Arama

Türkiye'de Bankacılık

Güncelleme: 11 Mart 2009 Gösterim: 40.034 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
11 Mart 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Türkiye'de Bankacılık

Sponsorlu Bağlantılar
Ülkemizde bankacılığın gelişmesini beş döneme ayırabiliriz. Bu dönemler sadece incelemeyi kolaylaştırmak için seçilmiş değildir. Belki birbirinden düşünce ve metot bakımından da ayrı görülen değişme ve gelişme aşamalarıdır.

1) Birinci Dönem (1847 öncesi)
Bu dönem 1847’ye kadar olan zamanı kapsar. Türkiye’de banka adı altında ilk kuruluşlar bu tarihte çalışmaya başladılar. Daha önce para üzerine işlem yapanlar yalnız sarraflar ve bankerlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda sarraflar ve bankerler para değiştirmek, para bozmak, ödünç para vermek, poliçe alım satımı yapmak gibi işlerle uğraşırlardı.
Sarraflık işlerini Museviler, Ermeniler ve Levantenler (Doğulular) yapıyordu. Bunlar aynı zamanda başkalarının paralarını işleten, zenginlerin ve devlet adamlarının para işlerini gören, gelirlerini tahsil eden, ödemelerini yapan ve gerektiğinde kendilerine borç para veren kişilerdi. 1842’de Anadolu ve Rumeli kumpanyaları adlarıyla sarraflardan oluşan iki heyet kuruldu ve imparatorluk gelirlerinin toplanarak Hazine’ye ve Hazine’ce havale olunan yerlere teslimi işi bu kurullara bırakıldı.
Sarraflar arasında önemli parasal işlere girişenler zamanla “banker” olarak anılmaya başladı. Bunlardan Galata’da oturup ödünç para verecek kadar güçlü olanlara “Galata bankerleri” deniyordu. Özet olarak bu birinci dönemde banka işlemlerine benzer işlemler tek tek sarraflar ya da bankerler tarafından yapılmaktaydı.

2) İkinci Dönem (1847-1875)
1840’ta çıkarılmaya başlayan kâğıt paranın değerinin düşmesi kambiyo fiyatlarında büyük değişmelere yol açıyordu. Buna bir çare olmak üzere 1845 yılında hükümetçe Galata bankerlerinden ileri gelenlerle iki yıllık bir sözleşme yapıldı. Bunlar da kambiyo rayiçlerini tutmak amacıyla ve hükümetin izniyle İstanbul Bankası (Banque de Constantinople) adıyla bir banka kurdular.
İstanbul Bankası’nın işleri bir süre düzenli yürüdü. Fakat 1848 Fransız Devrimi ve onun doğurduğu mali sıkıntılar hükümetin yardımına rağmen giderilemedi. Gerek bu bankanın, gerekse sarrafların para spekülasyonuna engel olunamadı. İstanbul Bankası’nın kapanmasından sonra sterlin kambiyo kuru 110 kuruştan 150 kuruşa yükseldi. Kambiyo kurunun bir mali kuruluş tarafından tutulmasındaki yararı gören hükümet yeni bir banka kurmayı düşündü, ama araya Kırım Savaşı’nın girmesiyle buna imkân bulunamadı. Kırım Savaşı’ndan sonra para ve maliye işleri bir kat daha bozulduğundan, kuvvetli bir bankaya olan ihtiyaç arttı ve bu ihtiyacı karşılamak üzere İngiliz teklifi kabul edildi.
Böylece 1856’da merkezi Londra’da olmak üzere Bank-ı Osmanî (Ottoman Bank) kuruldu. Bu bankanın iş merkezi İstanbul’da olacak ve Mısır hariç Türkiye’nin her tarafında şubeler açacaktı. Sermayesi 2 milyon sterline çıkarılacaktı. Mevduat ve iskonto gibi ticari işlemleri yapacaktı.
Bank-ı Osmanî’nin özel bir banka olarak kurulmasından imtiyazlı veya özel izinli bir bankaya dönüşmesine kadar geçen yedi yıl içinde başka bazı bankalar da kuruldu. Bunlar özellikle para ve kambiyo spekülasyonlarından yararlanmak ve sürekli borç alan Osmanlı hükümetine yüksek faizlerle para bulmak amacına yönelikti.
Union Financiére ile Türkiye Bankası, Şirket-i Umumiyei Osmaniye (Société Générale de L’empire Ottoman) Şirket-i Maliye-i Osmaniye (The Ottoman Financial Associatino), İtibar-i Umumi Osmani Bankası (Crédit Général Ottoman) söz konusu bankaların başlıcalarıydı. Bu arada 1863’te unvanı Bank-ı Osmanî fiahane’ye (Banque İmpériale Ottomane) çevrilen Osmanlı Bankası’na 1875 yılına kadar banknot çıkarmak imtiyazı verildi.
Bu dönemde yukarıda sayılan mali kuruluşlar dışında birçok ufak tefek banka kuruldu. Fakat bu kuruluşlar da diğerleri gibi umdukları gelişmeyi sağlayamadı ve çeşitli bunalımların etkisiyle kapandı.
Burada iki gerçek vardır: Birincisi, büyük kârlar sağlama ümidiyle başı dönen sermayedarların (para babalarının) Osmanlı Devleti’ni sürekli borç para almaya teşvik etmesi ve bazı hallerde adeta zorla banka kurdurulmasıydı. İkinci gerçek de, devletin eline geçirdiği büyük sermaye kitlesini verimli alanlarda kullanmak yerine israf etmesiydi. İşte bu nedenledir ki bu büyük spekülasyon dönemi hem devletin, hem de ona para satmakla geçinen bir çok kuruluşların ödemelerini kesmesiyle son buldu.
Aynı dönemde ilk milli tasarruf kuruluşu olarak bugüne kadar faaliyetini başarıyla sürdüren “Emniyet Sandığı” kuruldu. Esas fonksiyonu, mevduat kabul etmek ve taşınır kıymetlerin rehni ve taşınmaz malların ipoteği karşılığında para vermek olan bu kuruluş 1868’de Mithat Paşa’nın yardımıyla kuruldu. Ziraat Bankası’da temeli yine Mithat Paşa tarafından 1863’te atıldı, ama esas faaliyeti 1875’ten sonraki üçüncü dönemde başladı.

3) Üçüncü Dönem (1875-1908)
1875’te ödemelerin durdurulmasından 1882’de Düyunu Umumiye İdaresi’nin kurulmasına kadar geçen süre içinde mali durum pek istikrarlı seyretmedi. Bu idarenin kurulmasından ve belirli devlet gelirlerinin borçlara ayrılmasından sonra Avrupa para babaları arasında yeniden Türkiye işlerine karşı ilgi uyandı. Birtakım yabancı bankalar Osmanlı İmparatorluğu’nda şubeler açmaya başladı. Yabancı ve yerli sermaye ile yeni bankalar da kuruldu.
Ziraat Bankası’nın faaliyete geçişi de aynı döneme rastlar. (1888) 1875’ten sonra çalışmaya başlayan yabancı bankalardan Fransız sermayeli Crédit Lyonnais, Alman-Filistin Bankası (Deutsche-Palastina Bank) (1899), British Oriental Bank (1900), İngiliz Anglo-Palastine Company (1902), Yunan Atina Bankası (1904), Şark Bankası ülkemizin çeşitli yerlerinde şubeler açtılar.
Yine bu dönem içinde Avusturya’daki Viener Bankverein 1905’te İstanbul’da, Alman Deutsche Orientbank 1906’da İstanbul, Edirne, Bursa, Adana gibi önemli kentlerde şubeler açarken, İtalyan Societe Commerciale d’Ôriente (Şart Ticaret Şirketi) 1907’de İstanbul’da faaliyete geçti.
Bu yabancı bankaların açılmasının biri ticari, diğeri siyasi olmak üzere iki amacı vardı: Düyun-u Umumiye İdaresi’nin kurulması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirlerinden önemli bir kısmını doğrudan idare etmesi, ülkemizle ilişkisi olan her yabancı devleti bu fırsatlardan zamanında yararlanma ve ayrıca Türkiye’nin ekonomik gelişmesinde belli oranlarda rakiplerden önce davranma ve piyasayı elde tutma çabasına yöneltti. Aynı amaçla birkaç yerli banka da kuruldu. Bunların en önemlisi Ziraat Bankası, Midilli Bankası ve Selânik Bankası’ydı.
Önce Niş vilayetinde Mithat Paşa tarafından kurulan ve sonradan yurdun çeşitli yerlerinde açılan Menafi Sandıkları 1888’de bir araya getirilerek, merkezi İstanbul’da olmak üzere Ziraat Bankası’na dönüştürüldü. Haziran 1888’de kurulan Selanik Bankası ile Şubat 1891’de kurulan Midilli Bankası birer anonim şirket olarak her çeşit banka muamelesi yapmak, sınai ve ticari teşebbüslere girişmek amacını güdüyordu.
Görülüyor ki, Ziraat Bankası bir tarafa bırakılırsa, bu dönemde yerli olarak ülke yasalarına göre kurulan bankalarda yabancı sermaye hâkimdi. Bu nedenle 18751908 yılları arasında yerli banka olarak ancak Ziraat Bankası’ndan söz edilebilir. Ziraat Bankası da o tarihlerde diğer yabancı bankalar gibi bir mali kuruluş olmaktan çok uzaktı. Özellikle zirai kredilerle meşgul oluyordu.

4) Dördüncü Dönem (1908-1923)
Meşrutiyet’in getirdiği yeni akımlardan biri de Türklerin ekonomik ve mali girişimlere başlamasıydı. Bu akı m özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında kuvvetlendi. Bu dönemde yabancı sermaye ile kurulan bankalar şunlardı:
1909’da bir Osmanlı anonim şirketi olarak kurulan; Türkiye Milli Bankası, Türkiye’de ticari ve sınai girişimlerde bulunmak, taahhüt işlerine girişmek, her çeşit banka işlemleri yapmak ve devletin, belediyelerin borç almalarına katılmak ve taşınır kıymetler ihracına aracı olmak amacını güdüyordu. Fakat pek gelişemedi ve tasfiyeye uğradı. 1910’da yabancı ve yerli sermayenin ortaklaşa kurduğu Türkiye Ticaret ve Sanayi Bankası fazla bir iş göremedi ve 1914’te kapandı.
1911’de İstanbul Bankası, 1912’de Konya İktisadi Milli Bankası, 1913’te Adapazarı İslam Ticaret Bankası (Adapazarı Türk Ticaret Bankası, 1937’den sonra Türk Ticaret Bankası) kuruldu. 1913’te Karaman Milli Bankası, 1914’te Milli Aydın Bankası, 1916’da Akşehir Bankası milli bankalar arasına katıldı.
1917’de kurulan İtibari Milli Bankası’na (Crédit National Ottoman) birtakım imtiyazlar tanındı. Buna göre bankanın kendi işlerine ait malları vergiden, hükümet daireleriyle olan muhaberatı posta pulundan, ilk kuruluş için ithal edeceği mallar gümrük resminden muaf olacak, posta ve telgrafları ücretsiz kabul edilecekti. Bankanın hisseleri nama yazılıydı ve Türk vatandaşlarına ayrılmıştı.
Banka her türlü banka işlemleriyle, sınai ve ticari teşebbüslerle iştigal edebilecekti. Ergani Bakır Madenleri imtiyazı ve bu madenleri denize bağlayacak demiryolunun imtiyazını alan banka, ilk iki yıl içinde giriştiği işlerde başarı gösterdi. Savaşın sonuna doğru bazı spekülasyon işlemleri sonucunda önemli zararlara uğradı ysa da, 1918-1922 döneminde bu zararlarının önemli bir kısmını gidermeyi ve yeni devreye güçlü bir mali kuruluş olarak girmeyi başardı. 1927’de Türkiye İş Bankası ile birleşti ve böylece adı ve tüzel kişiliği ortadan kalktı.
İtibari Milli Bankası’nın kuruluşundan sonra da Cumhuriyet’in ilanına kadar milli bankacılık hareketi sürdü ve 1917’de İstanbul’da İktisadi Milli Bankası, yine 1917’de Manisa’da Manisa Bağcılar Bankası ve Konya’da Konya Ahali Bankası, 1918’de İstanbul’da Ticaret ve İtibari Umumi Bankası, Eskişehir’de Çiftçiler Bankası, 1919’da Adapazarı’nda Adapazarı Emniyet Bankası, 1920’de Konya’da Konya Türk Ticaret Bankası, 1922’de Bor’da Bor Zürra ve Tüccar Bankası kuruldu. Ülkemizdeki bankacılığın 1908-1923 yılları arasındaki gelişmesinde şu hususları özetleyebiliriz:
• Mevcut yabancı bankalar yanında milli sermaye ile küçüklü büyüklü bankalar da kuruldu ve milli bankacılığın ilerlemesi için devletin ilgisine ve desteğine gerek olduğu anlaşıldı.
• Milli banka olarak kurulan İtibari Milli Bankası’yla Türkler banka idaresine alışmaya başladı. Yeni yetişen bankacılar Cumhuriyet dönemindeki gelişmede büyük hizmetleri dokunan elemanlar olarak önemli bir rol oynadı.
5) Beşinci Dönem (1923 sonrası)
Cumhuriyet’in ilanından bugüne kadar gerek devlet, gerekse özel teşebbüs tarafından kurulan bankalar çoğaldı ve milli bankacılık hem işlem, hem de teknik bakımından çok hızlı gelişmeler gösterdi. Bu dönemde kurulan bankaların sermaye bakımından önemlileri devlet sermayesiyle veya teşebbüsüyle kurulanlardı. Cumhuriyet Merkez Bankası, Sümerbank, Etibank, İller Bankası, Emlâk ve Kredi Bankası, Halk Bankası bunlar arasındaydı. Bir özel teşebbüs olarak kurulan Türkiye İş Bankası, devlet bankalarından sonra en büyük sermayeli ve en güçlü milli banka haline geldi.
Çeşitli şehirlerde küçük sermayelerle kurulan mahalli bankalardan bazıları sonradan güçlendi ve faaliyetine devam etti, bazıları da genel ekonomik bunalımın etkisiyle ya da bünyesindeki zayıflık nedeniyle ya kapandı veya daha büyükleriyle birleşti.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da büyük kısmı özel teşebbüse dayanan birçok banka kuruldu. Bunlar arasında Yapı ve Kredi Bankası, Türkiye Garanti Bankası, Akbank, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Denizcilik Bankası, İstanbul Bankası, fiekerbank, Pamukbank, Demirbank ve Vakıflar Bankası yer almaktaydı.
1958’de uygulamaya konan istikrar politikasının yol açtığı tasfiyelerin de etkisiyle, 1960-1980 arasında pek az yeni özel banka açıldı. Buna karşılık kalkınma planları doğrultusunda kamu ve yatırım bankalarına öncelik verildi. 1980’den sonra 24 Ocak ekonomik istikrar önlemlerine paralel olarak bankacılıkta önemli yapısal değişiklikler yaşandı. İhracata dayalı sanayileşme stratejisi ve dış borçlanma, bankaların mali sistem içindeki önemini artırdı.

6) Altıncı Dönem (2003 ve sonrası)wink
Bankacılık kanununun sonunda olması gerektiği noktaya ulastığı dönemdir. Daha önceleri bazı naylon belgelerle bir amelenin bile banka açıp işletebildiği dönem sona ermiştir. Ciddi sayılabilecek kriterler ve işletme esnasında denetleme önlemleri alınmıştır. Merkez Bankası'nın tarihi müdehalesi ile faizler, olması gerektiği normlara düşürülmüş ve "Reel Bankacılık"a geçilmiştir. Banka yönetimi eskiye oranla daha saydam hale getirilmiştir. Devlet bankaları ile özel bankalar arasındaki uçurum büyük ölçüde giderilmiştir. Devlet kontrollü kredi paketleri hazırlanmış, yürürlüğe sokulmuş ve olumlu sonuçlar alınmıştır.
Bir sonraki adım, İsveç'teki banka kanunu alıp, okuyup, değerlendirip, Türkiye ortamında uygulamanın yollarını aramaktır.


Kaynak:
ekonomiforumu.com


Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

20 Mayıs 2015 / Ziyaretçi Cevaplanmış
22 Haziran 2011 / Misafir Ekonomi
9 Ağustos 2011 / ThinkerBeLL Ekonomi
20 Mayıs 2009 / asla_asla_deme Hukuk