Arama

Güven

Güncelleme: 28 Kasım 2006 Gösterim: 2.280 Cevap: 0
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Kasım 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Güven dediğimiz 'tutarlılığımıza' da gönderme yapıyor ve 'özü sözü bir olmak' tutarlılıkta oldukça önemli bir yer tutuyor. Yaşamın sözü yaşamın orta yerinde. Bir fırıncı ancak ekmeği markette göremediğimizde aklımıza gelir. Oysa her sabah o markete hazır halde gelen ekmek ve marketin aynı saatte açık oluşu çok ciddi bir 'tutarlılıktır'.* Hep aynı saatte durağında olan toplu taşım aracı, sabah işe gidebilme planlarımızın bir parçası ve kendimizi 'düzenlememizi' sağlayandır. Güven benzeri bir düzenlemeyi anlatır. Araç gelmediği anda apışır kalırız. Bir yandan alternatif çareler üretmeye çalışırken, diğer yandan veryansın ederiz araca. Bu 'tutarsızlık' o anımızı zehir eder bize.

Sponsorlu Bağlantılar
Kendimize güven iç tutarlılığımızın adıdır. İçimizin fırıncısı ekmeğini yapmalı, market tam zamanında yerinde olmalı, bizi taşıyan araçlarımız asla gelmemezlik etmemelidir. İç tutarlılığımızı doğrulama yöntemlerimiz 'kendimizi savunma araçlarımız'ın eline düştüğü anda orada ne kişisel düzenimiz kalır ne de kendimize güvenimiz. En doğru her zaman ben isem, bu benim kendime güvensizliğimi anlatır. Sürekli ve düzenli olarak mazeret üretirim. Güven ve mazeret düşman kardeşlerdir, birinin olduğu yerde diğeri bulunmaz.

Aşk içrelikte güven, karşıcinsimizle benliklerimizin tek potada yoğrulabilmesinin adıdır. Bu yoğrulmanın başarılamadığı yerde aşk yeşeremez. Aşk içrelikte bütün kelime anlamları her iki insan için de aynıdır. İletişim anlamını aşk içre halde bulur. Diğer bütün iletişim biçimlerinde alıcı salt almak istediğini aldığı halde, aşk içrelikte mesaj her iki insan için de aynıdır. Sonsuz güven ancak bu iletişim şeklinin başarılabildiği yerde oluşur. Bu iletişim biçiminin başarılabileceği bir başka alan daha vardır: Dostluk. Bu içeriğin dışındaki ilişki biçimlerinde dostluk kavramı 'beni evetleyen dostumdur!'un dışında birşey anlatmaz...

* Dolaylı olan ve 'hissedemediğimiz' bir güven biçimidir bu aynı zamanda. Yaşam 'düzenlerimizin' tam orta yerindedir, ancak sanki bu düzen hep böyle tıkır tıkır yürümek zorunda imiş gibi bir bakışımız var sanırım. Örneğin bir grev bütün düzenimizi allak bullak eder ve o grevin neden yapıldığından daha çok düzenimizin sarsılmış olması ile tepkilerimiz grevin 'niçin' yapıldığına yönlenir...


*********

Güven Bunalımı

Güvensizlik yaratan 'kaynaklar'ı yoketme isteğimizde ne kadar samimiyiz?
İçimizde barındırdığımız her korkumuz özgüven eksliğimizin birer işaretleri midirler?
Kendimize dürüstlüğümüz neden bu kadar zor?..

Özgüvenin eleştiri* ile ilişkisi.

- Özgüvenin güven duygusuna önceliği vardır ve bu nedenle temel alınması gereken özgüven olmalıdır.
- Eleştiriye kendisinden başlayan insan yapıcılığı geliştirir.

Güven duygusunu özgüvene eşitleyebilmeliyiz. Çünkü 'güven duygusu' dışımızdan bize göndermelerle yüklenenler, yüklendiklerimiz. Örneğin 17 Ağustos '99 Kocaeli depremi sonrası yaşadığımız toplumsal psikolojide her an her yerde deprem olacakmış hissi vardı yada yaratttık. 12 Eylül darbesinin bütün topluma yaydığı korku, çok kısa sürede toplumsal güvensizliği şırıngaladı. Devamında izlenen siyasi ve ekonomik politikalarla geldik bugüne ve birey birey parçalanmışlıklarımızın kökeninde o günlerde yaratılıp bugünlere aktarılan korkular ve güvensizlikler var. Günümüz içre bireysel sosyalliğimiz korkan ve güvensiz insan yapısını anlatmakta. Sistemin de kendine güvensiz insan yapısını istediği ve yarattığı böylesi bir bunalım ortamından nasıl sıyrılıp da kaygılarından, korkularından kurtulmuş ve kendisine güvenen insanlar olabileceğiz? Mümkün müdür? Elbette mümkün. Çare yine bizlerde, kendimizde...

Humphreys**, özgüveni iki temele indirgemiş; birincisi, ''sevilebilir olma duygusu'' ve ikincisi, ''yeterli olma duygusu''. Kendimiz ile ne kadar barışık olduğumuzla paralel giden bir duygulanım 'sevilebilir olma duygu'muz. Eğer bu noktada bize dışarıdan bakışın giydirmelerini esas alırsak kendimizi sevdirmek için bir çabaya girmemiz kaçınılmazlaşıyor. Negatif bir çaba değil bu elbette, ancak değer verdiğimiz ve sevgi bağından kopmak istemediğimiz bir insanın/insanların olumlamadığımız isteklerini de yapma/yapabilme çabalarına girmemize de yolaçması olasılığını asla gözden kaçırmamak gerekiyor. Örneğin birçoğumuz da bizlerden istenen çeşitli 'torpil' isteklerini sorgusuz sualsiz yerine getirmek için çaba sarfediyoruz. Sonuç ortada: Birbirimizi ezen ve bu ezmeyi bilinçaltlarımızda meşrulaştıran bir toplumsal yapı. Masabaşı söylemlerimizle de memleket kurtarıyoruz. Bu söylemler de salt söz olmanın dışında kalamıyor ve 'vicdan rahatlatma'dan öteye geçemiyor, geçemez. Öyleyse 'sevilebilir olma duygumuz' ile bize dışarıdan giydirilen güven duygusu arasında oldukça ciddi bir bağ var ve negatif bir bağa dönüşmesi pamuk ipliğince ince bir çizgide duruyor. Sevdiklerimizle birlikte varolabilme kaygımızın esiri olduğumuzda sevdiklerimizin onaylamadığımız isteklerini yerine getirebilme önceliğinde davranışlara girişimiz ve çifte standart bakışlarımızın oluşması da kaçınılmazlaşıyor. Adalet duygumuzun da kaybolduğu yerdir burası...

* ''...Tanzimat’la birlikte düşün dünyamıza giren bir kavramdır eleştiri (tenkid); ancak Osmanlı eleştirmemiş “şerh” etmiştir. Uzun yıllar eleştiri kelimesi yerine kullanılan “tenkid” kavramının kökenine gidildiğinde, bu kavramın “gagalamak, ayıplamak, kusurunu göstermek” anlamına da geldiği görülmektedir. Ve bu anlayış neredeyse günümüze kadar devam ede gelmiştir. Bu yüzden de; toplumumuzda eleştiri hep korkulan bir şey olmuştur. Çünkü; eleştiriden hep olumsuzu anlamışız ve bu nedenle de özeleştiri mekanizması da oluşmamıştır. Eğer, yukarıdaki eleştiri mekanizması kendimizi de kapsasa; yaptığımız tek şey özeleştiri adına, kendimizi aşağılamak olurdu. Bu ise, insanın kendi iç dengesini bozmaktan başka işe yaramazdı. Öyle ise, bizde özeleştirinin olmaması, eleştirinin de olmamasının bir sonucudur. Ya da bir diğer söyleyişle, eleştiri başkasının kusurlarını bulmak, kötülemek, olumsuzlarını öne çıkarma çabası ise, insanın kendisini eleştirmemesi de (özeleştiri) doğal bir sonuç olarak kendiliğinden ortaya çıkmaktadır...''

*
http://universite-toplum.org/text.php3?id=192

** Çocuk Eğitiminin Anahtarı: Özgüven
Tony Humphreys - EPSİLON YAYINLARI




Benzer Konular

12 Eylül 2009 / KisukE UraharA Sinema tr
7 Eylül 2009 / Daisy-BT Sinema tr
22 Mart 2009 / HipHopRocK Asker tr
14 Kasım 2006 / Kral_Aslan Edebiyat tr
11 Mart 2009 / Harry Kewell Spor tr