Arama

Akşemseddin

Güncelleme: 19 Nisan 2011 Gösterim: 83.420 Cevap: 5
Kral_Aslan - avatarı
Kral_Aslan
VIP MsXTeam
25 Kasım 2006       Mesaj #1
Kral_Aslan - avatarı
VIP MsXTeam
Akşemseddin

Sponsorlu Bağlantılar
Fethin görünmez mimarı Akşemseddin Hazretleri

Akşemseddin; Hazret-i Ebûbekir’in evladından, Şihâbüddin Sühreverdi’nin torunudur. Babası Şeyh Hamza (Kurtboğan adıyla meşhurdur) âlim biridir ve oğlunu mükemmel yetiştirir. Mübarek, dudak uçuklatacak kadar zekidir. Hızlı ilerler ve genç yaşta müderris olur. Osmancık medreselerinde talebe okutur. Evet yörede hatırı sayılır bir âlimdir, ancak işin hâkikatına varmak ister. Bunun tek yolu vardır “ledün ilminde mütehassıs bir velinin” huzurunda diz çökmek.

Arar, sorar, istihareye yatar. Zihninde iki isim berraklaşır. Bunlardan bir tanesi Hâlep’te ki Zeynüddin Hafi Hazretleridir. Diğeri Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli. Akşemseddin yakından başlar. Önce Ankara’ya gider. Ancak Hacı Bayram Hazretlerini kapı kapı teberrû toplarken görür ve yıkılır. Nedenini, niçinini sormaz bile, oracıktan döner, yürür Hâlep’e. Ancak yolda gördüğü rüyalarda, nasibinin Hacı Bayram elinden olduğu işaret edilir. Hatta zincirlerle çekilir ki, uyandığında izi vardır boynunda. Şaşkınlık ve pişmanlık içinde Ankara’ya döner. Yüce veliyi orak tırpan çalışırken bulur. Mübârek garibin birine yardım eder ki kan ter içindedir. Akşemseddin bin pişmandır, boyun büker... Ve kavuşur affa.

Hacı Bayram Hazretleri bu mütevazı talebesini çok sever, O'na hususi bir ihtimam gösterir. Akşemseddin ayrıca iyi bir hekimdir de. Pastör’den asırlar evvel hastalığa sebep olan mikropları ve karantinanın mantığını anlatır. Hatta o yıllarda “seretan” adıyla bilinen kanseri teşhis eder.

İstanbul’un kuşatıldığı günlerde Fatih Anadolu’daki âlimleri ordugâha davet eder. Hepsi mükemmel insanlardır, ancak Akşemseddin’le aralarında anlatılmaz bir muhabbet başlar. Nedendir bilinmez bu akça pakça veliyi görünce içi rahatlar. Tabiri caizse kanı kaynar.

İstanbul gibi bir şehri almak kolay değildir. Dev surlar, haçlı yardımları, derin hendekler, aşılmaz zincirler, Rum ateşi denen bela ve güçlü düşman. Bunlar bilinen şeylerdir ve Fatih herbirine tedbir düşünür.

YEMEĞİ İÇMEYİ UNUTUR
Ancak, bazı komutanlar (ki bir çoğu baba emanetidir) zafere inanmazlar. Açıktan açığa “Bu devletin askerine, akçesine yazık değil mi canım?” derler, “Maceranın sırası mı şimdi?”

Genç sultanı Bizansla boğuşmak değil, yanındakilerle uğraşmak yorar. Yemeyi içmeyi unutur, uykuyu dağıtır. Kendini fena yıpratır. Geceler boyu ağlar ki yastığı hiç kurumaz. Muhasara başlayalı 50 gün geçer, lâkin gözle görülür bir ilerleme yoktur . Rumlar yıkılan surları anında yapar, o acaib ateşleri ile zemini değil, suyu bile yakarlar. Fidan gibi yiğitler ardarda düşerler toprağa. Sultan Mehmed kalabalıklar içinde yalnızdır. Hatta zaman zaman kuşatmayı kaldırmayı düşünür.

Akşemseddin hazretleri onun zihninden geçenleri okur. “Sakın ha!” der, “Asla vazgeçme!” Zira o, müjdeyi Hızır Aleyhisselam’dan alır. Zaferden zerre kadar şüphesi yoktur. Şehir düşünce, Fatih derin bir nefes alır, büyük güç ve itibar kazanır. Genç sultanın şimdi tek arzusu vardır. Mihmandârı Resulullah Hâlid bin Zeyd’in kutlu kabrini bulmak.

Akşemseddin Hazretleri kuşatmanın sürdüğü sıralarda türbenin bulunduğu noktaya bir nur indiğini görür. Fatih’i o mahalle götürür. Kısa bir murakabenin ardından iki çınar dalını toprağa diker ve kendinden emin bir ifadeyle. “Büyük sahabe bunların arasında yatıyor!” der. Ancak etraftan “ne malum?” diyenler olur. Hatta birileri padişaha akıl öğretirler. “Bu dalları başka bir yere diktir bakalım” derler, “ihtiyar molla farkedebilecek mi?” Fatih denileni yapar, hatta ilk işaret edilen yer kaybolmasın diye mührünü gömdürür. Ama Akşemseddin dallara bakmaz bile, ertesi gün milimi milimine ilk gösterdiği noktaya yönelir. Hatta bir ara durur “Sultanımızın mührü” der, “Ne arıyor orada?”

Büyük veli bakar, bu mevzu çok tartışılacak, şüpheye mahal bırakmaz. “Kazın!” buyururlar. Toprağın bir kulaç altından yeşil somaki bir taş çıkar. Üstünde kûfi harflerle “Hâzâ kabri Halid bin Zeyd” yazılıdır. Kalabalık bir hoş olur. Derhal türbe ve mescid hazırlıklarına girişirler.

KAÇIŞ
Günler geçer, Fatih, Akşemseddin Hazretleri’ne sıkça gelip gitmeye başlar. Öyle ki devlet işleri oyuncak gelir gözüne. Sarayı, otağı bırakıp döşeği tekkeye sermeye niyetlenir. Nitekim bir gün “N’olur” der, “Beni de dervişleriniz arasına alın”.

Akşemseddin, hani Fatih’e baba muamelesi yapan o gül yüzlü muallim birden ciddileşir, celalli bir edayla “Hayır!” der, “Osmanoğullarının dervişe değil, sultana ihtiyacı var!”
Ama Sultan Mehmed’i iyi tanır. Yine gelecek, hem bu kez ısrar edecektir. Buna fırsat vermez. Pılısını pırtısını toplamadan uzaklaşır İstanbul’dan. O yıllarda kuş uçmaz, kervan geçmez bir kuytu olan Taraklı’ya çekilir, sonra Göynük civarlarına yerleşir, kendi halinde talebe yetiştirir. Ama duaları Fatih’le birliktedir.

Göçemedin gitti yani...
Akşemseddin Hazretleri bir gün oğlunu (4 yaşındaki Hamdi Çelebi) dizine oturtur. Minik yavru bülbül gibi Kur’an okur. Mübârek bir ara hanımına döner. “Biliyor musun?” der, “Aslında dünyanın mihneti, zahmeti çekilmez ama şuncağızın yetim kalmasına dayanamam. Yoksa çoktaaan göçerdim!” Hanımı omuz silker. “Amaaan efendi” der, “sen de göçemedin gitti yani.” Mübarek “İyi öyleyse!” deyip kalkar. Göynüklülerle helalleşir ve mescide çekilir. Talebelerine “okuyun” buyururlar. Bir ara gözleri kapanır, yüzü aydınlanır. Kolları yana düşer ve berrak bir tebessüm oturur dudaklarına. Müridleri eve koşarlar “Başınız sağolsun.” derler, “Efendi göçtü!”


.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Kral_Aslan; 31 Ocak 2008 12:30
Biyografi Konusu: Akşemseddin nereli hayatı kimdir.
Hayatın ne anlamı var.. Yanımda sen olmayınca....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Aralık 2009       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Akşemsettin

Sponsorlu Bağlantılar
Akşemsettin, (1389/1390 Şam - 1459 Göynük) asıl adı ile Şeyh Muhammed Şemsettin Bin Hamza, 15. yüzyılın en büyük sufilerinden biri ve çok yönlü Türk Bilim adamıdır.
1389 yılında Şam'da doğmuştur. Daha sonra 7 yaşında babası Şerafeddin-i Hamza Şâmî ile çağımızda Samsun'a bağlı olan Kavak'a yerleşmişlerdir[1]. Haci Bayram Veli’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. İstanbul'un manevi fatihi olarak da anılır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı 'Akşeyh' veya 'Akşemseddin' adlarıyla meşhur olmuştur. Bazı el yazmalarında soyu, Ebu Bekir'e kadar ulaşır. İskilip'te çocuklarından Nurulhuda'nın türbesi ile diğer yakınlarının mezarları vardır. Evlik köyünde yer alan tek bir çivi çakılmadan yapılan camiiyi onun yaptırdığı yazılıdır. Akşemsettin Amasya'da medreselerden eğitim aldıkatn sonra büyük üne kavuşmuştu.
Akşemsettin, küçük yaşlardan itibaren bilime ve sanata karşı ilgi duydu. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık'da müderris oldu. Medrese öğrenimini zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli'nin yanında tamamladıktan sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adadı. Başta İslamitıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Tıp alanında bulaşıcı hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yaptı. Araştırmaları sonunda tıp ile ilgili TürkçeMaddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hall-i Müşkilât ve Risalet-ün nuriyye adlı TasavvufTürkçe yazdığı Maddet-ül Hayat'ta geçen Hastalıkların insanlarda teker teker peyda olduğunu zann etmek yanlıştır.Hastalıklar insandan insana gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer cümle ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır. Tarihte mikroorganizmalardan bahseden ilk kişidir. Ve Mikrobiyolojinin babası sayılmaktadır. bilimler olmak üzere yazdığı kitapları, bilinen eserleridir.Tıp ile ilgili
Akşemsettin'in asıl ünü, büyük veli, Hacı Bayram Veli ile tanışmasından sonra başlamıştı. İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da II. Murat'ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmet'in hocalığına tayin edilmişti. İstanbul'un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştu. Fethin en önemli günlerinde Ebu Eyyub'el Ensari'nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti. Dünya malına önem vermeyen Akşemsettin, Fatih Sultan Mehmet'in büyük saygı ve sevgisini kazanmıştı. Fatih Sultan Mehmet ile İstanbul'a girişleri daha sonra ünlü olacak bir hikâyeye dönüştü.

İstanbul'a giriş
Beyaz atına binmiş, ordusunun önünde giden Fatih Sultan Mehmet, yanında onu yetiştiren Akşemsettin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani ile İstanbul'a giriyor. Türk Ordusunu karşılayan şehir halkı yol boyunca dizilmiş, ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için yaklaşıyor.
Şehir ahalisi, beyaz sakalıyla, ağır duruşuyla Akşemsettin'i padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin atını geri çekip göz ucuyla Fatih'i göstererek:
"Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz", demek istiyor. Fatih Sultan Mehmet, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin'i göstererek:
"Gidiniz, çiçekleri gene ona veriniz. Sultan Mehmet benim, ama o, benim hocamdır", diyor ve ilk İstanbul'a Akşemseddin giriyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından(1464) yılında yaptırılmış olan türbesi Bolu ilinin, Göynük ilçesindedir. İstanbul'un fetih günü olan 29 Mayıs (mayısın son pazarı) tarihinde anma günleri düzenlenmektedir.

Eserleri
  • Risalet-ün nuriyye
  • Risale-i Zikrullah:200000000
  • Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli
  • Def’ü Metain
  • Makamat-ı Evliya (Velilerin Makamları)
  • Maddet-ül-Hayat (Hayat Maddesi)
  • Nasihatname-i Akşemsettin (Akşemsettin Nasihatnamesi)
  • Kitab-ül-Tıp (Tıp Kitabı)
  • Hall-i Müşkülat (Güçlüklerin Halli)
Kaynak: Vikipedi

Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
30 Mart 2010       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
AKŞEMSEDDİN
Ad:  aksemsettin.jpg
Gösterim: 954
Boyut:  4.8 KB
Asıl adı Mehmed Şemseddindir. Fatih devri mutasavvıf ve din alimlerinden olan Akşemseddin, 1389 yılında Şam’da doğdu. Küçük yaşta babası Şeyh Hamza ile birlikte Anadolu'ya geçerek Göynük'e yerleşti. Burada medrese tahsili gördü, müderris oldu. Özellikle hekimlik alanında derin bir bilgi sahibi idi. Çeşitli hastalıkları tedavi ediyor, özellikle ruh hastalıklarının tedavisinde başarı gösteriyordu. Bunun için kendisine Tabîb'ül-ervah yani ruhların doktoru deniyordu.
Daha sonra tasavvuf yoluna girerek Hacı Bayram-ı Velî'ye intisap etti. Hacı Bayram-ı Velî’nin ölümünden sonra, onun halifesi oldu.
Akşemseddin daha sonra Edirne'ye geçti. Edirne sarayında bulunan Osmanlı padişahı II. Murad, bu genç, âşk dolusu, her bilgide üstün, olgun sofîyi ziyaret eder ve oğlu şehzade Mehmed'in eğitim ve öğretimini üzerine almasını rica eder. Akşemseddin bu teklifi reddetmez. Yıllarca ona bilgi aşılar. Şehzade Fatih, padişah olunca da yanından ayrılmaz, Onun en yakın hocası ve danışmanı olarak görevini sürdürür.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u kuşattığı zaman bilgisine olduğu kadar şahsına da büyük değer verdiği ak sakallı âlim Akşemseddin de beraberinde bulunuyordu. Âyet-i kerimeleri ve hadîsleri tefsir ederek askere gayret ve cesaret vermeye çalışan Akşemseddin, bu arada İslâm dünyasının ulu kişisi Hazret-i Eyyûb el-Ensarî'nin İstanbul surları dibinde bulunduğu bilinen kabrini de bulmak istemişti.
Halid bin Zeyd Ebâ Eyyûb el-Ensarî, Hazreti Muhammed'i Mekke'den Medine'ye hicretinde evinde misafir eden, Hazret-i Peygamberin bütün gâzâlarında yanında bulunan ve onun sancaktarlığını yapan zât idi. Emevîlerin ilk halifesi Muaviye, oğlu Yezîd'in kumandasındaki bir orduyu İstanbul'u fethe gönderdiği zaman, çok yaşlı bulunan Halîd bin Zeyd'i de “uğurlu kişi” olarak bu sefere memur etmişti. İslâm âleminin bu ünlü kişisi İstanbul'un muhasarası sırasında vefat etmiş ve vasiyeti gereğince surların dibindeki bir noktada toprağa verilmişti.
İslâm tarihinin verdiği bilgi bundan ibaret kalıyordu. Akşemseddin, bu bilgininin ışığı altında Hazret-i Eyyûb'un kabrinin İstanbul surları dibindeki bir noktada olduğunu biliyordu.
Bundan sonrasını, XVII. yüzyılın büyük yazarı Evliya Çelebi, ünlü seyahatnâmesinde şöyle nakletmektedir:
“Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethederken, yetmiş yedi kibar ehlullah Ebâ Eyyub'un kabrini tecessüse koyuldular. İçlerinden Akşemseddin:
“Beyim, Alemdâr-ı Resulullah Ebâ Eyyûbü'l-Ensârî bu mahalde medfundur, diyerek bir hıyâban-ı orman içre girdi. Bir seccade yaydırıp namaza durdu. İki rekâttan sonrâ selâm verip tekrar secdeye vardı ve rahat bir uykuya dalmış gibi öylece kaldı. Birçok kişiler, Efendi Hazretleri, Eyyûb'un kabrini bulamadığı için hicâbından uykuya vardı, diye târizler ettiler. Bir saat sonra Akşemseddin Hazretleri seccadeden başını kaldırıp, mübarek gözleri kan çanağını andırır hâlde Fatih Sultan Mehmet Han'a hitâben:
– Hünkârum, hikmet-i Hüdâ... Seccademizi tam Hazret'in kabri üzerine sermişler! diye konuştu.
Bunun üzerine seccadenin bulunduğu yer derhal kazıldıkta, üç zira (eski bir ölçü) derinlikte, dört köşe yeşil bir somaki taş ortaya çıktı ve üzerinde kûfi yazı ile, “Hâzâ Kabri Ebâ Eyyûb-ül Ensarî” dive yazılmış olduğu görüldü. Taş kaldırıldığında, Hazret-i Eyyûb'un ter ü tâze vücudu safran ile boyanmış kefeni içinde ortaya çıktı. Sağ elinde tunç bir mühür vardı. Taş tekrar yerine kapatıldı, üzeri örtüldü...
İşte; asırlardan beri, İstanbul'un başlıca ziyaret yeri olan Eyüp Sultanın kabri böylece bulunmuştu. Sonra bu kabre, şaheser bir türbe yapıldı.
İstanbul kuşatmasının ellinci gününden sonra büyük bir Haçlı ordusu ile donanmasının Bizans’a yardıma yetişmekte olduğu haberi askerin morali üzerinde olumsuz bir tesir yapmaya başlamıştı. İşte o zaman ortaya çıkan ak sakallı Akşemseddin, orduya hitâben tarihi konuşmasını yaparak mânevi gücü tekrar yerine getirmesini bilmişti:
“Ey asker... Biliniz ki, bu fetih, Cenâb-ı Hak katında size ve Sultan Mehmet Han'a takdir kılınmıştır. Kim ki bundan şüphe eder, imândan sapıtmış olur...”
Hazret-i Eyyûb'un kabrini keşfettikten sonra mânevi değeri asker nazarında pek büyümüş olan Akşemseddin'in bu sözlerine, herkes imânı ile inanmış ve üç gün sonra tarihin en büyük zaferine ulaşmasını bilmişti.
Fatih, İstanbul’un fethinden sonra, bir ara hocasından kendisini dervişliğe kabul ederek irşatlarda bulunmasını ister. Akşemseddin bu teklifi:
­ Sen devlet işlerini gereği gibi yerine getirmeye ve saltanatı devam ettirmeye mecbursun ve bununla görevlisin. Sen benim halvetime girersen dünyanın düzeni bozulur. Senin sâlik olman değil, mâlik olman lâzımdır...diyerek şiddetle reddetmiştir.
Artık kendi görevinin de bittiğine inanmıştır. Padişahtan Göynük'e gidip, orada dersleriyle uğraşması için izin ister. Fatih hocasını bırakmak istemese de, sonunda çare olmadığını görür. Hocasını Göynük'e uğurlar. Göynük'te bir köşeye çekilerek öğrencileri ve kitaplarıyla baş başa kalan Akşemseddin, Fatih'e yazdığı mektuplarda, Ona, yeni ufuklar açar.
Ömrünün son altı yılını Göynük’te zikir, ibâdet ve fakir hastaları tedavi ile uğraşarak geçirdi. 1459 yılında Göynük'te vefat etti.
Akşemseddin'in, bugün İstanbul Feyzullah Efendi Kütüphanesinde bulunan Hayatın Maddesi ve Tıp adında, Türkçe, elyazması iki büyük cilt eseri vardır. Ayrıca Hall-i Müşkilât, ve Makâmât-ı Evliyâ gibi eserleri bilim dünyasınca tanınmaktadır.
Herhalde onun en büyük eseri, Fatih Sultan Mehmed gibi büyük bir devlet adamını yetiştirmiş olmasıdır.


Ad:  aksemseddin.jpg
Gösterim: 1124
Boyut:  19.8 KB
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
4 Ekim 2010       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Istanbul'un manevî fâtihi ve büyük velî, ismi Muhammed bin Hamza olup, lakabi Akseyh'dir. Evliyanin büyüklerinden Sihâbüddin Sühreverdi'nin neslinden olup, nesebi hazret-i Ebû Bekr-i Siddîk"a ulasir. Haci Bayram-i Velinin, ona; "Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd'den, insan cinsinin karanliklarini söküp atmakta güçlük çekmedim" demesi sebebiyle, Aksemseddîn lakabi verilmistir. Riyazet sebebiyle benzinin solmasi, sacinin-sakalinin agarmasi ve ak elbiseler giymesinden dolayi Aksemseddîn denildigi de rivayet edilmistir. 1390 senesinde Sam'da dogdu.

Aksemseddîn, küçük yasta Kurân-i kerîmi ezberledi. Yedi yasinda babasi ile Anadolu'ya gelip, Amasya'nin Kavak nahiyesine yerlesti. Velî ve büyük bir âlim olan babasi vefat edince, tahsîline devam ederek genç yasta zamanin naklî ve aklî ilimlerini tahsil etti.

Zeki ve kabiliyetli bir zât olan Aksemseddîn, akranlarindan daha üstün derecelere kavustu, Ilim tahsîlini tamamladiktan sonra, Osmancik'da müderris oldu. Günün belli saatlerinde ders veriyor, diger zamanlarinda nefsinin terbiyesi ile mesgul oluyor ve takva üzere bulunuyordu. Yüksek ahlâk sahibi idi. Bulundugu yerde hâllerini bilenler ona, zamanin büyük velîsi Haci Bayram-i Velî hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Ankara'ya giderek Haci Bayram-i Velî ile görüstü ise de talebesi olamadi. 1436 senesinde meshur velî Seyh Zeynüddîn'e talebe olmak için Haleb'e giderken, yolculukta gördügü rüya üzerine Haci Bayram-i Velinin yanina gitmek üzere geri döndü. Ankara'ya varinca, tarlada bulunan Haci Bayram-i Veli nin yanina gitti ise de iltifat görmedi. Haci Bayram-i Velî, bir süre sonra talebeleriyle yemek yemege basladi. Aksemseddîn, yemek sirasinda, köpeklerin önüne konan yemekten yiyince, Haci Bayram-i Velî onun bu tevâzuuna dayanamayarak; "Köse! Kalbimize girdin, gel yanima" diyerek iltifatta bulundu. Aksemseddîn buna çok sevinerek, kendini onun irfan meclisine verdi. Tasavvuf yolunun bütün inceliklerini ögrendi ve Haci Bayram-i Veliden icazet (diploma) aldi.

Aksemseddîn, ayni zamanda tib ilminde de kendini yetistirdi. Bilhassa bulasici hastaliklar üzerinde çalisti. Bu konuda yaptigi arastirmalar sonunda; "Hastaliklarin insanlarda birer birer ortaya çiktigini sanmak yanlistir. Hastaliklar, insandan insana bulasmak suretiyle geçer. Bu bulasma, gözle görülemeyecek kadar küçük fakat canli tohumlar vâsitasi ile olur"' kanâatine vardi. Ayni zamanda hekim olan Aksemseddîn, bundan bes yüz sene önce mikrobun tarifini yapmis, her türlü hastaligi, gözle görülemeyecek kadar küçük canlilarin yaptigini, Pasteur'ün, teknik âletler sayesinde, Aksemseddîn'den dört asir sonra varabildigi neticeyi dünyâda ilk defa haber vermistir. Aksemseddîn, ayni zamanda ilk kanser arastirmacilarindandir. O devirde Seratan denilen bu hastalikla çok ugrasmis ve sadrâzam Çandarli Halîl Pasa'nin oglu kazasker Süleyman Çelebi'yi tedâvî etmistir. Ayrica hangi hastaliklarin, hangi otlardan hazirlanan ilâçlarla tedâvî edilecegini çok iyi bilirdi.

Aksemseddîn, bir çok talebe yetistirmistir. Bunlar arasinda zahirî ve bâtini ilimleri bilen yedi oglu da vardi. Ogullari; Muhammed Sa'dullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nûrullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Mîr'ul-Hudâ ve Muhammed Hamîdullah'dir. Halîfeleri ise; Muhammed Fazlullah, Harizat-üs-Sâmî Misirlioglu, Abdurrahîm Karahisârî, Muslihuddîn Iskilîbî ve Ibrahim Tennûridir.

Osmanli sultâni ikinci Murâd Han, Haci Bayram-i Velîyi son derece sever ve Edirne'ye geldiginde sik sik sohbetlerinde bulunurdu. Ona bir gün Istanbul'un fethi hakkinda soru sorunca, Bayram-i Velî; "Allahü teâlâ ömrünüzü ve devletinizi ziyâde etsin. Yalniz, Istanbul'un alindigini ne sen ne de ben görebilecegiz" dedi. Sonra, bir kösede oynayan Sehzade Mehmed (Fâtih) ile hizmet için kapi esiginde bekleyen Aksemseddîn'i göstererek; "Ama su çocukla, bizim köse görürler" buyurdu. Sultan Mehmed Han, muhtesem ordusu ile Istanbul'u fethe çiktiginda, Aksemseddîn, Akbiyik Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, Seyh Sinan gibi meshur âlim ve velîler, talebeleriyle birlikte orduya katilmislardi. Orduya ayri bir sevk ve azim veriyorlardi. Aksemseddîn, fetih sirasinda Sultân'a gerekli tavsiyelerde bulunarak yeni müjdeler veriyordu. Sultân'in istegi üzerine ve Allahü teâlânin izni ile fethin ne gün olacagini bildiren Aksemseddîn, Sultan sehre girerken yaninda yer aldi. Fetih ordusu Istanbul'a girdikten sonra, Islâmiyet'in harb ile ilgili hukukunun gözetilmesini genç pâdisâha tekrar hatirlatti ve buna göre hareket edilmesini bildirdi. Sultân'in, Eshâb-i kiramdan Eyyûb-i Ensârî'nin kabrinin bulundugu yeri sormasi üzerine, Aksemseddîn; "Su karsi yakadaki tepenin eteginde bir nur görüyorum. Orada olmalidir" cevâbini verdi. Ertesi gün orasi kazildi ve kabri ortaya çikti.

Aksemseddîn, Istanbul'un fethinden sonra Göynük'e yerlesti ve vefatina kadar orada kaldi. Göynük'e yerlestikten sonra, bir taraftan âhiret hazirligi yapiyor, diger taraftan da küçük oglu Hamîdullah'in ilim ve terbiyesi ile mesgul oluyordu. "Bu küçük oglum, yetim, zelil kalir; yoksa, bu zahmeti çok dünyâdan göçerdim" derdi. Bir gün hanimi dedi ki: "Göçerdim dersin yine göçmezsin." Bunun üzerine; "Göçeyim" deyip mescide girdi. Akrabasini ve evlâdini topladi, vasiyyetini yapti, helâllasip veda eyledi. Yâsîn-i serîfi okumaya basladi. Sünnet üzere yatip, temiz ruhunu teslim etti (1460). Göynük'teki târihî Süleyman Pasa Câmii'nin bahçesine defn edildi. Daha sonra ogullarinin kabri ile beraber bir türbe içine alindi.

Aksemseddîn'in yazdig eserler sunlardir: 1- Risâlet-ün-nûriyye: Arabça olan eser, tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevap mahiyetindedir. Kardesi Haci Ali tarafindan Türkçe'ye çevrilmistir. Bu eserde tasavvuf ehlinin, sûfîlerin hâllerini açik bir dil ile anlatip, onlari suçlayici sözlere ayri ayri cevap mahiyetinde gayet güzel izahlarda bulunmustur. 2- Def'ü metâin, 3- Risâle-i Zikrullah, 4- Risâle-i Serh-i Ahvâl-i Haci Bayram-i Velî, 5- Makâmât-i Evliya, 6- Maddetül-hayât, 7- Nasîhatnâme-i Aksemseddîn.

MsXLabs.org & Osmanlı Tarihi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
25 Kasım 2010       Mesaj #5
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye
AKŞEMSEDDİN (1390-1459)
Büyük din bilgini ve mutasavvıf .

Fatih Sultan Mehmet'in hocalarından, ünü, ken­di büyüklüğüne dayandığı kadar Fa­tih'in hocası olmasına da dayanıyor. Akşemseddin Ankaralı Hacı Bayram Veli'nin en gözde talebelerindendir. Hacı Bayram kendisine kısa zaman­da icazet (diploma) vererek irşadla gö­revlendirmiştir. Hacı Bayram'mmü; ridleri arasında bu durum dedikodu­ya ve kıskançlıklara sebep olmuştur. Müridierinden biri Hacı Bayram'a sorar:

-Efendi Hazretleri, kırk yıldır ta­lebeniz olanlar henüz halifeliğe (sizi temsile) layık görülmezken, Akşem­seddin'in kısa zamanda bu rütbeye ulaşmasının sebebi ne ola?
Hacı Bayram, gerek maddi, ge­rekse manevî hayatta yükselmenin ve­ya yerinde saymanın sebebini açıklar-casına cevap verdi:

—Bu köse (Akşemseddin'i kaste­diyor) bizde ne gördü ve işittiyse he­men inandı ve teslim oldu. Sebep ve hikmetini sonra kendi kendine öğren­di. Kırk yıldır hizmetimizde bulunan­lar ise, bizde gördüklerinin önce hik­metini öğrenip sonra inandı ve teslim oldu. İşte sebep budur.
Akşemseddin Fatih'in eğitim ve öğretim alanında hocası olmakla kal­mamış, onu İstanbul'u almaya hem teşvik etmiş, hem de hazırlamıştır. Ni­tekim fetih sırasında Hz.Eyyub el En-sari'nin kabrini keşfederek ordunun moralini yükseltmiş, askerin azmini arttırmıştır.
Fetihten sonra Bolu'nun Göynük kasabasına yerleşen Akşemseddin orada vefat etmiştir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
19 Nisan 2011       Mesaj #6
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Akşemseddin

Doğumu: 1389, Osmancık
Ölümü: 1459, Göynük

Mutasavvıf ve hekim.
Asıl adı Şemsettin bin Hamza'dır.

Öğrenimini bitirdikten sonra Osmancık'a müderris oldu ve Hacı Bayram Veli'nin müritleri arasına katıldı. Daha sonra II. Mehmet'in lalası olan Akşemsettin, İstanbul'un fethinde bulundu, ordunun moralini yükseltici konuşmalar yaptı. Fetihten sonra Eyüp Sultan'ın mezarını bulduğu söylenir. Hacı Bayram Veli'nin ölümünden sonra Bayramîlik tarikatını yürüttü.

Tıbba ve tasavvufa ait yapıtlarından bazıları:
  • "Madet-ül-Hayat"
  • "Hall-i-Müşkilat"
  • "Risalet-ül-Nuriyye"

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

31 Ekim 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap