Arama

Bedirhan Gökçe

Güncelleme: 28 Ekim 2016 Gösterim: 54.536 Cevap: 3
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
23 Ekim 2009       Mesaj #1
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  bedirhan gökçe.jpg
Gösterim: 1003
Boyut:  55.6 KB
Kendi dilinden Bedirhan Gökçe
Ne zaman sorsalar özgeçmişiniz diye, bunalır ve özgeçmişten ziyade öz geleceğe talip olduğunu söyler ve debdebelerle dolu geçmişimin renksizliği içinde birazda sıkılarak başlarım anlatmaya öz olan geçmişimi en öz şekliyle. 1988 senesinde TRT'nin açmış olduğu seslendirme sınavlarına girdiğim sırada mankenliğe de başlamıştım, tipim çok iyi olmasa da iyi taşırdım kıyafetleri.
Reklam, film, belgesel derken, çok alakasız bir zamanda devlet memuru oldum... Memuriyetim boyunca "allahım bana öyle bir iş verki gece oturup gündüz yatayım" diye dua ettim... İleride bu duamın kabul olacağının bilinmezliği içinde... Memuriyete bir türlü ısınamayan ben, 1993'te açılan özel radyolarla geceleri şiir okuyup gündüzün stresini atmaya başladım... Ve 1995'in sonunda Hulki Cevizoğlu'nun samimi teklifi üzerine biran bile düşünmeden, Kanal 6'nın haberlerini okumak üzere istifa ettim memuriyetimden. Üç sene sonra sesimin haberlerde anlamını yitirdiğini düşünerek gelen teklif üzerine radyo programımı Kanal A'da yapmaya karar verdim...
Sponsorlu Bağlantılar

Yine aynı sene şiir kasetleri daha patlamamıştı ki bir şiir albümü yaparak sessizce yüzbinin üstüne çıkan albimüm ile ismimi iyice şiirleştirme imkanı buldum... 2000 yılının eylül'ünde Radyo Tatlıses'e başlamak üzere herşeyimi geride bırakarak Ankara'ya hüzün dolu bir vedanın ardından, geldim taşı toprağı "para-kadın-hırs" olan üçlü sac ayağının merkezi... İstanbul şehrine... Bu arada "Kanal A" televizyonundaki "Damlayan Mısralar" adlı programıma da devam ettiğimi düşünürsek, Ankara-İstanbul otobanının dile gelmesi durumunda nasıl 9 kilo verdiğim en iyi şekilde anlatılmış olacaktır. Ve ben Damlayan Mısralar adlı TV programımla Radyo-Televizyon Gazetecileri Derneği'nin "2000 yılı Radyo- TV Oskarları" ödülü ile Kültür-Sanat dalında yılın en iyi televizyon programcısı sıfatına sahip olma şansını yakalarken programımın kalitesi de nihayet tescillenmiş oldu...
Alâkasız görülsede ben aynı zamanda siyah kuşak kareteciyim.
Kısacası, şairin ifadesi ile "Biraz kül, biraz duman, o benim işte."

Dilin Yalan Söylüyor



Tohumdun yüreğimde fidan oldun büyüdün,
Ağaç idin bağımda, çınar oldun yürüdün.

Nasıl söküldün öyle, çatır çatır içimden,
Köklerin yüreğimde kan revan oldu birden.

Çalı çırpı biraktın giderken yüregimde,
Hepsi bir kıymık gibi beynimin her yerinde.

Dilin ne derse desin, gözün öyle demiyor,
Seni sevmedim derken, dilin yalan söylüyor.

Burası Ulus parkı, karşımız Anadolu,
Gönlümün öbür yanı ondan böyle sır dolu.

Yalnızım bu şehirde, hem de yapayanlızım,
Boğuluyorum gitme, şair olur bir yanım.

Yok böyle demiştim ben, yanlış anladım hemen,
Bunun hepsi hikaye, baştan komiğiz zaten.

Kendimizi kandırdık, kargalar güler buna,
Bir de ciddiye aldık, karganın papuç damda.

Bu koca alemde biz, varla yok arasıyız,
Olmasak da olurdu, varsak yaşamalıyız.

Olmayacak duaya amin demeyelim biz,
Herkes kendi yoluna biz hep böyle gideriz...

Bedirhan Gökçe

Son düzenleyen Jumong; 28 Ekim 2016 17:59 Sebep: kırık link ve vikipedi kaynağı kaldırıldı
Biyografi Konusu: Bedirhan Gökçe nereli hayatı kimdir.
pesimist - avatarı
pesimist
Ziyaretçi
14 Aralık 2010       Mesaj #2
pesimist - avatarı
Ziyaretçi
Anam Gelir

Sponsorlu Bağlantılar
Sakalıma kır düştü
Söylemeyin anama.
Üzülürde ağlar
Ağlar sonra bilirim.

Hepsi hepsi üç tane
Üç tel ne ki sakalda
Üzüldüğüne değmez
Değmez sonra bilirim.
Gözlerime bir baksın
Bir baksın anam şöyle.
Derdi gözümden okur
Okur sonra bilirim

Yine İstanbul anlatırım
Anlatırım neşeyle.
Neşemde hüzün bulur
Bulur sonra bilirim.

Ana bir şey yok derim
Sen dua et gizlice.
Anam hep dua eder
Eder sonra bilirim.

Ölüm haberim gelir
Bir gün bir gazetede.
Peşimden anam gelir
Hemen gelir bilirim.

Bedirhan Gökçe
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
5 Kasım 2015       Mesaj #3
perlina - avatarı
Ziyaretçi
Gitmek İstiyorsan Bahanesiz Git !

Gitmek istiyorsan bahanesiz git
Uyarma uykulu hatıraları.
Sesin aynı sestir bakışın üvey
Giderken sesin de el olsun bari.

Denize atıldın bir çiçek gibi
Üstünde dalgalar çalkalanacak.
Sahte sevgin sahte bir kimlik gibi
Gün gelip üstünde yakalanacak.

Serilip yol gibi ayaklarına
Yalvaracak mıyım? Bu mümkün değil!
Kalbim gibi koymam gururum sına
Alçalıp yaşamak ömürden değil.

Demedim sen yüce bir dağsın eğil
Demedim ki kaldı tek çarem sana.
Sendeki muhabbet para pul değil
Ne ben dilenir el açarım sana.

Gitmek istiyorsan… O yol o da sen…
Bir çift göz bakacak arkandan senin.
Gittin mi… Ne vakit dönmek istersen
Dikenli yastığa dönecek yerin.

Gitmek istersen… Ne sus ne bahsi aç!
Yok ol uzaklarda siste dumanda…
Neyimi sevmiştin? Diyemedin hiç
Buluyorsun şimdi yüz noksan bende.

Gitmek istiyorsan bahanesiz git
Uyarma uykulu hatıraları.
Sesin aynı sestir bakışın üvey
Giderken sesin de el olsun bari.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
28 Ekim 2016       Mesaj #4
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  Bedirhan Gökçe kimdir hayatı.jpg
Gösterim: 733
Boyut:  45.8 KB

Bedirhan Gökçe

, 21 Mart gününde Ardahan’lı memur ailesinin 6. Çocuğu olarak Ankara’nın bir gecekondu mahallesinde doğmuştur. Babası Zekeriya bey annesi Gülgez hanımdır. Çocukluğunda büyük mahalle maçlarında su ve sakız satar. Kazandığı parayla Kemalettin Tuğcu’nun, Ömer Seyfettin’in hikaye kitaplarından alır. Bedirhan Gökçe, yedi yıl boyunca okul tatilak çalıştı. Mankenlik yapmakta olduğu sıralarda 1988 yılında TRT'nin açtığı seslendirme sınavlarında başarı göstererek TRT’de memur olmuş ve günümüze kadar seslendirdiği onlarca parçalarla ve şiirlerle tanınmıştır. Sanatçı birçok özel televizyon kanalında şiirlerini seslendirdiği programlar yapmıştır. Ayrıca TRT'de yayınlanan Bedirhan Gökçe ile gecenin kıyısında adlı programı sunmuştur. 1993 den itibaren özel radyolarla geceleri şiir okudu. 1995’in sonunda Hulki Cevizoğlu’nun teklifi ile Kanal 6′nın haberlerini okumak üzere memuriyetten istifa etti. Bir dönem Kanal 6’nın haberlerini seslendirdi. 1996 da Kanal A’da radyo programı yapmaya karar verdi. Yine aynı sene 1996 da bir şiir albümü yaptı. Reklâm, film, belgesel seslendirdi.

İlk şiir albümü “Üçüncü Sayfa Şiirleri” 1999 yılında çıkmıştır. “Başım Gözüm Üstüne”, “Güle Yazdım…” ve “Adam Kavga’da Belli Olur” adını taşıl Prodüksiyon’dan çıkaran sanatçı bu albümüyle şiirdeki yerini pekiştirirken Kral TV 2005 Video Müzik Ödülleri’nde “Şiir Dalında Birincilik” ödülünü aldı. Askerliğini yaptıktan sonra Eylül 2000 de Radyo Tatlıses’e geçti ve bu sebeple Ankara’dan İstanbul’a taşındı. Ama bu arada “Kanal A” televizyonundaki “Damlayan Mısralar” adlı programına da devam etti. 2005 de ‘Şifalı Hüzünler’ adlı kitabını çıkarttı. 2005 de Radyo Tatlıses’den ayrılarak hemen ardından Best FM’e geçti. 1998 yılında Ankara’nın yerel televizyonu Kanal A’da yaptığı şiir programıyla, kültür programları dalında RTGD TV OSCAR’ları ödülünü kazandı.
Damlayan Mısralar adlı TV programıyla Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nin “2000 yılı Radyo TV oskarları” ödülü ile Kültür Sanat dalında yılın en iyi televizyon programcısı oldu. Bedirhan Gökçe 2003 yılında “A.G.A” adlı yönetmenliğini Andaç Haznedaroğlu'nun yaptığı TV dizisinde rol almıştır. Bedirhan Gökçe aynı zamanda siyah kuşak karetecidir.

Özellikle gençler, Bedirhan Gökçe’yi şiirleriyle ve gece yarısı sunduğu şiir programıyla tanıyor. Gökçe internet sitesindeki otobiyografisinde kendini hüzün olarak tanımlıyor. Halbuki konuşmamızda bunalımdan nefret ettiğini söylüyor. Demek ki, hüznün hayatında bambaşka bir anlamı var.

“1980 öncesi, çocuklar gibi yaşadım çocukluğumu” diyor, “kurşunların altında korku çocukları olarak”.

Bir gecekondu mahallesinde, bu şöhreti yakalayacağını hayâl edemediğini ifade ediyor. Ropörtajımızda bu ve benzeri anekdotları bulacaksınız. Gökçe’nin bugün ne yaptığını merak edenlere; Best FM’de program, Kırmızı Çizgi Dergisinde yazarlık yapıyor. Sevenlerine bir müjde “Şifalı Hüzünler” kitabını okumaya hazır olun... Bedirhan Gökçe’yi şiir programlarından tanıyanlar tanırlar zaten, ama biz sizin çocukluğunuzu bilmiyoruz. 1980 yılı öncesi, Türkiye’de yaşayan çocukların yaşadığı hayatı yaşadım. Altı çocuklu memur bir babanın, altıncı çocuğuydum. Evin en küçüğü olmanın, belli ayrıcalıklarını kullandım. Biraz daha haylaz, biraz daha şımarıktım. Duygusal yönüm o zaman da vardı. Size sunabileceğim, çocukluğuma ait gülen bir fotoğrafım yok. Ankara’da bir gecekondu mahallesinde, memur çocuğu olarak yetiştim. Ankara’da da olsa, Doğunun töresi bizim hayatımızda kendi hayatını sürdü. Yanlış anlaşılmasın, ailemiz sıcak bir aileydi, hüzün yoktu, hayatın kendisi hüzündü.

Şartlar ne olursa olsun, çocukların mutlaka gülen bir yüzü vardır. Ancak siz “çocukluğuma ait gülen bir fotoğraf sunamıyorum” diyorsunuz. Bu kadar mı kötü?


O günün çocuklarında, gülen fotoğraf zaten yoktu. Oyuncağımız olmadı meselâ. Sünnet olduğumda, bana verilen paralarla oyuncak alabileceğime büyük umutlar bağlamıştım. 3200 lira para toplanmıştı. “Acaba babam bu parayı bana değerlendirir mi?” diye düşünüyordum. Tamamen bana vermesinin mümkün olmadığını zaten biliyordum. Babam o parayla bana markalı bir saat almıştı, demek ki saat o zamanlar çok değerliymiş. Babam saati aldığı gün, “Bu saati ilkokulu bitirdiğin zaman takabilirsin” demişti. Ancak ilkokul bittiğinde o saatin esamesi ve anlamı kalmamıştı. O benim dünyamda bir hüzündür. Keşke o gün babam bana bir oyuncak alsaydı diyorum.

İnternet sitenizdeki özgeçmişiniz kısmında,
“Ben hüzünlerle sevdim şiirleri
Ben hüzünlerle büyüttüm kendimi
Küçükken gamzelerim vardı benim
Büyüdükçe hüzne sattım hepsini” ifadelerine yer veriyorsunuz. Bu hüzün, nasıl bir hüzün?


Demek ki o hüzün, yakamı hiç bırakmamış. Küçükken ablalar beni gamzeli çocuk diye severlerdi. Birgün sunduğum televizyon programında monitörden kendimi gördüm, gamzelerimin yok olduğunu fark ettim. Bu şiiri o televizyon programında yazdım.

Peygamber Efendimiz, “Hayata nasıl bakarsanız, öyle görürsünüz” der. Siz hep hüzün penceresinden mi baktınız?

Çocukluğumda bana birisi bisiklet alsaydı, ben onu hayatım boyunca unutmazdım.

Tamam, çocukluğunuzda maddî imkânlar açısından güzel bir hayat yaşamadığınızı söylüyorsunuz. Ama şimdi maddî imkânlarınız yerinde. Kendinizi mutlu edecek şeyler alabilirsiniz. Neden hâlâ hüzünde ısrar ediyorsunuz?

Çocukken kendi hüznünüzü yaşıyorsunuz. Büyüdüğünüzde başkalarının hüznünü üzerinize alıyorsunuz. Necip Fazıl’ın deyişiyle, “Kazanda su kaynasa, sanki ben pişiyorum, Bir kuş bir kuşu öldürse, ben can çekişiyorum...” Allah’a şükür şimdi maddî imkânım yerinde, sık sık araba değiştiririm, çünkü oyuncaklarım arabalarım. Ama çocukken hasret kaldığınız şeylerdir, sizin yüreğiniz köşesini burkan.

Şimdi özlemini çektiğiniz birşey var mı hayatınıza dair?

Allah’a şükür birşey yok, ama sorumluluklarınız artıyor. Sadece kendiniz adına yaşamadığınızı anlıyorsunuz. Bir başkaları için kendi keyfinizden ödün verdiğinizi görüyorsunuz. Birinin bana hediye almasından ziyade, benim birine hediye vermem, beni daha mutlu ediyor. Onların gözündeki mutluluğu yakalamak büyük bir huzur.

O huzuru yaşamak için başka neler yaparsınız?

Oturduğum mahalledeki çocukları toplar, bakkala götürür, istediklerini alırım. Küçükken bir abimiz vardı, bize gazoz alır, içine leblebi atardı. “Bunu niye yapıyorsun?” diye sorduğumuzda, “siz de büyüyünce yapasınız diye” cevap verirdi. Şimdi bir çocuk, bakkalda bir şeyin fiyatını sorduğunda, hemen alıyorum. Edip Cansever’in bir sözü vardır: “Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir”. Ben de, “Gülmek, bir halkın çocukları gülüyorsa gülmektir” diyorum. Bizim yetiştiğimiz dönem, ihtilâl dönemiydi, korku çocuklarıydık. Kurşunların gölgesi altında çocukluk yaşadık. Bunun, mutlaka bilinçaltına sızan yanları var.

Hüznün hayatınızı zorlaştırdığını düşünüyor musunuz?

Keşke bu kadar duyarlı olmasaydım, kendi derdin yetmezmiş gibi, başkasının derdini üstüne niye alıyorsun, diyorum. Bir dönem, sadece haberleri izledim. Haberlerde bile hüzün damarınız artıyor. Sevinemeyen, sevindiğinde sevincini kurşunlarla ifade eden, sevindikçe birbirini öldüren bir toplumuz. Sonra Irak’ta yaşayan çocuklar benim hüzün sebebim. O çocukların günahı ne? Benim bir arkadaşım, “Annen anneme küstüğünde konuşmazdın benimle” derdi. Şimdi o çocuklar, neyin cezasını çekiyorlar. Kıyametin başına kopması kıyamet değildir ki, başkalarının kıyameti de senin kıyametin olursa insan olmanın farklılığı ortaya çıkar.

Şiir albümünüze Felluce şiirini almışsınız...

Felluce isimli şiiri alarak, tarihe not düşmek istedim. İnancından dolayı eziyet gören insanların unutulmaması için, albüme konulmuş bir şiirdir.. Kızılderililerden, zenci kölelere yapılan zulümlere kadar, günümüze gelene dek ezik olan bütün toplumların sesini, bir çocuğun diliyle sunmak istedim. Çünkü biz balık hafızalı bir toplumuz.

Zulümlere karşı bir başkaldırışınız var. Gençliğinizde idealiniz neydi? İdolünüz var mıydı?

Birini idol almanız için ilk önce öyle bir hayaliniz olması gerekir. Benim öyle bir hayalim olmadı. Gecekondu mahallesinde yetişen bir çocuğun buralara geleceğini düşünme lüksüne bile sahip değildim. Ama ben hayâl gücümü zorladım. 1988 çok alâkasız zamanda, TRT’nin seslendirme sınavı açtığını duydum, senin sesin iyi diyen yoktu, ama ben o sınava girdim ve kazandım. Bana çocukken, “ne olacaksın?” diye sorulduğunda, “meşhur olacağım” diyordum, bu belki de ezilmiş zenci psikolojisi. Farklı olmak istiyordum. Mahalledeki bütün arkadaşlar futbolla ilgilenirken, ben karateye gittim, siyah kuşak karateci oldum. Bunun yanında, 80 öncesi Türkiye’de kavga var, ailenizi dövüyorlar siz yetişirken, dayak yememek üzerine yetişiyorsunuz zaten.

Çocukken beslediğiniz meşhur olma isteğinin ezilmişlikten kaynaklanabileceğini söylüyorsunuz. Bir çok sanatçı, bu ezilmişlik psikolojisiyle ekran karşısına çıkıyorlar. Bunun sebebi halkın onlara daha çok sahip çıkacağı inancı mı?

Ben o duruştan ve tavırdan nefret ediyorum. Ben kendi hayatımı acınmak için anlatmıyorum, bu acıların beni yetiştirdiğine inanıyorum. Çocukluğumdaki yaşam şeklinin beni olgunlaştırdığına inanıyorum. Zaten benim konuşmalarımda arabesk bir tutum yoktur. Bunu böyle yapanlar, “Halk, bak bunlar bizim gibi desinler” diye yapıyorlar galiba. Benim amacım, halk gibi olmak değil, bir yere gelmek ve onları da kendi yanıma çekmek.

Bir de yükseklere çıkıp halka kibirle bakanlar var?


Bunu yapanlar hesabını mutlaka verir. Şöhret dediğiniz şeyin ne kadar tehlikeli olduğunu görüyorum. Yeşilçam’ın eski şöhretlerinin kendi kitabını satabilmek için medyanın kapısına gittiğini görüyorum. Onlardan olmak istemiyorum. Babamın sıkça tekrarladığı öğüdü vardır: “Yükseldikçe alçalmayı bil”. Benim menajerim, 15 sene önceki memuriyet arkadaşımdır. Ben o günlerdeki memuriyetten arkadaş grubumu dağıtmadım. Ben onları gördükçe, toplumda bazı kesimlerin 700-800 milyona hayat sürdüğü gerçeğini unutmuyorum. Sanat camiasından arkadaş çevresini tercih etmiyorum. Eğer böyle olsa, ben, ben olamam. Ben o gerçek hayattan kopmak istemiyorum.

Yaşadığınız tecrübelerden yola çıkarak, keşke gençler şöyle yapsa, dediğiniz oluyor mu?

Ben bugünkü gençleri çok seviyorum, daha aklı başında, daha kompleksiz. Bizim nesil kompleksliydi. Bugünün neslinin tek tahlihsizliği, anneleri ve babaları. Bugünkü gençleri yetiştiren anneler ve babalar, kompleksli yetiştiler. “Çocuğum iyi bir yere gelsin” diye değil, çocukları onları iyi bir yerde temsil etsin diye düşündüler. Bugün gençlere, sistemin ve hayatın getirdiği, “müzik, cinsellik ve futbol üçgeninde oyalanın, başka hiçbir şeye karışmayın” diye bilinçaltı baskı olduğu kanaatindeyim. Bugünkü gençlerin çocuklarının daha iyi bir yere geleceğine inanıyorum. Bir de gençler mutlaka okusunlar, burada üniversite okumaktan bahsetmiyorum. “Okumak cehaleti alır, eşşeklik baki kalır” diyor Ziya Paşa. Kitap okusunlar, gazete okusunlar...

Şiirlere geri dönecek olursak, sizi diğer şiir okuyan sanatçılardan ayıran nedir?

Ben yöresel ağızla şiir okuyan tek adamım.

Ayrılığı anlatan aşk şiirleri insanı daha da yıpratmıyor mu? Sonuçta elem akıyor şiirlerden...

Kavuşamamak, bir bunalım sebebi olmak zorunda değil. Sizin için neyin hayırlı olduğunu bilemezsiniz. Bazen onsuz olmak, onunla olmaktan daha hayırlı olabilir. Evet şiir programımda duygusallık, romantizm, hüzün var, ancak bir de hayatın gerçeği var, yani bunalım yok. Bunalımdan, başta ben nefret ederim. Başını iki elinin arasına alıp, “ne olacak” diye düşünmenin kimseye faydası olmaz. Hz. Mevlânâ, “aşk seçkinlerin işidir” demiş. Ahmet Yesevi Hazretleri de, “aşkı olmayanın dini olmaz” diyor. Aşkı hayatınızda bir kere yaşamamışsanız, hayata bakışınız onun gibi olamaz.

”Aşkı olmayanın dini olamaz” sözünü nasıl yorumluyorsunuz?

Her şey aşkla olur. Annenin içinde aşk olmazsa, bir çocuğun kahrını çekmez. Çocuk baştan sona derttir. Annenin içinde öyle bir aşk vardır ki, çocuğun bütün kahrını sevimli gösteriyor.. Aşk deyince insanlar sadece beşerî aşk olarak algılıyorlar. Ancak aşk mecazî aşktan İlâhî aşka bir yelpazedir. Bu aşk olmazsa, yetmiş beş yaşındaki bir nine evinden kalkıp, zahmetlere katlanıp, kilometrelerce öteye hacca gitmez. Ben işime aşığım. İşimle ilgili her şeye koşuyorum. Kendime ayırdığım zaman dilimi yok.

Bu yoğun hayat içerisinde İlâhî aşkı nereye sıkıştıyorsunuz?

Hayatı İlâhî aşkın yansıması olarak görüyorum. Sevme duygusunu insana veren Allah’tır. Aşkı, Allah’ın kendisinden kaynaklanan aşkın insanlara hayata hayvanlara tabiata yansıması olarak görüyorum. İlâhî aşk sıkıştırılamaz, her şey ondan dağılır.

Hayatınızda İlâhî aşka doğru giden bir yolculuk var mı?

Olmasını çok istiyorum. İnsanın yaşı onsekizleri bırakıp, otuz beşlere doğru yol aldığında, hayata bakışımız değişiyor. Bir yazar arkadaşımızın dediği gibi, eskiden “hadi canım” dediğim, ölümden ötesi haberlere kulak kabartmaya başlamışım farkına varmadan. Onsekiz yaşınızda Mevlânâ’nın Mesnevîsi otuzlu yaşlarınızdaki anlamında değildir. Onsekiz yaşınızda çok az kişi kaybetmişsinizdir, otuzlu yaşlarda yakın akrabalarınızdan birilerini toprağa vermiş olursunuz. Hayatın gerçek yüzüyle birbir karşılaşmış olursunuz. Annenizin, babanızın duygusunu içinizde hissetmeye başlarsınız. “Yarın anne ol, yarın baba ol” görürsün lâfı, önünüzde bir gerçek olarak durmaktadır. Bugün benim içimde bir arayış var, Allah bir, Muhammed O’nun Resulü hiç şüphem yok, ama kendi kafamın içindeki sorulara da kendi çapımda cevap bulmaya çalışıyorum. Aradığım soruların cevabını bulmuş olmaktan da doğru bir dine mensup olduğumu anlıyoru.

Derleme...
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
🌘 🚀

Benzer Konular

10 Mayıs 2009 / Misafir Taslak Konular
7 Eylül 2011 / KisukE UraharA Edebiyat tr
20 Ocak 2013 / Jumong Sinema tr
4 Mart 2013 / Jumong Sinema tr
5 Şubat 2013 / _EKSELANS_ Müzik tr