Arama

Pozitivizm (Olguculuk)

Güncelleme: 5 Mayıs 2012 Gösterim: 41.318 Cevap: 3
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
3 Ekim 2006       Mesaj #1
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
OLGUCULUK (POZITIVIZM)


Sponsorlu Bağlantılar

Felsefede olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek saglam bilgi türü oldugu görüsü. Dar anlamiyla August Comte 'un felsefesi için de kullanilir.

Genel çizgileriyle Olguculuk, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en genis anlamiyla bilimsel bilginin saglam bilgi oldugunu vurgular. Bunun disinda, olgucularin çogu mantik ve matematik gibi bilgi türlerinin varligini kabul eder, ama bunlarin içeriksiz oldugunu ileri sürerler. Olguculugun en temel özelligiyse, geleneksel felsefe görüslerini, olumsuz bir anlam yüküyle "metafizik" olarak niteleyerek karsi çikmasidir. Comte 'dan bu yana "metafizik" nitelemesi insanligin geride biraktigi bir asamayla ilgili, geçerliligini yitirmis, yerini "pozitif" bilimlere birakmis bir bilgi türünü çagristirir.

Olguculuk tarihsel olarak, Avrupa'da Aydinlanma'nin ve yeniçag bilimlerindeki önemli gelismelerin bir sonucudur; felsefe gelenegi olarak, Eski Yunan Sofistlerine ve 3. yüzyil Latin düsünürü Sextus Empiricus 'a degin uzanir. Daha yakin kökleri ise, Ingiliz Deneyciligine ve Fransiz Ansiklopedistleri’ne dayanir.

Comte'a göre insanlik tarihinin üç asamali zihinsel gelisiminde her asama bir öncekine göre daha ileri ve gelismistir. Insanlik baslangiçta açiklamalarin dogaötesi güçlere göre yapildigi dinsel bir asamadadir. Izleyen metafizik asamada açiklamalar gene olgulardan uzak bazi kavramlara dayandirilir. Üçüncü asamada ise insanlar dogru bilginin gerektirdigi gibi, açiklamak istedikleri olgulari gene bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandirmayi ögrenirler; iste bu sonuncusu pozitif asamadir. Comte bu süreci bir insanin çocukluktan yetiskinIige geçis asamalarina benzetir.

Comte ile yakin iliskileri olan John Stuart Mill Ingiliz Deneycilik okulunun da etkisiyle Olguculugun bilgisel ve mantiksal yanlarini gelistirmeye çalisti. Ingiltere'de Olguculugun bir baska temsilcisi olan Herbert Spencer yaklasiminda Darwin 'in evrim kuramina da yer verdi. Olguculuk bundan sonra daha çok Almanya ve Avusturya'da gelisti. Viyanali fizikçi ve düsünür Ernest Mach , Ingiliz filozof David Hume 'un görüslerinden yola çikarak bütün bilginin dolaysiz olarak deney yoluyla duyu verilerinden elde edilen ö elerden olustugunu öne sürdü. Mach'in, bilgi kuramlarinin degisebildigi, ama temel olgularin degismedigi düsüncesini sonraki birçok olgucu da benimsedi. Alman düsünür Richard Avenarius ise biyolojik temelli bir bilgi felsefesi gelistirerek algilanabilir bir nesnenin, algiya açik niteliklerinin toplamindan baska bir sey olmadigini savundu. Seylerin temelinde yatan bir töz oldugu düsüncesini elestirerek Deneycilik ile Olguculugu birlestirmeye çalisti.

Olguculuk bu gelisme döneminden sonra, özellikle de simgesel mantigin hizla yayginlasmasinin etkisiyle güçlendi. Charles Sanders Peirce ve William James gibi mantiga da agirlik veren ABD'li pragmatistlerin görüslerindeki yakinliklar sayesinde daha da yayginlasti. Gerektirdigi mantiksal sistem de Olguculuga yakinligi olan Bertrand Russell gibi birçok düsünür tarafindan islenerek olgunlastirildi.

Bütün bu gelismeler Mach 'in etkilerinin sürdügü Viyana'da, "Viyana Çevresi" adiyla da bilinen Mantiksal Deneycilik ya da Mantiksal Olguculuk akimiyla sonuçlandi. Bu akim, özellikle II. Dünya Savasi sonrasinda Anglosakson ülkelerde çok güçlenerek hemen bütün akademik felsefe kuruluslarina egemen oldu. Buna karsilik basta Viyanali düsünür Ludwig Wittgenstein olmak üzere, önceleri Olguculugu benimseyen Karl Popper ve Thomas S. Kuhn gibi bazi düsünürler getirdikleri temel elestirilerle Olguculugun etkisinin azalmasina neden oldular.

Günümüzde Olguculuk tipki Deneycilik gibi, yaygin gücünü büyük ölçüde yitirmistir. Bilimsel bilgiye duyulan kosulsuz güven kirilmis, bilim disinda baska saglam bilgi yollarinin arastirilmasina duyulan ilgi yeniden canlanmistir. Olguculugun günümüz felsefesine kalici katkilan arasinda, saglam ve tutarli bilgi ülküsü ile bilimsel açiklamalarin ortak bir temelden türetilmesi geregi sayilabilir.


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
9 Eylül 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Pozitivizm (Olguculuk)
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Pozitivizm, nesnel araştırmayla kazanılmış bilgi dışındaki bilginin bir değeri olmadığını, tek sağlam bilginin olguları gözlemleyerek elde edilen verilere dayalı bilgi olduğunu öne süren öğretidir. Pozitivizm, Olguculuk olarak da adlandırılır. Bu öğretide olgu, duyumlarımız ve algılarımız anlamına gelir. Pozitivizm'e göre duyumlarımız ve algılarımızla doğrudan edindiğimiz bilgilerden başka bir olgu yoktur.
Pozitivizm'in kurucusu Auguste Comte'dur. Comte öğretisine bu adı, kendisinden önceki öğretilerin yıkıcı ve olumsuz olduğu­nu, bir tek kendi öğretisinin yapıcı ve olumlu olduğunu dile getirmek için vermiştir. Çünkü kök olarak "pozitif" sözcüğü, yıkıcı anlamına gelen "negatifin karşıtıdır; olumlu ve yapıcı anlamına gelir. Comte metafiziği, yani bir otoriteye dayandırılan, tartışmasız kabul edi­len bilgileri tümüyle boş bilgiler olarak değer­lendirir. Ona göre ister idealist, ister maddeci olsun, deneyi yadsıyan tüm öğretiler metafi­ziktir ve felsefeden metafiziği tümüyle atmak gereklidir. Onun yerine bilim konmalıdır ve bu nedenle Pozitivizm bir bilim felsefesi­dir.
Comte'a göre bilimler bir deneyler toplamı olmalıdır. Her gerçek bilgi pozitif ve göreli­dir. Bilim ile felsefe arasında kuramsal uyum ve yöntem birliği vardır. Bilimsel yöntemler bırakılmadan deneylerle ulaşılan gerçekliğin bütünü üzerinde tek bir yargıya ulaşılmalıdır. Bilimin konusu bütünüyle göz önüne alındı­ğında felsefenin konusuyla zorunlu olarak birleşir. Deneyin yardımı olmaksızın zihnin kendi kendisine çıkartacağı şey, eğer anlamsız değilse tümüyle uydurmadır. Uğraş alanı yal­nızca olgular olan bilim, bu olguları gözlemle­yerek aralarındaki bağları, bir başka deyişle yasaları kavramaya çalışır.
Comte insanlık tarihinin, her biri kendisin­den öncekini aşan bir dizi aşamadan geçerek geliştiğini öne sürer. Bunların ilki olayları denetleyen güçlerin ya tüm varlıkların içinde onları harekete geçirip yöneten gizemli güçler ya da insan biçimli güçler olduğuna inanılan dinsel aşamadır. Bunu, doğaüstü güçlerin yerini düşüncelerin, yani felsefi ilkelerin aldı­ğı metafizik aşama izler. Sonunda, bilimin el üstünde tutulacağı ve insanların çabalarını yalnızca toplumun çıkarları yolunda yararlı bilgileri geliştirmeye adayacakları pozitif aşa­ma, yani sanayi aşamasına ulaşılır. Bu aşama­da insanlar açıklamak istedikleri olguları gene bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandır­mayı öğrenirler.
Pozitivizm'in bilgisel ve mantıksal yanları Comte ile yakın ilişkisi olan John Stuart Mili tarafından geliştirilmeye çalışıldı. İngiltere'de Poziti­vizm'in bir başka temsilcisi olan Herbert Spencer, Darwin'in evrim kuramını da çalış­malarının kapsamı içine aldı. Daha sonra Pozitivizm Avusturya ve Almanya'da gelişti. Avusturyalı düşünür Ernst Mach tüm bilginin doğrudan deney yoluyla duyu verilerinden elde edilen öğelerden oluştuğunu ileri sürdü. 20. yüzyıl içindeyse Pozitivizm en güçlü anla­tımına, demokrasinin eleştiricileri ve azınlık yönetiminin çeşitli kuramlarının savunucuları olarak tanınan bazı İtalyan ve Alman düşü­nürlerle ulaştı. Bunlardan İtalyan Vilfredo Pareto, bilimsel yöntemin her türlü bilgi alanına ısrarla uygulanması gerektiğini vurgulayarak, olguları ve olgular arasındaki ilişkile­ri bulup ortaya koymanın bir fizikçinin ya da kimyacının olduğu kadar bir sosyologun ya da iktisatçının da işi olduğunu öne sürdü. Felse­fede geçerli olan deney öncesi düşüncelere karşı çıkan Pareto doğal hukuk, toplum sözleşmesi, adalet ve doğru düşünce konularında kuramlar ileri sürenlerle yaygın tartışmalara girdi. Ona göre doğal hukuk konusunda kurgusal düşünceler üretmek, değişik ülkele­rin çeşitli dönemlerinin yasa kitaplarını araştı­rıp ortaya çıkarmaktan ve içlerinde gerçekten ne olduğunu göstermekten daha kolaydı.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
*TeoDora* - avatarı
*TeoDora*
Ziyaretçi
6 Kasım 2009       Mesaj #3
*TeoDora* - avatarı
Ziyaretçi
Pozitivizm Akımı

Mantıksal pozitivizm, Viyana Çevresi olarak adlandılan filozofların felsefi düşünüş sistemlerini adlandırır. Başlıca temsilcileri Moritz Schlick, Rudolf Carnap ve Otto Neurath olan bu çevre, yeni pozitivistler ya da mantıkçı empiristler olarak da adlandırılır. Bu çevrenin oluşumunda önemli etkisi olan isim Ernst Mach’tır, ki Mach’ın Viyana’da belirli dönemlerde mantık, fizik ve felsefe profesörlüğü yaptığı bilinmektedir. Mantıksal pozitivizmin çok farklı konumlardaki ve disiplinlerdeki filozofları bir araya getiren bir zemin olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu akımın içinde sayılan/ya da sayılmış olan belli başlı filozoflar şöyledir; Ernest Nagel, Hans Hahn, Kurt Gödel, Felix Kaufmann, Philiph Frank, Bertrand Russell, Whitehead, A.J.Ayer, Wittgenstein.
Felsefi Konum
Mantıksal pozitivizm, 19. yüzyıl sonlarında belirginleşen pozitivizmin yeniden değerlendirilerek devam ettirilmesidir. Sonradan etkisi kaybolmakla birlikte 20. yüzyıl felsefesinde çok etkili olmuş, bilim ve felsefe eksenli tartışmalarda belirleyici bir konum elde etmiştir. Pozitivizm, bilindiği gibi deneyci (Ampirist) bilgi anlayışını temel alan, deney ve gözleme dayalı olgulardan hareketle bilginin kaynağını ve geçerliliğini kabul eden bir yaklaşım biçimidir. Bilginin kaynağı duyu verileri olmakla kalmaz, aynı zamanda bu duyu verilerinden kalkarak tümevarımsal bir yöntemle ulaşılan genellemelerle de yasa’lar oluşur ve bu yasalar pozitivist düşüncede, belirli bir olay ve olgunun açıklanabilmesi için gerekli olan yasalardır. Bilgi dış-dünya kaynaklıdır ve bu anlamda dış-gerçekliğe tabidir; buna göre bilgi ile gerçeklik arasında bir tekabüliyet ilişkisi vardır. Mantıksal pozitivizme gelindiğinde dil ve mantık alanlarının öne çıktığı görülür. Mantıksal pozitivizm bu anlamda pozitivizmin bilim/bilimsellik iddialı felsefi statüsünü devam ettirir; felsefenin deney dışı kalan niteliğini yadsıyarak, metafizik ilan ederek kendilerine göre felsefeyi doğru bir temel oturtma iddiasındadırlar. Bilim ve felsefe ikiye ayrı bölüm olarak ele alınır ve felsefenin görevi dil olarak belirlenir. Buna göre felsefe dil çözümlemeleriyle sınırlı kalmalı, onlara dayanarak olguları dile getirdiğimiz önermeler üzerine ve bu önermelerin dilsel bağlamları üzerine açıklama yapmakla görevlidir. Bu görüş özellikle Wittgenstein mantıksal pozitivist sayıldığı yaklaşımda belirgin olarak görülür. Mantıksal pozitivizm, bunlardan hareketle, ikili bir görevi yerine getirmeyi üstlenir; birincisi, dünyanın bilimsel kavranışında metafizik öğelerin ve teolojik unsurların kuramsal olarak arındırılması ve ikincisi felsefeye bilimsel bir nitelik kazandırılması.
Felsefi Tezler
Mantıksal pozitivizmin temel felsefi sorununu ya da konumunu anlam ve anlamsızlık meselesi bağlamında ileri sürmek mümkündür. Buna göre anlamlı önermeler doğrulanabilirlikleriyle belirlenen önermelerdir. Doğrulama denilen kavram bu filozoflar için temel önemdedir, çünkü bir dilsel ifadenin doğru olup olmadığı ve buna bağlı olarak anlamlı olup olmadığının belirlenmesi bu doğrulama işlemiyle belirlenmektedir. Bir anlamda bu düşünce akımının öncüsü sayılan Schlick, bir önermenin anlamının onun doğrulama yöntemi olduğunu belirtir. Doğrulamada öncelikli olan ise duyusal veriler, yani deney ve gözlemle elde edilen verilerdir. Böylece mantıkçı pozitivistlere göre, doğrulanabilir olmayan her şey anlamsızdır, yani metafiziktir. Anlamsız önermeler iki türlüdür; birinciler cümle yapısı itibariyle düzgün olmalarına rağmen anlamsız olanlardır (mutlak, hiçlik, koşulsuz olan, gerçekte olan gibi kullanıldığı cümlelerin yapısı doğru fakat anlamca doğrulanabilir olmayan önermeler). İkinci türdekiler ise cümle kuruluşları itibariyle anlamsız olanlardır (kuşlar sebzedir gibi tümceler). Metafizik olarak belirtilen ve yadsınan önermeler asıl olarak birinci tür önermelerdir. Bunlar sözde-sorunlardır, çünkü anlamsızdırlar, deney ve gözlem alanının dışında kalırlar. Mantıksal pozitivizm, sentetik önermeleri ve mantıksal önermeleri kabul eder, ancak felsefenin görevini metafizik önermeleri çözümlemek olarak belirtir. Felsefeden metafizik arındırmalı ve dünyanın bilimsel kavranışı ortaya konulmalıdır. Mantıksal pozitivizmin felsefi tezleri bu iki temel yaklaşım üzerinden geliştirilmektedir. Dünyanın bilimsel kavranışı yaklaşımının da ikili niteliği vardır; yukarda söylenenlere bağlı olarak bunlar, ilkin bilginin temelinde gözlem ve deneye dayalı olguların bulunması ve ikinci olarak da kesin bir mantıksal çözümleme ile meydana gelmesidir. Bilimsel etkinlik, bu noktada, deneysel verileri mantıksal analiz yoluyla çözümlemek ve ortaya koymaktır.
Eleştiriler
Mantıksal pozitivizm, öncelikle bilgi konusunda empirik felsefenin aldığı eleştirileri alır. Deney ve gözlemlerin kuram-dışı, her tür kavramın başlangıç noktası olarak alınması, bazı deney-dışı teorik kavramların ele alınmasıyla empirizmin bir dogması olarak eleştirilmiştir ve bu mantıksal pozitivizmi ya da empirizmi de içine alır. Lenin, Ampriokritisizm olarak adlandırarak Mach’a ve onun geliştirdiği duyumculuk anlayışına itiraz eder; diyalektik materyalizm anlayışını doğrulama çabası içinde ortaya konulan bu itiraz, genel çerçevesi bakımından tartışmalı argümanlarla yürütülmüş olsa da Lenin’in bu geleneğin ilk eleştiricilerinden biri saymak gerekir. Öte yandan bilim felsefecisi Karl Popper, bir zamanlar mantıksal pozitivizmin içindeki isimlerden biri olarak anılmış olmakla birlikte ve ayrıca halen geliştirdiği bilim görüşünün pozitivist düşünceyle ilişkisi tartışılır olmakla birlikte, temel ilkeyi, yani bilginin temelindeki doğrulanabilirlik ilkesinin dışında başka bir yol ortaya koymuş, buna karşı yanlışlanabilirlik ilkesini formüle etmiştir. Yine bilim felsefesi içinde Thomas Kuhn bilimsel etkinliğin tarihselliğini ve kuram-yüklü niteliğini ortaya koyarak saf deney ve gözlem eksenli bilim anlayışının kırılmasında önemli bir alan oluşturmuştur. Paul Feyerabend ise gözlem ve deneyin sanıldığı kadar saf olamadıklarını hem kuramsal hem tarihsel örnekleriyle ortaya koymuş, yanlışlanabilirlik ilkesine rağmen pozitivist bilgi anlayışı içinde duran hocası Popper’i eleştirmiştir. Feyarebend, bilimsel bulgu denilen şeylerin kendi başına herhangi bilgiye ayrıcalıklı bir kuramsal statü kazandırmadığını, bilimsel yöntemin tek ve biricik yöntem olarak kutsanmasının olanaksız olduğunu öne sürmüştür. Willard Van Orman Quine’ın empirizme yönelttiği analitik önermeler ile sentetik önermelerin ayrımı konusundaki eleştiri de ayrıca mantıksal pozitivistler için geçerlidir. Yapısalcılık ve Postyapısalcılık felsefeleri ise empirizmi, pozitivizmi ve dolayısıyla mantıksal pozitivizmi bir bütün olarak kabul edilemez yaklaşımlar olarak eleştirmişlerdir.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
5 Mayıs 2012       Mesaj #4
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Olguculuk
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Yalnızca olguların varlığını gerçek sayan, kendinde şey ya da numen kavramlarının boş olduğunu öne süren öğreti; fenomenalizm. Fransa'da Renouvier'nin temellendirmiş ve yaymış olduğu olguculuk Berkeley'e ve kökü David Hume'a kadar uzanan bir anlayıştır. Berkeley maddî bir tözün varlığını yoksayarak olguculuğa yaklaşırken David Hume nesnelerden elde ettiğimiz bilgileri de, kendimizden elde ettiğimiz bilgileri de olguların bilgileri olarak görür ve olguların temelindeki yasaların zorunlu yasalar olamayacağını bildirir. Kant da numenlerin bilgisini olası saymakla birlikte insan zihninin kesin olarak ancak olguların bilgisini kavrayabileceğini ileri sürerken olgucudur. Bütün bu gelişimlerden sonra Kant felsefesini değiştirerek geliştirmeye yönelen Renouvier numenlerin varlığını tam tamına yadsıyarak her şeyi sunumlara indirgedi, böylece Renouvier olguculuğu temellendirirken olumcu ve bilimci anlayışlara karşı bir tutum alır.
theMira

Benzer Konular

4 Ekim 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
19 Eylül 2008 / Misafir Felsefe
10 Şubat 2007 / Asi-BeL Felsefe
17 Aralık 2015 / Safi X-Sözlük