Arama

Robinson Crusoe - Daniel Defoe

Güncelleme: 5 Ağustos 2012 Gösterim: 15.936 Cevap: 3
BrookLyn - avatarı
BrookLyn
Kayıtlı Üye
22 Aralık 2009       Mesaj #1
BrookLyn - avatarı
Kayıtlı Üye
Robenson Crusoe - Daniel Defoe (1660-1731)
Kaynak: MsXLabs.org & 100 Büyük Roman
Başlıca Karakterler
Sponsorlu Bağlantılar
  • Robinson Crusoe: Kimsesiz bir adaya bırakılmasına rağmen, mahareti ve kendisine olan güveni sayesinde hayatını de­vam ettiren bir denizci.
  • Friday: Crusoe tarafından medenîleştirildikten sonra, onun sâ­dık bir hizmetkârı ve arkadaşı olan bir yamyam.
Hikaye
Gerçi babası, kendisinin bir avukat olmasını is­tiyorsa da, genç Robinson Crusoe, denizci olmağa azimli. Böylece, on dokuz yaşındaki bu çocuk, 1 Ey­lül 1651'de, Hull adındaki liman kasabasından, Lon­dra'ya hareket edecek bir gemiye binmeğe karar ve­rir. Limandan ayrılır ayrılmaz, şiddetli bir fırtına kopar ve genç Crusoe, eğer sağ salim bir limana va­rırlarsa, ebeveynlerine daima itaat edeceğine ve bir daha denize çıkmayacağına söz verir. Fakat deniz sakinleştiği zaman, bu sözünü unutur. Denizcilerin cesaretlerinin ve kendisine gösterdikleri yakınlığın tesiri altında kalan Crusoe, gemici olarak macera peşinde gitmeğe karar verir. Afrika'dan ticarî eşya taşıyan bir gemide çalışırken, gemi, korsanların hücumuna uğrar ve Crusoe bir köle olarak satılır. Hayatını tehlikeye atarak, kü­çük bir kayıkla kaçar ve Brezilya'ya giden bir Porte­kiz şilebi tarafından kurtarılır. Orada, şeker kamışı ziraatı yapmağa başlar ve oldukça başarılı da olur. Fakat çiftliğinde çalışmaları için kölelere ihtiyacı ol­duğunu anlar ve diğer bir İngiliz şeker kamışı eki­cisi, kendisini beraberce Afrika'ya gidip köle getir­meye ikna eder. Ne var ki, gemi, Güney Afrika'nın kuzeydoğu köşesindeki bilinmeyen bir ada açığında batar. Crusoe'den başka herkes ölür. Dalgalar, Crusoe'yi, ıssız bir adaya sürükler; ya­nında, bıçağından, piposundan ve bir miktar tütününden başka hiç bir şey yoktur. Geminin tamamen batmamış ve kayalar arasında parçalanmış olması Crusoe'yi sevindirir. Ertesi gün, deniz sakinleşince, Crusoe, yüzerek gemiye gider ve işine yarayacak çok sayıda eşyanın kullanılır bir durumda oldukla­rını görür. Adasına dönen Crusoe, kaba bir sal ya­par ve on beş gün, kayalar arasındaki parçalanmış gemi ile sahil arasında gidip gelerek silâh, barut, bir kaç testere, bir balta ve bir çekiç getirir. Yine ge­mide 36 İngiliz lirası bulunduğunu da görür. Dünya­daki bütün altınların kendisine bu ıssız adada hiç bir faydası dokunmayacağını bilmesine rağmen, pa­rayı da alır. Crusoe, hayatını bağışladığı için Allaha şükreder ve bu adada yaşayabileceğine inanır. Başından geçenleri ve düşüncelerini de günü gününe yazmağa başlar.


Bu dehşet verici hâdisenin tesirinden kurtul­duktan sonra, Crusoe, devamlı olarak içinde yaşaya­cağı bir kulübe inşa etmeğe başlar. Yiyecek ve giye­cek için de adadaki yaban keçilerini vurur, etlerini yer, derilerini dabaklar. Gemiden getirdiği arpa ve mısırın yarısını eker, fakat yanlış bir mevsimde ek­tiği için, boşa gittiklerini dehşetle görür. Yağmur su­larını muhafaza etmek için küp yapmanın son dere­ce güç bir iş olduğunu anlar ve kulübesinin çevresi­ne diktiği ağaçlar da bir türlü tutmaz. En fazla ca­nını sıkan şey, kendisini diğer adalara götürecek bir kayık yapamamış olmasıdır. Büyük bir sedir ağacı­nın gövdesi üzerinde beş ay çalışır ve nihayet denize hazır bir tekne meydana çıktığı zaman da yapıldığı yerden sahile taşınamayacak kadar ağır olduğunu görür. Crusoe, nihayet hububat ekmesini, keçileri ehlileştirmesini öğrenir ve hatta kendisine arkadaşlık et­mesi için bir papağanı bile eğitir. Adada hiç bir in­san görmemesine rağmen, kulübesini tahkim eder. Böyle yapması iyi olmuştur, zira adada, on iki sene süren ve tamamen yalnız geçen bir hayattan sonra, Crusoe, bir gün hayret uyandırıcı bir vakıa ile karşılaşır: kulübesinden çok uzaklardaki bir sahil boyun­ca, kum üzerinde, insana ait oldukları belli olan ayak izlerine rastlar. Onun kim olduğunu öğrenmeye az­meden Crusoe, ayak izlerinin civarında bir mağara­da saklanır ve senelerce, adanın bu kısmını araştırır.

Adada yirmi iki yıl yaşadıktan sonra, Crusoe, kendisini dehşete düşürücü bir şey daha keşfeder. Daha önce ayak izleri gördüğü sahilde, insan kemik­leri ve parçalanmış insan organları da görür. Güney Amerika kıtasındaki yamyamların, harp esirleriyle buraya geldiklerini ve onları öldürdükten sonra yediklerini sanır. Crusoe, ilkin böyle bir vakıa karşısında ürperirse de, öylesine kızgınlık duyar ki, bu vahşi insanlar buraya bir daha geldikleri takdirde, üzerlerine hü­cum ederek onları öldürmeğe karar verir. Bir ma­ğarayı, küçük bir kale haline getirir. Ve bir gün, ci­varı gözetlediği sırada, otuz kadar vahşinin, bir ateş önünde, tiksindirici bir şekilde dans ettiklerini gö­rür. Crusoe, dolu iki silâh ve bir kılıçla üzerlerine hücum ettiği zaman, vahşiler, esirlerden birini pişirmişler ve diğer ikisini de öldürmeğe hazırlanmakta­dırlar. Crusoe, birçok yamyamı öldürür, diğerleri de, kölelerden birini geride bırakarak kaçarlar. Yirmi dört yıl tek başına yaşadıktan sonra, Crusoe’n artık bir arkadaşı vardır. Kurtardığı adam da bir yamyamdır, fakat Cru­soe, ona, bu eski adetlerinden nefret etmesini öğre­tir. Köleyi Cuma günü kurtardığından, ona Friday (Cuma) ismini verir. Crusoe, Friday'i, kendi kulübe­sine getirir ve anlaşabilecek kadar, zamanla İngilizce öğretir. Aslında zeki bir insan olan ve üstün bir aşi­retten gelen Friday, Crusoe'ye minnettarlık besler ve onun güvenilir bir hizmetkârı ve arkadaşı olur. Friday, kendi yaşadığı adada on yedi beyazın köle olarak tutulduklarını Crusoe’ye söyler. Crusoe, onları kurtarmağa karar verir. Friday ile birlikte, bu defa hemen deniz kenarında, sağlam ve her türlü havaya dayanabilecek bir tekne yapar. Tam denize açılmak üzeredirler ki, üç kayık do­lusu vahşi, üç köleyi Crusoe’n adasına getirirler; kölelerden biri beyazdır. Crusoe ve Friday, ellerin­deki ateşli silâhlarla onlara hücum ederler, yirmi bir vahşinin dördü hariç hepsini öldürür ve iki köleyi kurtarırlar. Kurtarılan kölelerden biri Friday'n ba­basıdır. Baba ve oğul sevinç içinde kucaklaşırlar. Kurtardıkları beyaz adamın, Crusoe'n sene­lerce önce parçalandığını gördüğü bir gemide bulu­nan yaşlı bir İspanyol olduğu anlaşılır. Crusoe, bu İspanyol’u, Friday'ın babası ile birlikte, diğer beyaz­ları kurtarmaları için, kendi yaptığı yeni tekne ile adaya gönderir. Bu arada, biraz ileride demir atmış bir İngiliz gemisi görür. Geminin kaptanı, iki sadık gemici ile birlikte, isyankâr tayfalar tarafından sa­hile gönderilmişlerdir. Crusoe ve Friday, gemilerini tekrar ele geçirmeleri için onlara yardım eder ve ay­nı gemi ile İngiltere’ye dönerler. İsyan eden tayfa­lar, İngiltere'ye dönüp, muhakeme edilerek sonunda asılmaktansa, Crusoe'n, her türlü yiyecek madde­lerini depoladığı adasında kalmayı tercih ederler. Tayfalar geride bırakılır. İspanyol’un ve Friday'ın babasının, Friday'ın adasındaki esir beyazları kurtardıklarını öğrenince, Crusoe, bir gün onları ziyaret etmeyi düşünür. Fakat ilkin, Friday ile birlikte, otuz iki sene sonra İngiltere'ye döner. Crusoe artık zengin bir adamdır. Batık İspanyol gemisinden aldığı paradan başka, namuslu bir Portekizli kaptan, onun Brezilya'daki tarlasını da onun namına işletmiştir ve şimdi Portekiz'de, 10,000 İngiliz lirası vardır. Ana ve ba­basının öldüklerini öğrenir. Namına yatırılan parayı almak için Portekiz'e bir seyahat yaptıktan sonra, İngiltere’ye döner, evlenir, çoluk çocuk sahibi olur. Ka­rısı öldüğü zaman, Crusoe, adasının durumunu gör­mek için, tekrar denize açılır.
Daniel Defoe'nin, Robinson Crusoe'n Daha Sonraki Maceraları adlı öteki kitabında, gemileri parçalanmış İspanyollar ve asi İngiliz denizcileri el ele verirler, diğer bir adanın yerli kadınlarıyla evle­nirler ve hareketli bir topluluk kurarlar.

Bir sayıda diğer maceradan sonra (Crusoe'n sadık dostu Friday, böyle bir çarpışmada kahraman­ca ölür) Crusoe, tekrar İngiltere'ye döner, denize el­veda der, hayatının sonuna kadar tatmin edici bir hayat sürer.

Tenkid
Alexander Selkirk, 1711'de, İngiltere'de bir san­sasyon yarattı. Bir gemici olarak İngiltere'den ayrıldı ve Şili sahillerindeki Juan Fernandez adasında, beş sene tek başına yaşadıktan sonra İngiltere'ye döndü. Geminin kaptanı ile kavga eden Selkirk, bu adaya bırakılmasını ister ve nihayet Kaptan Woodes Rogers adlı biri tarafından kurtarılır. Selkirk'in, tek başına bu adada yaşaması, hal­kın büyük ilgisini çekti, adadaki hayatı ile ilgili ki­taplar yazıldı. Böyle bir edebî fırsatı kaçırmamak isteyen Defoe, Selkirk'in maceralarını hayalinde ge­nişleterek bu meşhur kitabı, Robinson Crusoe'yu yazdı. Kitap, öylesine sade ve açık bir üslûpla yazıl­mıştı ki, doğru olduğu sanıldı. Robinson Crusoe, bir çok yazarlara tesir etti. Bunlar arasında Swift (Gulliver's Travels - Güliver'in Seyahatleri), Stevenson (Treasure Island - Define Adası) ve tabii, Wyss (Swiss Family Robinson - İsviçreli Robinson) da vardır. Robinson Crusoe'n, basit ve kaba üslûbuna rağmen, Homer'in Odyssey'ini hatırlatan esatiri özel­likleri var: Adada, ürkütürcesine yalnız, bazen hasta ve ekseriya korkulu bir hayat süren Crusoe, tek ba­şına geçirdiği bu uzun yıllar boyunca, sadece aklını başında tutmakla kalmaz; adasında, kendisinin olan küçük bir medeniyet de kurar. Defoe'n şunu söylemek istediği anlaşılıyor: vasat bir insan, ahlaken ne kadar zayıf da olsa, bi­linmeyen ve işlenmemiş cesaret, tahammül ve ma­haret kaynaklarına sahiptir.

Çağdaş bir yazarı, Crusoe'n psikolojisi çok daha fazla ilgilendirirse de, Defoe, onun fizikî faa­liyetleri üzerinde durur. Crusoe, şüphesiz, zaman za­man dehşet uyandırıcı bir yalnızlığın acılarını çeker, ebeveynlerine itaat etmediğinden ötürü vicdan azabı çeker. Fakat adadaki ilk günlerinden itibaren, haya­tını bahşettiği için Allah'a şükreder. O ândan itiba­ren de, adasını küçük bir İngiltere hâline getirmek için çalışır. Kitabın, okuyucular üzerinde en fazla tesir bırakan yönlerinden biri, onun, bu yoldaki azim ve kararlılığıdır. Manzaraya Friday da katıldığı zaman, Brezilya' da köle sahibi olan Crusoe, onu, kendisine bir uşak yapar ve iki kişiden oluşan bir müstemleke sistemi kurar. Fakat Friday aynı zamanda, onun değerli bir arkadaşıdır, efendisine olan sadakat ve minnettarlı­ğını defalarca gösterir. İnsanlar, Defoe'n yaşadığı zamanda, bir kim­senin, her türlü şartlar altında hayatını devam etti­rebileceğine derinden inanıyorlardı. Amerikan kıta­sının keşfedilmesine ve ehlileştirilmesine imkân ve­ren bu inanış, Robinson Crusoe'n, hemen hemen her sayfasında kendini hissettiriyor.

Yazar
Bir kasabın oğlu olan Daniel Defoe, muhtemelen 1660'da, Londra'da doğdu. Onun, yirmi üç yaşında iken Mary Tuffley ile evlendiği, çorap tüccarlığı yaptığı, Avrupa'da sık sık seyahat ettiği ve 1688'de, III. William’ın ordusuna katıldığı dışında, genç­lik yılları hakkında fazla bir şey bilinmiyor. Defoe, 1702'de, Muhalifleri ortadan kaldırmanın en kısa yo­lu adlı bir broşür yayınlayarak, kendisinin mensubu bulunduğu dinî grubun nasıl baskı altında tutulabileceğini istihzalı ve alaylı bir üslûpla anlattı. Broşürü, müsamahasızlığı hicvedici olmasına rağmen, Defoe, yanlış anlaşıldı, cezalandırıldı, kendisine işkence yapıldı ve hapsedildi. Hapishanenin, Defoe'n karakterine tesir ettiği anlaşılıyor. Artık her şeyden şüphe eden biri oldu ve parasını daha dikkatli harcamağa başladı. Durmaksızın yazdı; yayınlanan broşür ve kitaplarının sayısı 250'den fazla ve bunların birçokları da politika ile ilgilidir. Robinson Crusoe'n yayınlanmasından (1'719) sonraki beş yıl, Defoe'n, en iyi romanlarından bazılarının yayınlandığı senelerdi. Moll Flanders ve Roxano, ahlaken sağlam olmayan iki kadını konu alan klâsik kitaplardır Bu sırada yayınlanan bir di­ğer eseri, Journal of the Plague Year (Veba Salgını) idi. Defoe, bu eserinde, realist bir yazar olarak, yeteneklerini tam manasıyla gösterdi. Kitapta, 1665'te, Londra'da binlerce kişinin ölümüne se­bep olan Büyük Taun'u, gözleriyle görmüşçesine anlattı, hâlbuki o yıl, sadece beş yaşında idi. İngiliz edebiyatında roman türünün yerleşmesinde onun muazzam bir rolü oldu. Romanlarında, rea­lizm ve idealleştirilmiş hayaller yerine günlük hayattaki konuların işlenmesi, İngiliz romanını derinden etkiledi.

Defoe, aynı zamanda, velûd bir gazeteci idi. The Review ad­lı gazetenin dokuz cildini o yazdı, bu arada başka gazetelerde de yazılar yayınladı. Defoe, çağdaşlarının indinde oldukça sahtekâr ve kurnaz bir adam ve siyasî bir oportünisttir. Çağdaşı büyük yazar Joseph Addison, onu şöyle anlatır: Sahtekâr, üçkâğıtçı, yalancı bir çapkın, bir mahkemede şahitlik edemeyecek biri. Dinî bir muhalif ve son derece ikna edici partili bir yazar olarak Defoe, her zaman hapsedilme veya daha kötü tehlikelerle karşı karşıya kaldı, fakat genellikle, düşmanlarından bir iki adım önce gitmesini bildi. Daniel Defoe, 26 Nisan 1731'de, Londra'daki evinde öldü.

Diğer Eserleri
Robinson Crusoe'den üç yıl sonra yazılan Moll Flanders'in, birincisinden fazla, İngiliz roman tarihinde muazzam bir yeri var­dır. Sefalet kadar kötü bir şey yoktur, tezi üzerine dayanan ro­man, Foll Flanders'in heyecanlı hayatını anlatır. Pek çok erke­ğin peşinde gittiği (sık sık evlenen Flanders, oniki çocuk anasıdır. Nevvgate hapishanesinde doğan Moll Flanders, yankesicilik yapması için Nevvgate'e gönderilir. Ele geçtiği zaman pişmanlık duyduğunu söyleyen kadın, polisleri ikna eder ve asılmak yerine, yeni arkadaşı bir eşkıya ile birlikte Virginia'ya (Amerika'ya gitme­sine müsaade edilir. Kadın, Virginia'da, artık hürmet edilir bir ana ve çiftlik sahibidir. Flanders'in maceralarının anlatıldığı kitapta, onsekizinci asrın ilk yıllarındaki İngiliz hayatı, muazzam bir pano­rama halinde önümüze serilir. Moll Flanders, şehvetli ve tehlike­li bir hayat sürerse de, Robinson, Crusoe'n bastırılamayacak ruhunu akla getirircesine, her güçlüğün altından kalkar ve yeni ma­ceralara başlar. Ekseriya, bir fahişeden başka bir şey olmaması­na rağmen Moll, Defoe'n anladığı manada, orta sınıfa mensup insanların özelliklerine sahiptir; kadın, böylece, bütün hakaret ve istihzaları yener, bu dünyada kendisine bir yer yapmağa azme­der. Moll Flanders, İngiliz romanının, hayatiyetini kaybetmeyen kahramanlarından biridir.

Yazar Hakkında:
Daniel Defoe


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
28 Ocak 2012       Mesaj #2
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
ESERİN ÖZETİ
Robinson Crusoe orta halli bir İngiliz ailenin çocuğu idi. Babası Robinsonun iyi bir iş tutup sakin bir hayat sürmesini arzuladığı halde, Robinson denizlere açılıp maceracı bir hayat sürmeye öylsine can atıyorduki, en sonunda evinde daha fazla kaşlamayacağını anladı.Büyüklerin haberi olmadan ilk yolculuğa çıktı.Gemi mütiş bir fırtınaya tutulmuştu.Robinson’u öyle bir deniz tutmuştuki karaya sağsalim kavuşamamaktan korkuyordu.Karaya bir çıksam bir daha denizlerin adını anmıyacağım diye düşünüyordu.

Sponsorlu Bağlantılar
Karaya sağsalim çıktıktan sonra arzuları yeniden depreşti.tüccarlığa başlıyarak Avurpaya mal götüren bir gemiye girdi.Bindiği gemiyi birFas korsan esir aldı.Fas kıyılarında bir limana esir olarak götürüldü.Orada hayatı öyle zor şartlar altında geçiyorduki ilk fırsatta küçük bir sanadala atlatıp kaçtı.Bir Portekiz yük gemisi onu buldu ve Birezilya’ya bıraktı.
Bir İngiliz çifti ona Afrikaya gidip köle getirmesini önerince Robinson’un denizlere açılma arzusu yeniden uyandı,geçirdiklerini unutarak yeniden yola çıktı. Bu yolculuk Robinson’unun hayatında bir dönüm noktası oldu ve büyük serüven böyle başladı.
Gemi Güney Amerika Sahillerinden biraz uzakta bir adanın yakınlarında bir kaya çarpıp parçalandı.Yolcu ve mürettabattan yalnız Robinson kurtuldu.Dalgalar onu kıyıya sürükledi.Adada hiç kimse yoktu.Vahşi hayvanların bulunduğunu gösteren birbelirtide göze çarpmıyordu.Robinson batmış gemiden çeşitli araçlar ve yiyecek alarak adaya sandalla taşıdı
Önce küçük bir tepenin eteğine yelken bezinden bir çadır kurdu.Herşeyden önce barutunu dikkatle saklıyordu.Robinson’un ikinci düşüncesi yiyecek stokuydu.İlk günlerde elinden geldiği kadar az yiyecek tüketiyordu.
Çok geçmeden Robinson gemide mürekkep ve kağıt buldu ve günüügnüne son hatıralarını yazmaya başladı.Barınağını uzun müddet oturacak hale soktu.Çadırın arka tarafında bir mağara buldu ve ilkel araçlarla mağarayı genişletti.Mağaraya sandalye,raf ve masa yaptı.
Robinson’un bundan sonra adada geçen son yirmidört yılıda ilk günlerden farklı geçmedi.Robinson adanın her tarafını gezdi ve adanın diğer yanına bir yazlık ev yaptı.Mısır,arpa ve pirinç yetiştire biliyordu.Her yıl yeni tohumları dikkatle saklıyordu,en sonunda küçük bir tarla ekecek kadar tohumu oldu.Yaban keçileri yakalayıp onları ehlileştirdi.Papağan yakaladı,onlarla oyalandı.Yeni eşyalar yaptı,mağarayı genişleterek,dışarıdan gelecek tehlikelere karşı muhafazalı hale getidi.
Robinson’un adadaki yirmidördüncü yılının ortasında bir olay,sürdüğü hayatın şeklini değiştirdi.Bir buçuk yıl kadar önce adaya vahşilerin geldiğini görmüştü.Bunlar hehalde başka adadan sanadalla gelmişlerdi.Bunlar başka bir kabile ile savaşa başlamışlardı.Robinson bir sabah insan kemikleri ve parçalanmış insan eti bularak korkuya kapılmıştı.Vahşilerin geri dönüp kendisini bulmasından çekiniyordu.Ensonuda vahşillerin bir kısmı adaya döndü,kendilerine ziyafet hazırlığı yaparken Robinson üzerlerine ateş açrak onları korkuttu.Vahşilerin yanındaki esirlerden birini alı koymayı başardı.Artık adada yalnız değildi.Adama onu yakaladığı günün adını verdi.Cuma diye çağırmaya başladı.Cuma onun sadık bir kölesi oldu.

Bana göre eserin ana fikri insanın ne olursa olsun hayattan kopmaması gerektiğini, elindeki imkanları değerlendirerek yaşama sımsıkı sarılması gerektiğidir.


ROBİNSON: Eserin kahramanıdır. Robinson maceracı bir kişiliğe sahip olup hayata sımsıkı bağlıve elindeki imkanları iyi kullanmasını bilen bir insandır.
CUMA: Robinson’un vahşilerin elinden kurtardığı bir yerlidir.Sadık ve çalışkan bir insandır.


YAZAR HAKKINDA BİLGİ

Lodra’da doğdu. Gerçekciliği benimseyen ilk İngiliz yazardır. Yoksul bir ailenin çocuğudur. Babası ailenin geçimini kasaplık yaparak sağlamakta idi. Yazar geçimin sağlamak için çeşitli işlere girip çıkmıştır. Avrupanın çeşitli ülkelerini dolaşarak armotörlük ve politik alanda önemli rol oynamıştır. Yazmaya 22 yaşında din adamları aleyhine bir broşür yayınlamakla başladı. 1685'de Mouncount Dükünün emri altındaki ihtilalcilere katıldı ve cezalandırılmaktan zor kurtuldu. 1701 yılında hiciv şiiri “Gerçek İngiliz’i” yayınladı. Hükümet aleyhine yazdığı yazılar yüzünden hapse girdi.hapisten Çıktıktan sonra Peview adında bir dergi çıkardı.En önemli eseri Robinson Crusoe’yi yazdığı zaman 60 yaşına gelmişti. 1731 yılında Londra’da öldü.



BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
In science we trust.
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
17 Mayıs 2012       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Robinson Crusoe
MsXLabs.org & Vikipedi, özgür ansiklopedi

Carl Offterdinger'in "Robinson Crusoe ve Cuma" adlı eseri
Ad:  Robinson_Crusoe_and_Man_Friday_Offterdinger.jpg
Gösterim: 2282
Boyut:  146.7 KB

Robinson Crusoe, Daniel Defoe'nun 1719 yılında ilk basımı yapılan ve bazılarınca ilk İngilizce roman olarak nitelendirilen kitabıdır. Kitap İngiltere'de yaşayan Alman asıllı orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Kreutzner'in babasının tüm itirazlarına rağmen, dünyayı gezme hayalleri ile çıktığı yolculukları ve bu sırada karşılaştığı olayları anlatır. Bu yolculuklar içinde ıssız bir adada 28 senesini son üç yılı hariç yalnız geçirir.

Kitabın orijinal adı bir başlığa göre oldukça uzun sayılabilecek şekilde basılmıştır: Yorkl'u Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması.

Kitaba gösterilen ilgi

İlk çıktığı 25 Nisan 1719 yılında, okurun tepkisi çok olumlu oldu. Daha yıl dolmadan, 4 baskı yaptı ve sonraki yıllarda da çok geniş bir okuyucu kitlesi edindi. 19. asrın sonlarına doğru, Batı edebiyat dünyası, kitabın farklı dillere çevrilmiş baskıları, kitapla ilgili eleştiri ve analizlere yer veren araştırmalar ve konusuyla benzerlikler içeren başka kitaplarla tanıştı. Özellikle çocuklar için kısaltılmış versiyonları ve serüvenleri anlatan sadece resim içeren kitaplar da basıldı.
Kitaba daha sonra Robinson'un adadan kurtulduktan sonra yaşadığı serüvenleri anlatan bölümler de eklendi. Fakat bu kısımlar içerdiği diğer milletleri aşağılayıcı ve eleştirel yaklaşımlar sebebiyle ilk kısımları kadar evrensel bir ilgi kazanamadı.

Gerçek öyküler

Kitabın konusunun aslında gerçek hayatta, eski adı Isla Mas a Tierra olan bir adada yalnız yaşamış Alexander Selkirk adlı İskoç bir denizcinin 1709 yılında Woodes Rogers tarafından kurtarılmasının yarattığı şaşkınlık ve ilgiden ilham alınarak yazıldığı iddia edilmiştir. Benzer bir kaynak ta müslüman dünyasından İbn-i Sina ve İbn-i Tufeyl kaynaklı Hay ibn-i Yakzan adlı kitaptır. Bu kitapta bir müslümanın adayı çekip çevirmesi anlatılır. Ancak bu romanda olaylar daha barışcıl bir dille anlatılmıştır.

Konusu

Romanın edebiyat seviyesinin düşüklüğü hakkında çeşitli eleştiriler yapılmış olmasına rağmen, etkileyici konusu ve serüvenleri ile Batı'nın sömürge tarihi ve felsefesi anlatılır. Anlatım basit cümlelerle kısa kısa, olay akışının verilişi şeklindedir. Bu yapı içerisinde adadaki yaşamın detayları ve bunların arasında Robinson'un iç konuşmaları ve o anki duygu dünyası yansıtılır.
Hikaye İngiltere'de belli bir gelir seviyesi ve mutluluk standardı yakalamış Crusoe (Kreutzner) ailesinin en küçük oğulları Robinson'un babasının aksi yöndeki telkinlerine rağmen, sıkıcı ama garantili hayatı terk ederek bir arkadaşının babasının gemisiyle denize açılması ile başlar. Bundan sonra Faslı bir denizciye köle olarak satılır (kitapta bu kişiden Türk diye söz edilmektedir). Oradan kaçması ve kendisini Brezilya'da şeker kamışı yetiştiren zengin bir çiftçi olarak bulmasına kadar birçok macera yaşar. Ancak rahat Robinson'u sıkmaktadır. Biraz da mal hırsıyla hayale kapılarak Afrika'dan köle getirip satmayı planlar. Arkadaşları ile planladığı bu yolculuk nihayetinde, ıssız bir adada kendisini bulur. Geminin enkazından kurtarabildikleri ile yaşamını sürdürecektir. Yaklaşık 24 sene sonunda adaya yabancıların geldiğini fark ederek, bunların elinden kurtardığı ve kendisine "Cuma" ismini verdiği bir yerli ile 3 sene daha adada yaşar. Cuma'ya ingilizce ve din bilgisi vererek kendisini eğitir, hizmetine alır.
Orijinalinde, ilk kitap adadan kurtulduktan sonra Robinson'un İngiltere'ye dönmesi ve bir ihtimal Robinson'un oraya tekrar dönebileceği iması ile bitirilir. Sonradan eklenen ve Robinson'un Maceraları adı verilen ikinci kitapta, Robinson adaya gerçekten döner. Ancak kendisi artık ada halkınca bir fatih ve sömürge valisi yetkilerine sahip olarak tanınmaktadır. Burada da kendince yaptığı iyilikler ve ada halkının mutluluklarına yaptığı katkıların ardından yine serüvenlerine devam etmek ve dünyayı tanımak için denize açılır. Madagaskar'dan, Çin'in kalabalık şehirlerinden, ticaret limanlarından, Asya'nın ıssız şehirlerinden, Tatarlardan, Çerkezlerden, Ruslardan yani hemen hemen o sıralarda Avrupalılarca merak edilen her yerden geçerek İngiltere'ye döner. Bu yolculuklarda kendisini hep yüksek karlarla ticaret yaparak, Hindistan'dan afyon alıp, Çin'e satıp, oradan Rus bozkırlarından kürk alıp, Araplara satarken görürüz. Bütün bu işlerin arasında, sürekli kendi kültürünü diğerleriyle kıyaslar ve Çin'in tüm nüfus büyüklüğüne ve ticaretine rağmen hiçbir zaman Avrupa ile boy ölçüşemeyeceğini söyler. Hatta kervanlarda yol arkadaşları ile bu düşüncelerini paylaşıp onları gerektiğinde tartışmalarda susturur. Kafasında sürekli olarak kendi dininin ve kültürünün üstünlüğü konusunda doğruluğundan emin olduğu fikirler geçirir ve bunları okuyucusuyla paylaşır.
Kitabın yazıldığı tarihte dünya tarihini etkileten başlıca olaylara da yer yer değinilmiştir. Bunlar arasında Çin'de daha o zamanlar başlayıp sonradan Mao'nun kültür devrimine kadar sürecek olan ve Çin'i adeta İngilizlerin oyuncağı haline getiren, genç nüfüsu çürüten afyon bağımlılığının ilk izlerinden bahsedilir. Ayrıca o zamanlar açıkça dile getirilmeyen Amerika'daki İspanyol ve Portekiz'lilerce gerçekleştirilmiş katliamalardan söz edilir ve bu milletler barbar oldukları konusunda eleştirilir. Bu dönemde Osmanlı'nın 1699 Karlofça antlaşması ile duraklamadan gerilemeye geçtiğini düşünülürse, kitapta da Robinson'un buralardan hiç bahsetmemesi ilginç bir paralellik gösterir. Tıpkı Osmanlının gelişmesi zamanında olduğu gibi Rusların iç Asya eksenindeki hareketleri ve başarıları bu dönemde Avrupalılarca daha ilgi çekici bulunduğundan bu memleketle ilgili görüşler ve bilgiler kitapta çok sık paylaşılır. Kitapta Türklerle ilgili olarak iki ilginç cümle sarfedilmiştir. Birinde Robinson'un bıyığını "çok etkileyici" görünen Türkler gibi uzattığından bahsedilir. İkincisinde ise, Robinson bir İspanyol ile Türk arasında, iyi efendilik karşılaştırılması yapılsa, Türk'ün muhtemelen daha iyi olabileceğini düşündüğü anlaşılır.

Hıristiyanlık ve Robinson

Robinson'un yaşamını kendi ifadesi ile cehenneme çeviren gezme ve macera tutkusu, adada ilk zamanlar kalbinde hiç duymadığı tanrı korkusunu da keşfettirmiştir. Başına gelen olayları ilk zamanlar babasının sözünden çıkmasına karşı verilen bir tanrı cezası olduğunu düşünse de, bir süre sonra büyük yalnızlığının aslında tanrıyı anlamak yolunda hayatındaki en büyük fırsatı yarattığını düşünmüştür.

Adadaki ve sonraki hayatında önceleri düşüncelerinde yer bulmayan inançları, zamanla kararlarını alırken hayati ihtiyaçların da ötesine geçmiş ve adeta onu yönlendirmiştir. Özellikle Sibirya içlerini dolaşırken, Tatarların tapındığı bir putu arkadaşı ile yakması ve bunun sonucunda çıkan ayaklanmanın kendisi ve kervanındakilerin canını tehdit etmesi, bütün kitap boyunca her şeyden çok insan hayatına değer verdiğini ifade eden Robinson'un kişiliği ile çelişki yaratmıştır.
Sayfalar ilerledikçe, hümanist ve mücadelesini doğa ile sürdüren kişiliği, adeta bir sömürge valisi ya da herkesi kendi dinine inandırmaya çalışan bir misyoner kimliğine dönüşür. Cuma ile karşılaştığı ilk anda ona adını sormadan "Cuma" ismiyle hitap etmesi ve onun dininin özelliklerini ve bütünselliğini sorgulamadan hristiyan olmasına çabalaması aslında, sonradan ortaya çıkan kişiliğinin ipuçlarını vermiştir. Gittiği ülkelerin kültürlerini sorgulamadan onların yaptıklarını anlamaya çalışırken hep son noktada verdiği kararları "neticede bu insanlar putperestti" diyerek inanç tabanında sonuçlandırır. Bazen bu inançsız putperestlerin aşırı barbarlıklarına sebep olarak inançsızlıklarını görür. Ancak bir vahşinin dinini büsbütün terk ederek birey olabileceğini düşünür. Gerçekten de, Cuma o dönem edebiyatındaki hikâyelerde bir birey olarak anlatılan ilk yerlidir.
Robinson'un adada geçirmiş olduğu yalnızlık süreci sonraları Batı dünyasınında gerçekten tanrı yolunda atılması gereken iyi bir adım olarak değerlendirilmiş ve bu dönemde tanrıdan uzaklaşmak yerine büsbütün inançlarına daha çok sahip çıkması taktirle karşılanmıştır. Ancak bu özelliklerin yani bir kilise desteğinden yoksunken bu derece tanrı ile yakınlaşabilmesi Anglikan kilisesince inandırıcılıktan yoksun bulunmuştur.

Sömürge Düzeni ve Robinson

Roman, doğa ile insan mücadelesi şeklinde başlayan konusu ile ilgi çekici sömürge tarihi bilgileri ile de doludur. Batı Avrupa o dönemde sömürge yarışında yavaş yavaş Portekiz ve İspanyol üstünlüğünden Hollanda (Flemenk) ve İngiliz üstünlüğüne geçişini yaşamaktadır. İngilizler Hindistan, Çin ve Okyanusya bölgesinde önemli kazanımlar elde ederken, Latin devletleri arasında liderliği çeken Portekiz sömürge tarihindeki başarılı döneminden yavaş yavaş uzaklaşmaktadır. Bu noktada özellikle ikinci kitapta anlatılanlar dikkat çekicidir. Yazarın sonradan öğrenildiği üzere aynı zamanda bir İngiliz Hükümeti ajanı olması belki de, politik çıkarları açısından ilgi toplamış bir romanın gücünden faydalanmak isteyen devletin politik görüşlerini dünyanın geri kalanına kabul ettirme şansını arttıran bir nedenle kullanılmış olabilir. Bunun dışında tamamen yazarın şahsi politik görüşlerini ifade ettiği bir kitap olması da olasıdır. Tüm bunlara rağmen gerçek kaynağı ne olursa olsun Robinson'un ürettiği İspanyol-Portekiz-Çin karşıtı fikirler romanda sık sik yer bulmuştur.

Adadan kurtulup döndüğünde adaya yerleşmelerine yardımcı olduğu Avrupalılar artık ona kurtarıcıları veya yöneticileri gibi davranmakta, bu da Robinson'un kendisini adalet ve tanrı kurallarına göre hüküm vererek tebasını hoş tutan bir hükümdar gibi algılamasına sebep olmaktadır. Hatta tanıştığı Rus sürgünlere, halkının yöneticisini daha çok sevme kıyaslaması yapıldığında, Rus Çarından daha üstün olduğunu iddia eder. Onun bu üstün vasıflarını gören Tanrı sık sık karşısına bu iyilik ve adaletini kullanma şansını verecektir. Bu anlamda aslında yazar, Robinson ve onun sahip olduğu yeteneklerle tipik İngiliz sömürücüsüne karşılaşacağı barbar ve vahşilere nasıl davranması gerektiği konusunda yol yordam göstermekte, örnek olmaktadır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
5 Ağustos 2012       Mesaj #4
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Robinson Crusoe
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Daniel Defoe'nun romanı (1719). Yapıtın tam adı "The Life and Strange Surprising Adventures of Robinson Crusoe"dur (Robinson Crusoe'nun Şaşırtıcı Yaşamı ve Serüvenleri). Roman, Pasifik'teki Juan Fernandez Adası'nda 4,5 yıl geçirmiş olan Alexander Selkirk adlı bir denizcinin anıları ve diğer birtakım gezi notları üzerine kurulmuştur. Daniel Defoe, romanın inandırıcı olmasını amaçlamış ve önsözde, "gerçeklerin tarihini" yazdığını belirtmiştir. Bremenli bir tüccarın oğlu olan Robinson, macera tutkusuyla dolu bir gençtir. Gine'ye hareket eden bir yelkenli gemiyle Afrika kıyılarına gider. Götürdüğü malları satar ve küçük bir servet yaparak geri döner. İkinci deniz yolculuğunda, Türk korsanları tarafından yakalanarak Fas'ta esir olarak satılır. Bir kayıkla kaçarken, Portekizli bir kaptan tarafından Brezilya'ya götürülür. Brezilya'da kurduğu plantasyonda çalıştırmak için zenci köleler getirmek üzere Gine'ye giderken, bindiği gemi fırtınaya yakalanır ve Robinson sağ salim ıssız bir adaya çıkar. Buradaki yaşama uyum sağlamaya çalışır. Küçük çapta tarım ve hayvancılık yapar ve bir günlük tutmaya başlar. Yamyamların elinden kurtardığı Cuma'yı, iyi bir uşak ve iyi bir Hristiyan hâline getirir. Bir İngiliz gemisinin isyan eden tayfaları, kaptanı, Robinson'un adasına bırakmak üzere kıyıya yanaştıklarında Robinson, tayfaları böyle davranmamaları için ikna eder. Kaptan da, bu iyiliğe karşılık Robinson ve Cuma'yı İngiltere'ye götürür.

Böylece Robinson 28 yıl, 2 ay, 19 gün sonra yeniden ülkesine dönmüş olur. Daniel Defoe, "Robinson Crusoe"da, Don Juan, Don Kişot ve Fuast gibi, dünya edebiyatınde evrensel niteliği olan bir tip yaratmıştır. Robinson Crusoe, İngiliz Aydınlanma Çağı felsefesinin ideal bireyidir. Defoe bu yapıtta, bireyin mükemmelliğine yönelik dinî inancını ortaya koymuş ve "dünyaların en iyisi olan bu dünyayı" betimlemiştir. Robinson'un yararcı tüccar zihniyeti ve hümanist idealizmi, bu destanın temel dünya görüşünü oluşturur. Kendini Püriten burjuvazinin sözcüsü yerine koyan Defoe, yeryüzündeki refahın, zorlu ve namuslu çalışmanın Tanrı tarafından ödüllendirilmesinin bir sonucu olduğunu savunur. Robinson, sağlıklı bir zihniyete sahip olan bireyin, engel tanımaz ve sarsılmaz bir imanla umutsuz durumların nasıl üstesinden gelebildiğini kanıtlamak için yaratılmış bir tiptir. Yarattığı örnek karakter ve yalın dili nedeniyle "Robinson Crusoe", kısa sürede dünya çapında ün kazandı ve roman türünün kilometre taşlarından biri oldu. Roman birçok dile çevrildiği gibi, "robinsonad" adı verilen ve aynı temayı işleyen bir dizi romanın yazılmasına yol açtı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

8 Aralık 2016 / Misafir Cevaplanmış
25 Mart 2007 / KisukE UraharA Hayali Karakterler
29 Mart 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat ww
17 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
13 Aralık 2011 / Jumong Coğrafya