Arama

Tarihselcilik (Historismus) Nedir?

Güncelleme: 20 Temmuz 2015 Gösterim: 9.258 Cevap: 1
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
18 Mart 2010       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Tarihselcilik (Historismus)

Sponsorlu Bağlantılar
Tarihselcilik, 19. yüzyılın ortalarında, özellikle Almanya'da tarih bilimlerinin bağımsız gelişme sürecinde ortaya çıkan düşünce akımıdır. Olayların açıklanmasında tarihe öncelik veren tarihsel düşünme eğilimidir.Bu ortaya çıkış tarih bilimlerinin bağımsız bir doğrultuda gelişme sürecine denk düşmektedir. Akım, olayların açıklanmasında tarihe öncelik tanımayı ifade etmektedir. Tarihselcilik bütün olayları, başarıları ve değerleri, içinde doğdukları tarihsel durumlardan ve tarihsel koşullardan kalkarak anlamaya çalışan, giderek bu olayların nesnel içeriklerinin ve bugünkü anlamlarının açıklanmasını da ancak bu geçmişe bakış içinde elde edileceğine inanan düşünce biçimidir.
Tarihselcilik, bilgi, değer yargıları ve normların, özleri itibariyle tekrar edilemez tarihsel bir durumda ortaya çıktığını; tarih içinde sürekli değişerek daha mükemmele doğru bir seyir izlediğini savunan görüşleri anlatmak için kullanılan ortak bir terimdir. Yöntemden ziyade bir eğilimi ifade ettiği için tanımı konusunda da birleşilememiştir. Tarihselcilere göre hiçbir öğreti bütün zamanlara hitap edemeyeceği için, her birey, tarihi hadiseleri kendi deneyimleri ışığında ve kendi geleceği açısından yeniden yorumlamalıdır.
Tarihsellik, şu iki temel özelliği barındırmaktadır. Bilginin değişkenliği ve değerlerin göreceliliği. Buna göre, tarihin belirli bir döneminde telif edilen veya dile getirilen bilgilerin, hukuki ve ahlaki yaptırımların o dönemin ürünü olması ya da özelliklerini yansıtması kaçınılmazdır. Dolayısıyla tek doğru ve mutlak gerçeklikten söz edilemez. Doğa bilimlerindeki gözlem ve deneye dayalı bilginin sürekli mükemmelleşmesi gibi insana dair ahlak, estetik ve hukuk hakkındaki bilgilerimiz de sürekli bir ilerleme çizgisi içerisindedir.
Bununla birlikte terim ilk bakışta biraz karmaşık bir, mahiyettedir. Çünkü onun için tespit olunan farklı anlam düzeylerinden bahsolunmaktadır. Buna göre o, bir taraftan bütün olay ve gelişmelerin kendi tarihsel konumlarından ve tarihsel koşullardan hareketle açıklanmasına girişildiği ve giderek bu olayların mahiyetlerinin ve içinde bulunan andaki anlamlarına yönelik bir açıklamanın da, geçmişe dönük bir bakış açısıyla mümkün olabileceğine inandığı bir düşünce biçimini adlandırmaktadır.
Bunların yanında tarihselliğin, "tarihi sırf kendisi için inceleme, tarih ve eğitimi üzerine aşkın bir vurgu yoluyla bugünün gözardı edilmesi; yaşamı felç edecek denli tarih tutkunluğu" ve "tarihin prensip bakımından olduğundan daha mutlaklaştırılması" türünden anlam boyutlarının varlığı da söz konusudur.

Tarihselciliğin Oluşumuna Katkıda Bulunan Felsefeciler

  • Vico
Bir yöntem ve bir felsefe olarak tarihselciliğin habercisi Giambattista Vico olmuştur. Vico tabiatın yanında tarihi, insanın ikinci tabiatı olarak tanımladığı "yeni bilim"inin önemi büyüktür. O kartezyen felsefesinin temellendirdiği doğanın matematiğe dayalı bilgisinin kesinliğine karşı, tarihsel dünyanın bilgisinin, bilgi teorisine dayalı (epistemolojik) önceliğe sahip olduğunu ileri sürmüştür.
  • Hegel
Hegel için bir insanın kendisine koyduğu bir ideye göre eylemde bulunması o insan için “soyut” bir geçerlilik taşıyabilir ama, insana ve topluma yönelen bir felsefe için anlaşılması gereken şey, insanların tarih boyunca düşündükleri, boyunâ değişen bir özellikleri olan ideler ve bu idelere bağlanarak yaratmış oldukları kurumlardır. Birer insan yaratısı olan bu ideler ve kurumlar, öbür yandan, bir süreç içersinde, tarih içinde insanı ve toplumu da karakterize eden bir etkinlik ve güç kazanırlar. İşte, tinselliği oluşturan da budur. Böylece, Kant'ın normativ ilgiye bağlı statik tinsellik anlayışı, Hegel'de dinamik tinsellik anlayışına dönüşür. Yalnız ne var ki, Hegel, tinselliğin insan iradesinin bir ürünü olduğu kadar, insanın ötesindeki bazı güçlerin de ürünü olduğunu belirterek, tinsel gerçekliği kendi teleolojist idealizmi içinde işler ve onu kendi metafiziğinin ana konusu yapar. Ama önemli olan, Hegel'in tarihselcilik açısından büyük önemi olan şu saptamasıdır: Doğal yanının yanısıra insan, tarih içinde kendi tinselliğini yapan ve aynı zamanda tarih içinde bu tinselliğin ürünü olan varlıktır. Öbür yandan, insan aklı, içinde bulunduğu tarihsel koşulları yeterince anlama olanağından da belli derecelerde yoksundur. Çünkü insanlar, yaşadıkları dönemin görüş açıları, görüş olanakları ile sınırlanmışlardır. Bu görüş olanakları, Hegel'e göre, her dönemde “dünya görüşü” (Weltanschauung) dediğimiz, o dönemle ilgili bir düşünce tablosu oluşmasına neden' olur.
  • Marx
Marx, Hegel'in tinsel gerçeklik ile ilgili idealizmini, onun insanın ötesinde bir mutlak tin'in olduğu görüşünü yadsır. Tinsel gerçeklik, Marx'da bir yandan maddi toplumsal etkenlerin doğurduğu bir sonuç, öbür yandan insanın kendi öz yâratıcılığının bir ürünüdür ve tarihsel gelişme içinde bir bilinç olarak ortaya çıkar. Bu haliyle de toplumsal yaşam koşullarının ve insan yaratıcılığının belirlediği bir toplumsal varoluş bilincidir. Marx için de, Hegel'de olduğu gibi, insan tarih içinde kendi tinselliğini yapan ve aynı zamanda tarih içinde bu tinselliğin ürünü olan varlıktır. Ama bu tinsellik, Hegel'de olduğu gibi bir mutlak tin'in gerçekleşmesine hizmet etmez; tersine, bu tinsellik maddi toplumsal koşulların (ekonomi) belirlediği bir bilinç durumudur. Bu nedenle, belli bir dönemin görüş olanakları, yani “dünya görüşü» de, Hegel'de olduğu gibi o dönemin tümünü karakterize etmez. Belli bir tarihsel dönemde, o dönemdeki toplumsal koşullara göre oluşan toplumsal grupların, sınıfların birbirine benzemeyen “dünya görüşleri” vârdır. Öyle ki, bir toplumsal grup ya da sınıfın “dünyayı algılaması” bile bağlı olunan dünya görüşüyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Yine öyle ki, “insan böylece, içinde gömülü bulunduğu grubun değerlerinin dışına düşen toplum unsurlarını algılamaz". Marx buna ideolojik algılama ya da yanlış bilinç der. Marx'ın bu deyimi; çağdaş kültür sosyolojisine yanlı algılama olarak geçmiştir.
  • Dilthey
19. yüzyıl Alman filozoflarından Dilthey, bu bağlamda doğa bilimleri yöntemlerinden farklı nitelikler taşıyan bir tinsel bilimler çerçevesinin inşasına girişmekle, tarihselci hareketin somut bir örneğini teşkil etmiştir.
Dilthey da, Yeni-Kantçılar ve Alman Tarih Okulu yandaşları gibi, önce doğal gerçeklik - tinsel gerçeklik ayırımından hareket eder. Ona göre, bu ` iki gerçeklik alanı, konu ve yöntem bakımından birbirlerinden farklı iki bilim grubunca araştırılabilir: 1.Doğa bilimleri, 2. Tinsel bilimler. doğa bilimleri, doğal olguları inceler ve bu olgular, arasındaki ilişkileri azlık-çokluk (nicelik) yönünden açıklar, bu olgular arasındaki “değişmez” ilişkileri saptamaya çalışır ve saptadığı bu ilişkilere yasa adını verir. Doğa bilimlerinin yöntemleri açıklayıcıdır. Açıklama ise nedenselliği gerektirir. Nedensel ve nicel bir açıklama peşindeki doğa bilimleri için en uygun açıklama biçimi ise matematiksel açıklamadır. Dilthey'in doğa bilimlerini bu tarz konumlayışı, aslında olgucu bir konumlamadır. Ama “tinsel bilimler” söz konusu olduğunda konumlama değişir.
Dilthey'a göre “tinsel bilimler” ancak öznel olarak bir anlama konusu olabilen değerleri, normları, ideleri ve bunların anlamlarını, kısacası tinsel gerçekliği ele almak durumundadırlar. Bu gerçeklik ise nicel değil nitel bir gerçekliktir. Tinsel gerçekliği oluşturan ideler, normlar, değerler, her şeyden önce yaşanırlar. Bunlar tarihsel birikim olarak “insan yaşam”ını yönlendiren, hatta biçimleyen şeylerdirler. Bu yüzden de, bunlar empirik bir algılamanın değil, öznel bir anlamanın konusu olabilirler. Tinsel gerçekliği anlamak isteyen araştırmacı için ise, başvurabileceği en önemli kaynak yazılı yapıtlardır. Yazılı yapıtların “yorumu bu yapıtların yaratıcılarını ilkin tarihsel kişilikler olarak kavrar, giderek onları yaşadıkları tarihsel dönemin birer temsilcisi olarak görür, son aşamada aydınlatılması gereken ise tarihsel-plandır, tarihselliktir". Dilthey'da yaşam, biyolojik yaşam, tinsel yaşamdır; tinsel gerçeklik alanı olarak tarih' tir. Tarih ise, doğa bilimlerinin empirik yöntemleriyle bir gözlem konusu, bir açıklama nesnesi haline getirilemez; onu anlamak gerekir. Bu bakımdan Dilthey, bir bilim olarak “sosyoloji”ye karşı değilse de, Comte'un “sosyoloji”sine karşı olduğunu belirtiriz. Doğa bilimsel yöntemlerle tinsel gerçekliğe yönelmek yanlıştır. Doğa bilimleri olgu üzerinde kurulur, tinsel bilimlerin yöneldiği şey ise anlamdır. İnsanın toplum içindeki etkinliğini dış koşullar kadar “değerler” de bedirler. Birer empirik olgu olmayan “değer”ler hesaba katılmadan insan eylemleri anlaşılamaz, toplum kavranamaz. İnşanlar, başka insanları ve toplumsal kurumları olduğu kadar, hatta doğayı bile bu “değerler”in süzgecinden geçen yönleriyle tanırlar. Örneğin Newton, evrende bir “uyum” olduğunu söylerken kendi dinsel inançlarını. da bu arada yansıtmış oluyordu ve bizler bir kaç yüzyıl süresince evreni Newton'un uyumcu mekaniği açısından algıladık. Ne var ki, doğanın bile belli bir tinsel birikim süzgecinden geçtikten sonra algılanması, tinsel bilimler açısından şu güçlüğü ortaya çıkarır: Tinsel bilimler bir yandan tarihsel-tinsel gerçekliği yaratanların, her dönemde bu gerçekliği hangi değerlere göre oluşturduklarını anlamaya çalışırlar; öbür yandan, tinsel bilimci araştırmasına başlarken, araştırmasına kendi değerleri yön ve biçim verir. Bu nedenle, tinsel bilimlerde görecelilikten, seçicilikten, araştırmacının özel ilgilerine bağlı bir ayıklamadan, kısacası yanlı algılama denen şeyden sonuna kadar kaçınmak olanaksızdır.
Böylece Dilthey, bilgi ve bilimi zamana (tarih) bağlı olmayan bir boyut içinde görmeye çalışan bilgi kuramcılığını tek yanlılık ve kısırlık içinde bulur. Bu, bilginin ve bilimin bilgi-kuramsal bir özerkliği olduğu hakkındaki her türlü görüşün (bu arada çeşitli olguculukların) tek boyutlu olduğunu belirtmektedir. Dilthey için bilginin temeli bilgi-kuramsal değil tarihseldir. Bilgi, her tarihsel dönem ya da süreçte, o tarihsel dönem ya da sürecin yaftasını oluşturan tinselliğin,yani tarihin. de bir ürünüdür. Birey, kendini ve evreni bağımsız ve özerk olarak asla tam tamına kavrayamaz; çünkü o tarih tarafından belirlenmiş ve “tutuklanmıştır”. Onun algıları, salt ve aracısız değildir. Çünkü, algılayan özne, önce tarihsel bireydir. Lock'un tabula rasa'sı, tarihin başladığı andan beri hiçbir zaman olmamıştır. İnsan, hem kendini (ve toplumu) hem de evreni tarihsel belirlenimi altında, bir tarihsel gözlükle algılar. Bu nedenle, bilgiye giden yol, doğa bilimlerinin açıklayıcı yöntemlerinden önce tarihe yönelen anlayıcı bir yöntem olabilir. Böyle bir yöntemle yönelinecek olan şeyler de, tinsel ürünler olarak yazılı yapıtlardır; bu yapıtların dilidir. Tinsel bilimlerin yöntemi, bu nedenle bugünün ilgi ve değerlerine ister istemez bağımlı olacak olan bir bakış açısı ile, yazılı yapıtları ve bu yapıtların dilini anlamaya çalışan yorumlayıcı bir anlama yöntemi olacaktır(hermeneutik). Çünkü dil, tarihsel bireyler olarak süjeler arası bildirişim ortamıdır.
  • Rickert
H. Rickert ise, doğa bilim-tinsel bilim ayırımını Dilthey'ın yaptığı gibi konu ve yöntem açısından yapmaz. Rickert'e göre salt doğa bilimlerine ya da salt tinsel bilimlere özgü konu ve yöntemler yoktur. Doğa bilimleri de tinsel bilimler de birbirlerinin yöntemlerine pekâlâ başvurabilirler. Rickert, bilimleri konu ve yöntemlerine göre değil, bilgisel hedeflerine, göre ayırt etmek gerektiğini vurgular. Bilgisel hedef bakımından doğa bilimleri, konusu olan doğa hakkında genel yasalar bulma peşindedir. Bu bakımdan doğa bilimleri, bilgisel hedeflerine varmak için genelleştirici bir bakış tarzı edinirler ve genel kavramlarla çalışırlar.
Oysa, tinsel gerçeklik alanında her ne kadar genelleştirici bakış tarzlarıyla da pekâlâ. iş görülebilirse de, bu alanda esas hedef, konuyu kendi tarihsel bireyselliği içinde ele almaktır. Çünkü; tinsel alanda, tarihte tekrar yoktur. Bu alanda belirli zaman dilimleri içinde ortaya çıkan, birbirine benzemez, kendine özgü oluşlar vardır. Bu yüzden örneğin tarih bilimi, bir defalık oluşun bilimi olagelmiştir. Tarihsel-tinsel oluş, bu yüzden doğa bilimlerinin genelleştirici bakış tarzı yanında, ama öncelikle bireyselleştirici bir bakış tarzını gerektirir. Ama doğa bilimleri de, kendi konuları ile ilgili olarak bireyselleştirici bir bakış tarzına pekâlâ başvurabilirler. Yani, bilimleri konu ve yöntemlerine göre ayırt etmek yanlıştır. Rickert,, bunu şu ünlü tümcesinde dile getirir: “Kendisine genellik açısından baktığımızda gerçeklik doğadır; ama bireysellik ve kendine özgülük açısından baktığımızda ise, gerçeklik tarihtir” Böylece, doğa ve tin kavramları, Rickert'de tek başlarına anlamı olan sözcükler olmaktan çıkarlar.
  • Popper
Popper'e göre yöntembilim kuralları hem doğa bilimlerine hem de toplumbilimlerine uygulanabilir. Popper bütün bilimlerin temelde aynı tür olaylarla ilgili olduğu anlamında, tek bir bilimden hiç söz etmemiştir. Buna karşılık görece soyut bir düzeyde kalınması koşuluyla, tüm bilimlerde aynı yöntembilimin uygulanabilirliğine inanır. Ona göre, toplumsal olayların doğal olaylardan daha karmaşık olduğu tezi her zaman geçerli değildir.
Popper'in tarih bilimi üzerine de özel bazı görüşleri vardır: Ona göre, olayların peş peşe gelişi hakkındaki bilimsel açıklamalar, eğilimler ve ön-deyiler kanun değildir. Eğer mutlaka bir şey denecekse bir yönelimdir. Yönelim ise kanunun aksine genel olarak bilimsel ön-deyilere dayanak olarak kullanılamaz. Popper'in gösterdiği gerekçeler şunlardır:
1. Beşeri tarihin akışı, beşeri bilginin artışından şiddetli bir şekilde etkilenir.
2. Akli veya bilimsel metotlarla, bilimsel bilgimizin gelecekteki artışını önceden haber veremeyiz.
3. Bu sebeple, beşeri tarihin gelecekteki akış yönünü önceden haber veremeyiz.
4. Bu demektir ki, teorik bir tarihin yani teorik fiziğe tekabul eden bir tarihi sosyal bilimin imkanını reddetmemiz gerekir. Tarihsel ön-deyi için temel görevi yapacak herhangi bir bilimsel tarihsel gelişme teorisi olamaz.
5. Bundan dolayı tarihselci metodların ana hedefi yanlış kavranmıştır; ve böylece tarihselcilik çökmektedir.
Bu durumda, Popper'e göre, örneğin kuramsal fizik gibi bir kuramsal tarih disiplini olamaz. Tarih gösteriyor ki, sosyal realite tamamen farklıdır. Tarihsel gelişmenin akışı, ne kadar mükemmel olursa olsun, teorik inşalarla asla şekillendirilemez.
Çünkü eğer bu tür yeni bir bilimsel sosyal takvim yapılmış olsaydı ve başkaları tarafından da bilinir hale gelseydi (böyle bir şeyin uzun süre gizli tutulması mümkün olmazdı; çünkü ilke olarak, herhangi bir kimse tarafından yeniden keşfedilebilirdi), bu durum hiç şüphesiz bu etkinin öndeyilerini altüst edecek eylemlere sebep olacaktı. Mesela, hisse senetlerinin fiyatlarının üç gün yükselip daha sonra düşeceğinin öngörüldüğünü farz edelim. Açıktır ki, piyasayla ilgili herkes elindeki senetleri üçüncü gün satacak ve böylece fiyatların o günden düşmesine yol açarak, söz konusu öndeyiyi yanlışlayacaktı. Kısacası, kesin ve ayrıntılı bir sosyal olaylar takvimi fikri kendi kendisiyle çelişkilidir ve bu sebeple kesin ve ayrıntılı bilimsel öndeyiler imkansızdır. O halde tarih nasıl yazılır? Önce tarihe belirli bir bakış açısından bakmaya karar verilir; sonra da tarihteki bu görüş açısından geçerli olaylar betimlenir. Popper, bu bakış açısına, tarih anlayışı adını verir ve bir tarih anlayışına sahip olmaksızın tarih yazılamayacağını savunur. Bir tarih anlayışına sahip olmadıklarını söyleyenler de, bunun bilincinde olmasalar bile, böyle bir anlayışa sahip olmadıklarını söyleyenler de, bunun bilincinde olmasalar bile, böyle bir anlayışa sahiptirler. Tarih anlayışları sınanamaz ve dolayısıyla, doğru yada yanlış oldukları söylenemez.


Murat ALTINKAYNAK

Kaynak

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
20 Temmuz 2015       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM
TARİHSELCİLİK a. Tarihin, yalnızca kendi güçleriyle ve bir felsefenin yardımı olmaksızın belli birtakım ahlaksal ve dinsel doğruları ortaya koyabileceğini ileri süren öğreti.

Sponsorlu Bağlantılar
—Fels. Marxçılığın getirdiği en önemli yeniliğin tarihsellik kategorisi olduğunu ileri süren marxçılık yorumu.

—Mim. Mimarlık uygulamalarında geçmişin bir ya da birçok üslubuna başvurup bunları kullanma eğilimi. (Bk. ansikl. böl.)

—ANSİKL. Mim. Yitip gittiğine inanılan bir dengeye yeniden kavuşmak için geçmişe dönme yaygın bir uygulamadır ve tıpkı çin sanatı gibi Mısır sanatı da, "tarihselci” diye nitelendirilebilecek evreler geçirmiştir. Bu tepkilerin en yaygın ve en uzun ömürlü olanı, XV. -XVI. yy.’ların Rönesans'ına yol açmış, Roma ve Vitruvius kaynağına açıkça dönüş yapılmıştır. Bu, gerçette daha sonraki bin yıl içinde edinilmiş ve sonunda klasikçiliğe varan deneyimlerle bir uzlaşmadır. 1750'li yıllarda, Antikçağ'a yeni bir dönüşün ürünü olan yeniklasikçilik, İngiliz sanayi devrimiyle eşzamanlı olarak gelişti. Keşiflerin ve arkeolojinin kaydettiği ilerlemeler bilinen kaynaklara yenilerini kattığından bu akımın sonuçları çok farklı olacaktı. Bu yenilenme (İngilizce revival) "yeni" sözcüğüyle başlayan birçok yeni akıma yol açtı. Yenietrüsk ya da yenimısır olmasa da, yeni- roma ve yeniyunan aynı gelenekten beslenen üslup çeşitlemeleri sayılabilir. Romantik tepki bunların karşısına bir yenigotiği ya da bir yenirönesansı, hatta düş âlemi gibi bir Doğu'yu çıkardığında, uyuşmazlık büsbütün belirginleşti. Bu "yenilenme”lerin hepsini seçmecilik altında toplamak uygun gibi görünmekteyse de, seçmeci tutum, bir üslubu seçip öne çıkarmaya hiç yanaşmamış, farklı üsluplardan öğeleri bir arada kullanıp yeni bireşimler yaratmıştır. Gerçekte, klasik disiplin ütusal geleneklerin etki ve baskısıyla birleşince her türlü inkâra açık bu karmakarışık oportünizme galip gelmiştir. Romantiklerin tarihselciliği yüzeyseldi ve yalnız bezeme için geçerliydi; XIX. yy.'ın ortasına doğru, yerini akademistlerde yeniyunan ya da Rönesans, akılcılık yandaşlarında erkenhıristiyan, yenibizans, roman ya da gotik yapısal bir tarihselciliğe bıraktı. Fransa'da Hittorffun, Viollet-le-Duc'ün ya da Vaudremer’in, Almanya’da Semper'in, Büyük Britanya’da VVebb’in ya da ABD' de Richardson'un etkinliği örnek niteliktedir. Bu mimarların eski üslupları akılcı bir biçimde çözümlemeleri, yerel koşulları göz önüne alarak geliştirilen yapım yöntemleri, yeni bireşimlerin, ilk sırada da Art nouveau'nun yolunu açtı.

Kaynak: Büyük Larousse

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.