Arama

Nedensellik

Güncelleme: 29 Aralık 2015 Gösterim: 8.003 Cevap: 4
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
8 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Tanım
Nedensellik ya da determinizm, genel olarak nedensellik ilkesi olarak bilinen ve olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her şeyin bir nedeni olması ya da her şeyin bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması ya da belli nedenlerin belirli sonuçları yaratacağı, aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceği iddiasını içeren felsefe terimi. Aynı genellik içinde, belli bir olguyu bilmek onun nedenini bilmek olarak anlaşılır ve bu bakımdan "Neden? sorusu" bilimin temel sorusu olarak görülür. 20. yüzyılın başlarına kadar bilimin temel yasası olarak Nedensellik ilkesi öne sürülmüştür. Kuantum fiziğiyle birlikte bilimin ilkesi olarak nedensellik tartışmalı bir konuma gelmiştir ve bu tartışma hem bilim kuramcıları hem de felsefeciler tarafından değerlendirilmeye devam edilmektedir. Felsefe tarihi boyunca nedensellik tartışılagelen bir konu olmuştur. Epistemoloji, ontoloji, metafizikbelirsizlik, nedensellik-özgür irade, nedensellik-olumsallık, nedensellik-belirlenimsizlik, nedensellik- raslantısallık vb. konu başlıkları felsefe tarihi içindeki bazı tartışılagelen konu başlıklarını göstermektedir. alanlarında nedensellik ilkesi üzerine çok geniş bir tartışma tarihi bulunmaktadır. Nedensellik-
Sponsorlu Bağlantılar




"Neden?" sorusu

"Neden?" sorusu bilimsel düşünmenin gelişiminde etkili olmuş ve tarih boyunca ele alınışı değişimlere uğramıştır.Belirli gelişmelerin sonrasında ise neden sorusundan nedensellik kavramına geçildiği görülür.Özellikle Newton'un bulguladığı bilimsel gelişmeler ve doğabilimlerinin o dönemdeki ilerlemesi sonucunda nedensellik kavramının öne çıktığı söylenebilir.Nedensellik bir şeyin nedenini bilmek, ve bu da, bir şey meydana gelmişse ondan önce başka bir şey meydana gelmiştir düşüncesine sahip olmak anlamına geliyordu ve böylece, buradan da gelecegin kestirilebilir/bilinebilir bir şey olduğu fikrine varılıyordu.Eğer bir olayın geçmişteki nedeni biliniyorsa gelecekteki sonucuda bilinebilir olarak ele alınıyordu.newton fiziğinde, blirli bir anda eğer bir sistemin durumu biliniyorsa gelecekteki durumunun da ne olacağı tespit edilebilir olarak alınır.Nedensellik bu anlamda bir neden-sonuç ilişkisi olarak anlaşılmaktadır.Werner Heisenberg ve benzer kuantum fizikcilerinin itirazı tam da bu noktaya ilişkindir;çünkü belirli durumlarda (atom altı dünyada) bir şeyin konumunu ve hızını aynı anda bilmenin olanaklı olmadığı, bunun çeşitli olasılıksal hesaplara bağlı olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.Böylece nedensellik ilkesinden giderek belirsizlik, olasılıksallık, rastlantısallık gibi kavramlara yönelim sozkonusu olmuştur.




Bilimde nedensellik

İlk Çağlardan 20. yüzyıl başlarına kadar gelişerek ve derinleşerek gelmiş olan bilin düşüncesinde ve bilim teorisinde geçerli olan nedensellik anlayışı ya da nedensellik kavramının kavranılışı, ünlü bilim insanı Albert Einstein'ın popüler sözü "Tanrı zar atmaz" değişinde ifadesini bulur.Herşeyin birbirine bağıntılılığı, her gelişmenin ya da sonucun bir önceki olayın ya da etkinin ürünü olduğu düşüncesi, geriye doğru gidildikçce sonsuz bir neden-sonuç ilişkisinin varolduğu düşüncesi bu bağlamda değerlendirilir.Bu düşünceye göre bilimin temel sorusu, Neden? sorusudur.Ayrıca, benzer nedenlerin benzer koşullarda aynı sonucu vereceği önermesi de nedensellik ilkesinin temel önermelerinden biridir.Francis Bacon, doğa bilimlerindeki gelişmelerle nedensellik ilkesinin açık bir şekilde bilimin temeli olarak kanıtlandığını öne sürmüştür.Özellikle fizik bilimi uzun yıllar nedensellik ilkesi altında tanımlanmış ve değerlendirilmiştir.Kuantum fiziginin gelişiminden itibaren ise, bilimin bütün ilkelerinin yanı sıra en çok tartışılan ilkesi nedensellik ilkesi olmuştur.Bilim felsefesi 20. yüzyılda bilimin niteliği üzerine önemli tartışmalar kaydetmiştir ve bilinen anlamda nedensellik ilkesinin eleştirisi yaygın bir eğilim olarak şekillenmiştir.Bilim kuramcıları ve bilim felsefecileri kaos, olumsallık, belirsizlik, belirlenimsizlik, olasılık, raslantı gibi kavram ve kategoriler aracılığıyla bilimsel nedensellik fikrini karşılaştırmakta, farklı yollar aramaktadırlar.Belirsizlik ilkesi, nedensellik ilkesi karşısında giderek öne çıkmış ve güçlenmiştir..Özellikle pozitivizmde nedensellik kavramına belirleyici bir önem ve yer verildiği görülür.Bu anlayışta nedensellik ilkesiyle, geçmiş olayları bilerek bugünü görecegimiz ve hatta geleceği bilecegimiz ileri sürülür.Bu yaklaşım günümüzde çok az destek görmektedir.Einstein'in Kuantum fizikcilerine itiraz etmek için öne sürdüğü "tanrı zar atmaz" sözüne rağmen olasılık ve raslantı kavramlarının bilimsel düşüncede giderek güçlendiği söylenebilir.Eistein'ın bu görüşüne karşı "tanrı'nın ne yapacağını bilemeyiz" cevabı verilmiştir.




kaynak = vikipedi

MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
8 Kasım 2006       Mesaj #2
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
Nedensellik İlkesi

Sponsorlu Bağlantılar

Biri diğerinin olmasına yol açan iki olay düşünelim. Bunlardan “neden” olarak adlandırdığımız bir tanesinin oluşması, kaçınılmaz olarak “sonuç” olarak adlandırdığımız diğerinin de gelişmesine yol açıyor. Eğer neden gelişmezse, sonuç da gerçekleşmiyor. Bu tip olayların birbirine “neden-sonuç ilişkisiyle bağlı” olduğunu söylüyoruz. Nedensellik ilkesinin söylediği oldukça basit: Zaman açısından neden, sonuçtan önce meydana gelir. (Bu ilkenin, felsefede kullanılan nedensellik ilkesinden daha farklı bir anlamı olduğunu belirtelim. Aynı ad, farklı ilkeler.)
Nedensellik ilkesi, aslında kültürümüzün bir parçası. Suç ve ceza, çalışma ve başarı, etki ve tepki gibi, insanın çevresiyle etkileşmesinde önemli yeri olan kavramlarda bu kuralı tartışmasız kabul ediyoruz. Birisinin daha sonar işleyeceği bir suç yüzünden hapse atıldığını duymayız. Veya daha sonra başaracağı bir şey için ödüllendirildiğini. Gol olduğundan sonra şut çeken futbolcu da görülmemiştir, dersi geçtikten sonra çalışan öğrenci de!.. Nedensellik ilkesi, geçmiş ve geleceğe bakışımızdaki farklılıkla yakından ilgili. Geçmişi iyi biliriz ama geleceği asla. Gelecek için planlar yaparız fakat geçmişi değiştiremeyiz. Bu nedenle bugün yapacağımız bir şeyin, sadece gelecekte bir şeyleri değiştireceği, geçmişi kesinlikle değiştiremeyeceği düşüncesi hepimizde doğal olarak var.
Nedensellik ilkesine aykırı bir neden-sonuç ilişkisi çok sayıda çelişkili duruma yol açabiliyor. Örneğin, bugün gerçekleştirilen bir N olayının, bir önceki gün bir S olayının oluşmasına neden olduğunu düşünelim. Eğer ben dün S olayının gerçekleştiğini biliyorsam, bugün N’nin gerçekleşmesini engellemeyi seçebilirim. O halde S de gerçekleşmez. Ama S Gerçekleşmişti. Bazı biliminsanları (ve birçok bilim kurgu yazarı) nedensellik ilkesinin doğru olmayabileceğini, bu tip çelişkilerin de bir şekilde engellendiği doğal mekanizmalar olduğunu düşünse de tahmin edebileceğiniz gibi henüz ortada somut bir şey yok (birkaç ilginç film dışında).
Nedensellik ilkesi gördüğünüz gibi oldukça basit. Ama zamanın gözlemciden gözlemciye değiştiğini söyleyen görelilik kuramıyla beraber kullanıldığında büyük bir önem kazanıyor. Nedensellik ilkesi, değil ışıktan hızlı yolculuk etmek, bundan daha zayıf bir eylemin, “ışıktan hızlı mesaj göndermenin” bile imkansız olduğunu söylüyor.
Bir arkadaşınıza bir mesaj gönderdiğinizi varsayalım. Bu durumda “mesajı gönderme” olayını neden ve “mesajı alma” eylemini de sonuç olarak düşünebiliriz (eğer göndermezsek, mesaj da alınamaz). Veya, isterseniz mesajınızda arkadaşınızdan ne yapmasını istediğinizi belirtebilirsiniz. Bu durumda arkadaşınızın yaptığı eylem sonuç olacaktır. Görelilik kuramındaki yer-zaman dönüşümleri bize şunu söylüyor: Eğer mesajınızı gerçekten ışıktan hızlı gönderiyorsanız, o zaman size göre hareket eden bazı gözlemciler sonucun nedenden önce oluştuğunu görürler. Yani bunlara göre önce arkadaşınız mesajı almış, sonra da siz aynı mesajı göndermişsiniz.
Böyle bir şey nedensellik ilkesine aykırı, çünkü bütün gözlemcilere göre neden sonuçtan önce oluşmalı. Ama gerçek bir çelişki yaratmak için biraz daha uğraşmak gerekiyor. Eğer arkadaşınız, yukarıda bahsedilen hareket eden araçtaysa bu defa ilginç bir şey olur. Size göre arkadaşınız mesajı daha sonra almıştır ama arkadaşınıza göre mesaj eline siz daha göndermeden ulaşmıştır. Bu durumda arkadaşınız aynı ışıktan hızlı posta servisini kullanarak size mesajı size geri gönderebilir. Eğer biraz daha hızlı bir servis kullanıyorsa, bu defa mesaj elinize siz onu göndermeden ulaşacaktır! Kısacası bu geçmişe mesaj göndermek demek, yani nedensellik ilkesinin ihlali.
Dolayısıyla, eğer nedensellik ilkesi geçerliyse, ışıktan hızlı mesaj göndermek olanaksız. Bu aynı zamanda ışıktan hızlı uzay gemileri yapmamızı da engelliyor (gemiye bir postacı binebilir).
Buradan çıkaracağımız bir başka sonuç da birbirinden yeterince uzak iki farklı yerde kısa bir zaman aralığıyla oluşan iki olayın arasında neden-sonuç ilişkisinin olmaması. Örneğin, belli bir anda Güneş’te bir patlama olduğunu düşünelim. Normalde bu patlamadan kaynaklanan ışık bize 8,3 dakika sonra ulaşır. Dolayısıyla ancak bu süre sonunda patlamanın gerçekleştiğini anlayabiliriz. Patlama olduktan bir dakika sonra birden başımızın ağrımaya başladığını varsayalım. Baş ağrımızın nedeni Güneş’teki patlama olabilir mi? Cevap hayır. Güneş ve Dünya’ya göre oldukça yüksek hızlarda ve uygun bir yönde seyahat eden bir gözlemci, başımızın patlamadan önce ağrımaya başladığını söyleyecektir. Bütün olası gözlemcilerin göz önüne alınması, bu tipten olayların neden-sonuç ilişkisiyle bağlı olamayacağını söylüyor bize. Eğer Güneş patlaması baş ağrısına yol açıyorsa bu, patlamadan 8,3 dakikadan sonraki bir zamanda olacaktır.
Dolayısıyla komşu yıldızlarla telepati kurmak bile yasak. Kursak bile telepatik cevabı en erken 8 yıl sonra alabiliriz.

Son düzenleyen asla_asla_deme; 5 Ekim 2011 15:04 Sebep: Sayfa Düzeni
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
10 Mayıs 2010       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı
Nedensellik ve Tesadüf

Felsefe ya da bilim öğrencilerinin karşılaştığı sorunlardan biri, özel bir terminoloji kullanıldığında bunun genellikle gündelik yaşam diliyle uyuşmamasıdır. Felsefe tarihindeki temel sorunlardan biri, özgürlük ve zorunluluk arasındaki ilişkidir. Nedensellik ve tesadüf, zorunluluk ve rastlantı, determinizm ve indeterminizm gibi farklı kılıklarda ortaya çıktığında da kolaylaşmayan karmaşık bir sorundur bu.

Gündelik deneyimlerimizden zorunlulukla neyin kastedildiğini hepimiz biliriz. Bir şeyi yapmamız gerektiğinde, bunun anlamı başka tercihimizin olmamasıdır. Başka türlü yapamayız. Sözlükler zorunluluğu, özellikle insan hayatı ve davranışlarından ayrıştırılamaz olan ve bunları yönlendiren bir evren yasasına ilişkin olarak bir şeyi olmaya ya da yapılmaya zorlayan koşullar kümesi olarak tanımlıyor. Fiziksel zorunluluk düşüncesi zor ve baskı kavramını içerir. “Zorunluluğa boyun eğmek” gibi ifadelerle anlatılır. “Zorunluluk hiçbir yasa tanımaz” gibi atasözlerinde karşımıza çıkar.

Felsefi anlamda zorunluluk, nedensellikle, neden ve sonuç arasındaki ilişkiyle –verili bir eylem ya da olay zorunlu olarak özel bir sonucu doğurur– sıkı sıkıya bağıntılıdır. Örneğin, eğer bir saat boyunca nefes almazsam ölürüm, ya da iki ağaç parçasını birbirine sürtersem ısı üretirim. Sonsuz sayıda gözlem ve pratik deneyim tarafından doğrulanan neden ve sonuç arasındaki bu ilişki, bilimde merkezi bir rol oynar. Tersine, rastlantı, gevşek bir kaldırım taşına basıp sendelememiz ya da mutfakta bir kabı devirmemiz gibi durumlarda görünüşte bir neden olmaksızın gerçekleşen beklenmedik bir olay olarak değerlendirilir. Ne var ki, felsefede rastlantı, şeylerin, yalnızca tesadüfi bir niteliği, yani kendi öz doğasının parçası olmayan bir özelliğidir. Rastlantı, zorunluluktan varolmayan ve gerçekleştiği kadar gerçekleşmeyebilirdi de denilebilecek bir şeydir. Bir örnek verelim.

Eğer iki parça kâğıdı havaya atarsam, bunlar yerçekimi yasası gereği normal olarak yere düşecektir. Bu, nedenselliğin, zorunluluğun bir örneğidir. Ama eğer ani bir hava akımı beklenmedik biçimde kağıdın uçmasına neden olursa, buna genellikle bir tesadüf olarak bakılır. Bu nedenle zorunluluk yasaların hükmü altındadır, bilimsel olarak ifade edilebilir ve öngörülebilir. Zorunluluktan kaynaklı olarak gerçekleşen şeyler başka türlü gerçekleşemeyecek olan şeylerdir. Diğer taraftan rastlantısal olaylar, tesadüfler, gerçekleşebilen ya da gerçekleşemeyen olaylardır; açıkça ifade edilebilecek hiçbir yasanın hükmü altında değildirler ve tam da kendi doğalarından ötürü öngörülemezler.

Yaşam deneyimi bizleri hem zorunluluğun hem de tesadüfün varlığına ve bir rol oynadığına ikna eder. Bilim ve toplum tarihi de tamamen aynı şeyi gösterir. Bilim tarihinin tüm özü, doğanın belli başlı yapılarının araştırılmasıdır. Temel olan ile olmayan, zorunlu olan ile tesadüfi olan arasında bir ayrım yapmayı yaşamın içinde çok erken yaşlarda öğreniriz. Bilgi birikimimizin belli bir aşamasında bize “düzensiz” görünebilen istisnai şartlarla karşılaştığımızda bile, sonraki deneyimlerin sık sık farklı tipte bir düzenliliği ve ilk bakışta aşikâr olmayan çok daha derin nedensel ilişkileri açığa çıkardığı anlaşılır.

Yaşadığımız dünya hakkında akılcı bir fikir ve kavrayışa ulaşma çabalarımız, nedenselliği keşfetme gerekliliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Dünyayı öğrenme sürecindeki küçük bir çocuk, sık sık ne yanıt vereceğini şaşıran ebeveynlerini delirtircesine bıkıp usanmadan “neden?” sorusunu sorar. Gözlem ve deneyim temelinde, verili bir olguya yol açan nedeni bir hipotez olarak formüle ederiz. Tüm akılcı kavrayışın temeli budur. Bir kural olarak bu hipotezler, henüz denenmemiş şeylere dair öngörülerde bulunmamızı sağlarlar. Bu öngörüler daha sonra gözlem ya da pratik yoluyla sınanırlar. Bu, yalnızca bilim tarihinin bir betimi değil, aynı zamanda her insan varlığının çocukluğundan itibaren zihinsel gelişiminin önemli bir parçasıdır. Bu nedenle, bir çocuğun en temel öğrenme süreçlerinden evrenin en ileri düzeyde incelenişine kadar sözcüğün en geniş anlamıyla entelektüel gelişimin tümünü kapsar.

Nedenselliğin varlığı uçsuz bucaksız bir gözlemler yığını tarafından kanıtlanır. Bu bize yalnızca bilim alanında değil, günlük yaşamda da önemli öngörülerde bulunma yetisini kazandırır. Herkes bilir ki, eğer su 100ºC’ye kadar ısıtılırsa buhara dönüşür. Bu yalnızca bir bardak çay yapmanın değil aynı zamanda, tüm modern toplumun dayandığı sanayi devriminin de temelidir. Yine de, buhara suyun ısıtılmasının neden olduğunun söylenemeyeceğini cidden savunan filozoflar ve bilimciler vardır. Çok geniş bir olaylar yığını hakkında öngörülerde bulunabilmemiz, nedenselliğin, yalnızca olayları tanımlamanın uygun bir yolu değil, aynı zamanda David Bohm’un işaret ettiği gibi şeylerin içsel ve özsel bir görünümü olduğunu da tek başına kanıtlar. Gerçekten de, nedenselliğe başvurmaksızın şeylerin sahip olduğu özellikleri tanımlamak bile mümkün değildir. Örneğin, bir şeyin kırmızı olduğunu söylediğimizde, onun özgün birtakım koşullara maruz bırakıldığında belli bir biçimde tepkide bulunacağını anlatmış oluruz; yani kırmızı bir nesne, beyaz bir ışığa tutulduğunda en fazla kırmızı ışığı yansıtacak olan bir şey olarak tanımlanır. Benzer biçimde, suyun ısıtıldığında buhar, soğutulduğunda buz haline gelmesi, bu sıvının özsel özelliklerinin –ki bunlar olmasızın o su olamazdı– bir parçası olan nitel nedensel ilişkinin bir ifadesidir. Hareket eden cisimlerin genel matematiksel hareket yasaları da benzer şekilde bu cisimlerin özsel özelliğidir, bunlar olmaksızın bu cisimler oldukları şey olamazlardı. Böyle örnekler sınırsızca çoğaltılabilir. Nedenselliğin şeylerin özsel özellikleriyle neden ve nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu anlamak için, şeyleri statik ve yalıtık olarak düşünmek yetmez. Şeyleri, oldukları gibi, olmuş bulundukları gibi ve gelecekte zorunlu olarak olacakları gibi düşünmek; yani şeyleri süreç olarak analiz etmek gerekir.

Tek tek olayları anlamak için tüm nedenleri açıkça belirtmek gerekmez. Gerçekte bu mümkün de değildir. Laplace tarafından ileri sürülen mutlak determinizm türü, Spinoza tarafından şu nükteli pasajla yanıtlanmıştı:

Meselâ, yoldan geçen birinin kafasına damdan bir taş düşer ve adamcağızı öldürürse, onlar kendi muhakeme yöntemleriyle, o taşın düşmeye ve adamı öldürmeye mecbur olduğunu göstereceklerdir; eğer o taş o adamın üstüne Tanrının arzusuyla bu amaçla düşmemiş olsaydı, bu kadar çok koşul (bunca koşul aynı anda üst üste geldiğine göre) nasıl şans eseri bir araya gelebilirdi? Belki şöyle yanıtlayacaksınız: “Rüzgâr esiyordu ve adam o yoldan geçmek zorundaydı ve böylece de oldu”. Ama şöyle karşı çıkacaklar: “Rüzgâr neden o zaman esiyordu? Ve neden adam tam da o sırada o yoldan geçiyordu?” Eğer yine, “rüzgâr o zaman ortaya çıkmıştı çünkü deniz çalkantılıydı, bir gün önceki hava ise durgundu, ve adam o yoldan bir arkadaşının davetine katılmak için gidiyordu”diye yanıtlarsanız, sorgularının bir sınırı olmadığından bir kez daha sert bir şekilde şu karşılığı alacaksınız: “Deniz neden çalkantılıydı ve adam neden o zaman davet edilmişti?”

Ve böylece sizi nedenden nedene kovalayacaklardır, ta ki siz sevinçle Tanrının iradesine, yani bilgisizlik sığınağına sığınana dek. Böylece gene, hayrete düştükleri insan vücudunu gördüklerinde, böylesi bir maharetin nedenini bilmediklerinden, onun parçalar birbirine zarar vermeyecek şekilde yaratılmasının nedeninin mekanik bir beceri değil ilâhi ya da doğaüstü bir beceri olduğu sonucuna varacaklar. Ve bu nedenle, mucizelerin gerçek sebeplerini arayıp bulmaya ve bir budala gibi onlara ağzı açık bakakalmak yerine bir bilimci gibi doğaya ait olguları anlamaya çabalayan insanlar, yaygın bir şekilde kâfir ve dinsiz olarak addedilir ve bu, doğanın ve Tanrının tercümanı diye ayaktakımının taptığı kişiler tarafından açıkça ilân edilir. Çünkü böyleleri bir kez cahillikten kurtulunduğunda, kendi otoritelerini korumanın ve savunmanın biricik aracı olan şaşkınlığın hepten yitip gideceğini iyi bilirler





Kaynak:Aklın İsyanı /Alan Woods - Ted Grant
RivaN - avatarı
RivaN
Ziyaretçi
28 Ağustos 2010       Mesaj #4
RivaN - avatarı
Ziyaretçi
Nedensellik

Nedensellik, genel olarak nedensellik ilkesi olarak bilinen ve olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her şeyin bir nedeni olması ya da her şeyin bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması ya da belli nedenlerin belirli sonuçları yaratacağı, aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceği iddiasını içeren felsefe terimi.

Tanım

Aynı neden aynı sonuca yol açtığına göre neden–sonuç bağlantısı kesin ve değişmezdir. Bu anlamda evrendeki tüm olay ve oluşlar, kesin, değişmez ve öngörülebilirdir. Diğer bir anlatımla evren, gözlemcinin ya da deney yapanın iradesinden bağımsızdır.
Aynı genellik içinde, belli bir olguyu bilmek onun nedenini bilmek olarak anlaşılır ve bu bakımdan "Neden? sorusu" bilimin temel sorusu olarak görülür. 20. yüzyılın başlarına kadar bilimin temel yasası olarak Nedensellik ilkesi öne sürülmüştür. Kuantum fiziğiyle birlikte bilimin ilkesi olarak nedensellik tartışmalı bir konuma gelmiştir ve bu tartışma hem bilim kuramcıları hem de felsefeciler tarafından değerlendirilmeye devam edilmektedir.
Felsefe tarihi boyunca nedensellik tartışılagelen bir konu olmuştur. Epistemoloji, ontoloji, metafizik alanlarında nedensellik ilkesi üzerine çok geniş bir tartışma tarihi bulunmaktadır. Nedensellik-belirsizlik, nedensellik-özgür irade, nedensellik-olumsallık, nedensellik-belirlenimsizlik, nedensellik- raslantısallık vb. konu başlıkları felsefe tarihi içindeki bazı tartışılagelen konu başlıklarını göstermektedir. Felsefi bir kavram ve eğilim olarak determinizm nedensellik ilkesi üzerinde temellenir.
Gerekircilik


Gerekircilik, evrendeki tüm olay ve süreçlerin nesnel gerçeklik olduğunu kabul eden bir yaklaşım olarak, nedensellik ilkesi üzerine kurulu bir felsefi yaklaşım biçimidir. Buradaki nesnel gerçeklik, tüm olay ve süreçlerin nesnel yasalarca belirlendiği anlamındadır. Son tahlilde nesnel gerçeklik, neden – sonuç ilişkisine dayanır, her sonuç bir nedene dayanır ve her sonuç başka bir sonucun nedenidir.
Dünyaya gerekirciliğin bakış açısıyla bakmak, farklı yorumlarla ortaya çıkmıştır. Bu görüş temelinde insan iradesi ve özgürlüğünün yok sayılması da, insan iradesine çok geniş bir özgürlük alanı açılması da sözkonusu olabilmektedir.
nedenselik ilkesi ve gerekircilik hem metafiziğin hem de bilimsel düşüncenin içinde temel rol oyanayan kavramlardan başlıcalarıdır. Bilimsel düşünce açısından nedensellik insana, nesnel dünyanın bilinebilir ve olanaklar çerçevesinde değiştirilebilir olduğunu göstermiştir. Herhangi bir olayda neden – sonuç ilişkisi biliniyorsa, nedenin değiştirilmesiyle sonuç da değişecektir. Bilimsel gelişmenin temelinde yatan en önemli öncüllerden biridir bu bakış açısı.
Dinsel nedensellik


İnanç gerekirciliğinde (ilkel şekli ihmal edilirse) dünyadaki her şeyin bir gayesi olduğuna ve ilahi bir kudret dahilinde belirlenen bir sonun mevcut olduğuna inanılır. Bu nedenselliğin ve gerekirciliğin ilkel şeklini Saint-Augustin ile Dante, çağdaş biçimini ise Hegeldeterminizm temellendirilmiştir. savunmuştur. Bu çeşit düşüncelerle bir anlamda
Mantık


Gerekli ve yeterli neden


Neden ekseriya iki türe ayrılır: Gerekli ve yeterli [1]
  • Gerekli nedenler:
Eğer x y’nin bir gerekli nedeni ise, böylece y nin varlığı x’in varlığını ifade eder. Ama, x’in varlığı, y’nin varlığını meydana getirmeyecektir.
  • Yeterli nedenler:
Eğer x y’nin yeterli nedeni ise böylece x’in yeterli varlığı y’nin varlığını ifade eder. Ama, başka bir z alternatif olarak y nin nedenidir. Böylece y’nin varlığı x’in varlığını ifade etmez.
J. L. Mackie alışırmış konuşmanın nedenini tartışmış, gerçekte, INUS (gereksizin yetersiz ve lüzumundan fazla parçaları ancak yeterli nedenler) şartlarına işaret etmiştir. Örneğin; bir evin yanıp kül olması nedeni gibi kısa bir çevirim düşünün. Olayların toplamını düşünün, kısa bir çevirim, yanıcı malzemelerin yakınlığı, ve itfaiyecilerin yokluğunu gözönüne alın. Düşünülenlerin beraber olması gerekli değildir ancak evin yıkımı için yeterlidir (ondan sonra olayların bir çok diğer toplamı kesinlikle evin yıkımına yardımcı olmuştur. Bu toplamın içinde, kısa çevrim yetersizdir ama luzumundan fazla parça değildir ( o zaman kısa çevrimin kendi ateşe neden olmayacaktır ama başka herşey ile eşit olmadan ateş olmayacaktır). Bu nedenle kısa çevrim evin yanıp kül olmasının INUS nedenlerini verir.
"Neden?" sorusu


"Neden?" sorusu bilimsel düşünmenin gelişiminde etkili olmuş ve tarih boyunca ele alınışı değişimlere uğramıştır.Belirli gelişmelerin sonrasında ise neden sorusundan nedensellik kavramına geçildiği görülür.Özellikle Newton'un bulguladığı bilimsel gelişmeler ve doğabilimlerinin o dönemdeki ilerlemesi sonucunda nedensellik kavramının öne çıktığı söylenebilir.Nedensellik bir şeyin nedeninigeçmişteki nedenigelecekteki sonucu da bilinebilir olarak ele alınıyordu.newton fiziğinde, belirli bir anda eğer bir sistemin durumu biliniyorsa gelecekteki durumunun da ne olacağı tespit edilebilir olarak alınır.Nedensellik bu anlamda bir neden-sonuç ilişkisi olarak anlaşılmaktadır.Werner Heisenberg ve benzer kuantum fizikcilerinin itirazı tam da bu noktaya ilişkindir;çünkü belirli durumlarda (atom altı dünyada) bir şeyin konumunu ve hızını aynı anda bilmenin olanaklı olmadığı, bunun çeşitli olasılıksal hesaplara bağlı olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.Böylece nedensellik ilkesinden giderek belirsizlik, olasılıksallık, rastlantısallık gibi kavramlara yönelim sozkonusu olmuştur. bilmek, ve bu da, bir şey meydana gelmişse ondan önce başka bir şey meydana gelmiştir düşüncesine sahip olmak anlamına geliyordu ve böylece, buradan da gelecegin kestirilebilir/bilinebilir bir şey olduğu fikrine varılıyordu.Eğer bir olayın biliniyorsa
Bilimde nedensellik


İlk Çağlardan 20. yüzyıl başlarına kadar gelişerek ve derinleşerek gelmiş olan bilim düşüncesinde ve bilim teorisinde geçerli olan nedensellik anlayışı ya da nedensellik kavramının kavranılışı, ünlü bilim insanı Albert Einstein'ın popüler sözü "Tanrı zar atmaz"Neden? sorusudur. değişinde ifadesini bulur.Her şeyin birbirine bağıntılılığı, her gelişmenin ya da sonucun bir önceki olayın ya da etkinin ürünü olduğu düşüncesi, geriye doğru gidildikçe sonsuz bir neden-sonuç ilişkisinin var olduğu düşüncesi bu bağlamda değerlendirilir.Bu düşünceye göre bilimin temel sorusu,
Ayrıca, benzer nedenlerin benzer koşullarda aynı sonucu vereceği önermesi de nedensellik ilkesinin temel önermelerinden biridir. Francis Bacon, doğa bilimlerindeki gelişmelerle nedensellik ilkesinin açık bir şekilde bilimin temeli olarak kanıtlandığını öne sürmüştür. Özellikle fizik bilimi uzun yıllar nedensellik ilkesi altında tanımlanmış ve değerlendirilmiştir. Kuantum fiziğinin gelişiminden itibaren ise, bilimin bütün ilkelerinin yanı sıra en çok tartışılan ilkesi nedensellik ilkesi olmuştur.
Bilim felsefesi 20. yüzyılda bilimin niteliği üzerine önemli tartışmalar kaydetmiştir ve bilinen anlamda nedensellik ilkesinin eleştirisi yaygın bir eğilim olarak şekillenmiştir. Bilim kuramcıları ve bilim felsefecileri kaos, olumsallık, belirsizlik, belirlenimsizlik, olasılık, raslantıBelirsizlik ilkesi, nedensellik ilkesi karşısında giderek öne çıkmış ve güçlenmiştir. Özellikle pozitivizmde nedensellik kavramına belirleyici bir önem ve yer verildiği görülür. Bu anlayışta nedensellik ilkesiyle, geçmiş olayları bilerek bugünü görecegimiz ve hatta geleceği bilecegimiz ileri sürülür. gibi kavram ve kategoriler aracılığıyla bilimsel nedensellik fikrini karşılaştırmakta, farklı yollar aramaktadırlar.
Bu yaklaşım günümüzde çok az destek görmektedir. Einstein'in Kuantum fizikçilerine itiraz etmek için öne sürdüğü "tanrı zar atmaz" sözüne rağmen olasılık ve raslantı kavramlarının bilimsel düşüncede giderek güçlendiği söylenebilir. Eistein'ın bu görüşüne karşı "tanrının ne yapacağını bilemeyiz" cevabı verilmiştir.
Her olayın maddi veya manevi birtakım nedenlerin zorunlu sonucu olduğunu kabul eden felsefi görüş determinizm olarak adlandırılır. Determinizm bütün olayların, hiç kimsenin değiştiremeyeceği bir şekilde, doğaüstü bir güç tarafından saptanmış olduğunu kabul eden fatalizme (sabit kadercilik) karşı çıkar. Determinizme göre insan kaderini kendisi yaratır, fakat evrensel yasalar çerçevesinde. Her olayın maddi ve manevi bazı nedenlerin sonucu olması kuralı ise nedensellik kuralı olarak adlandırılır. Nedensellik kuralı rastlantı diye bir şeyin olmadığını ortaya koyar.


Kaynak:
Son düzenleyen asla_asla_deme; 5 Ekim 2011 15:06 Sebep: Sayfa Düzeni
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Aralık 2015       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
NEDENSELLİK a. Fels.
1. Nedeni sonuca bağlayan bağ. (Esk. eşanl. İLLİYET) [Bk. ansikl. böl ]
2. Yapısal nedensellik, öğelerinin birbirlerine oranla yerini ve işlevini belirleyen bir yapının bu öğeleri arasındaki karşılıklı ilişkilerin tümü. (Bk. ansikl. böl.) || Nedensellik ilkesi, her olan şeyin bir nedeni bulunduğunu, aynı nedenlerin aynı koşullar içinde hep aynı sonuçları doğurduğunu belirten ilke.

—ANSİKL. Aristoteles'ten günümüze kadar batı felsefesi, nedensellik kavramını sürekli olarak derinleştirdi ve bunu yaparken bazen nedenselliğin şeylerin kendisinde bulunduğunu, bazen de şeyler arasında “neden-sonuç" tipinde bir ilişki algılayan anlayışgücünde (anlıkta) yer aldığını ileri sürdü. Bu arada nedenselliğin bir sanı ve temelsiz bir şey olduğunu düşü nen filozoflar da çıktı (Berkeley, Hume Stuart Mili). Nitekim Kant'ta nedensellik, bir yasa niteliği taşır ve fenomenler arasındaki ilişkiyi düzenleyen anlayışgücü- nün bir ilkesidir: “Bütün değişiklikler, nedenle sonucu birbirine bağlayan yasaya göre olur" (Salt aklın eleştirisi [Kritik der Reinen Vernunft], 1,1,2).

Hegel ve marxçılarla birlikte, günümüz de yapısal nedensellik adı verilen nedensellik kavramı ortaya çıktı. Hegeloiler karşılıklılık kavramına ışık tuttular. Engels, Doğanın diyalektiği'nde (Dialektik der Natur) şöyle der: "Hareket halindeki maddeyi gözlemlediğimizde, gözümüze ilk çarpan şey, bireysel cisimlerin bireysel hareketleri arasındaki karşılıklı bağlılıktır, bunların birbirlerini karşılıklı olarak koşullan dırmalarıdır" (Parça no. 3). Engels ayrıca, bizim yalnızca bir hareketin başka bir hareketin nedeni olabileceğini gözlemle mekle kalmadığımızı, aynı zamanda kendimizin de bir harekete neden olabileceğimizi söyler. Ve şunu ekler: "Nedensellik tasarımı, bir hareketin başka bir hareketin nedeni olduğu fikri, ancak insan etkinliği sayesinde oluşur [...]. insan etkinli ği, nedenselliğin mihenk taşıdır" (ay. ypt.).

Günümüzde de çeşitli biçimler altında varlığını sürdüren (Lukâcs, Althusser), bu düşünce akımından ayrı olarak Nietzsche, bu tür bir araştırmayı sert bir biçimde yargılar ve batı düşüncesinin bu akılcı eğili mini açıkça suçlar. Nietzsche’ye göre, olaylar arasında bazı nedensellik ilişkilerinin varlığına inanmamız, tam anlamıyla bir yanılsamadır: algının bize verdiği tek şey, bir ardardalık ilişkisidir. Bu yanlış inanç, iradi eylemlerimizin kötü bir yoru mundan kaynaklanır: "Neden denilen şey hakkında bizim hiç, ama hiç bir deneyimimiz yoktur; ruhbilimsel bakımdan, bizde bu kavramın bütün kaynağı, örneğin kolumuzu oynattığımız zaman bunun nedeninin biz kendimiz olduğumuz konusunda taşıdığımız öznel kanıdır... Oysa bu bir yanılgıdır. Biz, kendimizi bu edimden ayırıp, onun yaratıcısıymış gibi görürüz ve her yerde de aynı şemayı kullanırız -yani her olan şeye, bir yaratıcı bulmaya çalışırız. Peki, ne demektir bu? Biz, bir kuvvet, gerilim, direnç duygusunu, bir edimin zaten başlangıcı olan bir kassal izlenimi, bir neden olarak yanlış bir biçimde yorumlarız; ya da eylemin istekten sonra geldiğine bakıp, şunu ya da bunu yapmak iradesi'ni yanlış olarak neden diye alırız." (Wille zur Macht [Güçlülük istenci].)
Bu görüşün yararlı yanı, zihinleri, bir kategori olarak nedensellik üzerinde yeniden düşünmeye zorlamasındadır. imdi, felsefe her ne kadar Aristoteles'le birlikte, doğayı bir töz olarak düşünmeye başladıysa da, çağdaş fiziğin buluşları, şeylerin en son gerçekliği olarak anlaşılan bir töz fikrine son verdi. Atom ya da ilkel parçacık olarak düşünülen cisimcik, nitelik taşıyan bir töz değil, “çokboyutlu bir mekân içinde bir diferansiyel denklemle simgelendirilmiş bir denklemler sisteminin ifadesidir. Ona hiçbir nitelik doğrudan doğruya atfedilemez" (VVerner Heisenberg). Sonuç: nedensellik, “gizli yapıların, salt biçimlerin" (Erwin Schrödinger) ifadesidir.
İnsan bilimleri alanında da (dilbilim, toplumsal antropoloji, psikanaliz, vb.) bazı okullar, yapısal tipte bir nedensellik öne sürdüler. Michel Serres, bu konuda bir model önerdi: "Mekân içinde, birçok yolla birbirine bağlanmış birçok noktadan oluşan ağ biçiminde bir diyagram düşünelim. Noktalar ya da doruklar, onları birbirine bağlayan yolların kesiştiği yerler; yollar da, noktalar arasındaki bağlantılardır. Bir noktadan bir başkasına gitmek için bütün yollar kullanılabilir... Burada, çok girişli ve çok bağlantılı bir usavurma sözko- nusudur." (Hermös ou la communication [Hermes ya da iletişim].) Anlaşılacağı gibi, bu yapısal modelde bir “neden” öğesi ile bir "sonuç" öğesi ayrımı yapılamaz.
Önemli olan alandır ve herhangi bir öğe değişikliği, yapı modelinin tümüyle yenilenmesine yol açar.
Demek ki, nedensellik, fizik ve toplum bilimlerinin işe karışmasıyla köklü bir değişikliğe uğramıştır. Gerçekten de, nedensellik, biri matematiksel, öteki fiziksel nitelikte olan olasılık ve alan kavramlarına bağlandı. Nedensellik, günümüzde, bir yapının maddi karşılığı olan bir alanda meydana gelen bir değişikliği belirleyen zorunlu istatistiksel çıkarımların tümü olarak anlaşılabilir.

Kaynak: Büyük Larousse