Arama

Arap Edebiyatı

Güncelleme: 16 Mayıs 2016 Gösterim: 20.830 Cevap: 2
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
18 Kasım 2007       Mesaj #1
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi

ARAP EDEBİYATI

Ad:  arap.ed2.jpg
Gösterim: 1226
Boyut:  64.4 KB

Söylentiye göre Arap şiirinin güçlü ve etkin olmasının sebebi olarak, devamlı uzun çöl yolculukları yapan Arapların (Ki Türkçe anlamı Göçebe/Yörük’tür) deve üstündeyken söyledikleri türkülerin ahenk ve ölçülerine göre devenin hızını arttırması veya azaltmasını fark etmeleriyle başlar. Bu buluşun teknik olarak anlamı, develerin müzikten anladığı şeklindedir. Arap şiirinin bel kemiği olan ve daha sonra İslâm’ı kabul eden diğer halkların şiirlerine de sirayet eden Aruz Vezninin çıkış kaynağı da bu buluştur. Devenin attığı adımlara göre oluşturulan Aruz vezni memdud (uzun hece) ve maksur (kısa hece)’dan oluşan Tavil, Medid, Basit, Kâmil, Vefir, Hezec, Recez, Remel, Seri, Munsarih, Hafif, Muzari, Muktazab, Muctas, Mutadarik ve Mutakarib olmak üzere on altı alt başlığa ayrılır.
Sponsorlu Bağlantılar
Bu başlıkların da her birinin kendi içlerinde ayrı ayrı anlamları vardır. Söz gelişi; Remel sevinç ve kederi anlatırken; Seri at koşmasını anlatır. Aruz konusunda bir diğer söylenceyi de nazar-ı dikkate almak elzemdir. Aruzun babası olarak kabul edilen Halil bin Ahmed, çarşıda demir döven demircilerin çekiç seslerini dinleyerek Aruz’u bulmuştur. Ayrıca Arap halklarının yaşamları ve özellikle göçebe yaşam Arap Şiirini besleyen belli başlı unsurlardır. Bilinen başlıklarıyla Arap Şiirinde görülen türler; Hiciv, Hamaset, Fahr, Medh, Rica, Nesib, Zühd, Hikem, İtab ve Gazel’den oluşur. Ayrıca Arap Şiirinde Yergi unsuru diğer kabilelere üstünlük sağlamak bakımından sıklıkla kullanılırdı. Bu şairler içinde en mühimi Zuheyr bin Canab’tır. Bilinen en eski Arap Şiiri türlerinde sıklıkla kullanılan imajlar; cin, peri, büyü gibi metafiziksel imajlardır. Tevrat’ta (Ahd-i Atik) geçen meşhur Balâam Laneti de bu dönemin şiirleri arasında yer bulur.

Arap Şiirinde Ölçüler:


Arap Şiirinde bilinen ilk ölçü Seci’dir. Bu ölçü daha çok nesir biçiminde ve fakat kafiyeli olan yazılardı. Seci’nin devamı olarak gelişen Recez Ölçüsü ise bir kısa ve bir uzun heceden oluşan bir ölçüydü. Doğallıkla Arap Şiirinde ilk ölçü olarak Recez kabul edilir. Recez’le aynı dönem Muallakat’ul Seb’a (Yedi Askı) dönemidir. Terim ilk defa çok sonraları Hammed er-Raviye tarafından kullanıldıysa da tam anlamıyla dönemi karşılamaktadır. Yedi Askı döneminde Arap halkı tarafından beğenilen en iyi şiirler Kabe duvarına asılarak sergilenirdi. Bu şiirlere de es-Samut (İnci Gerdanlığı) adı verilirdi. Dönemin ünlü şairleri arasında İmrul Kays, Tarafa, Zuheyr, Lebid, Amr bin Gülsüm, Antere, el-Haris bin Hilliza, Nabiga ve A’şa gibi isimler vardı. Aynı zamanda dönem, Kaside türünün gerçek formuna ulaştığı dönem olarak da bilinir. Bu şiir yarışmasında İbn-i Kuteybe Kuralları olarak bilinen bazı kaideler vardı.

İmr’ul Kays’ın (Gezgin Kral/Hondoc)
“Durun,
Sevgilinin ve Sıkt el-Liva’da
El-Dahul ile Havmel arasında
Tudah ve Mikrat’ın çevirdiği evinin anılarıyla
Ağlayalım.
Evi güneyden ve kuzeyden
Birbirinin aksi olarak esen rüzgârların etkisiyle
Henüz yok olmamıştır.” dizeleri veya Tarafe’nin;

“Hail bölgesinde
Duma denilen cennet gibi yerde,
Yapma nakışların geriye kalanları gibi,
Renkli taşlarla süslenmiş
Havle’nin terk edilmiş kısmında kalan harebelerde;
Oturdum, ağladım…” dizeleri İbnü Kuteybe Normları’na uygun birer Kaside başlangıcıdır.

Daha sonra sırasıyla Feryat, Yalvarma, Anıları Anlatma, Aşk, Seyahat, Binek Övme ve nihayetinde Kasidenin sonunda Kaside’nin ithaf edildiği kişiyi Övme kısmı gelirdi.

YEDİ ASKI ŞAİRLERİ


İmr’ul Kays:Yedi Askı şairleri arasında en eski ve en meşhur olanıdır. Kral olan babasını Beni Esed kalkışmasında kaybeden Kays, hayatının bundan sonraki dönemini gezgin olarak sürdürmüştür. Rivayete göre Hz. Muhammed tarafından en büyük şair ünvanıyla taltif edilen şair, Kral soyundan olması hasebiyle, İbn Kuteybe Kurallarından sonuncusunu (Soylu bir kişinin övüldüğü bölüm) şiirlerinde uygulamaz. Kays Bizans imparatoru taarfından zehirletilmiş ve Ankara yakınlarında hayatını kaybetmiştir.

Nabiga Zobyani:
IV. Munzir zamanında Hira yakınlarında doğan şair, Numan Ebu Kabus zamanında Kraliçeyi bir şiirinde överken müstehcen ifadelere yer verdiği için Şam’a sürüldü. Çok zengin olan ve saraya yakınlığıyla bilinen şair, Hz. Muhammed’den kısa bir süre önce Hira kentinde hayatını kaybetti.

Antere:
Çöl şairi ünvanlı Antere, köleyken gösterdiği kahramanlıklar sayesinde özgürlüğüne kavuştu. El Faruk savaşında tutsaklıktan kurtardığı kabilesinin kadınları sayesinde ünü Arabistan’a yayıldı. Sevgilisi Abla için yazdığı müthiş şiirlerle de bilinen ve ömrü savaşarak ve şiir okuyarak geçen Antere, Tai savaşında öldürüldü.

Tarafa (Tarafe):
Meşhur şiirinde yer verdiği “inatla arıyordu” dizesinden kinaye, olarak anılırdı. Hiciv unsurlarını sıklıkla kullanan şair, bir şiirinde kralı da hicvedince sonunu hazırladı. Kral onu ve yakın bir arkadaşını çağırarak bir görev amacıyla birer mektupla Bahreyn’e yolladı. Yolda kendi mektubu açan arkadaşı içinde ölüm fermanını görünce Bahreyn’e gitmekten vaz geçti. Kralın mektubunu açmayı doğru bulmayan , mektupla beraber Bahreyn’e gitti ve orada . Şair şiirlerinde kendini örnek göstererek yaşam hakkında bilgiler verir. Çocuksu ifadeler barındıran sevimli şiirleri de mevcut olan Tarafa’nın divanı Selighson tarafından Fransızca’ya çevrilmiştir.

Zuheyr bin Ebu Sulma:
Hz Muhammed’in Kasidecisi olarak bilinen ve Şairler Efendisi ünvanıyla taltif edilen Kaab Bin Zuheyr’in babasıdır. Yedi Askı döneminin Ahlakçılarındandır. Bu bakımdan şiirlerinde öğüt havası dominant unsurdur. İntihal yapmayan şairler sınıfında da zikredilen Zuheyr’in, dili de oldukça sadeydi. Gatafan’da yaşayan şair, Hz. Muhammed’le de karşılaşmış ve duasını almıştır. Zuheyr oldukça sert bir soyluluk anlayışına sahipti, o yüzden kendisine verilen hediyeleri geri çevirirdi. Çöl yaşantısının Araplara verdiği en önemli meziyet olan gurur Zuheyr’de had safhadaydı. Ölümüne el-Hansa tarafından yakılan ağıt meşhurdur.

Alkama bin Abda:
Imr’ul Kays ile şiir konusunda rekabet eden Gassani sarayına yakınlığıyla bilinen Yedi Askı dönemi şairi.

A’şa:
Arap Yarımadasının en meşhur şairidir. Hz. Muhammed’den önce de sonra da Tek Tanrı inancını benimsemiş olan şair, Hıristiyanlık dinine de yakın dururdu. A’şa; İmr’ul Kays, Zuheyr ve Nabiga ile dört büyük Arap Şairinden biri olarak kabul edilir. Batı Edebiyatında ise A’şa ve Kays en büyük iki Arap şairi olarak tanımlanır.

Hasan bin Sabit:
Hz. Muhammed’in kasidecilerindendi. İslâm ülkelerinde yaygın olarak okunan Sabit’in divanı Hirschfeld tarafından da yayımlanmıştır.

Kâab bin Zuheyr:
Büyük Yedi Askı şairi Zuheyr’in oğludur. Hz. Muhammed’i yeren şiirler okuması ve bu şiirlerin müthiş etkiler yapması üzerine ölüm emri çıkartılmış, özür dilemesi üzerine de affedilmişti. Bir numaralı Naat olarak kabul edilen Kaside-i Bürde’nin (Banet Suat) şairidir. Hz. Muhammed’in hırkasını (bürde) verdiği şair, Şairler Sultanı olarak anılır.

Mutammim:
Hz. Muhammed’in vefatından sonra ayaklanan Kureyş kabileleri içinde yer alan şair, Halid bin Velid’in (r.a.) kanlı bir şekilde bastırdığı kalkışma sırasında öldürüldü.

Hasan Basrî:
Kuramları tartışmasız olarak bütün İslâm topraklarında kabul gören ünlü İslâm ilahiyatçısı Basrî, sade ve anlaşılır şiirler yazmıştır.

İbn-i Rumî:
Aslen Rum olan şair 836′da Bağdat’ta doğdu. Şiirlerinde anlatım güzelliğine önem veren şair, Mutedid’in veziri Hüseyin Kasım’ı bir şiirinde yerdiği için zehirletilerek öldürüldü. Vezirle aralarında geçen konuşma meşhurdur: Zehirlendiğini anlayan İbn er-Rumî gitmek için ayağa kalkar. Vezir: “Nereye gidiyorsun?” diye sorunca, “Gönderdiğin yere.” cevabını verir. Vezirin “Babama da selâm söyle” demesi üzerine ise “Cehenneme gitmiyorum” diye yanıt verir.

İbn el-Mu’tez:
Halife Mu’tez’in oğludur. Babasının ölümünden sonra Murtazabillâh ünvanıyla halife olan el-Mu’tez sadece bir gün halife kalabildi. 908 yılında asiler tarafından devrilerek boğdurularak öldürüldü. Kitab ül Bedi aslı meşhur bir eseri vardır. Öldürülen kedisi için yazdığı mersiye ünlüdür:

“Mine,
Sen bizi terk ettin ve bir daha dönmeyecek misin?
Sen benim yavrum gibiydin,
Seni okşamadan nasıl yaşayacağım?
Sen bizim koruyucumuzdun.”

Sadi:
Gülistan ve Bostan adlı iki Şark Edebiyatı başyapıtının yazarı olan şairin, Hulâgû’nun Bağdat’ı yıkması ile ilgili yazdığı mersiyesi de başyapıt olarak kabul edilir. Sadi, Avrupa’da tanınan Arap şairlerin başında gelir.

Seci’li Nesir Dönemi:
Cumhura göre en büyük örneği olarak Kur’an verilen kafiyeli düz yazı İslâm’ın yayılmasıyla beraber Arap Edebiyatı içinde müthiş bir gelişme gösterdi. Bu dönemin en önemli türleri; Hutbe, Muhabere ve Makamat’tır. Özellikle X. yüzyılda Seci’li Nesir zirveye çıkmıştır.

İbn Nubata:
Mezopotamya doğumlu vaiz. El-Hatib ünvanıyla anılırdı. Yazılarının önemli bir bölümünü savaşlara ayıran sanatçının en önemli eseri rüyada Hz. Muhammed’i gördüğünü anlattığı Rüya Mev’izesi’dir. Hutbe, Mac Guckin de Slan tarafından çevrilerek Avrupa Edebiyatına kazandırılmıştır. Aynı günde kimsenin tanımadığı iki tane dervişin farklı zamanlarda kendisine gelip okudukları

“O kılıçla ölmez,
Başka türlü ölecektir.
Nedenler türlüdür ama
Felâket aynen böyledir”

dizelerinden hemen sonra öldü.

Ebu Bekir el-Harizmî:
Taberî’nin yeğeni olan sanatçı, 935 yılında doğmuştur. Günümüze kadar gelen ilk mektup kitabının yazarıdır. Yazdığı hicivler yüzünden Gazneli Mahmud’un veziri el-Utbî’nin emriyle hapse atıldı. Resail adlı eseriyle bilinir.

Bediüzzaman el-Hamadanî:
1008 yılında öldü sanılarak gömülen yazar, mezardan çıkmak için çaba sarf ederken çıkarttığı sesleri duyan çevredekiler tarafından mezarı tekrar açılarak dışarıya çıkartılmaya çalışıldı. Ancak Hamadanî’ye ulaşıldığında yazar ölmüştü. Bir kez okuduğu bir kitabı ezberine alacak denli iyi bir hafızaya sahip olmasıyla meşhurdu.

Harirî:
Seci’li Nesir’in en büyük ustası olarak kabul edilen yazar, Makamat türünde verdiği örneklerle şöhrete ulaşmıştır. Makamat’ın açıklaması Silvestre de Sacy tarafından yapılmıştır.

Basra ve Kûfe Ekolleri:
Genişleyen İslâm devleti resmî dili olarak Arapça’yı seçmişti. Bu durum Arap Dilinin doğru bir biçimde öğretilmesi ve yaygınlaştırılması için eğitim kurumlarına duyulan ihtiyacı ortaya çıkardı. Yedi büyük hafızdan biri olarak kabul edilen İsa bin Ömer bu devrin önemli isimlerindendir. Ayrıca Gramer konusunda otorite kabul edilen Halil bin Ahmed’de döneme damgasını vuranlardandır. Sanatçının Kitab’ül Ayn adlı bir de sözlüğü bulunmaktadır. Kitab adlı eseriyle Sibaveyh, Kitab’ül Müselles adlı eseriyle Kotrob ünvanlı Mustanir, Kitab’ül Matalib ile Müsenna, Kitab’ül Muammerin ile Hatim, Muhyiddin İbn’ül Arabi, Adab’ül Kâtib adlı eseriyle Kuteybe, Divan’ül Adab ile Cevheri, Fıh’ul Lugat adlı eseriyle Razi dönemin diğer önemli isimleridir. Aynı dönemde Profesör Ebu’l Kasım Mahmud ez-Zemahşeri Klasik Bilimler dalında sivrildi.

Kitab’ül Agani:
Şarkılar Kitabı anlamına gelen eser 897 doğumlu Ebu’l Ferec tarafından yazılmıştır. Arap Edebiyatının en önemli kaynaklarından sayılan eser, toplam yirmi bir cilttir. Kitapta bulunan bir çok şiir bestelenmiş olduğu için yazarına Ferec adı verilmiştir.

El-Yemenî:
Çok kuvvetli bir şair olarak tanınan Necmeddin Ebu Muhammed Umara bin Ali el-Yemenî, 1121′de doğdu. Selahaddin Eyyubî’ye yazdığı parlak kasidelerle bilinir. Ancak Kudüs Kralı tarafından Selahaddin Eyyubî’ye düzenlenen suikastte bulunduğu için idam edilir.

İbn Nobata Cemaleddin:
1278′de Meyyafarikin’de doğan şair. Sec’ el-Mutavvak adlı bir antolojisi, kendine ait bir de Divan’ı vardır.

İbn Hicca:
Azrarî lakaplı Arap şair. Bad’iyye adında Hz. Muhammed’in hırkası için yazılmış şiirleri ünlüdür. Semerat el-Evrak adında bir de antolojisi vardır.

İbn Fadlullah Ömerî:
Aruz öğrenimini Şam’da tamamlayan yazarın Favazil es-Samar adlı eseri meşhurdur. Şair, Recez türünde eserler vermiştir.

Ayşe el-Ba’uniyye:
Hz. Muhammed için yazdığı m kafiyeli Feth el-Mübin adlı Naat ile üne kavuşan kadın şair. Çocuk eğitimiyle ilgili yazdığı Behcet el-Huld türünün ilk örneklerindendir.

Bin Bir Gece Masalları:
Kitab’ül Elif Leylâ ve Leylâ adıyla ünlenen, çocuklara ve yaşlılara hoş vakit geçirtme amacıyla yazılan kitapların en meşhurudur. Şehrazat ve Dinazad’ın öykülerinin anlatıldığı Hezar Efsane, yazıldığı dönemde oldukça ses getirmiş, günümüzde de Şark Edebiyatı denilince akla ilk gelen eserlerden olmuştur.

Cabir’in kardeşi Hayyan’ın yanındaki hayatımla
Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var!

A’şa
Uzun mızrakla giysisini parçaladım.
Kerim kişi mızrağa yabancı değildir.

Antere
Eğer benim bir huyum sana kötü geldiyse
Benim giysilerimi kendi giysilerinden sıyırıver, kurtulursun.
İmr’ul Kays
Ali’nin gözleri ağrıdığından ilaç arıyordu,
Tedavi edecek birini bulamıyordu,
Resulullah tükürüğüyle onu iyileştirdi;
Derken üflenen ve üfüren mübarek oldu.
Buyurdu; bugün bayrağı öyle bir süvariye vereceğim ki,
Savaşta dilâver, cesur ve savunucudur.
O, Allah’ı ve Allah da O’nu seviyor;
Allah sağlam kaleleri onunla fethedecektir.
Bu yüzden Ali’yi bu özelliklerle muhtas kıldı;
O’nu kendine vasi ve kardeş seçti.

Son düzenleyen Safi; 16 Mayıs 2016 23:40
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mayıs 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Arap Edebiyatı


Anadili Arapça olan kavim ve ulusların ortaya koymuş oldukları edebiyat yapıtlarını kapsar. Arapça Arap Yarımadası'nda ilkçağlardan beri kullanılan bir dildir. İslam dininin ortaya çıkışından sonra yayılarak İspanya'dan Endonezya'ya kadar uzanan bir alanda 600 yıl boyunca kültür dili durumuna gelmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar

İslam Öncesi Dönem'de Arap Edebiyatı


Cahiliye Dönemi adı da verilen İslam Öncesi Dönem'de Arap edebiyatında şiirin özel bir yeri vardı. Devesinin sırtında uzun çöl yolculuklarına çıkan Bedeviler'in söyledikleri türküler Arap şiirinin kaynağını oluşturur. Yiğitliği, sevgiyi, çöl yaşamını anlatan bu türkülere deveci türküsü anlamına gelen hida denir. Göçer çöl insanının söylediği bu türküler kentlerde söylenmeye başlanınca belli değişikliklere uğrayarak kesin ölçüler kazanmıştır.

İslam öncesi Arap şiirinden günümüze kalan en önemli örnek el-Muallakatü's-Seb'a'dır (Yedi Askı). Bu şiirler Ukaz panayırında düzenlenen bir şiir yarışmasında beğenilerek Mısır ketenine yazılmış ve Kâbe'ye asılmıştı. Hidalarla benzer konuları işleyen bu şiirlerde gelişmiş bir dil ve anlatım görülür. Hangi yıllarda yazıldığı kesin olarak bilinmeyen Yedi Askı şiirlerini İmruü'l-Kays, Tarafe ibnü'l-Abd (539-564), Haris bin Hilliza, Amr bin Kulsum, Antere bin Şeddad, Züheyr bin Ebu Sulme, Lebid adlı şairler yazmıştır.

Yedi Askı şairleri dışında ünü günümüze kadar gelmiş başka şairler de vardır. Koltuğunun altında uzun bir bıçak taşıdığı için Teabata Şarran adıyla bilinen şair bunlardandır. Şiirlerinde üstüne binerek dolaştığı koçundan, hayal ettiği korkunç yaratıklardan söz eder. Kurnazlığı ve savaşçılığı üzerine birçok öykü anlatılan Şanfara, karşılıklı söyledikleri yergilerle ün kazanmış Evs el-Hadıra ile Zebban İslam öncesi dönemin başlıca şairlerindendir.

Bu dönemde muamma (bilmece), hayvan masalları, efsane ve halk öyküleri gibi düzyazı türleri de gelişmiştir. Samar adı verilen ve kent dolaşılarak anlatılan söylence ve öyküler daha sonra yazıya geçirilmiştir.

İslam'ın İlk Dönemi ve Emeviler


İslamiyet'in kurucusu Muhammed'in döneminde, ölçülü ve uyaklı bir dili olan Kuran'ın özel bir yeri vardı. Seci denen uyaklı Kuran dili özellikle ilk surelerde şiir düzeninde, çok duygulu ve etkileyicidir. Önceleri şairlere karşı tavır içinde olan Muhammed daha sonra toplumdaki etkilerini görerek onlarla iyi ilişkiler içine girmiş, İslamiyet'in savunuculuğunu yapan şairlerle dostluk kurmuştur. Bunlardan Hassan bin Sabit Peygamber'in şairi sanını almıştır.

Emeviler döneminde şiir dinsel konuların dışına çıkarak gündelik yaşamla da ilgilenmeye başladı. Ömer bin Abdullah, Haris bin Halid, Abdullah bin Ömer Cerir ve Ferezdak gibi şairler günlük yaşamla ilgili şiir ve yergileriyle ün kazandılar.

Abbasiler Dönemi


Abbasiler döneminde Bağdat bir kültür ve sanat merkezi oldu. Arapça çok geniş bir alana yayılarak kültür dili haline geldi. Halife ve zenginler bilgin ve sanatçıları desteklediler. Zenginlerin koruması altına giren şairler efendilerini öven şiirler yazıyordu. Şairlerin bir araya gelerek aralarında yarışmalar düzenlemeleri de şiirin gelişmesinde katkıda bulundu. Beşşar bin Bürd ve Ebu Nuvas zevk ve eğlenceyi konu alan şairlerin önde gelen temsilcileridir. Halid ve Sibeveyhi gibi dilciler Arapça'nın dilbilgisi kurallarını saptadılar. Yunanca'dan yapılan çeviriler yabancı kültürlerle ilişki kurulmasını sağladı.

Bu dönemde, Bağdat dışında da önemli şairler yetişti. Çoğunlukla geleneğe bağlı olan şairlerden Mütenebbî (905-965) şan ve şöhret duygularını dile getiren şiirler yazdı. Ebu Temmam (804-845), kendinden önceki şairler üzerine Hamse adlı büyük bir derleme hazırladı.

Araplar'ın yazın gözde şairlerinden biri olan Ebu'l-Âlâ el-Maarri (973-1057) Suriye'de yaşadı, saray şiirine karşı bir şiir anlayışı geliştirdi. Şiirlerinde dönemin toplumsal adaletsizlik, acı ve ölüm gibi sorunlarını ele aldı. Bilgiye ulaşmanın yolu olarak iman yerine aklı savundu. İslam'ın cennet-cehennem anlayışını yergi diliyle eleştirdi ve saray şairlerini cennet-cehennem bekçileri diyerek alaya aldı.

Türk edebiyatını da etkileyen Tasavvuf şiiri de bu dönemde doğdu. Dinsel kurallar karşısında hoşgörü ve inanç özgürlüğünü savunan Tasavvufçular, halifelerce hoş görülmeyerek cezalandırıldılar. Tasavvuf şairlerinin en ünlülerinden Hallac-ı Mansur (858-922) Tanrı'nın kendisinde yansıdığını söylediği için öldürülerek derisi yüzüldü.

Abbasiler döneminde seci denen ölçülü, uyaklı düzyazı yapıtları da hızla çoğaldı. Öncelikle Kuran ayetlerini ve hadisleri yorumlamak amacıyla yazılan düzyazı, savaşları anlatan yapıtlarla gelişti. Bu dönem yazarlarının en tanınmışları Ebubekir el-Harizmi (935-993) ve Hemedanî'dir (969-1008). Harirî (1054-1122) makame türünün Arap edebiyatına girmesini sağladı. Bu dönemde Basra ve Kûfe okulları ile Nizamiye medreselerinde dilbilim çalışmaları yapıldı. İlk Arapça dilbilgisi kitabı bu dönemde yazıldı. Dilbilim alanında çalışmalarıyla ünlü yazar Ebu Hayyan Türkçe üzerine de dört kitap yazdı.

Arap Edebiyatı Üzerine Bir Sunuş


“Edebiyat” sözcüğü Arapça kökenli olan “edep”ten üretilmiş Osmanlıca bir terimdir. Çağdaş Arapça’da da çok nadir olarak kullanılan bu deyim de Osmanlıca’dan alınmıştır. Osmanlı dil kalıbı içinde baktığımızda “iktisadiyat”, “ictimayat” ve benzeri kelimeler gibi “edebiyat” kelimesi de sonradan uydurulmuş bir özellik taşımaktadır.

Arap edebiyatı denince akla doğal olarak şiir gelir. Gerçekten de şiir, Arap edebiyatının neredeyse yüzde seksenini dolduracak bir zenginliye sahiptir. Roman ve benzeri türler Arap edebiyatı için henüz yeni sayılmaktadır. Arap şiirinin merkezinde ise “kaside” bulunmaktadır. Kasidenin seçilmesi konu olarak bir şeyi anlatmaya daha müsait oluşudur. Klasik Arap şiiri Aruz üzerinde kurgulanmaktadır. Aruz’un ilk kez kalıplaşması İslam’dan sonradır. Yaklaşık VIII. Yüzyılda İmam Halil b. Ahmet (öl. 786) isimli bir alim tarafından o zamana kadar kullanıla gelen Aruz düzenlenmiş ve ona ilmi bir içerik vermiştir. Aruz, Araplara göre, “ilmü’ş-şi’r”, yani şiir ilmidir; manası “çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelmektedir. Bu Eski Türkçe’de “orda” sözcüğüne denk gelmektedir. Arapçada aruzun 19 bahiri ve 6 dairesi bulunmaktadır. İran ve Türk edebiyatında ise 14 bahir ve 4 daire vardır. Her bahir bir kalıptan, birkaç neviden ve sınıflamadan oluşuyor. Örneğin hecez bahrinin birden fazla nevi vardır. İran edebiyatında hezecin 24 kalıbı gözükmektedir. Türk edebiyatında Aruz’un bütün çeşitlerini kullanan Fuzûlî’dir. Bu kalıplaşma Arapça’nın dil yapımından ileri gelmektedir.

Roman sözcüğü ise Arapça’da kullanım olarak yeni değildir. Araplar bu kelimeyi “kıssa” olarak telaffuz ederler. Kıssa, örnek bir ismin üzerine kurgulanır ve onun yaşamını konu alırdı. Klasik Arapça’da bu isim genelde peygamberler olmuşlardır. “Kıssa-i Enbiya”lar serisi bir nevi “peygamberler romanı” demektir. Ama klasik “kıssa” ile, günümüzde kullanılan roman karşılığı “kıssa” arasında burada üslup ve terkip farkları bulunmaktadır. En büyük farkı şu, ilkinde yazarın görevi sadece anlatmak ve aktarmaktır; ikincisinde ise kurgulama ve yeniden tanımlama da vardır.

“Hikaye” ise Arapça “uksûsa” demektir. Bin Bir Gece masallarında binlerce hikaye yer almaktadır. Hikaye, aslında bir “kanıtlama” biçimidir. Eski düşüncede “söz” kendisi kanıttır. Yani bir şeyin nesnel tanımıdır. Örneğin, “ağaç” sözü, ağaç türünden bir bitkinin isim olarak kanıtıdır. Ama sözcüklerin hepsinin görülür varlık nedenleri olmayabilir. Yani, soyut özellikli sözcükler de bulunmaktadır. Örneğin “hayal” sözcüğü. Varlıksal anlamda görülür bir mevcudiyeti olmayan bu sözün, işlev ve gerçeklik nedenleri vardır. Hikaye, işte sözcüğün bu ikincil yapısının kanıtlama biçimidir. Bu anlamda konuşan her kes hikayeci olabilir. Hikayeci olmak için “tam anlamlı” bir tanıma genişlik kazandırma yeterlidir. Örneğin, bir şey konuştuğumuzda onun önemine vurguda bulunmak için bir olay anlatırız. Bu anlama genişlik kazandırmak için başvurulan ek anlatım hikayedir. Bu halk konuşmasından alınmış bir tanımlama ve kanıtlama yöntemidir. Örneğin, “insan olmak onun zatinde vardır” tanımına daha geniş bir anlam kazandırmak için “eşeğe altın semer vursan yine de eşektir” misalini getirirler. Bu söylenen bir şeye ilaveten bir güç kazandırmadır. Veya, “ahlaki güzelliğin” ne olduğunu anlatırken peygamberin yaşamından bir olayı örnek sunmaktır. Yani, hikaye, bir anlamın geniş bir alanda savunmasıdır. Bunun en tipik örneklerini günümüz düşüncesinde de buluruz. Söz gelişi, Sait Nursî’deki kanıtlama türü hikayedir. Örneğin, Gençlik Rehberi risalesinde “ismin” öneminden söz ederken, bir de çöle düşen iki insanın hali anlatılmaktadır. Ama ilmi açıdan kanıt olarak hikayenin sunulması sorunludur. Çünkü, bir şeyin kanıtı kendisi olamadığı sürece, sorunun diğer anlamlar üzerinde yayılmasına neden olmaktadır. Bu yüzden din adamlarının anlatımında sunulan hayati ve ilmi bir şeye ilişkin katılama olarak hikayeye baş vurmak üslup olarak bir eksikliktir. İşte “hikaye”nin tanımı böyle bir şeydir.

Arap edebiyatı en zengin dönemini İslam’ın ortaya çıkmasından sonra yaşamıştır. Özellikle de, hicretin II. Asrından sonra muazzam bir edebiyat örneği ortaya çıkmaktadır. Ama, ne denli zengin olursa olsun, edebiyat son yüzyıla kadar hep seçkin öğretisi olarak kalmıştır. Arap edebiyatı Osmanlı’lar döneminde korunmuş ve etkisinden bir şey kaybetmemiştir. Arap edebiyatında görülen büyük değişim ve ona çağdaş tanımını kazandıran tarih XIX. Yüzyıldır. Bu farkı, değişimi, olumlu ve olumsuzluklarını ortaya koymak için Arap edebiyatını ülkelere göre izlemek en doğru olanıdır.
Son düzenleyen Safi; 16 Mayıs 2016 23:08
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
16 Mayıs 2016       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  arp ed1.jpg
Gösterim: 981
Boyut:  111.4 KB

Arap edebiyatı


Arapça konuşan kavim ve ulusların ortaya koyduğu edebiyat yapıtlarının tümü.

İslam öncesi dönem.


Arap dünyası, İslamdan önce de zengin bir edebiyat geleneğine sahipti. Bu dönemde şiirin düzyazıya göre ayrıcalıklı bir yeri vardı. Bedevilerin, köylülerin ninnileriyle iş türkülerinin yaygınlığı da bunu gösterir. Arapçada “bilen” anlamına gelen şair, toplumda büyük ilgi ve saygı görürdü. Aruz ölçüsü daha bu dönemde büyük yaygınlık kazanmıştı. Hiciv ve mersiye birçok şairin öncelikle yeğlediği türlerdi. Panayırlarda, saraylarda, konaklama yerlerinde aşk şiirleri zevkle dinleniyordu. Bedevilerin günlük yaşamında önemli bir yer tutan deve için de birçok şiir yazılmıştı.
Arap şiirinin klasik biçimi olan kaside, her türlü ustalığın gösterildiği bir tür idi. İslam öncesi Arap şiirinin başyapıtı, 8. yüzyılda hazırlanan Muallakatü’s-Seba adlı kaside derlemesiydi. Söylentiye göre bu kasideler Ukaz Panayırı’nda (Suk-ı Ukaz) yapılan şiir yarışmalarında beğenilmiş ve Mısır ketenine yazılarak Kâbe’nin duvarına asılmıştı. İmruü’l-Kays(, TarafaÇ), ZüheyrÇ), Le- bîd, Amr bin Kulsum, Antere ve Haris bin Hillize Muallakatus-Seba şairleriydi. Bunlardan Antere, kendi adıyla anılan bir öyküye konu olmuş (bak. Antere Hikâyesi), Arap kahramanlığının simgesi durumuna gelmişti. Kadın şair Hansa, kardeşinin ölümü üzerine yazdığı mersiye ile tanınır. İmruü’l-Kays, Tarafa, Nabiga, Züheyr, Lebîd gibi şairler de günlük yaşamın çeşitli yönlerini, yaşama sevincini şiirleştirdiler.
İslam öncesi dönemde düzyazı geleneği muamma, hayvan masalları gibi türlerde gelişti. Arap düzyazısı saraylarda ve Bedevilerin gece sohbetlerindeki öykülerde kişiliğini buldu. Kahramanlık, aşk, baba ile oğul arasındaki mücadele ve “Ashab-ı Kehf’ten söz eden eski Hıristiyan efsaneleri bu öykülerin başlıca konularındandı.

İslamın ilk dönemi ve Emeviler dönemi.


Hz. Muhammed döneminde ayrıcalıklı bir yeri olan Kuran, dilindeki şiirsellik nedeniyle de öbür edebiyat yapıtlarının yanında uzun süre üstünlüğünü korudu. Hz. Muhammed, yaygınlaştırmaya çalıştığı din sistemi içinde şairlere pek yer vermek istememişti.
Ama sonradan şairlerin toplumdaki etkisini göz önüne alarak onlarla iyi ilişkiler kurdu. Hassan bin Sabit (ö. y. 674), Hz. Muhammed’in düşüncelerini savunan şiirler yanında, İslama ve peygambere yönelik hicivlere de şiirle karşılık verdi. “Şairü’n-Nebi” (Peygamberin Şairi) sanını kazanıp her dönemde saygıyla anıldı. A’şâ (ö. 629) ve Ka’b bin Züheyr de onun izinden giderek Hz. Muhammed’i öven şiirler yazdılar.

Emeviler döneminde şairler yalnızca dinsel konularla değil, gündelik yaşamla da ilgilenıneye başladılar. Yeni ülkelerin alınınasıyla artan zenginlik gündelik yaşamda refaha yol açarken, edebiyatta da bu dünyaya yönelinınesine neden oldu. Bu anlayışın önde gelen şairleri arasında Ömer bin Abdullah (İbn Ebi Rabia), Haris bin Halid, Abdullah bin Kays er-Rukkayat, Abdullah bin Ömer el-Arci sayılabilir. Mekke’de Abdülhakim el-Cumahi, içinde aynı zamanda oyun oynanan ve şiir okunan bir mahfel açtı; Ahvas burada aşk şiirleri yazdı. Bu eğilim Bedevileri de yakından etkiledi. Bedeviler arasında Kays bin Zerih, Mecnun, Cemil; Şam sarayında da Ahtal, Cerir, Ferezdak gibi şairler günlük yaşamın tatlarını konu edinen şiirleri ve hicivleriyle saygınlık kazandılar. I. Velid döneminde (705-715) Şam’da Yemenli Vazzah, sonunda kendi yaşamına mal olan şiirler yazdı. II. Velid (hd 743-744) lirik şiirlerinden başka içki üzerine şiirleriyle de ilgi çekti.
Abbasiler dönemi ‘Altın Çağ”. Abbasiler döneminde Arap edebiyatı geniş ölçüde Fars kültürünün ve sanatının etkisinde kaldı. Bağdat’ın bir kültür ve sanat merkezi haline gelmesiyle Arap edebiyatında yeni bir dönem başladı (750-1258). Arapça da Suriye, İran ve Yunan-Roma etkilerini birleştiren, çeşitli halklar arasında bağ kuran bir dil olarak ayrıcalıklı bir yer kazandı. Bilimsel çalışmaların destekçisi olan Memun ve öteki halifelerin kurduğu araştırma merkezleri ve kütüphaneler kültür ve sanatın biçimlenınesine önemli katkılarda bulundu. Bu dönemde geçmişe ait değerlerin korunınasına çalışıldı. Ayrıca Halid ve Sibeveyhî gibi dil bilginleri Arapçanın dilbilgisi kurallarını saptadılar. Sibeveyhî’nin elKitab adlı yapıtı Batılı bilginlerce de ilgiyle okundu. Eski dönemin şiirleri derlendi. Yunancadan yapılan çeviriler, yabancı kültürlerle ilişki kurulmasına yardımcı oldu. Bu arada Arap geleneklerini savunanlarla Fars ve Yunan uygarlıklarını yayan Şuubiye akımı yanlıları arasında çatışma baş gösterdi. Şuubiler, Araplara karşı kendi uygarlıklarını ve varlıklarını siyasal çerçevede savunınaya çalıştılar. Bu iki akımın çatışmasının özel bir alanı olan şiir, Bedevi şiirinin geleneksel biçimiyle felsefe, tasavvuf, aşk ve şiir konularında ortaya çıkan yeni anlayış arasında duraksama gösterdi. Kaside türüne bağlı, şan ve şöhret duygularını dile getiren, ünü Kuzey Afrika ve Mısır’a kadar yayılan Mütenebbi, ahlakçı ve methiyeci Ebu Temmam ve onun öğrencisi Buhturi ile Suriye gelenekçilerin ülkesi oldu. Irak ise, “zevk ve eğlence şiiri”nin vatanı durumuna geldi. Bu akımın temsilcileri arasında Beşşar bin Bürd, İbnü’l-Mutez ve Ebu Nuvas anılabilir. Harun Reşid (hd 786-809) ve Emin’in (hd 809-813) saray çevrelerine çok yakın olan ve onlarca desteklenen Ebu Nuvas, Arap şiirinde gerçekçilik anlayışının başlatıcısı oldu; günlük yaşamın hemen her yönünü şiire sokarak özellikle aşk şiirleriyle ünlendi. Yalın bir dille dinsel şiirler yazanlar arasında da Ebu’l-Atahiye ve Ebu’l-Ala el-Maarri anılabilir. Bu dönemde Hallac-ı Mansur tasavvuf şiirinin en önemli temsilcisidir. Yeni bir görüş getiren Hallac-ı Mansur’a göre varlık kavramı yalnızca Tanrı’yı içerir; insan ise Tanrı’ya en yakın olan, Tanrı’yı kendi özünde dile getiren bir varlıktır. İnsan kendi maddi tutkularına son verip “fenafillah” sırrına erince gerçeğe (Tanrı’ ya) kavuşur. Hallac-ı Mansur’dan sonra bu türün sözü edilebilecek temsilcisi Ömer el-Fariz’dir (ö. 1235).

Abbasiler döneminde


siyaset, kültür, ekonomi alanlarındaki gelişmeler düzyazıya da yeni biçimler kazandırdı. Risale adı verilen edebi mektup türü Abdülhamid el-Aşgar (ö. 749) tarafından oluşturulmuştu. Ebubekir el-Harizmi, sanatlı üslubun gelişmesine önemli katkılarda bulundu. Cahiz, Aristoteles’in yapıtlarından geniş olarak yararlandı ve yapıtlarında o gün için özgün sayılabilecek felsefi ve bilimsel görüşler ileri sürdü. Hariri makame (küçük hikâye) türünün Arap edebiyatının klasik ürünleri arasına girmesini sağladı.

Arap düzyazısı, Hz. Muhmmed’in yaşamöyküsünü konu edinen, Sire savaşlarını anlatan megazi, soysop bilgisi demek oian ensab ilmi, tarih (Taberi, Mesudî, Yakubî), coğrafya ve gezi (Belhi, Biruni, İbn Battuta, Ebu’l-Fida), hadis (Müslim, Buhari), tefsir (Taberi, Fahreddin Razi, İbn Kesir), kelam (Eş’ari, Bakıllani, Gazali) gibi alanlarda verilen ürünler ile zengin bir birikime kavuştu. Mesudî gezi yazısı türündeki yapıtlarında siyaset, ahlak ve dinle ilgili konulara da yer verdi.
Halifeliğin çökmesine, yeni hanedanların ortaya çıkmasına, 10, 11 ve 12. yüzyıllarda taşra yaşamının oldukça önem kazanınasına karşın, edebiyat gelişmesini sürdürdü. İspanya’da önce Kurtuba’da (Cördoba) daha sonra da Tuleytule (Toledo), Gırnata (Granada), İşbiliye (Sevilla) saraylarında, Kuzey Afrika’da Murabıt ve Muvahhid saraylarında şiir, esinini özlem duygularıyla Doğu’dan ve İspanya’dan aldı. (İbn Abdü’rRabbihi). Aşk ve kadın gibi eski temaları yeniden işleyen bu türün en tanınınış örnekleri, aynı zamanda bilgin de olan İbn Hazm’ ın yapıtlarıdır. Felsefe alanında ise, ilk Arap filozof olarak tanınan el-Kindi, İskenderiye yoluyla Doğu’ya yayılan Plotinos’un Yeni-Platoncu görüşlerini değişik biçimde yorumladı, Aristoteles ile Platon’u uzlaştırmaya çalıştı. Batı dünyasında Avicerına diye bilinen ünlü düşünür ve hekim İbn Sina, Endülüslü İbn Rüşd, Gazali, İbn Haldun Arapçanın felsefe dili olarak gelişmesine, dolayısıyla da Arap düzyazısının zenginleşmesine katkıda bulundular.
Arapça konuşulan ülkelerin 13. ve daha sonraki yüzyıllarda çeşitli devletlerce istila edilmesi ve uzun yıllar sömürge durumunda kalması, Arap edebiyatında özellikle yazılı geleneğin etkisini yitirmesine yol açtı.

Çağdaş Arap edebiyatı.


Arap dünyasında 18. yüzyıldan sonra Batı dünyasının etkileri görülmeye başladı. Gittikçe yoğunlaşan Batı etkileri karşısında üç eğilim tartışma gündemine geldi: 1) Klasik biçime dönınek ve eskiyi canlandırmak,
2) Arap edebiyatını Batılı verilere göre geliştirip yenileştirmek,
3) Arap edebiyatını, özünü saklı tutınak koşuluyla Batı kültürü yöntemleriyle geliştirmek.

Arap aydınları arasında özellikle üçüncü eğilim benimsendi. Bu harekete Arap edebiyatı rönesansı ya da Arapça adıyla en-Nahdetü’l-Edebiye denir. Süveyş Kanalının açılışı, Arabi Paşa ayaklanınası, Mısır’ın işgali gibi siyasal ve tarihsel olayların zorlamasıyla gözlerini Batı’ya çeviren aydınlar, bu kültürden yararlanına yolunda görüşler geliştirmeye başladılar. Bu aydınların başında Mısırlı Muhammed Abduh ve Corci Zeydan gelir. Bazı aydınlar da Suriye ve Lübnan’dan Amerika’ ya göç edip, orada çağdaş Arap edebiyatımn temellerini oluşturmaya çalıştılar. Lübnanlı şair Halil Cibran, New York’ta kurulan er-Rabıtatü’l-Kalemiye adlı edebiyat derneğinin başına geçti. Bu derneğin üyeleri olan yazar ve şairler, eski edebiyat geleneğini yadsıyıp yeni bir anlatım biçimi oluşturmaya yöneldiler. Bu yönleriyle de hemen bütün Arap dünyasında etkili oldular. Mısır’da ise Ahmed Lütfi es-Seyyid, el-Akkad ve Taha Hüseyin klasik Arap edebiyatı üzerine önemli çalışmalar yaptılar.

Batı kültür ve edebiyatının temel yapıtlarının Arapçaya çevrilmesiyle Batı’daki bazı edebiyat akımları Arap dünyasında etkili olmaya başladı, Arap edebiyatı biçim ve içerik yönünden değişme sürecine girdi. Bu dönemde de şiir ön sıradaki yerini korudu. Batı şiiri doğrultusunda gelişen yeni Arap şiirinin yanı sıra, eski biçimlere sıkı sıkıya bağlı şiir akımı da belirgin bir etkiyi sürdürdü. Bu dönemin önde gelen şairleri arasında Suriyeli Nasif el-Yazıcı, Mısırlı Ahmed Şevki, Halil Mutran, Ahmed Zeki Ebu Şadi, Iraklı Abdülgaffar el-Ahras, Abdülbaki el-Faruki, Abdülmuhsin Kâzımi, Lübnanlı Georges Şehade, Fuad Ebu Zeyd, Cezayirli Kâtib Yasin özellikle anılabilir.

Arap edebiyatının yeni tanıştığı edebiyat türlerinden roman, kısa öykü ve oyun 19. yüzyıldan başlayarak Avrupalı örneklerin etkisiyle kısa sürede gelişti. Batı örneklerine çok şey borçlu olmakla birlikte öykü, yeni şiir biçimleri ve deneme gibi türlerin kökleri ise klasik Arap edebiyatına dayanıyordu.
Arap edebiyatında ilk roman örnekleri tarihsel roman türünde verildi (Corci Zeydan, Muhammed Ferid Ebu Hadid). Mısırlı Muhammed Teymur ve kardeşi Mahmud Teymur da Maupassant ve Çehov’unkini andıran akıcı bir dille gerçek yaşamöyküleri yazdılar. Ubeyde kardeşler, Isa, Şihata, Tahir Laşin, Mahmud Ahmed, Enver Şaul, Abdülmesih Haddad, Mihail Nuayme öykü, Tevfik el-Hakim de roman türünün önde gelen adlarıydı. Özellikle Lübnan ve Cezayir’de Arap edebiyatının iki dilde (Arapça, Fransızca) geliştiğini de belirtınek gerekir.
Tiyatro alanında başlangıçta uyarlamalara yönelinınesi doğaldı. Suriyeli Marun Nakkaş (1817-55) Moliere türünde komediler yazdı, Halil el-Yazıcı (1856-99) ilk trajedi örneklerini verdi, Necib el-Haddad (186798) Corneille, Victor Hugo ve Shakespeare uyarlamalarıyla ün kazandı.
Bugünkü Arap edebiyatı, 19. yüzyılda girişilen yenileştirme çabalarına bilinçle ve duyarlıkla yenilerini eklemekte, geçmişindeki zengin edebiyat mirasına dayanarak, dünya edebiyatları arasındaki gerçek yerini bulmaya çalışmaktadır.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

26 Eylül 2014 / Misafir Cevaplanmış
29 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
16 Mayıs 2016 / Mira Tarih
10 Şubat 2016 / _EKSELANS_ Bilim tr