Tarihselcilik (Historismus)
Tarihselcilik, 19. yüzyılın ortalarında, özellikle Almanya'da tarih bilimlerinin bağımsız gelişme sürecinde ortaya çıkan düşünce akımıdır. Olayların açıklanmasında tarihe öncelik veren tarihsel düşünme eğilimidir.Bu ortaya çıkış tarih bilimlerinin bağımsız bir doğrultuda gelişme sürecine denk düşmektedir. Akım, olayların açıklanmasında tarihe öncelik tanımayı ifade etmektedir. Tarihselcilik bütün olayları, başarıları ve değerleri, içinde doğdukları tarihsel durumlardan ve tarihsel koşullardan kalkarak anlamaya çalışan, giderek bu olayların nesnel içeriklerinin ve bugünkü anlamlarının açıklanmasını da ancak bu geçmişe bakış içinde elde edileceğine inanan düşünce biçimidir.
Tarihselcilik, bilgi, değer yargıları ve normların, özleri itibariyle tekrar edilemez tarihsel bir durumda ortaya çıktığını; tarih içinde sürekli değişerek daha mükemmele doğru bir seyir izlediğini savunan görüşleri anlatmak için kullanılan ortak bir terimdir. Yöntemden ziyade bir eğilimi ifade ettiği için tanımı konusunda da birleşilememiştir. Tarihselcilere göre hiçbir öğreti bütün zamanlara hitap edemeyeceği için, her birey, tarihi hadiseleri kendi deneyimleri ışığında ve kendi geleceği açısından yeniden yorumlamalıdır.
Tarihsellik, şu iki temel özelliği barındırmaktadır. Bilginin değişkenliği ve değerlerin göreceliliği. Buna göre, tarihin belirli bir döneminde telif edilen veya dile getirilen bilgilerin, hukuki ve ahlaki yaptırımların o dönemin ürünü olması ya da özelliklerini yansıtması kaçınılmazdır. Dolayısıyla tek doğru ve mutlak gerçeklikten söz edilemez. Doğa bilimlerindeki gözlem ve deneye dayalı bilginin sürekli mükemmelleşmesi gibi insana dair ahlak, estetik ve hukuk hakkındaki bilgilerimiz de sürekli bir ilerleme çizgisi içerisindedir.
Bununla birlikte terim ilk bakışta biraz karmaşık bir, mahiyettedir. Çünkü onun için tespit olunan farklı anlam düzeylerinden bahsolunmaktadır. Buna göre o, bir taraftan bütün olay ve gelişmelerin kendi tarihsel konumlarından ve tarihsel koşullardan hareketle açıklanmasına girişildiği ve giderek bu olayların mahiyetlerinin ve içinde bulunan andaki anlamlarına yönelik bir açıklamanın da, geçmişe dönük bir bakış açısıyla mümkün olabileceğine inandığı bir düşünce biçimini adlandırmaktadır.
Bunların yanında tarihselliğin, "tarihi sırf kendisi için inceleme, tarih ve eğitimi üzerine aşkın bir vurgu yoluyla bugünün gözardı edilmesi; yaşamı felç edecek denli tarih tutkunluğu" ve "tarihin prensip bakımından olduğundan daha mutlaklaştırılması" türünden anlam boyutlarının varlığı da söz konusudur.
Tarihselciliğin Oluşumuna Katkıda Bulunan Felsefeciler
Dilthey da, Yeni-Kantçılar ve Alman Tarih Okulu yandaşları gibi, önce doğal gerçeklik - tinsel gerçeklik ayırımından hareket eder. Ona göre, bu ` iki gerçeklik alanı, konu ve yöntem bakımından birbirlerinden farklı iki bilim grubunca araştırılabilir: 1.Doğa bilimleri, 2. Tinsel bilimler. doğa bilimleri, doğal olguları inceler ve bu olgular, arasındaki ilişkileri azlık-çokluk (nicelik) yönünden açıklar, bu olgular arasındaki “değişmez” ilişkileri saptamaya çalışır ve saptadığı bu ilişkilere yasa adını verir. Doğa bilimlerinin yöntemleri açıklayıcıdır. Açıklama ise nedenselliği gerektirir. Nedensel ve nicel bir açıklama peşindeki doğa bilimleri için en uygun açıklama biçimi ise matematiksel açıklamadır. Dilthey'in doğa bilimlerini bu tarz konumlayışı, aslında olgucu bir konumlamadır. Ama “tinsel bilimler” söz konusu olduğunda konumlama değişir.
Dilthey'a göre “tinsel bilimler” ancak öznel olarak bir anlama konusu olabilen değerleri, normları, ideleri ve bunların anlamlarını, kısacası tinsel gerçekliği ele almak durumundadırlar. Bu gerçeklik ise nicel değil nitel bir gerçekliktir. Tinsel gerçekliği oluşturan ideler, normlar, değerler, her şeyden önce yaşanırlar. Bunlar tarihsel birikim olarak “insan yaşam”ını yönlendiren, hatta biçimleyen şeylerdirler. Bu yüzden de, bunlar empirik bir algılamanın değil, öznel bir anlamanın konusu olabilirler. Tinsel gerçekliği anlamak isteyen araştırmacı için ise, başvurabileceği en önemli kaynak yazılı yapıtlardır. Yazılı yapıtların “yorumu bu yapıtların yaratıcılarını ilkin tarihsel kişilikler olarak kavrar, giderek onları yaşadıkları tarihsel dönemin birer temsilcisi olarak görür, son aşamada aydınlatılması gereken ise tarihsel-plandır, tarihselliktir". Dilthey'da yaşam, biyolojik yaşam, tinsel yaşamdır; tinsel gerçeklik alanı olarak tarih' tir. Tarih ise, doğa bilimlerinin empirik yöntemleriyle bir gözlem konusu, bir açıklama nesnesi haline getirilemez; onu anlamak gerekir. Bu bakımdan Dilthey, bir bilim olarak “sosyoloji”ye karşı değilse de, Comte'un “sosyoloji”sine karşı olduğunu belirtiriz. Doğa bilimsel yöntemlerle tinsel gerçekliğe yönelmek yanlıştır. Doğa bilimleri olgu üzerinde kurulur, tinsel bilimlerin yöneldiği şey ise anlamdır. İnsanın toplum içindeki etkinliğini dış koşullar kadar “değerler” de bedirler. Birer empirik olgu olmayan “değer”ler hesaba katılmadan insan eylemleri anlaşılamaz, toplum kavranamaz. İnşanlar, başka insanları ve toplumsal kurumları olduğu kadar, hatta doğayı bile bu “değerler”in süzgecinden geçen yönleriyle tanırlar. Örneğin Newton, evrende bir “uyum” olduğunu söylerken kendi dinsel inançlarını. da bu arada yansıtmış oluyordu ve bizler bir kaç yüzyıl süresince evreni Newton'un uyumcu mekaniği açısından algıladık. Ne var ki, doğanın bile belli bir tinsel birikim süzgecinden geçtikten sonra algılanması, tinsel bilimler açısından şu güçlüğü ortaya çıkarır: Tinsel bilimler bir yandan tarihsel-tinsel gerçekliği yaratanların, her dönemde bu gerçekliği hangi değerlere göre oluşturduklarını anlamaya çalışırlar; öbür yandan, tinsel bilimci araştırmasına başlarken, araştırmasına kendi değerleri yön ve biçim verir. Bu nedenle, tinsel bilimlerde görecelilikten, seçicilikten, araştırmacının özel ilgilerine bağlı bir ayıklamadan, kısacası yanlı algılama denen şeyden sonuna kadar kaçınmak olanaksızdır.
Böylece Dilthey, bilgi ve bilimi zamana (tarih) bağlı olmayan bir boyut içinde görmeye çalışan bilgi kuramcılığını tek yanlılık ve kısırlık içinde bulur. Bu, bilginin ve bilimin bilgi-kuramsal bir özerkliği olduğu hakkındaki her türlü görüşün (bu arada çeşitli olguculukların) tek boyutlu olduğunu belirtmektedir. Dilthey için bilginin temeli bilgi-kuramsal değil tarihseldir. Bilgi, her tarihsel dönem ya da süreçte, o tarihsel dönem ya da sürecin yaftasını oluşturan tinselliğin,yani tarihin. de bir ürünüdür. Birey, kendini ve evreni bağımsız ve özerk olarak asla tam tamına kavrayamaz; çünkü o tarih tarafından belirlenmiş ve “tutuklanmıştır”. Onun algıları, salt ve aracısız değildir. Çünkü, algılayan özne, önce tarihsel bireydir. Lock'un tabula rasa'sı, tarihin başladığı andan beri hiçbir zaman olmamıştır. İnsan, hem kendini (ve toplumu) hem de evreni tarihsel belirlenimi altında, bir tarihsel gözlükle algılar. Bu nedenle, bilgiye giden yol, doğa bilimlerinin açıklayıcı yöntemlerinden önce tarihe yönelen anlayıcı bir yöntem olabilir. Böyle bir yöntemle yönelinecek olan şeyler de, tinsel ürünler olarak yazılı yapıtlardır; bu yapıtların dilidir. Tinsel bilimlerin yöntemi, bu nedenle bugünün ilgi ve değerlerine ister istemez bağımlı olacak olan bir bakış açısı ile, yazılı yapıtları ve bu yapıtların dilini anlamaya çalışan yorumlayıcı bir anlama yöntemi olacaktır(hermeneutik). Çünkü dil, tarihsel bireyler olarak süjeler arası bildirişim ortamıdır.
Oysa, tinsel gerçeklik alanında her ne kadar genelleştirici bakış tarzlarıyla da pekâlâ. iş görülebilirse de, bu alanda esas hedef, konuyu kendi tarihsel bireyselliği içinde ele almaktır. Çünkü; tinsel alanda, tarihte tekrar yoktur. Bu alanda belirli zaman dilimleri içinde ortaya çıkan, birbirine benzemez, kendine özgü oluşlar vardır. Bu yüzden örneğin tarih bilimi, bir defalık oluşun bilimi olagelmiştir. Tarihsel-tinsel oluş, bu yüzden doğa bilimlerinin genelleştirici bakış tarzı yanında, ama öncelikle bireyselleştirici bir bakış tarzını gerektirir. Ama doğa bilimleri de, kendi konuları ile ilgili olarak bireyselleştirici bir bakış tarzına pekâlâ başvurabilirler. Yani, bilimleri konu ve yöntemlerine göre ayırt etmek yanlıştır. Rickert,, bunu şu ünlü tümcesinde dile getirir: “Kendisine genellik açısından baktığımızda gerçeklik doğadır; ama bireysellik ve kendine özgülük açısından baktığımızda ise, gerçeklik tarihtir” Böylece, doğa ve tin kavramları, Rickert'de tek başlarına anlamı olan sözcükler olmaktan çıkarlar.
Popper'in tarih bilimi üzerine de özel bazı görüşleri vardır: Ona göre, olayların peş peşe gelişi hakkındaki bilimsel açıklamalar, eğilimler ve ön-deyiler kanun değildir. Eğer mutlaka bir şey denecekse bir yönelimdir. Yönelim ise kanunun aksine genel olarak bilimsel ön-deyilere dayanak olarak kullanılamaz. Popper'in gösterdiği gerekçeler şunlardır:
Çünkü eğer bu tür yeni bir bilimsel sosyal takvim yapılmış olsaydı ve başkaları tarafından da bilinir hale gelseydi (böyle bir şeyin uzun süre gizli tutulması mümkün olmazdı; çünkü ilke olarak, herhangi bir kimse tarafından yeniden keşfedilebilirdi), bu durum hiç şüphesiz bu etkinin öndeyilerini altüst edecek eylemlere sebep olacaktı. Mesela, hisse senetlerinin fiyatlarının üç gün yükselip daha sonra düşeceğinin öngörüldüğünü farz edelim. Açıktır ki, piyasayla ilgili herkes elindeki senetleri üçüncü gün satacak ve böylece fiyatların o günden düşmesine yol açarak, söz konusu öndeyiyi yanlışlayacaktı. Kısacası, kesin ve ayrıntılı bir sosyal olaylar takvimi fikri kendi kendisiyle çelişkilidir ve bu sebeple kesin ve ayrıntılı bilimsel öndeyiler imkansızdır. O halde tarih nasıl yazılır? Önce tarihe belirli bir bakış açısından bakmaya karar verilir; sonra da tarihteki bu görüş açısından geçerli olaylar betimlenir. Popper, bu bakış açısına, tarih anlayışı adını verir ve bir tarih anlayışına sahip olmaksızın tarih yazılamayacağını savunur. Bir tarih anlayışına sahip olmadıklarını söyleyenler de, bunun bilincinde olmasalar bile, böyle bir anlayışa sahip olmadıklarını söyleyenler de, bunun bilincinde olmasalar bile, böyle bir anlayışa sahiptirler. Tarih anlayışları sınanamaz ve dolayısıyla, doğru yada yanlış oldukları söylenemez.
Sponsorlu Bağlantılar
Tarihselcilik, bilgi, değer yargıları ve normların, özleri itibariyle tekrar edilemez tarihsel bir durumda ortaya çıktığını; tarih içinde sürekli değişerek daha mükemmele doğru bir seyir izlediğini savunan görüşleri anlatmak için kullanılan ortak bir terimdir. Yöntemden ziyade bir eğilimi ifade ettiği için tanımı konusunda da birleşilememiştir. Tarihselcilere göre hiçbir öğreti bütün zamanlara hitap edemeyeceği için, her birey, tarihi hadiseleri kendi deneyimleri ışığında ve kendi geleceği açısından yeniden yorumlamalıdır.
Tarihsellik, şu iki temel özelliği barındırmaktadır. Bilginin değişkenliği ve değerlerin göreceliliği. Buna göre, tarihin belirli bir döneminde telif edilen veya dile getirilen bilgilerin, hukuki ve ahlaki yaptırımların o dönemin ürünü olması ya da özelliklerini yansıtması kaçınılmazdır. Dolayısıyla tek doğru ve mutlak gerçeklikten söz edilemez. Doğa bilimlerindeki gözlem ve deneye dayalı bilginin sürekli mükemmelleşmesi gibi insana dair ahlak, estetik ve hukuk hakkındaki bilgilerimiz de sürekli bir ilerleme çizgisi içerisindedir.
Bununla birlikte terim ilk bakışta biraz karmaşık bir, mahiyettedir. Çünkü onun için tespit olunan farklı anlam düzeylerinden bahsolunmaktadır. Buna göre o, bir taraftan bütün olay ve gelişmelerin kendi tarihsel konumlarından ve tarihsel koşullardan hareketle açıklanmasına girişildiği ve giderek bu olayların mahiyetlerinin ve içinde bulunan andaki anlamlarına yönelik bir açıklamanın da, geçmişe dönük bir bakış açısıyla mümkün olabileceğine inandığı bir düşünce biçimini adlandırmaktadır.
Bunların yanında tarihselliğin, "tarihi sırf kendisi için inceleme, tarih ve eğitimi üzerine aşkın bir vurgu yoluyla bugünün gözardı edilmesi; yaşamı felç edecek denli tarih tutkunluğu" ve "tarihin prensip bakımından olduğundan daha mutlaklaştırılması" türünden anlam boyutlarının varlığı da söz konusudur.
Tarihselciliğin Oluşumuna Katkıda Bulunan Felsefeciler
- Vico
- Hegel
- Marx
- Dilthey
Dilthey da, Yeni-Kantçılar ve Alman Tarih Okulu yandaşları gibi, önce doğal gerçeklik - tinsel gerçeklik ayırımından hareket eder. Ona göre, bu ` iki gerçeklik alanı, konu ve yöntem bakımından birbirlerinden farklı iki bilim grubunca araştırılabilir: 1.Doğa bilimleri, 2. Tinsel bilimler. doğa bilimleri, doğal olguları inceler ve bu olgular, arasındaki ilişkileri azlık-çokluk (nicelik) yönünden açıklar, bu olgular arasındaki “değişmez” ilişkileri saptamaya çalışır ve saptadığı bu ilişkilere yasa adını verir. Doğa bilimlerinin yöntemleri açıklayıcıdır. Açıklama ise nedenselliği gerektirir. Nedensel ve nicel bir açıklama peşindeki doğa bilimleri için en uygun açıklama biçimi ise matematiksel açıklamadır. Dilthey'in doğa bilimlerini bu tarz konumlayışı, aslında olgucu bir konumlamadır. Ama “tinsel bilimler” söz konusu olduğunda konumlama değişir.
Dilthey'a göre “tinsel bilimler” ancak öznel olarak bir anlama konusu olabilen değerleri, normları, ideleri ve bunların anlamlarını, kısacası tinsel gerçekliği ele almak durumundadırlar. Bu gerçeklik ise nicel değil nitel bir gerçekliktir. Tinsel gerçekliği oluşturan ideler, normlar, değerler, her şeyden önce yaşanırlar. Bunlar tarihsel birikim olarak “insan yaşam”ını yönlendiren, hatta biçimleyen şeylerdirler. Bu yüzden de, bunlar empirik bir algılamanın değil, öznel bir anlamanın konusu olabilirler. Tinsel gerçekliği anlamak isteyen araştırmacı için ise, başvurabileceği en önemli kaynak yazılı yapıtlardır. Yazılı yapıtların “yorumu bu yapıtların yaratıcılarını ilkin tarihsel kişilikler olarak kavrar, giderek onları yaşadıkları tarihsel dönemin birer temsilcisi olarak görür, son aşamada aydınlatılması gereken ise tarihsel-plandır, tarihselliktir". Dilthey'da yaşam, biyolojik yaşam, tinsel yaşamdır; tinsel gerçeklik alanı olarak tarih' tir. Tarih ise, doğa bilimlerinin empirik yöntemleriyle bir gözlem konusu, bir açıklama nesnesi haline getirilemez; onu anlamak gerekir. Bu bakımdan Dilthey, bir bilim olarak “sosyoloji”ye karşı değilse de, Comte'un “sosyoloji”sine karşı olduğunu belirtiriz. Doğa bilimsel yöntemlerle tinsel gerçekliğe yönelmek yanlıştır. Doğa bilimleri olgu üzerinde kurulur, tinsel bilimlerin yöneldiği şey ise anlamdır. İnsanın toplum içindeki etkinliğini dış koşullar kadar “değerler” de bedirler. Birer empirik olgu olmayan “değer”ler hesaba katılmadan insan eylemleri anlaşılamaz, toplum kavranamaz. İnşanlar, başka insanları ve toplumsal kurumları olduğu kadar, hatta doğayı bile bu “değerler”in süzgecinden geçen yönleriyle tanırlar. Örneğin Newton, evrende bir “uyum” olduğunu söylerken kendi dinsel inançlarını. da bu arada yansıtmış oluyordu ve bizler bir kaç yüzyıl süresince evreni Newton'un uyumcu mekaniği açısından algıladık. Ne var ki, doğanın bile belli bir tinsel birikim süzgecinden geçtikten sonra algılanması, tinsel bilimler açısından şu güçlüğü ortaya çıkarır: Tinsel bilimler bir yandan tarihsel-tinsel gerçekliği yaratanların, her dönemde bu gerçekliği hangi değerlere göre oluşturduklarını anlamaya çalışırlar; öbür yandan, tinsel bilimci araştırmasına başlarken, araştırmasına kendi değerleri yön ve biçim verir. Bu nedenle, tinsel bilimlerde görecelilikten, seçicilikten, araştırmacının özel ilgilerine bağlı bir ayıklamadan, kısacası yanlı algılama denen şeyden sonuna kadar kaçınmak olanaksızdır.
Böylece Dilthey, bilgi ve bilimi zamana (tarih) bağlı olmayan bir boyut içinde görmeye çalışan bilgi kuramcılığını tek yanlılık ve kısırlık içinde bulur. Bu, bilginin ve bilimin bilgi-kuramsal bir özerkliği olduğu hakkındaki her türlü görüşün (bu arada çeşitli olguculukların) tek boyutlu olduğunu belirtmektedir. Dilthey için bilginin temeli bilgi-kuramsal değil tarihseldir. Bilgi, her tarihsel dönem ya da süreçte, o tarihsel dönem ya da sürecin yaftasını oluşturan tinselliğin,yani tarihin. de bir ürünüdür. Birey, kendini ve evreni bağımsız ve özerk olarak asla tam tamına kavrayamaz; çünkü o tarih tarafından belirlenmiş ve “tutuklanmıştır”. Onun algıları, salt ve aracısız değildir. Çünkü, algılayan özne, önce tarihsel bireydir. Lock'un tabula rasa'sı, tarihin başladığı andan beri hiçbir zaman olmamıştır. İnsan, hem kendini (ve toplumu) hem de evreni tarihsel belirlenimi altında, bir tarihsel gözlükle algılar. Bu nedenle, bilgiye giden yol, doğa bilimlerinin açıklayıcı yöntemlerinden önce tarihe yönelen anlayıcı bir yöntem olabilir. Böyle bir yöntemle yönelinecek olan şeyler de, tinsel ürünler olarak yazılı yapıtlardır; bu yapıtların dilidir. Tinsel bilimlerin yöntemi, bu nedenle bugünün ilgi ve değerlerine ister istemez bağımlı olacak olan bir bakış açısı ile, yazılı yapıtları ve bu yapıtların dilini anlamaya çalışan yorumlayıcı bir anlama yöntemi olacaktır(hermeneutik). Çünkü dil, tarihsel bireyler olarak süjeler arası bildirişim ortamıdır.
- Rickert
Oysa, tinsel gerçeklik alanında her ne kadar genelleştirici bakış tarzlarıyla da pekâlâ. iş görülebilirse de, bu alanda esas hedef, konuyu kendi tarihsel bireyselliği içinde ele almaktır. Çünkü; tinsel alanda, tarihte tekrar yoktur. Bu alanda belirli zaman dilimleri içinde ortaya çıkan, birbirine benzemez, kendine özgü oluşlar vardır. Bu yüzden örneğin tarih bilimi, bir defalık oluşun bilimi olagelmiştir. Tarihsel-tinsel oluş, bu yüzden doğa bilimlerinin genelleştirici bakış tarzı yanında, ama öncelikle bireyselleştirici bir bakış tarzını gerektirir. Ama doğa bilimleri de, kendi konuları ile ilgili olarak bireyselleştirici bir bakış tarzına pekâlâ başvurabilirler. Yani, bilimleri konu ve yöntemlerine göre ayırt etmek yanlıştır. Rickert,, bunu şu ünlü tümcesinde dile getirir: “Kendisine genellik açısından baktığımızda gerçeklik doğadır; ama bireysellik ve kendine özgülük açısından baktığımızda ise, gerçeklik tarihtir” Böylece, doğa ve tin kavramları, Rickert'de tek başlarına anlamı olan sözcükler olmaktan çıkarlar.
- Popper
Popper'in tarih bilimi üzerine de özel bazı görüşleri vardır: Ona göre, olayların peş peşe gelişi hakkındaki bilimsel açıklamalar, eğilimler ve ön-deyiler kanun değildir. Eğer mutlaka bir şey denecekse bir yönelimdir. Yönelim ise kanunun aksine genel olarak bilimsel ön-deyilere dayanak olarak kullanılamaz. Popper'in gösterdiği gerekçeler şunlardır:
1. Beşeri tarihin akışı, beşeri bilginin artışından şiddetli bir şekilde etkilenir.Bu durumda, Popper'e göre, örneğin kuramsal fizik gibi bir kuramsal tarih disiplini olamaz. Tarih gösteriyor ki, sosyal realite tamamen farklıdır. Tarihsel gelişmenin akışı, ne kadar mükemmel olursa olsun, teorik inşalarla asla şekillendirilemez.
2. Akli veya bilimsel metotlarla, bilimsel bilgimizin gelecekteki artışını önceden haber veremeyiz.
3. Bu sebeple, beşeri tarihin gelecekteki akış yönünü önceden haber veremeyiz.
4. Bu demektir ki, teorik bir tarihin yani teorik fiziğe tekabul eden bir tarihi sosyal bilimin imkanını reddetmemiz gerekir. Tarihsel ön-deyi için temel görevi yapacak herhangi bir bilimsel tarihsel gelişme teorisi olamaz.
5. Bundan dolayı tarihselci metodların ana hedefi yanlış kavranmıştır; ve böylece tarihselcilik çökmektedir.
Çünkü eğer bu tür yeni bir bilimsel sosyal takvim yapılmış olsaydı ve başkaları tarafından da bilinir hale gelseydi (böyle bir şeyin uzun süre gizli tutulması mümkün olmazdı; çünkü ilke olarak, herhangi bir kimse tarafından yeniden keşfedilebilirdi), bu durum hiç şüphesiz bu etkinin öndeyilerini altüst edecek eylemlere sebep olacaktı. Mesela, hisse senetlerinin fiyatlarının üç gün yükselip daha sonra düşeceğinin öngörüldüğünü farz edelim. Açıktır ki, piyasayla ilgili herkes elindeki senetleri üçüncü gün satacak ve böylece fiyatların o günden düşmesine yol açarak, söz konusu öndeyiyi yanlışlayacaktı. Kısacası, kesin ve ayrıntılı bir sosyal olaylar takvimi fikri kendi kendisiyle çelişkilidir ve bu sebeple kesin ve ayrıntılı bilimsel öndeyiler imkansızdır. O halde tarih nasıl yazılır? Önce tarihe belirli bir bakış açısından bakmaya karar verilir; sonra da tarihteki bu görüş açısından geçerli olaylar betimlenir. Popper, bu bakış açısına, tarih anlayışı adını verir ve bir tarih anlayışına sahip olmaksızın tarih yazılamayacağını savunur. Bir tarih anlayışına sahip olmadıklarını söyleyenler de, bunun bilincinde olmasalar bile, böyle bir anlayışa sahip olmadıklarını söyleyenler de, bunun bilincinde olmasalar bile, böyle bir anlayışa sahiptirler. Tarih anlayışları sınanamaz ve dolayısıyla, doğru yada yanlış oldukları söylenemez.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!