gittim. Kadıncağız, korkusundan sin­miş kalmıştı. Beni görünce, sarılıp ağladı.
Gümrükçüler, kaçanları kovaladılar. Ancak, çoktan gemile­rine atlayıp kaçmışlardı. Hana girdiğimizde, bu kadar kısa süre­de, nasıl böyle altını üstüne getirebildikleri hayret verici bir olay­dı. Gümrükçülerin başı Jack bunun sebebini öğrenmek istedikle­rinde koynumdaki muşambayı gösterdim. Hep birlikte doktorun yanına gittik. Doktor ve Jack bana iltifat ettiler ve kahraman bir çocuk olduğumu söylediler.
Anlaşılan oydu ki, Kaptan Flint denen adam çok tehlikeli bir korsandı ve bir yerlere gizlemiş olduğu hazinesi vardı. O, para peşinde değil, hazinenin yerini gösteren haritanın peşinde idi. Ve bu harita, koynumdan çıkardığım muşambadaki kağıtların ara­sında idi.
Şimdi hedef hazineyi bulmaktı. Ayarlanan bir gemi ile yola çıkacaktık. Hazine falan umurumda değildi. Böyle bir yolculuk yapacağım için çok heyecanlı ve sevinçliydim.
Nihayet, Brİstol limanından, denize açıldık. Yolculuğumuz genellikle sakin geçiyordu. Adaya varmamıza bir iki gün yolu­muz kalmıştı. Akşam vakti elma almak için girdiğim fıçının içinde iken, ayru zamanda aşçılık da yapan tek bacaklı gemici Silver geldi ve fıçının üstüne oturdu. Tam sevinçle kendisine seslenecek­tim ki başka bir gemici ile konuşmalarını duyunca vaz geçtim. Anladığım kadarıyla, bunların hepsi korsandı. Silver de bizim kaptanın korkuyla kaçtığı tek bacaklı meşhur korsandan başkası değildi. O andan sonra, gemideki birçok namuslu insanın hayatı bana bağlıydı. Fıçıdan çıkınca, hemen kaptan, kont ve doktorla bir araya geldim ve tüm duyduklarımı anlattım.
Adaya varınca, ben de karaya çıkanlar arasmdaydım. Ko­nuşmamıza göre Kont, doktor ve kaptan gemide kalmışlardı. Bir ara Silver ile arkadaşı Tom'un konuşmalarını duydum. Hemen saklanıp, dinledim. Tom, Silver'e karşı çıkıyordu. Bunun üzerine Silver, Tom'u bıçağıyla öldürdü. Çok korkmuştum. Hemen gö­rünmeden kaçmaya başladım. Epeyce koştuktan sonra, burada yamyam gibi bir adamla karşılaştım. Yanımda tabancam olduğu için, karşısına dikildim. Sonra, adamda benim zararsız olduğumu anlayınca konuşmaya başladık. İsmi Benjamin Gunn olan gemici, üç yıl önce burada tek başına yaşamaya mahkum edilmişti. Ona karşı bîr yakınlık duyuyordum.
Birden bir patlama sesi duyduk. Anlaşılan savaş başlamıştı. Hemen, Gunn’Ia beraber, limana doğru koştuk. Yolda, Gunn'la birbirimizi kaybettik. Koşa koşa limana yaklaştığımda, doktor ve kaptanın diğer gemicilerle bir arada olduklarını gördüm. Gemiyi terk etmişlerdi. Onlara gördüğüm her şeyi anlattım. Onlarda, gemiyi ele geçirecek iken, ben olmadığım için bu plandan vazge­çip, karaya çıkmışlar. Tom'un Ölüm çığlığını benim zannederek, geri dönmüş ve gemide lazım olacak ne varsa bir kayığa yükleyip, yeniden adaya çıkmışlar. Tabii, gemidekiler bunları görünce, top ateşine tutmuşlar ancak, isabet ettirememişler. Karaya çıkınca, bu sefer de karadakilerle silahlı çatışmaya girmişler. Neticede, bu kütükten eve sığınmışlardı.
Bir müddet sonra, Silver ve adamları yakınımıza kadar gelip, anlaşmak İstediklerini söylediler. Kaptan onlara, "Şayet teslim olursanız, hayatınızı bağışlar, sizi en yakın cezaevine bırakırım. Yoksa teker teker Öleceksiniz" dedi. Kızgınlıkla gerisin geriye gittiler. Sonra, kaptan hepimizi mevzilere yerleştirdi ve nasıl savaşacağımızı anlattı.
Nitekim, çok geçmeden dört bir yandan ateş etmeye başladı­lar. Hızla, bulunduğumuz yere doğru ilerliyorlardı. Artık kavga, kılıç ve tabanca ile oluyordu. Sonuçta, bizden üç, onlardan altı kişi ölmüştü.
Kaptanın yarası pek ağır değildi. Doktor, onun yarasını sar­dıktan sonra, dışarı çıktı. Anladığım kadarıyla, Benjamin Gunn'u bulmaya gitmişti. Ben de, yanıma iki tabanca, mermi ve peksimet alarak, kafamdaki planı gerçekleştirmek için kimseye söylemeden dışarı çıktım. Söyleseydim, bırakmazlardı. Niyetim kıyıya kadar gitmek ve bağlı olan geminin halatlarını kesmekti. Kayığa bindim ve sessizce gemiye yaklaşıp, halatı kestim. Gemidekiler farkına varmamışlardı. Aniden, aklıma gemiye çıkıp ve onların sarhoş-hıklarından faydalanarak gemiyi ele geçirmek geldi. Bir yolunu bulup gemiye çıktığımda, ortalıklarda kimseyi göremedim. Sonra, kilere doğru ilerlerken yerde yaralı yatan Hands'ı gördüm. Belli ki, diğer korsanlar tarafından yaralanmıştı. Onunla konuşup, anlaştım. Hands'ın yaralarını sardım ve onun yönlendirmesiyle gemiyi Define Adası'na doğru yönlendirerek gitmesini sağladım. Yalnız, Hands'un yüzündeki ifadeyi hiç beğenmiyordum. Nite-kim bir müddet sonra, gemimiz karaya oturduğunda, sinsice arkamdan saldırdı. Hatta beni bıçakladı da. Ben de iki tabancamı birden ateşleyerek onu öldürdüm.
Yaramdan dolayı acılar içerisinde kıvranmama rağmen, ge­mide tehlike kalmadığı için rahattım. Kayalara çarptığı için yan yatmış bulunan gemiden çıktım ve yürüyerek kıyıya vardım. Amacım, kaîedekilerîn yanma varmaktı. Bizimkilere sürpriz yapmak için sessizce içeri girmiştim ki kendimi birden bire kor­sanların ortasında buldum. Korsanlar, kütükten evi ele geçirmiş­lerdi. Silver, alaycı bir şekilde "Demek döndün ha, Jack" diyordu. Bir şey vardı ki, benim diğerlerinden ayrılmış olduğumu zanne­diyorlardı. Sevindirici başka bir şey daha vardı ki, doktor, kaptan ve diğerleri ölmemiş, korsanların dediğine göre, onlarla anlaşarak her şeyi bırakıp, ayrılmışlardı.
Ben de, bütün gelişmeleri, geminin durumunu ve ölen adam­ları anlatarak, onlara meydan okur bir şekilde, dediklerimi yapmalarını söyledim. Bazı korsanlar üzerime saldıracaklardı ki Silver bırakmadı.
Sonra olaylar şöyle gelişti: Hep birlikte defineyi kazmak için gittik. Kazdığımız yerde, define falan yoktu. Birisi, daha Önce, bulmuş ve götürmüştü. Silver bana bir tabanca verdi ve hazır olmamı söyledi. Nitekim biraz sonra, ağaçların arasından korsan­ların üzerine kurşun yağmaya başladı. ,
Biraz sonra, korsanların üçü Öldürülmüş, ikisi ise kaçmıştı.
Meğer, Silver ve doktor anlaşarak planları yapmışlar. Benjamin Gunn'da bu plandaki rolünü çok güzel oynamış. Hazi­neyi oradan çıkarıp, kaldığı yere götüren de Benjamin'den başkası değilmiş.
Ertesi sabah erkenden toplanma hazırlıklarına başladık. Her millitenin parası ve altını mevcuttu. Tam üç gün, paralan çuvalla­ra yerleştirrhekle geçti. Kaçan korsanların adada bırakılması, yan-lanna yiyecek ve erzak verilmesi kararlaştırıldı. Sonra da demir alarak yola koyulduk. Birkaç gün sonra güzel bir körfeze girerek, demir attık. O günün, gecesi, Silveç yanına bir miktar para da alarak gemiden kaçtı. Bir bakıma iyi de oldu.
Bu limanda bir hafta kaldıktan sonra, rahat bir yolculuk ya­parak Bristol'a vardık. Paralan, ve altınları aramızda paşlaştık. Ben, annemin yanma gelerek, tekrar hanı işletmeye başladık. Tabii ki artık işleri hizmetçilerimiz görüyordu.

Benzer Konular

7 Haziran 2014 / Misafir Cevaplanmış
7 Temmuz 2013 / ThinkerBeLL Edebiyat ww
8 Mart 2009 / Misafir X-Sözlük
21 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap
23 Nisan 2009 / Harry Kewell Spor ww