Arama

Ludwig Josef Johann Wittgenstein

Güncelleme: 18 Ekim 2015 Gösterim: 12.496 Cevap: 2
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
15 Eylül 2006       Mesaj #1
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
Viyana’da doğup, 23 yaşına kadar orada yaşamış olmakla birlikte, yirminci yüzyılda önce Anglo–Sakson dünya, sonra da bütün dünyada etkili olan ünlü çağdaş filozof, felsefi kariyeri, her birinde birbirleriyle uzlaştırılması hiçbir şekilde mümkün olmayan iki ayrı döneme ayrılan Ludwig Wittgenstein’ın temel eserleri:
  • Tractatus Logico – Philosophicus (Mantıksal- Felsefi Deneme)
  • Philosophical İnvestigations (Felsefi Soruşturmalar)
Bütün felsefe problemlerini bir dil problemine indirgeyen Wittgenstein’ın düşüncesinin merkezinde, dilin kapsamını ve sınırlarını belirleme problemi vardır. Ona göre, dili kullanma, dili anlama, insanları başka varlıklardan ayıran biricik şey, insan yaşamının özünü oluşturan dokudur. Wittgenstein bu bağlamda iki temel sorunun gündeme geldiğini söyler: Dilin dünyayla olan ilişkisi nedir? Dilin düşünceyle olan ilişkisi neden meydana gelir?
Sponsorlu Bağlantılar
Wittgenstein birinci dönemin temel eseri olan Tractatus’ta, dilin fonksiyonunu nasıl gerçekleştirdiğini ve dilin sınırlarını ortaya koyacak bir teori geliştirmeyi amaçlamıştır. Dil düşünceyi ifade ettiği için, onun üstlendiği bu görev, aynı zamanda düşüncenin sınırlarına dair bir araştırma olarak anlaşılmak durumundadır; başka bir deyişle, onun projesi, Kant’ın kalkıştığı işin, yani Kritik der Reinen Vernunft’un dille ilgili olan versiyonuna tekabül eder. Tractatus’un iki temel tezi ya da öğretisi vardır: Bunlardan pozitif olan ve dilin dünyayı resmederek, onu temsil ettiğini öne süren birincisine göre, olgusal dilin önermeleri dış dünyayı, olguları resmeder, mantığın önermeleri ise totolojilerdir. Buna mukabil, eserin olumsuz olan tezi ya da öğretisi, ahlaki, dini, ve hatta felsefi söylemin dilin sınırlarını aştığını ifade eder.
Wittgenstein’ın, her tümcenin mümkün bir durumun, varolan bir olgunun resmi olduğunu öne süren söz konusu dil ve anlam görüşüne göre, tümce ya da önermeler, son çözümlemede basit nesne ya da şeylere gönderimde bulunmak durumunda olan isimlerin bir birleşimidir. Gerçeklikle dil ya da düşünce arasındaki bu resmetme ilişkisinin mümkün olabilmesi için, onların ortak bir mantıksal form ya da yapıyı paylaşmaları gerekir. Bununla birlikte, bu mantıksal form dünyada bulunmaz; bulunmadığı için de, dilde resmedilemez. Aynı şekilde, ahlaki değerler ve benin dünya ile olan ilişkisi de, dış dünyadaki olgular arasında bulunmadığı için, bunların da resmedilebilmeleri söz konusu olmaz. Bu ve benzeri şeyler, kendileriyle ilgili olarak hiçbir şeyin söylenemeyeceğini ve dolayısıyla, sessiz kalınması gereken metafiziksel konulardır. Wittgenstein’ın bu görüşü, metafiziksel problemlerin, bir çözüme kavuşturulamasalar bile, ciddi ve derin konular oluşturduğunu teslim eden filozofu, Viyana Çevresinin metafizik karşıtı doğrulamacılığına çok yaklaştırır.
Oysa Wittgenstein’ın ikinci dönem felsefesi kullanımsal bir anlam teorisi geliştirirken, dilin değişmez ve temel bir özü olduğu, bu özün dünyanın temsiliyle belirlendiği ve dildeki sözcüklerin salt adlandırma işlevi gördüğü görüşünü tümden reddeder. Başka bir deyişle, Wittgenstein bu dönemde, dilin özyapısı üzerine açık, belirgin, soyut ilkeler getirmek yerine, dile doğal bir insan fenomeni, çevremizde olup biten bir şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir bütün olarak yaklaşmıştır. Bu dil anlayışının önemli bir özelliği, onun dili özünde toplumsal bir fenomen, ancak birden fazla insanın benimsediği kuralların varlığıyla işleyebilen bir fenomen olarak görmesidir. Wittgenstein, bu dönemde dili, insan tarafından kullanılan bir alet olarak görür. Bir ifadenin anlamı, o ifadenin mümkün kullanışlarının bir toplamıdır. Bu da anlamı, insan faaliyetlerine ve sonunda da yaşam biçimleri bütünlerine bağlar. Dille ilgili olarak resim benzetmesinden alet benzetmesine geçiş, Wittgenstein’ın iki dil görüşü arasındaki en önemli farktır. Wittgenstein, bu ikinci dil görüşünde, dilin kullanılmasını aynı zamanda oyun oynamaya benzetir. Tüm oyunlar kurallar tarafından yönetilen faaliyetler, yapıp- etmeler olduklarına göre, amaçlı bir faaliyet olan dil, uzlaşımsal ve değişken kuralların yönettiği öğelerle yürütülür.
İkinci dönemin Wittgenstein’ına göre, felsefe özünde bir teori değil, fakat bir faaliyettir.Felsefe yapılan bir şeydir, ama sayıp dökülecek bir öğreti bütünü değildir. O felsefenin geleneksel problemlerinin kötü bir biçimde formüle edilmiş olan anlamsız problemler olduklarını öne sürer. Bundan dolayı, felsefi teoriler oluşturmaktan vazgeçmek gerekir; çünkü bu, kafaları daha da karıştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Wittgenstein’a göre, filozofa düşen, dilin, çeşitli kullanım biçimleri içinde uygulandığı, farklı, ancak ilişkili dil oyunlarında nasıl kullanıldığını göstermektir. Filozof bunu, insanların saptırıcı benzetmelerle yoldan çıkmalarına engel olmak için yapar. Wittgenstein’a göre, kişi felsefe yapmaya başlamadan önce, dilin, kendisini saptırabilme tarzlarını ve saptırdığı yolları araştırmak zorundadır. Onun felsefe yapma biçimi işte bu anlayıştan çıkar: Felsefe, dil konusundaki yanlış ve sahte kabullerimizin, dünya üzerine olan düşüncelerimizi nasıl saptırdığının çok yönlü bir biçimde araştırılmasıdır. Felsefenin görevi, bu tür terapidir, tedavidir. Felsefi problemlerle kafası karışmış ya da çıkmaza girmiş kişiye, insanların kullandıkları dil- oyununun kuralları anlatılarak yardımcı olunabilir.
Wittgenstein’e göre, insanı yanlışa sürükleyen şey, onun sözcüklerin bir oyunda nasıl kullanıldıklarına bakarak, aynı sözcüklerin başka bir oyunda da aynı şekilde kullanılacağını düşünmesidir. O, birinci oyunun kurallarının ikinci oyunda da aynen geçerli olduğunu düşünür ve böylelikle de çıkmaza girer. Böyle bir insan kafası karışmış olan biridir. Kafası karışmış olan kişi, benim bir dükkanda çevreme bakıp, “ Bu, bir bisiklet; bu, bir televizyon; bu, bir ekmek kızartıcısı” dediğime göre, kendi içime yönelerek “sol dizimde bir ağrı, içimde bir fincan çay içme, bir de bugünün Pazar günü olması isteği var” dediğim zaman, benzer bir iş yaptığımı sanır. Oysa, bunlar tamamiyle farklı iki işlemdir. Kendimize ilişkin betimlemelerde yapılan, kendi içimizde bulduğumuz şeyleri sıralamak değildir. Bu konuda açıklığa varmanın yolu, Wittgenstein’e göre, dili doğal çerçevesi içinde ele almak ve insanların bir şeyler söyledikleri zaman, içinde bulundukları durumları, bunların söylenmesine eşlik eden davranışları hesaba katmaktır.
Bir filozof düşünün, yaşamının iki döneminde oluşturduğu özgün düşünceler, 20. yy.ın ilk yarısında dil ağırlıklı iki düşünce akımını etkilemiş olsun. İlk dönem düşüncesini terk edip yenisine başlarken arkasından yeni bir kuşak dil felsefecisini de sürüklemiştir.
Bu iki düşünce oluşumunun ara döneminde felsefeye ara vererek yaptıkları, onun çekici yaşamöyküsüne uygundur. O bu dönemde felsefeyi bırakmış Avusturya köy okullarında öğretmenlik yapmış, Viyana’da kızkardeşi için bir ev planlayıp, bu evin yapımını da denetlemiştir. Bir mimar gibi...

Aslında onu bir sınıflandırmaya sokmak da güçtür. Doğası onu çok farklı bir kişilik olarak özgünleştirirken, düşüncesinin sıradışılığının da kökenini oluşturmuştur.
Ludwig Wittgenstein, bir girişimci ve kendi zamanının Avusturya’daki en zengin adamlarından biri olan Karl Wittgenstein’ın en küçük oğlu olarak dünyaya geldi.

Kökenleri Yahudi idi, ancak birkaç kuşak önce Hıristiyan olmuştu.

Babası, güçlü kişiliğinin yardımıyla Avusturya-Macar çelik sanayinin lideriydi, ancak bu kişilik, aynı zamanda beş oğlu ve 3 kızıyla gergin bir ilişki yaşamasının da nedeniydi.
Babalarının kendi işini devam ettirmeleri bağlamında oğullarına karşı baskıcı tutumu çok olumsuz sonuçlar doğurdu. Annelerinin hassasiyetini almış olan üç ağabeyi bu baskıcı ortama dayanamayıp intihar etti. Ludwig de benzer eğilimleri taşıyordu.

Babasının ölümünden sonra, mirasının bir kısmını sanatçılara ve geri kalanını kardeşlerine vermesi de dikkate değerdir.

Geç imparatorluk Viyana’sının Johannes Brahms, Gustave Mahler, Karl Kraus, Sigmund Freud ve Adolf Loos, Gustav Klimt gibi isimleri bir şekilde ailenin adıyla bağlantılıydı.

Onu etkileyen bu atmosfere tekrar döneriz...

Son olarak Adolf Hitler’den birkaç gün farkla doğduğunu ve bir yıl süreyle aynı okula gittiğini belirtelim.

Evet "zor" felsefesinin yanı sıra çok farklı bir kişilik var karşımızda...



Wittgenstein’da Dönemler
Yirminci yüzyılın "en büyük" filozofu diye nitelenen Wittgenstein 'ın felsefesi, aralarında örtük ve açık bazı bağıntılar bulunmasına karşın, iki ayrı döneme ayrılır.
Bu iki dönem, felsefede "çifte devrim" olarak da nitelenir. ilk devrimle mantıksal çözümleme, ikincisiyle dil-çözümsel felsefe anlayıþları kastedilir. Birinci dönemin temel yapıtı, Wittgenstein 'ın sağlğında yayımlanan tek kitabı olan, kısaca Tractatus diye anılan Tractatus logico-philosophicus'tur (Mantıksal-felsefi risale). ikinci dönemi simgeleyen yapıt ise Felsefi Araştırmalar (Philosophische Untersuchungen) adını alır.
Wittgenstein felsefesini dönemlere ayırma konusunda, felsefecilerin kendi aralannda tam bir uzlaşıma vardıkları söylenemez. Bertrand Russell gibi, yalnızca birinci dönemi alıp, sonraki dönemi felsefeden bile saymayanlar da vardır.
D. Pears gibi düşünenler ise, aralarında birbirini bağlayan birçok çizgi olmasına karşın, iki ayrı dönemden söz ediyor.
W. Stegmüller, J. Hartnack gibileri de birbirine zıt iki ayrı Wittgenstein felsefesi olduğunu savunuyor. Stegmüller, birinci dönemi "Dilin Mozaik Kuramı" , ikinci dönemi "Dilin Satranç Kuramı" diye adlandırır.
Benzetme, birinci dönemde dilsel işaretlerin mozaik resimlerindeki gibi belirli ve sabit oluşuna, ikinci dönemde sözlerin kullanımının satranç oyunundaki gibi kurala uygun haraketlerine gönderme yapar.
Tüm bu düşünürlere karşın, A. Kenny, K.Wuchterl, A. Hübner gibi, Wittgenstein'ın birlikli bir felsefesi olduğunu öne sürenler de vardır.Wittgenstein'ın felsefesinin gelişiminden ve ondaki "gizli birlik"ten söz eden J.Hintikka ve M.B. Hintikka'nın, bizim de katıldığımız düşüncelerini burada son bir görüş olarak anmak isteriz. Hintikka’lar bir yana , onların bu “gizli birlik” saptamasına , her iki dönemde açıkça görülen bazı bağların da bulunduğunu kendi adımıza eklemek isteriz.

ANLAMIN SINIRLARI

Gençliğinde Schopenhauer okumuş ve Schopenhauer’un (kendi ifadesiyle) temelde haklı olduğu sonucuna varmıştı. Yaşamının sonraki bölümünde, kavramsal anlığına sahip olamayacağımız, dolayısıyla hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğimiz bir alanda, hakkında konuşabileceğimiz ve anlamaya çalışabileceğimiz, deneyimlerimizin görüngüsel dünyası arasında bölünmüş bir bütünsel gerçeklik görüşünü kabul etti. Ona göre, felsefe, anlaşılır olmak için kendini hakkında konuşabileceğimiz dünyayla sınırlamak zorundaydı; bu sınırı geçecek olursa onu anlamsızlık bekliyordu.

DİL VE GERÇEKLİK
Ancak, Wittgenstein, Frege ile Russell’ın çığır açıcı eserlerinde, Schopenhauer görüngüler dünyasına ilişkin görüşünü daha sağlam temellere (sadece bilgikuramsal değil, aynı zamanda mantıksal temellere) oturtmanın mümkün olduğunu gördü. Böylelikle, bu dünyanın dilde nasıl betimlendiğini, dolayısıyla dille gerçeklik arasındaki ilişkiyi açıklamak mümkün olacaktı. Bir sonraki adımda, ilke olarak, dilde anlaşılır biçimde ifade edilebilecek şeylerin, dolayısıyla, anlaşılabilir kavramsal düşüncenin sınırlarını çizmemiz mümkün olabilecekti. Schopenhauer’un “temelde haklı” olduğu ortadayken, felsefenin yerine getireceği tek önemli görev bu olabilirdi. Dolayısıyla, Wittgenstein’ın ilk dönem felsefesi, insan için kavranabilir olan şeylerin sınırlarını belirlemeye çalışan, Kantçı- Schopenhauercu programın gözden geçirilmiş bir yorumuna dayanmaktaydı. Wittgenstein’ın yaptığı, mantık ve dil çözümlemesi alanında 20. yüzyılda ortaya çıkan yeni gelişmeler ışığında onu yeniden işlemekti.

MANTIKSAL BİÇİM
Wittgenstein’ın ilk kitabı olan Tractatus Logico – Philosophicus’un (1921) özü budur. Kitabına bu ürkütücü başlığı vermesini ona G.E. Moore önerdi. Başlıkta, Spinoza’nın Tractatus Theologico – Politicus’una bir anıştırmanın yapıldığı görülmektedir. Wittgenstein’ın kitabından genellikle sadece Tractatus olarak söz edilir. Wittgenstein, bu kitapla felsefede ele alınmayı bekleyen belli başlı bütün sorunları hallettiğine içtenlikle inanmaktaydı. O yüzden, bu kitaptan sonra felsefeyi bırakıp başka şeylerle uğraşmaya başladı. Kitap, Viyana Çevresi’nin İncil’i haline geldi ve felsefede bütün bir kuşağı etkisi altına aldı. Oysa, Wittgenstein kitabın önemli bir hata olduğu sonucuna vardı. Bu yüzden, başta biraz isteksizce de olsa, 1929’da Cambridge’in felsefe dünyasına geri döndü ve 1951’de ölünceye kadar orada kaldı.
Bu ikinci dönemde hemen hiçbir şey yayımlamamış olmasına karşın, ölümünden sonra yığınla yazı ve ciltler dolusu kitap ortaya çıktı. Bunlar arasında en önemlisi, 1953’te yayımlanan Philosophical İnvestigations’tır (Felsefe Soruşturmaları). Bu kitap, en azından Britanya’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra belki de en etkili olmuş felsefe kitabıdır. Bu kitapla Wittgenstein’ın adı felsefenin dışına taşarak toplumbilimden yazın eleştirisine kadar pek çok alana yayıldı ve onu çağımızın düşünsel putlarından biri yaptı. Dolayısıyla, Wittgenstein biri yaşadığı sırada büyük etki yaratmış olan iki farklı felsefe ortaya koymuştur. Bu felsefelerden, genellikle “Wittgenstein’ın ilk dönemi” ve “ Wittgenstein’ın sonraki dönemi” diye söz edilir. Bizzat kendisinin ilk dönem felsefesinde en yanlış bulduğu şey, anlamın resim kuramı denen şeydi. Bu terim, ressamlıkla kurulan bir benzeşime dayanmaktaydı. Küçük bir tuval parçası, bütün yayılımıyla bir peyzajdan tamamen farklı türden bir nesnedir; ancak, ressam, belli renkleri, peyzajdaki birbiriyle ilişkili öğelere karşılık gelecek biçimde diğer renklerle aynı ilişki içinde tuvale yerleştirmek suretiyle, birincisinin, ikincisini dolaysızca tanınabilecek biçimde temsil etmesini sağlayabilir. Wittgenstein, her ikisine de ortak olan bu içsel ilişkiler dizisine “ mantıksal biçim” adını verdi ve mantıksal biçim her ikisinde de aynı olduğundan birinin diğerini temsil edebildiğini söyledi. Aynı şekilde, şeylerin yerini tutan sözcükleri, cümlelerin betimlediği hallerle aynı mantıksal biçime sahip olan cümleler halinde bir araya getirebilmekte, böylelikle gerçekliği dilde dakik biçimde (ya da, kuşkusuz dakik olmayan biçimde de) tasarımlayabilmekteyiz. Dolayısıyla, bize bu dünya hakkında konuşma olanağı veren şey mantıksal biçimdir.


Kaynak: Ludwig Wittgenstei, Yaşamı ve Yapıtları - Hans Sluga


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Ekim 2015 22:12
Biyografi Konusu: Ludwig Josef Johann Wittgenstein nereli hayatı kimdir.
pesimist - avatarı
pesimist
Ziyaretçi
15 Mayıs 2011       Mesaj #2
pesimist - avatarı
Ziyaretçi
Ludwig Josef Johann Wittgenstein,

Sponsorlu Bağlantılar
Mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunmuştur. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından sayılır.
Ölümünden sonra defterlerinden makalelerinden ve ders notlarından seçilmiş birçok yazısı yayınlanmış olmasına rağmen hayatı boyunca yayınladığı tek kitap 1921′de Cambridge'de Bertrand Russell'ın gözetimi altında bir öğrenciyken yayınlanan Tractatus Logico-Philosophicus isimli eserdir. Kendisine doktorasını sağlayan Tractatus'un yayınlanmasıyla felsefenin bütün problemlerini çözdüğüne inanmış çalışmalarını bırakmış ve ilkokul öğretmenliği bir manastırda bahçıvanlık ve kızkardeşinin Viyana'daki evinin mimarlığı gibi çeşitli işlerle ilgilenmiştir. Buna mukabil1929′da Cambridge'e dönerek bir öğretim görevi üstlenmiş ve önceki çalışmalarını gözden geçirmiştir. Zirvesineölümünden sonra yayınlanan ikinci eseri Felsefî Soruşturmalar'da ulaşan yeni bir felsefî yöntem ve lisan anlayışı geliştirmiştir.
Erken dönem çalışmaları büyük ölçüde Russell'ın mantık çalışmaları Alman felsefeci Gottlob Frege ile olan kısa süreli bir öğrenim ve Arthur Schopenhauer'den etkilenmiştir. Tractatus yayınlandığında Viyana Çevresi adını almış pozitivist grup üzerinde hayli etki yaratmıştır. Bununla beraber Wittgenstein kendini bu okuldan saymamış ve mantıksal pozitivizmin Tractatusla ilgili olarak ciddi yanlış anlamalar taşıdığını ifade etmiştir.
Her iki dönem eserleri de Analitik Felsefe bilhassa Lisan Felsefesi (Dil felsefesi) Zihin Felsefesi ve Hareket Teorisi'nin gelişimi üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. Wittgenstein'ın metodunu sürdüren öğrencileri ve çalışma arkadaşlarından Gilbert Ryle Friedrich Waismann Norman Malcolm G.E.M. Anscombe Rush Rhees Georg Henrik von Wright ve Peter Geach sayılabilir. Wittgenstein'dan etkilenen çağdaş felsefeciler arasında James ConantMichael Dummett Peter Hacker Stanley Cavell ve Saul Kripke bulunur.
Mantık dersleri aldığı notlar ve yazdığı felsefi pek çok metnin yanında Türkçede de Nisan yayınlarından bir çevirisi bulunan Zettel isimli kişisel gündelik notlarının toplandığı eser oldukça önem taşımaktadır. Bu eserde Avusturyalı filozof mantık profesörü Wittgenstein'dan öte gerçek anlamıyla düşünen ve keşfeden bir insanı handiyse meraklı bir çocuğu görürüz. Wittgenstein "başkasının derinlikleriyle oynamamak" gerektiğini ve "herkesin acısının kendine" olduğunu da burada aldığı notlarda aktarmıştır.
Modern zamanların çilecikavgacı ve doğrucu dervişi.O herşeyden önce bir hakikat avcısı ve gerçek sorgulayıcısıdır.Modernizmin puslu ve bulanık ortamlarında yer yer yıkılıp kalsa da evrensel doğrulardan vazgeçmemiştir.anlamın gruplararası bir kullanım olduğunu kişinin de bu olumsuz durumda şişedeki sinek gibi sıkışıp kalmışlığının ancak felsefece yol göstermeyle ( dil oyunlarının anlaşılması ) kurtulanabileceğini işaret etmiştir.
Tıbben otizmin bir türü olan asperger teşhisiyle değerlendirilen düşünür Avrupanın sayılı zenginlerinden biri olmasına rağmen bu şaşaalı hayata yüz çevirmiş ve hayat anlayışının gereği olarak mistik kristalleşmeler denebilecek yoksunluğuyalnızlığı ve çileyi seçmiştir.
Avusturya'da kız kardeşi için yaptırdığı bir ev vardır. Bu evde Wittgenstein "kendisi için bir mekan yaratma" üzerine sorgulanımlarını nihayete erdirmiş mimari üzerine tüm öngörüsünü ortaya koyduğu gibi "mekan yaratımı" üzerine yepyeni fikirlere girişmiştir.


Son düzenleyen Safi; 18 Ekim 2015 22:25
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
23 Aralık 2011       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ludwig Wittgenstein
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Ad:  Wittgenstein.jpg
Gösterim: 1854
Boyut:  60.3 KB
  • Tam adı: Ludwig Josef Johann Wittgenstein
  • Doğumu: 26 Nisan 1889, Viyana, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
  • Ölümü: 29 Nisan 1951, Cambridge, Birleşik Krallık
  • Çağı: 20. yüzyıl felsefesi
  • Bölgesi: Batı felsefesi
  • Okulu: Analitik felsefe
  • İlgi alanları: Metafizik, epistemoloji, dil felsefesi, zihin felsefesi
  • Önemli fikirleri: Mantıksal pozitivizm, sıradan dil felsefesi
Ludwig Josef Johann Wittgenstein (d. 26 Nisan 1889 – ö. 29 Nisan 1951), Avusturya doğumlu filozof ve matematikçidir.
Mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunmuştur. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından sayılır.

Hayatı ve eserleri

Asıl adı Ludwig Josef Johann Wittgenstein olan Avusturya asıllı filozof, 26 Nisan 1889’da Viyana’da dünyaya gelmiştir. Wittgenstein, çok önceleri asimile olmuş, Avusturyalı Yahudi fabrikatör Karl Wittgenstein ve onun eşi Leopaldine’nin sekiz çocuğundan en küçüğüdür. Karl Wittgenstein, Avusturya Macaristan monarşisinin başarılı, çelik sanayicilerinden sayılırdı. Bununla beraber, Wittgenstein çifti, o asır içerisinde Viyana’da bulunan en zengin ailelerden biriydi. Wittgenstein’ın babası, çağdaş sanat ve sanatçının hoşgörülü destekçisi iken, annesi de harika bir piyanistti.
Wittgenstein’ın büyükanne ve büyükbabalarından sadece biri dışında hepsinin Yahudi olmasına rağmen, Wittgenstein, Katolik gelenek ve göreneklerine göre eğitilmiştir. Tıpkı diğer kardeşleri gibi (Örneğin Paul ünlü bir piyanisttir.) Wittgenstein da entelektüel yaşam ve müzik dalındaki olağanüstü yetenekleriyle kendini göstermiştir. Bu olağanüstü yeteneklere sahip olmanın yanı sıra, Wittgenstein’ın kardeşlerinden üçü Hans, Rudolf ve Kurt psikolojik sorunlarından dolayı intihar etmişlerdir. Yaşamı boyunca, özellikle 1. Dünya Savaşı esnasında yaşadığı olumsuzluklar, depresif davranışlar sergilemesine neden olmuşsa da Wittgenstein, insan ilişkilerinde otoriter ve inatçı olduğu kadar; aynı zamanda duyarlı ve şüpheli bir yaklaşım sergilemiştir.
14 yaşına kadar eğitimine özel derslerle devam eden Wittgenstein, ortaokulu Linz’de okuduktan sonra, 1906 yılında Berlin-Charlottenburg’da bulunan teknik lisenin makine mühendisliği bölümüne girmiştir. Aslında Wittgenstein, Viyana’da Ludwig Bolzmann’ın yanında okumak istemiş, ancak ortaokul karnesi tahsilini aynı yerde, yani Berlin’de devam ettirmesi gerektiğini göstermiştir. Burada Wittgenstein, kız kardeşi Hermine gibi uçağın teknik sorun ve çözümleriyle uğraşmıştır. Bundan sonra aynı dönem içerisinde ya da çok az bir zaman sonra felsefe ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu durum, yani felsefi sorunlar üzerine düşünmek, Wittgenstein’ın arzularına o kadar zıttı ki, içinde yaşadığı bu çelişkiler ona çok acı vermiştir.
1908 yılında mühendis diplomasını aldıktan sonra, uçak motoru yapımı denemelerinin yapıldığı, Manchester mühendislik bilimi bölümüne gitmiştir. Kısa bir süre sonra bu kararından vazgeçen Wittgenstein, 17 Ağustos 1911 yılında patent aldığı “Uçak pervanesini geliştirme önerileri” projesi üzerinde çalışmıştır.
Burada Wittgenstein, kendini derinden etkileyen İngiliz matematikçi ve filozof Lord Betrand Russell’in kendisiyle ve eserleriyle tanışmıştır. 1912 yılında matematik ve mantık alanında, Russell’in yanında okumak için Cambridge Üniversitesi’ne gitmiştir. Kısa sürede Russell, Wittgenstein’ın bir dahi olduğunu anlamış ve Wittgenstein da donanımlarıyla, etkilendiği Russell’in seviyesine ulaşmıştır. Zaten Russell de Wittgenstein’ın mantık ve felsefi eserler verme konusunda, kendinden sonra en uygun kişi olduğu kanısına varmıştır.
1911 yılının kasım ayında Wittgenstein Russell’in de yardımlarıyla Cambridge’de gizli bir topluluk olan seçkin Apostles’e üye seçilmiştir. Bu esnada ilk sevgilisi David Pinsent’le karşılaşmıştır. Kısa zamanda aralarında sarsılmaz bir dostluk oluşmuş ve birlikte Norveç’in Skjolden şehrinde, ahşap bir ev satın almışlardır. Wittgenstein, mantığın sistemleri konusu üzerindeki çalışmalarına birkaç ay burada devam etmiştir. Wittgenstein’ın homoseksüel olduğu, ilk olarak 1973’te William Warren Barley’in biyografisinde bahsettiği, ancak adını zikretmediği bir erkek arkadaşı olmasından, ikinci olarak ise tuttuğu günlüklerindeki gizli yazılarından anlaşılmaktadır.
1912’de başlayıp 1917 yılına kadar tuttuğu günlüğündeki mantıksal ve felsefi denemeleri Wittgenstein’ın ilk felsefi eserini oluşturmuştur. 1. Dünya Savaşı sırasında gönüllü olarak çalışırken bu eserini yazmaya devam etmiş ve nihayet 1918 yılının yazında eserini tamamlamayı başarmıştır. Eserin tamamlanmamış hali ilk olarak 1921’de Almanya’nın Doğa Felsefesi Dergisi Annalen’da yayımlandıktan sonra, 1922 yılında bugün de daha çok İngilizce adıyla bilinen, orijinal adı Tractatus Logico-Philosophicus’un iki dilde baskısı yayımlanmıştır. Bu eserinin yanı sıra, iki küçük felsefi denemesi, halk okulları için oluşturduğu bir sözlüğü ve mantıksal felsefi denemeleri, Wittgenstein hayatta iken yayımlanmıştır.

Erken dönem eserleri

Wittgenstein, Tractatus’da birden çok anlamlı sözcükler gibi dilin doğal eksikliğini, dilin yapay ve mantıksal olduğu fikrini geliştirmiştir. Onun yeni dili, tıpkı mantık dilinde kullandığı gibi sembollerden oluşmuştur. Eserinin önsözünde tüm felsefi problemlerin dilin araştırılmasıyla çözülebileceğini belirtmiştir. Felsefi analizlerinin hedefi, işlevselliğin açıklanması yoluyla anlamlı ve anlamsız önermelerin farkını ortaya koymaktır. “Felsefenin tamamı dil eleştirisidir.” Tractatus’un temel görüşleri Russell’in aşıladığı fikirlerden oluşmuş ve mantıksal atomculuğun felsefesi olarak sayılmıştır.
Wittgenstein’ın erken dönem felsefesinin temelinde dilin resmedilmesi vardır. Daha sonra ise gerçeklikte bir olan şeylerin ayrılması konusu vardır. Her “Şey”in dilde bir adı vardır. Cümlede adların yan yana durması, anlamı oluşturur. Şeylerdeki gerçeklik gibi önermeler de adlarına ayrılırlar. Gerçeklikteki konu ve olguların adlarının resmedilmesi gibi, bir önermedeki göstergelerin adlarının düzeni ya da yapısı, o cümlenin doğru olduğunu gösterir. Örneğin “aRb”, “bRa”dan farklıdır; çünkü “b” göstergesi birinde “R” nin solunda, diğerinde ise sağındadır. Bu nedenle “a” ve “b”nin gösterge adları ayrılmış önermelerin her birinde farklı bir yapıya sahiptir. “bRa”nın resmedilmesiyle, resmedilen olgular arasında nasıl bir gösterge olduğu “aRb” önerme göstergesiyle görülür. Önerme göstergelerinde, gerçeklikteki şeylerin başka bir olgu olarak adlandırılmasıyla oluşturulan önerme yanlış bir önermedir.
“Anlamsızlık”, gerçeklikteki olguların bağımsızlığı doğru ya da yanlış olan önermelere, örneğin totoloji ve de kontra diksiyonlara (çelişkiler) karşıdır. Buna karşın şu örnekteki gibi, gerçeklikte, aslında şeyle bağlantısı resmedilmeyen göstergeler anlamsız önerme olarak adlandırılır: “Burada söylediğim önerme yanlıştır.” Bu önerme olası şey ve gerçeklikle bağlantı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda anlamsızlığın ne olduğunu da açıklıyor. Aynı şey, bir şeyler isteyerek ya da tasvir edilen şeyleri iyi ya da kötü adlandırarak, dünyadaki şeylerin saf düzenini aşmak üzerine söylenen önermeler için de geçerlidir. Çünkü önerme göstergelerinde resmedilen gerçeklik, sadece yapısını güçlendirmekle kalmayan, aynı zamanda ad topluluğunun ortaya çıkmasından dolayı anlam ifade etmeyen bir değere sahip olmalıdır. Wittgenstein’a göre bir değer, içini olduğu gibi dökmez. Konuşulamayan ve üzerinde mantık yürütülemeyen şeyler hakkında susulmalıdır.
Wittgenstein mantıksal felsefi denemesinde (Tractatus logico-philosophicus) kendisi şöyle belirtmektedir: Önermelerim, beni anlayan şeyin anlamsız olduğunu açıklıyor. Böylelikle Wittgenstein’ın felsefesi, şeyle ilişkisi olmayan ve gerçek olmayanın araştırılmasının gerekli olduğunu belirtir. Mantıksal felsefi denemesinin tamamı, anlamsız form, gerçeğin olanaklı olup olmadığı ya da düşünülebilen anlam açısından, mantıksal bir çerçeve içerisinde incelenmektedir. Wittgenstein, anlamın sadece kendi başına olamayacağını, anlamı, nelerin mümkün kıldığını açıklamaya çalışmıştır. Daha sonra bunu, öz metre (ideal/soyut ölçüm birimi) kadar uzun olduklarını varsayarak, uzunluğu olan nesnelerle karşılaştırıldığında uzunluğu olmayan öz metrelerin resmedilmesiyle açıklamıştır. Wittgenstein, Gottlob Frege’nin yolunda, Charles S. Peirce’den bağımsız olarak eseri Tractatus’ta bugün okullarda okutulan mantık kitaplarının hiçbirinde bulunmayan, “hakikatin tablosu”nu geliştirmiştir. Bu tablo, bir sistemin betimlemesini konu alır.
Wittgenstein; “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” görüşüyle yola çıkarak, bilginin temelinde mantığın olduğunu ve bilginin sınırlarını da yine mantığın belirlediğini söyler. Bu bağlamda Wittgenstein, mantıksal felsefi denemesinin önsözünde şunları dile getirir: Bu kitabın mantığı şunun üzerine kurulmuştur: Söylenmek istenen şey açıkça söylenir, üzerine konuşulmayan konular hakkında ise susulmalıdır. Bu cümle, felsefe camiası içerisinde tepkiyle karşılanmıştır. Wittgenstein’ın bu cümlesi aynı zamanda, Friedrich Nietzsche‘nin dünyanın metafiziğini açıklamasına, anlam ve ardıllık açısından karşı çıktığını göstermiştir.

Geçiş dönemi

Wittgenstein, mantıksal felsefi denemesinin yayımlanmasıyla felsefeye yeterince katkıda bulunduğu kanısına varmış ve daha başka alanlara yönelmiştir. İtalya’daki savaş esiri iken Leo Tolstoy’un eserlerini okumuş ve büyük ihtimalle, onun düşüncelerinden etkilenerek öğretmenlik yapmaya karar vermiştir. Servetini kardeşleriyle paylaşmıştır, bir bölümünü dönemin genç sanatçılarından Adolf Loos, Georg Trakl, ve Rainer Maria Rilke’ye bağışlamıştır.
Daha sonra Wittgenstein, 1919/1920 yıllarında Viyana’daki öğretmen eğitim kurumuna gittikten sonra, Viyana’ya 4 saat uzaklıkta, güneyde Trattenbach adında küçük bir kasabada, birkaç yıl ilkokul öğretmenliği yapmıştır. İki yıl sonra Wittgenstein, yeni işini değiştirerek, ilkokul için sözlük yazıp, yayınladığı yere, yani Otterthal’a öğretmenlik yapmaya gitmiştir. 1926 yılının Nisan ayında 11 yaşındaki bir çocuğa tokat atmıştır ve bu düşüncesizce hareketinden dolayı, resmi makamlara gitmeden önce, okul müfettişinin zoruyla Wittgenstein, istifa dilekçesini vermiştir. Bunun ardından birkaç ay, Viyana’nın Hüttendorf kasabasındaki bir manastırda bahçıvan yardımcısı olarak çalışmıştır. Bu süre içerisinde, manastırın bahçesindeki alet hırdavat deposunda kalmıştır. Wittgenstein, başrahibin, rahip olarak tarikata katılma çağrısına cevap verme konusunda kararsızlık yaşamıştır.
1926 yılında Wittgenstein Viyana’ya taşınmış ve burada filozof Moritz Schlick’le tanışmıştır. Modern tarzıyla Viyana’nın gösterişli yapısı Palais, kısa sürede kültürel yaşamın merkezi ve aynı zamanda Viyanalıların, Wittgenstein’la buluşma noktası haline gelmiştir.
Wittgenstein bir süre özellikle evlerin iç mimarisi ve dizaynı ile ilgilenmiştir. Bunun yanı sıra heykeltıraşlıkla uğraşmış ve Viyanalı sanatçı Drobil’in tarzıyla bir büst yapmıştır. Bu tarz pratik uğraşlar, Wittgenstein’ın iş ve ilgi alanını göstermiştir.
Onun amacı, herkese ait olan toplumsal bir doğa yaratmak değildi. O, hem dünyayı daha da iyileştirmek, hem de insanın içinde bulunduğu ruhsal kurtuluşu sağlamak ve entelektüel, psikolojik saflık ve açıklık için uğraşmıştır. Daha sonra Wittgenstein, geçmişi hatırlayarak şunları yazmıştır: Felsefedeki iş, tıpkı mimarideki bir iş gibi kendi işinden fazlasıdır ve kendi düşüncesini yansıtır. Yani, bir şeyi nasıl görüyorsa öyledir ya da istenen ne ise odur.
1920’li yılların sonunda Wittgenstein, yeniden felsefi konular ve sorunlar üzerinde uğraşmaya başlamıştır. Bu esnada, Wittgenstein “Viyana çevresi” (Wiener Kreis) akımının birkaç üyesinin görüşlerini önemli ölçüde etkilemiştir. Sezgicilik akımına kapılan matematikçi L. E. J. Brauwer’in bir konuşması aracılığıyla, en azından Herbert Feigl’in mektubundan sonra, felsefeye tekrardan dönme kararı almıştır. Bu geçiş aşaması esnasında, Wittgenstein kısa bir süreliğine doğruculuk akımının bir şeklinin betimlendiği şu görüşü benimsedi:
Önermelerin anlamının bilinmesi, önemli veri ve delillerin toplanması yönteminin bilinmesiyle bağdaşır.

Geç dönem eserleri

Wittgenstein,1929 yılında Russell’in ve Moore’un yanında sözlü sınava girdiği ve Tractatus üzerine doktora yaptığı Cambridge’e filozof olarak geri döndü. 1930’lu yılların başında öğretim görevlisi olarak çalıştı.
1939 yılında ise, Cambridge’de felsefe profesörü George Edward Moore’un yerini alacak kişi ilan edilmiş ve 1947’ye kadar profesörlük yapmıştır. Bu ilandan kısa bir süre sonra, İngiliz vatandaşı olmuştur. Bu durumun oluşması, 12 Mart 1938’de, Nazi Almanya’sının Avusturya bağlantısına göre Wittgenstein’ın sadece alman vatandaşı olduğu ve Nürnberg yasalarına göre de Yahudi olduğundan kaynaklanmıştır. Wittgenstein 30’lu yıllarda, dilsel anlamdaki ilk eseriyle, başka tartışmaları da içeren yeni düşüncelerini, kitap halinde kaleme almış, çok sayıda el yazması ve daktiloyla yazılmış eser vermek için uğraş vermiştir. Bu bağlamdaki önemli eserler şunlardır: “Mavi Kitap
(The Blue Book), matematiğin felsefesi üzerine ders notlarıdır. Bir diğeri ise, Büyük Daktilo Yazısı (The Big Typescript), bir kitabın reddedilen planı ve “Kahverengi Kitap” (The Brown Book), dil oyunlarını konu alan bir yazıdır. Bunları takip eden el yazması eserleri ise, “Felsefi Notlar” ve “Felsefi Dilbilgisi”dir.
Wittgenstein, 1936 yılında yeni fikirlerini derlemeye başlamıştır. Aynı zamanda, 1953 yılında Wittgenstein’ın vefatından sonra yayımlanan ikinci eseri “Felsefi Soruşturmalar” denemesini oluşturmuştur. Bununla birlikte, Wittgenstein dünya ününe kavuşmuş ve mantıksal felsefi denemesi “Tractatus” ile felsefe tarihini kalıcı bir şekilde etkilemiştir. Analitik dil felsefesi de, temel yapıtlarından bir tanesi olarak kabul edilir. 1940’lı yıllarda ise Wittgenstein, matematiğin temeli hakkındaki el yazması “Felsefi Notlar”ı yazdı.
Wittgenstein, İkinci Dünya Savaşı esnasında, yeniden uygulamayla uğraşmaya başlamıştır. Bir Londra Hastanesinde gönüllü bakıcılık yapmıştır. 1943 yılında, yaralı şoklarını araştıran, tıbbi araştırma grubuna laboratuvar asistanı olarak katılarak, laboratuvar araç ve deneylerini tasarlamıştır. Wittgenstein burada, nabız, tansiyon, nefes darlığı ve şiddeti için aletler geliştirmiş ve bu esnada uçak motorlarının yapımında edindiği deneyimlerini kullanmıştır.
1944 yılında Wittgenstein, tekrar Cambridge Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Wittgenstein, “Felsefi Soruşturmalar” adlı eserini yazmaya devam etti ve aynı zamanda ‘algının felsefesi’, ‘kesin bilgi’ ve ‘şüphe’ konuları üzerinde çalıştı. Bunun yanı sıra, çok sayıda kültürel ve bilimsel teorik konuların aydınlığa kavuşup açıklanması da yine Wittgenstein sayesinde oldu. 1939 yılında tuttuğu notlar arasında şöyle bir cümle var:
“Bilim adamlarının, insanlara bir şeyler öğretmek; müzisyen ve şairlerin ise onları memnun etmek için var olduğuna inanılır, ancak bir şeyler öğretmek durumunda oldukları, kimsenin aklına bile gelmez.”
Wittgenstein 1947 Ekim’inde, kendini tamamıyla felsefeye adamak amacıyla üniversitedeki işini bıraktı. Daha sonra İrlanda’da inzivaya çekildi ve zamanının bir bölümünü burada geçirdi. Çalışmalarının esas noktasını, “Felsefi Soruşturmalar” eserinin ikinci kısmı olan “psikolojinin felsefesi” oluşturmuştur. Söz konusu bu eserdeki düşüncelerin ‘Felsefi Soruşturmalar’a dâhil edilmesi, Wittgenstein’ın da isteklerine uyup uymadığı konusu hala kesin değildir. Wittgenstein, 1949 yılında ikinci eserine de son noktayı koyduktan sonra, 1951 yılında, yakalandığı kanser hastalığına yenilerek, hayata veda etmiştir. Wittgenstein, hastalığı süresince bir İngiliz hastanesine gitmeyi reddetmiştir ve son haftalarını doktorunun evinde, onun gözetiminde geçirmiştir. Bu doktor arkadaşının eşi, Wittgenstein’a ölümünden bir gün önce, İngiliz arkadaşlarının kendisini ziyarete gelmek istediğini bildirdiğinde, hasta yatağındaki adam şu sözleri söylemiştir:
“Onlara harika bir hayat yaşadığımı söyleyin!”
Wittgenstein’ın mezarı, Cambridge’deki Ascension Parish Burial Ground mezarlığındadır.

Geç dönem felsefesinin yorumlanması

İki filozofa Wittgenstein’ın fikirleri hakkında soru sorulduğunda, genellikle iki değil, tam dört farklı cevap alınır; iki farklı cevap birbirine çok benzeyen Wittgenstein’ın erken dönem eserlerinden, diğer iki cevabı da birbiriyle çelişen geç dönem eserlerindendir. Wittgenstein’ın bu sıra dışı eserini oluştururken, baştan sona kadar çelişki içerisinde olduğunu şu sözleriyle anlıyoruz: “Birkaç başarısız denemeden sonra, elde ettiğim sonuçlarla başarılı olamayacağımı anladım. Felsefi alanda daha iyi yazılar yazdım. Düşüncelerimi kendi yönüne karşıt bir yöndeki düşünceye zorladığımda, düşüncelerim bu zorlamaya yenik düştü hep.”
Wittgenstein geç dönem eserlerindeki kısa diyalog bölümlerinin üslup açısından harika olduğunun farkına vardı. Wittgenstein’ın giriş cümleleri geleneksel tarzının dışındaydı. Wittgenstein, geç dönem eserlerini oluştururken, özellikle felsefe tarihi açısından herhangi bir öncü edinmemişti. Felsefede düşünmeye yeni bir tarz getirdi. Felsefedeki bu yeni düşünme tarzı, tıpkı yabancı bir dili yeni öğreniyormuş gibi öğrenilmeliydi. Wittgenstein’ın bu yeni düşünme tarzının arkasından, sadece çok az filozof gitti. Felsefe yaparak, akıl bozukluğunu büyük bir felsefi problem olarak ele aldı. İnsanların uygun olmayan bir dil kullanımına saplanıp kaldıklarını düşündü ve bu yüzden de düşüncelerini kuralların dışında bırakmayı tercih etti.
Wittgenstein geç dönem felsefesinin temel eseri olan ‘Felsefi Soruşturmalar’ında, sözcüklerimizin kullanımına dikkat etmememizle birlikte, bizim anlayışsızlığımızın ana kaynağı olduğundan bahsediliyor. “Benim bir sandalyem var.”, “bir izlenime sahibim.”, “diş ağrım var.” şeklindeki önermelerde belirlen benzerlik, “var” sözcüğünü hem duygu içeren ifadeler için, hem de insanın sattığında ya da yaktığında yok olabilecek basit bir sandalye için kullanabileceğini gösteriyor. “İzlenim”, “duygu”, “düşünce” ya da “sayı” gibi kelimeler “sandalye” gibi, görünen bir şey olmasa da, düşünce ya da iç sezgilerde yerlerini alır. Wittgenstein, bilincin oluşmasını örnekleyerek, görünemeyen nesnelerle, iç alanı etkileyen, bilinçsizce ortaya çıkan resimlerin üstesinden gelmeyi, açıklamayı amaçlamıştır.
Wittgenstein’ın kendisinin de belirttiği gibi, felsefe yapma, sürekli ona –dilin sınırlarını zorlamakla birlikte- çarptığı için artık başının yara bere içinde olduğu en yalın mantıksızlığın keşfi (aynı zamanda bu etkisizleştirilmesi demek) ile gerçekleşmektedir.
Bu noktaya kadar herkes uzlaşma içindedir, ancak çıkarımlar konusunda Wittgenstein’ın düşüncelerini anlamak bağlamında, yorumlar ikiye ayrılır; kendi ifadesine göre, kendi felsefe anlayışı, “her şeyi olduğu gibi bırakma eğilimi içindedir”, “sadece ortaya koyar, üzerine bir çıkarım ve yorum yapmamada kararlıdır; “her şey açık” olduğu için “açıklamaya gerek olmadığını” belirtir. Yorumların bir kısmı Wittgenstein’ın şimdiye kadar dünyanın gizli bağlantılarını açıklamak konusunda, hiçbir yol bulamadığı hususunu ve düşüncelerin karşıtlığı ve sabitliği ya da sadece kötü ve fena olan şeyleri çözüme kavuşturmak istediğini vurgular. Daha sonra bu yorumlar gerçeklere döndüren ve tedavi edici görüş olarak adlandırılmıştır. Buna karşıt görüş olarak da diğer bir kısım, Wittgenstein’ın dünyayı açıklamadığını, fakat mantığın sınırlarını göz önüne alarak gözlemlediğini savunmuştur. Onlara göre Wittgenstein’ın yeni tarzı ve gerekçesi “Dilbilgisel Tasvir”dir. Bu şekilde Wittgenstein, yaşam biçimi ve gelenekleriyle çevrilebilen kelimelerin kullanım biçimlerini dilbilgisiyle anlamaya çalışmıştır.
Wittgenstein, dilbilgisini, kullanıcı tarafından düzenlenebilen kurallı, öğrenilebilir şey olarak adlandırarak, dilbilgisinin mutlak olduğunu belirtir. Wittgenstein’ın geç dönemde okuduğu dilbilgisi betimlemelerini içeren bu görüşleri, daha sonra, nedensiz olan şeyin kabul edilmesi konusunu içeren metafiziksel konular olarak adlandırılmıştır.
Wittgenstein, herhangi bir şeyi tasvir etmekle kalmamış, aynı zamanda buna karşı olarak, belirli resimlerin sebepsiz kabulünün temeli olarak gördüğü, kesin gibi görünen şeylere çözüm yolu aramıştır. Burada ”Resim”den kasıt, nedeni araştırılmaz, açık ve kesin olan belirli görüşlerin bir araya gelmesidir. Böylece tasvir, şeyler için sayıların teminatıdır. Herhangi bir yer gibi zaman da ölçülebilmelidir.
Wittgenstein, bir resmin büyüsünü, cazibesini bozmak için çözüm yolu olarak, bir nesnenin karşıt nesnesinin düşünülmesi fikrini geliştirmiştir. Bu büyüsü bozulmuş resimleri de anlamlandırdıktan sonra, başka felsefi bir problem olarak da zamanın ölçülmesi konusu vardır. Bu anlamda Wittgenstein’ın bu sorunlu resimlere yaklaşımı, aşağı yukarı, metre hesabıyla ölçülen bir şeydir. Örneğin bir mekânın ölçülmesi. Zamanı ölçmek mümkün müdür peki? Zaman ölçülürken hangi ölçüt alınmalıdır? Geçmiş mi yoksa gelecek mi? Zaman ölçülmeye pek de müsait değildir. Ancak, bu durumda 1 saat neyin ölçütüdür o zaman?
Wittgenstein içindeki şüphe duygusunu, karşıt nesneleri düşünerek bastırmıştır. Şöyle ki nasıl bir yer ölçmek için hem metre hesabı hem de adım hesabı varsa, zaman için de öyle olmalı. Wittgenstein burada, yandaşlarının, “mekânın bir adımı zamanın ölçütü olabilir” yorumunu kastetmemiştir. O, bunu açıklamak için, sadece karşıt bir nesnenin düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Yani metre hesabı yerine zamanı ölçmek için de, tıpkı mekânı adımla ölçmek gibi benzer bir şey olabilir. Böylelikle sorun ortadan kaldırılabilir. Wittgenstein; “Beni bu denli yetenekli kılan asıl buluşum, istediğim zaman, felsefe yapmaya ara vermemdir.” diyerek bu duruma bir açıklama getirmektedir. Örneklerle birlikte bir yöntem belirlenmiştir, örnekler değişkenlik gösterebilir, bu metotlarla sadece bir problem değil, çok sayıda problem çözülebilir.
Wittgenstein’ın metre hesabı kullanımı gibi, dilbilgisinde oluşan “dil oyunları”nın tüm yöntemleri yaklaşımı, metafizik yorumuna destek verenler için, ilk defa elde edilmek istenen yeteneklerin zorluğudur. Bu şekilde Wittgenstein, bir yandan bazı temel kavramların kullanım ilişkilerini ortaya koyup, yaklaşımlarını ‘kural’ ya da ‘anlam’ kavramlarının anlamlarıyla açığa kavuşturmayı tercih ederken, diğer yandan da dil oyunu ya da köken benzerliği ile beraber, keşfettiği dil oyunlarının açıklaması için, dilin nasıl kullanılacağına ilişkin oluşturduğu yöntemdeki özgün kavramları oluşturup bu kavramları netleştirmiştir.
Wittgenstein’a göre, filolojik ya da tarihsel eleştirel metotların incelenmesine ait olan, ya da anlam, gelişim ve eleştirisinin karşılaştırılması, kullanım ilişkisi ve dil oyunlarının canlandırılmasını açığa kavuşturur. Buna ilişkin olarak, metafizikçiler, Wittgenstein’ın geç dönem felsefesinin can damarı kavramının “dil oyunu” olabileceğini düşünür.
Wittgenstein’a göre, hayati gerçeklik belirlenmiş kural sınırının aşılmasıdır. Bu durum, felsefede örnek teşkil eden ya da farklı örneklerin bir arada olduğu dilbilgisini oluşturmayı sağlar. Bu oluşum bazen şaşırtıcı olayları da beraberinde getirir, hiçbir şeyin gizli olmadığı bir hayalin anlaşılır kullanım ilişkisini ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda insanlar arasında belirlenmiş bir gelişmeyi kastedebilir. Ve bu da 1. tekil şahsın ifadelerinin gerçekte hiçbir değer taşımadığını gösterir. Wittgenstein’ın, her bir yaşam biçiminin kavramsallaştırılmış dünya resmi anlayışının açıklaması, metafizikçilerin düşüncelerinden farklı bir düşüncedir. Wittgenstein’ın, bilgi cümleleri biçiminde oluşan kesin cümlelerin donuklaşması, yöntem olarak ise hiçbir şeyi donuklaştırmayan, hatta akıcı bilgi cümlelerini işlevsel hale getiren, akıcı cümleleri donuklaştırarak, sabitleştirerek zamanla olan ilişkilerinin değiştirildiği, ‘hakikat hakkında’, ”insan kendini tanıtabilir” cümlesi alıntılanır.
Metafiziksel tutum, ivedi anlamsızlığının ivedi anlamlılığı yoluyla sınırlamak için donuklaştırılmış cümlelere şu açıdan bakar: “Taş düşünemez” gibi kesin olan ya da yarı kesin olan yargıları tespit etmek. Wittgenstein’ın geç dönem eseri herkesi büyülemiştir, o sadece dil felsefesiyle değil, aynı zamanda insan ruhu ile ilgilenen başka bilim dallarının araştırmaları ile de ilgilenmiştir. Bunlar psikoloji ve psikiyatridir. Wittgenstein’ın fikirleri, psikoterapi yönteminin kullanılması gerektiğini gösteriyor. Çok sayıda psikolog ‘Wittgenstein Yaklaşımı’ olarak adlandırılan bu yaklaşımı çok iyi bilir. Metafizikçiler, Wittgenstein’ın kesin tedavi edici görüşünün var olduğu geç dönem felsefesinin etkisini azalttılar. ‘Doğru’nun, ‘izin’in ya da ‘anlamlılık’ın ne olduğunu kanıtlarla göstererek, yanlışların doğrusu, izin verilmeyen dil kullanımının izin verileni, anlamsızın anlamlılığı sınırlamasını ortaya koyar.
Wittgenstein kelimelerin anlamları üzerine konuştuğunda, sadece kavramların somutlaştırılması amacına yönelik tedavi edici görüşlerine değil, aynı zamanda ifadesinin hemen ardından nasıl iyi sözlerin çıktığı konusunda entellektüel sorunların çözüme kavuşturulması amacına da yer vermiştir. Burada ‘iyi’den kastedilen nedir ki? Belirli bir özelliği olmalı, aksi takdirde her şey birbirine girer.
‘Dil oyunu’ kavramı konusundaki tartışmalar, ‘anlam‘ kavramıyla sıkı bir ilişkisinin olduğunu gösteriyor. Bu konu hakkında “Felsefi Soruşturmalar” eserinin 43. sayfasında şunlar yazıyor: “Bir kelimenin anlamı, onun dildeki kullanımıdır.” Daha sonraki cümlede ise Wittgenstein, sınırlayıcılığa dikkat çekiyor: Kelimelerin anlamlarına göre kullanım koşullarının büyük bir bölümü için, (kullanım koşullarının hepsi için geçerli değil) şu cümle açıklanabilir: “Bir kelimenin anlamı, onun dildeki kullanımıdır.” Söz konusu cümleye ilişkin yapılan farklı yorumlar, metafizikçilerin ve terapistlerin farklı görüşlerinin olduğunu gösteriyor.
Metafizikçiler tarafından bakılacak olursa; Wittgenstein, bu kitapta alfabetik olarak gösterilen kavramların yapısını, anlamın bir açıklaması olarak göstermiştir. Buna göre Wittgenstein’ın eserlerinden sağlam bir görüş çıkarmak asıl görevdir. Wittgenstein’ın tanımlamaları, belirgin bir özellik taşıyan klasik açıklama yöntemiyle değil, aksine belirli kavramların uyumu ya da benzerliğinin oluştuğu açıklama yöntemi ile gösterilir. Burada Wittgenstein’ın düşüncelerinin en önemli noktası olan, her zaman yeterli ve açık olmak konusu ortaya çıkar.
Yine “Felsefi Soruşturmalar” eserinin 43. sayfasında bu konuyla alakalı olarak şu tanım yapılmıştır: ‘Her durum için geçerli olmayan’, yazar aracılığıyla, anlamın genişleyen belirginliğini bir liste şeklinde okumak ve “Felsefi Soruşturmalar” eserinin ikinci kısmında, Wittgenstein, ikincil anlamı tanımlayan, psikolojinin felsefesi yaklaşımlarını açıklar ve bunu da kelimenin kullanımının neye göre oluştuğunu tanımlar. Wittgenstein’ın geç dönem eserinde “anlam” kavramının temel ve ikincil kullanımı ile ilgili hiçbir şey yoktur, Wittgenstein’ın herhangi bir genişlemiş yorumunun olmadığı ve anlam kavramının detaylı bir şekilde açıklandığı metafiziksel yorum görüşlerine yandaşları tarafından ilgi gösterilmiştir.
Buna karşın, terapötik (tedavi yöntemsel) yaklaşım yandaşları eserinin 43. sayfasında Wittgenstein’ın “anlam”ın varlığı ve çekirdeğini adlandırma konusundaki yaklaşımının mevzu bahis olmadığını savunurlar. ‘Her durum için geçerli değil” sınırlaması yazarın geç dönem eserlerindeki metninde bir uyarı niteliği taşımıyor, aynı zamanda ileride yapılacak adlandırmanın da hiçbir şeyi tam olarak açıklamadığını gösteriyor. Felç olmuş bir düşüncenin sebep olduğu gizem dolu bir resim, mümkün bir araştırma nesnesinin olduğunu açıklar. Bunu da bakış açılarını karşılaştırma yöntemiyle yapmıştır. Böylece ‘betim’ ya da ‘diş ağrısı’ kavramlarının anlamlarının, uzayda bir yere sahip olan ‘araba’ ya da ‘sandalye’ gibi görülemeyeceğini belirtmiş, hatta bunun yerine bunların ‘tasvir’ ve ‘diş ağrısı’ arasındaki anlam ve oluşum kurallarının benzerliklerini göstermeye çalışmıştır. Çözüm yolları ve tedavi edici tutumlara göre, sadece anlam kavramının farklı adlandırılmasının nasıl yapılacağı sorunu ortaya çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda çözüm yolları göstermek için, karşılaştırma yöntemiyle tasarlanmış konularının olup olmadığını ortaya koyuyor.

Erken ve geç dönem eserleri arasındaki bağlantı

Geç dönem felsefesinin yorumlanması üzerine yapılan tartışmalar, Wittgenstein’ın düşüncelerinin devamlılığını da değerlendirmeyi gerektiriyor. Çünkü her iki dönemde de düşünceleri değişmiştir. Terapistler, ‘Felsefi Soruşturmalar’ adlı eserinin başarısız yöntemleri ve mantıksal-felsefi denemesindeki belirsizliği arasında fark yaratan şeyin varlığını kabul etme eğilimi gösterirler. Metafizikçiler ise, iki eserini de negatif metafizik içerisinde açıklar. Onlar erken dönem eserinde anlamsal açıdan mantığın araştırma nesnesini boşluk olarak görürler. Wittgenstein’ın bu bağlamda şu değerlendirmesi önemlidir: “Benim asıl düşüncem mantıksal bir sabitliğin ve de olguların mantığının olmadığıdır.” Geç dönem eserlerinde ise canlı, günlük bir pratikten, yani ‘dilbilgisi’nden bahseder.
Wittgenstein’ın geç dönem eserinde dünya yıkılmıştır, artık dili çözülemez şeyler içerisinde belirginleşir ve bu şeylerin, durum ve önermelerle olabilecek mantıksal bir bağlantısı yoktur. Artık mantığın zamana uyum iddiaları dil yapısını belirlemeyecektir. Wittgenstein, dili eski bir şehirle karşılaştırır. Bunlar, çevresinde tek tek evlerin ve düzensiz upuzun sokakların olduğu kenar mahalle kümeleri ve dar sokak ve mekânlardan oluşan, farklı farklı dönemlere ait yeni ve eski ev yapılarının bulunduğu bir mahaldir. Buna göre, onlar için dil düşüncelerin ve hakikatin yeridir. Bir kelimenin anlamı onun dil içinde nasıl kullanıldığına bağlıdır. Ancak kullanım alışkanlıklardan oluşan bir takım işlevsellik ya da ‘dil oyunu’ içerisinde yok olan bir çeşit yaşam tarzıdır. ‘Dil oyunu’ kavramı ile burada şu vurgulanmaktadır: Dili konuşarak kullanmak bir yaşam tarzıdır. Bir tıpçının, esnaf ya da tüccara göre, ateist birinin inançlı birine göre bambaşka ‘dil oyunları’ vardır. Felsefenin görevi ise, dil aracılığıyla aklımızın büyülenmesine karşı mücadele etmektir.
Felsefenin araştırma nesnesi, günlük konuşma dilidir. Biz kelimeleri, günlük kullanım metafizikleriyle bağlantılarız. Felsefenin amacı (iyileştirme) terapidir. Filozof bir problemi tıpkı bir hastalık gibi ele alır, inceler. ‘Dil karmaşıklığı’na esir olmuş biri bu durumdan kurtarılmalıdır. “Felsefedeki amacın ne?” sorusuna cevap olarak
sineğe, sinek kavanozundan çıkış yolunu göstermek” diye yanıtlamıştır Wittgenstein.
Geç dönem felsefesinde ‘mantık’ kavramı ‘dilbilgisi’ ile yer değiştirmiştir. Aralarındaki fark, mantığa karşılık olarak ‘dilbilgisi’nin yaşam tarzı alışkanlıklarının değişebilmesinden kaynaklanır. Aralarındaki benzerlik ise, ne mantığın ne de ‘dil bilgisi’nin açıklanamadığıdır. Bunun yanı sıra her ikisi de oluşturduğu şeyi sadece ortaya koyar, açıklamaz. Sonuç olarak ise, metafizikçiler Wittgenstein’ın erken dönem eserini geç dönem eserlerinde olduğu gibi, özel olan’ iç ve dış dünyadaki dualizmin reddedilmesi’ ve de ayrıca öznel düşüncelerin esas alındığı, ‘aşkın felsefe’ ya da ‘bilgi kuram’larını açıklama yoluyla özdeşleştirmezler.

Yapıtları

  • Logisch-Philosophische Abhandlung , Annalen der Naturphilosophie, 14 (1921)
    • Tractatus Logico-Philosophicus, C.K. Ogden tarafından İngilizceye çevrildi, (1922)
  • Philosophische Untersuchungen (1953)
    • Philosophical Investigations, Felsefe Soruşturmaları, G.E.M. Anscombe tarafından İngilizceye çevrildi, (1953)
  • Bemerkungen über die Grundlagen der Mathematik, ed. by G.H. von Wright, R. Rhees, and G.E.M. Anscombe (1956) (1937 ve 1944 yıllarında matematik ve mantık felsefesi üzerine yazdıklarından bir seçki)
    • Remarks on the Foundations of Mathematics, G.E.M. Anscombe tarafından İngilizceye çevrildi, (1978)
  • Bemerkungen über die Philosophie der Psychologie, düzenleyenler: G.E.M. Anscombe and G.H. von Wright (1980)
    • Remarks on the Philosophy of Psychology, Vols. 1 and 2, G.E.M. Anscombe tarafından İngilizceye çevrildi, düzenleyenler: G.E.M. Anscombe and G.H. von Wright (1980) ('Zettel'den bir seçki)
  • The Blue and Brown Books, Mavi ve Kahverengi Kitap, (1958) (1933–35 yılları arasında öğrencilerin tuttuğu ders notları)
  • Philosophische Bemerkungen, düzenleyen: Rush Rhees (1964)
    • Philosophical Remarks (1975)
    • Philosophical Grammar (1978)
  • Bemerkungen über die Farben, düzenleyen: G.E.M. Anscombe (1977)
    • Remarks on Colour, Renkler Üzerine Düşünceler, ISBN 0-520-03727-8. (Goethe'nin Renkler Kuramı kitabı üzerine yorumları yer almaktadır).
  • On Certainty, Kesinlik Üzerine, — Bilgi ve kesinlik arasındaki ilişkileri tartıştığı bir aforizmalar koleksiyonu.
  • Culture and Value, Kültür ve Değer — Søren Kierkegaard'ın felsefesini de eleştirdiği din ve müzik gibi kültürel konular hakkında kişisel görüşlerini yansıtan bir koleksiyon.
  • Zettel.
Türkçeye çevirilen eserleri
  • (Tarihsiz), Yan Değiniler, Altıkırkbeş Yayınları.
  • (2000), Felsefi Soruşturmalar, Yeni Zamanlar Yayınları.
  • (2004), Zettel, Nisan Yayınları.
  • (2004), Defterler 1914-1916, Birey Yayınları.
  • (2007), Renkler Üzerine Notlar, Salkım Söğüt Yayınları.
  • (2007), Mavi ve Kahverengi Kitap, Türkiye İş Bankası Yayınları.
  • (2007), Felsefi Soruşturmalar, Metis Yayınları.
  • (2008), Tractatus Logico-Philosophicus, Metis Yayınları.
  • (2009), Kesinlik Üstüne-Kültür ve Değer, Metis Yayınları.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

22 Kasım 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
22 Ağustos 2007 / KisukE UraharA Edebiyat ww
3 Nisan 2009 / Harry Kewell Spor ww
12 Mayıs 2011 / Efulim Müzik ww
9 Haziran 2013 / Jumong Bilim ww