Vahşetin Çağrısı (The Cali of the Wild)
Yazan JACK LONDON (1876-1916)
Başlıca karakterler
Buck: 63 kilo ağırlığında bir köpek; güçlü, sâdık ve hemen hemen bir insan kadar zeki; tekrar vahşi hayatına döner.
François: Fransız asıllı bir Kanadalı; köpek kızağı sürücüsü.
Perrault: Onun yoldaki arkadaşı.
Hikâye
63 kilo ağırlığındaki güçlü kuvvetli Buck, bir St. Bernard ve iskoç çoban köpeğinden dünyaya gelmiştir. Hâkim Miller ve ailesinin, güvenilir ve değerli bir yoldaşıdır. Miller'in California'nın Santa Clara Vâdisi'ndeki çiftliğinde koşar, dolaşır. Bu aristokratköpek, kendisini bir ev köpeği yapmak isteyen bütün gayretlere karşı çıkar.O yılın büyük Klondike grevi, Buck gibi köpeklerin değerini çok arttırmıştır. Hâkim Miller'in bahçıvanlarından biri, mutlaka ödenmesi gereken kumar borçlarından ötürü, köpeği, Alaska'nın soğuk iklimi için özel olarak köpek yetiştiren bir köpekçiye satar, îlkin sesini çıkarmayan Buck, haysiyet kırıcı bir şekilde boğazına ip geçirilmesini protesto eder. Fakat hislerini kaybettirircesine hayvanın boğazını sıkarlar, bir kafese korlar ve bir trene atarak Seatle şehrine götürürler ve oradan da kendisini yetiştirecek adama teslim ederler.
Sıcaktan kavrulmuş ve karnına hiç bir şey girmemiş Buck, şimdi bir şeytan gibidir. Kafesten çıkarılır çıkarılmaz, kendisini eğitecek kimsenin üstüne saldırır. Fakat adama kadar yetişemez. Ve eğitici elindeki sopayı, şiddetli bir şekilde Buck'a indirir. Buck, yine saldırır, ama yine sopayı yer. Adama bir kaç defa daha saldıran ve her saldırışında yenilgiye uğrayan Buck, ilk büyük dersini öğrenir: Elinde sopa taşıyan bir adam kendisinin hâkimidir.
Çok geçmeden Buck'ı, Perrault ve François admdaki Fransız asıllı iki Kanadalıya satarlar. Buck, Alaska'da dehşetli bir tecrübeden geçer. Eskimo köpeklerinin vahşeti, onu hayrete düşürür. Bu köpeklerden biri, Buck ile birlikte aynı vapurda bulunan sevimli bir köpeğe saldırır ve köpeği çevreleyen diğer köpekler tarafından parça parça edilir. Bembeyaz bir Spitzberger köpeği ki arktik bölgesinde tecrübesi vardır- bu vahşi manzaradan zevk aldığı için Buck'm silinmeyecek nefretini kazanır.
Bir sabah Buck'a koşumlar takılır ve kızağa konur. Şok geçiren Buck, isyan etmemek gerektiğini öğrenmiştir. Sürücü François ve diğer köpekler, Buck'a kızağı nasıl çekeceğini, kendisine sığınak yapmak için karı nasıl kazacağını, yakalanmadan nasıl yiyecek çalacağını öğretirler.
Perrault ve François, bölgenin uzak kısımlarında maden arayanların mektuplarını taşırlar. Bu kızak takımı, zahmetli ve tehlikeli patikalardan, günde, sadece yarım kilo veya yedi yüz elli gram güneşte kurutulmuş alabalık yiyerek, ekseriya altmış kilometre gider. Buck, başlangıçtan itibaren, müsamaha ederse de, Spitz'in liderliğine karşı çıkar. Spitz' in kurnaz küstahlığı kendisini son derece kızdırır. Bir eskimo köyünde, aç bir köpek sürüsünün hücumuna uğradıkları zaman, Spitz, bu fırsattan istifade ederek Buck'a saldırır. Ancak bu hücuma karşı koyduktan sonra kaçmak suretiyle Buck, kendisini kurtarır. Şimdi, Spitz'den her gün biraz daha nefret etmeğe başlar. Spitz'in liderliğini baltalamak için elinden geleni yapar. îki köpek, eninde sonunda, ikisinden biri ölünceye kadar kavga etmeğe mecburdurlar. Spitz, Buck'ın peşinde gittiği bir tavşanı öldürdüğü zaman, nihaî kavga gelip çatmıştır. Spitz, kurnaz ve usta bir kavgacıdır; fakat Buck, onun ön bacaklarını dişleriyle yakalayarak düşmanını devirir. Savaştan sonra, diğer köpekler Spitz'i parçalarlar.
Buck şimdi, ses çıkarmaksızm, kızağın liderliğinin kendisine verilmesini bekler, aksi takdirde kızağa girmemekte direnir. Sürücüler sonunda boyun eğerler ve Buck, artık, haşin bir «öğretmen» olur; öteki köpekleri âdeta kamçılayarak yeni bir dayanışma içine sokar.Skaguay'da, on dört günde hemen hemen dokuz yüz kilometrelik bir yolculuktan sonra ancak üç gün istirahat ederler ve kızağın köpekleri değiştirilir. Buradan, ağır bir posta yükü ile Dawson'a gideceklerdir. Buck, kızak liderliğinden gurur duyar; görevi ağır olmakla beraber, bu iş kendisini tatmin eder. Fakat ekseriya, garip bir atasal rüya kendisini bırakmaz: îlkel bir dünya görüntüsü ve kendi ecdadının birlikte avlandıkları ilkel insanlar.
Davvson'da sadece iki gün istirahat ettikten sonra, köpekler tekrar kızağa koşulur ve Skaguay'a doğru yola çıkılır. Ayrıldıktan otuz gün sonra Skaguay'a vardıkları zaman, fazlasıyle yorgun köpeklerin yerine diğerlerinin konması için, köpekler satılır. Buck ve iki yoldaşını satın alan iki erkek ve bir kadın, bu tundra bölgesi ve köpekler hakkında hiç bir şey bilmezler. Kızağa çok fazla yük koyarlar, köpeklere iyi muamele etmezler; ilkin onlara fazla yiyecek verirler, fakat yiyecek azaldığı zaman, köpekleri hemen hemen aç bırakırlar. Köpeklerin bir çokları ölür; diğerleri, kızağı çekemeyecek kadar zayıflar, kuvvetten düşerler. Nihayet talih kendilerine yardım eder ve John Thornton'un kampına ulaşırlar.
Thornton, onlara, yolculuğa devam etmemelerini, çünkü sular üzerindeki buzun çok ince olduğunu söyler. Fakat onlar, Thorton'u dinlemezler. Biri Buck'ı kırbaçlar. Gerçekte Buck'a çok kötü.muamele edildiğinden, hayvan şimdi bir deri bir kemik kalmıştır. Buck kızağı çekmeyi reddeder ve adam bu defa eline bir sopa geçirerek hayvana vurmaya hazırlanır. Thorton, adamın bu vahşetine artık dayanamaz ve üzerine atlayarak, köpeğe vurmasını engeller. Ardından, Buck'ı kızaktan çıkarır. Grup, yoluna devam eder. Fakat henüz gözden kaybolmamışlardır ki, altlarındaki buz tabakası kırılır, parçalanır; insanlar ve köpekler suya gömülürler.
John Thorton, Buck'ı tedavi eder; hayvan eski gücünü kazanır. Buck, şimdiye kadar hiç kimseye bağlanmadığı şekilde Thorton'a sâdık kalır. Ancak efendisine beslediği bu sevgiden ötürüdür ki, artık kendisini hiç bırakmayan, ilkel hayat çağırışına, «vahşetin çağrısı»na cevap vermez. Thorton'un ortakları geldikten sonra, adamları kampı dağıtırlar ve Buck da onlarla birlikte gider. Küçük bir şelâle üzerinden geçerlerken, Thorton suya düşer. Thorton'un emirlerine göre, Buck sahile yüzer ve hayvanın o-muzlarına ve boynuna ip geçirilir. Zaman zaman kendisini batıracak kadar kuvvetli akıntıya rağmen, Buck, Thorton'un yanına ulaşır. İkisi birlikte ağır ağır sahile doğru yüzerler. Bu arada tepelerden yuvarlanan kayalar onları batıracak, öldürecek kadar tehlike teşkil etmektedir. Fakat kurtulurlar.
Thorton, Buck Ue gitgide daha fazla gurur duyar. Kasabada, Buck'm, beş yüz kilo yüklü bir kızağı, buz üzerinden hareketle yüz metre götüreceğini söyler. Nihayet biri, 1,200 dolar bahse girer. Buck, ancak bir kızak takımının yapacağı işi, muazzam, inanılmaz bir gayretle tek başına başarır.
Thorton ve iki arkadaşı bu para ile, hakkında efsaneler söylenen bir madeni aramağa koyulurlar. Madeni bulamazlar ise de, bu araştırmaları sırasında, altının yağ gibi yattığı alçak bir vâdi ile karşılaşırlar. Adamlar, çalıştıkları her gün, bin dolarlık altın işlerler. Onlar çalışırken, Buck da, vahşetin çağrısına kulak verir. Günlerce, kamptan uzak kalır, bir kurt ile dolaşır ve çok uzak mazideki ecdadının yaptığı şekilde avlanır. Uzun bir ayrılıktan sonra kampa döndüğü zaman, Thorton ve arkadaşlarının öldürüldüklerini görür. Onları öldüren Kızılderililer hâlâ kamptadırlar; zaferi, dans ederek kutlarlar. Buck, çılgıncasına, Kızılderililerden birinin üstüne atlar ve boğazını parçalar. Ardından, derhal diğerlerine saldırır. Kızılderililer, şeytanî bir ruhun kendilerine saldırdığını sanarak, paniğe kapılır, dehşet içinde kaçarlar.
Buck da bir kurt sürüsüne katılır. Çarpışarak gücünü ispat eder; diğerlerinden çok daha kurnaz ve güçlü olduğundan, grubun lideri olur. Sürü büyür. Kızılderililer, Buck'm, kendilerine acı ve ıztırap çektirmek için gönderilen «Hayalî Bir Köpek» olduğuna inanırlar. Fakat her yaz, bir gün, Buck, vadiyi geçerek, Thorton'un mezarının bulunduğu ırmak kenarına gelir. Burada, âdeta derin bir düşünceye dalmışcasına, bir müddet mezarın başında oturur. Ayrılmadan önce, ölen efendisinin matemini tutarcasına, bir defa, uzun bir şekilde ulur.
Tenkid
Şefkat hisleri ve zekâsı, Jack London'u, ezilenler tarafına çekmiş olabilir. Fakat hissî açıdan bakıldığında, onun, ham ve ilkel gücün ve süper-insanın cazibesine kapıldığını görüyoruz. Alman filozofu, Friedrich Nietzsche'nin idealleştirilmiş «üstün insan» tipi, Jack London için, tekâmül işleminin zirvesi ve Vahşetin Çağrısı adlı romanın kahramanı oldu.
Buck'm, «medenîleşmiş» köpeğin, kurt ecdadının vahşetine dönmesini pek çokları ziyadesiyle tenkit ettiler. Kitap, bazılarına göre hissiz ve vahşi bir maceradır; «çiğ et ve kızıl kan kültü»nün aşırı bir ifadesi.Vahşetin Çağrısı'nı savunanlar arasında bile, romanın, genellikle sansasyonel, ekseriya inanılmaz ve bazan da bir parça gülünç olduğunu söyleyenler de her halde az değildir. Şu halde, Jack London'un 50 kitabı arasında, niye en fazla okunanı, en iyi hislerle hatırlananı bu kitaptır? Cevabı şu: Bu kahraman köpek Buck, hayranlık beslediğimiz pek çok faziletleri şahsında toplamıştır: Cesaret, sadakat, tahammül, azim, ve zekâ. Garip ve şaşırtıcı bir fon üzerinde, heyecanlı, kanı harekete getiren bir sürü maceralar, okuyucuyu tatmin eden, zevklendiren bir şekilde anlatılır. Batı dünyasının büyük romanlarmdaki kahramanlar gibi, Buck, kendi gücü ve zaafları hakkında kesin bir bilgi edinir.Romanı okuduktan sonra, kitabın realizmden yoksun oluşu ve Buck'm kendi içine kapanarak uzun uzun düşünmesi karşısında (sadece kendi hayatını değil, «kendi ırkının hayatı hakkında» da düşünmesi karşısında), ve onun inanılmaz kuvvetinden bahsedildiği zaman duraklayabiliriz. Fakat onun maceralarını da okurken beş yüz kilo ağırlığındaki un yüklü kızağı buzdan çıkarıp çekmeğe çalışırken, yükü, âdeta kendimiz çekiyormuş sanıyor, veya kurnaz ve kinci Spitz'in bir açığını yakalamak için onun çevresinde dönerken -kendimizi Buck'm yanında hissediyoruz. O zaman, bizim için ne realizm, ne de mantık önemli. îşte, kitabı elimizden bırakamazcasma bu satırları okuduğumuz zaman, Vahşetin Çağrısı'nda, Jack London'un, hikâye anlatış sanatının zirvesine çıktığını görüyoruz.
On sekiz yaşına geldiği zaman, London, midye korsanlığı, tahmil ve tahliye işçiliği yapan ve (kendisi hakkında kendi kelimeleriyle) «ayyaş bir serseri» idi. Ailesinin ısrarı ile, balina avlayanlarla denize açıldı. Denizden döndüğü zaman, »kafası ile yaşamağa» azimli idi. On dokuz yaşında iken de, liseye başladı. Bu kısa mektep hayatı sırasında, sosyalizmi benimsedi. Mektebe giderken, sosyalizm uğrunda nutuklar verdi ve bunlardan biri de, kendisini hapishaneye götürdü.
California Üniversitesine girdi, fakat daha ilk senesini bitirmeden ayrıldı. Bunda, kısmen, annesine yardım etmek arzusu, kısmen de üniversite hayatından nefret etmesi rol oynadı. Daha sonra, 1896'da, altın aramak için Klondike'a gitti, fakat bir damla altın bulamadan, iskorbüt'e yakalandı ve geri dönmeğe mecbur kaldı.
Jack, bu sıralarda, bir çeşit entellektüei olmuştu. Marx'i, Darwin'i, Spencer'i, Nietzsche'yi okumuş ve onların eserlerinden kendi özel felsefesini çıkarmıştı. Yazmağa başladı ve derhal tutundu. Alaska hikâyeleri bir edebî dergide, ve Kara Kedi adlı kitabı da, bugün de yayınlanan ünlü The Atlantic Monthly adlı dergide yayınlandı. Hikâyelerini bir araya getirdiği ilk kitabı (Kurtun Çocuğu) 1900'de yayınlandı. Bu kitabı, son derece tutunan diğerleri takip etti: Karın Kızı (1902), Vahşetin Çağrısı (1903), Deniz Kurdu (1904), ve White Fang (1906).
Fakat London, çok fazla yazdığından, yüksek sanatını her eserinde gösteremedi. Lüks yaşayışı için gerekli parayı temin için durmaksızın yazdı. Üstelik, şahsî krizler de mesleğine müdahale etti. 1900 senesinde, Bessie Maddem ile evlendi ve üç sene sonra, Charmian Kittredge ile evlenmek için onu boşadı. Bu arada, gittikçe daha fazla içmeğe başladı. 1916'da, Martin Eden adındaki otobiyografik romanındaki kahramanının yolunda giderek, intihar etti.
Çok sayıda kitaplarından, sadece bir kaç tanesi Amerika'da devamlıca okunmakta. Amerika dışında, bilhassa Sovyetler Birliği'nde, daha sonraları sosyalizmden vazgeçmesine rağmen, kendi ülkesinde olduğundan çok daha fazla tutuluyor. Bununla beraber, faşizmin ortaya çıkışını hayret uyandırırcasına önceden gördüğü The Iron Heel (Demir Topuk, 1907), sosyal düşüncelerini anlatan The People of the Abyss (Uçurumdaki İnsanlar, 1903), ve Vahşetin Çağrısı, hayatiyetlerinden hiç bir şey kaybetmedi.
Sponsorlu Bağlantılar
Başlıca karakterler
Buck: 63 kilo ağırlığında bir köpek; güçlü, sâdık ve hemen hemen bir insan kadar zeki; tekrar vahşi hayatına döner.
François: Fransız asıllı bir Kanadalı; köpek kızağı sürücüsü.
Perrault: Onun yoldaki arkadaşı.
Spitz: Büyük, kurnaz bir Spitzberger köpeği; Buck'un büyük rakibi.
John Thorton: Köpeklerin müşfik efendisi; köpekler, bilhassa Buck kendisini severler.
Hikâye
63 kilo ağırlığındaki güçlü kuvvetli Buck, bir St. Bernard ve iskoç çoban köpeğinden dünyaya gelmiştir. Hâkim Miller ve ailesinin, güvenilir ve değerli bir yoldaşıdır. Miller'in California'nın Santa Clara Vâdisi'ndeki çiftliğinde koşar, dolaşır. Bu aristokratköpek, kendisini bir ev köpeği yapmak isteyen bütün gayretlere karşı çıkar.O yılın büyük Klondike grevi, Buck gibi köpeklerin değerini çok arttırmıştır. Hâkim Miller'in bahçıvanlarından biri, mutlaka ödenmesi gereken kumar borçlarından ötürü, köpeği, Alaska'nın soğuk iklimi için özel olarak köpek yetiştiren bir köpekçiye satar, îlkin sesini çıkarmayan Buck, haysiyet kırıcı bir şekilde boğazına ip geçirilmesini protesto eder. Fakat hislerini kaybettirircesine hayvanın boğazını sıkarlar, bir kafese korlar ve bir trene atarak Seatle şehrine götürürler ve oradan da kendisini yetiştirecek adama teslim ederler.
Sıcaktan kavrulmuş ve karnına hiç bir şey girmemiş Buck, şimdi bir şeytan gibidir. Kafesten çıkarılır çıkarılmaz, kendisini eğitecek kimsenin üstüne saldırır. Fakat adama kadar yetişemez. Ve eğitici elindeki sopayı, şiddetli bir şekilde Buck'a indirir. Buck, yine saldırır, ama yine sopayı yer. Adama bir kaç defa daha saldıran ve her saldırışında yenilgiye uğrayan Buck, ilk büyük dersini öğrenir: Elinde sopa taşıyan bir adam kendisinin hâkimidir.
Çok geçmeden Buck'ı, Perrault ve François admdaki Fransız asıllı iki Kanadalıya satarlar. Buck, Alaska'da dehşetli bir tecrübeden geçer. Eskimo köpeklerinin vahşeti, onu hayrete düşürür. Bu köpeklerden biri, Buck ile birlikte aynı vapurda bulunan sevimli bir köpeğe saldırır ve köpeği çevreleyen diğer köpekler tarafından parça parça edilir. Bembeyaz bir Spitzberger köpeği ki arktik bölgesinde tecrübesi vardır- bu vahşi manzaradan zevk aldığı için Buck'm silinmeyecek nefretini kazanır.
Bir sabah Buck'a koşumlar takılır ve kızağa konur. Şok geçiren Buck, isyan etmemek gerektiğini öğrenmiştir. Sürücü François ve diğer köpekler, Buck'a kızağı nasıl çekeceğini, kendisine sığınak yapmak için karı nasıl kazacağını, yakalanmadan nasıl yiyecek çalacağını öğretirler.
Perrault ve François, bölgenin uzak kısımlarında maden arayanların mektuplarını taşırlar. Bu kızak takımı, zahmetli ve tehlikeli patikalardan, günde, sadece yarım kilo veya yedi yüz elli gram güneşte kurutulmuş alabalık yiyerek, ekseriya altmış kilometre gider. Buck, başlangıçtan itibaren, müsamaha ederse de, Spitz'in liderliğine karşı çıkar. Spitz' in kurnaz küstahlığı kendisini son derece kızdırır. Bir eskimo köyünde, aç bir köpek sürüsünün hücumuna uğradıkları zaman, Spitz, bu fırsattan istifade ederek Buck'a saldırır. Ancak bu hücuma karşı koyduktan sonra kaçmak suretiyle Buck, kendisini kurtarır. Şimdi, Spitz'den her gün biraz daha nefret etmeğe başlar. Spitz'in liderliğini baltalamak için elinden geleni yapar. îki köpek, eninde sonunda, ikisinden biri ölünceye kadar kavga etmeğe mecburdurlar. Spitz, Buck'ın peşinde gittiği bir tavşanı öldürdüğü zaman, nihaî kavga gelip çatmıştır. Spitz, kurnaz ve usta bir kavgacıdır; fakat Buck, onun ön bacaklarını dişleriyle yakalayarak düşmanını devirir. Savaştan sonra, diğer köpekler Spitz'i parçalarlar.
Buck şimdi, ses çıkarmaksızm, kızağın liderliğinin kendisine verilmesini bekler, aksi takdirde kızağa girmemekte direnir. Sürücüler sonunda boyun eğerler ve Buck, artık, haşin bir «öğretmen» olur; öteki köpekleri âdeta kamçılayarak yeni bir dayanışma içine sokar.Skaguay'da, on dört günde hemen hemen dokuz yüz kilometrelik bir yolculuktan sonra ancak üç gün istirahat ederler ve kızağın köpekleri değiştirilir. Buradan, ağır bir posta yükü ile Dawson'a gideceklerdir. Buck, kızak liderliğinden gurur duyar; görevi ağır olmakla beraber, bu iş kendisini tatmin eder. Fakat ekseriya, garip bir atasal rüya kendisini bırakmaz: îlkel bir dünya görüntüsü ve kendi ecdadının birlikte avlandıkları ilkel insanlar.
Davvson'da sadece iki gün istirahat ettikten sonra, köpekler tekrar kızağa koşulur ve Skaguay'a doğru yola çıkılır. Ayrıldıktan otuz gün sonra Skaguay'a vardıkları zaman, fazlasıyle yorgun köpeklerin yerine diğerlerinin konması için, köpekler satılır. Buck ve iki yoldaşını satın alan iki erkek ve bir kadın, bu tundra bölgesi ve köpekler hakkında hiç bir şey bilmezler. Kızağa çok fazla yük koyarlar, köpeklere iyi muamele etmezler; ilkin onlara fazla yiyecek verirler, fakat yiyecek azaldığı zaman, köpekleri hemen hemen aç bırakırlar. Köpeklerin bir çokları ölür; diğerleri, kızağı çekemeyecek kadar zayıflar, kuvvetten düşerler. Nihayet talih kendilerine yardım eder ve John Thornton'un kampına ulaşırlar.
Thornton, onlara, yolculuğa devam etmemelerini, çünkü sular üzerindeki buzun çok ince olduğunu söyler. Fakat onlar, Thorton'u dinlemezler. Biri Buck'ı kırbaçlar. Gerçekte Buck'a çok kötü.muamele edildiğinden, hayvan şimdi bir deri bir kemik kalmıştır. Buck kızağı çekmeyi reddeder ve adam bu defa eline bir sopa geçirerek hayvana vurmaya hazırlanır. Thorton, adamın bu vahşetine artık dayanamaz ve üzerine atlayarak, köpeğe vurmasını engeller. Ardından, Buck'ı kızaktan çıkarır. Grup, yoluna devam eder. Fakat henüz gözden kaybolmamışlardır ki, altlarındaki buz tabakası kırılır, parçalanır; insanlar ve köpekler suya gömülürler.
John Thorton, Buck'ı tedavi eder; hayvan eski gücünü kazanır. Buck, şimdiye kadar hiç kimseye bağlanmadığı şekilde Thorton'a sâdık kalır. Ancak efendisine beslediği bu sevgiden ötürüdür ki, artık kendisini hiç bırakmayan, ilkel hayat çağırışına, «vahşetin çağrısı»na cevap vermez. Thorton'un ortakları geldikten sonra, adamları kampı dağıtırlar ve Buck da onlarla birlikte gider. Küçük bir şelâle üzerinden geçerlerken, Thorton suya düşer. Thorton'un emirlerine göre, Buck sahile yüzer ve hayvanın o-muzlarına ve boynuna ip geçirilir. Zaman zaman kendisini batıracak kadar kuvvetli akıntıya rağmen, Buck, Thorton'un yanına ulaşır. İkisi birlikte ağır ağır sahile doğru yüzerler. Bu arada tepelerden yuvarlanan kayalar onları batıracak, öldürecek kadar tehlike teşkil etmektedir. Fakat kurtulurlar.
Thorton, Buck Ue gitgide daha fazla gurur duyar. Kasabada, Buck'm, beş yüz kilo yüklü bir kızağı, buz üzerinden hareketle yüz metre götüreceğini söyler. Nihayet biri, 1,200 dolar bahse girer. Buck, ancak bir kızak takımının yapacağı işi, muazzam, inanılmaz bir gayretle tek başına başarır.
Thorton ve iki arkadaşı bu para ile, hakkında efsaneler söylenen bir madeni aramağa koyulurlar. Madeni bulamazlar ise de, bu araştırmaları sırasında, altının yağ gibi yattığı alçak bir vâdi ile karşılaşırlar. Adamlar, çalıştıkları her gün, bin dolarlık altın işlerler. Onlar çalışırken, Buck da, vahşetin çağrısına kulak verir. Günlerce, kamptan uzak kalır, bir kurt ile dolaşır ve çok uzak mazideki ecdadının yaptığı şekilde avlanır. Uzun bir ayrılıktan sonra kampa döndüğü zaman, Thorton ve arkadaşlarının öldürüldüklerini görür. Onları öldüren Kızılderililer hâlâ kamptadırlar; zaferi, dans ederek kutlarlar. Buck, çılgıncasına, Kızılderililerden birinin üstüne atlar ve boğazını parçalar. Ardından, derhal diğerlerine saldırır. Kızılderililer, şeytanî bir ruhun kendilerine saldırdığını sanarak, paniğe kapılır, dehşet içinde kaçarlar.
Buck da bir kurt sürüsüne katılır. Çarpışarak gücünü ispat eder; diğerlerinden çok daha kurnaz ve güçlü olduğundan, grubun lideri olur. Sürü büyür. Kızılderililer, Buck'm, kendilerine acı ve ıztırap çektirmek için gönderilen «Hayalî Bir Köpek» olduğuna inanırlar. Fakat her yaz, bir gün, Buck, vadiyi geçerek, Thorton'un mezarının bulunduğu ırmak kenarına gelir. Burada, âdeta derin bir düşünceye dalmışcasına, bir müddet mezarın başında oturur. Ayrılmadan önce, ölen efendisinin matemini tutarcasına, bir defa, uzun bir şekilde ulur.
Tenkid
Şefkat hisleri ve zekâsı, Jack London'u, ezilenler tarafına çekmiş olabilir. Fakat hissî açıdan bakıldığında, onun, ham ve ilkel gücün ve süper-insanın cazibesine kapıldığını görüyoruz. Alman filozofu, Friedrich Nietzsche'nin idealleştirilmiş «üstün insan» tipi, Jack London için, tekâmül işleminin zirvesi ve Vahşetin Çağrısı adlı romanın kahramanı oldu.
Buck'm, «medenîleşmiş» köpeğin, kurt ecdadının vahşetine dönmesini pek çokları ziyadesiyle tenkit ettiler. Kitap, bazılarına göre hissiz ve vahşi bir maceradır; «çiğ et ve kızıl kan kültü»nün aşırı bir ifadesi.Vahşetin Çağrısı'nı savunanlar arasında bile, romanın, genellikle sansasyonel, ekseriya inanılmaz ve bazan da bir parça gülünç olduğunu söyleyenler de her halde az değildir. Şu halde, Jack London'un 50 kitabı arasında, niye en fazla okunanı, en iyi hislerle hatırlananı bu kitaptır? Cevabı şu: Bu kahraman köpek Buck, hayranlık beslediğimiz pek çok faziletleri şahsında toplamıştır: Cesaret, sadakat, tahammül, azim, ve zekâ. Garip ve şaşırtıcı bir fon üzerinde, heyecanlı, kanı harekete getiren bir sürü maceralar, okuyucuyu tatmin eden, zevklendiren bir şekilde anlatılır. Batı dünyasının büyük romanlarmdaki kahramanlar gibi, Buck, kendi gücü ve zaafları hakkında kesin bir bilgi edinir.Romanı okuduktan sonra, kitabın realizmden yoksun oluşu ve Buck'm kendi içine kapanarak uzun uzun düşünmesi karşısında (sadece kendi hayatını değil, «kendi ırkının hayatı hakkında» da düşünmesi karşısında), ve onun inanılmaz kuvvetinden bahsedildiği zaman duraklayabiliriz. Fakat onun maceralarını da okurken beş yüz kilo ağırlığındaki un yüklü kızağı buzdan çıkarıp çekmeğe çalışırken, yükü, âdeta kendimiz çekiyormuş sanıyor, veya kurnaz ve kinci Spitz'in bir açığını yakalamak için onun çevresinde dönerken -kendimizi Buck'm yanında hissediyoruz. O zaman, bizim için ne realizm, ne de mantık önemli. îşte, kitabı elimizden bırakamazcasma bu satırları okuduğumuz zaman, Vahşetin Çağrısı'nda, Jack London'un, hikâye anlatış sanatının zirvesine çıktığını görüyoruz.
Jack London'un hayatı, 50 kitabındaki maceralar gibi kargaşa içinde geçti. San Francisco'da, 1876 senesinde doğan Jack, Flora VVelIman ve Profesör W. H. Chaney'in gayrimeşru çocuğu idi. Astroloji meraklısı babası, Flora Wellman'i, Jack'a hâmile iken terketti. Flora, çocuğunun doğmasından sekiz ay sonra, John London adında müşfik, fakat ticarî faaliyetinde başarısızlığı alnında yazılı bir adamla evlendi. Jack London'un çocukluk yılları, tam bir sefalet içinde geçti. Meyhanelerde gazete satmaktan konserve fabrikalarında çalışmaya kadar, pek çok işlerde çalıştı.
On sekiz yaşına geldiği zaman, London, midye korsanlığı, tahmil ve tahliye işçiliği yapan ve (kendisi hakkında kendi kelimeleriyle) «ayyaş bir serseri» idi. Ailesinin ısrarı ile, balina avlayanlarla denize açıldı. Denizden döndüğü zaman, »kafası ile yaşamağa» azimli idi. On dokuz yaşında iken de, liseye başladı. Bu kısa mektep hayatı sırasında, sosyalizmi benimsedi. Mektebe giderken, sosyalizm uğrunda nutuklar verdi ve bunlardan biri de, kendisini hapishaneye götürdü.
California Üniversitesine girdi, fakat daha ilk senesini bitirmeden ayrıldı. Bunda, kısmen, annesine yardım etmek arzusu, kısmen de üniversite hayatından nefret etmesi rol oynadı. Daha sonra, 1896'da, altın aramak için Klondike'a gitti, fakat bir damla altın bulamadan, iskorbüt'e yakalandı ve geri dönmeğe mecbur kaldı.
Jack, bu sıralarda, bir çeşit entellektüei olmuştu. Marx'i, Darwin'i, Spencer'i, Nietzsche'yi okumuş ve onların eserlerinden kendi özel felsefesini çıkarmıştı. Yazmağa başladı ve derhal tutundu. Alaska hikâyeleri bir edebî dergide, ve Kara Kedi adlı kitabı da, bugün de yayınlanan ünlü The Atlantic Monthly adlı dergide yayınlandı. Hikâyelerini bir araya getirdiği ilk kitabı (Kurtun Çocuğu) 1900'de yayınlandı. Bu kitabı, son derece tutunan diğerleri takip etti: Karın Kızı (1902), Vahşetin Çağrısı (1903), Deniz Kurdu (1904), ve White Fang (1906).
Fakat London, çok fazla yazdığından, yüksek sanatını her eserinde gösteremedi. Lüks yaşayışı için gerekli parayı temin için durmaksızın yazdı. Üstelik, şahsî krizler de mesleğine müdahale etti. 1900 senesinde, Bessie Maddem ile evlendi ve üç sene sonra, Charmian Kittredge ile evlenmek için onu boşadı. Bu arada, gittikçe daha fazla içmeğe başladı. 1916'da, Martin Eden adındaki otobiyografik romanındaki kahramanının yolunda giderek, intihar etti.
Çok sayıda kitaplarından, sadece bir kaç tanesi Amerika'da devamlıca okunmakta. Amerika dışında, bilhassa Sovyetler Birliği'nde, daha sonraları sosyalizmden vazgeçmesine rağmen, kendi ülkesinde olduğundan çok daha fazla tutuluyor. Bununla beraber, faşizmin ortaya çıkışını hayret uyandırırcasına önceden gördüğü The Iron Heel (Demir Topuk, 1907), sosyal düşüncelerini anlatan The People of the Abyss (Uçurumdaki İnsanlar, 1903), ve Vahşetin Çağrısı, hayatiyetlerinden hiç bir şey kaybetmedi.
MsXLabs.org & 100 Büyük Roman
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....