Arama

Rene Descartes

Güncelleme: 21 Aralık 2017 Gösterim: 142.570 Cevap: 9
green almond - avatarı
green almond
Ziyaretçi
6 Şubat 2006       Mesaj #1
green almond - avatarı
Ziyaretçi

Descartes Rene

Ad:  ReneDescartes.jpg
Gösterim: 2116
Boyut:  59.6 KB

Latince RENATİUS CARTESİUS
Sponsorlu Bağlantılar
(d. 31 Mart 1596, La Haye, Touraine, Fransa - ö. 1 Şubat 1650, Stockholm, İsveç)
çağdaş felsefenin babası sayılan Fransız matematikçi, bilim adamı ve filozof. Skolastik felsefenin temel felsefi varsayımlarına son vermiş ve günümüze değin sürekli yeniden ele alman bazı temel felsefe sorunlarını ortaya atmıştır. Descartes analitik geometrinin de kurucusu sayılır.


Yaşamı


Fransa’nın Touraine bölgesinde La Haye (bugün La Haye-Descartes) kentinde, mesleğinden dolayı soylu sayılan hukukçu bir babanın dördüncü çocuğuydu. Annesi, Rene’nin doğumundan bir yıl sonra öldü. Küçük Rene, Rennes’de meclis üyesi olan babasını da çok az görebildi. Doğuştan narin yapılı olduğu için, özel bir bakıcının gözetiminde büyüdü. Bu koşullarda yalnızlığa alışık, içe dönük ve aşırı duyarlı bir çocukluk geçirdiği düşünülür.

Olağanüstü zihinsel yeteneği çok küçük yaşta ortaya çıkan Rene, sekiz yaşına değin özel öğretmenlerce yetiştirildi. Babası Joac- him Descartes, kendi mesleğini sürdürmesini istediği oğlunu 1604’te o yıl yeni açılan ve bir Cizvit kuruluşu olan La Fleche Kraliyet Yüksekokulu’na gönderdi. Bu okul, sonraki yıllarda Avrupa’nın en iyi eğitim burumlarından biri durumuna gelecekti. Descartes burada geçirdiği 10 yıl boyunca, özellikle üstün bir bilgin olan Peder Charlet’nin gözetiminde Yunan ve Roma klasikleri, Fransızca, müzik, tiyatro, binicilik ve eskrim dersleri aldı. Felsefe alanında, daha çok Aristoteles’e dayalı Skolastik felsefenin sınırları içinde o dönemde edinilebilecek en iyi eğitimi gördü. Descartes, sonraki yıllarda bu eğitimi hem çok övmüş, hem de bu eğitimin sonuçlarının zihnini bulandırdığını belirterek La Fleche’te yüklendiği bilgi ağırlığını omuzlarından atmaya çalıştığını söylemiştir. Sonradan geliştireceği yöntemli şüphenin, bu yükten kurtulma çabasından kaynaklandığı düşünülür.

Descartes, La Fleche’i bitirdikten iki yıl sonra 1616’da Poitiers Üniversitesi’nden hukuk diploması aldı. Ama babasının isteğinin tersine, aile geleneğinden koparak yazarlığı ve felsefeyi seçti. Genç yaşta verdiği bu kararın amacı, “dünya kitabını incelemek” ve “kendi benliğini araştırmak” tı. Gördüğü eğitim sonucunda kendisini “bilge değil, cahil bir kişi” sayıyor, dolayısıyla “doğruyu yanlıştan ayırma” tutkusuna kulak veriyordu.

1618’de Felemenk’e giderek İspanya ile savaşan Orange prensinin ordusuna gönüllü subay olarak katıldı. Bunu, Otuz Yıl Savaşları (1618-48) boyunca başka birçok orduda üstlendiği askeri görevler izledi. Ama genç düşünür hiçbir çarpışmaya fiilen katılmadı; kamp yaşamı onun için gerçekte bir derin düşünme ortamıydı. Özellikle küçük yaştan beri yetenekli olduğu matematik, savaş yıllarındaki en önemli uğraşı durumuna geldi. Bavyera ordusunun Ulm yakınlarındaki karargâhındayken, 10 Kasım 1619 gecesi gördüğü bir düşün de etkisiyle “yepyeni ve göz kamaştırıcı bir bilimin temellerini keşfettiğini” söylüyordu. Bütün insan bilgisini sağlam bir yapı içinde birleştireceğini düşündüğü bu yepyeni bilim, Descartes için aynı zamanda her şeyi kuşatan bir bilgeliğin de yol göstericisi oldu.

Bundan sonra bir yandan gezginci yaşamını sürdürürken, bir yandan da çalışmalarını derinleştirdi. 1621-28 arasında Macaristan, Almanya, Fransa, İtalya gezilerinden sonra Felemenk’e yerleşti. 1649’a değin kısa aralıklarla hep Felemenk’te yaşadı. Felemenk dönemi, filozofun yıllardır geliştirdiği düşünceleri kâğıda dökmesine olanak verdi. Yapıtlarıyla bütün Avrupa’da ün kazandı; ama yaygın ve yerleşik görüşlere karşı çıkışı Descartes[a dinsiz damgasının vurulmasına yol açtı. Ölümünden sonra da onu izleyen düşünürler uzun yıllar “Kartezyen” ile eşanlamlı sayılan “dinsiz” damgasını taşıdılar. Cizvitler, Descartes’in kitaplarını Index Librorum Prohibitorum'a (Yasak Kitaplar Listesi) almaktan geri kalmadılar. Eylül 1649’da İsveç kraliçesi Kristina’nın özel öğretmeni olarak Stockholm’a giden Descartes, sert kuzey iklimine dayanamadı ve 1 Şubat 1650’de soğuk algınlığından öldü.

Yapıtları ve felsefesi


Descartes 1629-30’da kaleme aldığı, ama yayımlanmasını düşünmediği için yarım bıraktığı Regulae ad directionem ingenii (Aklın idaresi Hakkında Kurallar, 1945, 1962) adlı denemesinde yöntem üzerine ilk görüşlerini geliştirdi. Burada Skolastik felsefenin, bilginin bilinen nesnenin yapısına göre farklı türlere ayrıldığı görüşünü yadsıyordu. İnsanın bilme yetisinin, neyi bilirse bilsin hep aynı kaldığına göre, tek bir temel yapısı olmalıydı. Bilgide önemli olan, başkalarının kanıları değil, açık (clara) ve seçik (distincta) biçimde kavradığımız ya da kesinlik taşıyan sonuçlardı. Bilgide yöntemden vazgeçilemezdi.

Bilgi yönteminin birçok ilke ve kuralını ortaya koyan Regulae'deki temel düşünceler, düşünürün en ünlü yapıtı Discours de la methode pour bien conduire sa raison et chercher la verite dans les Sciences'da (1637; Usul Üzerine Nutuk, 1928 Aklını İyi Kullanmak ve Bilimlerde Doğruyu Bulmak İçin Metot Üzerine Konuşma, 1944, 1984) olgunlaştı. Bu başyapıt ilk kez Fransızca ve yazar adı verilmeden basılmıştı; yedi yıl sonra Latince çevirisi ve yazarının adıyla yeniden yayımlandı. Descartes’in Geometrie (Geometri), Dioptrique (Işık Kırılması) ve Meteores (Göktaşları) adlı yapıtları da Discours’un eklerini oluşturuyordu. Descartes 1641 ve 1642’de iki Latince basımı, 1647’de de Fransızca çevirisi yayımlanan Meditationes de prima philosophia'da (İlk Felsefe Üzerine Metafizik Düşünceler, 1942, 1967) Discours'un dördüncü bölümünde yer alan metafizik kuramını daha da inceltilmiş biçimde sundu. 1644’te yayımlanan Principia philosophiae ise {Felsefenin İlkeleri, 1943, 1983), bütün doşa olaylarını mekanik ilkelere dayalı tek bir sistem içinde açıklamayı amaçlıyordu. 1645’te yazmaya başladığı ve 1649’da yayımladığı Les Passions de V Amme'da {Ruhun ihtirasları, 1972) etik görüşlerini özetlemeye çalıştı, bu amaçla beden-ruh ikiliğine ve etkileşimine ilişkin kuramını sergiledi.

Descartes’ın metafiziğinin temelini oluşturan “yöntemli şüphe”nin amacı, tümdengelime dayalı matematiksel yapılar gibi, bilginin temellendirilebileceği apaçık önermelere ulaşmaktı. Bu önermeler, hiç şüphe edilemeyecek ölçüde açık ve seçik olmalıydı. Açık ve seçik doğrulara erişebilmek için, zihne şüphe edilemeyecek ölçüde doğru gözükmeyen hiçbir şeyi doğru saymama ilkesinden yola çıkılmalıydı. Bu yöntemin amacı yasalara ya da devlete karşı çıkmak değildi; Descartes’m tek kaygısı “kendi zihnini yenileyebilmekti”. Ama düşünür “evini altüst etmeden önce geçici bir barınak da sağlamalıydı” ve bunun için kendisine dört “geçici ahlak” ilkesi belirlemişti:
1) Yasalara ve göreneklere uymak, Tann’nın lütfuyla ona daha çocuklukta öğretilen dine bağlı kalmak, hep en ılımlı görüşlerin peşinden gitmek;
2) davranışlarında kararlı olmak;
3) talihi değil, her zaman kendini yenmeye, dünyanın düzenini değil, kendi arzularını değiştirmeye çalışmak;
4) usunu ve bilgisini sürekli geliştirmek.

Yöntemli şüphe, ister duyu verilerine, ister usavurmaya dayansın, bütün kanı ve düşüncelerden şüphe edilebileceğini gösteriyordu. Ama yöntemli şüphe sonuna kadar götürüldüğünde, başlı başına bu şüphenin, kendi kendisinin varlığına tanıklık eden, şüphe edilemez bir olgu olduğu ortaya çıkıyordu. Şüphe eden kişi, şüphe ettiğinden şüphelenemezdi; şüphe etmek ise düşünmek, düşünmek de var olmak demekti. Descartes böylece ünlü önermesine ulaşıyordu: Cogito, ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım). Bütün felsefenin ve bütün bilgilerin oturtulabileceği sarsılmaz temel, ilk apaçık doğru buydu. İnsan, bedeninin varlığından da şüphe edebilirdi, ama bu durumda bile var olduğundan şüphe edemezdi; çünkü başka nesnelerin varlığından kuşku ederken de düşünüyordu ve düşünmek için var olmak gerekirdi. Öyleyse düşünen varlık, benlik ya da ruh, bedenden bütünüyle ayrıydı ve onsuz da var olabilirdi; ruh, bütün yapısı ve özü düşünme olan bir tözdü. Descartes’ın ruh-beden ikiliği kuramı, yöntemli şüphenin izlediği yolun kaçınılmaz, mantıksal sonucuydu.

Descartes, ulaştığı ilk apaçık doğrunun oluşturduğu temel üzerinde öteki doğruları yeniden oturtmaya girişirken, insan zihnindeki kavramları doğuştan gelenler (ideae innatae), duyular aracılığıyla dışardan gelenler {ideae adventitiae) ve “benim yapmış olduğum idea'lar” (idea a me ipso factae) biçiminde üçe ayırıyordu. Matematiğin kavramları gibi birinci tür kavramlar her zaman açık ve seçikti; öteki iki türe girenler ise her zaman bulanıktı. Tanrı, yani yetkin, kusursuz varlık kavramı birinci tür kavramlar arasındaydı. Çünkü şüphe etmek, kusursuz olmamak ve kusursuz olmadığını bilmek demekti; dolayısıyla kusursuz, yetkin varlık kavramı ne insan zihninin ürünü olabilir ne de duyulardan kaynaklanabilirdi; bu kavram ancak yetkin, insan zihninden üstün bir varlık tarafından zihne yerleştirilmiş olabilirdi.

Bu, Descartes’a göre Tanrı’nın varlığının ilk kanıtıydı. Descartes’in gene yetkinlik ve sonsuzluk kavramlarına başvurarak öne sürdüğü öteki iki kanıt da şunlardı:
1) Düşünce bir yetkinlik kavramı taşıdığına göre, varlığı daha yetkin bir varlıktan değil de kendisinden kaynaklansaydı, kendisi yetkin bir varlık, yani Tanrı olmalıydı.
2) Mutlak yetkinlik kavramı, var olmayı bir öznitelik olarak içerirdi, çünkü var olmak da bir yetkinlikti. Var olma özniteliğini taşımayan bir yetkinlik düşünülemezdi. Dolayısıyla insan düşüncesinin kusursuz, yetkin varlık kavramını taşıması, o varlığın gerçekten var olduğunun yeterli kanıtıydı. Bu son kanıt, gerçekte 11. yüzyılda Anselmus’un ortaya attığı ontolojik kanıta dayanıyordu.
Ad:  renedescartes2.jpg
Gösterim: 1126
Boyut:  52.0 KB

Descartes, Tanrı’nın varlığını tanıtladıktan sonra, buna dayanarak artık dış dünyanın varlığını da tanıtlayabilirdi. Zihnin, maddi dünyanın varlığı yönünde taşıdığı içgüdüsel inanç bir yanılsama, bir düş olamazdı; çünkü insanın varlığını borçlu olduğu yetkin varlığın, yani Tann’nın, insanı yanıltmak gibi bir kusur taşıması düşünülemezdi. Gerçekte her doğru, her kesinlik, Tanrı’nın varlığına bağlıydı: “açık ve seçik kavradığımız her şeyin doğru olduğu kuralının tek güvencesi, Tanrı’nın var olması, yetkin varlık olması ve insanda olan her şeyin Tanrı’dan kaynaklanmasıydı”. Böylece insan bedeninin varlığı da tanıtlanmış oluyordu.

Descartes’ın apaçık doğruluk temeline dayandırdığı üç gerçeklikten Tanrı sonsuz ve yetkin tözdü; buna karşılık ruh res cogitans (düşünen varlık), madde ise res extensa’ydı (yer kaplayan, uzamı olan varlık). Gerçekte, sözcüğün tam anlamıyla yalnızca Tanrı tözdü (var olması başka hiçbir şeye bağlı olmayan varlık); buna karşılık evreni oluşturan iki töz, ruh ve madde, Descartes’a göre “göreli” ve “sonlu” (var olmak için yalnız Tanrı’ya muhtaç olan) tözlerdi. Bunlardan maddi dünya, nesnel olarak, uzam ve harekete indirgenebilirdi. Dolayısıyla dünyayı açıklamak, matematiğin ve mekanik biliminin konusuydu: Ommia mathematice fiunt (Her şey matematiğe göre işler). Descartes’a göre düşünce taşımayan hayvanlar da tam anlamıyla birer makine, içgüdüsel tepkelere bağımlı birer otomattı. Buna karşılık insan ruhu, evrenin mekanik işleyişinin bütünüyle dışındaydı. Maddeden temelden ayrı olan insan ruhu, Tanrı’nın özel bir edimiyle yaratılmış olmalıydı.
Sonuç olarak beden ve ruh birbirinin tam anlamıyla karşıtıydı; ama gene de aralarında bir etkileşim vardı. Descartes’a göre bu etkileşim beyindeki epifiz bezinde gerçekleşiyordu; ruh buradaki diri ruhlar (esprits animaux) aracılığıyla bütün beden üzerinde etkide bulunuyordu. İnsan ruhundaki tutkuları doğuran, diri ruhların bedendeki hareketiydi. Ama ruh, kendi özgür iradesiyle bu hareketlerin yönünü değiştirebilecek güçteydi; bu nedenle tutkularının ve eylemlerinin efendisiydi, dolayısıyla da ahlaki sorumluluk taşıyordu.

Yöntemli şüphenin başlangıcında bir “geçici ahlak” öngören Descartes’a göre, insan davranışının dayanacağı asıl ahlak kuralları, bilginin sağlam temellere dayalı ilerleyişi içinde ortaya çıkmalıydı. Bu yaklaşım, ahlak kurallarını vahye dayandıran Hıristiyan düşüncesinden belirgin bir kopuş anlamına geliyor, yeniçağ boyunca ahlakı usa dayandırma yönünde gelişen düşüncenin de temellerini atıyordu. Descartes’ın Tanrı’nın varlığının tanıtlanmasını yetkin ve sonsuz varlık kavramına dayandırması da ilk bakışta Tanrı’nın varlığını bu kavrama bağımlı kılar gibiydi. Ama düşünüre göre bu yorum doğru değildi. “Tanrı vardır, çünkü zihnim onu tasarlıyor” demek yanlış olurdu; tersine “zihnim Tanrı’yı tasarlıyor, çünkü Tanrı vardır” demek gerekirdi. Tanrı inancının gerçek temeli, insan zihninin tasavvuru değil, sonsuzluk ve yetkinlik kavramıyla kendisini doğuştan insana kabul ettiren Tanrı’ydı. Bununla birlikte Anselmus gibi Descartes’ın da Tanrı’nın varlığını us yoluyla tanıtlama çabası gene vahye dayalı Hıristiyan düşünce kalıplarından uzaklaşmanın bir belirtisiydi. Descartes’ın Tanrı’nın varlığını insanın zihinsel bir işleminden çıkarsamasıyla bir anlamda dinlerin Tanrı kavramı tersine çevriliyordu. Bu bakış açısı sonraki dönemlerde dinsel dünya görüşünün terk edilmesinin önemli öğelerinden birini oluşturdu.

Geometri


Descartes Geometrie (Geometri) ile analitik geometrinin temellerini attı. Matematiği, felsefe araştırmaları için bir model olarak da değerlendiren Descartes, bir yandan Eski Yunan’da gelişmiş geometri yöntemlerini, öbür yandan da kendi çağının cebir bilgisini derinlemesine inceledi. Matematiğin bu iki dalını da kendi amaçları açısından yetersiz ve soyut buluyordu. Geometrinin, biçimlerle uğraşırken, kavrayışı geliştirecek yolları ihmal ettiğini, cebrin ise kimi kuralların boyunduruğunda, karanlık ve karmaşık bir sanata dönüştüğünü düşünüyordu. Analitik geometri, bilgi yolunu tıkayan eksikliklerini gidermek amacıyla bu iki dalın birleştirilmesinin ürünüydü. Yeni geometride Descartes, bir düzlemdeki noktaları birbirine dik iki eksene uzaklıklarıyla belirtiyordu. Böylece, geometride cebirsel yöntemlerden, cebirde de geometriden yararlanma olanağı ortaya çıktı. Pierre de Fermat da gene aynı yıllarda benzeri bir yöntem geliştirmiş ve tek eksenli bir analitik geometri düşüncesini ortaya atmıştı, ama analitik geometri Descartes’ın tasarımı yönünde gelişti. Bir noktanın düzlemdeki yerini, dik eksenlerden uzaklıklarına bağlı olarak gösteren sıralı gerçel sayı İkilisi de Descartes’ın onuruna “kartezyen koordinatlar” olarak adlandırdı. Analitik geometri sonraki yıllarda Sir Isaac Newton ve Gottfried Wilhelm Leibniz’in geliştirdiği matematiksel analizin temelini oluşturdu. Descartes, cebir yazımına da önemli katkılarda bulundu. Üslü sayıların yazımında ve bilinmeyen niceliklerin harflerle gösteriminde, günümüzde de kullanılan biçimler geliştirdi.

ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI
Compendium musicae (1618; Müzik Özeti),
Traite de l’homme (1644; İnsan Üzerine İnceleme),
Les Lettres de Rene Descartes (1657, 3 cilt; Ahlak Üzerine Mektuplar, 1945, 1966),
Le Monde ou traite de la lumiere (1701; Tabiat Işığı ile Hakikati Arama, 1945, 1966).
kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2017 22:47
Biyografi Konusu: Rene Descartes nereli hayatı kimdir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  dekart1.jpg
Gösterim: 2829
Boyut:  25.3 KB
René Descartes
(Röne Dekart okunur) (31 Mart 1596-11 Şubat 1650) Fransız matematikçi, bilimadamı ve filozof. Batı düşüncesinin son yüzyıllardaki en önemli düşünürlerinden biri.


Sponsorlu Bağlantılar
1596 yılında La Haye (şimdi Descartes), Touraine, Fransa'da doğan ünlü düşünür, eğitimini Anjou'da bulunan bir Cizvit kolejinde gördü. Sağlık bakımından zayıf olan Descartes, özellikle çocukluğunda sık sık hastalıklarla boğuştu. 1616 yılında Poitiers Üniversitesinden hukuk diplomasını aldı. Gençlik yıllarında çeşitli dönemlerde orduda hizmette bulundu. Bu hizmetlerin dışında Avrupa'nın birçok ülkesine yolculuklar yapıp, çeşitli şehirlerde yaşadıktan sonra 1628 yılında Fransa'ya geri döndü ve felsefe ve optik üzerine değişik deneyler yaptı. Aynı yıl Hollanda'ya yerleşti.

Hayatı boyunca sabahları geç kalkma alışkanlığı oldu. 1649 yılında, zamanın İsveç Kraliçesi Christina'nın davetiyle Stockholm'a yerleşti ve burada kraliçeye dersler vermeye başladı. Kraliçenin isteğiyle, filozofun uyanık olmaya alışık olmadığı kadar erken bir saat olan, sabah beşte yapılan dersler ve ülkenin soğuk iklimi yüzünden Descartes, İsveç'e gelişinin birkaç ay ardından 11 Şubat 1650'de zatüreden dolayı yaşamını yitirdi.

Descartes bilime ve matematiğe önemli katkılarda bulunmuştur. Optikte yansımanın temel kanununu bulmuştur; geliş açısı gidiş açısına eşittir. Matematiğe olan en büyük katkısı ise analitik geometri üzerine olmuştur. Cebirin geometriye uygulanması üzerine çalışmıştır. Kartezyen Geometri ifadesini ortaya atmıştır. Eğrileri onları üreten denklemlere göre sınıflandırmıştır. Alfabenin son harflerini bilinmeyen çokluklar için, ilk harflerini de bilinen çokluklar için kullanmıştır.

Descartes'ın felsefe tarihindeki önemi, kilise odaklı orta çağ felsefesini içinde bulunduğu darboğazdan çıkarıp Yeni Çağ'a taşımasından kaynaklanmaktadır. Descartes'ın çalışmaları "Akılcılık" akımının doğmasına yol açmıştır.

Başta Spinoza ve Leibniz olmak üzere eserleri pek çok önemli filozofu etkilemiştir.

Filozofun görüşleri, başta "Düşünüyorum öyleyse varım" (Cogito ergo sum) çıkarımı olmak üzere, günümüzde de halen pek çok eserde alıntı olarak bulunabilmektedir.

Düşünceleri kendinden sonraki bütün filozofları etkilemiştir. 17 ve 18. yüzyıllarda Descartes'ın etkisi kolayca görülebilir. Locke, Hume, Leibniz ve Kant; Descartes'ın düşüncesine yanıt vermeye çalışmışlardır.

Bu bakımdan modern felsefenin babası sayılmaktadır.

Eserleri
  • * Metot üzerine konuşma (Discours de la méthode)
  • * Metafizik düşünceler (Meditationes de prima philosophia)
  • * La Géométrie
  • * Le Monde, ou Traité de la Lumière
  • * La Dioptrique
  • * Les Météores
  • * Musicae compendium (1618)
  • * Regulae ad directionem ingenii (1628)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2017 21:09
Blue BooL - avatarı
Blue BooL
Ziyaretçi
3 Ekim 2006       Mesaj #3
Blue BooL - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Descartes3.jpg
Gösterim: 1165
Boyut:  56.9 KB
Descartes
, Yeni çağ biliminin kurucusu, Yeni çağ felsefesinin ilk ve en büyük sistemcisidir. Rasyonalist bir filozof olan Descartes, bilgiyi ancak “Kendini Bilme” de bulabileceğimizi söylemiştir.Ona göre ruhumuzda deneyden önce de yerleşik düşünceler vardır.


17 Yüzyılın en önemli ve neredeyse bir çağ başlatıcısı konumunda olan Descartes’e göre insan düşündüğü için vardır. Ünlü sözü,“Cogito Ergo Sum”, “Düşünüyorum Öyleyse Varım” önerisi ile bugün bizim “bilinç” dediğimiz şeyi anlatmak istemiştir. Yani bilincimizi bilmemiz en sağlam doğrudur. Çünkü, insanın kendi bilincini doğrudan doğruya yaşaması olgusu, en sağlam bilgi ve temel doğrudur.

Bununla Descartes şunu da söylemek istiyor; Her bilgide bir içeriğin bilinci saklıdır; bu içerik de başka bir şeyin, bilincimizin dışında bulunan bir şeyin işaretidir. Bilincin dışında bulunan obje de Tanrı’dır. En yetkin varlık olan Tanrı kavramı bize nereden gelmiş olabilir? Biz bu düşünceyi kendimiz yaratmış olamayız, biz eksik ve sınırlıyız. Sonsuz ve en yetkin varlık düşüncesini nasıl kendimizden yaratabiliriz? Bu da olmayınca geriye ancak şu kalır; Tanrı düşüncesi ruhumuza sonsuzluktan yani Tanrı’nın kendisi tarafından yerleştirilmiştir. Descartes’e göre ruhun özü, öz niteliği düşünme yani geniş anlamıyla bilinç idi. Yalnız bir filozof değil, aynı zamanda döneminin en iyi matematikçisi, olan Descartes çalışmaları ve felsefesi ile bir çağa imza atmış çok önemli bir düşünürdür.

Descartes ve Analitik Geometri
Çoğu Batılı matematikçiler; analitik geometriyi, Fransız matematikçi ve filozofu René Des-cartes (1596 - 1650) ile başlatırlar. Bu konuda denir ki: "Descartes cebir'i geometriye soktu ve analitik geometriyi kurdu". Descartes'in kurduğu analitik geometri, zihniyet bakımından eski Yunanlıların, geometri yardımıyla aritmetiği kavramak istemelerinin tam tersine olarak, geometriyi aritmetik ve cebirle sistemleştirip kavramadan çıkmıştır.

Geometrik sorunlar, ancak cebri bir incelemeye müsait oldukça analitik geometride yer alırlar. Descartes'in 1637 yılında yayımlanan La Géométri'de bulunan analitik geometri konuları, Descartes'ten 1000 yıl daha önceki yıllarda yazılmış, geometri ve cebir kitaplarında vardı. Descartes önceki yıllarda bilinen, analitik geometri konularını müstakilleştirmiş ve kısmen de genişletmiştir.Descartes; bir doğru üzerinde, başlangıç olarak aldığı, bir noktanın, sağında pozitif, solunda da negatif büyüklükleri göstermeyi esas alan geometrik bir anlam vermiş ve cebir ifadeleri içinde göstermeyi başarmıştır.
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2017 22:50
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
25 Kasım 2006       Mesaj #4
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Fransız filozof ve matematikçisi (1596-1650).
Ad:  renedescartes4.jpg
Gösterim: 963
Boyut:  34.4 KB

Descartes, 1628'den itibaren, on beş yıl süren geziler, savaşlar ve serüvenlerden sonra yerleştiği Hollanda'da, batı düşüncesini altüst eden bir felsefe sistemi kurdu.

Öğrendiğinin, gördüğünün, duyduğunun, inandığının hepsini birden büsbütün silerek, her şeyden kuşkulanmağa başladı. Yalnız tek bir şeyden emindi: düşüncenin varlığı («düşünüyorum, o halde varım!»). Buradan hareketle, evrenin açıklamasını yaptı.

Metot Üzerine Konuşma'da (1637) hep karmaşıktan basite inerek, gerçeği kuşatmaya yarayacak kuralları bir bir saydı.

Felsefeyi, bütün inceleme kitaplarının Latince yazıldığı bir çağda, Fransızca yazarak ve «sağduyu dünyada en iyi bölüştürülmüş şeydir» diyerek, herkesin, uzman olmayanların bile anlayabileceği bir duruma indirgedi.

Descartes her tür araştırmanın pratik niteliği üzerinde ısrarla durur. Ona göre en önemli bilimlerden mekanik, insanlara yardım edecek makineleri yapma sanatı; tıp, vücudu ve ruhu tedavi etme sanatı; ahlâk, mutlu yaşama sanatıdır.

Descartes, zamanının bilginleriyle, hükümdarlarıyla ve soylularıyla ilişki kurmuştur. Ona hayran olan İsveç kraliçesi Kristina, Descartes'ı sarayına davet etti. Descartes, elli dört yaşında Stockholm'de öldü.

ESERLERİ

Aklın idaresi için Kurallar, Metafizik Düşünceler, Felsefenin ilkeleri, Ruhun Tutkuları.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2017 22:50
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Eylül 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  dekart2.jpg
Gösterim: 1873
Boyut:  27.2 KB

Rene DESCARTES


(1596-1650)

Çağdaş felsefenin öncüsü olarak bilinen Fransız düşü­nür ve bilim adamı Rene Descartes taşralı bir devlet görevlisinin üçüncü çocuğu olarak Touraine bölgesinin La Haye kentinde dünyaya geldi. Daha bir yaşındayken annesini yitiren Descartes, sekiz yaşına kadar özel öğretmenlerce yetiştirildi. 1604'te Cizvitler'in yönetimindeki La Fleche okuluna girdi. 10 yıl öğrenim gördüğü bu okulda Yunan ve Roma klasiklerinin yanı sıra, Fransızca, müzik, ti­yatro, binicilik ve eskrim gibi çok çeşitli konulara eğilme fırsatı buldu. Ortaçağın din­sel öğretiye dayalı felsefesi ile tanıştı. En çok da matematiğe ilgi duydu. Descartes öğren­dikçe cahilliğinin bilincine varıyor, doğruyu yanlıştan ayırmaya çabalıyordu. Daha sonra Poitiers'de hukuk öğrenimi gören Descartes tüm Avrupa'yı kapsayan bir geziye çıktı. Bu gezi sırasında dönemin en önemli bilginle­rinden bazılarıyla tanıştı.

1629'a gelinceye kadar bilimsel sorunların çözümüne ilişkin önemli yöntemler keşfetti. 1619'da gördüğü bir düşten sonra bütün bilimlerin birbiriyle "sanki bir zincirle" bağlı olduğunun; fizik biliminin geometri diliyle ifade edebileceğinin farkına vardı. Descartes' ın bilime yaklaşımı kuşkulanarak, yani dü­şünerek her şeyi sorgulamak, her şeyin köke­nine inerek yeni baştan ele almaktı denebilir. Cogito ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım) önermesiyle dile getirdiği, "Düşün­mek var olmaktır" gerçeğiydi. Bilimsel yön­temini, 1628'de yazdığı ve ancak 1701'de yayımlanan Aklın İdaresi Hakkında Kurallar (Regulae ad directionem ingenii) açıkladı.
Descartes'ın düşünceleri çağdaş bilimsel araştırmanın, akılcılık felsefesinin ve analitik geometrinin başlangıcını oluşturdu. En ünlü yapıtı. Aklını iyi Kullanmak ve Bilimlerde Doğruyu Bulmak için Metot Üzerine Konuş­ma'da (Discours de la methode pour bien conduire sa raison et chercher la verite dans les sciences; 1637) bilgi edinmenin doğru yolu için kuralları ayrıntılarıyla açıkladı.

Ne var ki, Descartes'in düşünceleri kendi çağında, özellikle bilim üstüne tartışılmaz inanışları olan Katolik Kilisesi'nce devrimci ve tehlikeli görüldü. İtalyan astronomi bilgini Galileo gibi, Katolik Kilisesi'nin inanışlarını sorgulayan bir kimse bu inanışlara karşı gelmiş sayılıyordu. Bu nedenle Descartes 1628-49 yılları arasında Katolik inancın daha az etkili olduğu Hollanda'da yaşamayı yeğ­ledi.

Descartes'ın ünü İngiltere, Almanya ve İsveç'e yayıldı. 1649'da İsveç Kraliçesi Kristina, kendisine felsefe öğretmesi için Descartes'ı İsveç'e çağırdı. Yaşamı boyunca sağlıklı olmayan Descartes, oldukça sert geçen İsveç kışına dayanamayarak soğuk algınlığından öldü.

Düşünüyorum, öyleyse varım.
Kesin olan bir şey var.
Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek.
Şüphe etmek düşünmektir.
Düşünmekse var olmaktır.
Öyleyse var olduğum şüphesizdir.
Düşünüyorum, o halde varım.
İlk bilgim bu sağlam bilgidir.
Şimdi bütün öteki bilgileri
bu bilgiden çıkarabilirim.

Bizim çıkış noktamız bireyin öznelliğidir.
Çıkış noktamızdan bakıldığında
‘düşünüyorum öyleyse varım’
gerçeğinden başka bir gerçek olamaz.
Herhangi bir gerçekten önce,
bir mutlak gerçek olmalıdır.
Bu gerçeği kavramak basittir,
zira bireyin varlığında mevcuttur.

~ Rene Descartes
MsxLabs.org & Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Aralık 2017 19:11
pesimist - avatarı
pesimist
Ziyaretçi
2 Nisan 2011       Mesaj #6
pesimist - avatarı
Ziyaretçi
Descartes
Ad:  dekart3.jpg
Gösterim: 2963
Boyut:  16.8 KB

Modern felsefenin ve analitik geometrinin kurucusu olan Descartes (1596 - 1650) için de, Bacon'da olduğu gibi, amaç doğayı egemenlik altına almaktır. Çünkü insan ancak o zaman mutlu olabilir. Fakat doğa, skolastiğin sağladığı bilgilerle egemenlik altına alınamaz. Böylece Descartes'ın da skolastiğin insanı yanlışa götürdüğünü düşündüğü anlaşılmaktadır. Ona göre, bunun iki nedeni vardır.
  1. Skolastiğin kavramları açık ve seçik değildir.
  2. Bu yöntem doğru bilgi elde etmeye uygun değildir.
Böylece Descartes yeni bir yönteme gereksinim olduğunu belirtir. Çünkü ona göre doğruyu yanlıştan ayırt etme gücü, yani akıl (sağduyu) eşit olarak dağıtılmıştır. O halde bu kadar yanlış bilginin kaynağı akıl olamaz. Böylece Descartes, insanların yanlışa düşmelerinin tek nedeninin doğru bir yönteme sahip olmamaları olduğu sonucunu çıkarır.

Bundan sonra yöntemini kurmaya çalışan Descartes, öncelikle bu konuda kendine nelerin yardımcı olacağını araştırır ve iki şeyin bulunduğuna karar verir:
  1. Klasik mantık
  2. Eskilerin kullandığı Analiz
Descartes, eskiden beri kullanmakta olan bu iki yöntemden klasik mantığın, bilinenleri başkalarına öğretmekte, genç zekaları çalıştırmakta ve onlara bir disiplin kazandırmakta yararlı olduğunu, ancak yeni bir bilgi elde etmekte işe yaramadığını belirtir. Çünkü ona göre, bu mantıkta biçim ve içerik ayrılmıştır. Oysa ki bilgide biçim ve içerik iç içedir.

Eskilerin kullandığı analize gelince, Descartes, Platon'dan beri eskilerin matematiğin en yalın bilim olduğunu ve diğer bilimlerin temelinde yer aldığını, fakat kendi dönemindeki matematiğin bu özellikten yoksun bulunduğunu belirtir. Bunun üzerine eskilerin matematik çalışmalarını incelemeye koyulur ve Papus'un Matematik Koleksiyonları adlı kitabında kanıtlamanın iki boyutundan söz edildiğini belirler. Bunlar analiz ve sentezdir.

Descartes bu iki yoldan analizin daha doğru olduğuna karar verir. Matematikle ilgili çalışmaları sonucunda da analitik geometriyi bulur. Burada esas olan bir cebir denkleminin bir geometrik şekille anlatılmasıdır. Descartes'ın bu önemli buluşundan sonra diğer önemli bir katkısı da geometri ile cebir arasında kurduğu paralelizmin aynı şekilde matematik ve diğer bilimler arasında da kurulabileceğini belirtmesidir. Çünkü ona göre her hangi bir bilimde bir şeyi bilmek demek aslında sayı ve ölçüden başka bir şey değildir. Bundan dolayı da bütün bilimlerde tek bir yöntem uygulamak olanaklıdır. Bu da matematiksel yöntemdir. Böylece ilk defa bütün bilimlerin yönteminin tek bir yöntem olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle Descartes'ın yöntemine evrensel matematik yöntem denmiştir.

Descartes bu yöntemini dört kuralla temellendirmiştir.

Apaçıklık Kuralı:


Doğruluğu apaçık bilinmeyen hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek, yani acele yargılara varmaktan ve ön yargılara saplanmaktan çekinmek, yargılarda ancak kendilerinden kuşkulanılmayacak derecede açık ve seçik olarak kavranılan şeyleri bulundurmak.

Bu kuralda dikkat çeken en önemli yön insanın bir konuyu araştırmaya başlarken, ön yargısız davranmasının gerekliliğidir. Bu ise oldukça zordur. Çünkü insan hem doğuştan getirdiği, hem de yaşamı boyunca edindiği pek çok ön yargıya sahiptir. Bunu aşmak ise çok zordur. Ancak Descartes bunun için yöntemsel kuşkuculuk'u önerir

Bu yöntemin esası, sağlam bir nokta buluncaya kadar sezişle apaçık olarak kavranılamayan her şeyden kuşku duymaktır. Bu yönüyle kuşkucuların yöntemlerinden tamamen farklı olan yöntemsel kuşkuculuk, Descartes'ın deyimiyle, gerçeği, yani kayayı bulmak için gevşek toprak ve kumu atmak amacına dayanır. Böylece elde edilen bilgi artık kendisinden kuşku duyulmayan, apaçık olarak kavranılan, doğruluğuna güvenilen bilgi olacaktır.

Analiz Kuralı:


Bu kural incelenecek problemlerden her birini, olanaklar ölçüsünde ve daha iyi çözümlemek için gerektiği kadar parçalara ayırmayı belirtir, yani karmaşık ve karanlık olan önermelerden, basamak basamak daha yalın önermelere inmek ve daha sonra bu yalın önermelerden başlayarak daha karmaşıkların bilgisini elde etmektir.

Sıra Kuralı:


En yalın ve bilinmesi en kolay şeylerden başlayarak, tıpkı basamak basamak bir merdivenden çıkar gibi, derece derece daha karmaşık olanların bilgisine yükselirken, doğaları gereği ard arda sıralanmayan şeyler arasında bile bir sıra olduğunu öngörerek düşünmeyi yürütmektir.

Sayış kuralı:


Bu kural hiçbir şeyin unutulup atlanmadığından emin olmak için, her yönden tam sayış ve genel tekrar yapmayı belirtir. Burada dikkat edilmesi gereken dört nokta vardır. Sayışın sürekli, kesiksiz, yeter ve sıralı olması.

Descartes'ın bu analiz ağırlıklı, yöntemsel kuşkuculuğa dayanan yöntemi, felsefe için gerçekten çok yenidir. Bu anlamda o, modern felsefenin kurucusu kabul edilmiştir. Ancak onun bu başarısını bilimde de gösterdiğini söylemek zordur. Çünkü bilim anlayışında önemli yanlışlar vardır. Aslında bilimlere matematiğin uygulanabileceğini belirtmesi önemlidir. Örneğin fiziği matematiğe, daha doğrusu geometriye indirgemeye çalışması yanlıştır. Çünkü modern bilim anlayışında bilimlerin inceleme alanlarını geometrik nesnelere indirgemek, yani yalnızca yayılım olarak düşünmek olanaksızdır. Bundan dolayı da, Descartes'ın anladığı anlamda matematiksel yöntem bilimlerde başarıyla uygulanamaz.

Bilimin yöntemi ve kartezyen felsefe sistemiyle ünlü olan Descartes, aynı zamanda büyük bir matematikçidir. Cebirsel işlemleri geometriye uygulayarak analitik geometriyi kurmuştur. O zamana kadar geometri ve cebir problemleri kendi özel yöntemleri ile ayrı ayrı çözülmekteydi. Ancak Descartes, cebir ve geometri arasındaki bu mesafeyi ortadan kaldıran, cebiri geometriye uygulayan genel bir yöntem ileri sürdü. Descartes'ın bu yönteminin iki amacı vardı:
  1. Cebirsel işlemlerle, geometriyi şekil kullanımından kurtarmak.
  2. Cebir işlemlerine geometrik yorumlarla anlam kazandırmak.
Descartes bu bağlamda, ilk defa koordinat geometrisi fikrini şekil de görüldüğü gibi ifade etti.

Buna göre, ox ve oy doğruları, o noktasında (orijinde) birbirlerini dik olarak keserler. Bu doğrular, aynı düzlemde bulunan bir P noktasının konumunu belirlemek için eksenler olarak kullanılır. P noktasının konumu, eksenler üzerinde OM=x ve PM=y uzaklıkları ile belirlenir. Yani P(x,y) noktasının tanımlanabilme koşulu x ve y gibi iki parametre yardımıyla sağlanmaktadır. x ve y uzaklıklarına P noktasının koordinatları denir. x ve y arasındaki farklı münasebetler aynı düzlemde farklı eğrilere tekabül eder. Böylece, eğer y, x ile orantılı olarak büyürse, yani y=kx olursa, bir doğru parçasını ve y=kx2 olursa, bir parabolü temsil eder. Bu tür denklemler cebirsel olarak çözülebilir ve bulunan neticeler geometrik olarak yorumlanabilir. Bu şekilde, daha önce çözülemeyen ya da çok güçlükle çözülebilen pek çok fizik probleminin çözümü bundan sonra (örneğin Newton'da) mümkün olmuştur.

Descartes bütün fiziğin bu şekilde geometrik ilişkilere indirgenebileceğini düşünerek, bütün evreni matematiksel olarak açıklamaya çalışmıştır.

Descartes fizik ve evrenbilimle de ilgilenmiş ve 1644 yılında yayımladığı Principia Philosophia (Felsefenin İlkeleri) adlı Latince yapıtında ileri sürmüş olduğu Çevrimler Kuramı ile Newton'dan önce evrenin yapısı ve işleyişine ilişkin mekanik bir açıklama getirmişti; bu yapıt, daha sonra Fransızca'ya çevrildi ve Avrupa düşüncesi üzerinde çok etkili oldu.

Aristotelesçi hareket düşüncesi, gezegenleri yöneten gücün, aynı zamanda onları ileriye doğru sürükleyen güç olduğunu benimsiyordu. Aslında Yunan Mitolojisi'ne, yani bir savaş arabası ile atlarla donanmış Apollon (Güneş) tasarımına dayanan bu inanç Hıristiyan Mitolojisi tarafından da benimsenmiş, ancak atların yerine meleklerin gücü geçirilmişti. Diğer taraftan 16. yüzyılın önde gelen gökbilimcilerinden Tycho Brahe ve yandaşları, Aristotelesçi Evren Kuramı'na sonradan eklenen ve gökcisimlerini taşıdıklarına inanılan saydam ve katı kürelerin bulunmadığını gözlemsel olarak kanıtlamışlar ve böylece büyük bir sorunun doğmasına sebebiyet vermişlerdi: Şâyet gökcisimlerini saydam ve katı küreler taşımıyorsa, ne taşıyordu? Mekanik oluşumları, maddenin madde üzerindeki etkisiyle açıklamak gerektiğini düşünen Descartes, uzayın boş olmadığı görüşüyle birlikte, bir cismin devinebilmesi için gerekli olan kuvvetin başka bir cisim tarafından sağlanması gerektiği görüşünü de gelenekten almıştı; fakat artık atları ve melekleri kullanmıyordu. Bütün gezegenlerin, akışkan özdekle dolu bir uzayda oluşan çevrimlerin, yani girdapların veya hortumların merkezinde bulunduğunu savunuyordu. Bu çevrimlerin dönüşü, merkezlerinin yakınında çok hızlıydı ve gezegenlerin eksenleri çevresinde dönmelerini sağlıyordu. Çevrimlerin dış kısımları ise, gezegenlerin sahip oldukları uyduları dolandırıyordu. Yerel gezegensel çevrimler, merkezinde Güneş'in bulunduğu daha geniş bir çevrimin içine oturmuştu; öyle ki bu çevrim, gezegenleriyle birlikte diğer çevrimlerin düzenli bir biçimde Güneş'in çevresinde dolanmasını sağlıyordu.

Bu kuram çok akıllıca ve ilk bakışta çok çekiciydi; çünkü başka olguların yanında Yersel dönüş sırasında neden güçlü hava akımlarının oluşmadığını ve küçük cisimlerin neden Yersel çevrim merkezine doğru gittiklerini veya düştüklerini açıklayabiliyordu.

Bir varsayım, öndeyilerinin doğruluğu ile yargılanmalı ve değerlendirilmelidir. Descartes'ın varsayımının güçsüzlüğü, matematiksel olarak işlenememesi ve bu nedenle yeterli düzeyde denetlenememesi ve sorgulanamamasından kaynaklanıyordu; ama matematiksel olarak gösterilemediği için denetlenmesi ve sınanması olanaksızdı. Akışkanların devinimine ilişkin sorunlar, 17. yüzyıl matematiğinin dışında kalıyordu. Descartes'ın varsayımından yararlanarak, Güneş'e daha yakın olan gezegenlerin daha hızlı hareket etmeleri gerektiğini öngörmek olanaklıydı; fakat gezegenlerin uzaklıkları ile dolanım süreleri, yani periyotları ararsında bulunması gereken kesin ilişkiyi ve bağlantıyı öngörmek olanaksızdı. Ayrıca, karmaşık bir çevrimler dizgesinde, bir gezegenin çizdiği yörüngenin biçimini öngörmek de mümkün değildi. Gezegen devinimlerine ilişkin yasalar, Kepler tarafından matematiksel bir kesinlikle ortaya konulmuştu ve artık Kepler Yasaları'nın kendisinden çıkarsanacağı doyurucu bir mekanik kurama gereksinim duyulmaktaydı; bulanık ve niteliksel bir biçimde gezegen devinimlerinin temel özellikleriyle ilgilenen kuramlar, artık ömürlerini tamamlamışlardı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Aralık 2017 19:14
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
16 Haziran 2011       Mesaj #7
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Rene Descartes
Doğum: 1596, La Haye - Touraine
Ölüm: 1650, Stockholm
Fransız filozofu, bilgini ve matematikçisi.

Analitik geometrinin ve Francis Bacon ile birlikte modern felsefenin kurucusudur. La Flèche'deki Cizvit kolejinde eğitildi. Poitiers'de hukuk okudu. Meslek seçmede kararsız kaldı, iki yıl askerliği denedi, ardından Avrupa'da uzun yolculuklara çıktı. 1629'da Hollanda'ya gitti ve 20 yıl orada kaldı. Kendisini üne kavuşturan yapıtlarını yayımladı.

Descartes'a büyük hayranlık duyan İsveç Kraliçesi Kristina onu Stockholm'e çağırdı. Descartes burada zatürreden öldü.

Descartes'ın ilk önemli yapıtı "Regulae ad Directionem İngenii"dir (Zihnin Yönetimi İçin Kurallar, 1631). Kitap on ikişer kurallık üç bölüme ayrılmıştır. Bu durumda elimizde otuz altı kural olması gerekirdi. Oysa Descartes on sekiz kuralı işlemiş, on dokuzuncu, yirminci, yirmi birinci kuralları söylemekle yetinmiş, kalanına dokunmamıştır. Descartesçı yöntemin temel biçimsel özelliklerini ortaya koyan bu kitap yarım kalmıştır.

"Traité du Monde ou de la Lumière" (Dünya ya da Işık İncelemesi, 1633) fizik dünyayla ilgili açıklamaları içerir. "Discours de la Méthode"da (Yöntem Üzerine Konuşmalar, 1637) skolastik düşünceye karşı çıkarak kendi yöntemini ortaya koyar, buna göre bilgi için sağlam temeller aramak yolunda olumlu kuşkuculuğunu geliştirir. Descartesçı metafizik bu kitapta kurulmaya başlamıştır. "Méditations touchant la Première Philosophie" (İlk Felsefeyle İlgili Düşünceler, 1641) altı bölümlük bir çalışmadır. Birinci bölümde bütün bilgilere kuşkuyla yönelişini, ikinci bölümde insan zihninin doğasının incelenişini, üçüncü bölümde öznenin ve nesnenin temeli olarak Tanrı kavrayışının ele alınışını, dördüncü bölümde doğru ve yanlış kavramlarının açıklanışını, beşinci bölümde maddesel şeylerin özünün Tanrı kavrayışına bağlı olarak araştırılışını, altıncı bölümde maddesel şeylerin varoluşunun ve ruh ile cisim ayrımının belirlenişini buluyoruz.

"Principia philosophiae" (İlk Felsefe, 1644) adlı yapıtında Descartes daha önceki çalışmalarını açıklar ve felsefesinin kapalı kalmış noktalarını aydınlatmaya çalışır. "Les Passions de l'Ame" (Ruhun Tutkuları, 1649) ruhbilimsel verilerin değerlendirilmesine dayalı bir ahlâk araştırmasıdır.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2017 00:07
sade - avatarı
sade
VIP hazan
3 Aralık 2012       Mesaj #8
sade - avatarı
VIP hazan
Ad:  1René Descartes.jpg
Gösterim: 2108
Boyut:  20.5 KB
Rene Descartes Kimdir?

Fransız düşünür, yazar, bilim adamı ve matematikçi. Modern psikolojinin ve matematiğin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Kendisinden sonraki bilim adamlarına ve filozoflara ilham kaynağı olan teorileriyle, bilimin günümüz seviyesine ulaşmasında büyük rol oynamıştır. Düşünsel alanda matematiksel açılımlardan yararlanarak, doğrudan ortaya çıkan ve doğruluğu tartışılmaz kesin-mutlak birtakım bilgilerin var olduğunu savunmuş; bu savını da "Düşünüyorum, öyleyse varım" şeklindeki ünlü söylemiyle ortaya koymuştur. Bilimsel devrimin baş aktörlerinden biri sayılan Descartes, "Kartezyen koordinasyon sistemi"ni (kartezyanizm) geliştirerek, özellikle düzlem geometrisinin ve matematiğin evrimsel sürecine çok büyük katkıda bulunmuştur.

Rene Descartes, 31 Mart 1596 tarihinde, Fransa'da, bugün kendi adıyla anılan ve Indre-et-Loire'e bağlı olan La Haye'de, varlıklı bir ailede dünyaya geldi. Doğumundan bir yıl sonra annesinin tüberkiloz nedeniyle vefat etmesinin ardından, Brittany Yüksek Mahkemesi'nde yargıç olan babası Joachim başka bir bayanla evlendi ve Descartes üvey annesi tarafından yetiştirildi. On yaşına geldiğinde, Anjou kentine bağlı La Fleche'de bulunan ve ileride Avrupa'nın en iyi okullarından biri olduğunu belirteceği, Royal Henry-Le-Grand adlı bir Cizvit kolejine gönderildi. Sağlığının zayıf olması nedeniyle, öğretmenleri tarafından yatılı okuması öngörüldü. Kendisini iyi hissedene kadar yatakta kalmasına izin verildiğinden, büyük ilgi duyduğu matematik çalışmalarına ağırlık verdi. Okulda verilen eğitim Latince ve Yunanca üzerinde yoğunlaştığı için, bu dilleri iyi derecede öğrenme fırsatı oldu; dolayısıyla ilerleyen zamanlarda, eski bilimsel ve düşünsel çalışmaları incelemesinde bu eğitimin büyük faydasını gördü.

Gezmeye, yeni yerler görmeye ve yeni şeyler öğrenmeye oldukça fazla merak duyan Descartes, 1612 yılında, liseden mezun olduktan sonra birkaç arkadaşıyla birlikte Paris'e gitti. Görkemli şehrin büyüsüne kapılarak, bir süre pervasızca yaşadı. Ardından, kendisi gibi matematikle ilgilenen iki arkadaşıyla tesadüfen karşılaşınca, onların şehre geliş amacına uydu ve bilimsel araştırmalara daldı. Üniversite eğitimine kadar geçen süre boyunca, özellikle arkadaşı Mersenne ile birlikte durmaksızın matematik üzerine araştırmalar, çalışmalar yaptı. Burada bulunduğu süre içerisinde, dönemin ünlü matematikçilerinden Mydorge'yle tanışması, ufkunu genişletti.

Eğitim hayatı boyunca özellikle klasik edebiyat, tarih, retorik ve felsefe alanlarında kendini geliştirdi. Babasının yönlendirmesiyle, Poitiers Üniversitesi'nin hukuk fakültesine girdi ve 1616 yılında mezun oldu. O dönemde Avrupa kaynayan bir kazan gibiydi. Her yerde dini temelli bölgesel çatışmalar vardı ve çok sayıda savunma amaçlı askeri birlikler türemişti. Bu siyasi ve toplumsal çalkantılar nedeniyle, soylu ailelere mensup gençlerin kilise ya da orduya katılması popüler hale gelmişti. Dolayısıyla Descartes da, toplumsal statüsünü sağlamlaştırmak için orduya katılmaya karar verdi. Liseden mezun olduktan iki yıl sonra, 1618'de, Hollanda Prensi Orangeli William ve ülkesini İspanyol işgalinden kurtarmak için düzenlediği seferlerle ilgili heyecanlı rivayetler duyunca, macera arayışına ve gezme hevesine kapılarak, prensin davetine uydu ve oraya yerleşti. Hollanda Birleşik İller (Nassau) Prensi olan Maurice komutasındaki Protestan Flemenk ordusuna hizmet etmeye başladı.

Asker olarak kayıt olduğu bu birlikte birkaç yıl geçiren Descartes, görevi sırasında, matematik ve fizik konularındaki yaratıcı yeteneğinin farkına varmasını sağlayacak kişi olan Isaac Beeckman'la tanıştı. İlk felsefik çalışmalarından olan "Compendium Musicae"yi 1618 yılında kaleme aldı ve Beeckman'a ithaf etti. 1619 yılının Kasım ayında, Almanya seyahati sırasında, fizikle ilgili problemlerin çözümünde, matematiksel bilgilerden yararlanmak üzerine kendisine ait bir vizyon geliştirdi. Descartes'ın vizyonu, insanlığın gelişimine mükemmel katkı sağlayacak bilimlerin temellerini keşfetmekti. Bu dönem, ünlü düşünürün hayatında bir dönüm noktasıydı ve analitik geometrinin gelişimi üzerine ortaya atacağı teorilerin düşünsel düzlemini oluşturduğu bir süreçti. Hayatının geri kalan bölümünü de, matematikle doğa arasındaki gizemli bağı çözmeye adayacaktı. St. Augustine'in (354-430) "özgür irade" kavramıyla ilgili de çalışmalar yapan filozof, Tanrı'nın iradesiyle eşit tuttuğu insan iradesinin, doğal bir yaradılış özelliği olarak, Tanrı'nın iradesinden bağımsız olduğunu ortaya atan teori üzerine derinlemesine düşündü.
Ad:  renedescartes3.jpg
Gösterim: 910
Boyut:  22.7 KB

Orange Prensi'nin hizmetinden ayrıldıktan sonra bir süre Danimarka, Polonya ve Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerini dolaşan Descartes, Otuz Yıl Savaşları'nın başladığı dönemde yeniden askeriyeye döndü ve bu defa Bavyera ordusunun Katolik Düküne hizmet etmeye başladı. Askeri bir görev için Ulm'de bulunduğu sırada, bilimlerin birlikteliği üzerine bir metodoloji geliştirdi. Askerlik yaşamı süresince sıcak çarpışmaya girmeyen Descartes için bu dönem, "büyük bir tembellik ve derbederlik" içerisinde, sadece düşünmeye, gezmeye, araştırmaya ve üretmeye yönelik kazançlar sağladığı bir dönemdi. Düşünsel eylemlere ve çeşitli bilimlere olan merakı gittikçe artan düşünürün en büyük amacı, dünyayı gezmek ve evrenle ilgili somut gerçeklere ulaşabilmekti. Bu yüzden hayatı boyunca pekçok yer gezmiş, orduda yer almış, bu süreçte birbirinden farklı statüdeki ve yaradılıştaki insanlarla uyuşmaya çalışmış, birçok konuda deneyim kazanmış ve kendini değişik koşullarda test etmişti. 1619 yılının Kasım ayında, şömineli sıcak bir odada, ileride üstüne simgesel anlamlar yükleyeceği ve yaşamının dönüm noktası olarak değerlendireceği ünlü rüyasını gördü.

1621'de, askerlik görevine Macaristan İmparatorluk ordusunda devam etmeye başladı. 1622 yılında, Fransa'ya geri dönerek Paris'e yerleşti; bir süre de Britanny'de kaldı. Ertesi yıl ailesinin yanına Poitou'ya giderek, annesinden üzerine kalan tüm mülkleri sattı ve hayatının geri kalanını refah içinde geçirebilmek; araştırmalarını, çalışmalarını yaparken maddi sıkıntı çekmemek için tüm gelirini (27.000 livre) bonolara yatırdı. Aynı yıl İtalya'ya doğru bir seyahat gerçekleştiren düşünür, 1627'ye kadar Paris'te ikamet etti.

1628'de, Hollanda'ya geri dönerek 1649 yılına kadar, düşünsel, bilimsel ve yazınsal dehasının en verimli dönemini burada geçirdi. Özellikle matematik, geometri ve felsefe üzerine çığır açacak teoriler üretti; buluşlar ortaya koydu, ünlü kitabı "Treatise on the World"ü (Kurallar) yazmaya koyuldu. Burada bulunduğu sırada, Kardinal Berulle ile tanıştı ve düşünsel teorilerini hayata aktarma konusunda, onun zengin ufkundan yararlandı. Dğer yandan da, hiçbir zaman bağını koparmadığı arkadaşı Mersenne ile yazışarak, çalışmalarıyla ilgili fikir alışverişinde bulundu. Beeckman ile dostluğunu sürdürdü ve Mydorge, büyük Frans von Schooten, Hortensius, Huygens gibi bilim adamlarıyla iletişim kurdu.

Sonraki iki yıl boyunca, Franeker ve Leyden'de, olgunluk (matrikülasyon) üzerine düzenlenen sınavlara girdiyse de, herhangi bir derece almakla ilgilenmedi. 1633 yılında, ünlü fizikçi Galileo'nun, Roma Katolik Kilisesi tarafından, dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ettiği ve dolayısıyla kilisenin yanlış bilimsel kanılarını yıkmaya çalıştığı iddiasıyla mahkum edilmesi nedeniyle, Descartes, dört yıllık bilimsel bir çalışmanın ürünü olan "Treatise on the World"ü (Kurallar) tamamlamış olmasına rağmen, yayımlamaktan vazgeçti (Kitap ölümünden yıllar sonra, 1701'de basıldı). Aynı dönemde, "Le Mond"un taslak çalışmasını bitirdi; fakat bunu da yayımlamadı.

Descartes hayatı boyunca evlenmese de, birlikte yaşadığı ve eskiden hizmetçisi olan Hollandalı sevgilisi Helene'den, 1635 yılında Francine adlı bir kız çocuğu dünyaya geldi. Ancak, Francine'in hayatı çok kısa sürdü ve 1640 yılında, beş yaşındayken hayatını kaybetti. Bu ölüm, ünlü düşünürü derinden sarstı.

Descartes matematik ve felsefe üzerine yoğunlaşan çalışmalarının meyvelerini vermeye devam ederek, bilimsel değeri çok yüksek birçok eser kaleme aldı ve bunları yayımladı. 1637 yılında, "Söylem" adlı eserini imzasız olarak yayımladı. 1640'da ise, "Meditasyonlar"ı çıkardı. 1643'de, Utrecht Üniversitesi tarafından sakıncalı bulunan "Kurallar", yerel otoritelerce, ateizm öğeleri içerdiği gerekçesiyle düşünürün mahkum edilmesine neden oldu. İki yıl sonra aynı üniversite, eser hakkında yapılacak tüm yanlı/yansız yorumları yasaklayarak, "nötr sansür" uygulaması getirdi. Aynı dönemde, Bohemya Prensesi Elizabeth'le uzun bir zaman devam edecek olan yazışmaları başladı. Prensesle, başta matematik, geometri, tıp, felsefe, metafizik olmak üzere çeşitli bilim dallarından siyasete kadar pekçok konuda fikir alışverişinde bulundular. Prensese ithaf ettiği "Felsefenin İlkeleri" adlı kitabını 1644'de Amsterdam'da yayımladı (Eser 1647 yılında Franzcaya çevrildi). Ardından Paris'e geçen Descartes, ünlü matematikçi ve fizikçi Pascal ile buluşarak, yeni çalışmalarını ve görüşlerini onunla paylaşma fırsatını yakaladı. Bu sırada, Fransa Kralı tarafından kendisine sunulan ikametgah ve yıllık gelir teklifini, çalışmalarını bağımsız ve esnek bir ortamda sürdürebilme maksadıyla geri çevirdi.

1649 yılında, "Ruhun Tutkuları" adlı kitabını tamamladı ve yayımladı. Aynı yılın Kasım ayında, eserlerinden çok etkilenen ve onun dehasından yararlanmak isteyen İsveç Kraliçesi Christina'nın ricasını kırmayarak, ona uzmanı olduğu konularda ders vermek üzere Stockholm'e yerleşti. Ancak kraliçenin talebi doğrultusunda derslerin, sabahın oldukça erken saatlerinde yapılması nedeniyle, hayatı boyunca geç kalkmaya alışkın olan Descartes'ın fizyolojik dengesi bozuldu. Bunun yanı sıra, yabancısı olduğu aşırı soğuk iklime uyum sağlayamayan vücudu bitkin düşerek zatürreeye yakalandı ve ünlü düşünür, 11 Şubat 1650 tarihinde, 54 yaşında hayatını kaybetti. Son sözleri, "İşte böyle ruhum, ayrılma zamanı geldi" oldu. Bazı araştırmacılar, aynı hastalıktan tedavi gören Fransa büyükelçisi Dejion A. Nopeleen'e hastabakıcılık yaptığı için, hastalığın Descartes'a da bulaştığını iddia ettiler. Ancak sonraları, doktor Eike Pies'in incelemelerine göre, ünlü düşünürün, kullandığı arsenik yüzünden vücudunun zehirlenerek zayıf düştüğü ortaya çıktı. Descartes'ın mezarı, 1667 yılında anavatanı olan Fransa'ya, Paris'e taşınmıştır.

Descartes, Batının o zamana kadarki düşünsel birikimini altüst etmiş; bilimde ve özellikle matematikte büyük gelişmelere neden olan düşünceleriyle yeni bir çığır açmıştır. Dinsel egemenliğin, anlamsız çatışmaların ve modern düşüncelere yönelik hoşgörüden uzak, bağnazca tutumların hüküm sürdüğü; aynı zamanda, Avrupa'nın düşünsel, sanatsal ve kültürel kabuk değişiminin gerçekleştiği bir dönemde yaşadı. Birçok alanda hayata geçirilen atılımlara, düşünce ve eserleri ile eşlik etti. Ortaçağı tarihe gömerek, modern bilimin rönesansını inşa edenler arasında yer aldı. Ulusçuluk anlayışının güçlü yükselişine rağmen, insanlığın "bilimsel düşünce" ile "akıl" ekseninde ortak bir paydada buluşabileceğinin altını çizdi. Felsefeye getirdiği farklı ve yenilikçi bakış açısıyla, modern felsefenin temellerini attı. Bu alandaki ilk çalışması, geometri, meteorlar, optik ve metot şeklinde dört bölümden oluşan "Denemeler" adlı eseridir.

Matematiksel çözüm yöntemlerini felsefeye uyarlamaya çalışan Descartes, temeli Yunanlı filozof Socrates tarafından atılan ve özellikle matematikle diğer pozitif bilim dallarında uygulama sahası bulan "tümevarım" metodunu, kendi düşünsel felsefesine adapte etmiştir. Mutlak bilgiye ulaşmakta, Antik Çağ Yunan düşünürlerinden kalan "şüpheci" (septisizm) bakış açısını yöntem edinerek, başta matematik ve analitik geometri olmak üzere, birçok alanda çeşitli buluşlar ortaya koymuştur. Tüm dışsal faktörleri bir kenara ayırarak, süpheci analizlerle, mutlak ve kesin doğru bilgilerin varlığını savunmuştur; ki ona göre, bu özelliği taşıyan tek şey "düşünce"dir. Doğruluğu tartışılamaz tek bilginin düşünce olduğunu; dolayısıyla diğer mutlak bilgilerin de bu düşüncelerden türediğini ortaya atmıştır. "Kuşku etmek düşünmektir" şeklinde bir çıkarımda bulunan Descartes, varlığı kesin olan tek şey düşünmek ise, düşünebilen bir yaratık olarak şüphe götürmez tek gerçeğin "varlığımız" olduğunu belirtmiş ve tümevarımsal bu bilgi kanunu, "Düşünüyorum, o halde varım" (Cogito, ergo sum; je pense, donj je suis) şeklindeki ünlü tümcesiyle ifade etmiştir. Elindeki bu ilk bilgiyi, sağlam bilgi olarak görmüş; artık yapması gereken tek şeyin, diğer bilgileri bu ham bilgiden türetmek olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu sonucun çıkış noktası ise, bireyin öznelliğidir. Çünkü, varlığı ifade eden düşünce, zaten bireyin kendisinde mevcuttur. Bu ham bilgiyle yola çıkan birey, diğer mutlak bilgileri bundan türetebilir. Düşüncenin zıddı ise, bedendir. Bu nedenle, dönemin hakim kıyafet şekli olan yeşil ipek giysileri bir kenara atarak, bedenini arka plana atmak istemiş ve düşüncenin baskınlığını simgesel olarak ifade etmek maksadıyla da, siyah giysileri tercih etmiştir.
Ad:  renedescartes1.jpg
Gösterim: 1323
Boyut:  50.7 KB

Geliş açısı ile gidiş açısının birbirine eşit olduğunu keşfederek, optiksel yansımanın temel kanunlarını geliştirmiştir. Cebiri, geometri çözümlemelerinde kullanmış; "Kartezyen" teoremini ortaya atarak, analitik geometrinin gelişimine büyük katkı sağlamıştır. "Eğri"lerin sınıflandırılmasında, onları ortaya çıkaran denklemleri baz almıştır. Matematiksel ve geometrik problemlerin çözümü için kurulan denklemlerde, "x, y, z" gibi alfabenin çok kullanılmayan son harflerini bilinmeyen çoklukları, "a, b, c" gibi çok kullanılan ilk harfleri de bilinen çoklukları ifade etmesi için kullanmıştır.

Descartes, tüm çalışmalarında ve araştırmalarında, doğru bilgiye ulaşmak amacıyla, karmaşıklıktan uzak durmaya ve herşeyi basite indirgemeye çalışmıştır. Bulduğu her bilgiye kuşkucu bir tavırla yaklaşmıştır. Bu konudaki düşüncelerinden, 1637 yılında kaleme aldığı, "Metot Üzerine Konuşma"da bahsetmiştir. Bilim dallarının pratik hayattaki işlevlerinin birbirinden farklı olduğunu vurgulayan düşünür, sadece bazı ortak yöntemlerin farklı amaçlar için uygulanabileceğini öngörmüş, dolayısıyla bilimlerin birlikteliğini savunmuştur.

"Hiçbirşey keşfedilemeyecek kadar uzak olamaz" diyen Descartes, evrenle ilgili düşüncelerini de bu görüşü çerçevesinde şekillendirmiştir. Ona göre, evren bir bilmecedir ve çözümü olmayan bir bilmece yoktur. Bu doğrultuda ihtiyaç duyulan tek şey, doğru bilgilere sahip olabilmektir ki, tüm pozitif bilimler de zaten bu ihtiyaca hizmet etmek için varolmuştur. Döneminin alışkanlıklarının tam tersine, bütün bilimsel değeri olan kitapların Latince yazıldığı bir yüzyılda, eserlerini Fransızca olarak kaleme almıştır ve "sağduyu"su olan her insanın rahatça anlayabileceği kadar basite indirgenmiş bir dil kulanmıştır.

Descartes'a göre gerçeklik, özü düşünme olan bir "zihin" (soyut) ile özü evrende bir yer kaplayan ve göreceli büyüklüğü olan "madde" (somut) şeklinde ikiye ayrılabilir. Bu anlamda düşünür, her zaman için zihni maddenin önüne koymuştur. Onun düşünce sisteminde, birtakım kavramların, bilgilerin kaynağı, yaratılıştır. Yani bunlar, doğuştan gelen ve doğruluğu, varlığı tartışılmaz gerçek bilgilerdir. Ona göre, Tanrı, zihin ve madde kavramlarının varlığı kesindir ve doğruluğu su götürmez bu kavramlar doğuştan gelir; sonraki deneyimlerden kaynaklanmaz. Felsefede mutlak bilgiye ulaşmanın tek yolu, kuşku edilmeyecek, açık ve net bir önermeye ya da kavrama varıncaya dek, herşeyden kuşku duymaktır.

Fizik ve doğa kanunları ile ilgili çalışmalar da yapmış olan Descartes, 1644 yılında Latince olarak kaleme aldığı "Principia Philosophia" (Felsefenin İlkeleri) adlı eserinde, "Çevrimler Kuramı" adını verdiği teorisiyle, evrenin yapısı ve doğa kanunlarının işleyişi ilgili çarpıcı bilgiler öne sürmüştür. Ondan sonra gelen ünlü fizikçi Isaac Newton için bu teori, temel bilgi kaynağı olmuştur.

ESERLERİ:
Compendium Musicae (1618 / Isaac Beeckman'a ithaf ettiği, müzik teorisinin kuralları ve müzik estetiğiyle ilgili çalışması)
Rules for the Direction of the Mind (Aklın İdaresi İçin Kurallar / 1626-1628: İlk olarak 1684'de yayımlanmıştır)
Le Monde (The World / 1633: Descartes'ın doğa felsefesiyle ilgili ilk sistematik çalışmasıdır)
Discours de la méthode (Metod Üzerine Konuşma / 1637: Optik, meteor ve geometriyle ilgili ilk çalışmasıdır)
La Géométrie (Geometri / 1637: Descartes'ın matematiksel çözümlemeler üzerine kaleme aldığı başlıca yapıtıdır)
Meditationes de prima philosophia (Meditasyonlar ya da Metafizik Düşünceler / 1641)
Principia philosophiae (Felsefenin İlkeleri / 1644: Aristotales'in eserlerinin yerini alması isteğiyle, Latince olarak yazdığı eseridir; sonraları üniversitelerde okutulmaya başlanmıştır)
The Description of the Human Body (1647 / Ölümünden sonra yayımlanmıştır)
Les passions de l'âme (Ruhun Tutkuları / 1649: Bohemya Prensesi Elizabeth'e ithaf etmiştir)
Correspondence (Yazışmalar / 1657: Ölümünden sonra, Descartes'ın yayımcısı Claude Clerselier tarafından yayımlanmıştır
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2017 22:55


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
10 Aralık 2015       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM

DESCARTES (Rene)

Ad:  rd.JPG
Gösterim: 1098
Boyut:  32.2 KB

fransız filozof ve matematikçi
(Lahey, bugün Descartes, indre-et-Loire, 1596 - Stockholm 1650).

Yüksek kilise görevlileri yetiştirmiş zengin bir burjuva ailesinin çocuğuydu; ’ La Flöche koleji'nde cizvitlerin öğrencisi oldu. Daha sonra bütün Avrupa’yı dolaştı. Meslek olarak önce askerliği seçti ve 10 kasım 1619’da, “soba"sının başında (daha doğrusu sobayla ısıtılmış bir odada), “eşsiz bir bilimin temellerini" attı; sonra bir süre kibar çevrelerin tadını çıkardı. Sonunda, uzun yıllar geçirdiği Hollanda’da, köşesine çekilerek yapayalnız yaşadı ve bu arada sık sık yer değiştirdi. Özellikle 1627'den sonra, kardinal Beruüe'ün önerisine uyarak kendini felsefe ve bilim çalışmalarına verdi. Yaşamının sonuna doğru, İsveç kraliçesi Christina'nın çağrısı üzerine Stockholm’e gitti ve 11 şubat 1650’de orada zatürreeden öldü.

Descartes'ın başlıca yapıtları şunlardır: latince yazdığı bir müzik özeti (Compendium musicae, 1618); gene latince yazdığı, ancak tamamlayamadığı ve ölümünden sonra yayımlanan Aklın idaresi için kurallar (Regulae ad direetionem ingenii) [1628’e doğru]; Galilei'nin, Papalık tarafından mahkûm edildiğini (1633) öğrenince yayımlamaktan vazgeçtiği le Monde ou te Traite de la lumiâre (Dünya ya da ışık üzerine inceleme) [Traite de l'homme (İnsan üzerine inceleme), bu kitabın bir bölümüdür], Descartes'ın en önemli üç felsefe yapıtıysa şunlardır: 1637’de fransızca yayımlanan ve le Monde (Dünya) adlı yapıttan seçilmiş olan Dioptrique (Işık kırılması), Möteores (Göktaşları) ve Geomâtrie (Geometri) üzerine üç denemeye önsöz yerini tutan Metot' üzerine konuşma (Discours de la möthode); önce latince (1641), sonra Luynes dükü ile Clerselier'nin çevirisiyle fransızca yayımlanan (1647) ve Descartes'ın metafiziğini ortaya koyan Metafizik düşünceler (Meditations mötaphysiques) ile buna bağlı olarak Objections et Reponses (Eleştiriler ve yanıtlar); 1644'te latince basılan, sonra 1647'de rahip Picot tarafından fransızcaya çevrilen ve descartesçı metafiziği ve bilimi öğretici bir sıralamayla sergileyen Felsefenin ilkeleri (Principia philosophiae). Bütün bu yapıtlara, fransızca yazdığı Passions de l’âme (Ruhun tutkuları, 1649) adlı incelemeyi ve o dönemin bütün aydınlarına ve bu arada prenses Elizabeth'e yazdığı Mektuplar'ı da eklemek gerekir.

"Aklını iyi kullanmak ve bilimlerde doğruyu aramak için” bir yöntem araştırmasına girişen ve insan bilgilerinin ortak bir temeli bulunduğuna inanan Descartes, şu ünlü benzetmeye başvurur: "Felsefenin bütünü bir ağaca benzer; ağacın kökleri metafiziği, gövdesi fiziği ve bu gövdeden çıkan dallar öbür bilimleri oluşturur ki, bunlar da, başlıca üç bilime, yani tıbba, mekaniğe ve ahlaka indirgenebilir." Descartes, matematik kesinliği tüm bilgi alanlarına yaymak ve bir evrensel matematik (malhesis universalis) kurmak istiyordu.

Bundan ötürü, filozof Descartes’ı, bilgin Descartes’tan ayıramayız; o bir bilgin olarak, ortaçağ biliminin kuşkulu ve kesin olmayan yanlarının yerine, gerçek bir bilimin sağlam temellerini koymak istedi; öyle ki, bu bilim sayesinde insan, “doğanın efendisi ve sahibi” durumuna gelebilecekti. Descartes, fizikte de, tıpta ve fizyolojide de, mekanikçi bir belirlenimciliğin temellerini attı (ileri sürdüğü makine - hayvan kuramı, tüm canlı cisimleri, otomatlara indirger). Pek çok konuda yanılmış olsa da (yerçekimi, boşluğun olanaksızlığı, kandolaştmı, vb.), önemli bir bilimsel yapıt ortaya koydu: matematik yazıyı yalınlaştırdı ve denklemlerin derecesini küçültmekte kullanılan bir yöntem buldu; özellikle de birleştirici düşüncesi onu, analitik geometriyi kurmaya yöneltti; geometrik optikte kırılma yasalarını buldu; mekanikteki modern iş kavramını bulan da gene oydu. Descartes, nedenler sırasını gözeterek bilimin ilkelerini metafiziğinden türetti; oysa zaman bakımından, bilimsel yapıtı, metafizik düşüncesinden önce gelmiştir.

Filozof Descartes, her şeyi sorgulayan yöntemli bir kuşkudan hareket etti; öncelikle dış dünyanın varlığını tartışma konusu eden bu kuşkuyla (bu ilk aşamada, tekbenciliğe kadar ilerleyecek ve Berkeley’ in maddesizciliğine esin kaynağı olacak bir çeşit idealizm, işte buradan türemiştir), en sonunda, Cogito"nun (“düşünüyorum öyleyse varım") sarsılmaz temeline ulaştı. Descartes bu ilkeye dayanarak, düşüncemizdeki yetkinlik kavramıyla ve sonra da, daha önce aziz Anselmus'un ortaya koymuş olduğu varlıkbilimsel (ontolojik) kanıtla, Tanrı’nın varlığını kanıtla maya yöneldi. Ona göre, "açık ve seçik" fikirlerimizin apaçıklığındaki doğruluğun (hakikatin) güvencesi, Tanrı’nın aldatmazlığıdır. Yanlış ise, çoğu kez "acelecilik" ve "önyargı"dan kaynaklanır ve sınırlı anlığımız ile, sınırsız ve bütünüyle özgür olan istencimiz (irademiz) arasındaki orantısızlıkla açıklanır: anlık yeterince aydınlanmadığı ve yargıyı bir süre ertelemek daha yerinde olduğu halde istenç, o yargıyı benimseyebilir. Descartes’a göre, bizi dış-dünyanın varlığına kesin olarak inandıran da gene Tanrı'dır; oysa dış dünya uzam (geometrik ve ölçülebilir olan uzam) ve devinimdir yalnızca ve duygularımızın bize sunduğu "duyulur nitelikler"den hiçbirine sahip değildir.

Dolayısıyla, aklımızı, duyulardan uzak tutmamız gerekecektir (abducere mentem a sensibus). Descartesçı metafizik, "uzamlı şey” (res extensa) ile " düşünen şey"i (res cogitans), köklü bir karşıtlık içine sokarak ikiciliği benimser Bu iki tözün, birbirinden kesinlikle ayırt edilmesi, ruh ile bedenin birliği sorununda, descartesçılığı bir çıkmaza sokmuş ve bu düşünce akımı, sözü geçen çıkmazdan her zaman kurtulmaya çalışmıştır. Descartes, prenses Elizabeth ile mektuplaşmalarında, daha sonra da Passions de l’âmeda (Ruhun tutkuları), tutkuları egemenlik altına almaya dayanan bir mutluluk ve "yücegönüllülük" ahlakı ortaya koyar. Daha önce Metot üzerine konuşma'nın 3. bölümünde “bir süre için geçerli olacak" bir ahlak anlayışı; bir ölçüde stoacılığa bağlanan ve kurumlara saygılı olmayı öneren bir ahlak anlayışı önermişti. Ancak Descartes, felsefe ağacının en yüksek dalı olarak gördüğü ve ilkelere dayanan ("iyi davranmak için iyi yargılamak yeterlidir" çünkü) gerçek descartesçı ahlaka, apaçık bir biçim veremedi.
Ad:  renedescartes3.jpg
Gösterim: 702
Boyut:  22.7 KB

Descartesçı düşünce, ele aldığı temaların ve ortaya koyduğu sorunların çokluğuyla, batı felsefesinin çıkış noktasını oluşturur. Herkese (kadınlar da dahil) seslenebilmek için hem latince hem fransızca yazan Descartes, Konuşma'ya da şu sözlerle başlıyordu: "Sağduyu, dünyadaki en iyi paylaştırılmış şeydir.” Felsefesinin etkisi günümüze değin sürmüştür. Yapıtlarının çoğu M. Karasan tarafından türkçeye çevrilerek M.E.B. klasikleri arasında yayımlanmıştır.

—ikonogr. Louvreda Descartes'ın iki portresi vardır: biri Frans Hals'ın kaybolmuş bir tablosunun eski bir kopyası, diğeri de Söbastien Bourdon'un bir tablosudur, institut’de Descartes’ın, Pajou tarafından yapılmış bir heykeli vardır; Stockholm'daki Adolf Frederik kilisesi'nde J. T. Sergel tarafından yontulmuş bir anıt bulunur. Descartes ovali. Geom. Denklemi r+kr'= c olan çiftkutuplu eğri; bu denklemde k ve c gerçek değişmezlerdir. Descartes ovalleri'nin her biri, biri öbürünün içinde bir çift ovalden oluşur. Bütün bu eğriler için üç doğrusal nokta vardır ve bunlardan herhangi ikisine ilişkin eğrinin denklemi r + k-r' = c biçimindedir; bu denklemde k ve c nin değerleri seçilen odak çiftine göre değişir. Bu eğrilerin üç odağı olduğundan söz edilir.


Descartes yaprağı.


Geom. Descartesçı denklemi + y3 = 3 axy olan kübik.

Descartes yasaları


Opt. Farklı iki ortamın arayüzeyinde, ışığın temel yansıma ve kırılma yasaları. Bu yasalar şöyle belirtilebilir: gelen ışın, yansıyan ışın, kırılan ışın ve ayırma yüzeyinin gelme noktasındaki normali aynı düzlemde yer alır; yansıyan ışın, bu normale göre gelen ışınla bakışımlıdır; gelme açısı i ve kırılma açısı r şu bağıntıyla birbirine bağlıdır: sin i = n sin r, bu bağıntıda n, ikinci ortamın birinciye göre kırılma indisidir.
Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2017 23:39
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
21 Aralık 2017       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM

DESCARTESÇILIK


1. Descartes’ın felsefesi.
2. Descartes'ın felsefesini be nimseyenler. Descartesçı okula tamıtamına bağlı olanlardan, Descartes'ın düşüncesinden hayli uzaklaşan özgün görüşler ileri sürdükleri halde "descartesçı" diye adlandırılanlara (Malebranche, Spinoza, Leibniz) kadar birçok düşünür, bunlar arasında yer alır.

—ANSİKL. Descartes felsefesi, Fransa'da bilginler arasında sağlam bir başarı kazandığı gibi, akademi dışı çevrelerde (özellikle kadınlar arasında) ve edebiyat dünyasında (Boileau, Moliöre) da başarı kazandı. Latince yazdığı yapıtlar, fransız- caya kısa sürede çevirildi (duc de Luynes, Clerselier, rahip Picot tarafından).

Ama, Oratoire'da (Malebranche, rahip Poisson) ve Port-Royal'de (Arnauld, Nicole, Pascal) büyük ölçüde benimsendikten sonra, descartesçılık, Papalık tarafından yasak yapıtlar listesine alındı ve Sorbon- ne'un başvurusundan sonra bu felsefenin Fransa'da öğretilmesi kral tarafından yasaklandı. Descartes'ın görüşlerine bağlı kimseler arasında Fransa'da Rohault, Rögis, Desgabets, Cally, B. Lamy, La Forge ve Cordemoy'yı; Descartes’ın sığındığı ve kalem tartışmalarına girmek zorunda kaldığı halde birçok izleyici bulduğu Hollanda’da, Geulincx, Wittich ve Regius'u sayabiliriz. Ama Descartes, Almanya'da (Clauberg ve hatta Leibniz) ve İngiltere ile İtalya'da da etki gösterdi.

Descartes’ın ölümünden sonra düşünce mirası, kimi zaman birbirinden çok farklı biçimler edinerek parçalandı. Bu durum, düşüncesinin zenginliğinden olduğu kadar, bazı sorunları çözmeden bırakmış olmasından da ileri geliyordu.

Felsefe açısından, her şeyden önce tözlerin etkileşimi ve özellikle ruh ile bedenin birliği, sorun olarak ortaya çıktı. Çünkü burada, metafizik bakımdan birbirinden ayrı iki töz sözkonusuydu. Duyumları ve istence (iradeye) dayanan hareketleri biricik "genel neden" olan Tanrı’nın eylemiyle açıklayan ve ruh ile beden etkileşiminin ancak "aranedenler'I ya da ikincil nedenleri sağlayabileceğini ileri süren aranedencilik (La Forge, Cordemoy, Malebranche) bu sorundan doğdu. Spinoza'nın tekçiliği ya da Leibniz’in çoğulcu monadolojisi de, aynı soruna çözüm getirmeye çalıştı.
Bilgikuramt konusunda, idelerin (fikirlerin), "şeylerin imgeleri" olduğunu ileri süren kuram ve ayrıca ruh ile bedenin metafizik bakımdan kesinlikle birbirinden ayırt edilmesi, birçok tartışmaya yol açtı. Bu tartışmalar; duyulur (duyusal) dünyayı temsil etmeleri gerektiği halde, onunla hiçbir ortak yanları bulunmayan idelerin bu dünyaya uygunluğuna, doğuştan idelerin kökenine ve uzamlı şeylerin dışardan edinilen idelerine ilişkindi.

Bilimsel alanda, gerekli deneylere girişilmesini sağlayacak bir işbirliği çağırısının açıkça denecek ölçüde yapılmasına ve üyelerinin gerçek merakına rağmen descartesçı okul, Huygens gibi bilginler
bu okuldan sayılmazsa, Descartes'dan sonra hemen hiçbir önemli buluş (kılcallık bunun dışında sayılabilir) ortaya koyamadı. Descartesçı fizik, özellikle çevrintiler (anaforlar) kuramının yanlışlığını gösteren Newton’ın ve Leibniz’in (descartesçıların "canlı güç” için verdikleri m-v formülünü 1/2 m-v formülüyle aşmıştır) buluşları yüzünden, kısa sürede köhneleşti.

Uzun vadede canlı kalan, Descartes’ın felsefe mirasıydı. Ama burada da çok farklı yorumlar ortaya çıktı. Malebranche gibi Descartes izleyicileri de, Locke ve Newton'ın eleştirilerini yansıtan ve descartesçılığa karşı çıkan Voltaire gibi düşünürler de, bu felsefeyi bir idealizm ve bir tinselcilik (ruhçuluk) olarak gördüler. Başkaları ise, bu felsefenin, XVIII. yüzyıl transız maddecilerinin (La Mettrie, Cabanis, Diderot, d'Alembert, Helvötius, d'Holbach) habercisi olan akılcılık ve mekanik maddecilik yanını benimsediler, Condillac, Hume ve Kant gibi filozoflar ise, aynı felsefenin metafizik gerçekçiliğini eleştirdiler.

Bilincin kesinliğe ulaşmasını sağlayan bir yöntem olarak husserlci fenomenolojinin de, descartesçı miras içinde yer aldığı ileri sürülebilir. Husserl, Sorbonne’da 1929’da verdiği konferansları Cartesianische Meditationen (Descartesçı düşünceler) adıyla yayımlayarak, Descartes'ın yolundan gittiğini kendi ağzıyla söylemişti. Daha yakın zamanda Chomsky, dil ile düşünce arasındaki bağıntıyı doğuştana bir akılcılık doğrultusunda ele alarak, bir “descartesçı dilbilim" önerdi.

Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

29 Nisan 2018 / new pirlo Cevaplanmış
18 Kasım 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
21 Ekim 2009 / Misafir Cevaplanmış
14 Mart 2009 / büşra bulat Cevaplanmış