Arama

Sokrates

Güncelleme: 17 Ekim 2015 Gösterim: 61.600 Cevap: 9
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
SOKRATES


Sponsorlu Bağlantılar


Sokrates (M.Ö. 470Alopeke, Attika - M.Ö. 399Atina) Yunan Felsefesinin kurucularındandır.

Heykelci Sofroniskos ile ebe Fenarete'nin oğlu olan Sokrates'in kimliği de başlıbaşına bir felsefi sorundur.

Filozofların ve tarihçilerin üzerinde tartıştıkları Sokrates konusunda anlatılanlar da birbirini tutmaz. Yani herkes, kendine göre bir "tarihsel Sokrates" ya da "kuramsal Sokrates" portresi çizmiştir.

Sokrates üzerine pek çok eski öykü anlatıldı (Platon, Ksenofon, Aristofanes, Aristoteles, Aristoksenos). Sokrates, edebi verimin yüksek olduğu bir dönemde hiçbir şey yazmadığı gibi, profesyonel "bilgi hocaları"nın ortaya çıktığı bir dönemde öğretmenliği resmi bir meslek olarak da seçmedi. Hayatı boyunca ancak üç kez Atina'dan ayrıldığı söylenir. Bir kez askeri yükümlülük gereği, bir kez de Delfi'ye gidip biliciye danışmak ve orada üzerinde "kendini tanı" sözünün yazılı olduğu Apollon tapınağını görmek için bu kentin dışına çıktı.


Sokrates genellikle ahlak felsefesinin, yani değer öğretisinin kurucusu olarak bilinirse de, ondan geriye kalan şey, bir öğretiden çok, kişilerin bilincine, özlerinin ne olduğunu göstermeye yönelik bir çabadır.
Sokrates önceleri doğa bilimleriyle, özellikle de canlı varlıkların çoğalması ve kaybolup gitmesi olgusuyla ilgilendi. Bu amaçla, matematiği ve doğa filozoflarının dünyayla ilgili öğretilerini incelemesi gerekti.
Yüzeysel bilgiyi aşma ve şeylerin gerçek bilgisine ulaşma isteğiyle, bireylerin davranışlarında ve yaşamlarında temel aldıkları inançları sorgulamaya yöneldi. Sokrates, inançlarını ayrım gözetmeksizin yadsımak için toplumun bütün kesimlerine seslendi; bu tutumu da şiddetli tepkilerle karşılaşması ve trajik bir biçimde ölmesi sonucunu doğurdu.


Sokrates, her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan yöntemiyle, yani diyalog sanatı ya da diyalektikle, insanlara, bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip olmadıklarını kanıtlıyordu. Ardından, bir karara varmak gerektiğinde ve çaresiz kalan muhatapları ondan sorunla ilgili düşüncesini sorduklarında, filozofça geri çekiliyor, bu da genellikle muhataplarının öfkelenmesine yol açıyordu.
Sokrates’in dünyadaki son günü Platon tarafından Fedon’da anlatılır—bir gün ki Sokrates Tebesli dostları Kebes ve Simnias ile ruhun ölümsüzlüğü üzerine konuşarak geçirdi.
Baldıranı içtikten ve ölmek üzere yattıktan sonra son sözleri şunlardı: "Krito, Aeskulapius’a bir horoz borçluyuz; bu yüzden onu öde, sakın unutma."
Zehir yüreğine ulaştığında sarsıldı ve öldü, "ve Krito bunu görerek ağzını ve gözlerini kapadı. Bu, Ekhekrates, dostumuzun sonuydu, öyle bir insan ki tüm çağının bizim bildiğimiz en iyisi, ve dahası, en bilgesi ve en doğrusuydu.".
Retrieved from "
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2015 01:44
Biyografi Konusu: Sokrates nereli hayatı kimdir.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
16 Nisan 2006       Mesaj #2
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
SOKRATES:

M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşamış olan ünlü Yunanlı düşünür. Platon'un hocası olan Sokrates, yazılı hiçbir şey bırakmamış, tüm zamanını özellikle gençlerle felsefe tartışarak geçirmiştir. Görüşleri, tartışmaları yeni iktidarın temsilcileri tarafından beğenilmeyen Sokrates, 'yeni tanrılar icad ettiği, görüş ve tartışmalarıyla, gençleri baştan çikardigi' gerekçesiyle ölüme mahkum edilmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar

Sokrates'in felsefedeki ve felsefe tarihindeki önemi, onun bilinçli ve ahlaki kişiliğin bulunduğu yer olarak ruh kavramını bulmuş olmasından kaynaklanır; felsefenin merkezine insanı geçiren, insanın kendisiyle, evrenle ve toplumla olan ilişkisinin ne olduğunu ve ne olması gerektiğini araştıran, insan yaşamının kişisel, toplumsal ve ahlaki boyutunu ön plana çikaran Sokrates, insanlara özsel bileşenlerinin ruh olduğunu, onların ruhlarına özen göstermeleri gerektiğini anlatmaya çalismis, bu düşüncesini ifade etmek, onu eylemleriyle somutlaştırmak için de, yaz kış çiplak ayakla ve ince bir entariyle dolaşmıştır.

Fiziği itibariyle çirkin biri olan Sokrates, insanların yüzlerini ve fiziki yapılarını değiştiremeyeceklerini, fakat ruhlarını ve karakterlerini değiştirip geliştirebileceklerini belirtmiştir. Buna göre, Sokrates, felsefesinde herşeyden önce, insanın doğası, ihtiyaçları, amaçları ve değerleri üzerinde durmuş, neyin onu tamamlayacağını araştırmıştır.

O, aynı çerçeve içinde, dilin doğasıyla ilgilenmiş ve düşünme, anlam, mantık ve tanım konusunu ele almıştır. Yaşadığı dönemde yoğun bir kavram kargaşasının hüküm sürdüğünü, bunun ahlak alanını da kapsadığını düşünen Sokrates, bilgeliğin, adaletin, cesaretin, v.b. anlamının ne olduğu bilinmedikçe, bilgece, adil ya da cesurca eylemekten söz edilemeyeceğini iddia etmiştir. Çünkü aynı sözcükleri ya da kavramları kullanan insanlar, bu sözcük ya da kavramlarla farklı şeyleri kastediyorlarsa eğer, Sokrates'e göre, bu, insanların anlaştıklarını sanarak anlaşmadan konuştukları anlamına gelir ve sonuç, kargaşadan başka hiçbir şey olmaz. Kargaşa, Sokrates'e göre, hem entelektüel ve hem de ahlaki yönden olur. Ona göre, entelektüel olarak sözcük ve kavramları, sizin kullandığınız anlamdan farklı bir anlamda kullanan biriyle tartışarak, bir kavga dışında, hiçbir yere varamazsanız ve ahlaki olarak da, söz konusu sözcükler ahlaki fikirlere karşilık geldiği zaman, sonuç bir anarşiden başka bir şey olmaz. Sokrates işte bu kargaşayı sona erdirmek, insanlara ahlaki gelişmelerinde yol göstermek için, bir tartışma ve ögretim yöntemiyle, bir tanım yöntemi geliştirmiş ve tartışmalarıyla, evrensel değerlerin özünü ve gerçek anlamını ortaya koymaya çalismistir
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen GusinapsE; 17 Nisan 2006 01:12
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
15 Ağustos 2007       Mesaj #3
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
SOKRATES

Sofistlere karşı koyanların başında yer alan, İlkçağın en büyük düşünürlerinden biri olan Sokrates, Sofistlere karşı koyar, ama onlarla birleştiği yönleri de vardır. Çünkü Sokrates de, Sofistler gibi, gelenek ve törelerin oluşturduğu ölçüler üzerinde düşünmeyi kendisine ilke yapmıştır.

Sokrates 469 yılında Atina’da doğmuştur. Heykeltıraş Sophroniskos ile ebe Phainerete’nin oğlu. Kendisi ve yurttaşlarını ciddi olarak incelemeyi, ahlakça olgunlaşmak için durmadan çalışmayı, hayatının hep ödevi sayacaktır. O da, Sofistler gibi, başlıca, insan hayatının pratik sorunlarıyla ilgilenmiştir. Ancak, Sofistler utilitaristtiler, yalnız yararı göz önünde bulunduruyorlardı. Sokrates ise bu soruna gerçek, derin bir ahlaki ciddiyetle yönelir.Onun gerek sessiz, sürekli felsefi düşünmeleri, gerekse Atina’daki orijinal çalışmaları böyle bir anlayışla beslenmişlerdir. Kendisi bir çığıra, bir okula bağlı olmadığı gibi, bir çığır da kurmaya kalkışmamıştır. Ortalıkta, çarşıda –pazarda dolaşır, karşısına çıkanlarla konuşmaya çalışırdı. Bunu da, insanları, hayatlarının anlam ve amaçları bakımından düşünmeye, aydınlanmaya kımıldatmak, onlarda bu isteği uyandırmak için yapardı. Sokrates felsefesini, dünya görüşünü bu yolla yaymıştır: bir şey yazmamıştır. Sokrates 70 yaşında iken “gençliği baştan çıkarmak ve Atina’ya yeni Tanrılar getirmeye kalkışmak” ile suçlandırılıp mahkemeye verilmiştir. Onu suçlayanlar, anlayışsızlıklarından, düşünceleri ayırt etmeyi bilmediklerinden, Sokrates’i Sofist sayıyorlardı. Hayata yol gösteren değer ve ölçülere körükörüne inanmayıp bunları akılla bulmak isteyişinde, bu tutumunda Sokrates Sofistlerle ortaktı. Ama onun Sofistlerle bundan sonraki temelli ayrılığını, yobaz gelenekçiler ayıramayacak durumda idiler. Sokrates hafif bir ceza ile kurtulabilirdi; ama boyun eğmek bilmeyen onuru yüzünden yargıçları kızdırıp ölüm cezasına çarptırılmıştır. Tutukevinden de kaçmayı ret etmiş ve 399 yılının mayısında zehir içerek ölmüştür.

Sofislerin bilgi anlayışı, her bakımdan, tek kişiyi kanılarında bir relativizme götürmüştü. Sokrates’in ise göz önünde bulundurduğu ; sağlam, herkes için geçerli olan bir bilgiye varmaktır. O, doxa (sanı)nın karşısına episteme (bilgi) yi koyar. Yalnız episteme hazır, hemen öğrenilebilecek, öğretimle hemen bildirileverilecek bir şey değildir, tersine; birlikte çalışarak, uğraşılarak varılacak bir amaçtır. Onun için Sokrates, Sofistlerin yaptığı gibi, öğretimle bilgileri edindirmeye kalkışmaz, çevresindekilerle doğru’yu birlikte aramaya çalışır. Din-gelenek otoritesine gözü kapalı bağlanmamada Sokrates Sofistlerle bir düşünüyor. Ancak, Sokrates’in akla, düşüncenin objektif değerine, bireylerin üstünde bir normun bulunduğuna sarsılmaz bir inancı var. Onu Sofistlerden kesin olarak ayıran da bu inancıdır. Onun kendine özgü öğretme ve araştırma yöntemi olan dialog (konuşma) da bu inanca dayanır. Konuşma’da düşünceler ortaya konur, bunlar karşılıklı olarak eleştirilir, böylece de herkesin kabul edeceği şeye varılmak istenir. Sofisler düşünceleri meydan getiren psikolojik mekanizmayı inceliyorlardı. Sokrates ise, doğru’yu belirleyen aklın bir yasası olduğuna inanır ve çevresindekilerle işbirliği yaparak bu doğru’yu araştırır. “Ben bir şey bilmiyorum” ya da “Bir şey bilmediğimi biliyorum” derken de göz önünde bulundurduğu bu. Onun için bunları bir şüphecilik diye anlamamalıdır.

Sokrates, Sofist – Sophistes , bilgici –değil, filozof – philosophos, bilgisever –olduğunu söyler; bilgiyi elde bulundurduğuna değil, onu sevip aradığına inanır; kendisi kendini bildiği gibi, kendilerini bilmelerini (“kendini bil!”) başkalarından da ister. Araştırmanın (dialogun) dış şeması şöyledir: Konuşmaya başlarken Sokrates, hep kendisinin bir şey bilmediğini söyler. Karşısındaki de, tersine, hep bilgisine pek güvenmektedir, ama ileri sürdükleri de hep pek derme çatma şeylerdir. İşte Sokrates’in ünlü ironie’si (alayı) bu karşıtlık içinde belirir. Bundan sonra da Sokrates, konuştuğu kimsede doğru^yu meydana çıkarmaya girişir; onun deyişiyle: Ruhta uyku halinde bulunan düşünceleri “doğurtmaya” uğraşır. Bu sanatına da, annesinin ebeliğine bir anıştırma olarak, maieutike (doğum yardımcılığı, ebelik) adını veriyor. Bu tekniğin temelinde, disiplinli, sıkı bir düşünme ile” doğru”nun bulunabileceğine bir inanma gizlidir; ruhta saklı doğrular var; bunlar herkes için ortak olan doğrulardır; bunlar, sorup soruşturma ile, üzerlerinde durup düşünme ile yukarıya çıkarılabilir, bilinir bir hale getirilebilirler.

Sokrates’e göre, bilimsel çalışmanın amacı, duyularla edinilen tek tek algılar değil, kavramdır. Onun için, Sokrates hep, kavramın belirlenmesi, sınırının çizilip gösterilmesi olan tanım’a (horismos, definito) varmaya çalışır.

Sokrates’in kullandığı yöntem, tüme –varım (epagoge, inductio) yöntemidir. Aristoteles, Sokrates’i bu yöntemin bulucusu diye gösterir. Ancak, Sokrates gelişigüzel bir araya getirilmiş tek tek haller arasında bir karşılaştırma yaptığı için, tam bir tümevarım yöntemi geliştirdiği söylenemez.

Sokrates bu yöntemini, tıpku Sofistler gibi , sadece insan hayatının sorunlarına uygulamıştır. Onu “doğru bir yaşayış nedir, hangisidir?” sorusundan başkası ilgilendirmemiştir. Doğa felsefesiyle hiç uğraşmamıştır; kavramsal doğru’yu araması da yalnız ahlaki kaygılar yüzündendir. İnsanın ahlakça kendisini eğitmesi, yetiştirmesiyle bilim aynı şeydir. Araştırma da bulunacak tümel doğru, ahlak bilincine açıklık ve güven sağlayacaktır.

Sokrates’in bütün düşüncesi, bütün çalışmaları ahlaka yönelmiştir. Bu ana –konuda çıkış noktası da, “erdem ile bilginin özdeş, aynı oldukları” görüşüdür. Bu görüşün felsefe dışındaki nedeni için şu söylenebilir: Yunan toplumu o arada çok sarsıntılı bir değişme geçirmiştir, geçirmektedir. Bu yüzden, öteden beri bilinen, alışılmış yaşama kurallarına ayak uydurmak çok güçleşmiştir. Bu değer anarşisi içinde bir sürü yaşama kuralı öğütleniyordu. Öbür yandan demokratik gelişme bir savaşmaya, yarışmaya yol açmıştı. İşte Sokrates,bu kanıyı ahlaka aktarmakla, bu duruma en keskin anlatımını kazandırmıştır.

Sokrates,”Hiç kimse bile bile kötülük işlemez, kötülük bilginin eksikliğinden ileri gelir” der. Yine bu yüzden bütün öteki erdemler, ana –erdem olan bilginin (episteme) içinde toplanmışlardır ve bilginin kendisi edinildiği ve öğrenildiği gibi, öteki erdemler de elde edilir ve öğretilebilir.

Sokrates, bir de, içinde bir Daimonion’un barındığını söylermiş. Hayatının önemli anlarında bu Daimonion’u kendisine yol gösterirmiş, daha doğrusu alıkoyucu bir rol oynarmış; daha çok uyarıcı bir sesleniş. Bunu Sokrates içindeki Tanrısal bir ses sayar ve ona uyarmış. Bu sesin ne olduğu üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır. Ne olarak anlaşılırsa anlaşılsın (vicdan, ahlaki bir sezi, peygamberlerde görülen içgüdü gibi bir şey vb) Daimonion Sokrates’in ahlak görüşünün tekyanlı rationalismini tamamlayan bir etken olarak görünüyor. Çünkü Daimonion, irrationel bir şey, dini –mistik bir öğe. (Ama yalnız kendisinde var; genel olarak insan hayatının ahlak bakımından düzenlemede hiçbir rolü yok)

Sokrates’in dinsiz ya da küfre sapmış bir kimse olduğu hiç de söylenemez. Olsa olsa, o da ta Xenophanes’ten beri gelişen bir din anlayışının içinde yer almıştı; yani halk dininin boş inançlarına bağlı değildi; halk dininin arınmasını, bunun için de Tanrılar için yakışıksız tasavvurların ortadan kalkmasını o da istiyor.

Sokrates çevresine büyüleyici bir etki yapmıştı. Bu etki, düşüncelerinden çok, bu düşünceleri onun doğrudan doğruya yaşaması yoluyla olmuştur
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
1 Ocak 2008       Mesaj #4
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
Sokrates
800px David   The Death of Socrates
Sokrates'in Ölümü, Jacques-Louis David (1787)

Sokrates, her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan yöntemiyle, yani diyalog sanatı ya da diyalektikle, insanlara, bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip olmadıklarını kanıtlıyordu. Bir karara varmak gerektiğinde, çaresiz kalan muhatapları, kendisinden, sorunla ilgili düşüncelerini aktarmasını talep ettiklerinde, filozofça geri çekiliyor, bu da genellikle muhataplarının öfkelenmesine yol açıyordu.Aynı dönem Atina'sının düşünürleri, Sokrates'in halkı toplayıp, belirli zamanlarda ders vermesini çekemezler,akabinde Sokrates'in bilinenlerin aslında yanlış olduğu söylemi üzerine Sokrates'i mahkemeye verirler.O günlerde Sokrates'in, halk tarafından çok sevilen bir filozof olması sebebiyle, Atina halkı mahkemeyi yakından takip eder. Mahkeme, idam cezasını onaylanmadan önce, hakim Sokrates'e, mevzubahis söylemlerin kendisine ait olmadığını, bu söylemleri inkar ettiğini söylemesi durumunda, idam kararını bozacağını söyler.Sokrates bu teklifi reddeder ve "Ben söylemedim dersem, düşüncelerimin insanlar için hiçbir önemi kalmaz.Beni idam edin, çünkü idam ederseniz, düşüncelerim sizin sayenizde bütün dünya insanlarına ulaşacak ve bundan binlerce sene sonra bile Sokrates adı biliniyor olacak" der.Hakim idamın iptali şartını yineler ve Sokrates "Evet ben bunları söyledim.Sözümün ve düşüncelerimin, hayatım pahasına arkasındayım" der ve af teklifini reddeder.
Sokrates’in dünyadaki son günü Platon tarafından Fedon’da anlatılır — Bir gün ki Sokrates Tebes'li dostları Kebes ve Simnias ile ruhun ölümsüzlüğü üzerine konuşarak geçirdi. Baldıranı içtikten ve ölmek üzere yattıktan sonra son sözleri şunlardı: "Krito, Aeskulapius’a bir horoz borçluyuz; bu yüzden onu öde, sakın unutma." Zehir yüreğine ulaştığında sarsıldı ve öldü, "ve Krito bunu görerek ağzını ve gözlerini kapadı. Bu, Ekhekrates, dostumuzun sonuydu, öyle bir insan ki tüm çağının bizim bildiğimiz en iyisi, ve dahası, en bilgesi ve en gerçeğiy
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Gerçekçi ol imkansızı iste...
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
12 Aralık 2008       Mesaj #5
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Kendini Bil - Sokrates ile Alkibiades Diyaloğu

SOKRATES: Kendimizle ilgilenmek ne demektir, söyle bana. Çünkü genellikle kendimizle ilgileniyoruz sanıyoruz, ama aslında ilgilenmediğimizi fark edemiyoruz. Bir insan kendisiyle ne zaman ilgilenmiş olur? Kendisine ait şeylerle ilgilenirse, kendisiyle ilgilenmiş olur mu?

ALKİBİADES: Bence ilgilenmiş olur, Sokrates...

SOKRATES: Bak, bir insan ayaklarıyla ne zaman ilgilenmiş olur? Ayaklarına ait bir şeyle
ilgilendiğinde ayaklarıyla ilgilenmiş olur mu?

ALKİBİADES: Anlamadım.

SOKRATES: Ayakkabılarımızla ilgilendiğimiz zaman, ayaklarımızla ilgileniyor sayılır mıyız?

ALKİBİADES: Anlayamadım, Sokrates.

SOKRATES: Bir şeyi daha iyi kılınca onunla ilgilenmiş olmaz mıyız?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Peki, ayakkabıyı daha iyi kılan sanat nedir?

ALKİBİADES: Ayakkabıcının sanatı.

SOKRATES: Ya ayaklarımızla, gene bu sanat yoluyla mı ilgilenmiş oluruz, yoksa ayaklarımızın daha iyi olmasını sağlayan sanatla mı?

ALKİBİADES: Ayaklarımızın daha iyi olmasını sağlayan sanatla.

SOKRATES: Ayaklarımızı daha iyi kılan sanat, bütün bedenimizi daha iyi kılan sanat değil midir?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Bu sanat da idman değil midir?

ALKİBİADES: Kesinlikle.

SOKRATES: Demek ayaklarımızla idman sayesinde, ayaklarımıza ait olan şeyle de ayakkabıcının sanatı sayesinde ilgilenmiş oluruz.

ALKİBİADES: Şüphesiz.

SOKRATES: İdman sayesinde bedenimizle, başka sanatlar sayesinde de, bedenimize ait olan şeyle ilgilenmiş oluruz.

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Demek bir şeyin kendisiyle, bir sanat sayesinde, ona ait olan şeyle de başka bir sanat sayesinde ilgilenmiş oluruz.

ALKİBİADES: Bu gayet açık, Sokrates.

SOKRATES: Demek kendine ait bir şeyle ilgilenirsen, kendinle ilgilenmiş olmazsın.

ALKİBİADES: Evet, Sokrates.

SOKRATES: Çünkü gördüğümüz gibi, kişi, aynı sanat sayesinde hem kendisiyle, hem de kendine ait bir şeyle ilgilenemez, öyle değil mi?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Hadi, şimdi söyle: Hangi sanat sayesinde kendimizle ilgileniriz?

ALKİBİADES: Bilemiyorum, Sokrates.

SOKRATES: Peki, ayakkabının ne olduğunu bilmeseydik, ayakkabıyı hangi sanat daha iyi kılar, bilir miydik?

ALKİBİADES: Bilmezdik.

SOKRATES: Peki, kendimizin ne olduğunu bilmezsek, hangi sanatla kendimizi daha iyi kılabiliriz? Bunu bilebilir miyiz?

ALKİBİADES: Bilemeyiz.

SOKRATES: Kendinin ne olduğunu bilmek kolay bir şey midir? Ve o "kendini bil" yazısını Delphi tapınağına yazan insanı ciddiye almamalı mıyız? Yoksa, kendini bilmek herkesin elinde olmayan güç bir şey midir?

ALKİBİADES: Kendini bilmenin herkesin elinde olduğunu çok kere düşündüm Sokrates, ama ara sıra, çok zor bir şey olduğunu düşünmedim de değil.

SOKRATES: Zor olsun, kolay olsun, başka bir yol yok, Alkibiades. Kendimizi bilirsek, kendimizle nasıl ilgilenebileceğimizi de biliriz. Bu bilgi olmazsa, kendimizle ilgilenmek imkansızdır.

ALKİBİADES: Doğru.

SOKRATES: Bakalım, kendi varlığımız nedir? Bunu nasıl bulabiliriz? Böylece, biz neyiz, bilebiliriz; ama eğer onu bulmazsak, ne olduğumuzu asla bulamayız.

ALKİBİADES: Hakkın var.

SOKRATES: Öyleyse, yalvarıyorum sana Alkibiades, söylesene, şu anda kiminle konuşuyorsun? Benimle, değil mi?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Ben de seninle, değil mi?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Demek şu an konuşan benim, yani Sokrates.

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Dinleyen de Alkibiades.

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Peki Alkibiades, konuşurken kelime kullanmıyor muyum?

ALKİBİADES: Evet, kullanıyorsun.

SOKRATES: Konuşmakla kelime kullanmak aynı şey mi?

ALKİBİADES: Aynı şey, Sokrates.

SOKRATES: Ama, bir şey kullanan kimseyle, kullandığı şey ayrı değil midir?

ALKİBİADES: Ne demek istiyorsun?

SOKRATES: Açıklayayım, mesela, ayakkabıcı köseleyi bıçak ve başka aletlerle keser, değil mi?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Peki, keser ve alet kullanan kimse, kesmek için kullandığı aletlerden ayrı değil midir?

ALKİBİADES: Elbette.

SOKRATES: İşte demin de, "bir şeyi kullanan kimseyle, kullandığı şey, her zaman ayrı mıdır?" diye sormuştum.

ALKİBİADES: Ayrı sanıyorum.

SOKRATES: Gene ayakkabıcıyı alalım: ayakkabıcı köseleyi yalnız aletleriyle mi kesiyor, yoksa elleriyle de mi?

ALKİBİADES: Elleriyle de.

SOKRATES: Demek ellerini de kullanıyor.

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Köseleyi kesmek için gözlerini de kullanmıyor mu?

ALKİBİADES: Elbette kullanıyor.

SOKRATES: Peki, bir şeyi kullanan kimseyle, kullandığı şey ayrıdır demiyor muyuz?

ALKİBİADES: Evet, diyoruz.

SOKRATES: İnsan bütün bedenini de kullanmıyor mu?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Ama "bir şeyi kullanan kimse, kullandığı şeyle ayrıdır" demiştik.

ALKİBİADES: Evet, demiştik.

SOKRATES: Demek insan, bedeninden başka bir şeydir.

ALKİBİADES: Öyle gözüküyor.

SOKRATES: İnsan nedir öyleyse?

ALKİBİADES: Bilmem.

SOKRATES: Ama, insanın, bedenini kullanan bir varlık olduğunu biliyorsun, değil mi?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Peki, bedenini kullanan ruh değildir de nedir?

ALKİBİADES: Evet, ruhtur.

SOKRATES: Bedene emreder, onu bu şekilde kullanır, öyle değil mi?

ALKİBİADES: Evet.Öyle gözüküyor.

SOKRATES: Yanılıyorsun Alkibiades. Çünkü eğer bu bütünün parçalarından emreden, diğeri emredilen ise, bu bütüne insan diyemeyiz.

ALKİBİADES: Doğru.

SOKRATES: Ne beden, ne de bedenle ruhun oluşturduğu bütün insan değilse, insan ya hiçbir şeydir ya da ruhtan başka bir şey değildir.

ALKİBİADES: Öyle.

SOKRATES: İnsanın ruh olduğunu göstermek için daha açık bir kanıta gerek var mı?

ALKİBİADES: Hayır, böyle olduğu açıkça gözüküyor.

SOKRATES: Öyleyse senle ben, birbirimizle konuşurken asıl konuşan ruhlarımızdır.

ALKİBİADES: Öyle.

SOKRATES: İşte demin de söylediğimiz bu; Sokrates kelimeler kullanarak Alkibiades'le konuşurken, Alkibiades'in yüzüyle değil, gerçek Akibiades'le, yani ruhu ile konuşuyor.

ALKİBİADES: Bende böyle düşünüyorum.

SOKRATES: Demek "kendini bil" diyen o söz, bize, ruhumuzu bilmemizi emrediyor.

ALKİBİADES: Öyle gözüküyor.

SOKRATES: Demek ki bedene dair bir bilgi insanın bazı şeylerini bilmek anlamına gelir, ama aslında bu, insanı bilmek anlamına gelmez.

ALKİBİADES: Haklısın Sokrates.

SOKRATES: Bir daha söyleyeyim: Bedeniyle ilgilenen kimse, kendisine ait bir şeyle igileniyor, asıl kendisiyle değil.

ALKİBİADES: Böyle düşünmek gerek.

SOKRATES: Kendi para işlerine bakan da, ne kendisine ait bir şeyle ilgileniyor, ne de asıl kendisiyle, fakat kendisinden çok daha uzak şeylerle ilgileniyor.

ALKİBİADES: Evet, ben de böyle düşünüyorum.

SOKRATES: Demek sarraf kendisine ait şeylerle ilgilenmiyor.

ALKİBİADES: Doğru.

SOKRATES: Ve Alkibiades'e aşık olan kimse, ona ait olan bir şeyi seviyor, gerçekte Alkibiades'i değil.

ALKİBİADES: Doğru söylüyorsun.

SOKRATES: Seni seven, ruhunu sevendir.

ALKİBİADES: Bütün söylediklerinizden bu çıkıyor. Peki Sokrates, söyle bana, kendimizle nasıl ilgileniriz?

SOKRATES: Ne olduğumuz üzerinde anlaşmakla bir adım ileri atmış olduk; halbuki bunda yanılsaydık, korktuğumuz başımıza gelir, kendimiz olmayan bir şeyle ilgilenmiş olurduk.

ALKİBİADES: Çok doğru.

SOKRATES: Öyleyse Alkibiades, hangi şeylere baktığımız zaman kendimizi görürüz?

ALKİBİADES: Aynaya herhalde, veya onun gibi bir şeye.

SOKRATES: Ama herkesin kabul edeceği bir şey var.

ALKİBİADES: Nedir?

SOKRATES: İnsan şu üç şeyden biridir.

ALKİBİADES: Hangi üç şeyden?

SOKRATES: Ruh... Beden... Ve ruhla bedenin teşkil ettiği bütün.

ALKİBİADES: Hiç şüphe yok.

SOKRATES: "Bedene emreden insandır" demiştik.

ALKİBİADES: Evet, öyle demiştik.

SOKRATES: Beden kendi kendine mi emrediyor?

ALKİBİADES: Hayır.

SOKRATES: Ona emrediliyor demiştik, öyle değil mi?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Öyleyse aradığımız şey beden değil.

ALKİBİADES: Hiç değil.

SOKRATES: Peki, bedene emreden, bedenle ruhun oluşturduğu bütün mü ve bu bütün de insan mı?

ALKİBİADES: Öyle gözüküyor.

SOKRATES: Elbette farkına varmışsındır: Birinin gözüne bakan kimsenin yüzü, tam karşısındakinin gözünde aynada olduğu gibi gözükür. Bu parçaya gözbebeği diyoruz, çünkü onun içine bakanın imgesi orada gözükür.

ALKİBİADES: Doğru.

SOKRATES: Demek bir göze bakan başka bir göz, o gözün en iyi parçasına, yani gören parçasına bakarsa kendini görebilir.

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Bedenin başka bir yerine veya kendisine benzemeyen başka bir şeye bakarsa, kendisini göremez.

ALKİBİADES: Doğru söylüyorsun.

SOKRATES: O halde göz, kendini görmek isterse, bir göze, bu gözde de gözün erdemi, yani görme erdemi olan yere bakmalıdır.

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: İşte sevgili Alkibiades, ruh da kendini bilmek isterse, bir ruha ve özellikle ruhun erdeminin, yani bilgeliğin bulunduğu yere bakmalıdır veya buna benzeyen herhangi bir başka yere.

ALKİBİADES: Bana da öyle geliyor Sokrates.

SOKRATES: Ruhta da, bilgi ile aklın bulunduğu yerden daha tanrısal bir yer bulabilir miyiz?

ALKİBİADES: Bulamayız.

SOKRATES: "Kendinin ne demek olduğunu bilmek, bilge olmaktır" dememiş miydik?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Ne olduğumuzu bilmezsek, bilge değilsek, bize ait iyi veya kötü şeyleri bilebilir miyiz?

ALKİBİADES: Nasıl bilebiliriz?

SOKRATES: Çünkü Alkibiades'i bilmeyen kimse, Alkibiades'e ait olan şeyin de gerçekten onun olup olmadığını bilemez, değil mi?

ALKİBİADES: Elbette bilemez Sokrates.

SOKRATES: Biz de kendimizin ne olduğunu bilmezsek, bize ait şeylerin gerçekten bizim olup olmadığını da bilemeyiz, değil mi?

ALKİBİADES: Nasıl bilebiliriz?

SOKRATES: Kendimize ait şeyleri bilmezsek, bunlara ait olan şeyleri de bilemeyiz, değil mi?

ALKİBİADES: Evet, bilemeyiz.

SOKRATES: Kendinin olan şeyleri bilmeyen kimse, başkalarına ait olan şeyleri de bilemez.

ALKİBİADES: Hiç şüphe yok.

SOKRATES: Başkalarına ait olan şeyleri bilmezse, şehre ait şeyleri de bilmez.

ALKİBİADES: Elbette.

SOKRATES: Böyle bir adam şehir işlerini idare eden bir adam olamaz.

ALKİBİADES: Olamaz.

SOKRATES: Ne yaptığını bile bilmez.

ALKİBİADES: Evet, bilmez.

SOKRATES: Bilmeyen yanılmaz mı?

ALKİBİADES: Elbette yanılır.

SOKRATES: Yanılınca da hem kendine, hem de şehre kötü davranmaz mı?

ALKİBİADES: Başka türlü olamaz.

SOKRATES: Kötü davranınca bahtsız da olmaz mı?

ALKİBİADES: Elbette.

SOKRATES: Peki ya ilişki kurduğu kimseler?

ALKİBİADES: Onlar da bahtsız olur.

SOKRATES: Öyleyse, bilge ve iyi olmadıkça kimse mesut olamaz.

ALKİBİADES: Kimse olamaz.

SOKRATES: Demek kötü adamlar bahtsızdır.

ALKİBİADES: Evet, hem de çok.

SOKRATES: Bu bahtsızlıktan da bilge olarak kurtulunur, zengin olarak değil.

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Mesut olmak için, şehirlerin, ne duvarlara, ne üç sıra küreklilere, ne de tersanelere ihtiyacı var. Ne de nüfusa veya genişliğe. Gerekli olan şey erdemdir, öyle değil mi?

ALKİBİADES: Evet.

SOKRATES: Öyleyse şehir işlerini gerektiği gibi görmek istiyorsan, şehirlilere erdem aşılamalısın.

ALKİBİADES: Hiç şüphesiz.

SOKRATES: Peki, kişi, kendinde olmayan bir şeyi başkasına verebilir mi?

ALKİBİADES: Nasıl verebilir ki?

SOKRATES: Öyleyse önce sen erdem edinmelisin; bu, yalnız kendinle ve kendine olan şeylerle değil, fakat aynı zamanda, şehirle ve şehre ait olan şeylerle de ilgilenmen demektir, onları idare etmek isteyen bir kişiye bu gerekir.

ALKİBİADES: Doğru söylüyorsun.

SOKRATES: Eğer eğri davranırsan, gözlerin karanlık ve kötülüğe yönelir. Karanlıkta ve aynı zamanda kendin hakkında cehalet içinde olursan, ihtimaldir ki, yapacağın iş de kötülük olur.

ALKİBİADES: Öyle görünüyor.

SOKRATES: Bir şehirde erdem yoksa, kötü davranışlar önlenemeyecek bir şeydir.

ALKİBİADES: Muhakkak.

SOKRATES: Alkibiades, mesut olmak için, senin de şehrin de edinmesi gereken şey iktidar değil, erdemdir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
13 Mart 2009       Mesaj #6
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi


Beşinci yüzyılda Atina'da bir yurttaş veya yurttaşlar grubu başka bir yurttaşa suçlamada bulunabiliyordu. Şuçlanan kişi ayağa kalkarak kendi savunmasını yapıyordu . Avukat yada yargıç yoktu.Çoğunluk tarafından seçilen 500 kişilik jüri kupaların içerisine taş koyarak oy kullanıyordu.
Sparta ile uzun yıllar süren savasın ardından yaşanan bozulmada günah keçisi aranıyordu.Sokratesin sürekli sorular sorması üç vatandaşın onun hakkında suçlama yapmasına neden oldu.Gençleri süpheci yaptığı, kuşak çatışmasına neden olduğu gibi kendisine yöneltilen suçlamaları tek tek çürütmesine karsın
Yapılan birinci oylama sonucunda oylama sonucunda 31 oy fark ile suçlu bulundu ve ölüm cezasına çarptırıldı. Sokrates savunmasında 'suçunun elinden gelenin en iyisini yaparak hizmet etmek olduğunu 'söyledi.
Kendisine birkaç alternatif sunuldu Atinayı terk edersen ve asla bir daha geri gelmeyeceğine söz verirsen kendini ölümden kurtarabilirsin(sürgünde yiyecek verilerek masrafları karşılanarak şehrin dışında yaşaması koşulları bulunmaktadır).Ya da Atina'da kalmak istersen konuşmayı bırak ve sessiz ol o zaman biz insanları yaşamana ikna ederiz.Aksi taktirde gün doğarken zehri içmek zorunda kalacaksın dediler.
Sokratesin cevabı ;
Zehri yarın yada bugün , zehir ne zaman hazırsa almaya hazırım ama hakikati söylemekten vazgeçmem. Canlıysam son nefesime kadar söylemeye devam edeceğim.Ve Atina'yı hayatımı kurtarmak için terk edemem Çünkü ozaman kendimi ölümden korkmuş, ölümden kaçmış,ölümün sorumluluğunu almamış güçsüz birisi olarak hissedeceğim.Ben kendi düşüncelerime, hislerime, varlığıma göre yaşadım; bu şekilde de ölmek isterim.

"ve suçlu hissetmeyin.Kimse benim ölümümden sorumlu değildir, sorumlu benim.Bunun olacağını biliyordum çünkü yalanlara, dolanlara, yanılsamalara dayanarak yaşayan bir toplumda hakikatten bahsetmek ölmeyi istemektir.Ölmem için karar alan şu zavallı insanları suçlamayın.Eğer bundan sorumlu olan birisi varsa oda benim.Ve hepinizin bilmesini istiyorum ki kendi sorumluluğumu alarak yaşadım ve kendi sorumluluğumu alarak ölüyorum. Yaşarken bir bireydim.Ölürken bir bireyim.Benim için kimse karar veremez; kendimle ilgili ben karar veririm."

ikinci mahkemede büyük çoğunluk kararıyla ölüme çarptırılır Sokrates.
Bir dostu;
"Ben senin sebepsiz yere ölüme çarptırılmana dayanamıyorum" dediğinde Sokrates dönerek
"Rahat ol, dostum, benim suçlu olarak ölüm cezasına çarptırılmamı mı tercih ederdin" demiştir.


Cezanın infaz zamanı gelmişti gün doğmak üzereydi. Mahkemenin vermiş olduğu cezanın zamanı gelmek üzereydi , Sokrates yatakta yatıyor ve zehri verecek adam zehiri hazırlıyordu. Zehri hazırlayan adam sürekli vakti erteliyordu , güneş doğmak üzereydi. Sokrates adama sordu; " Zaman geciyor, güneş doğuyor, bu gecikme neden?"
Adam Sokratesi seviyordu,onu mahkemede duymuş, içindeki güzelliği görmüştü ,tek başına Atina'dan daha zekiydi:Biraz geçiktirmek ,biraz daha yaşaması için zaman kazandırmak istiyordu.
- Sokrates "Tembellik yapma, hadi zehri getir" dedi

Zehri veren adam " Niçin bukadar heyecanlısın? Yüzünde öyle bir ışıltı görüyorum ki, gözlerinde öyle bir merak görüyorum ki... Anlamıyormusun ? öleceksin!"

-Sokrates " Bu bilmek istediğim birşey. Hayatı tanıdım, o güzeldi; Tüm kaygılarıyla, kederleriyle o hala bir keyiftir. Yanlızca nefes almak yeterli bir mutluluktur. Yaşadım, sevdim; canım ne isterse yaptım, içimden ne geldiyse söyledim. Artık ölümü tatmak istiyorum.Ve ne kadar çabuk olursa o kadar iyi."
"ve iki olasılık var: Ya doğulu mistiklerin söylediği gibi ruhum başka şekillerde yaşamaya devam edecek;bedenin yükünden özgür bir şekilde ruhun yolculuğunu sürdürmesi çok büyük bir heyecandır, beden bir kafestir, onun sınırları vardır; ya da belkide, materyalistler haklıdır:Bedenim öldüğünde herşey ölür.Geride kimse kalmaz.Bu da , olmamak da- çok bir heyecandır! Olmanın ne olduğunu biliyorum. Ve olmamanın ne olduğunu bilme anı geldi. Ve artık olmadığımda sorun nedir? Niçin onla ilgili endişeleneyim? Endişelenmek için burada olmayacağım, o halde ne için vakit kaybedeyim?"

Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2015 21:58
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
30 Temmuz 2012       Mesaj #7
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi
Sokrates

(İ.Ö. 436 Attika-338, ?). Atinalı hatip ve devlet adamı. Sokrates ve Gorgias'ın öğrencisiydi. Önceleri savunma layihaları hazırladı ve güzel konuşma öğretmenliği yaptı. Yunan birliğini sağlamak amacıyla siyasete atıldı. Makedonya kralı II. Philippos'un Khironia'da yenilgiye uğraması sonunda siyasal düşüncelerinin gerçekleşemeyeceğine üzülerek kendi kendini açlığa mahkûm edip öldüğü söylenir. İnsanın hiçbir mutlak kanıya ulaşamayacağı düşüncesini benimsemiş olan İsokrates'in yapıtlarından yirmi bir söylevi ve altı tane mektubu kalmıştır.

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
14 Ocak 2013       Mesaj #8
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Sokrates (İ.Ö. 470 Atina-400 Atina)
MsXLabs.Org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Yunan filozofu. Bir heykeltıraşla bir ebenin oğludur. Bütün yaşamı Atina'da geçti. Siyaset adamlarının ve sofistlerin, bu arada komedi yazarı Aristophanes'in karşı etkisiyle kentin tanrılarını tanımamak ve gençlerin ahlâkını bozmak suçundan ölüme mahkûm edildi.

Sokrates de bir sofistti. O da onlar gibi yalnızca insan sorunlarıyla ilgileniyor, özellikle ahlâklı davranışın koşullarını araştırıyordu. Onu sofistlerden ayıran başlıca özellik, insanlara bir şeyler öğretmeye kalkmaması, insanlara tartışma yoluyla doğruyu buldurmaya çalışmasıdır. Yazılı hiçbir yapıt bırakmamış olan Sokrates ile ilgili bilgilerimiz birkaç kaynağa dayanır. Bu kaynakların başlıcası öğrencisi Platon'un diyaloglarıdır. Platon'dan giderek görüşlerine yaklaştığımız Sokrates felsefede yöntemli düşünme kaygısının önderi olarak görünür. Sokrates'in yöntemine diyalog yöntemi demek yanlış olmaz. Diyalog onda her zaman iki evrelidir. Birinci evre alay evresidir, bu evrede Sokrates karşısındakinin zihnini yanlış bilgilerden arındırır, hiçbir şey bilmeyen bir insanın tutumuyla bir şeyler öğrenmek istercesine karşısındakini sorguya çeker, sonunda onu alayla, daha doğrusu küçük düşürücü olmayan hafif bir hoşgörüyle güç durumda bırakır; ikinci evrede, doğurtma evresinde doğru bilgiyi karşısındakine buldurmaya yönelir. Onun yaptığı yalnızca insanda var olduğuna inandığı bilgiyi ortaya çıkarmak için katkıda bulunmaktır. Her insanda iyilik tohumu diyebileceğimiz bir güç, bir tohum vardır, bu tohumu yeşertebilmek gerekir. Bu tutumuyla Sokrates bize Platoncu idealizmin gelişimini duyurur. Sokrates kararlılığıyla ve topluma saygısıyla eşsiz bir iyi yurttaş örneği olarak alınmıştır.
Sen sadece aynasin...
mhmmdcngz - avatarı
mhmmdcngz
Ziyaretçi
15 Kasım 2013       Mesaj #9
mhmmdcngz - avatarı
Ziyaretçi
Sokrates'in Savunması

Beni suçlayanların üzerinizde nasıl bir etki bıraktıklarını bilemem, Atinalılar; ama öylesine inandırıcı konuştular ki, neredeyse bana kendimi unutturdular; ve gene de söylediklerinin hemen hemen tek bir sözcüğü bile doğru değil. Ama söyledikleri sayısız yalan arasında beni en çok biri şaşırttı:

Sizlere benim tarafımdan aldatılmamak için kendinizi kollamanız gerektiği çünkü çok inandırıcı bir konuşmacı olduğum söylendi. Aslında ağzımı açar açmaz büyük bir konuşmacı olmaktan nasıl uzak olduğumu göstereceğimi bile bile bunu söylemeleri bana çok utanmazca göründü

—hiç kuşkusuz usta bir konuşmacı ile demek istedikleri şey gerçekliği dile getiren biri değilse. Ama demek istedikleri buysa, usta bir konuşmacı olduğumu kabul ederim, hiç kuşkusuz onlarla aynı tarzda olmamak üzere. Evet, dediğim gibi, söyledikleri arasında gerçek tek bir sözcük bile yok; ama benden yalnızca gerçeği işiteceksiniz. Gene de, Atinalılar, onlarınki gibi güzel sözlerle ve deyimlerle süslenmiş bir konuşma biçiminde değil. Hayır, hiç de değil; benden duyacaklarınız dosdoğru o anda aklıma gelen sözler ve uslamlamalar olacaktır; çünkü söylediklerimin haklılığına inanıyorum. Aslında, benim gibi yaşlı bir insana sizlerin karşısına sözlerini hoş göstermeye çabalayan genç bir söylevci gibi çıkmak yakışmaz

—ve kimse benden bunu beklemesin. Ama, Atinalılar, sizlerden bir ricada bulunmam gerekiyor: Eğer kendimi alışıldık tarzımda savunursam, ve eğer pazar yerlerinde ya da başka yerlerde kullanma alışkanlığında olduğum sözleri kullandığımı duyarsanız, şaşırmamanızı ve bu yüzden sözümü kesmemenizi isteyeceğim. Çünkü yaşım yetmişin üstünde, ve şimdi ilk kez bir mahkeme önüne çıktığım için buranın diline oldukça yabancıyım. Bu yüzden bana sanki gerçekten de bir yabancıymışım gibi, eğer büyürken işittiği kendi lehçesinde ve kendi ülkesinin tarzında konuşursa bağışlayacak olduğunuz biri gibi bakmanızı istiyorum. Sizlerden haksız bir istekte mi bulunuyorum? Lütfen tarzıma aldırmayın, iyi olabilir ya da olmayabilir; ama yalnızca sözlerimin haklı olup olmadığını düşünün ve yalnızca bunu dikkate alın. Çünkü yargıcın erdemi budur, tıpkı konuşmacının erdeminin gerçeği söylemek olması gibi.
Benim için doğru olan şey ilkin bana yöneltilen ilk yalancı suçlamalara ve beni ilk suçlayanlara karşı savunma yapmaktır, ve ardından daha sonraki suçlamalara ve suçlayıcılara geçeceğim. Bu ayrımı yapıyorum çünkü sizden önce birçokları tarafından yıllarca yalan yanlış suçlandım; ve bunlardan Anitus ve arkadaşlarından olduğundan daha çok korkarım, üstelik onların da kendi yollarında oldukça tehlikeli olmalarına karşın. Ama sizleri daha birer çocukken yakalayıp kafalarınızı bana karşı doğru olmayan suçlamalarla dolduran ötekiler çok daha tehlikelidir. Bunlar bir Sokrates'ten, yukarıda gökyüzündeki şeyler hakkında kafasını yorup aşağıda yeraltındaki şeyleri araştıran, zayıf uslamlamayı kuvvetliye çeviren bir bilge insandan söz ettiler. Beni korkutan suçlayıcılar bu masalı yayanlardır, Atinalılar; çünkü onları dinleyenler böyle şeyleri araştıranların tanrılara tapınmaya bile inanmadıklarını sanırlar. Dahası, bunlar sayıca kalabalıktır, ve bana karşı suçlamaları eskilere gider, ve üstelik bu suçlamaları onlara en kolay inanabileceğiniz çağda yaptılar

—çocukluğunuzda, ya da belki de gençliğinizde; ve yargı gıyaben verildi, çünkü beni savunacak kimse yoktu. Ve tüm bunların içinde en usdışı olanı suçlayıcılarımın pekçoğunu tanımamam ve adlarını bile bilmememdir
—tek bir durum, bir güldürü ozanının2 durumu dışında. Kıskançlık ve çekememezlikten sizi bana karşı döndürmüş olanların tümü
—ki bunlardan bir bölümü yalnızca başkalarından duyup inandıklarını yinelemişlerdir
— tüm bu insanlar uğraşılması en güç olanlardır; çünkü onları buraya getirtemem ve yakından sorgulayamam; bu yüzden kendimi savunmak için bir bakıma gölgelerle savaşmak ve yanıtlayacak kimse yokken sorgulamak zorundayım. O zaman lütfen, söylediğim gibi, karşıtlarımın iki sınıfa düştüğünü anımsayın; birinciler suçlamalarını şimdi getirmiş olan yeniler, ötekiler çok önceden getirmiş olan eskiler. Ve umarım kendimi ilkin ikincilere karşı savunmamın yerinde olduğunu kabul edeceksiniz, çünkü bunların suçlamalarını yenilerden çok daha önce ve çok daha büyük bir şiddetle yaptıklarını duydunuz. Evet, şimdi savunmamı yapmalıyım, Atinalılar, ve böylesine uzun bir zamandır kafalarınıza yerleştirilen bu iftirayı elimdeki bu kısa sürede gidermeye çalışmalıyım. Aslında eğer benim için olduğu gibi sizler için de iyi olacaksa bunu başarabilmeyi ve savunmamda başarılı olmayı isterim. Ama sanırım bu güç olacak, ve görevin doğasının ne olduğunu çok iyi anlıyorum. Ne olursa olsun Tanrının istediği olacaktır, ve şimdi yasaya boyun eğmeli ve savunmamı yapmalıyım.
Şimdi baştan alarak bana yöneltilen iftiraya yol açan ve gerçekte bana karşı bu davayı açarken Meletos'un inandığı suçlamanın ne olduğunu soracağım. Evet, suçlamacılar beni suçlamak için neler dediler? Onları sanki savcılarımmış gibi görelim, ve yeminli bildirimlerini ben okuyayım: ''Sokrates herkesin işine burnunu sokan bir suçludur, yerin altındaki ve gökteki şeyleri araştırır, zayıf uslamlamaları güçlü kılar ve yukarıda sözü edilen öğretileri başkalarına öğretir.'' Suçlamaların doğası böyle birşeydir, ve bunları Aristofanes'in komedisinde kendiniz gördünüz. Bir Sokrates sunar ki, ortalarda dolanıp havada yürüdüğünü söyler ve haklarında az ya da çok hiçbirşey bilmediğim konular üzerine bir yığın saçma sapan sözler eder. Eğer [fizikle ilgili] bu konularda bilgili olanlar varsa sanmasınlar ki bunu söylerken bu tür bilgiyi küçümsüyorum. Eğer Meletos bana karşı böylesine ciddi bir suçlama getirecek olsaydı, bu beni gerçekten çok üzerdi! Ama, ey Atinalılar, işin aslı bu [tür fiziksel] konularla hiçbir ilgimin olmadığıdır. Burada bulunanların pek çoğu bunun doğruluğuna tanıktır, ve onlara, beni söyleşilerimde dinlemiş olan pekçoğunuza sesleniyorum. Anlatın o zaman; şimdi birbirinize aranızdan birinin beni bu tür konular üzerine ister uzun uzadıya olsun isterse kısaca birşeyler söylerken duyup duymadığını söyleyin. Yanıtlarını duyuyorsunuz. Ve bundan kalabalığın hakkımda söylediği başka şeylerin de doğru olmadığını anlayacaksınız.

Ama gerçekte bunların hiç birinin doğru olmaması gibi, eğer birinden benim insanları eğittiğimi ve karşılığında para aldığımı duymuşsanız, bu da doğru değildir. Gene de, eğer biri gerçekten de insanları eğitebilirse bence bu iyi birşeydir. İşte Leontiumlu Gorgias, Keoslu Prodikus, ve Elisli Hippias. Bu insanların her biri herhangi bir kente gidebilir ve gençleri onlara karşılıksız öğretim verebilecek olan kendi yurttaşlarını bırakıp kendilerine katılmaya, bunun için para ödemeye, ve bunun üstüne bir de minnettar kalmaya inandırabilirler.
Aslında bu sıralar burada bir başka bilge, Atina'da kaldığını öğrendiğim Parioslu biri var, ve onu duymam şöyle oldu. Bir gün Sofistlere dünyalar denli para ödemiş biriyle, Hipponikus'un oğlu Kallias ile karşılaştım ve iki oğlu olduğunu bilerek şunları sordum: ''Kallias,'' dedim, ''eğer iki oğlun iki tay ya da iki buzağı olmuş olsalardı, onlara bir bakıcı bulmamız güç olmazdı. Onlara bir at yetiştirici, ya da belki de bir çiftçi tutardık ve onları kendilerine özgü üstün yanlarında güzelce ve eksiksizce yetiştirirdi. Ama insan olduklarına göre, onları kimin yetiştirmesi gerektiğini düşünüyorsun? Kim bir insanın ve bir yurttaşın erdemlerini bilir? Bu konuda düşünmüş olmalısın, çünkü oğulların var. Böyle biri var mı yok mu?'' ''Var,'' dedi. ''Kimdir o,'' dedim, ''ve nereden gelir ve öğrettikleri için ücreti nedir?'' '' Evenos'' dedi, ''Parios'tan, sevgili Sokrates, ve beş mina.'' Ve Evenos mutlu biri olmalı, dedim kendi kendime, eğer gerçekten de bu bilgelik ondaysa ve böyle alçakgönüllü bir ücretle öğretiyorsa. Eğer aynı şey bende olsaydı, en azından burnu büyük ve kendini beğenmiş biri olurdum; ama işin gerçeği benim bu tür bir bilgimin olmadığıdır, ey Atinalılar.

O zaman, Atinalılar, belki de aranızdan biri çıkıp bana şunu söyleyebilir; ''Evet, Sokrates, ama sana karşı getirilen bu suçlamaların kaynağı nedir? Yapmakta olduğun tuhaf birşey olmalı. Eğer başkaları gibi olmuş olsaydın, hakkında tüm söylentiler ve konuşmalar hiçbir zaman doğmazdı. O zaman nedir bunların nedeni, söyle ki hakkında yanlış bir yargıda bulunmayalım.'' Bu bana bütünüyle haklı görünüyor, ve bana böyle yanlış bir ün kazandırmış olanın ne olduğunu açıklamaya çalışacağım. Lütfen kulak verin. Ve belki de kimilerinize şaka yapıyor gibi görünsem de hiç kuşkunuz olmasın sizlere bütün gerçeği anlatacağım.
Atinalılar, bu ünü bana kazandıran yalnızca bir tür bilgelikten başkası değildir. Ne tür bir bilgelik diye sorarsanız, yanıtım bunun belki de insan bilgeliği olduğudur, çünkü gerçekten de bu düzeye dek bilge olduğuma inanıyorum. Buna karşı sözünü ettiğim kimselerin insan-üstü bir bilgelikleri olabilir; ama bunu nasıl tanımlayabileceğimi bilmiyorum, çünkü bende böyle bir şey yok; ve kim bunu bildiğimi söylerse yalan söylüyor ve bana karşı önyargı yaratmak için konuşuyor olacaktır. Ve lütfen burada sözümü kesmeyin Atinalılar, üstelik size övünüyor gibi görünsem bile; çünkü söyleyecek olduklarım benim kendi sözlerim değildir. Size güvenilmeye değer bulacağınız bir tanığın sözlerini aktaracağım. Bilgeliğim için—eğer buna bilgelik diyecekseniz—, ve doğası için, sizlere tanık olarak Delfi Tanrıçasını göstereceğim. Kairefon'u tanımış olmalısınız. Çocukluğumdan bu yana arkadaşım oldu ve ayrıca sizin demokratik partinizin de bir dostudur, çünkü yakınlarda sizlerle birlikte sürgüne gitti ve sizlerle birlikte geri döndü. Nasıl bir insan olduğunu, yaptığı herşeyde nasıl atılgan olduğunu hiç kuşkusuz bilirsiniz. Evet, bir keresinde Delfi'ye gitti ve yürekli bir biçimde biliciye—, lütfen, sizden bunları söylerken sözümü kesmemenizi istemiştim—, benden daha bilge birinin olup olmadığını sordu. Pütia Rahibesi daha bilge hiç kimsenin olmadığı yanıtını verdi. Kairefon'un kendisi öldü; ama kardeşi burada mahkemededir ve söylediklerimin gerçekliğini doğrulayacaktır.

Bundan niçin söz ediyorum? Çünkü sizlere bana karşı bu iftiranın nereden doğduğunu söyleyeceğim. Yanıtı duyduğum zaman, kendi kendime şöyle düşündüm: ''Tanrı ne demek istemiş olabilir acaba? Ve nedir bu bilmecenin yorumu? Çünkü büyük ya da küçük hiçbir bilgeliğimin olmadığını biliyorum. Öyleyse insanların en bilgesi olduğumu söylerken ne demek istemiş olabilir? Hiç kuşkusuz yalan söylüyor olamaz, çünkü bir tanrıdır; bu doğasına aykırı olurdu.'' Uzun bir süre ne demek istediğini düşünüp durdum ve sonunda soruyu bir denemeden geçirecek şu yöntemi buldum. Düşündüm ki eğer kendimden daha bilge birini bulabilirsem, rahibeye elimde onu çürüten bir kanıtla gidebilir ve ona ''İşte benden daha bilge bir insan, ama sen benim en bilge olduğumu söylemiştin'' diyebilirdim. Buna göre bilgeliği ile ünlü birine gittim ve onu gözledim—adından söz etmem gereksiz; yoklamak üzere kendisini seçtiğim insan, Atinalılar, devlet adamlarımızdan biriydi; kendisiyle konuşmaya başladıktan sonra aslında bilge olmadığını düşünmeden edemedim, üstelik hem başka birçoklarına hem de özellikle kendisine bilge olarak görünmesine karşın; ve sonra ona bilge olduğunu düşündüğünü, ama gerçekte olmadığını açıklamaya çalıştım. Sonuç benden nefret etmesi ve düşmanlığının orada olan ve beni dinleyen birçokları tarafından paylaşılması oldu. Böylece oradan bu adamdan daha bilge olduğumu düşünerek ayrıldım. Kendime, aslında dedim, ikimizden hiçbirinin güzel ve doğru herhangi birşey bildiğini sanmıyorum, ama o bilmezken bildiğini düşünüyor, ben bilmiyorum ve bildiğimi de düşünmüyorum. Böylece ondan salt şu küçücük noktada, bilmediğimi bildiğimi düşünmememde biraz üstün gibi göründüm. Ondan sonra bilgelik konusunda ünü ondan daha büyük bir başkasını denedim, ve aynı şeyler tam olarak bir kez daha doğru çıktı. Bunun üzerine onun ve yanısıra başka birçoklarının da düşmanlığını kazandım.

Bundan sonra birbiri ardına başkalarına gittim, ve düşmanlık yarattığımı görerek bundan üzüldüm ve korktum. Ama gene de tanrının işine herşeyden daha fazla önem vermek zorunda olduğumu düşündüm. Böylece kendime Bilicinin ne demek istediğini anlamak için birşeyler bilmekle ünlü herkese gitmeliyim dedim. Ve yemin ederim Atinalılar, Köpeğin adına ,— çünkü sizlere gerçeği söylemeliyim—görevimin sonuçları şunlardı: En ünlülerin en yetersiz kafalılar olduklarını buldum, ve daha az saygı gören başkaları ise gerçekte daha bilge ve daha iyi idiler. Size sonunda yalnızca Bilicinin çürütülemez olduğunu tanıtlamakla sonuçlanan dolaşmalarımın ve, deyim yerindeyse, ''Herkülvari'' çabalarımın öyküsünü anlatacağım. Politikacılardan sonra ozanlara gittim—trajik, ditirambik, ve her türden. Ve orada, dedim kendime, kendini hemen ele verecek ve onlardan daha bilgisiz olduğunu göreceksin. Böylece kendi yazıları arasında en inceden inceye işlenmiş pasajlardan kimilerini aldım ve birşeyler öğrenme umudu içinde onlara anlamlarının ne olduğunu sordum. İnanır mısınız, neredeyse gerçeği söylemeye utanıyorum! Ama söylemeliyim. Şiirleri üzerine kendi yaptıkları konuşmalardan daha iyisini yapamayacak tek bir insan bile yoktur. O zaman ozanların şiirlerini bilgelikle değil ama doğal olarak ve bir tür esinle yazdıklarını öğrendim—tıpkı pekçok güzel şey söyleyen, ama söylediklerinden hiçbirşey anlamayan falcılar ya da biliciler gibi. Ozanlar da bana aşağı yukarı aynı durumda göründüler; ve açıkça anladım ki, şiirlerinin gücüne dayanarak, hiç de öyle olmamalarına karşın, kendilerinin başka şeylerde de insanların en bilgeleri olduklarına inanıyorlardı. Böylece beni politikacılara üstün kılan aynı nedenle onlardan da üstün olduğumu düşünerek ayrıldım.

Sonunda el sanatçılarına gittim, çünkü diyebilirim ki hiçbirşey bilmediğimin bilincindeydim, ve onların pekçok güzel şey bildiklerini bulacağımdan emindim. Ve bunda aldanmadım, çünkü benim bilmediğim pekçok şeyi biliyorlardı, ve bu yolda hiç kuşkusuz benden daha bilgeydiler. Ama, Atinalılar, iyi zanaatçıların bile ozanlarla aynı yanılgıya düştüklerini gözledim; iyi ustalar oldukları için başka çok önemli konuları da bildiklerini düşünüyorlar ve bu eksiklik bilgeliklerini gölgeliyordu. Ve böylece kendime bilici adına şunu sordum: Ne bilgileri ne de bilgisizlikleri bende olmaksızın olduğum gibi olmayı mı isterdim, yoksa her ikisinde de onlar gibi mi? Ve kendime ve biliciye benim için olduğum gibi olmanın en iyisi olduğu yanıtını verdim.

Böylece Atinalılar, bu sorgulamalar beni en kötü ve en tehlikeli türden düşmanlar kazanmaya götürdü, ve o günden bu yana sayısız iftiraya uğradım. Bana bilge denir, çünkü beni dinleyenler her zaman başkalarında eksik olduğunu bulduğum bilgeliğin bende olduğunu sanırlar. Ama gerçek şudur ki, Atinalılar, yalnızca Tanrı bilgedir, ve bu yanıtıyla demek istediği insanların bilgeliğinin değerinin ya çok az ya da bir hiç olduğudur. Ve öyle görünüyor ki gerçekte bunu özellikle Sokrates için söylemez, ama yalnızca sanki şunu söyleyecekmiş gibi benim adımı bir örnek olarak kullanır: ''Aranızdan en bilgesi, ey insanlar, Sokrates gibi gerçekte bilgeliğinin hiçbir değerinin olmadığını bilendir.'' Ve böylece şimdi bugün bile Tanrının isteği üzerine yeryüzünde dolaşmayı sürdürür, ve ister yurttaş isterse yabancı biri olsun bilge görünen herkesin bilgeliğini araştırıp sorgularım; ve ne zaman öyle olmadığını bulsam, Biliciyi doğrulamak için ona bilge olmadığını gösteririm. Ve bu uğraş yüzünden devletin ilgiye değer sorunlarını izleyecek ya da kendi sorunlarıma ayıracak zaman bulamam, ve Tanrıya hizmetimden ötürü tam bir yoksulluk içinde yaşarım.

Ve bunlara ek olarak, en varsıl sınıflardan yapacak pek bir işi olmayan gençler kendiliklerinden yanıma gelirler; insanların sorgulanmasını dinlemek hoşlarına gider; sık sık bana öykünerek başkalarını sorgulamaya girişirler; ve sonra çabucak çok az şey bilirken ya da hiçbirşey bilmezken birşey bildiklerini düşünen çok sayıda insan bulurlar. Bu yüzden sonuçta onlar tarafından sorgulananlar kendilerine kızmak yerine bana kızarlar ve ''Bu rezil Sokrates,'' derler, ''gençleri yozlaştırıyor!'' Ve biri onlara ''ne yaparak ya da neyi öğreterek?'' diye sorduğunda, ne söyleyeceklerini bilemediklerinden verecekleri hiçbir yanıt yoktur; ama bir çıkmaza düşmüş görünmesinler diye tüm felsefecilere karşı yöneltilen el altındaki suçlamaları yinelerler—''bulutların üstündeki ve yerin altındaki şeyler'' ve ''tanrılara inanmamak'' ve ''zayıf uslamlamayı kuvvetli uslamlamaya çevirmek'' gibi. Çünkü gerçeği söylemek, biliyor görünürken hiçbirşey bilmediklerinin ortaya çıkarıldığını kabul etmek hoşlarına gitmez. Ve böylece kendi ünlerine düşkün, enerjik ve kalabalık oldukları ve hakkımda bir savaş düzeni içinde inandırıcı bir dille konuştukları için, hem çok önceden beri hem de şimdi kulaklarınızı gürültülü ve amansız iftiralarıyla doldurdular. Ve üç suçlayıcımın, Meletos ve Anitus ve Likon'un üzerime atılmalarının nedeni budur; Meletos benimle ozanlar yüzünden çekişti; Anitos el-sanatçıları ve devlet adamları adına, ve Likon söylevciler adına. Öyle ki, başında söylediğim gibi, böylesine büyütüldükten sonra bu iftirayı kısa bir zamanda tümüyle silmeyi bekleyemem. Gerçeklik, ve tüm gerçeklik budur, ey Atinalılar, ve sizlerden küçük ya da büyük hiçbir şeyi saklamadan, hiçbir şeyi örtmeden konuştum. Ve gene de çok iyi biliyorum ki konuşmadaki tam bu açıklık ve yalınlığım benden nefret etmelerinin nedenidir; ve bu bile gerçeği söylediğimin bir kanıtı değil de nedir? Bana karşı iftira bu yüzden doğmuştur, nedeni budur, ve ister şimdi ister daha sonra araştırın böyle olduğunu bulacaksınız.

Savunmanın tamamı burada : Sokratesin Savunması-FİLOZOFLAR VE DÜŞÜNDÜREN SÖZLERİ
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Ekim 2015       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sokrates


Ad:  socrates.jpg
Gösterim: 1185
Boyut:  324.2 KB

Benzer Konular

9 Kasım 2009 / mimi Soru-Cevap
10 Mayıs 2009 / Murat Murat Soru-Cevap
26 Kasım 2008 / Ziyaretçi Soru-Cevap
12 Mart 2009 / ejo Cevaplanmış
2 Temmuz 2012 / serhat123 Cevaplanmış