Arama

Dede Korkut

Güncelleme: 4 Şubat 2012 Gösterim: 136.194 Cevap: 9
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
3 Ekim 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
HAYATI
Dede Korkutun 570-632 yılları arasında, Hz. Muhammed (S.A.V) zamanında yaşadığı rivayet edilmiştir. Oğuzların Kayı veya Bayat boylarından geldiği, hem geçmişten ve hem de gelecekten haber veren, "kerem sahibi bir evliya" olduğu rivayet edilmektedir. "Ozanların Piri" veya "Ozanların Başı" olarak da bilinen Dede Korkutun, (manen) Hz. Muhammed´in hayır duasını aldığı ve Oğuzlara İslâm dinini öğrettiği de bu rivayetlerle günümüze kadar ulaşmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar

Öte yandan Dede Korkut, tüm Türk kavimlerinin atasıdır ve dâhisidir. Türk destanlarında ve halk hikâyelerinde, Dede Korkut adına ve onun mucizevî sözlerine rastlamak her zaman mümkündür. Türk hükümdarlarının akıl hocası ve veziri olduğu bilinen Dede Korkut, bütün Türklüğün yegâne temsilcilerinden ve bugün de yaşatılmaya çalışılan atalarındandır.

Destan özellikli pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere övgü kötülere eleştiri vardır.

"Dede Korkut Kitabında (Dede Korkut ala Lisan-i Taife-i Oğuz han Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı) 12 destan özellikli hikâye yer alır ve bu kitap, İslâm öncesi ve sonrasında Türklerin yaşayışını, dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü içerir. Akıcı ve halkın kullandığı Türkçe ile yazılmış olan bu kitap; gerçek bir şaheserdir. Kitapta, "Dede" ve "Ata" olarak geçen ve "Korkut Ata" olarak da bilinen Dede Korkut, Türkmen, Kazak, Özbek ve Kara kalpak boyları arasında bu adlarla bilinmektedir. Türk dünyasının bilge atası olan Dede Korkut ve onun hikâyelerinde; Türk toplumunun savaşları ve barışları ile birlikte, aile ve eğitim yapısıyla üstün ahlâk ve karakter sağlamlığına dikkati çeker. Türk milletiyle özdeşleşmiş olan doğruluk, sözünde durmak, mukaddes değerler uğruna ölmek gibi çeşitli karekterler, hikâyelerin ana temasıdır. Dede Korkut hikâyelerindeki tüm kahramanların aile, cemaat ve insan sevgisini ön planda tutması, millet olarak ahlâk ve yaşam anlayışımızı göstermesi bakımından önemlidir.
Kahramanların çoğu gençtir ve mutlaka bir yiğitlik gösterdikten sonra ad verilir. Pek çoğumuz biliriz, Dirse Han oğlu bir boğayı öldürünce Dede Korkut o gencin adını "Boğaç" koyar ve onu şan, şeref, mal ve rütbe ile ödüllendirir. Dikkat edilirse, hikâyelerde, gençliğe son derece önem verilmekte, onların, ailesine, milletine ve devletine bağlı, cesur ve çalışkan olmalarına işaret edilmektedir. Savaş, av, toy vb. eğlencelere Hz. Peygambere salavat getirilerek başlanması da Türk Kavimleri'nin dinî yönden şuurlu olduğunu ve devlet millet birliğinin sağlam temellere dayandığını göstermektedir.

Dede Korkut hikâyelerinde özellikle göçebe Oğuz Türkleri'nin tabiat şartlarına karşı dirençleri, düşmanlarına karşı sürekli üstünlüğü ve birlik şuurundan doğan kuvvetlilikleri dikkati çeker. Korkut Ata olarak saygı gören Dede Korkutun hikâyeleri yaşlı ve bilginlere büyük değer verildiğini de göstermesi açısından, son derece önemlidir. Allah, doğum, din ve ölüm düşüncesi, hayatin her anında kendisini gösterir. Bugün Dede Korkut ve onun hikâyelerinden ve destanlarımızdan alacağımız önemli dersler vardır. Fertler arasında saygı, sevgi, karşılıklı hoşgörü ve mertlik bunların başında gelmektedir. Dede Korkut aslında büyük bir vatanseverdir ve milletinin sonsuza dek güçlü ve mutlu yaşamasını gerçekleştirme mücadelesi içindedir. Hikâyelerindeki örnek şahsiyetler olan Bayındır Han, Kazan Han, Bamsı Beyrek, Boğaç Han, Selcen Hatun, Seğrek ve diğerleri toplumda olması gereken ideal insan karakterlerini temsil ederler. Bu insanlar, milleti ve vatanı için ölümü göze alan ve tüm zorlukların üstesinden gelebilen
kahramanlardır.

Dede Korkut, bütün Türk kavimlerinin fert fert kahraman olmasını arzu etmiş olmalı ki, hikâyelerinde zayıflığa, çaresizliğe ve ümitsizliğe yer vermemiştir. Rivayetlere göre Onun ölümü bile evliyalığını, bilge kişiliğini göstermektedir: Çeşitli Türk boylarının kanaatine göre o, rüyasında mezarının hazırlandığını görmüş ve gittiği her yerde öleceği ona rüyasında bildirilmiştir. Seyhun Irmağı'nın Aral Gölü'ne döküldüğü yerin yakınlarında, ırmağın üzerine hırkasını sererek orada ruhunu Allah'a teslim etmiştir. Bugün pek çok yerde onun mezarının olduğu söylenmektedir. Tıpkı Yunus Emre ve Karaca oğlan gibi milletimiz, onun mezarına da sahip çıkarak kahramanlarını kendi içinde görmek istemektedir. Türk ve dünya edebiyatının şaheserleri arasına giren ve çeşitli tarihî filmlere de konu olan Dede Korkut Hikâyeleri, insani ve yaşadığı dünyayı tüm özellikleriyle ele almıştır.

Bayburt ili; Türklerin Anadolu’da yerleştikleri en eski yerleşim yerlerindendir. Sosyologlar Bayburt’u gerek Selçuklular, gerekse Osmanlılar döneminde ikinci dereceden önemli bir kültür merkezi olarak nitelendirmektedirler. Bayburt, ünlü sınırlarımızın dışına taşan pek çok bilim ve sanat adamı yetiştirmiştir. Türk dünyasının ortak kültür hazinelerinin en büyüklerinden biri olan Dede Korkut’ uda bunlardan saymak mümkündür. Dede Korkut, bütün Türk dünyasında kabul görmüş – Tarihi ve Efsanevi – ortak ulularımızın en önemlilerindendir.

Prof. Dr. M. Fuat KÖPRÜLÜ, Dede Korkut için; ”Terazinin bir Kefesine Türk Edebiyatının tümünü, diğer kefesine de Dede Korkut’ u koysanız yine de Dede Korkut ağır basar” demektedir.


Dede Korkut hikayeleri Bayburt’ta canlılığını korumaktadır. Türkiye Türkçe’sinde anlatılan hikayelerden Beğ Böğrek (Bamsi Beyrek) in en çok varyantı Bayburt’ ta tespit edilmiştir. Hikayelerde Bayburt , ”Parasarın Bayburt Hisarı” adıyla geçmektedir. Beğ Böyrek’ in mezarı Bayburt Kalesindeki ”Zindan”’ ın tam karşısındaki Duduzar Tepesindedir. Dede Korkut’ un mezarı Masat Köyündedir. Bu bilgiler, Orhan Şaik GÖKYAY’ ın Dede Korkut çalışmasında mevcut olduğu gibi, halk arasında da dilden dile anlatılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Valiliğimiz; ilimize sosyal, kültürel, bilimsel, sportif, ticari ve ekonomik canlılık kazandırmak amacıyla bir şölen düzenlemeyi planlamış, şölene Orta Asya’ dan Anadolu’ya göçen Alp Erenlerden biri olan ve bütün Türk lehçelerinde ve coğrafyalarında tanınan, hikayeleri dildin dile anlatılan bu ulu büyüğün adını vermeyi uygun bulmuş ve 1995 yılından itibaren ”Dede Korkut Kültür – Sanat Şöleni’ni düzenlemeye başlamıştır. Şölen Türk dünyasında büyük yankı bulmuş ; Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Balkar – Karaçay, Dağıstan, Kazakistan ve bağımsızlığını ilan eden diğer Türk Cumhuriyetlerinden çok sayıda katılım gerçeklemiştir. Türk Cumhuriyetlerinden ilimize gelen bilim adamları Dede Korkut’ la ilgili tebliğler sunmuşlar, kendi coğrafyalarındaki izlerin etkisinden söz etmişlerdir. Dede Korkut’ un bizim olduğu kadar kendi edebiyatlarının da en büyük değere ve Türk dünyasının coğrafyalar üstü ortak ve en büyük kişiliği olarak nitelemiş ve sahiplenmişlerdir. Dede Korkut, Türk dünyasının ortak birleştirici ve en büyük kişilerinden biri olarak Bayburt Dede Korkut Kültür – Sanat Şöleninde anılmaya başladıktan sonradır ki; UNESCO 1999 yılını Dede Korkut’ un 1300. yılı olarak kabul etmiştir. İlimizde 16 – 22 Temmuz 2001 tarihleri arasında 7.’ Si düzenlenen dede Korkut Kültür – Sanat Şölenlerinde Dede Korkut, artık sadece Bayburt ve Türk Dünyası ile sınırlı kalmamış, bütün dünyanın ortak değeri olarak uluslararası bir nitelik kazanmıştır.

Dede Korkutun yaygınlıkla bilinen hikâyeleri;

-Dirse Han Oğlu Boğaç Han
-Salur Kazanın Evinin Yağmalanması
-Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek
-Kazan Beg Oğlu Uraz Beg'in Tutsak Olması
-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
-Kanlı Koca Oğlu Kan Turali
-Kadılık Koca Oğlu Yegenek
-Basatın Tepegöz'ü Öldürmesi
-Begel Oğlu Emren
-Usun Koca Oğlu Seğrek
-Salur Kazanın Tutsak Olması
-Dış Oğuzun iç Oguz'a Asi Olması

Dede Korkutun hayatı ve onun hikâyeleri, geçmişten geleceğe uzanan mücadelede varlığımızın, birliğimizin ve dirliğimizin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymakta, kahramanlık ruhumuzu coşkun bir üslupla dile getirmekte ve geleceğe ümit ve sevgiyle bakmamızı sağlamaktadır

DEDE KORKUT MİRASI

Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
19. yüzyılın başlarında Dresden’de bulunmuş olan Dede Korkut yazması, “Kitâb-ı Dedem Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân” adını taşır; “Oğuz boyunun diliyle Dedem Korkud Kitabı” demektir. 20. yüzyılın ortalarında Vatikan’da bulunmuş olan yazmanın adı ise “Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve Gayrı”dır; “Oğuzname hikâyesi, Kazan Bey ve diğerleri” demektir. Dresden nüshası bir giriş ve 12 destanî hikâyeden oluşur. Vatikan nüshasında ise girişle birlikte sadece 6 destanî hikâye vardır. Bu nüshadaki giriş ve destanî hikâyeler, Dresden nüshasında bulunanlardan farklı değildir. O hâlde Dede Korkut mirasından yazma olarak elimizde bir giriş ve 12 destanî hikâye bulunmaktadır. Destanî hikâyelerin her biri Dresden nüshasında “boy” olarak adlandırılmaktadır; bu bakımdan ben de yazımda bu özel terimi kullanacağım.

Biri eksik de olsa iki yazma hâlinde elimize ulaşan 12 boyun, 15. yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile Azerbaycan coğrafyasına hâkim olan Akkoyunlular zamanında son şeklini aldığı ve Osmanlıların Anadolu’nun Doğu ve Güney-Doğusuna hâkim olduğu 16. yüzyılda yazıya geçirildiği düşüncesindeyim. Oğuzların tarihini yazan ve Dede Korkut kitabını Oğuz Türklerinin millî destanı kabul eden Türk tarihçisi Faruk Sümer; yazmalarda geçen alay, gönder gibi sadece Osmanlılara ait askerî terimlerden dolayı eldeki yazmaların 16. yüzyıldan önce yazıya geçirilmiş olamayacağı fikrindedir. Boyların coğrafyası Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile Azerbaycan sahasıdır ve bu bölge 16. yüzyılda Osmanlıların eline geçmiştir. Esasen eserin giriş bölümünün başında yer alan “Korkut Ata ayıtdı: Â0ır zamanda 0anlık girü kayıya dege, kimsene ellerinden almaya, â0ır zaman olup kıyâmat kopınça. Bu didügi Osman neslidür, işde sürilüp gideyorır.” ifadeleri, eserin Osmanlılar zamanında ve Osmanlı toprağında istinsah edildiği konusunda bence herhangi bir şüpheye yer bırakmıyor. Ancak Dede Korkut coğrafyası, Osmanlılardan önce Akkoyunluların elindeydi ve bence boyların elimizdeki nüshalarda görülen son biçimi alması Akkoyunlular zamanında, yani 15. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur. Akkoyunlular kendilerini Oğuzların Bayındır boyundan kabul ediyorlardı ve bundan dolayı, aktif bir kahraman olmadığı hâlde Bayındır Han eserde en muteber mevkie çıkarılmıştı.

Dede Korkut kitabının 15. yüzyılda, Akkoyunlular zamanında aldığı son biçimi, bugüne ulaşan iki yazmaya dayanarak şöyle anlatabiliriz.

Giriş bir yana bırakılırsa kitap, konuları bakımından birbirinden bağımsız, “boy” adı verilen 12 destanî hikâyeden oluşur. 12 boyun her biri, bir veya iki kahraman üzerine kurulmuştur; ancak gerek bir boyun esas kahramanları, gerek yardımcı kahramanları, diğer boylarda da geçer ve bir boydaki yardımcı kahraman diğer boyda esas kahraman olabilir. Böylece esas kahramanın üzerine kurulmuş bulunan vak’a itibarıyla bağımsız olan boylar, ortak kahramanlarla birbirine bağlanmış olur. Kahramanların başı Salur Kazandır ve dört boy, Salur Kazan veya oğlu Uruz üzerine kurulmuştur. Diğer kahramanlar Salur Kazan’ın beyleri ve arkadaşlarıdır. Bayındır Han ise Salur’un da bağlı olduğu hükümdardır; fakat olaylara aktif olarak karışmaz. 12 boydan 9’unda Salur Kazan ve arkadaşları geçer; 3 boyda ise onları göremeyiz. Fakat 12 boyun hepsinde de Dede Korkut vardır. Dede Korkut’un boylardaki esas işlevi kopuz çalarak boy boylaması, soy soylamasıdır. Boyların anlatılmasına boy boylamak, boylar içindeki manzum kısımlara soy, soyları kopuz eşliğinde belli bir melodiyle okumaya ise soy soylamak denir. Dede Korkut her boyun sonunda boy boylar, soy soylar; kahramanlara dua eder ve bazen onlara ad verir. Dede Korkut’un birkaç boyda, müşkül işleri halletmek için ortaya çıktığı da olur. Şu hâlde Dede Korkut, 12 boyu birbirine bağlayan ve boyları düzenleyip anlatan ortak kahramandır. Başta yer alan giriş bölümü de eserin bütünlük kazanmasında rol oynar.

Kısaca anlatmaya çalıştığım bu son biçim öyle bir “form”dur ki hem her boy, bağımsız bir eser gibi tek başına ele alınabilir; hem de 12 boy bir bütünlük içinde tek bir eser kabul edilebilir.

“Dede Korkut mirası” derken ben, bir yandan bu “son biçim”in oluştuğu zamandan daha sonraki yüzyıllara kalan mirası kastediyorum; bir yandan da bu “son biçim”in daha önceki dönemlerden kalan bir miras olduğunu düşünüyorum.

Önce birinci noktaya bakalım: Sonraki yüzyıllara Dede Korkut’tan kalan miras nedir? Burada şunu belirtmeliyim ki sonraki yüzyıllara kalan miras, mutlaka yukarıda anlattığım “son biçim”den çıkmış olmayabilir. Başka Türk coğrafyalarında daha önceki dönemlerden kalmış rivayetler de bulunmaktadır.

Dede Korkut ve eserdeki beylerle ilgili rivayetler, daha sonraki bazı yazılı kaynaklarda da küçük parçalar veya atıflar hâlinde görülür. 3. Murad zamanında Bayburtlu Osman’ın yazdığı “Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihan”da, 1597’de yazılan Şerefnâme’de, 17. yüzyıla ait Evliya Çelebi seyahatnamesinde, Ebülgazi Bahadır Han tarafından 1660’ta yazılan Şecere-i Terâkime’de, 1672’de yazılan Arapça Müneccimbaşı tarihinde, yine 17. yüzyılda Buharalı Hafız Derviş Ali Çengî tarafından yazılan Tuhfetü’s-Sürûr adlı Farsça eserde, bazı Bektaşî velâyet-namelerinde ve Kul Ata adlı Azeri şairin Leylâ Mecnun mesnevisinde bazen birer ikişer cümlelik, bazen yarım sayfaya varan uzunlukta Dede Korkut ve beyleriyle ilgili rivayetler vardır. Şecere-i Terakime’de ise Dede Korkut kahramanları ve özellikle Salur Kazan’la ilgili rivayetler bir hayli hacimlidir.

20. yüzyıl sözlü geleneğinde Dede Korkut boylarının en canlı olarak yaşadığı yer Türkmenistandır. Yüzyılın ortalarında Ata Rahmanov’un derlediği metinler el yazmaları hâlinde Türkmenistan’ın Kol Yazmaları Enstitüsü’nde saklanmaktadır. Ayrıca Nurmırat Esenmıradov’un derlediği iki metin de vardır. Bu metinler 1980’lerin sonundan itibaren Türkmenistan’da yayımlanmaya başlamıştır.

Ata Rahmanov’un derlemelerinden anlaşıldığına göre Dede Korkut kitabındaki 12 boydan 7’si Türkmenistan sözlü geleneğinde 20. yüzyıla kadar ulaşmıştır. Bunlar Iza berilediren Nesilsiz (Dirse Han oğlu Boğaç Han boyu), Makav (Deli Dumrul boyu), Yekegöz (Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü boy), Töreli Bey (Kan Turalı boyu), Bamsım Birek (Bamsı Beyrek boyu), Salır (Salur Kazan’ı oğlu Uruz’un tutsaklıktan çıkardığı boy), Imra (Begil oğlu Emren boyu) adlı hikâyelerdir. Bu hikâyelerde farklılıklar olsa da Dede Korkut yazmalarındaki boyların konuları temel olarak korunmuştur; hatta kahramanların adları da küçük değişikliklerle aynı kalmıştır.

Ata Rahmanov’un derlediği üç hikâye ile Nurmırat Esenmıradov’un derlediği iki hikâye Dede Korkut kitabında yoktur. Bunlar İgdir, Dışoğuzların Gever Hanlıkına Karşı Köreşi, Oğuzların Melâllaşmakı, Tekemuhammet, Salır Gazan ve İtemcek Hekâyası’dır. Dede Korkut kitabındaki 12 boy, bu 5 hikâye ile 17’ye çıkmaktadır.

Dede Korkut kitabındaki üç boy, Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasında, sözlü gelenekte masallaşmış olarak yaşamaya devam etmektedir.

Bunlardan en yaygını Bamsı Beyrek boyunun Bey Böyrek adıyla söylenen masallaşmış biçimidir. Bu masalın Azerbaycan’dan; Anadolu’nun Trabzon, Bayburt, Erzurum, Erzincan, Urfa, Kilis, Kahraman Maraş, Sivas, Yozgat, Amasya, Sinop, Bartın, Zonguldak, Kırşehir, Kayseri, Konya, Osmaniye, Afyon, Eskişehir, Kütahya, İstanbul şehirlerinden derlenmiş varyantları vardır. Masalın 1791’de yazıya geçirilmiş eksik bir varyantı ise Türk Dil Kurumu Kütüphanesinde saklanmaktadır. Aynı masalın 1730-31 tarihli tam bir nüshası ise Mısır’da bulunmuştur.

Masallaşmış olan ikinci boy Tepegöz boyudur. Bu masalın da Azerbaycan’dan; Iğdır, Posof, Bayburt, Erzurum, Siirt, Yozgat, Kastamonu, Çorum, Çankırı, Ankara, Konya, Aydın, İstanbul, Kırklareli şehirlerinden ve Dobruca’dan derlenmiş varyantları vardır.

Üçüncü olarak Deli Dumrul boyunun masallaşmış varyantları Tokat, Konya, Antalya, Bolvadin ve Üsküp’ten derlenmiştir.

Ferruh Arsunar’ın 1962’de Gaziantep’ten yaptığı bir derleme ise çok ilgi çekicidir. Salur Kazan’ın evinin yağmalandığı boyun bir özeti gibi olan hikâyede kahramanlar birbirine karışmış olmakla beraber, Türkmenistan’daki rivayetlerde olduğu gibi temel konu aynıdır.

Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’da sözlü gelenekten derlenen bir rivayet ise doğrudan doğruya Dede Korkut’un kendisiyle ilgilidir. Bu rivayetlere göre Korkut Ata, Azrail’den kaçmak ve ölümden kurtulmak ister; nereye giderse kabrinin kazıldığını görür ve sonunda ölür.

Özbeklerde Alpamış, Kazak ve Karakalpaklarda Alpamıs, Başkurtlarda Alpamışa, Tatarlarda Alıpmemşen ve Altay Türklerinde Alıp Mamaş olarak yaşayan destan; birçok araştırıcıya göre Dede Korkut kitabındaki Bamsı Beyrek boyu ile ilgilidir. Dolayısıyla bu destanı da Dede Korkut mirası olarak düşünebiliriz. Böylece Dede Korkut mirasının Balkanlardan Altaylara kadar uzanan Türk dünyasında yayılmış olduğunu görüyoruz.

Dede Korkut kitabının daha önceki dönemlerden kalan bir miras olduğu konusuna gelince:

Bilindiği üzere 14. yüzyılın başında yazılan Câmiü’t-Tevârîh’teki “Târîh-i Oğuzân ve Türkân” bölümü Oğuz destanıyla ilgili en geniş rivayetlerin yer aldığı bir kaynaktır. İşte bu kaynakta Dede Korkut’tan akıllı, bilgili, keramet sahibi ve hakkında pek çok hikâye anlatılan bir şahıs olarak bahsedilmekte, ayrıca Tuman Han’a ad verdiği belirtilmektedir. Memlûk tarihçisi Aybeg ed- Devâdârî’nin yine 14. yüzyılın başlarına ait Dürerü’t- Tican adlı eserinde Türklerin elden ele dolaştırdıkları iki kitap olduğu, bu kitaplardan birinin Oğuzname adını taşıdığı kaydedilir. Oğuzname hakkında verilen kısa bilgiye göre bu kitap Oğuzların başlangıçlarını, ilk hükümdarlarını ve onun adının Oğuz olduğunu anlatır; içinde acayip hikâyeler vardır. Bu hikâyelerden birisi olarak Tepegöz hikâyesinin özeti de Devâdârî’nin eserinde verilir.

Gerek Devâdârî’nin, gerek Reşideddin’in kayıtları bize, 14. yüzyılın başında Dede Korkut’la ilgili rivayetlerin yaygın olduğunu, hatta Devâdârî’ye göre bunların Oğuzname adlı bir kitapta toplandığını ve bu kitabın Türk boyları arasında elden ele dolaştığını gösteriyor. Bu durumda 15. yüzyılda son biçimini alan, 16. yüzyılda yazıya geçirilen, 20. yüzyılda da sözlü gelenekte yaşayan Dede Korkut boylarının en geç 13. yüzyılda kitap hâline gelen bir Oğuzname’de toplandığını ve Dede Korkut hikâyelerinin aslında Oğuz Kağan Destanından kalan bir miras olduğunu söyleyebiliriz.

Bu miras artık çağdaş san’at eserlerinde; şiirde, tiyatroda, sinemada yaşamaya devam etmektedir. Kuzey ve Güney Azerbaycan ile Türkiye’de Dede Korkut’tan kaynaklanan şiirler, poemalar, tiyatrolar yazılmış; filmler ve çizgi filmler çevrilmiştir. Hiç şüphesiz Dede Korkut mirası bütün Türk dünyasında yarınki nesilleri de beslemeye devam edecektir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Biyografi Konusu: Dede Korkut nereli hayatı kimdir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Mayıs 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DEDE KORKUT

Sponsorlu Bağlantılar

Büyük Türk destanının yaratıcısı Dede Korkut'un kişiliği üzerinde bilgilerimiz yetersiz kalıyor. Korkut-Ata adıyla da tanınan Dede Korkut, söylentilere göre Oğuzların Bayat Boyundan Kara Hoca’nın oğludur.
Onun, IX. ve XI. yüzyıllar arasında Türkistan'da Sir-Derya nehrinin Aral Gölüne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu, Oğuz Türklerinden büyük saygı gördüğü, bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına akıl hocalığı ve danışmanlık ettiği destanlarından anlaşılmaktadır.


Dede Korkut'un Türkler arasında, ağızdan ağıza, dilden dile dolaşan destan niteliğindeki hikâyeleri XV. yüzyılda Akkoyunlu'lar devrinde Dede Korkut Kitabı adıyla bir kitapta toplanmış, böylelikle sözden yazıya dökülmüştür. Destan derleyicisi, Dede Korkut kitabının önsözünde Dede Korkut hakkında şu bilgileri verir ve onun ağzından şu öğütlerde bulunur:

(Bayat Boyundan Korkut Ata derler bir er ortaya çıktı. 0 kişi, Oğuz'un tam bilicisi idi. Ne derse olurdu. Gaipten türlü haber söylerdi...)

(Korkut Ata Oğuz Kavminin her müşkülünü hallederdi. Her ne iş olsa Korkut Ata'ya danışmayınca yapmazlardı. Her ne ki buyursa kabul ederlerdi. Sözünü tutup tamam ederlerdi...)

(Dede Korkut söylemiş: Lapa lapa karlar yağsa yaza kalmaz, yapağılı yeşil çimen güze kalmaz. Eski pamuk bez olmaz, eski düşman dost olmaz. Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz, kara çelik öz kılıcı çalmayınca hasım dönmez, er malına kıymayınca adı çıkmaz. Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul babadan görmeyince sofra çekmez. Oğul babanın yerine yetişenidir, iki gözünün biridir. Devletli oğul olsa ocağının korudur...)

(Dede Korkut bir daha söylemiş: Sert yürürken cins bir ata nâmert yiğit binemez, binince binmese daha iyi. Çalıp keser öz kılıcı nâmertler çalınca çalmasa daha iyi... Çala bilen yiğide, ok'la kılıçtan bir çomak daha iyi. Konuğu olmayan kara evler yıkılsa daha iyi... Atın yemediği acı otlar bitmese daha iyi. İnsanın içmediği acı sular sızmasa daha iyi...)

Dede Korkut'un kitabında on iki destan var. Bu destanlar, Türk dilinin en güzel örnekleri olduğu gibi, Türk ruhuna, Türk düşüncesine ışık tutan en açık belgelerdir.

Dede Korkut, Oğuz Türklerini, onların inanışlarını, yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, yiğitliklerini, sağlam karakteri ve ahlâkını, ruh enginliğini, saf, arı-duru bir Türkçe ile dile getirir. Destanlarındaki şiirlerinde, çalınan kopuzların kıvrak ritmi, yanık havası vardır.

Bamsı Böyrek Destanı'nda Bey Böyrek’in ardından yavuklusu Banu Çiçek şöyle seslenir ;

Vay al duvağımın sahibi,
Vay alnımın başımın umudu.
Vay şah yiğidim, şahbaz yiğidim,
Doyuncaya dek yüzüne bakamadığım
Han yiğit...
Göz açıp ta gördüğüm,
Gönül ile sevdiğim,
Bir yastığa baş koyduğum
Yolunda öldüğüm, kurban olduğum
Can yiğit...
Dede Korkut destanlarının kahramanları, iyiliği ve doğruluğu öğütler. Güçsüzlerin, çaresizlerin, her zaman yanındadır. Hile-hurda bilmezler, tok sözlü, sözlerinin eridirler. Türk milletinin birlik ve beraberliğini, millî dayanışmayı, el ele tutuşmayı telkin eder.

Yüzyıllar boyu, heyecanla okunan bu eserdeki destanlar, Doğu ve Orta Anadolu'da, çeşitli varyantları ile yaşamıştır. Anadolu'nun birçok bölgelerinde, halk arasında söylenen, kuşaktan kuşağa aktarılan hikâye ve destanlarda Dede Korkut'un izleri ve büyük etkileri vardır.

Millî Destanımızın ana kaynağı olan Dede Korkut Kitabı’nın bugün elde, biri Dresden'de, öteki Vatikan'da olmak üzere, iki yazma nüshası vardır. Bu yazma eserlere dayanarak Dede Korkut Kitabı, memleketimizde birkaç kez basıldığı gibi, birçok yabancı memleketlerde çeşitli dillere de çevrilmiştir.

DÜNDAR TAŞER


Büyük Türk milliyetçisi, dava adamı ve gönül eri Dündar Taşer, 1925 yılında Gaziantep'te doğdu. Köklü bir aileye mensuptur. Aile ve aile çevresinde köklü ve derin bir Türk terbiyesi almış, çocukluk ve okul yıllarını burada geçirmiştir.

Ailesinin desteği ve kendi isteği ile Kara Harp Okuluna girmiş, bu okulun tank sınıfından teğmen olarak mezun olup ordu saflarına katılmıştır. Daha sonra kurmaylık imtihanını başarı ile vererek kurmay subay olmuştur. Ordu saflarında başarı ile hizmet vererek kurmay tank binbaşılığına kadar yükselmiştir.

27 Mayıs 1960 yılında yapılan ihtilale katılmış ve 38 kişilik Milli Birlik Komitesinde yer almıştır. İhtilalden kısa bir zaman sonra, ihtilal içindeki ahengin bozulması ve o zamanki CHP'nin ihtilal komitesi üzerindeki baskısının artması üzerine, ihtilalin yüksek subayları yani generalleri Dündar Taşer'le birlikte 14 arkadaşını yurt dışına sürdüler. Taşer'in şansına İsviçre'nin Zürih şehri çıktı. Orada T.C. büyükelçiliğinde askeri ataşelik yaptı. Yurda döndükten sonra zorunlu olarak emekliye sevk edildi.

Dündar Taşer, daha sonra siyasi hayata girdi. Alparslan Türkeş ve birkaç arkadaşıyla CKMP(Cumhriyetçi Köylü Millet Partisi)’ne girdi. 1969’da bu partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi. Ölümü olan 13 Haziran 1972 yılına kadar MHP'de millî devlet, güçlü iktidar için mücadele etti.

Talihsiz bir trafik kazası sonucu 13 Haziran 1972’de aramızdan ayrıldı.

Hayatı Türk milliyetçiliği yolunda mücadelelerle geçen Dündar Taşer, millî meselelerde daima vecd halinde, sanki ibadet halindeymiş gibi meselelerin üzerine eğilirdi. Geniş ve derin kültürü, keskin ve çarpıcı zekası, sarsılmaz imanı ve karakteri ile Türk milliyetçiliğinin mümtaz simasıydı.

Dündar Taşer Türk tarihine vâkıf, geniş bir kültüre sahipti. Gençlerin yetişmelerine büyük önem verir, bundan dolayı da gençlerle sık sık bir araya gelirdi, Israrlı ve sabırlı bir tarih okuyucusu idi. Tarihe bakışı geçmişi öğrenmeden daha öte bir anlam taşırdı. Tarihi bir laboratuvar olarak değerlendirerek olayları yorumlar, günümüz ve gelecek için dersler çıkarırdı. Derin ve şuurlu kültürü içinde sağlam bir muhakeme tarzına, akıcı ve heyecanlı bir üsluba, keskin ve ilk hamlede meselelerin özüne giriveren tahlilci bir özelliğe sahipti.

Hangi konuda konuşup yazdıysa, o konu ile ilgili verdiği hükümler hep doğru çıkmıştır. Teşhis, tespit ve yorumları daha sonra gelişen olaylarca doğrulanmıştır. Olayları ve meseleleri Türk milliyetçiliği açısından değerlendirmiş, bakışı da hep bu tarzda olmuştur. En karışık olayları, bir bakışta teferruattan ve yanıltıcı unsurlardan sıyırıp, sebep ve sonucu arasında basit fakat sağlam bağlar kurmuştur. Kutsal bir dava ve onun mücadelesinin yolcusuydu.


UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
6 Şubat 2009       Mesaj #3
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Öyküler okunurken ya da incelinirken akla ilk gelen , DEDE KORKUT’un kim
olduğudur.Bu konuda çeşitli çeşitli yorumlardan ve öykülerin anlatılışından çıkardığımıza
göre o , Oğuz’un güçlü döneminde yaşamış olan bir “DERVİŞ” ; “ozan”lığı , “yol
gösterici”liği üstünde taşıyan bir “ERMİŞ” ‘tir . Kendisinden sonra yaşayan ozan ve dervişler
, söylenegelen bu destansı öyküleri , onun adına sürdürmüşler ; yüce adını daha da
kutsallaştırarak Dede Korkut Kitabı’nın oluşturulmasına katkıda bulunmuşlardır .
Bu öyküleri böyle yazan bir ozan-derviş’in derlediği kuşkusuzdur . Ansiklopedik
bilgiler arasında şunlara rastlıyoruz :
“Reşidüddin’in Cami’üt Teravih’inde Bayat boyunda olup babasının adının
“Kara Hoca” olduğu ; çok akıllı , bilgi ve keramet sahibi bulunduğu : İnal Sir Yavkuy Han’a
vezir olduğu , Kayı İna Han’a danışmanlık ettiği , 295 yıl yaşadığı , güzel sözler söyleyip
kerametler gösterdiği , han tarafından elçilikle Peygambere gönderilerek Müslümanlığı kabul
ettiği yazılıdır
LeqoLas - avatarı
LeqoLas
Ziyaretçi
27 Aralık 2009       Mesaj #4
LeqoLas - avatarı
Ziyaretçi
DEDE KORKUT'UN SOYU
Dede Korkut’un soyu hakkında kesin bir bilgi elde edilememekle birlikte, mukaddimede Bayat Boyu’ndan olduğu geçiyor. Ayrıca bazı kaynaklar Kara Hoca’nın oğlu olduğunu söylemektedir.Ebulgazi de Kayı boyundan olduğunu yazmıştır. Karmış Han’ın oğlu demiştir. Bazı rivayetler İshak Peygamberin soyundan olduğunu söyler. Bir başka rivayete göre de Hıristiyan Aziz Kirkor’dur.


DEDE KORKUT’UN KİŞİLİĞİ
Dede Korkut’un destanların ilk anlatıcısı olduğu tahmin edilmektedir. Hikayelerde veli bir kişi olarak ortaya çıkar. Oğuzlar önemli meseleleri ona danışırlar. Keramet sahibi olduğuna inanılır. Gelecekten haberler verdiği söylenir. Ozan ve kamdır. Kopuz çalıp, hikmetli sözler söyler. Kopuzuna da kendine duyulduğu gibi saygı duyulur.Oğuzname’de, Dede Korkut’un 295 yıl yaşadığı ve Hz. Muhammed’e elçi olarak gönderildiği anlatılmaktadır. Oğuz Han’a vezirlik yapmış olduğu da düşünülmektedir.
Korkut kelimesinin “kork-” fiil kökünden türemiş olma ihtimalinin yanı sıra Arapça kökenli olup elçi manasına gelmesi de mümkündür. Her iki ihtimalde de ‘Korkut’ kelimesinin bir lakap, bir unvan olduğu görülmektedir. “Dede” kelimesinin ise ecdat manasında kullanıldığı tahmin edilmektedir. Fakat destanlarda daha çok halk arasında büyük hürmet ve kutsallık kazanmış halk bilgini anlamında kullanılmıştır.
Dede Korkut’un gerçek ismi, hayatı, yaşadığı çağ ve coğrafyayı kesin olarak aydınlatmak eldeki kaynaklar ve rivayet ile mümkün değildir. Destanlardan çıkarılabildiği kadarıyla ise Dede Korkut’un kişiliği iki şekildedir;
1- Kutsal Kişiliği
2- Bilge Kişiliği.
Başka kaynaklarda devlet adamı kişiliğinin de bulunduğu belirtilmektedir. Dede Korkut'un çok kişilikli olarak karşımıza çıkması farklı zaman, hatta farklı mekanda yaşamış benzer şahsiyetlerin destanlarda tek isim altında toplanmış olabileceğini düşündürüyor fakat bu kişiliklerin halkın eklentisi olma ihtimali de vardır


DEDE KORKUT’UN KUTSAL KİŞİLİĞİ
Destanlarda Dede Korkut kerâmet sahibi biridir. Doğa üstü bir manevi güce sahiptir. Destanlarda şu gibi kerametleri görülmüştür;
1- Gelecekten Haber Verme: “ Korkut Ata söyledi: Ahir zamanda hanlık tekrar Kayı’ya geçecek. Kimse ellerinden alamayacak, ahir zaman olup kıyamet kopuncaya kadar. “ (Mukaddime)
Destanda geçen örnekte de belirtildiği gibi Dede Korkut gelecekten haberler verirdi. Bu haberleri geçmişte yaşadığı deneyimlere dayanarak söylerdi.
2- Halkın Onun Sözünü Tutması: “ Korkut Ata Oğuz kavminin müşgülünü hallederdi. Her ne iş olsa Korkut Ata’ya danışmadan yapmazlardı. Her ne ki buyursa kabul ederlerdi. Sözünü tutup tamam ederlerdi. “ (Mukaddime)
Hanlardan çobana kadar herkes onun sözüne güvenirdi, ona danışırlardı.
3- Duasının Allah Katında Kabul Olması: “… Ne derse olurdu. Gaipten haber söylerdi. Hak Taâla onun gönlüne ilham ederdi. “ (Mukaddime) ,
“… Dede Korkut dedi: (Kılıç) Çalarsan elin kurusun dedi. Hak Taâla’nın emri ile Deli Karçar’ın eli yukarıda asılı kaldı. Zira Dede Korkut keramet sahibi idi, dileği kabul olundu. “ (Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı)
Birinci örnekte geçen “Ne derse olurdu.” Cümlesi hem halkın onun sözünü dinlediği hem de duasının kabul edildiği anlamındadır. İkinci örnekte de duasının kabul olduğu belirtilmiştir.


Dede Korkut’taki bu kerametlerin iki kaynaktan gelmiş olabileceği düşünülmektedir;
1- İslam Tasavvufu
2- Şamanist İnanç
Dede Korkut’un destanlarda İslam tasavvufuna uymayan davranışları bu ihtimali zayıflatıyor. Mutasavvıflardaki kamil insan olma hedefi, çile çekme, dergah… gibi unsurlar Dede Korkut’ta görülmüyor. Ermişlerinkine benzeyen olağan üstü olaylar yaşaması da yazıya geçirilene kadar uğramış olduğu değişiklikler olabilir, çünkü Türklerin İslam'ı henüz kabul ettiği ve değişim içerisinde olduğu 15-16. yy.larda yazıya geçirilmiştir.
Dede Korkut’un kutsal kişiliğinin şamanist yaşantıdan gelmiş olabileceğini kabul edebiliriz. Ozan oluşu şamanistlerin özelliğini hatırlatmaktadır. Ayrıca kerametlerini gizlememesi de kutsal kişiliğinin şaman inancından geldiğini güçlendirmektedir.


DEDE KORKUT ’UN BİLGE KİŞİLİĞİ
Dede Korkut sıradan insanlardan, devlet adamlarına kadar herkesin saydığı ve danıştığı bilgedir, öğüt vericidir. Bilgeliği eğitici, öğretici ve tenkit edicidir. Onun bu kişiliği tarih ve toplum yaşantısından gelmektedir. Geçmiş alplerin başından geçen olayları anlatır ve öğüt verir.


DEDE KORKUT KİTABI HAKKINDA ÖN BİLGİ
Kitabın asıl adı "Kitab-ı Dede Korkut Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan" dır. Anlamı Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı’dır. Kitap on iki destansı hikaye ve bir mukaddimeden oluşmuştur.
Hikayeler Kuzeydoğu Anadolu dolaylarındaki Müslüman Oğuzların hayatını anlatır. Fakat destanlar İslamiyet öncesi dönemden de izler taşımaktadır. Bu yüzden destanların oluşmasının daha erken evrelerde olduğu tahmin edilmektedir. Kitapta, Salur Kazan ve Bayındır Han gibi kahramanların, mekanın ve zamanın ortak oluşuyla ve her hikayede Dede Kokut’un ortaya çıkışıyla on iki hikaye birbirine bağlanır. Bugün elimizdeki iki nüshanın Akkoyunlu Devleti’nin çökmeye başladığı dönemlerde yazıya geçirildiği tahmin edilmektedir. Nüshalardan biri tamdır ve Almanya Dresten Kitaplığı’nda bulunmaktadır. Altı hikayenin bulunduğu eksik bir nüsha ise Vatikan’dadır.
Nüshalar üzerine ilk incelemeyi Alman Türkiyatçı Fr. Von diez Tepegöz Destanı’nı Almanca’ya çevirerek yapmıştır. Kilisli Rıfat (1916, eski yazı ile), Orhan Şaik Gökyay (1938) ve Muharrem Ergin (1958) de kitabı yurdumuzda yayınlamışlardır.


DEDE KORKUT DESTANLARI
Kitapta daha önce de belirttiğimiz gibi on iki tane destan vardır. Bu destanların her biri bir boy için söylenilmiştir. Bu destanlarda boyların hanlarının başından geçen olaylar, ad koyma, canavarlarla savaşma gibi bölümler yer almaktadır.
Hikayelerin dili oldukça sadedir. 15.-16. yy.da yazıya geçirildiği halde arı bir Türkçe’ye sahiptir. Az miktarda Arapça kökenli kelime de vardır. Orhan Şaik Gökyay ve Muharrem Ergin’in Latin harfleri ile yayınladıkları kitaplar ilköğretim öğrencilerinin anlayabileceği kadar sade ve basit cümle yapısına sahiptir. Hikayeler çoğunlukla manzum ve ahenkli bir şekilde anlatılır. Manzumların bir kısmı kafiyeli olmasa da kulağa hoş gelen bir söyleyiş tarzı vardır. Kitapta yaklaşık 8.000 tane farklı sözcük ve deyim geçer. Cümleler kısa ve yalındır.


DEDE KORKUT DESTANLARININ GENEL İÇ YAPISI
Destanlar olağan üstü olayların yoğunluğundan sıyrılmış ve günlük, sade olaylar da konu olmuştur. Destan niteliğine tüm Oğuzlar'ı etkilemesiyle ulaşmıştır. Hikayeler basit görünen olaylarla başlamış ama tüm Oğuzlar'ın etkilenmesiyle sonuçlanmıştır.
Hikayelerde dersler verilmiş, halk bilgilendirilmek istenmiştir. Destanlaşmış tarih olayları anlatılmıştır. Oğuzların dini inançları belirtilmiştir, örneğin Alpler kafirlerle savaşa gitmeden evvel arı sudan abdest alıp, iki rekat namaz kıldıkları belirtilmiştir. Halkın iktisadi durumu da anlatılmıştır. Oğuzların daha çok hayvancılıkla geçindiği neredeyse her hikayede görülmektedir. Yalnız, Oğuzlar’da üstünlük zenginlikle, mal mülkle olmaz. Oğuzlar’da üstülük yiğitlikle olur. Erkek gençlerin isim alabilmesi için bir yiğitlik göstermesi gerekir. Yiğitlik gösteren delikanlıya Dede Korkut isim verir. Verdiği isimler genellikle delikanlının gösterdiği yiğitlikle alakalıdır. Mesala Boğaç Han’a ‘Boğaç’ ismi boğayı boğduğu için verilmiştir. Oğuzlar işlerini kendileri yapamazsa küçük düşerler. Üstünlüklerini kaybetmemek için yardım kabul etmezler. Kazan Han’ın hikayesinde de böyle olmuş, Kazan Han çobanı, yardımını engellemek için, ağaca bağlamıştır.
Hikayelerde kadın da söz sahibidir. Kadın da hanlık edebilir. Kadın evlenirken güçlü, yiğit birini arar. Gerektiğinde kadın da savaşır fakat kadının savaşması erkeği küçük düşürür.
Destanlarda yoğunlukla ideal Oğuz Alp'inin nasıl olması gerektiği anlatılıyorsa da Alplerin başına gelen olaylardan herkese pay düşüyor. Büyüklüğün ve güçlülüğün erdem ve hünere bağlı olduğu her fırsatta belirtilmiş. Düşmana karşı savaşmak da yiğitliğin, büyüklüğün göstergesidir. Verilen dersler bu kadarla da kalmıyor. Bunların bir kısmı doğrudan devlete ve yöneticilere bir kısmı da millete verilmek istenen derslerdir


1- Devlete Verilen Öğütler;
Destanlarda genel bir ilke şeklinde Oğuz birliğini devam ettirme fikri işlenmiştir. Bu birliği devam ettirebilmek için devlete ve devlet adamlarına;
· Ekonomik güce sahip olma,
· Hüner ve erdem sahibi olma,
· Buyruk olmanın gereği anlatılmıştır.
Destanlarda vurgulanan bu unsurlar sanırız dünya döndüğü sürece devam edecektir.
Ayrıca Alplere de şöyle öğütler veriliyor;
· Ok atmada ve yay çekmede hünerli olmak
· Düşman ile savaşta üstün gelmek
· Ülkesine sahip çıkmak
· Zengin ve eli açık olmak ( ‘Aç doyurmak, yoksul donatmak‘ şeklinde geçen halka karşı merhametli ve cömert olmak )
· Soylu olmak ve soyunu küçük düşürmemek.


2- Halka Verilen Öğütler;
Destanlarda halka Alpler kadar yer verilmese de. hem çoban gibi kahramanlarla hem de örnek Alplerle halka da bir takım dersler verilmiş;
· Devlete sadık olmak ,
· Misafirperver olmak ,
· Dedikodu yapmamak ,
· Gönlü zengin olmak ,
· Dürüst olmak ,
· Korkak olmamak ,
· Çocuğunu iyi yetiştirmek ,
· Üstüne düşen görevi yerine getirmek ,
· Eşine sadık olmak ,
· Ana babaya hürmet etmek ...


Bazı öğütler de var ki, pek çoğu atasözleri gibi kalıplaşmıştır;
· Ecel vakti ermeyince can çıkmaz.
· Çıkan can geri gelmez.
· Yığılı malın mülkün olsa da nasibinden fazlasını yiyemezsin.
· Kara eşek başına gem vursan katır olmaz, hizmetçiye elbise giydirsen hanım olmaz.
Ve bunlar gibi pek çoğu doğrudan olarak mukaddimede verilmiş. Bir o kadar da hikayelerin mânzum ve secîli kısımlarında mevcuttur.


DEDE KORKUT DESTANLARI'NDA YER ALAN ESKİ TÜRK GELENEKLERİ
· Ad Koyma : Oğuz Türklerinde bir gencin ad alabilmesi için bir yiğitlik göstermesi gerekiyordu. Bu yiğitliği gösterdikten sonra Dede Korkut'u çağırırlardı. Dede Korkut da dua edip gence yiğitliğiyle alakalı bir isim verirdi; "... Bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun, adını ben verdim yaşını Allah versin."


· Toy etme ( Toplantı yapıp karar verme) : Oğuzlar mühim konularda karar vermek için toplantı yaparlardı; " Kudretli Oğuz beylerini hep çağırdılar evlerine getirdiler. Ağır misafirlik eylediler.


· Düğün : Halen devam eden bir geleneğimiz olan düğünlerde ziyafet verilir şenlik yapılırdı.


· Kız İsteme : Kız babasından veya abisinden istenirdi. Kız istemeğe büyük ve saygın kişiler giderdi. Dede Korkut Deli Karçar'dan kız kardeşini Bamsı Beyrek'e şöyle istemiştir; "Tanrını buyruğu ile peygamberin kavli ile aydan arı, güneşten güzel kız kardeşin Banu Çiçek'i Bamsı Beyrek'e istmeğe gelmişim."


· Başlık Alma : Kız vermeye karşılık kızın ailesi başlık isterlerdi. Kitapta kız kardeşini vermek istemediği için aşırı miktarda başlık isteyen Deli Karçar anlatılmıştır.
" Deli Karçar der : Dede, kız kardeşim yoluna ben ne istersem verir misin? Dede der : Verelim dedi, görelim ne istersin? Deli Karçar der : Bin erkek deve getirin dişi deve görmemiş olsun, bin de aygır getirin ki hiç kısrakla çiftleşmemiş olsun, bin de koyun görmemiş koç getirin, bin de pire getirin bana dedi. Eğer bu dediğim şeyleri getirirseniz pek ala veririm"
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Şubat 2010       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dede Korkut (Dede Korkut Kimdir? - Dede Korkut Hakkında)

Türklerin masalcı dedesi! Türk'ün geleneklerini, göreneklerini, âdetlerini, inançlarını, başka uluslardan farklarını velhasıl sosyal karakterini masallarına işleyen, onu günümüze kadar güzel bir üslup içinde yaşatarak getiren büyük sanatçı!..

Ne doğduğu yıl bellidir, ne de öldüğü yıl... Hatta yaşadığı yüzyıl bile tartışmalıdır. Masallara karışmış bir masalcıdır Dede Korkut... Ama canlıdır. Nesre benzeyen şiiri, şiire benzeyen nesriyle bezeli hikâyeleri, günümüzde yazılanlardan bile daha diri, daha hayata yakındır.

KESİN OLARAK NE ZAMAN YAŞADIĞI BİLİNMEMEKTEDİR


Bazı araştırmacılar, Hz. Peygamberin çağında yaşadığını söylerler ve eserleri içinde, bu fikirlerini destekleyen bölümler gösterirler. Bazı araştırmacılar, Uzun Hasan döneminde yaşadığını savunurlar ve eserlerinde, Uzun Hasan'ın yaptığı savaşları ve savaştığı kavimleri düşüncelerine kanıt olarak gösterirler. Bazı araştırmacılar da Oğuz Türklerinin masalcı ve destancısı olduğuna inanır. Bu düşüncede olanlar, bugün elimizde mevcut 12 destan-hikâyesinden, kendi fikirlerini ispat edecek belgeyi bol bol bulurlar.

Eğer bir sanat eseri, her çağın insanlarının hayatlarına, düşüncelerine denk düşüyorsa, ölümsüz demektir. Dede Korkut destan-masalları, böylece gerçek bir sanat eseri olduklarını çağımıza kadar tazeliğini yitirmeden gelmeleriyle ispatlamışlardır.

Pertev Naili Boratav, Dede Korkut Masalları için İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı makalede, bu masalların 15. yüzyıla kadar sözlü aktarmalarla geldiğini ve 15. yüzyılın ikinci yarısında Akkoyunlular tarafından yazıya geçirildiğini hatırlattıktan sonra, elimizde mevcut metinlerde iki ayrı dönemin olayları bulunduğunu işaret ediyor.

DEDE KORKUT MASALLARINI BİR AKKOYUNLU OZAN ELE ALMIŞTIR


Oğuz Türklerinin Sir-Derya kuzeyindeki (vatanlarında 9.-11. yüzyıllar arasında ge-çirdikleri hayatları, bu masal - destanlara yansımıştır. Birde bu masal - destanlar, yazıya geçirildikleri 15. yüzyılın Akkoyunlu beyliğinde oluşmuş olayları kapsamaktadır. Dede Korkut masallarının temeli, Oğuz Türklerinin hayatları üzerine oturtulmuştur ve bu dönemin örf, adet, gelenek ve yaşayış biçimlerini yansıtır ama aynı gelenek ve görenekleri yaşayışlarında sürdüren Akkoyunlular, masalları yazılı biçime sokarken, bazı hikâyeleri, o günlerin olayları üzerine oturtarak adapte etmişlerdir.

Dede Korkut masallarını kaleme alan Akkoyunlu Ozan, herhalde yüksek bir edebî bilgiye ve maharete sahipti. Belki kendi düşüncelerini de bu masallara katarak onları zenginleştirmiş, âdeta yeniden hayata kavuşturmuştur. Vatikan Kitaplığı’ndaki en eski nüshasında "Korkut Ata Ağzından, Ozan Aydur" kaydının bulunması bunun kanıtıdır.

Dede Korkut'un hayatı üzerinde kurulmuş bir efsaneye göre, Dede Korkut, Afrika taraflarında doğmuş, yaşamış ve günün birinde kendisine bir mezar kazıldığını görmüştür. Ö-lümden kim korkmaz! Dede Korkut da bu mezardan ve mezar kazıcılarından kurtulmak için diyar diyar kaçmış, her gittiği yerde mezarını ve kazıcılarını kendisini bekler görünce daha da uzaklara gitmiş ve sonunda Sir-Derya nehrinin ağzına yakın bir yere gelip hırkasını suya yatırmış ve burada tam yüz yıl yaşamış.

Bazı önsözlerde, Dede Korkut'un Peygambere elçi gönderildiği yazılıdır. Bu eklemelerin, Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikleri yıllarda yapıldığı sanılıyor.

DEDE KORKUT'UN GÜNÜMÜZE KADAR 12 HİKAYESİ GELMİŞTİR

Dede Korkut, Oğuz Türklerinin "bilicisi" olarak tanınır. Nitekim kendisi: "Oğuz halkının başına hayır gelesini, şer gelesini dedim..." diyerek, söylediği hikmetlerle Oğuz Türklerine yol gösterdiğini açıklıyor ve bir Şaman olması ihtimalini kuvvetlendiriyor. Şamanlar, aynı zamanda ozan oluyorlar, geçmiş zamanların hikâyelerini anlatıyorlar, gelecekten haber veriyorlardı.

Dede Korkut'un günümüze kadar gelen 12 hikâyesi şunlardır:

  • 1—Derse Han oğlu Boğaç
  • 2—Salur Kazan'ın evinin yağmalanması
  • 3—Bay Büre beğ oğlu Bamsi Beyrek
  • 4—Kazan oğlu Uruz'un tutsak olması
  • 5—Deli Dumrul
  • 6—Kazılık Koca oğlu Yeğenek
  • 7—Kanlı Koca oğlu Kan Turalı
  • 8—Depe-Göz
  • 9—Beğil oğlu İmren
  • 10—Uşun Koca oğlu Zegrek
  • 11—Salur Kazan'ın tutsak olması.
  • 12—İç-oğuza, Taş-oğuzun başkaldırması

Bu hikâyelerin 8 tanesi, iç ve dış savaşlara aittir. 2 tanesi aşk macerasını dile getirir. 2 tanesi de mitolojiktir. Fakat hepsi birden, Türk dünyasını en gerçek biçimde yansıtır. Üstün bir anlatım gücü, destansı bir üslup, yaşayan diri bir Türkçe ile Türk soyunun kahramanlığı, uygarlığı, ahlakı, dinî gelenekleri ve yaşamları dile getirilir. Türk mitolojisinin kaynağı Dede Korkut masalları, destanlarıdır...
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
22 Mart 2010       Mesaj #6
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Dede Korkut hikayelerin hepsinin bir toyla (eğlenceyle) başlaması eski bir Türk geleneğinin göstergesidir. Çocuklara ad verilirken yaptıkları işin gözetilmesi de eski bir Türk geleneği olarak kabul edilmelidir. Örneğin Boğaç Han ismini boğayı öldürmesiyle almıştır.

Destan özellikli pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere övgü kötülere eleştiri vardır.

Dede Korkut destanların ilk anlatıcısıdır. Dede Korkut, hikâyelerinde veli bir kişi olarak ortaya çıkar. Dede Korkut sıradan insanlardan, devlet adamlarına kadar herkesin saydığı ve danıştığı bilgedir, öğüt vericidir. Bilgeliği eğitici, öğretici ve tenkit edicidir. Onun bu kişiliği tarih ve toplum yaşantısından gelmektedir. Geçmiş alplerin başından geçen olayları anlatır ve öğüt verir.

Daha fazla bilgi için konunun tamamını okuyunuz.

Son düzenleyen Safi; 12 Şubat 2016 02:02
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
10 Haziran 2011       Mesaj #7
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Dede Korkut(?-?), ozan.

Dede Sultan ve Korkut Ata diye de adlandırılmış ve "Dede Korkut Kitabı"ndaki hikâyelerin ilk kez bu ozanbaşı tarafından anlatıldığı kabul edilmiştir. "Kitab-ı Dede Korkut alâ Lisan-ı Taifei Oğuzhan" adıyla bilinen Dede Korkut hikâyeleri, dünya edebiyat uzmanlarınca Türk dilinin İlyadası olarak kabul edilen bir destandır. Dede Korkut edebiyat alanında ilkin Alman araştırmacı Von Diez'in "Denkwürdigkeiten von Asien" adlı eserinde Tepegöz adlı hikâyesinin çevirisiyle (1815) gün ışığına çıkmıştır. Daha sonra yine bazı Alman araştırmacıları tarafından kimi bölümlerinin çevrilmesine çalışılan destan, Kilisli Muallim Rifat'ın Berlin yazmasına dayanarak yayımladığı kitap yoluyla kazanılmıştır. Bundan sonra büyük çoğunluğu Türkçe edebî araştırmalar olmak üzere Rusça, İtalyanca, Almanca çevirileri yapılmış ve araştırmacılar destanın edebî nitelikleri üzerinde durmuşlardır. "Dede Korkut Kitabı", Oğuz boylarının diliyle yazılan on iki hikâyeden meydana gelmiştir. Ve genel olarak, bireyin öyküsü anlatılmak yoluyla toplumun töreleri, ahlâk yapısı yansıtılmıştır.

İşleniş ve töreler yönünden Oğuz yaşayışına uygun görülen bir yapıya sahiptir. İçinde geliştiği toplumun özelliklerini, kişilerin doğa ve çeşitli olaylar karşısındaki davranışlarıyla, birbirleriyle olan ilişkilerini (savaş, kahramanlık, ana-baba, erkek-kadın sevgileri) çok yalın, ama derin bir duyarlık içinde işleyen hikâyelerde anlatış ve benzetiler yönünden Acem ve Arap edebiyatlarının etkisine rastlanmaz. Bu yüzden destan sonraki yüzyıllarda gelen büyük şairlerin en önemli kaynaklarından biri olmuştur. Türkçenin temiz ve duru olanaklarıyla doğanın aydınlık izlenimleri birleştirilerek yaşantının gerçek yönleri verilmiştir. Değişen toplumsal ilişkilere rağmen Dede Korkut destanının yarattığı kahramanlar canlı durumlarını bu güçten alırlar."Oğul sana varacak yerin Dolamaç yolları olur Atlı batıp çıkama Anın balçığı olur." örneğinde görüldüğü gibi, söyleyiş bir tür serbest nazım tekniğine bağlanmış ve özellikle iç uyum büyük bir rahatlıkla sağlanmıştır. Destan ve halk hikâyesi tekniklerinin bir arada yürütüldüğü kitapta "nazım"la "nesir" hemen hemen aynı ölçüde tutulmuştur."Yiğidim ben sana bir yol bakam Bir yılda gelmez isen iki yıl bakam İki yıl gelmez isen dört yıl bakam Dört yılda gelmez isen beş altı yıl bakam Altı yol ayrıdına çadır dikem." örneğinde de destanın geliştiği toplumun insanına özgü ahlâksal özellikler çok belirgin olarak duyulmaktadır. Manzum parçalar kuruluş yönünden incelendiği zaman, Azerî lehçesinin ağır bastığı, çok sık kullanılan deyim ve özdeyiş süslemelerinin en belirgin özellik hâlinde olduğu görülür. Düzyazı bölümlerinde, cümlenin, kendi içinde en etkili sözcüklerin tekrarıyla başka bir etkinlik kazanması sağlanır ve çoğu zaman aliterasyona başvurularak harf ya da hece uyumlarıyla genel bir harmoni yaratılması olanakları öngörülür. "Altındaki alca altın ne öğersin" ve "Kurumsu kırk tutam kara saçlım" mısralarından birincisinde "a"; ikincisinde "k" harflerinin tekrarından sağlanan uyum, destanın şiirsel örgüsünün iç yapı özelliğine yeterli bir örnektir. Dilimizin yüzyıllardan beri gösterdiği gelişme ve aşamalar içinde anıtsal değer taşıyan Dede Korkut, yıllar boyunca yetişen şairlerin esin kaynağı olan Türk kültür ve benliğinin tarihsel köklerine bağlı bir başyapıt bütünlüğündedir.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Ekim 2011       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dede Korkut destanların ilk anlatıcısıdır. Hikâyelerinde veli bir kişi olarak ortaya çıkar. Oğuzlar önemli meseleleri ona danışırlar. Keramet sahibi olduğuna inanılır. Gelecekten haberler verdiği söylenir. Ozan ve kamdır. Oğuzname’de, Dede Korkut’un 295 yıl yaşadığı ve İslam dini peygamberi Hz. Muhammed’e elçi olarak gönderildiği anlatılmaktadır.

Oğuz Han’a vezirlik yapmış olduğu da bilinir. Kopuz çalıp, hikmetli sözler söyler. Kopuzuna da kendine duyulduğu gibi saygı duyulur. Bazı rivayetlerde ise İshak peygamberin soyundan olduğu söylenir.[kaynak belirtilmeli] 9 ila 11. yüzyıllarda Türkistan'ın Aral Gölü bölgesinde Seyhun nehrinin Aral Gölü’ne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu ve bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına danışmanlık yaptığı destanlarından anlaşılmaktadır. 570-632 yılları arasında (Hz. Muhammed zamanında) yaşadığı da rivayet edilir. Dede Korkut Kitabı’nda bir hikâye bittikten sonra çıkar bir destan söyler ve dua eder.
kosovalı hulya - avatarı
kosovalı hulya
VIP VIP Üye
25 Ekim 2011       Mesaj #9
kosovalı hulya - avatarı
VIP VIP Üye
dkorkut
DEDE KORKUT
Dede Korkutun 570-632 yılları arasında, Hz. Muhammed (S.A.V) zamanında yaşadığı rivayet edilmiştir. Oğuzların Kayı veya Bayat boylarından geldiği, hem geçmişten ve hem de gelecekten haber veren, "kerem sahibi bir evliya" olduğu rivayet edilmektedir. "Ozanların Piri" veya "Ozanların Başı" olarak da bilinen Dede Korkutun, Peygamberimizin hayır duasını aldığı ve Oğuzlara İslâm dinini öğrettiği de bu rivayetlerle günümüze kadar ulaşmıştır.
Dede Korkut, tüm Türk kavimlerinin atasıdır ve dâhisidir. Türk destanlarında ve halk hikâyelerinde, Dede Korkut adına ve onun mucizevî sözlerine rastlamak her zaman mümkündür. Türk hükümdarlarının akıl hocası ve veziri olduğu bilinen Dede Korkut, bütün Türklüğün yegâne temsilcilerinden ve bugün de yaşatılmaya çalışılan atalarındandır.
Destan özellikli pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere övgü kötülere eleştiri vardır.
"Dede Korkut Kitabında (Dede Korkut ala Lisan-i Taife-i Oğuz han Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı) 12 destan özellikli hikâye yer alır ve bu kitap, İslâm öncesi ve sonrasında Türklerin yaşayışını, dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü içerir. Akıcı ve halkın kullandığı Türkçe ile yazılmış olan bu kitap; gerçek bir şaheserdir. Kitapta, "Dede" ve "Ata" olarak geçen ve "Korkut Ata" olarak da bilinen Dede Korkut, Türkmen, Kazak, Özbek ve Kara kalpak boyları arasında bu adlarla bilinmektedir. Türk dünyasının bilge atası olan Dede Korkut ve onun hikâyelerinde; Türk toplumunun savaşları ve barışları ile birlikte, aile ve eğitim yapısıyla üstün ahlâk ve karakter sağlamlığına dikkati çeker. Türk milletiyle özdeşleşmiş olan doğruluk, sözünde durmak, mukaddes değerler uğruna ölmek gibi çeşitli karekterler, hikâyelerin ana temasıdır. Dede Korkut hikâyelerindeki tüm kahramanların aile, cemaat ve insan sevgisini ön planda tutması, millet olarak ahlâk ve yaşam anlayışımızı göstermesi bakımından önemlidir. Kahramanların çoğu gençtir ve mutlaka bir yiğitlik gösterdikten sonra ad verilir. Pek çoğumuz biliriz, Dirse Han oğlu bir boğayı öldürünce Dede Korkut o gencin adını "Boğaç" koyar ve onu şan, şeref, mal ve rütbe ile ödüllendirir. Dikkat edilirse, hikâyelerde, gençliğe son derece önem verilmekte, onların, ailesine, milletine ve devletine bağlı, cesur ve çalışkan olmalarına işaret edilmektedir. Savaş, av, toy vb. eğlencelere Hz. Peygambere salavat getirilerek başlanması da Türk Kavimleri'nin dinî yönden şuurlu olduğunu ve devlet millet birliğinin sağlam temellere dayandığını göstermektedir.
Dede Korkut hikâyelerinde özellikle göçebe Oğuz Türkleri'nin tabiat şartlarına karşı dirençleri, düşmanlarına karşı sürekli üstünlüğü ve birlik şuurundan doğan kuvvetlilikleri dikkati çeker. Korkut Ata olarak saygı gören Dede Korkutun hikâyeleri yaşlı ve bilginlere büyük değer verildiğini de göstermesi açısından, son derece önemlidir. Allah, doğum, din ve ölüm düşüncesi, hayatin her anında kendisini gösterir. Bugün Dede Korkut ve onun hikâyelerinden ve destanlarımızdan alacağımız önemli dersler vardır. Fertler arasında saygı, sevgi, karşılıklı hoşgörü ve mertlik bunların başında gelmektedir. Dede Korkut aslında büyük bir vatanseverdir ve milletinin sonsuza dek güçlü ve mutlu yaşamasını gerçekleştirme mücadelesi içindedir. Hikâyelerindeki örnek şahsiyetler olan Bayındır Han, Kazan Han, Bamsı Beyrek, Boğaç Han, Selcen Hatun, Seğrek ve diğerleri toplumda olması gereken ideal insan karakterlerini temsil ederler. Bu insanlar, milleti ve vatanı için ölümü göze alan ve tüm zorlukların üstesinden gelebilen kahramanlardır.
Dede Korkut, bütün Türk kavimlerinin fert fert kahraman olmasını arzu etmiş olmalı ki, hikâyelerinde zayıflığa, çaresizliğe ve ümitsizliğe yer vermemiştir. Rivayetlere göre Onun ölümü bile evliyalığını, bilge kişiliğini göstermektedir: Çeşitli Türk boylarının kanaatine göre o, rüyasında mezarının hazırlandığını görmüş ve gittiği her yerde öleceği ona rüyasında bildirilmiştir. Seyhun Irmağı'nın Aral Gölü'ne döküldüğü yerin yakınlarında, ırmağın üzerine hırkasını sererek orada ruhunu Allah'a teslim etmiştir. Bugün pek çok yerde onun mezarının olduğu söylenmektedir. Tıpkı Yunus Emre ve Karaca oğlan gibi milletimiz, onun mezarına da sahip çıkarak kahramanlarını kendi içinde görmek istemektedir.
Türk ve dünya edebiyatının şaheserleri arasına giren ve çeşitli tarihî filmlere de konu olan Dede Korkut Hikâyeleri, insani ve yaşadığı dünyayı tüm özellikleriyle ele almıştır.
Dede Korkutun yaygınlıkla bilinen hikâyeleri şunlardır:
-Dirse Han Oğlu Boğaç Han
-Salur Kazanın Evinin Yağmalanması
-Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek
-Kazan Beg Oğlu Uraz Beg'in Tutsak Olması
-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
-Kanlı Koca Oğlu Kan Turali
-Kadılık Koca Oğlu Yegenek
-Basatın Tepegöz'ü Öldürmesi
-Begel Oğlu Emren
-Usun Koca Oğlu Seğrek
-Salur Kazanın Tutsak Olması
-Dış Oğuz'un iç Oguz'a İsyanı
Dede Korkutun hayatı ve onun hikâyeleri, geçmişten geleceğe uzanan mücadelede varlığımızın, birliğimizin ve dirliğimizin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymakta, kahramanlık ruhumuzu coşkun bir üslupla dile getirmekte ve geleceğe ümit ve sevgiyle bakmamızı sağlamaktadır.
Son düzenleyen Safi; 12 Şubat 2016 02:03
Candy_Girl - avatarı
Candy_Girl
Ziyaretçi
4 Şubat 2012       Mesaj #10
Candy_Girl - avatarı
Ziyaretçi
Günümüze kadar gelmemiş olan ve on iki epik hikaye­den oluşan Dede Korkut Kitabı’nın diğer adı Oğuz Destanı (Oğuzname)’dır. Kuzeydoğu Asya’daki Göktürk Devletini oluşturan halklardan olan Oğuzlar, sonradan güneybatıya doğru göç ederek, X. yüzyılda Maveraünnehir ve civarındaki bozkırları yurt edinmişlerdir. Müslümanlığı kabul eden Oğuz­lar, X. ve XI. yüzyıllarda, o zaman müslüman olmayan Kıpçaklarla sürekli olarak çarpışmışlardır. İşte Dede Korkut Ki­tabı, Oğuz boylarının Doğu Anadolu’da kendi aralarındaki veya Trabzon Rumları ve Kafkas Gürcüleri ile olan savaşlarını anlatır. Bu savaşlar, tahminlere göre, eski Oğuz Destanı’na yansımıştır.
Ozanlar olayları defalarca yeniden saz eşliğinde söyle-mişlerse de en eski metinler kaybolmuştur. Elimizdeki met­nin, Oğuzlar Ortadoğu’ya yerleştikten sonra, Osmanlılar dev-rinde Doğu Anadolu’da Erzurum bölgesinde, XV. yüzyıl so­nunda yazıya geçirildiği tahmin ediliyor. Ve Oğuzların hükümdarı “Hanlar Hanı” Bayındır Han, Banu Çiçek, Burla Hatun ve Selcen Hatun diğer kahraman­lardır.
Aşağıda Dede Korkut Hikayeleri özetlendirilmiştir.
Dirse Han Oğlu Boğaç Han
Hanlar Hanı Bayındır Han, yılda bir kez şenlik düzenleyip, bütün Oğuz beylerini konuk ederdi. Yine bir şenlik zamanı idi. Şenlikte, Han’ın emri gereğince, oğlu ve kızı olmayanlar kara çadırda kalacak, altına kara keçe döşenecek, kara koyun eti verile­cekti.
Oğuz Hanlarından Dirse Han’ın hiç çocuğu yoktu. Bu yüz­den onu kara çadıra yerleştirdiler. Sebebini sordu. “Çocuğun olma­dığı için” cevabını alınca, yanında getirdiği kırk yiğidi ile şölen yerini terk etti. O kızgınlıkla gelip hanımına acı sözler etti. Hanı­mı, “Ona büyük bir şölen tertip etmesini, açları doyurmasını, çıplakları giydirmesini, hayır dualar almasını, bu dualar içerisinden birisinin kabul olabileceğini” söyledi. Dirse Han, hanımının dediği gibi yaptı.
Dualar kabul oldu. Hanımı gebe kaldı. Zamanı gelince bir erkek çocuğu doğurdu. Çocuk büyüdü, gürbüz bir delikanlı oldu. On beş yaşına gelince, Bayındır Han’ın yiğitleri arasına karıştı.
Bir gün arkadaşları ile otururken, Bayındır Han’ın üç kişinin sağ yanından, üç kişinin de sol yanından, demir kazıklarla zor zaptettiği boğası, bunların elinden kurtulup sağa sola saldırmaya başlayınca, herkes kaçmış, Dirse Han oğlu ortada yapayalnız kalmıştı. Boğa üzerine hücum edince, yumruğu ile alnının ortası­na bir tane yerleştirdi, boğa kıç üstü yere devrildi. Kalkıp hücum etti, akıbeti aynı oldu. Sonunda, oğlan boğayı yendi. Bıçağı ile kafasını kesti. Böyle bir yiğitlik görülmemişti.
Dedem Korkut geldi, oğlanla beraber babasının yanına gitti, boy boyladı, soy soyladı, oğlanın adı “Boğaç” olsun dedi.
Dirse Han, oğluna Beylik verdi, taht verdi. Ancak, Dirse Han’ın kırk yiğidi bu durumu hazmedemediler. Baba ile oğlun arasını açmak için yalanlar, dedikodular, asılsız haberler ürettiler. Sonunda, Dirse Han’ı oğluna düşman ettiler. Bir av sırasında, Dirse Han, oku ile oğlunu iki kürek kemiği arasından vurdu. İçi kan ağlaya ağlaya çadırına döndü. Hanımı, oğlum nerede diye sorunca, cevap veremedi. O kırk hain, “Oğlun iyidir, sağdır, avda­dır” deyince, annesi yanına kırk ince belli kız alarak, oğlunu ara­maya çıktı. Bu arada, Hızır gelmiş, oğlanın yarasını sıvazlamış, “Korkma oğul, dağ çiçeği ile ananın sütü sana ilaç olacak, iyileşeceksin” demişti.
Anası, oğlunun yanına varır, al kanlar içinde görünce, ağıta durur. Oğlan sese uyanır ve Hızır’ın söylediklerini anlatır. Kızlar dağ çiçeği topladılar, anası memesini üçüncü sıkmada sütü geti­rebildi. Süt ile çiçekleri, yarasına sürdüler. Gizlice beyin otağının yakınlarına getirdiler.
Aradan kırk gün geçti. Oğlan iyileşti, yine aynı yiğit oldu.
Kırk hain, oğlandan korktular. Dirse Han’ı kaçırıp, gâvur el­lerine götürdüler. Anası, bütün bu olanları oğluna anlattı. Oğlan, kırk yiğidini yanına alıp, namert kırk kişinin elinden savaşarak babasını kurtardı. Baba-oğul sarmaş dolaş oldular. Sonra yurtları­na döndüler.
Bayındır Han, olanları duydu. Oğlana Beylik verdi, taht ver­di. Dedem Korkut da geldi, tahtının tacının ulu, ömrünün uzun, kılıcının keskin olması için dualar etti…

Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması:
Ulaş oğlu,….Bay indir Han’ın damadı, Salur Kazan ve adam­ları uzak yerlere ava gitmek için yurtlarından ayrılmışlardı. Ca­suslar, azılı eşkıya Şökli Melik’e haber verdiler. Şökli Melik Salur Kazan Han’ın otağına baskın yapıp oğlu ve adamlarını esir aldı­lar.. Kızları koynuna aldılar. Ne varsa yediler, içtiler, yaktılar, yıktılar.
Salur Kazan Han’ın tüm bu olanlardan haberi yoktu.
Şökli Melik ve adamları yaptıkları tüm kötülüklerle yetin­meyip, Kazan Han’ın başında çobanlan olan sürüsünü de yok etmek için saldırdılar. Lâkin çoban yiğit ve akıllı idi. İki kardeşi ile bütün tertibi almış idi. Sapanı ile bütün saldırganların çoğunu telef etti. Bu arada kendi kardeşleri de şehit olmuştu…. Salur Kazan Han, o gece rüyasında bir karabasan gördü. Ka­ra kuduz kurtlar, kara kargalar hep hanesine saldırıyorlardı. İçi rahat etmedi. Adamlarını av yerinde bırakıp, atına atlayıp, üç gün yol sürüp, obasına vardı. Durumu görünce, kanlı gözyaşları dök­tü. Sonra da kâfirlerin peşine düştü.
Bu arada Şökli Melik, adamları ile yiyip içip, eğleniyordu. “Salur Han’ın hanımı gelsin, bize içki sunsun” dediler. Kırk esir kıza sordular: “Burla Hanım hanginiz?” Hepsi birden “benim” diye kar­şılık verince, bulamadılar. Bu sefer oğlu Uruz’u kesip, etini kadın­lara yedirmeyi, kim yemezse onun anası olduğunu bulabilecekle­rini söyleyerek, işe giriştiler. Burla Hanım, bunu duydu, gelip oğluna danıştı. Oğlu, “Ne sen söyledin, ne ben duydum, babamın namusu, benim canımdan daha önemlidir,” dedi….Uruz’u öldürmeye geldiler.
Tam bu sırada, Salur Kazan ve Karaca Çoban, Şökli Melik’in otağına varmışlardı. Salur Kazan Han, Şökli Melik’e seslenerek,
“Bütün aldıkların senin olsun, bana anamı ver” deyince, Şökli Melik, “***** kara papaza vereceğim” cevabını verdi. Bu esnada, Salur Kazan Han’ın kardeşi Kara Göne, Deli Dündar, Kara Budak, Hemid, Şer Şemseddin, Boz Aygırlı Beyrek, Bay Yiğenek… ve nice yiğitler yetiştiler. Yalın kılıç düşmana giriştiler. On iki bin kâfir kılıçtan geçirildi. Beş yüz Oğuz yiğidi şehit oldu.
Salur Kazan Han, bütün sevdiklerine kavuştu…
Dedem Korkut geldi, görelim ne söyledi: “Hayır dua edeyim Han’ım. Karlı kara dağların yıkılmasın, gölgeli kaba ağaçların kesilme­sin, güzel suyun kurumasın, her şeye gücü yeten Tanrı, seni mert olma­yana muhtaç etmesin, ak boz atım sendeletmesin, işlettiğinde kara çelik öz kılıcın körelmesin, dürtüşürken ala mızrağın kırılmasın, ak sakallı babanın yeri cennet olsun, ak saçlı ananın yeri cennet olsun, sonunda tertemiz imandan ayırmasın, âmin diyenler Tanrı’nın ak yüzünü gör­sün, ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun: Tanrı’nın verdiği umudun kırılmasın, derleyip toplasın, günahınızı adı güzel Muhammed Mustafa yüzü suyuna bağışlasın Han’ım hey!” Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Boyu:
Hanlar, oğulları ile birlikte Bayındır Han’ın otağında top­lanmışlardı. Bunu gören Kam Püre ağladı. Niye ağladığı sorulun­ca da, “Bir oğlum yok ki soyumu devam ettirsin, Han’ıma hizmet etsin, bunun için ağlıyorum.”
Bütün Hanlar, Kam Püre için dua ettiler. Kam Püre’nin bir oğlu oldu. Bu sırada Bay Piçen’in de bir kızı oldu. Oğlanı ve kızı beşik kertmesi yaptılar. Kam Püre’nin oğlu, büyüdü on beş yaşın­da güzel bir delikanlı oldu. Adını alma zamanı gelmişti.
Bezirganların kervanını çapulcular soymuş, bezirganbaşı ca­nını zor kurtarmıştı. Bezirgan başı vara vara, Kam Püre oğlunun çadırının olduğu yere kadar geldi. Durumu anlattı. Oğlan, yanına Bezirganbaşını katıp, eşkiyalann peşine düştü. Bir yerde onları eğlenirken yakaladı. Daldı ortalarına. Hepsini çil yavrusu gibi dağıttı. Bütün mallan kurtardı. Bezirganbaşı ondan ne isterse almasını isteyince bir boz aygır, bir gürz ve bir yay seçti. Bezir­ganbaşı onları, Karn Püre Hanın oğluna getirdiklerini söyledi. Oğlan sesini çıkarmadı vardı babasının yanma.
Bezirganbaşı ve adamları geldiler. Oğlanı Kam Püre’nin ya­nında görünce çok şaşırdılar, varıp önce onun elini öptüler. Kam Püre bu İşe çok kızdı. Lakin, olanları anlayınca çok sevindi. Oğlu­na ad koyma zamanı gelmişti. Bütün beyler toplandılar.
Dedem Korkut geldi, boy boyladı, soy soyladı, “Adını Bamsı Beyrek koyalım” dedi. Hep beraber dualar edildi. Bütün Beyler ve Bamsı Beyrek, bir gün ava çıkmışlardı. Bir Alageyiği kovalayan Bamsı Beyrek, bir kırmızı çadır gördü. “Bu kimindir?” diye merak etti. Banu Çiçek, “Ne arıyorsun?” diye sor­du. “Beşik kertmem Banu Çiçek’i arıyorum” deyince, “Ben onun âadı-sıyım yarışta, ok atmada ve güreşte beni yenersen ancak onu görebilir­sin” dedi. Kabul etti. Bamsı Beyrek kızı yendi. Kız dedi ki “Banu Çiçek benim.” Oğlan parmağındaki yüzüğü çıkarıp, kızın parma­ğına takarak nişanı yaptı. Sonra vardı babasının otağına olanları anlattı.
Lakin, kızın abisi Deli Karçar, kardeşini isteyeni öldürmekle ün yapmıştı. Bu işe bir çare düşündüler. Dedem Korkut’u bu işi çözmesi için görevlendirdiler. Dedem Korkut yollara düştü. Vara vara, Deli Karçar’m yol üstündeki otağına geldi. Dileğini söyledi. Deli Karçar çok kızdı. Kılıcını çıkarıp Dedem Korkut’a vurmak için kaldırdı. Dedem Korkut “Elin kurusun” diye beddua edince, eli kurudu. Bu sefer Dedem Korkut’a yalvar yakar oldu. Dedem Korkut, dua etti eli eski haline döndü…Bu sefer de Deli Karçar, kızı vermek için bin at, bin deve, bin koç, bin kulaksız köpek, bin pire istedi. Dedem Korkut geldi, Kan Püre’ye söyledi. Hepsini tamam ettiler. Dedem Korkut bunları alıp, Deli Karçar’m yanma vardı. Deli Karçar’a oyun edip, pirelerin içine koydu. Deli Karçar, yalvar yakar olunca, onu saldı.
Uzatmayalım, düğün oldu. Ancak, gece yarısı, Bamsı Beyrek uykuda iken, Banu Çiçek’te gözü olan Bayburt Hisarı Beyi saldı­rıp, Bamsı Beyrek ile otuz dokuz yoldaşını esir aldı.
Han Beyrek, Deli Dündar, bütün Oğuz Beyleri karalar bağ­ladılar. Bunu işiten, bütün eş, dost, yaran hep karalar giydi­ler…Bamsı Beyrek’in izi bir türlü bulunamadı…Aradan on altı yıl geçti.. Yalancı Yartaçuk, Bamsı Beyrek’in kendisine hediye ettiği gömleği, kana bulayıp, babasına götürdü. Onları, oğullarının öldüğüne İnandırdı. Arkasından Banu Çiçek ile evlendi….
Bir gün, Bamsı Beyrek’in babasından öğütlü olan bezirgan-;Iar, Bayburt Hisarı’na uğradılar. Baktılar ki, şölen var. Bamsı Beyrek’e de kopuz çaldırıyorlardı. Bamsı Beyrek, bezirganları tanıdı. Onlarla şair dilinde konuşarak, bütün sevdiklerinin sağ olduğunu, Banu Çiçek’in ise Yalancı Yartaçuk ile sözlendiğini Öğrendi. Hem kendisi, hem de otuz dokuz yoldaşı ağlaya ağlaya bir hal oldular. Bayburt Hisan’nın, Bamsı Beyrek’e aşık olan kızı olanları öğrenince, Bamsı Beyrek’in kaçmasına yardım etti. Yolda atını bulup bindi. Tam da, Banu Çiçek ile Yartaçuk’un düğün şöleni olurken, yurduna vardı. Fakir bir aşık kılığında idi. Kızlar, acıyıp karnını doyurdular. Kılığı düzelsin diye verdikleri Bamsı Beyrek’in kaftanını, aşık giyince hemen tanır oldular. Bamsı Beyrek, kaftanı giymekten vazgeçti. Eski elbiselerle düğünün içine girdi. Ok atışıyorlardı. Aldı Yartaçuk’un yayını, bir çekmede par­ça parça etti. Bamsı Beyrek’in yayı ile okunu getirdiler. Bir atışta yüzüğü parçaladı. Bütün Oğuz Beyleri buna sevinip, gülüştüler. Oğuz Hanı “Dile benden ne dilersen” diye buyurdu. “Karnımı do­yurmak isterim” dedi. Han dedi ki: “Bir günlük beyliğim, onun ol? sun.” Öyle oldu. Bamsı Beyrek, yemek yedi, sonra sofraları, ka­zanları tekmeledi. Ardından kızların yanına gitti. Orda oyunlar oynandı en sonunda, Banu Çiçek Bamsı Beyrek’i tanıdı. Babasına koşup müjdeyi verdiler. Gözleri kör olmuştu. “Parmağını kanatsın, gözüme sürsün, oğlum ise gözüm açılır” dedi. Öyle yaptılar, gözleri açıldı. Yartaçuk bunu haber alınca kaçtı. Bamsı Beyrek peşine düştü, yakaladı. Aman dileyince bıraktı. Yiğitleri ile birlikte Bay­burt Hisarı’na yollandılar. Cümle Oğuz Beyleri ardından devam ettiler. Yaman savaş oldu. Bayburt Hisarı zapt edildi…
Beyrek, Bayburt Hisan’nın kızını aldı, gelin getirdi. Kırk gün kırk gece düğün yaptılar.
Dedem Korkut geldi. “Bu Oğuz Destanı Bamsı Beyrek’in olsun” dedi.
Kazan Bey Oğlu Uruz Bey’in Tutsak Olduğu Boyu Anlatır:
Kazan Bey, bir gün bir şölen tertip etti. Doksan üç bin Oğuz yiğidi, kızı, kadım toplandı. Kazan Bey, sağma baktı güldü, solu­na baktı güldü, karşısına baktı ağladı. Çünkü karşısında, yaşı on altı olmasına rağmen, halen yiğitliğini ispatlamamış olan oğlu duruyordu. Oğlu bu duruma çok üzüldü. Babasına, “Ne dedin de yapmadım?” dedi. Kazan Bey “Madem öyle” deyip, yanına oğlunu ve üç yüz kızanını da alıp ava çıktı. Meğer av bölgesinde casuslar varmış. Kara Tatyan Kalesi Tekfuruna haber verdiler. On altı bin askeri ile, bizim üç yüz yiğide saldırdılar. Kazan Han, oğlunu savaştan ırak tutmuş idi. Lakin, Uruz oğlan ve kırk arkadaşı, kâfi­re bir ucundan saldırıp, yaman savaş verdiler. Ancak, Uruz esir düştü. Babasının bundan haberi yoktu. Evine döndü. Hanımı baktı oğlu Uruz yok, başladı ağıda… Kazan Han da deliye döndü. Yiğitlerini alıp, hızla av yerine vardı. Baktı ki yaman savaş olmuş, oğlunun cesedi yok. Anladı ki tutsak düşmüş. İzleri takip etti.
Kâfirler Kanlı Kara Dervent’te konaklamış, eğleniyorlardı. Kazan Bey varınca fark ettiler. Oğlan dedi, “Elimi kolumu çözün, babamla ben konuşayım.” Çözdüler. Oğlan, geri dönmesi için babasına yalvardı. Babası kabul etmedi. Kâfire saldırdı. Babası gözün­den yaralandı, uçurumdan uçtu…
Hanımı Burla Hatun dayanamamış, yiğitler ile yola çıkmıştı. Oğuz Beyleri de dayanamamış yola çıkmışlardı. Hepsi tekmil gâvurun üstüne vardılar. Yaman savaş ettiler. Kâfirler helak oldu. Bütün malları Oğuz beylerinin eline geçti. Kazan Han, ölmemiş yoldaşlarına katılmıştı. Hep birlikte Uruz’u kurtardılar.
Yurtlarına dönüp, güzel bir şölen ettiler. Dedem Korkut da oradaydı. Yine çaldı, yine söyledi. Ne söylediyse, güzel söyledi…
Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Beyini Anlatır:
Oğuz’da bir Deli Dumrul vardı. Bir kuru çayın üzerine köp­rü yaptırmış, geçenden otuz üç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alır idi. “Var mı benden güçlüsü” diyerek de meydan okur idi. Bir gün köprünün yakınında bir genç öldü. Sahipleri “Azra­il’in gencin canını aldığını” söylediler. Deli Dumrul Azrail’e mey­dan okudu. Bu Allah’ın gücüne gitti. Azrail’i, Deli Dumrul’a gön­derdi. Deli Dumrul, kırk arkadaşıyla yemekte iken, Azrail gelip kıstırdı. Deli Dumrul şaşırdı. Azrail olduğunu anlayınca, kılıcını çekip saldırdı. Azrail bir güvercin oldu. O da atla peşine düştü. Bir iki güvercin öldürdü. Dönerken, Azrail atını ürkütünce, yere kapaklandı. Başı, gözü yarıldı. Azrail gelip tepesine çöktü. Deli Dumrul şimdi gürlemiyor, hırıldıyordu. “Bre Azrail aman, Tan-rı’nın birliğine yoktur güman, canımı alma Azrail” diyerek af diledi. Azrail de “Benden af dileyeceğine, Allah’tan dile” dedi. Deli Dumrul da başladı “Allah’a yalvarmaya:
“Yücelerden yücesin Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Nice cahiller seni gökte arar, yerde ister
Sen kendin müminlerin gÖnlündesin Ölümsüz güçlü Tanrı,
Benim canımı alırsan sen al
Azrail’in almasına izin verme
Bu yalvarmalar Allah’a hoş geldi. Azrail’e dedi ki: “Bu deli canı yerine can bulsun, hayatı bağışlansın.” Azrail bunu Deli Dumrul’a iletti.
Deli Dumrul, önce yaşlı ana ve babasına gidip, kendi canı ye­rine, canlarını vermelerini istedi. Kabul etmediler. Vardı hanımı­nın yanma, hanımı “Canım sana feda olsun” deyince, Deli Dumrul, Allah’a yalvardı:
“Yüce Tanrt Ulu yollar üzerine İmaretler yaptırayım senin için Çıplak görürsem giydireyim, senin için Alırsan ikimizin canım birlikte al, ‘
Bırakırsan ikimizin canım birlikte bırak İyiliği çok, güçlü Tanrı.”
Tanrı, Azrail’e Deli Dumrul’un anasının ve babasının canını almasını, Deli Dumrul ile eşine de yüz kırk yıl ömür verdiğini söyledi.
Dedem Korkut geldi, boy boyladı, soy soyladı, ne de güzel söyledi.
Kanlı Koca Oğlu Kan Turah Boyunu Anlatır:
Oğuz zamanında, Kanlı Koca isminde bir gürbüz er; onun da, Kan Turah isimli yiğit bir oğlu vardı. Oğluna, “Gel seni evlendi­reyim” dedi. Oğlu, iyi de, “Benden hızlı, benden nişancı, benden kuv­vetli bir kız isterim” deyince, babası, “Oğlum sen kız istemiyor, yavuz bir yiğit istiyorsun” diye cevap verdi. Kan Turah çıktı kız aramaya. Koca Oğuz illerini gezdi, bir tane dahi İstediği gibi bulamadı.
Trabzon Tekfurunun tam da böyle bir kızı vardı. Lakin, kızı almak için üç tane canavarı haklamak lâzımdı. Nice gençler, diğer canavarların yüzünü dahi görmeden, birincisi tarafından haklan­mış, kelleleri kale duvarına asılmış idi. Kan Turah, “Ben bu cana­varları öldürür, bu kızı da alırım” diyerek babasından izin istedi. Babası, oğlu vazgeçsin diye çok diller döktü. Amma ne mümkün? Çaresiz razı olup, şans diledi.
Kara Turah, kırk yiğit yoldaşı İle Trabzon iline vardı. Tek-fur’un adamları beylerine haber verdiler. Bey onları çağırtıp, ağırladı. Kan Turah, “Ne için geldiniz” sualine, “Allanın emri ile kızınızı almaya gelmişim” diye cevap verdi.
Tekfur, Kan Turalı’nın soyunmasını söyledi. Vücudu ve yü­zü çok güzeldi. Tekfur’un kızı Selcan uzaktan gördü, vuruldu. “Keşke babam razı olsa da şu oğlana varsam” dedi.
Ortaya Kara Boğa canavarını getirdiler. Bunu gören Kan Tu­rah yoldaşları ağlaştılar. Kan Turalı “Ne ağlaşırsınız, verin gürzü­mü” deyip, Boğa ile kavgaya tutuştu. Nice boğuşmadan sonra, Boğayı yere çaldı. Kafasını kesti, derisini yüzdü, getirip Tekfur’un önüne koydu. >
Bu sefer, karşısına bir aslan çıkardılar. Onun da hakkından geldi… Yetmedi, canavar deveyi üzerine saldılar. Kan Turah onu da yendi… Tekfur, “Bu yiğidi çok sevdim, kızımı da verdim” dedi. Ateşler yakıldı, yemekler yapıldı, Kan Turah ile kız gerdeğe ko­nuldu. Kan Turah, “Anamın babamın elini öpmeden gerdeğe giremem” deyip, atma atladı ve baba yurduna geldi.
“Babama haber salın, yiğit oğlu geldi” diye ünleyip, beklemeye başladı. Bu arada Tekfur’un kızı, kılıç kuşanıp yiğidinin peşine düşmüştü. Tekfur’un kendisi de kızını vermekten caymış, altı yüz askeri ile o da, oğlanın peşine düşmüştü. Gelip Kan Turalı yor­gunluktan uykuda idi. Kız babasının adamlarından önce yanına vardı. Tekfur’un adamları gelip, etraflarını sarınca, yiğidini uyan­dırdı. Birlikte savaştılar. Selcan Hanım, epeyce düşman hakladı. Döndü geldi, Kan Turalı yok. Bu sırada, Kanlı Koca ve hanımı, savaş yerine varmışlardı. Baktılar oğlan yok, bir yiğit kız var. Kız, onların kim olduğunu anladı. Hep beraber yürüdüler.
Kız baktı, ilerde bir kavga var. Anladı ki Kan Turalı orada­dır. Kavganın üstüne vardı, düşmanı önüne kattı. Düşman neye uğradığını şaşırdı. Kan Turalı ile Selcan Kız böylece bir kere daha kavuştular… Beraber, Kanlı Koca’nın yanına vardılar…
Toylar edildi, düğünler yapıldı. Dedem Korkut geldi, boy boyladı, soy soyladı, güzel sözler söyledi.
Kazılık Koca Oğlu Yiğenek Boyunu Anlatır:
Bayındır Han’ın veziri Kazılık Koca, Bayındır Han’dan, sefe­re çıkması için izin istedi. Han izin verdi. Kazılık Koca ve adamları, günler geceler boyu yol gittiler. Karadeniz kıyısında Düzmürd Kalesi’ne vardılar. Bu kalenin tekfuru çok yaman biri idi. Kalesin­den çıkıp, Kazılık Koca’yı gürzü İle tepeleyip, esir aldı. Aradan on altı yıl geçti.
Kazılık Koca’mn sefere çıktığı vakit, bir yaşında bir oğlu vardı. Yaşı on altısına gelince, tesadüfen babasının tutsak olduğu­nu öğrendi. Bayındır Han’ın huzuruna varıp, babasını kurtarmak için, izin ve asker istedi. Bayındır Han, beyleri topladı. Birkaçına görev verdi. Beyler ve oğul, amcası Emen de dahil, hep birlikte Düzmürd Kalesi’nin dibine kadar varıp konakladılar. Tekfur kale­sinden çıktı, teke tek kavga istedi. Yirmi dört Oğuz Beyi sıra ile Tekfur’un karşısında yenik düştüler. En son Yiğenek oğlan, Tek­fur ile kapıştı. Allah’ın izni ile Tekfuru yendi. Babası serbest kaldı. Baba-oğul, sarılıp koklaştılar. Kaleyi ele geçirip, Bayındır Han’ın mülküne kattılar.
Dedem Korkut geldi, destanı söyledi. Bu destan oğul Yiğenek’in olsun dedi.
Basat’m Tepegöz’ü Öldürdüğü Boyu Anlatır:
Bir gün Oğuz üzerine düşmanlar gelip, bir karışıklık yaratıp kaçtılar. Bu esnada, Aruz Koca’mn yere düşen oğlunu, bir aslan-cık kapıp kendi yuvasına götürdü. Aradan yıllar geçti. Aslana benzer bir adam, kürekli Oğuz atlarına saldırıyordu. Aruz Koca anladı ki bu oğludur. Oğlanı tutup getirdiler. Yedirdiler, içirdiler, lakin durmayıp kaçtı. Kaç defa getirdilerse, o kadar kaçtı. En son Dedem Korkut konuştu, adını da Başat koydu. Başat, kaçmaktan vazgeçti.
Bir gün Oğuz yaylaya göçtü. Yaylada, bir çoban bir peri kızı ile yattı. Bir yıl sonra, peri kızı getirip oraya bir paket bıraktı. Paket, vurdukça büyüdü. İçinden bir gözü tepesinde olan bir yaratık çıktı. Aruz Koca, Bayındır Han’a dedi ki, “Han’ım, ver bunu benim Başatla beraber büyüteyim” Han izin verince, alıp evine getirdi. Bir süt anne tuttular. Üç emmede, canını aldı. Kaç dadı getirdilerse eme eme öldürdü. Neticede sütle beslemeye karar verdiler. Ancak, günde bir kazan süt yetmiyordu. Büyüdükçe, ele avuca sığmaz bir yaramaz oldu. Bütün oba elinden yaka silkti.
Aruz Koca, onu evden kovdu. Anası, gelip Tepegöz’ün parmağı­na bir yüzük taktı. Bundan sonra onu kılıç kesmeyecek, ok bat­mayacaktı.
Tepegöz eşkiyalığa başladı. Üstüne nice savaşçılar vardı, baş edemediler. Cümle Oğuz ilini haraca bağladı. Her kapıdan hiz­metçi aldı. Sıra Basat’a geldi. Babasının, anasının elini öpüp, helal-leşti. Tepegöz’ün yakınına gelince, birkaç ok attı, çarptı kırıldı. Tepegöz farkına varıp, Basat’ı tuttuğu gibi, çizmesinin içine koy­du. Sonra da uyudu. Başat, baktı sadece gözünde et var. Kızgın şişi et olan yere soktu. Tepegöz’den bir ses çıktı ki yerler, gökler inledi. Başat kaçtı, Tepegöz peşine düştü. Bir ağıla girdi, koyun kılığına girip kaçtı. Tepegöz ne yaptıysa, Başat ile başa çıkamadı. En sonunda, Başat Tepegöz’ün kendi kılıcıyla boynunu vurdu. Cümle Oğuz Basat’ı takdir etti. Dedem Korkut da gelip boy boy­ladı, soy soyladı, Başat için güzel sözler söyledi.
Begil Oğlu Emrenin Boyunu Anlatır:
Bayındır Han yine otağını kurdurmuş, gelen hediyeleri alır idi. Ancak, çok üzüntülüydü. Soranlara, “Hediyeler az, ben şimdi bu beylere ne vereceğim” dedi. Gürcistan haracı olan bir at, bir kılıç ve bir çomağı, Begil Beye verip, onu sınır kumandanlığına atadı. Begil bu görevi çok iyi yaptı. Bayındır Han onu onurlandırdı.
Bîr gün, Begil Bey ava çıktı. Vurduğu bir geyiğin peşinden giderken, ayağı kırıldı. O halde, güç bela obasına vardı. Çok geç­meden, kırılan ayağı bütün obanın dilindeydi… Begil’in elinden bizar olan düşmanlar, bunu fırsat bilip, Begil’in obasına saldın hazırlığına giriştiler. Begil’in bundan haberi olunca, derin üzün­tüye kapıldı. Babasının bu halini gören oğlu, durumu öğrenince, “Ben nasıl bir evlat olayım da, babamın yerine savaşmayayım” diyerek, babasının atına bindi, kılıcını kuşandı, yayını taktı…
Kâfirler Begil Bey’in atını tanıyorlardı. Binicisinin de onun oğlu olduğunu öğrendiler. Üzerine vardılar. Oğlan kavgada ye­nildi. Allah’a yalvardı. Allah Cebrail’e, “Bu kuluma kırk yiğidin gücünü verdim” dedi. Bu sefer, oğlan kâfiri yerden yere vurdu. Kâfir, Begil’in dinini kabul etti.
Babası oğluna, karşı kara dağdan yayla, at sürüsünden oldu. Dedem Korkut geldi, bu Oğuzname’yi söyledi. Adı “Begü Oğlu Ermen olsun” dedi.
Usun Koca Oğlu Segrek Boyunu Anlatır:
Oğuz devrinde iki oğlu olan, Usun Koca İsimli bir beg vardı. Bir oğlunun adı Egrek idi. Hiç cenk etmemişti. Bu yüzden kınıyorlardı. Bir gün cenk etmeye karar kıldı. Adamları ile birlikte kâfir üstüne yürüdü. Şirigüven illerinden GÖkçedeniz’e kadar yağmaladı. Bolca ganimet dağıttı. Kâfirler boş durmadılar. Bir gece baskın edip, Egrek’i esir aldılar.
Egrek’in Segrek isimli bir kardeşi vardı. Ağabeyinin tutsak ol­duğunu duyunca, “bana durmak haram” dedi. Anası yalvardı olmadı, babası öğütledi durmadı. En sonunda, ayağı bağlansın diye evlendirdiler. Gerdek gecesi hanımı ile arasına kılıcı koydu, elini sürmedi. “Ağabeyimin yüzünü görmeyince, ölmüşse intikamım alma-yınca, gerdek bana haram”, dedi. “Bir yıl beni bekle, gelmezsem kime istersen ona var” deyip, babasının anasının elini öpüp, yola düştü…
Yolda kâfirin çobanlarını vurup, sürüsüne el koydu. Kâfirin başına haber verdiler. Atmış adamı ile oğlanın üstüne geldi. Oğ-lan uyuyordu ama atı onu uyandırdı. Oğlan kalkıp kâfirin üzerine yürüdü, onları yendi. Arkadan yüz kişi ile gelip saldırdılar, oğlan yine onları yendi. Baktılar çare yok, kardeşi Egrek’i zindandan çıkarıp, emrine üç yüz adam verip kardeşinin üzerine saldılar. Segrek yine uyuyordu. Egrek yanına kadar vardı. Baktı baş ucun­da kopuzu var. Kopuzu aldı ve çalıp söylemeye başladı. Segrek uyanıp, elini kılıcına attı. “Dedem Korkut ve abım Egrek hakkı için, kopuz çalmasayâın seni Öldürürdüm” deyip, kopuzu elinden aldı. Karşılıklı söyleşmeye başlayınca, kardeş olduklarını anladılar. Sarılıp kucaklaştılar, öpüşüp koklaştılar.
İki kardeş bir olup, kâfire yaman saldırdılar. Önüne katıp kovaladılar. Sürüsünü ele geçirip, alıp Oğuz iline getirdiler. Baba ocağı, bayram yerine döndü. Egrek’e de bir kız alıp, çifte düğün, çifte gerdek ettiler.
Dedem Korkut geldi, boy boyladı, soy soyladı. Bu hikâyeyi aynen böyle söyledi.
Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu Uruz’u Çıkardığı Boyu Anlatır:
Kazan Han, Trabzon Tekfuru’nun kendisine gönderdiği şa­hin ile avlanmak için emir verdi, hazırlıklar yapıldı, ava çıkıldı. Şahini saldılar. Peşinden de atları İle gittiler. Şahin düşman sınır­larına girmişti, bizimkiler de girdiler. Nihayet bir yerde konakla­yıp, uyudular. Baskın oldu. Kâfirler Kazan’m yirmi beş erini şehit edip, Kazan Bey’i de tutukladılar.
Bir kuyuya attılar.
Bir gün gelip, “Bizi öv, seni serbest bırakalım” dediler. “Oğuz erenleri dururken, sizi övmem” dedi. Öldürmeye cesaret edemeyip, yeniden bir domuz ahırına hapsettiler. Kimse izini bulamadı…
Aradan yıllar geçti. Oğulcuğu Uruz büyüdü, delikanlı oldu. Lakin, Bayındır Han’ı babası sanıyordu. Bir gün, adamın biri ona laf atarak “Senin baban Kazan Han’dır, o da Tuman Kalesi’nde hapis­tir” deyince gerçeği, sorup Öğrendi. Tabii ki, yerinde duramaz oldu. Oğuz beyleri de birlik oldular, hep beraber Tuman Kalesi’ne doğru yola çıktılar. Yalnız, savaşçı değil, tüccar kılığındaydılar. Yol üzerinde bir kaleyi zapt ettiler. Düşman ayaklandı. Tekfur’un başkanlığında toplandılar. Çare olarak Kazan Han’ı zindandan çıkarıp, hasımlarının üzerine saldırtmada karar kıldılar. Varıp Kazan Han’a, “Üstümüze bir düşman geldi, bunların hakkından ancak sen gelirsin” deyip, güzelce tam teçhizat silahlandırdılar.
Kazan Han meydana çıktı. Baktı Oğuz beyleri gelmiş, sa­vaşmak için sıra sıra dizilmişler. Gelenler Kazan Han’ı tanımadı­lar. Sıra ile, karşısına çıkan Oğuz beylerini usulünce, canlarını fazla yakmadan yendi. ” s -t- , V ‘ ‘”‘;’ -
En sonunda oğlu Uruz, babasına hücum etti. Yaman vurup, omzundan yaraladı. Bir daha vuracaktı ki, babası “Oğlum, ben senin babanım” dedi. Uruz o an attan indi, babasının elini öptü. Cümle Oğuz beyleri sıra ile Kazan Han’ın elini öptüler. Sonra hep birlikte kâfire saldırıp, kalesini zapt ettiler…
Obalarına döndüklerinde, yedi gün yedi gece, düğün ettiler, toy ettiler. Dedem Korkut geldi, o da düğüne katıldı…
Dış Oğuz’un İç Oğuz’a Asi Olup, Beyrek’in Öldüğü Boyu Anlatır:
Üç ok ile Boz ok toplandığı zamanlar, Kazan Han evini yağ-malahrdı. ..Yine bir yağmalattırma sonrası Dış Oğuz beylerinden Aruz Emen ve Kalan Beyler “Biz niye katılmadık” deyi Kazan Han’a düşman oldular. Kendileri yetmezmiş gibi, Beyrek’i de çağırıp, aralarına katılmasını istediler. Beyrek “Ben Kazan Han’ın çok ekmeğini yemişim, ona düşman olamam” deyince, saldırıp tepele­diler…
Beyrek’in ana, babasına ölüm haberi gidince deli divane ol­dular. Kazan Han duyunca, yedi gün ağladı, odasından çıkmadı. Sonra, hep birlikte hazırlanıp Dış Oğuz’a harbe gittiler.
Dış Oğuz’un başı Aruz Bey ile Kazan Han kapıştılar. Kazan Han, Aruz Bey’i öldürdü. Bunun üzerine bütün Dış Oğuz Beyleri, Kazan Han önünde diz çöküp yeniden biat ettiler, af dilediler. Kazan Han cümlesini affetti…
Kazanlar kuruldu, şölenler edildi. Dedem Korkut geldi, saz­lar çaldı, türküler söyledi…

Benzer Konular

5 Ocak 2014 / Misafir Cevaplanmış
15 Kasım 2011 / Mystic@L Edebiyat
17 Mart 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
16 Aralık 2013 / agah Taslak Konular
13 Nisan 2011 / Misafir Soru-Cevap