Arama

Nasreddin Hoca (Nasrettin Hoca)

Güncelleme: 30 Kasım 2016 Gösterim: 435.930 Cevap: 26
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
9 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Nasreddin Hoca

Ad:  Nasreddin_Hoca.JPG
Gösterim: 12379
Boyut:  55.6 KB

(d. y. 1208, Hortu, Sivrihisar - ö. y. 1284/85, Akşehir)
Sponsorlu Bağlantılar
Sayısız fıkralarıyla tanınan Türk halk bilgesi.

Adı yalnız Anadolu’da değil, başka Türk topluluklarında, hatta Türklerin ilişkisi olan halklar arasında da bilinir, fıkraları anlatılır. Azerilerde ve İran’da Molla Nasreddin, Kazaklarda Koja Nasreddin, Özbeklerde Nasreddin Efendi, Uygurlarda Afandi adlarıyla anılır. Nasreddin Hoca fıkralarıyla ilgili kitaplar Uzakdoğu'dan Amerika’ya, Orta Avrupa’dan İskandinav ülkelerine, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar dünyanın pek çok ülkesinde yayımlanmıştır.

Yaşamına ilişkin kesin bilgiler yoktur. Sivrihisar müftüsü Haşan Efendi’nin 1861’de yazmaya başladığı Mecmua-i Maarif adlı yarım kalmış yapıtında kaynak gösterilmeden verilen bilgilere ve daha başka kaynaklara göre köy imamı olan babasından Arapça ve din bilgisi dersleri almış, babasından sonra bir ara köyünde imamlık etmiş, Sivrihisar ve Konya medreselerinde okumuştur. Seyyid Mahmud Hayrani’ye bağlanarak onunla birlikte Akşehir’e yerleşmiş ve bu kentte ölmüştür. Akşehir Kalesi’nin güneydoğusundaki mezarlıkta adına yapılmış bir türbe vardır. Türbe 1905’te yeniden onârtılırken bulunan Nasreddin Hoca’ya ait bir yazıtta ölüm tarihi ters olarak 386 (H.683=1284/85) biçiminde yazılıdır. Kızları Fatma’ya ve Dürri Melek Hatun’a ait olduğu anlaşılan iki başka mezar taşındaki tarihler de Nasreddin Hoca'nın yaşadığı döneme ilişkin bilgi vermektedir.

Nasreddin Hoca, Anadolu Selçukluları döneminde yaşamıştır. Bu, Moğol istilası, devletin güçsüzlüğü, taht kavgaları gibi nedenlerle halkın perişanlığının bir kat daha arttığı, Anadolu tarihinin en karmaşık dönemlerinden biridir. Nasreddin Hoca hem bu ortamda, hem de daha sonraki bunalımlı yüzyıllarda sıkıntı içindeki halkın yaratma gücünün ve mizah anlayışının bir simgesi olmuştur. Günümüze değin ulaşan, sayısı hayli kabarık Nasreddin Hoca fıkralarını aslında anonim bir halk ürünü saymak gerekir. Bu fıkralardan, halkın Nasreddin Hoca tipini sürekli işlediği ve ondan çok sonra yaşayan tarihsel kişiliklerle bile bir araya getirdiği anlaşılmaktadır. 15. yüzyıl başında Anadolu’yu işgal eden Timur'la Nasreddin Hoca’nın arasında geçen olayları konu eden fıkralar bunun en güzel örneğidir. Ayrıca fıkraları derleyen eski yazmalarla günümüzde yayımlanan fıkra kitapları karşılaştırıldığında, zaman içinde pek çok yeni fıkranın üretildiği de görülmektedir.

Nasreddin Hoca Türk halk düşüncesinin yetiştirdiği büyük bir bilgedir. İnce bir zekâ kıvraklığının, mizah gücünün yer aldığı, güldürürken düşündüren fıkralarında toplumdaki karşıtlıklar, olumsuzluklar ve aksaklıklar büyük bir ustalıkla sergilenir. Bunlarda köylü kentli, zengin yoksul her kesimden halkın çelişkileri, düşünceleri, eleştirileri Hoca’nın ağzından dile getirilir.

Nasreddin Hoca’nın nükteli kişiliğini belirten en eski kaynak Ebûl Hayr Rumi’nin Saltukname adlı yapıtıdır. Bundan da Hoca’nın nükteli kişiliğinin 15. yüzyılda iyice belirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Nasreddin Hoca’nm fıkraları yazma letaif mecmualarında toplanmıştır. Bunlardan en eskisi Hazâ Hikâyet-i Kitab-ı Nasreddin' dir (1571). En eski basma Nasreddin Hoca fıkraları kitabı ise Letaif tir. (1837; Matbaa-i Amire, İstanbul ve Bulak Matbaası, Kahire). Daha sonraki yıllarda Mehmed Tevfik Letaif-i Nasreddin (1882) ve Veled Çelebi (îzbudak) Letaif-i Nasreddin Hoca (3. bas. 1909, yb. 1929) adlı fıkra derlemeleri yayımlamışlardır. Ermeni harfleriyle ilk Türkçe Nasreddin Hoca fıkraları kitabı 1853’te İstanbul’da yayımlanmıştır. Fuad Köprülü’ nün (1918) ve Orhan Veli Kanık’ın (1949) manzum Nasreddin Hoca fıkraları çalışmaları vardır. Nasreddin Hoca’nın kişiliği ve fıkraları üzerine yapılmış en geniş çalışma Albert Wesselski’nin Der Hoascha Nasreddin (2 cilt, 1911) adlı yapıtıdır.

Türkiye’de de Pertev Naili Boratav, Abdülbaki Gölpınarlı, Kaya Erginer, Mehmet Ali Aksoy, Mehmet Önder, Cahit Öztelli, Şükrü Elçin, Fikret Türkmen, Metin And ve Ali Esat Bozyiğit kitap ve makale olarak bu konuda yayın yapmışlardır. Besteci Sabahattin Kalender de bir Nasreddin Hoca Opereti (1961) bestelemiştir. Akşehir’de her yıl 5-10 Temmuz günleri arasında Nasreddin Hoca Şenlikleri yapılmakta, bu şenlikte 1973’ten sonra Karikatürcüler Derneği’nce Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması (1974’ten beri uluslararası düzeyde) düzenlenmektedir. Bu şenlik çerçevesinde 1976’dan beri de Nasreddin Hoca Gülmece Öykü Yarışması yapılmaktadır. Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi de (bugün Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü) 1989’da I. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu düzenlemiştir.

Kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 28 Kasım 2016 19:35
Biyografi Konusu: Nasreddin Hoca (Nasrettin Hoca) nereli hayatı kimdir.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
6 Kasım 2008       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  Nasreddin_Hoca1.JPG
Gösterim: 4649
Boyut:  50.9 KB

Nasreddin Hoca


(1208-1284/1285)
Sponsorlu Bağlantılar

Günlük yaşamımızda sık sık kullandığımız "parayı veren düdüğü çalar" özdeyişi ile anımsadığımız Nasreddin Hoca'nın yaşamı konusunda kesin bilgiler yoktur. Fıkralarıyla ünlü bu halk bilgesinin yasamına ilktin hiloi arasında yaşayan söylentilere, bazı eski kay­naklara dayanmaktadır. Bu bilgilere göre Nasreddin Hoca Sivrihisar'da doğdu. Köy imamı olan babasından Arapça ve din dersleri aldı, Sivrihisar ve Konya medreselerinde oku­du, daha sonra Akşehir'e yerleşti ve orada öldü. Akşehir Kalesi'nin güneydoğusundaki mezarlıkta Nasreddin Hoca adına yapılmış bir türbe bulunmaktadır. Nasreddin Hoca'nın 15. yüzyıl başlarında Yıldırım Bayezid ile Ti­mur'un çağdaşı olarak yaşadığına ilişkin söy­lenti gerçeği yansıtmamaktadır.

Anadolu'nun Moğol istilası altında bulun­duğu sıkıntılı dönemde yaşadığı anlaşılan Nasreddin Hoca'ya mal edilen fıkraların ço­ğu, gerçekte Anadolu halkının ortak bir ürünü sayılabilir. Halkın alay yeteneğinin, duyuş ve düşünüş özelliklerinin yansıdığı bu fıkraların sayısının zamanla çoğalması da bu­nu gösterir.

Nasreddin Hoca fıkraları günlük yaşam içinde oluşmuştur. Olaylar ev, çarşı, pazar, sokak, mahkeme, cami gibi yerlerde geçer. Olaylarda Nasreddin Hoca'nın yanı sıra karı­sı, komşuları, kadı gibi kişilerle birlikte eşeği de önemli bir yer tutar. Fıkralarda toplumda­ki aksaklıklar, aykırılıklar Nasreddin Hoca' nın söz ve davranışlarıyla, incitici olmayan bir gülmece içeriğiyle dile getirilir. Nasreddin Hoca bu fıkralarda sağduyuyu temsil eden bir halk bilgesi kimliğiyle görünür.

Nasreddin Hoca'nın fıkraları yalnız Anado­lu'da değil Azeriler, Kazaklar, Özbekler gibi başka Türk toplulukları arasında da bilinmek­tedir. 16. yüzyıldan başlayarak bazı elyazması kitaplara geçen fıkraların eski ve yeni harfler­le birçok baskısı yapılmıştır. Fıkraların çoğu çeşitli doğu ve batı dillerine de çevrilmiştir. Fuat Köprülü'nün Nasreddin Hoca (1918); Orhan Veli Kanık'ın Nasreddin Hoca Hikâye­leri (1949) adlı yapıtları koşukla yeniden kaleme alınmış Hoca fıkralarıdır. Akşehir'de her yıl 5-10 Temmuz arasında yapılan Nasred­din Hoca Şenliği çerçevesinde uluslararası düzeyde Nasreddin Hoca Karikatür Yarışma­sı ve Nasreddin Hoca Gülmece Öykü Yarış­ması düzenlenmektedir.

MsxLabs & TemelBritannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 30 Kasım 2016 11:40 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Temmuz 2009       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

NASREDDİN HOCA


(1208-1284)

Nasreddin Hoca 1208 yılında Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde doğdu. Babası Abdullah efendi köyün imamı idi. Ondan sonra Hoca köyünde imamlık yaptı. 1236’da Konya’nın Akşehir ilçesine göçtü ve Seyyid Mahmud Hayranî’ye bağlandı. 1284 Yılında Akşehir`de vefat etmistir. Türbesi de oradadır.

Ad:  Nasreddin_Hoca2.JPG
Gösterim: 4382
Boyut:  59.1 KB
Fatih’in hocası ve İstanbul’un ilk kadısı Sivrihisarlı Hızır Bey, Nasreddin Hoca’nın sülâlesindendir. Hortu köyünde Hoca’nın neslinden insanların mezarları bulunmaktadır. Oğlunun mezarı Sivrihisar’ın Sultana köyündedir. Kendi türbesinin yanında da kızının mezarı vardır. Hakkında bilgi veren kitaplar onun, iki kere evlendiğini, iki kızı ve bir oğlu olduğunu yazmaktadır.

Nasreddin Hoca kadar millî kültürümüze mal olmuş ikinci bir kişi yoktur. O, 250 milyonluk Türk dünyasında, İslâm aleminde bilinir, sevilir. Azerbaycan’da Molla Nasreddin, Kazakistan’da Koja Nasreddin, Özbekistan’da Nasreddin Efendi'dir.

Nasreddin Hoca, “efsaneleşmiş bir halk filozofudur”. Fıkralarının tamamında sağlam bir dünya görüşü vardır. Herhangi bir aşırılığa onun zıddı ile karşılık verir. Yıkıcı değil yapıcıdır. İnsanı önce güldürür, sonra düşündürür. Her sözünde bir hikmet vardır. Günlük hayatın her safhası onun fıkralarında yer alır.

Nasreddin Hoca, Türk milletinin mizah anlayışının ve zekasının sembolüdür. Bu sebeple de, her çağda yeniden ortaya çıkmakta, kendisine ait olmayan fıkralar bile onun adı ile nakledilmektedir. Nasreddin Hoca hakkında yazılan ilk kitapta (Hikâyat-i Kitab-ı Nasreddin) 43 fıkra var iken, 1676’da yazılan kitapta 112, 1822’de 160, 1958’de ise 445 Nasreddin Hoca fıkrası kayıt edilmiştir. Bugünlerde fıkra sayısının 500’ün üzerinde olduğunu söylemek mümkündür.

Nasreddin Hoca’nın atasözü olan hikmetli ifadelerinden bazıları:

  • Acemi bülbül bu kadar öter.
  • Ağaçtan öteye yol gider.
  • Bilenler, bilmeyenlere öğretsin.
  • Biz senin gençliğini de biliriz.
  • Buyurun cenaze namazına.
  • Dağ yürümezse derviş yürür.
  • Damdan düşen bilir, damdan düşenin halini.
  • Dostlar alış-verişte görsün.
  • El, elin eşeğini türkü çağırarak arar.
  • Ölme eşeğim ölme…
  • Parayı veren düdüğü çalar.
  • Ye kürküm ye!
  • Yiğidin malı göz önünde gerek.
  • Yorgan gitti, kavga bitti.

Deyim olan sözlerinden bazıları:

  • Araba tekerleği kadar.
  • Bindiği dalı kesmek.
  • İpe un sermek.
  • Kuşa benzetmek.
  • Sermayeyi kediye yüklemek.
  • Tavşanın suyunun suyu.
  • Ya tutarsa…
  • Yok, devenin başı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 30 Kasım 2016 15:43 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Aralık 2009       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

NASREDDIN HOCA'NIN HAYATI


Türk düsünce tarihinin büyük dehasi gercek bir halk filozofu,yalniz yasadigi13. yüzyilin degil bütün zamanlarin en büyük nüktecisi, Türk zekasini, mizah dehasinin en önemli temsilcisi Nasreddin Hoca, hicri 605, miladi 1208 yilinda Sivrihisar´in Hortu köyünde dogmustur.Bir cok dogu ve bati kaynaklarina göre babasi Hortu köyünün imami olan Abdullah efendi, annesi Sidika Hatun`dur.Hocamizin dogdugu Hortu köyü bu gün "Nasreddin Hoca" olarak isim degistirmistir.Yapilan incelemelerde Nasreddin Hoca`nin bu köyde 23 yasina kadar yasadigi, babasinin medresesinde okudugu, sonra Sivrihisar medresesini bitirdigini görmekteyiz.

Ad:  Nasreddin_Hoca3.JPG
Gösterim: 3932
Boyut:  13.5 KB
Zamanina göre, Hoca ve ailesi kisin Sivrihisar`da oturmakta yazinda bir yayla özelligi tasiyan gercekten tabiatin bütün güzelliklerini koynunda saklayan Hortu Köyünde oturduklari görülmektedir. Hoca babasinin ölümü üzerine bir müddet köyde imamalik yapmis, Sivrihisar`da da vaizlik görevini üzerine almistir.23 yasina kadar sürsürdügü köy imamligi ve vaizlik görevini Mehmet efendi adli halefine devretmistir.

1237 yilinda Sultan 1. Alaaddin Keykubatin son saltanat devirlerinde Sivrihisar`daki yüksek ögrenimini tamamlayarak, Aksehir`e yerlesmistir. O devirde ömenli bir kültür merkezi olan Aksehir`de zamanin ünlü alimleri Seyyid Mahmut Hayrani ve Seyyid Haci Ibrahim Sultandan dersler almis ve Seyyid Mahmut Hayrani`ye intisap etmistir.

Aksehir`de uzun süre Müderrislik (Profesör) kadilik yapan o devirde Hoce Nasireddin adi ile anilan, zamanla halkin dilinde Hoca Nasreddin, Nasreddin Hoca seklinde söylenen hocamiz 1284 Yilinda Aksehir`de vefat etmistir.Türbesi sehir mezarliginda bulunmaktadir. Yanlari acik olan ve kapisinda kocaman bir kilit bulunan hocanin kabri bu günde pek cok insan tarafindan ziyaret edilmekte ve dünyada "Kahkahalar Atilan" tek kabir olma özelligini korumaktadir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 30 Kasım 2016 15:41 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Nisan 2010       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

O ZAMAN BAŞKA


Hoca’nın kadılık yaptığı sıralarda bir adam gelmiş:
-Hoca efendi demiş,size bir şey danışacağım.
-Buyrun sorun.
Demiş Hoca, adam sözünü sürdürmüş:
-Geçen gün , komşuların size ait olduğunu söyledikleri bir inek, tarlada bizim ineğin karnını vurup öldürmüş. Şimdi ne yapmam gerek?
Hoca , sakallarını sıvazlayıp bir an düşündükten sonra :
-Hayvan bu, demiş, dava edecek değilsin ya!..
-Teşekkür ederim kadı efendi.
-Sahibinin de bu işte suçu yok;ne bilsin böyle olacağını?
Adamın yüzü gülmüş, tekrar söze başlamadan önce:
-Kusura bakma kadı efendi, demin ben bir yanlışlık yaptım, ölen inek benimki değil, seninki imiş.
Hoca , yerinden doğrulup:
-Bak demiş, şimdi iş değişti. O halde verin raftaki kara kaplı kitabı da hele bir bakalım!

SUBAŞININ EŞEĞİ


Eşeği kaybolan Subaşı, ateş püskürmüş:
-Çabuk benim hayvanımı bulun, yoksa karışmam! Diye bağırmaya başlamış.
Herkesi bir telaş , bir korkudur almış. Eşeği aramak için dört bir tarafa dağılan Akşehirliler , yolda Hoca’ya rastlamışlar:
-Aman Hocam, bize yardım et. Yolda sahipsiz bir eşek bulursan hemen yakala n’olur.
-Eşek kimin?
-Subaşının.
Demişler. Hoca da: “Peki ararım” demiş ve türkü söyleye söyleye yolunu sürdürmüş. Karşısına çıkan bir köylü :
-Hocam, böyle türkü söyleyerek ne yapıyorsun?
Deyince ,Hoca:
-Subaşının kaybolan eşeğini arıyorum!
Demiş. Adam , yine sormuş:
-Peki , böyle türkü söyleyerek eşek mi aranır a Hoca?
-El elin eşeğini elbette türkü söyleyerek arar. Hele eşek zorla aranıyorsa. Üstelik Subaşınınsa....

EŞEĞE NEDEN TERS BİNMİŞ


Bir gün Hoca, eşeğine binerek , arkasına takılan bir kısım insanlarla birlikte, camiden eve dönerken birdenbire durur, hayvandan iner ve yüzü insanlara dönük olarak eşeğe ters biner, yani semere ters oturur. Bunu görenler yaptığı hareketin nedenini sorarlar. Hoca şöyle der:
-Düşündüm taşındım, eşeğime böyle binmeye karar verdim çünkü saygısızlığı hiç sevmem. Siz önüme düşseniz, arkanızı bana dönmüş olacaksınız; usulsüzlük saygısızlık olur. Ben önde gitsem, size arkamı çevirmiş olacağım ki bu da doğru değildir. Böyle ters bindiğim zaman ise hem ben önünüzden giderim, siz de ardımdan gelmiş olursunuz; hem de karşı karşıya bulunuruz!

PERDEYİ BEN BULDUM


Bir ahbap topluluğunda Hoca’nın eline iş olsun diye bir saz tutturmuşlar:
-Hadi bize güzel güzel bir şeyler çal da dinleyelim!
Demişler. Hoca sazı eline alınca mızrabı bir aşağı bir yukarı teller üzerinde rastgele dolaştırmağa ve böylece tuhaf tuhaf sesler, gıcırtılar çıkarmağa başlamış:
-Aman Hoca demişler, saz dediğin böyle mi çalınır? Perdeler üzerinde usuliyle gezinmek gerek ...
Hoca , elindeki sazı dımbırdatmağı sürdürürken:
-Onlar perdeyi bulamazlar, aramak için gezinip dururlar. Ben buldu işte. Niçin boşu boşuna gezinip durayım, demiş. Gülmüş.

ALLAHIN RAHMETİ


Yağmurlu bir günde Nasrettin Hoca pencereden dışarı bakarken komşusunun koşa koşa yağmurdan kaçtığını görür pencereyi açar :
-Hey Ahmet Efendi, birde hacı olacaksın rahmetten kaçılır mı?, der.
Zavallı adam eli mahkum sırılsıklam olur. Ertesi gün hocanın komşusu hocayı yağmurdan kaçarken görür ve hocaya bir ders vermek ister :
-Hoca Hoca dün bana diyordun bugün sen neden rahmetten kaçıyorsun, der.
Hoca hiç durmadan yoluna devam eder ve komşusuna şöyle der :
-Ben rahmetten kaçmıyorum sadece allahın rahmetine basmamak için çabalıyorum.
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Nasreddin Hoca bir gün pazara gidiyormuş. Çocuklar hocanın etrafını sarmışlar. Hep bir ağızdan bağırmaya başlamışlar. Kimisi "Hoca bana çakı al!", kimisi "Hocam bana şeker getir!", kimisi "Hocam bana düdük al!" diye bağırıp dururken, çocuğun biri cebinden bir on kurus çıkarmış "Hocam, bana lütfen bir düdük alabilir misiniz acaba? Size zahmet olacak ama..." demiş. Nasreddin Hoca on kurusu almış, kuşağına sokmuş, yola düzülmüş. Akşam olmuş, Hoca öteberisini almış, pazardan dönerken çocuklar yine etrafını sarmışlar, "Hocam benim çakı nerede?", "Hocam benim şekeri aldın mı?" derken Hoca elini kuşağına atmiş, bir düdük çıkarmış ve "Parayı veren düdüğü çalar" demiş.

Pamuk


Nasreddin Hoca karin ne oldugunu bilmiyormus.bir gün sabah kalamis ki her taraf kar.tabi karin ne oldugunu bilmiyor pamuk zannetmis.hemen karisinin basina gitmis. demiski:
-Karı karı kalk!her taraf pamuk dolu. yatagi yorgani getir de dolduralim. demis
bunun üzerine yatak yorgan ne varsa hepsini doldurmuslar.ertesi gün olmus nasreddin hoca yine karisini basina gitmis:
-Karı karı kalk!demis hergün çocuklar isiyordu yataga bugünde yastik yorgan isedi demis

Yelpaze


Nasreddin Hoca, geçim sıkıntısından tavuk tüyünden yelpaze yapıp satmaya başlamış.Müşteriler yelpazeyi kullanıp denemiş, tüyler hemen dağılmaya başlamış.
-Bu nasıl yelpaze, sallar sallamaz tüyleri dökülmeye başladı, demiş müşteriler.
Hoca :
-Kullanmasını bilmek lazım, yelpazeyi sıkı tutarak, başınızı iki tarafa sallarsanız olur, diye cevap vermiş

Yorgan Gitti Kavga Bitti


Hoca bir gece yarısı kapısının önünde bir kavga gürültü duyar, yataktan kalkar karısına seslenir:
-Hanım kalk, şu mumu yakta çıkıp bir bakayım dışarıda neler oluyor.
Karısı onu önlemek istemiş.
-Gece yarısı nene gerek, karışma sen!
-Olur mu hanım! Bu patırtı gürültüde uyunur mu?
Gerçekten kapı önünde bağırıp çağırmalar uzayıp gitmekte imiş, kadın kalkıp mumu yakmış. Hoca hava buz gibi olduğu için yorganı sırtına alıp aşağıya inmiş. Kapı önünde toplananlara:
-Ne oluyor burada?
Diye sormuş, daha ne olduğunu anlamaya kalmadan adamın biri karanlıkta hocanın sırtından yorganı aldığı gibi ortalardan kaybolmuş. Hoca uyku sersemi büsbütün şaşırmış. Zaten kavgada bitmiş, herkes dağılmaya başlamış. Hoca, hırsıza kaptırdığı yorganına üzüle üzüle, soğuktan büzüle büzüle yukarıya çıkmış. Onu merakla bekleyen karısı:
-Neymiş o gürültüler, kavganın nedenini anlayabildin mi? deyince hoca, düşünceli düşünceli şu cevabı vermiş:
-Ne olacak, kavga bizim yorgan içinmiş. Yorgan gitti kavga bitti! Demiş

Bindiği Dal


Bir gün Hoca ateş için agaca çikmis odun kesiyormuş. Yakından geçen biri, Hoca'nin hararetli bir şekilde bindigi dalı kestiğini farkeder.
-Dikkatli ol, Hoca Efendi! diye uyarır. Kesmeye çalıştığın dal bindiğin daldır. Durmazsan, kesin yere duşeceksin.
Hoca cevap vermeye zahmet bile etmez. İşsiz güçsüz insanlar heryerdedir. Kendilerine faydalı hiç birşey yapmazlar, size ne yapıp yapmayacağınızı anlatırlar işte.
Hoca'nın zihni bunlarla meşgulken, kırmayı başardıgı dalla birlikte aşağı düşer.
Adam hakkindaki fikri hemen cark eder. Kesin onemsiz biri degildi bu adam. Gercekte, hayatinda karsilasacagin en onemli adam olabilirdi. Kendine gelir gelmez, adamin arkasindan kosar, fakat cok gectir, adam gozden kaybolmustur.
Muhtemelen, Hoca'nin aklindaki sey bu bilge kisiye ne zaman olecegini sormakti

Kuyuya Düşen Ay


Bir gece Nasreddin Hoca kuyudan su almaya gider.Bakar ki ay kuyuya düşmüş. Hoca:
– Kadın kadın, diye hanımına bağırır. ‘Bana çabuk birkanca getir yoksa ay boğulup ölecek’.
Karısı kancayı getirir. Nasreddin Hoca kancayı kuyuya atar çeker çeker kanca gelmez.Hoca, ‘galiba ay’ı tuttum’ der. Kancanın ipi gerilir gerilir ve kopar. Sırt üstü düşen Nasreddin Hoca gökyüzünde ay’ı görür.
-Düştük düşmesine ama ayı da kurtardık, der
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 30 Kasım 2016 11:53 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
İNTERNET ADMİNİ - avatarı
İNTERNET ADMİNİ
Ziyaretçi
17 Ocak 2011       Mesaj #6
İNTERNET ADMİNİ - avatarı
Ziyaretçi

Kazak Türkleri'nde Nasreddin Hoca ve Fıkraları


Kazak Türkleri arasında pek çok kimse Nasreddin Hoca’nın Akşehirli olduğunu bilmez. Onu Kazak coğrafyasının Çimkent, Almatı, Aktöbe, Kostanay, Semey veya Astana gibi herhangi bir şehrinde yaşamış Kazakların efsanevi kahramanlarından biri olduğunu zanneder.

Bu durum, elbette sadece, Kazaklar için geçerli değildir. Nasreddin Hoca, nasıl Kazakistan’da bir Kazak ise, Özbekistan’da Özbek, Türkmenistan’da Türkmen, Kırgızistan’da Kırgız ve Tataristan’da da bir Tatar’dır. Bu durum sayamadığımız diğer Türk halkları için de geçerlidir. Onun fıkraları o kadar benimsenmiştir ki, kimse onun Anadolu doğup büyümüş bir şahsiyet olduğunu fark etmez bile.
İste Nasreddin Hoca’yı benzersiz kılan da budur. Nasreddin Hoca bu yönüyle dünyada tektir. Başka bir deyişle, Nasreddin Hoca tüm Türk Dünyası’nın kendinden bilerek benimsediği ortak edebi şahsiyettir. Bu açıdan bakıldığında, Nasreddin Hoca’nın yaşadığı Akşehir’i de Türk Mizah Dünyası’nın başkenti olarak görebiliriz.

Biz bu yazimizda Nasreddin Hoca’nin Kazak Edebiyatindaki yeri ve bu konuda yapilan arastirmalar hakkinda bilgi vermeye calisacagiz.

Yukarida dile getirdigimiz gibi, Kazaklar kendi dillerinin fonotik ozelliklerine uygun olarak “Kocanasir” diye adlandirdiklari Nasreddin Hoca’yi o kadar benimsemistir ki, onun adi Kazak Turkcesine deyim olarak girmistir. Kazakca sozluklere baktigimizda, “Kocanasir” kelimesine “ankav”, yani saf, her seye inanan “angal”, yani bilmemis gibi gorunen ve “ak konil” yani temiz kalpli, iyi niyetli manalarini yuklendigini goruruz (Kazak Tilinin Sozdigi 1999: 398). Bunun disinda sozluklerde sifat olarak da yer almaktadir. Kazak Turkcesinde, Nasreddin Hoca gibi saf kisilere “Kocanasirlav”, Nasreddin Hocalik is manasinda “Kocanasirlik” ve Nasreddin Hoca gibi manasinda “Kocanasirsa” ve “Kocanasirday” deyimleri kullanilmaktadir (Kazak Tilinin Sozdigi 1999: 398). Bunun disinda mizah yayinlarinda “Kocanasir Korcini”, yani “Nasreddin Hoca’nin Heybesi” deyimi yerlesmistir. Ilk defa Kazak Edebiyati dergisinin son sayfasindaki mizaha ayrilan bolume verilen bu isim daha sonra bir cok dergi ve gazetelerin mizah sayfalarina ad olmustur. (Kisibekov vd. 1996: 42) Sadikbek Adambekov Almati’da mizah oykulerinin yayinladigi kitabina[1], oykulerinin Nasreddin Hoca ile hic ilgisi olmamasina ragmen “Kocanasir Kakpasi”, yani “Nasreddin Hoca Kapisi” adini vermistir (Kisibekov vd. 1996: 42).

Kisibekov Nasreddin Hoca fikralarinin siradan gulduru fikralari olmadigina isaret etmektedir. Ona gore, Kazaklar dunyada uc seyi arsiz olarak gorur: 1. yemek, 2. uyku 3. gulme. Nasreddin Hoca’nin fikralari yukaridaki gibi arsiz gulmeceler degil, arli dusunduren gulmecelerdir (Kisibekov vd. 1996: 42).

Aslinda Kazaklarda Nasreddin Hoca sadece mizahi bir karakter degildir. O ayni zamanda bilgeligi, cesareti, hazircevapliligi zalim zenginler ile yoneticilere karsi adaleti tesis etmeye calisan bir kahramani temsil eden bir sahsiyettir. Kazak Edebiyatinda Nasreddin Hoca’dan baska da fikra kahramanlari vardir. Bunlarin baslicalari Aldar Kose, Jiyrense Sesen, Tazsa Bala, Kil Kenirdek, Siybut ve Jargak Bas’tir (Sattarov 1987: 5; Meyermanova 2001: 7-20). Bunlar icinde Aldar Kose ve Jiyrense Sesen’in ozellikleri Nasreddin Hoca’ya cok benzemektedir. Bu yuzden ayni fikranin kahramani bazen Nasreddin Hoca, bazen Aldar Kose ve bazen de Jiyrense Sesen’dir. Ayni fikranin bu sekilde farkli kahramanlara mal edilerek anlatilmasi, Kazaklar arasinda yadirganmamakta, hatta aksine normal karsilanmaktadir (Sattarov 1987: 8). Cunku, Aldar Kose ve Jiyrense Sesen karakterlerini inceledigimizde Nasreddin Hoca ile benzer ozellikler tasidigini gormekteyiz.

Kazak Edebiyatinda akilli ve kurnaz bir sahsiyeti sembolize eden Aldar Kose (Aldatan Kose) hazircevapliligi ve keskin zekasiyla cimri ve zalim zenginler ile beyleri alt eder. Aldar Kose’nin gercekten yasamis bir sahsiyet olup olmadigi konusunda somut deliller yoktur. (Gabdullin 1996: 153-157; Kazak SSR 1989: 111; Meyermanova 2001: 13-15; Kadeseva 1997: 101-104) Aldar Kose fikralari Turkce’ye de cevrilmistir (Danes Erimbetova, Aldar Kose Fikralari, Istanbul 2003). Bazi arastirmacilar, onun Nasreddin Hoca’dan esinlenerek uretilmis bir kahraman olabilecegini ileri surmektedirler. (Kisibekov vd. 1996: 42). Bazi fikralarin hem Aldar Kose ve hem de Nasreddin Hoca’ya mal eldildigini yukarida ifade etmistik. Asagidaki Aldar Kose fikrasi bu acidan bir cok kimseye tanidik gelebilir.
“Alti genc Aldar Kose ile eglenmek icin nehir kiyisina gotururler. Iclerinden biri:
-Aldar Amca, simdi hep birlikte suya girelim ve birer yumurta yumurtlayip cikalim, dedi. Onlarin hepsi Aldar Kose’ye fark ettirmeden yanlarinda birer yumurta getirmislerdi. Aldar Kose:

-Tamam, diyerek suya girmeye razi olur.
Genclerin hepsi suya dalip cikarak:
-Iste biz birer yumurta yumurtladik. Sizin yumurtaniz nerede? diye Aldar Kose’ye yumurtalarini gosterirler.
Bunu goren Aldar Kose:
-Uuuruuu, diye horoz gibi otmeye baslar.
-Aldar Amca, ne yapiyorsunuz? diye alti genc sorarlar. O zaman Aldar Kose:
-Bu kadar tavuga, bir horoz lazim degil mi? diye cevap verir.” (Mamet 2000: 221)

Buna benzer bir fikranin da Nasreddin Hoca’da oldugunu biliyoruz (Secilmis Nasreddin Hoca Fikralari 1992: 110-112; Erginer 1969: 79).
Kazak Sozlu Edebiyatinda bilgelik ve feraseti temsil eden Jiyrense Sesen Kazak Hanligi’nin kurucusu Janibek Han doneminde yasamis gercek bir tarihi sahsiyettir. Kazak efsanelerine gore, Jiyrense Sesen Kazak Hanligi’nin kurulmasina destek vermistir. Buna ragmen Kazak Hanlarini hatalarini gordugunde elestirmek de geri durmaz. Hanlarin onunde dogruyu soyleyebilen cesareti ile on plana cikar. Han zaman zaman Jiyrense Sesen’i bilgeligi ve guzel karisindan dolayi kiskanir. Bu sebeple Han, Jiyrense Sesen’e ifa etmedigi takdirde cezalandiracagini soyleyerek yerine getirilmesi imkansiz buyruklar verir. Boylece Jiyrense Sesen’e surgun cezasi vererek uzaklastirmak veya oldurmek ister. Ancak Jiyrense Sesen her defasinda akilli karisi Karasas’in (Karasac) tavsiyeleri dogrultusunda hareket ederek bu cezalardan kurtulmasini bilir. Kazaklar arasinda Jiyrense Sesen ile ilgili pek cok fikra anlatilir. Ancak bunlarin kacinin gercekten onun basindan gectigi bilinmez. Genel kani bir cogunun sonradan ona mal edilmis olmasidir. (Gabdullin 1996: 160-163; Kazak SSR 1989: 257; Meyermanova 2001: 16-17).

Jiyrense Sesen fikralarina tipik bir ornek su sekildedir:

“Jiyrense Sesen’den kurtulmak isteyen Han ona on koc verir ve “Bunlara kirk gun icinde kuzu dogurtup bana geri vereceksin” diye buyurur. Bu emri nasil yerine getirecegini bilemeyen ve kara kara dusunen Jiyrense Sesen’in imdadina karisi Karasac yetisir. “Bunun icin uzulme. Koclari al gel. Kesip yiyelim. Hana cevabini daha sonra ben veririm.” der. Kirk gunluk muddet dolunca, Karasac kocasi Jiyrense Sesen’i yataga yatirir ve ustune yorgani orter. Bir ara Han eve gelir ve Jiyrense Sesen’in nerede oldugunu sorunca “Kocam yeni dogum yapti. Yatiyor.” diye cevap verir. Han sasirarak “Sen ne diyorsun, hic erkek dogum yapar mi?” diye cikisir. Bunun uzerine Karasac “Hunkarim, madem erkeklerin dogum yapamayacagini biliyorsunuz, o zaman nicin koclara kuzu dogurtsun diye Jiyrense Sesen’e emir verdiniz?” der. Buna soylenecek bir laf bulamayan Han yenilgiyi kabul eder ve halk nezdinde gulunc duruma duser” (Gabdullin 1996: 162).

Nasreddin Hoca’nin Timur ile ilgili hikayeleri Jiyrense Sesen’in fikralarina benzemektedir.[2] Aldarkose’nin kurnazligi ve zekasiyla zalimleri alt etmesi ve Jiyrense Sesen’in bilgeligi Nasreddin Hoca’nin bunyesinde toplanmaktadir. Yani Nasreddin Hoca hem kurnaz, hem saf ve hem de bilgelik gibi onemli vasiflari bunyesinde toplamaktadir. Bu haliyle Nasreddin Hoca’nin Aldarkose’nin ve Jiyrense Sesen’in ozelliklerini tek basina tasimakta oldugunu soyleyebiliriz. Bu yuzden Kazaklar arasinda Nasreddin Hoca bazen kurnaz, bazen saf fakat cogunlukla temiz kalpli, iyi niyetli evliya gibi kutsal bir sahsiyet olarak algilanir (Kisibekov vd. 1996: 40).

Kazakistan’da Nasreddin Hoca uzerine arastirmalar 1960’li yillardan itibaren ele alinmistir. Ilk olarak V. Gordlevskiy, I. Braginskiy ve K. Davletov’un bu konudaki arastirmalari yayinlandi. Daha sonra bu konuda arastirmalar yayginlasmaya basladi. Bu konuda yayinlanan onemli calismalari soylersek;

L. Solov’yev, Kocanasir, Almati 1963.
T. Abdurahmanov, Kocanasir Angimeleri, Almati 1965
T. Abdurahmanov, Kocanasir Hikayalari, Almati 1977
B. Kencebayev, Timpiy, Almati 1981
Baltabay Adambayev – Tolevhan Jarkinbekova, El Avzinan (Sesendik Sozder, Akindik Tolgamdar, Aniz – Angimeler), Almati 1985
Kocanasir Hikayalari (Rusca’dan ceviren O. Kenjebek), Almati 1998.
Kazakistan Nasreddin Hoca’nin fikralari uzerine son derleme Onalbek Kenjebek tarafindan yayinlanarak 2007’de Astana sehrinde yayinlanmistir. Eserde 1118 Kazakca Nasreddin Hoca fikrasina yer verilmistir. Bunlar, Kazaklar arasindaki fikralarin yanisira, Kirgiz, Ozbek, Turk, Turkmen, Tacik, Fars, Tatar, Arap, Karakalpak, Uygur, Baskurt, Kurt, Yunan, Hakas, Avar, Cecen, Osetin gibi halklarin dilindeki Nasreddin Hoca fikralarindan yapilan cevirilerdir (Kenjebek 2007: 2).

Bunlarin disinda “Kazak Ertegileri” Kazak Hikayeleri isimli kitaplarda Aldarkose, Jiyrense Sesen ve Tazsa Bala fikralariyla birlikte Nasreddin Hoca’nin fikralarina genis yer verilmektedir. (Sattarov 1987: 8) Nasreddin Hoca fikralari Kazaklar arasinda ozanlarin soyledigi terme – tolgav denilen nasihat siirlerinde de yasatilmaktadir. (Sattarov 1987: 9) Kazaklar arasinda Nasreddin Hoca’nin birkac asir oncesinden beri yasadigini gosteren yazili bir kaynak Kazakistan Ilimler Akademisi Merkez Kutuphanesinde muhafaza edilen el yazma Kissa-i Nasir Efendi isimli el yazmasidir. (Sattarov 1987: 9)

Kazakistan’da 1960’li yillardan itibaren Nasreddin Hoca fikralari uzerine kitaplar ve makaleler yayinlanmakla birlikte, bu konudaki arastirmalarin yeterli oldugu soylenemez. Kisibekov, Nasreddin Hoca fikralarinin halk arasinda genis capli yaygin olmasina ragmen, sistemli arastirmalarin olmamasindan yakinmaktadir. Kazakistan’da yayinlanan felsefe, tarih ve edebiyat arastirmalarinda Nasreddin Hoca fikralarinin sosyal, felsefi ve beseri ozelliklerinin irdeleyen calismalara yer verilmedigini ifade etmektedir. Hatta, Kazakistan Tarihi ve Kazak Edebiyati Tarihi gibi cok ciltli eserlerde bile Nasreddin Hoca fikralari hakkinda bilgi ve yorumlara cok az yer verildigini soylemektedir (Kisibekov vd. 1996: 42).

Aslinda Nasreddin Hoca fikralarina sadece Kazakistan veya sadece Turkiye acisindan bakmak bu konudaki arastirmalarin her zaman eksik kalmasina yol acacaktir. Cunku, Nasreddin Hoca tum Turk Dunyasi’nin ortak sahsiyetine olduguna ve her Turk ulkesi ona kendinden bir seyler kattigina gore, Nasreddin Hoca fikralarina tum Turk Dunyasi genelinde bakmak yerinde olacaktir. Hatta bu konuda baska milletler ve dillerdeki fikralari da derleyip incelemek gereklidir. Bunun icin Nasreddin Hoca’nin yurdu, Turk Mizah Edebiyatinin ata yurdu, baskenti Aksehir’de bir Nasreddin Hoca Enstitusu veya Merkezi kurulmalidir. Merkez tum dunyadaki Nasreddin Hoca fikralarini derlemelidir. Turk ulkelerinin her birinde Nasreddin Hoca arastirmalarina maddi ve manevi destek vermelidir. Cunku, sohreti ve fikralari sinirlar otesine tasmis olan Nasreddin Hoca artik sadece Turk ulkelerinde degil, tum dunya edebiyatinda yeri ve etkisi olan bir olgudur. Buna uygun olarak dunya capinda Nasreddin Hoca arastirmalari yapilmalidir. Nasreddin Hoca’nin 800. yilinda yapilan ve genis katilimli bu sempozyumunun dunya capindaki arastirmalar icin bir basamak teskil etmesini temenni ediyorum.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 28 Kasım 2016 20:17 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
13 Ekim 2011       Mesaj #7
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi

Nasreddin Hoca

Fıkralarında derinlik, anlam zenginliği ve engin bir hayat tec­rübesi vardır. Halkımızın mizahlı, güzel ve anlamlı sözler söyleme gücü âdeta Nasrettin Hoca'da simgeleşmiştir. Bu yüzden o da Türk halkının duygu, düşünce ve zevkini anlatan büyük şairlerimiz gibi halka mal olmuştur. Anadolu kültürünün en güçlü figürü Nasreddin Hoca, güler yüzlü, sabırlı, ağırbaşlı yapısı ile Türk halkının kendisidir.

Fıkralarda daha çok hazırcevap bir yanıt ile yapılmaktadır. Eleştirisel bir yapıya sahip olup bütünleşmiş bir halk insanı olmaktadır. Nasreddin hoca ile ilgili bir çok kitap yazılıp karikatürler çizilmiştir. Hocanın kendi fıkraları dahi kendisine mal edilerek yayılmıştır. Günümüze doğru çizgi film ve film çekimlerde yaygın olarak çocuklar eğitilmiştir. Fıkralarında daha çok eğitime yönelik sözleri olup konuları bu alanda geçmektedir. Güzel üslubu ile kalp kırmadan ders verici özelliğe sahiptir.

Nasreddin Hoca fıkralarında kişiler pek kalabalık değildir. Başkahraman her zaman kendisidir. Etrafında en çok görülenler karısı, eşeği ve komşularıdır. Hoca’nın fıkralarından atasözleri gibi bazı hikmetli sonuçlar da çıkmıştır: “Parayı veren düdüğü çalar.”, “Acemi bülbül bu kadar öter.”, “Yorgan gitti, kavga bitti.” “Vermeye gönlü olmayan ipe un serer.”, “Ye kürküm dünyası.” gibi.

Fıkraların Özellikleri


Nasreddin Hoca fıkralarının temel özelliği insandan yola çıkmasıdır. Fıkralarında insanın yaşam karşısındaki ve toplumdaki durumunu zekice yapılan nüktelerle karikatürize eder. Nesir diliyle anlatılan bu ürünler bir tez ve karşı tezden oluşur. Başlan­gıç, gelişme ve sonuç bölümleri vardır.Sorunlar karşılıklı konuşmalar ve tartışmalarla sonuca bağlanır. Sonuç bölümünde hisse vardır. Her fıkrada mutlaka yer alan bu hisse bölümü hüküm ifadesi taşır. Gül­me, hiciv ve hikmetli sözler taşıyan çatışma bölümü fıkranın estetiğini oluşturan temel unsurdur. Mantığı zorlamayan bir karakterde olan Türk fıkraları kıssadan hisse (anlatılanlardan pay, sonuç çıkarma) amacıyla söylenmiştir.

Nasrettin Hoca fıkra tipi, Anadolu halkının yarattığı, genelde Anadolu insanını simgeleyen bir tiptir. Ezenler, ezilenler, sömürenler, sömürülenler, devlet ileri gelenleri (sultanlar, hakanlar, beyler, kadılar, müderrisler, ho­calar...), halktan insanlar, kadınlar, gençler, çocuklar, değişik mesleklerden insanlar bu tiplerden bazılarıdır. Bir de çevresindeki eşyalar, nesneler, hayvanlar (özellikle de Hoca'nın eşeği)...

Nasrettin Hoca fıkraları, sözlü gelenekte yaşamış, ancak ölümünden birkaç yüzyıl sonra yazılı ürünlerde görülmeye başlanmıştır. Bu neden­le Nasrettin Hoca fıkralarının kaynaklarını tam olarak bulup ortaya koy­mak pek kolay değildir.

Nasrettin Hoca: Zeki ve nüktedan biridir. Esprili ve nükteli konuşmanın, insanın sevgi ve saygısını artıracağına inanır. Onun fıkralarının temel özelliği zekâ ve nüktedir. Ezilenin, zulüm görenin yanındadır. Pek çok fıkrasında kötü yöneti ciler, ahlaksız kimseler, halka eziyet çektirenler, sömürenler, doğrudan ya da dolaylı bir biçimde eleştirir. (Nasrettin Hoca'nın kavuğu ve eşeği değişik biçimlerde yorumlanmaktadır. Kimilerine göre kavuk, devleti; eşekse, halkı temsil etmektedir. Bir başka yoruma göre, kavuk ve eşek, Hoca'nın arabuluculuğunu göstermektedir. Hoca'nın devlete rağmen halkın yanında olduğu görüşünü savunanlarda var.)

Derin bir hoşgörüye sahiptir. Ama bu Hoca'nın her şeyi affettiği, gör­mezden geldiği anlamına gelmez; hep umutludur, karamsarlığa düşmez, gerektiğinde eleştirinin ötesine geçip ince ince alay eder, bir akıl hocasıdır, dünyadaki değişimin farkındadır, bu yüzden yeni ortamlara uyum sağlamada zorluk çekmez, görünüşe değil, insanın iç dünyasının zenginliğine önem verir.

Derlemedir.
Son düzenleyen Baturalp; 1 Aralık 2016 01:13 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
8 Ocak 2012       Mesaj #8
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Nasreddin Hoca'nın Kişilik Özellikleri

Ad:  Nasreddin_Hoca3.JPG
Gösterim: 3993
Boyut:  7.6 KB

Fıkralarından ve hakkındaki kaynakların verdikleri bilgilerden hareketle Hoca’nın kişilik özelliklerini şöyle değerlendirmek mümkündür.
  • Nasreddin Hoca, bilgin ve bilge kişiliğe sahiptir. Zamanın bütün dini ve müspet ilimlerinden haberdardır. Ünlü bilginlerden ders alarak kendini yetiştirmiştir.
  • Hoca, aynı zamanda bir cemiyet insanıdır. Ömrü medrese veya dergahta ders alıp vermekle sınırlı kalmamış, her zaman hayatın ve olayların içinde olmuş, Hocalık ve bilgelik görevini her kesim insan arasında sürdürmüştür..Hoca’yı bu yüzden camide, dergahta, kahvede, misafirlikte, devlet adamlarının yanında, tarlada, bahçede görmek sürekli mümkündür.
  • Hoca, olayların kahramanı olmadığı zamanlarda bile toplumsal yapıyı çok iyi tanıyan, gözlemleyen bir tutum içerisindedir. Çünkü gözlem, tarafsız olma, sorunları doğru tesbit edebilme, haklıyı haksızı ayırabilme konusunda gerekli bir yöntemdir.
  • Halk ve yöneticilerin üzerinde çok önemli bir saygınlığı vardır. Çok sevilip sayılmakta ve her zaman her konuda kendisine danışılmaktadır. Bu anlamda o, hem öğretmen, hem eğitmen hem de danışman konumundadır.
  • Onun yaşadığı toplumda ve sonraki asırlarda bu kadar hüsn-ü kabul görmesi bu bilgeliğini, bilginliğini, eğiticiliğini tatlı dil ve güler yüzle üstelik zekice yapmasıdır. Bu tavrı da kişilik özelliği kadar yine inançlarıyla ilgilidir. Öncelikle bu, bir islâmi davranıştır. Asık suratlılık, dinden onay alamaz. Öte yandan Hoca, pek çok ekonomik ve sosyal sıkıntının yaşandığı bir toplumun insanıdır. Böyle bir insani yapıyı ancak, düşünmeyi gülmeyle birlikte ele alarak aydınlatmak, sıkıntılarını gidermek, olanlar üzerinde düşünmeye sevk etmek mümkün olabilirdi.
  • Nüktecilik, hazır cevaplılık onun en önemli özelliğidir. Fakat, onu komik bir adam olarak görmek eksik değil yanlış bir tutum olur. Çünkü, güldürebilmek önce düşünmeyi ve düşündürebilmeyi gerektirir. Onun bir fıkrasını okurken yahut dinlerken her ne kadar ilk tepkimiz tebessüm olsa bile bunu mutlaka tefekkür takip eder.
  • Hoca’da düşünmek çok önemli bir özelliktir. Öyle ki bu düşünceyi hayat, ölüm, kader, kaza gibi metafizik konular üzerinde de gerçekleştirir. Mesela “kabak” fıkrası bunun çarpıcı bir örneğidir. Bilindiği gibi Hoca, bir gün bostana gider. Burada büyük bir ceviz ağacı vardır. Dinlenmek üzere altına oturur. . Kocaman ağaçta küçücük cevizler…
  • Hoca, buna anlam veremez. Öte yandan gözleri bostandadır. Burada bal kabakları vardır. Onlar ise yerdedir. Küçük bir bitkinin ürünü olarak yetişmektedirler. Der ki: “Bu işte bir terslik var, kocaman bir ağacın üzerinde küçücük bir ceviz; küçücük bir nebatın üzerinde kocaman kabak. Bu olacak şey değil!...”
  • Bu esnada kafasına ağaçtan bir ceviz düşer. Canını acıtır. Hoca bu can acısıyla Ellerini açıp Allah’a şöyle seslenir: “Allahım! Sen ne kadar büyüksün!...Sen yine bildiğin gibi yap. Eğer sen, benim düşündüğüm gibi yapsaydın, şimdi benim halim ne olurdu.”der. Bu fıkra, Hoca’nın düşünme sınırlarının ve olaylardan nasıl bilgelik dersleri çıkardığının küçük bir örneğidir.
  • Hoca’nın halkı güldürmesi asla bir dalkavukluk biçimini almaz. Bu yüzden onu “komedyen” sınıfında düşünmek mümkün değildir.
  • Yine Hoca’nın zekiliğini kurnazlıkla karıştırmamak gerektiğini de belirtmemiz gerekir. Çünkü kurnazlık örneğin zor bir durumdan kurtulmanın meşru olmayan yolunu bulabilme becerisi iken zekilik, meşru ama kimsenin düşünemediği bir yolla bu zorluğu aşmak marifetidir.
  • Kimi fıkralarındaki saflık yahut aptallık derecesindeki ifadeler bizi yanıltmamalıdır. Böyle durumlarda Hoca, daha çok bir öz eleştiri yapar. Kendi kendisiyle dalga geçerek, nefsini aşağılar. Yahut, saflığa sığınarak söylenemeyecek, cesaret gerektiren bir gerçeği açıklar ama fıkranın sonunda yine zeka parıltısı nüktesini söyler.
  • Hoca, bulunduğu mevkiine rağmen halktan birisi gibi yaşar. Bir taraftan imamlık, müderrislik, kadılık gibi asli görevlerini yaparken halktan kopmaz. Onlar gibi dağa gider, odun keser. Pazarda alış veriş yapar. Ticaret yapar. Çalışkandır. Kendi damını kendi onarır. Kendi tarlasını kendi sürer.
  • Hoca, bağlı olduğu dini düşüncenin de bir gereği olarak “iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak” ölçüsüne sıkı sıkıya bağlıdır. Toplumsal çarpıklıkları eleştirerek doğru olanın adresini gösterir.
  • Fakat bu görevini yaparken çok hoşgörülü davranır. Asla yıkıcı olmaz. Muhataplarını aşağılamaz. Suç işleyenlere karşı merhametli ve affedicidir.
  • Nasreddin Hoca, bir kaos döneminin insanıdır. Bu dönemin şartları içerisinde üzülen, kederlenen, umutsuzlaşan insanlara bu olumsuzlukları neşe ile, mizahla aşmalarını sağlayan bir insandır. O, yaşadığı dönemin zorluklarını, olumsuzluklarını fazla ciddiye almayarak aşmaya çalışmayı öğretmiştir.. Bütün olumsuzluklarına, sıkıntılarına rağmen yine de dünyayı yaşanmaya değer; hayatı ise, kıymetinin bilinmesi, tadının çıkarılması gereken bir zaman süreci olarak görmüştür. Her zorluğun kolay bir yanı olabileceğini gösterir.
  • Hoca, inançlara, ahlâk kurallarına, devlete, yasalara, toplum kurallarına bağlı ve saygılıdır ama bu tutumu devlet adamlarının, bürokratların, idin adamlarının eleştirisinden vazgeçirmez. Onarda gördüğü yanlışlıkları, rüşvet yiyen kadıları, din adına halkı sömüren Hocaları, ilmin kabuğunda kalmış âlimleri, zulmeden idareciyi hicveder. Fakat bunu çok zarif biçimde yaptığı için hem kendisine bir zarar gelmez hem de sözü muhatabı nezdinde ciddiye alınır.
  • Hoca, başkalarını eleştirirken aynı eleştiriyi kendisine de yapmaktan çekinmemiştir. Bu, bir tür öz eleştiridir ki bunun yapılması olgunluk ister. Hoca, böylesine olgun bir karakterdedir.
  • Hoca, hayalci değil gerçekçidir. Hiçbir zaman abartıya, hayali olana yer yoktur.
  • Onda sadece içinde yaşadığı toplumun değil insanlığın ortak fotoğrafını buluruz. Yani o, hem ulusal hem de evrensel olmayı başarmıştır.
  • Hoca’ya atfedilen kimi fıkralarda Hoca bir Bektaşi babası gibi gösterilir. Durum böyle olurca, Hoca, oruç tutmaz, abdestsiz namaz kılar bir adam tipi ortaya çıkar ki bu mümkün değildir. Hoca, samimi anlamda bir müslümandır. İbadetlerini yerine getirir. Zaten din adamıdır. Sadece, mutaassıplık onda yoktur. Katı kuralcılığı sevmez.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 30 Kasım 2016 20:32
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
8 Ocak 2012       Mesaj #9
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca

Ad:  Nasreddin_Hoca2.JPG
Gösterim: 4326
Boyut:  29.2 KB

Nasreddin Hoca, aynı zamanda bir eğitimcidir. Üstelik onun eğitimciliği sadece medrese ve oradaki talebelerle sınırlı kalmaz. Onun eğitimciliği toplumla da ilgilidir. Toplum içerisinde de yanlış bulduğu her şeyi eleştirmekten, işin doğrusunu göstermekten geri kalmaz. Tabi bunu yaparken yine hukuk konusunda olduğu gibi eğitim konusunda da yeni nazariyeler peşinde değildir. Devrinde geçerli olan eğitimin temel amaçlarının fert ve toplumda yansıma biçimleri üzerinde durur. Eğitimde psikolojiyi, insan ve toplum gerçeğini çok önemser ve eğitimle insan hayat arasında sürekli ilişkiler kurur. Soyut bir alanda kalmaz. Hoca, bir eğitimci olarak fert ve toplum eğitiminde belli ilkelerin sahibi bir insandır. Bu ilkelere göre insanları eğitirken kendine özgü yöntemleri de vardır. Hoca, özellikle bu yönü bugünün eğitimcileri için de çok zengin bilgiler içermektedir.

Hoca, eğitimde herkesi aynı düzlemde düşünmez. Ferdi farklılıkları dikkate alır. Batılı eğitimcilerin ancak 17. yüz yılda fark edebildikleri bu meseleyi Hoca, onlardan çok önce fark etmiş ve uygulamıştır. Buna bağlı olarak da peygamberi bir eğitim geleneğini sürdürerek insanlara akılları, kabiliyetleri ölçüsünde hitap etmekte, onların psikolojik özelliklerini mutlaka dikkate almaktadır. Mesela cimri bir komşusuyla ilgili şu fıkraya bakalım: Bu adam, bir gün göle düşer. Arkadaşları ona yardım etmek isterler. “Elini ver de seni çıkaralım” derler. Fakat, adam boğulup ölme tehlikesine karşın elini vermez. Cimrilik bu denli ruhuna işlemiştir. Onun bu durumunu bilen Hoca bu duruma uygun bir yöntemle adama “ Alın elimi, sizi çıkarayım” deyince adam Hoca’nın elini tutar ve boğulmaktan kurtulur.

Yeni durumlara alışma, insan tabiatının bir özelliğidir. Hoca, bu gerçeği bilen bir eğitimci olarak eğitimde bunu da dikkate alır. Şu fıkrada Hoca’nın söyledikleri bu tutuma örnek olarak verebiliriz: Adamın birine babasında büyük bir miras kalır. Adam, kısa zamanda bu serveti tüketir. Hoca’ya gelerek 2elimde avucumda hiçbir şey kamlardı. Hocam buna bir çare” diye yalvarır. Hoca, gayet sakin “Merak etme yakında bu dertten kurtulursun” der. Adam, sevinçle “Yoksa tekrar zengin mi olacağım” deyince de “ Hayır, parasızlığa alışacaksın.” der.

Ad:  Nasreddin_Hoca4.JPG
Gösterim: 3912
Boyut:  19.3 KB
Hoca, yine söylenmesi gereken doğruları, ulu orta her yerde söylemez. Uygun zamanı kollar. Fırsatını bulur bulmaz da kendine özgü tatlı üslubuyla söyler. Çünkü sözün etkisi için bu zamanlama çok önemlidir. Yine, muhataplarının seviyeleri dikkate almak Hoca’nın bir başka eğitim yöntemidir. Çünkü, Hoca’nın öğrencileri bütün bir halktır. Hatta bunlar arasında Türk ve Müslüman olmayan bile vardır. Fıkralarından da anlaşılacağı üzere kadın erkek genç ihtiyar yerli yabancı, yönetici… Hoca’nın devamlı ilişki içinde olduğu insanlardır. Hoca, bu anlamda kime hangi dil ve üslupla söyleyeceğini çok iyi bilir. Sözlerinin tesirli olmasının bir sebebi de budur. Bilim adamlığı konusunda da söylendiği gibi Hoca, boş şeyleri, insanlar bir yararı olmayacak şeyleri asla tartışmaz. Onun tartışacağı konular mutlaka akla ve sağduyuya dayalı olmalıdır. Aksi halde Hoca’yı bu tür tartışmaların içinde göremeyiz. Onu böyle tartışmaların içine çekeceklere de unutamayacakları bir ders vermekte Hoca’nın üstüne yoktur.

Eğitimde somutlaştırma, örneklendirme çok önemli bir husustur. Hoca, bu konuda da çok hassastır. En girift meseleler onun dilinde beş duyu ile algılanabilecek bir hale gelir. Üstelik verdiği örnekler çok canlıdır. Soru-cevap yöntemi de Hoca’nın sıkça kullandığı tekniklerden biridir. İnsanı düşünmeye, tasavvura ve araştırmaya yöneten bu teknikle konuları hem ilgi çekici hale getirir. Hem de soruyu soranın cevabını bizzat kendisinin bulabilmesini yolunu açar. Üstelik, soruyu sadece kendisi de sormaz. Muhatabının da soru sormasına imkân verir. Eğitim de ceza bugünün de önemli bir sorunudur. Çağdaş eğitimde ceza onaylanmayacak bir tutum olarak benimsenmiştir. Hoca, ise cezanın hiçbir işe yaramayacağını çağlar öncesinden şu ilginç fıkrasında anlatır. Hoca, öğrencilik günlerinde sınıfa girer girmez duvardaki falakayı görür. Hocasına ne olduğun sorar O da “O falakadır. Cennetten çıkmadır. Yaramaz çocukları terbiye etmeye yarar” der. Hocasında bu cevabı alınca “Peki cennetten çıkanı ne yaparlar?” diye sorar. Hocası da “cehenneme atarlar” der. Hoca, bir fırsatını bulup falakayı ocağa atıp yakar. Hocası durumu fark edince de “Ne yaptın falakayı?” sorusuna “Siz cennetten çıkanı cehenneme atarlar demediniz mi? Ben de falakayı bu yüzden cehenneme attım.”der. Bu tutum, Hocanın hem muhatabını kendi ifadeleriyle bağlama, hem de soru cevap yoluyla muhatabını cevap vermez hale getirmesinin de bir örneğidir.

Yine anlatılan konuya dikkat çekmek, yeri geldiğinde dolaylı, duruma ve konuya göre değişik öğretme teknikleri kullanmak, deneye başvurmak, tanımlarla uğraşmam uygulamaya önem vermek, tek bir kitaba bağlı kalmamak, yararlılık ilkesini gözetmek, yanlıştan dönebilmek, yetenekleri keşfetmek gibi daha pek çok özellik Hoca’nın eğitim metotları arasındadır. Hocanın eğitimde ele aldığı ve mücadele ettiği meseleler ise ferdi ve toplumu çürüten, tembelleştiren, boş inançlara iten, ahlaki bozukluklara sürükleyen korulardır. Hoca, bunlarla kendi yöntemleriyle mücadele eder.

Mesela emeksiz kazanç peşinde olanlara şu fıkrasında kendine özgü yorumuyla şöyle cevap verir: Hoca pazara giderken mahallesindeki çocuklar ona düdük ısmarlarlar. Hoca, “Peki getirim” der. Ama içlerinden sadece birisi para verir. Hoca akşam üstü pazardan dönerken etrafını çeviren çocuklar “hani bizim düdükler?” derler. Hoca da cebinden sadece bir düdük çıkarıp para veren çocuğa verir. Diğerlerine de “Parayı veren düdüğü çalar” diyerek iyi bir ders verir. Tembellik en çok mücadele ettiği konulardan biridir. “Allah versin” fıkrasına bakalım: Hoca, bir gün evinin kiremitlerini aktarmakla meşguldür. Gücü kuvveti yerinde bir adam ısrarla kapıyı çalar. Hoca damdan bakar ve adamı görünce ne istediğin sorar. Adam, azıcık aşağıya gelinde size bir şey söyleyeceğim. Hoca işini gücünü bırakıp aşağı iner. Kapıdaki “Allah rızası için bir sadaka” der. Bunun üzerine Hoca, hiç istifini bozmadan “Peki öyleyse gel yukarı” der. Adamı dama kadar çıkarır. Sonra da “Allah versin” diye başından savar. Adam “A Hoca, sende hiç insaf yok mu? Bunu söylemek için mi beni buraya çıkardın?” deyince; Hoca, “İnsafsızlık sende. Sen beni sadaka istemek için aşağıya indirirken iyi de ben seni yukarıya çıkarırken fena mı oldu?” diyerek muhatabını susturur.

Hoca, fıkraların da kimilerince kurnaz bir tip olarak gösterilse bile onun en çok tenkit ettiği ve hadlerini bildirdiği insanların başında böyle insanlar gelir. Çünkü kurnazlık, bencililiği ve peşinden muhatabını kandırmayı, onun saflığından yararlanmayı getirir. Hoca böylelerine de hadleri bildirir. Hoca’yı Akşehir’in zengin bir adam evine davet eder. Üstelik bunda çok ısrarlıdır. Ama samimi değildir. Hoca bunun farkındadır. Bu yüzden gitmek istemez. Ama ısrarlara dayanamaz ve daveti kabul eder. Bir akşam üstü bu adamın evine gider. Eve yaklaşınca da adamın pencerenin önünde oturduğunu görür. Kapıyı çalar. İçerden gelen “Kim o?” sorusuna kendisini tanıtarak cevap verir ve ev sahibine haber verilmesini ister. Bir süre sonra birisi kapının ardından “Ev sahibi evde yok, dışarı çıktı” der. Hoca, muhatabını incitmek, ona karşı kızmak bağırmak yerine çelebice şu keskin cevabı verir: “Efendine söyle bir daha dışarı çıkarken başını pencerenin önünde unutmasın.”

Hoca, sadece olumsuzluklarla mücadele etmekle kalmaz aynı zamanda doğruları da öğreten bir örnek ve önderdir. Mesela toplum arasında bir konuda hemen herkes bir olumsuzluğu tenkit eder ama çözüm önerisine gelince kimseden ses çıkmaz. Hoca, böyle bir yanlış karşısında doğru olanı öğreten bir örnektir. Adamın birin evi güneş görmüyormuş. Adam, Hoca’ya bu durumdan yakınır. Hoca adamı dinledikten sonra “Güneş gören tarlan var mı diye sorar. Adam var cevabın verince “ O halde evini tarlaya gotür.” Diyerek adamın sorununa çözüm yolu gösterir.

Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca, Abdullah Özbek Konya 2004
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 30 Kasım 2016 14:14 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
8 Ocak 2012       Mesaj #10
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Bilim Adamı Olarak Nasreddin Hoca

Ad:  Nasreddin_Hoca5.JPG
Gösterim: 4388
Boyut:  29.3 KB

Hoca, kaynakların ve fıkraların ışığında ele alındığında öncelikle bilgili bir kişidir. Küçük yaşlarından itibaren önce babasının yanında daha sonra Sivrihisar ve Konya medreselerinde ciddi bir tahsil görmüştür. Müderris yani medrese Hocasıdır. Devrinin önemli bilgin ve ârifleriyle münasebeti söz konusudur. Yaşadığı ve eğitim gördüğü devir de ilimbakımından dikkat çekici özelliklere sahiptir. Hoca, böyle bir çağın ve dönemin insanıdır.

Hoca, bilgindir ama bilgiçlik taslamaz. Hayatı sadece kitabi bilgilerle yorumlamaz. Meseleler karşısında sırf kitabı bilgilerin kurallarıyla hareket etmez. Aklını da kullanarak çözümler bulur. Öte yandan devrinin bilim anlayışına ilişkin eleştirel bir bakışı vardır. Medreselerdeki yabancı dil öğretiminin ezberciliğe önem vermesini kabullenmemektedir. Nitekim buraya alacağımız şu fıkraları onun bu tutumunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu fıkralardan ilki “ezberci” eğitime bir eleştiri niteliğindedir. Bu fıkrada anlatılanlara göre Hocanın annesi bir gün çamaşır yıkayacak olur. Hoca’dan kül getirmesini ister. Hoca külhana varır ama kül bulamaz. Eve dönerken yolda o zamanlar “ekser” denilen paslanmış çiviler görür. Bunları annesine getirir. Annesi çivileri görünce şaşırır. Ekser değil kül istediğini söyler. Hoca hemen cevabı yapıştırır:” Sen de benim gibi medreseye gidip Arapça okusaydın “ekser için kül hükmü vardır” kuralını bilir, böyle konuşmazdın” der.

Yine gereksiz bilgilerin medreselerde öğretimine yahut öğretim yöntemine eleştirianlamında şu fıkrası da ilginçtir: “Hoca, talebelerine Kuduri adlı din kitabını okutuyormuş. Bir gün komşusu bir türlü uyuyamayan çocuğu için muska yazmasını isteyince bir Kuduri bulup yastığın altına koy, der. Komşunun “Kuduri muska mıdır?” sorusuna da “Muska olup olmadığını bilmem ama şunu bilirim ki bu kitabı ne zaman okutmaya kalksam bizim talebeler horul horul uyuyorlar.” der.

Bir başka fıkrasındaki tutumu ise özellikle günlük hayatta çokça kullanılan dini terimlerin halka ezberci bir anlayışla verilmesine yönelik bir eleştiridir. Bu fıkra da şöyledir: “Hocaya bir gün bir kimse ölünce ya da ölüm haberi duyulunca okunan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun”(Allah’tan geldik ve yine ona döneceğiz) âyetinin ne anlama geldiğini sorarlar. Hoca bir süre düşündükten sonra şöyle der:” Anlamını çıkaramadım ama bildiğim kadarıyla bu ayet düğünlerde derneklerde pek okunmaz.”

Yine silah taşımanın yasak olduğu bir devirde Hoca, bir kılıçla yakalanır. Subaşı, silah taşımanın yasak olduğunu buna rağmen neden taşıdığın sorar. Hoca da der ki: “Bu kılıçla öğrencilerin yanlışlarını kazıyorum.” Subaşı bunun imkânsızlığını söyleyince Hoca” Öyle koca yanlışlar var ki kazıyıp düzeltmek için bu bile ufak geliyor.” Cevabını verir. Bu fıkra, görünüşte durumu kurtarmak adına söylenmiş gibi görünmekle beraber bilim hayatındaki yanlışlıklara ve tutarsızlıklara da bir eleştiri mahiyetinde anlaşılmalıdır.

Nasreddin Hoca’nın önemsediği bir husus da bilginin gerçeklere dayanması ve bilim adına ortaya konan bilgilerin bir işe yaramasıdır. Bir fıkrasında anlatılan şu olay onun bu tutumunu gösterir. Bir gün Akşehir’e üç bilgin gelir. Bunlar gereksiz bilgilerle kafalarını doldurmuş ve bunun verdiği gururla ortada dolaşan tiplerdir. Hoca’ya dünyanın merkezsinin neresi olduğunu sorarlar. Hoca da “Eşeğimin sağ arka ayağının bastığı yerdir” der. Onlar Hocadan ispat isteyince de Hoca “İnanmazsanız ölçün de görün.” der. İkinci soruları gökteki yıldızların sayısının kaç olduğudur. Hoca “Eşeğimin kılları kadar” cevabını verir. Yine ispat istediklerin ise cevap aynıdır. “İnanmazsanız sayın.” Üçüncü soru ise “Sakalında kaç kıl olduğu” şeklindedir. Hoca “Eşeğimin kuyruğundaki kıllar kadar.” der. Yine ispat istenince de Hoca, taşı gediğine koyar ve muhatabını kesin bir dille susturur. “İnanmazsan” der “Bir kıl senin sakalından bir kıl eşeğinin kuyruğundan koparalım. Bakalım denk çıkacak mı görürüz.”

Başka bir fıkrası da şöyledir: Akşehir’e gereksiz sorularla insanların kafasını karıştıran bir softa gelir. “Şehrinizin en büyük bilginiyle görüşmek istiyorum” der. Adamı Hoca’nın yanına gotürürler. Softa, Hoca’ya “Efendi, size kırk soru soracağım ama bunların hepsine birden, tek cevap vereceksiniz.” Şeklinde bir şart ileri sürer. Hoca, hiç oralı olmaz. Adam kırk soruyu peş peşe sorar. Sorular bitince Hoca’nın verdiği cevap muhteşemdir: “Bilmem!...”

Burada ilk bakışta hemen görebildiğimiz gerçek; bilim adına gereksiz, hiçbir işe yaramayan bilgi(!)lerle meşguliyetin manasızlığı vurgusudur. Çünkü bu tür soruların cevapları yoktur. Olsa da bir yararından söz edilemez. Ne yazık ki din adına bilim adına bu tür boş şeyler her devrin meselesi olmuştur. Günümüzde bile Hz. Nuh’un gemisinin kaç direği olduğundan, meleklerin erkek ki dişi mi olduklarına kadar uzanan soruların manasızlığı asırlar öncesinden Hocanın bilgin ve bilge kişiliğiyle cevaplarını böylece bulmuş olur.

Bilimin en önemli yöntemlerinden biri de şüpheciliktir. Hoca da bunu da görürüz: Hoca bir gün eşeğine binmiş giderken adamın biri “Hoca efendi!” der. “Eşeğinin kaç ayağı var.” Hoca, eşekten iner. Hayvanın ayaklarını sayar ve dört tane olduğunu söyler. Adamın bu durum tuhafına gider ve “Hoca! der. “Sen eşeğin kaç ayaklı olduğunu bilmiyor musun da tekrar saydın?” Hoca “Biliyordum da” der “Fakat akşamdan beri kontrol etmemiştim. Belki bir değişiklik olmuştur diye tekrar saydım.”

Hoca, bilim ve din dili konusunda mevcut anlayışı kabullenir gözükmemektedir. Milli dilimiz olan Türkçe’den yana bir tavır gösterir. Kimi fıkralarındaki Arapça ve Farsça konusundaki yetersizliğini ima eden özellikler, yetersizlikten çok Hoca’nın Türkçe’ye verdiği önemin bir göstergesi olsa gerektir. Zira, o devirde devlet dili Farsça idi. İlim dili olarak da Arapça kullanılıyordu. Türkçe’yi ise Halk ve göçebe Türkler konuşuyordu. Hoca, tıpkı Yunus Emre, Âşık Paşa gibi, tercihini Türkçe’den yana kullanmış bir kişidir.

Hoca’nın Türkçeciliğine bir örnek olarak şu fıkrasına bakabiliriz: “Adamın biri Farsça yazılmış bir mektubu Hoca’ya okuması için getirir. Hoca, mektubu evirir çevirir fakat okuyamaz. Adam buna sinirlenerek : “Bir de Hoca olacaksın. Bari başındaki şu kavuktan utan” deyince Hoca, kavuğunu başından çıkarıp adamın başına koyar ve “ Marifet kavuktaysa al sen oku!..” der.

Bu fıkrada bir yandan mektup gibi çok özel yazışmanın Farsça olmasına eleştiri getirilirken, bir yandan da şeklin özü her zaman temsil etmeyeceği şeklinde bir anlayışı da ortaya koymuş olur. Zira, bilgininin bilginlerin çok önemsendiği bir devirde bu mesleğin prestijinden yararlanmak isteyenler de muhtemelen olur. Hoca, gerçek bilginin, sahtesinin ayrılması şeklinde de bir mesaj vermek ister.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 30 Kasım 2016 14:09 Sebep: başlık ve sayfa düzeni

Benzer Konular

1 Aralık 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
30 Kasım 2016 / Misafir Cevaplanmış
17 Ocak 2011 / Bia Türk ve İslam Dünyası
25 Nisan 2010 / misafirdn Cevaplanmış
23 Kasım 2014 / Misafir Cevaplanmış