Arama

Aydınlanma Felsefesi

Güncelleme: 28 Ocak 2017 Gösterim: 21.505 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Ağustos 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Felsefede Aydınlanma.


Sıra yeni görüşlerin ışığında insanın doğasını açıklamaya gelmişti. Hıristiyanlığın bu konudaki görüşü kesindi: İnsan, İsa’nın ödediği kefaret aracılığıyla kurtuluşa erişinceye değin, Âdem’in günahını sırtında taşıyacaktı. Oysa ussal çıkarım, Tanrı’nın, kendi us gücünü ve iyiliğini insana da aşıladığı vargısına götürmekteydi ve bu çerçeve içinde ilk günaha yer yoktu.
Sponsorlu Bağlantılar
Ad:  Aydinlanma-Felsefesi.JPG
Gösterim: 2199
Boyut:  27.5 KB
İnsan doğasını incelemek için Newton’ın yeni bilimsel yöntemine başvuruldu. Öncülüğü yapan Locke, önce zihnin işleyişini inceleyerek insan bilgisinin boyutlarını ve sınırlarını araştırmaya koyuldu. 1690’da yayımladığı An Essay Concerning Human Understanding (İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme) ile bilginin tümünün deneyimden, düşünme edimiyle ayıklanıp sınıflandırılmış duyumlardan kaynaklandığını savundu. Doğuştan gelen idealar yoktu, insan zihni doğuşta boş bir levha (tabula rasa) gibiydi; yaşamı boyunca edindiği deneyimler sırasında dış dünyanın verileri bu levhanın üstüne yazılırdı. Locke’a göre, insanı biçimlendiren, yaşadığı ortamdı ve insanı geliştirmenin yolu da yaşadığı ortamı gçliştirmekten geçiyordu.

Ingiltere’de Aydınlanma akımının son temsilcisi olan David Hume’un felsefesinin temelinde de usçu düşüncenin kalkış noktasını oluşturan nedensellik ilkesinden duyduğu kuşku yatıyordu. Ama Hume, Locke’tan farklı olarak, her ideanın önce bir izlenimi olması gerektiğini ileri sürüyor, deneyimlerin temeline insanın saf algılarını koyuyordu.

Almanya’da Aydınlanma düşüncesi yaratıcı olamadı, başlıca görüşlerini İngiliz ve Fransız Aydınlanma felsefelerinden derledi. Bu durum Alman tarihinin gelişmesiyle ilgiliydi. Reform hareketinin yarattığı uzun süren kargaşalıklar Almanya’nın, Fransa ve İngiltere’de gelişen bu büyük kültür sürecine katılamamasına neden olmuştu. Alman Aydınlanmasının en tipik düşünürü Chris- tian Wolff’du. O da 17. yüzyılın ikinci yansında gelişen Leibniz felsefesini sistemleştirerek bir okul felsefesi yapmıştı. Büyük düşünür Immanuel Kant da ilk bilgilerini Leibniz Wolff felsefesinden almış, sonra bu felsefe ile tartışa tartışa kendi görüşüne varmıştı. Kant “Vas İst Aufklârung ?”da (1784; “ ‘Aydınlanma Nedir?’ Sorusuna Yanıt”, 1983) Aydınlanmayı şöyle tanımlıyordu: “Aydınlanma, insanın, kendi yüzünden içine girdiği bir ergin-olmayış durumundan kurtulup usunu kullanmaya başlamasıdır”. Kant’a göre insan bu duruma us yüzünden değil, onu kullanamaması yüzünden düşmüştür; çünkü o döneme değin hep başka kılavuzların yol göstericiliğini aramıştır. Kant bir bakıma Aydınlanma felsefesi içinde yer alırsa da, öbür yandan bu felsefeyi aşmış, 19. yüzyılın ilk yarısını kapsayan Alman idealizminin çıkış noktası olmuştur.

İnsanın doğasını kavramaya çalışırken, etik sorunlar da önem kazanıyordu. Usçu tümdengelim yöntemiyle bakıldığında (usunu kullanan insan özünde iyi olduğuna göre), neyin doğru olduğunu bilmek, doğru olanı yapmak demekti. Oysa doğru olanı bilenin, her zaman doğru olanı yapmadığı görülüyordu. Bu yüzden de ahlaksal davranışların temellerini araştırmak gerekiyordu. Büyük usçu düşünürler bile, insan doğasının düşünsel olmayan boyutunda, ahlaksal uyarıcıların, yani tutkuların bulunduğunu kabul ediyordu. Hıristiyanlık, hep insanın Cennet’teki mutluluk özlemine ve Cehennem acılarından duyduğu korkuya seslenmişti. İnsana özgü bu eğilim kolayca genelleştirilebilir ve yaşamın dinamik gücünü haz arayışının ve acıdan kaçınma çabasının oluşturduğu savunulabilirdi.

Ahlaksal davranışların kişinin kendi içinden kaynaklandığı konusunda kuşkuya düşüldüğüne göre, bu davranışların kaynağı belki de kişinin dışında aranmalıydı. İnanmış Hıristiyanların yanıtı hazırdı: Tanrı, Kitabı Mukaddes aracılığıyla insana nasıl davranması gerektiğini bildirmişti. Ama Tanrı ile ilişkisini kesmiş düşünürler için bu yanıt yeterli değildi. 17. yüzyıl ortalarında Thomas Hobbes, doğal bir çevrede hazzın ve acının otoritesinde yaşayan insanların, herkesin herkese karşı savaş içinde olduğu bir kargaşa ortamına düşeceği sonucuna varmıştı. Bunun tek çözümü, bir devlet kurmak ve kayıtsız şartsız onun yasalarına boyun eğmekti.

Hobbes’un ardılları, ahlak kargaşasına çözüm olarak, topluluğun refahı üzerine kurulu bir yasalar bütünü oluşturmayı önerdiler. Helvetius, Paris Parlement’ı (Yüksek Mahkeme) tarafından yakılan ve papalıkça mahkûm edilen De Vespri' de (1758; Ruh Üzerine), benmerkezci insanı toplumsal bir varlığa dönüştürmenin tek yolunun iyi yasalar yapmak olduğunu ileri sürüyordu, iyi yasa yapma sanatının özü, benlik tutkusuyla davranan insanları, birbirlerine karşı her zaman adil olmaya yöneltmeyi bilmekti. Jeremy Bentham, laissez faire (bırakmız yapsınlar) demokrasisinin ilkelerini bu birikim içinden bulup çıkaracaktı.

Kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Baturalp; 28 Ocak 2017 00:10
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Ağustos 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Aydınlanma Üzerine

Ad:  aydinlanma_felsefesi1.JPG
Gösterim: 594
Boyut:  29.2 KB

Aydınlanma çağı, 18. yüzyıl Avrupa'sına damgasını vuran;toplumsal, bilimsel, fdselsefdsi vb. alanlardaki köklü değişimleri ve gelişmeleri sağlayan bu çağa "Akıl Çağı" demek yerinde olacaktır. Çünkü Aydınlanma çağı, fdseodal bağların ve kurumların topa tutulduğu, fdseodalizmin içinde ortaya çıkan ve olgunlaşan burjuvazinin amaçlarının gözetildiği büyük değişimlerin görüldüğü bir çağ. Bugünü anlamak istiyorsak geçmişi gözardı ederek yapamayız bunu ve günümüz dünyasını, hızla "globalleşen" dünyamızı -ya da Samir Amin'in deyişi ile "Kaos İmparatorluğu"nu- anlamak istiyorsak ve evrenin ve insanın yitişi karşısında daha fdsazla sessiz kalınamayacağı kanaatini taşıyorsak anlayamadan, bilmeden değistiremeyeceğimizi biliyorsak, anlama ve anlamlandırma çabasından kaçmamalıyız. İşte bu nedenlerden ötürü günümüz burjuva toplumlarını ve ideolojisini tanımlayabilmek için, burjuva siyaset kuramının oluşturulduğu döneme, fdselsefdsi söylemin çoklukla burjuvaziye hizmet ettiği ya da burjuvazinin bu söylemi kendi çıkarları için kullandığı, Aydınlanma Çağı'na bakmak gerekir.
Sponsorlu Bağlantılar

"Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergen olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fdsakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapere aude!* Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır. diyor Kant. Aydınlanma ile gerçekten de insan aklı üzerindeki dinsel, siyasal, geleneksel kurumların ve otoritelerin ipoteği kaldırılmaya çalışılmış, insan aklının başka insanlar, güçler ya da kurumlar tarafdsından yönlendirilmesi ve idare edilmesi kıyasıya eleştirilmiş, aklın özgürleşmesi için metafdsizikle, skolastik fdselsefdse ile ve -mevcut üretim ilişkileri kendi gelişimine ayakbağı olmaya başlayan, güçlenmekte ve iktidar talebini haykırmakta, sesini yükseltmekte olan, burjuvazinin istemine paralel olarak-monarşik yönetim biçimi ve üzerinde yükseldiği fdseodal üretim ilişkileriyle mücadele edilmiştir. İnsan aklının bilgi ölçüsü olarak alındığı, insan ve kültür sorunlarının gündeme getirildiği, bilginin topluma yayılmasının amaçlandığı, geleneklerin ve inançların bir "akla uygunluk" ilkesi ile değerlendirildiği, Engels'in "Din, doğa anlayışı, toplum, devlet örgütü, herşey en acımasız bir eleştirinin konusu oldu; herşey, aklın mahkemesi önünde kendini savunmak zorunda kaldı ya da mahkum oldu" dediği bu çağla birlikte insanlığın gelişimi önündeki bir çok engel kaldırılmış oluyordu.

Aydınlanma düşünürlerinin, insan aklını esaretten kurtarma çabaları gerçekten takdire değerdir. Ve Aydınlanma hareketi, çağının koşullarında ilerici, devrimci olarak adlandırılabilecek bir sınıfdsa burjuvaziye omuz vermiştir. "Aydınlanma düşünürlerinin ekonomi alanındaki görüşleri akılcı bir biçimde örgütlenmiş burjuva işletme modeline dayanıyordu. Adam Smith'in The Wealth ofds Nations (Ulusların Zenginliği) adlı yapıtında övdüğü "manüfdsaktür" modeli üzerine inşa edilmiş genişleyen işbölümüne dayalı işletme yapısı, fdsizyokratların ve Ansiklopedistlerin insan çalışmasını ve emeğini akılcı bir biçimde örgütleme eğilimleriyle uyum halindeydi. Diğer yandan, burjuva özgürlükleri monarşi döneminde hatırı sayılır ölçüde gelişmiş, Kralın ve merkezi otoritenin darbeleri altında yola getirilmiş aristokratik sınıfdsların zararına evrensel bir özgürlük anlayışının vazgeçilmez kurumları olarak yüceltilmişlerdir.

Şimdi şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: Aydınlanma, insanın amaçlarının evrimleşmesi sürecinde önemli bir yerde durur. fdsakat bu evrimleşme yüzyıllardır araç olan insanın artık araçlığa son verip kendisini amaçlaştırması halini alamamıştır, yine de bu yolda bir aşamadır. Halkın büyük çoğunluğunun araç, din adamları ve aristokratların amaç olduğu sosyo-ekonomik düzen değişmiş, Aydınlanma hareketiyle mevcut egemen güçlerin karşısında iktidar sahiplerine karşı burjuvazinin önünü açacak düşünceler oluşmuş ve halk kitlelerinin yine araç ama bu sefdser burjuvazinin amaç olarak tanımlandığı bir sistemin siyasal, fdselsefdsi, düsünsel zemini hazırlanmıştır. Ya da burjuvazi tarafdasından Aydınlanma düşünürlerinin düşünceleri bu amaçta kullanılmıştır.

18. yüzyıl Aydınlanması üzerine bunları söyledikten sonra, klasik fdselsefdse tarihlerinde Antik Aydınlanma ya da Yunan Aydınlanması adıyla geçen ve I.Ö. V. yüzyılda Sofdsistlerin gerçekleştirdikleri bir Aydınlanmanın varlığından da söz etmek gerekir. Bu iki çağı, fdsarklı asırlara karşılık gelen iki dönemi isimlendiren, Aydınlanma adını veren Alman fdsilozofdsu Immanuel Kant'dır.

Kaynak: Ahmet YAĞLI, İÜ Hukuk Fakültesi

Son düzenleyen Baturalp; 28 Ocak 2017 00:16
Knowing - avatarı
Knowing
Ziyaretçi
24 Temmuz 2007       Mesaj #3
Knowing - avatarı
Ziyaretçi

Fransız Devrimini Aydınlanmacılar mı gerçekleştirdi?


XVIII. yüzyıl sonunda hızlanmaya başlayan tarihte, Hegel’in “güneşin muhteşem doğuşu” olarak nitelendirdiği Fransa devrimi Aydınlanma dönemi düşünürlerinin gerçekleştirdiği reformların vardığı nokta ve felsefenin onyıllardır hazırladığı ekin ve siyaset değerlerinin benimsenmesi olarak değerlendirilebilir. Oysa burada çok daha karmaşık olgular söz konusudur, çünkü devrim ve reform karşıt hareketlerdir. Kant bu karşıtlığı şöyle anlatır: Reform “tepeden”, devrim ise “aşağıdan” gelir. Halktan gelen bu hareketle Aydınlanma düşüncesinin belirsizlikleri en üst düzeye ulaşmıştır.

Devrim kavramı genellikle Fransa’daki Aydınlanma çağını ve düşüncesini çağrıştırır. Ger çekte bu son derece indirgemeci ve yüzeysel bir yalınlaştırımdır. “Devrimci” diye anılan birçok düşüncenin bilinçli ya da bilinçsiz olarak Aydınlanmacılardan alındığı doğrudur. Bu düşünceler her şeyden önce Aydınlanmacıların hümanizmalarıyla beslenir. Söz konusu hümanizma dönemin monarşisinin hukuksal - kurumsal gerçekligi ile insan düşüncesinin özlemleri ve olanakları arasındaki kopukluğun bilincine varıldığı zaman somutlaşmıştır ve umuda dönüşmüştür: devrim görmüş bir çağın karanlıklarını yok edebilmeye ilişkin felsefi bir umut, insanın özgürleşmesine ve kendi bilincine ulaşmasına olanak tanıyan eskatolojik umut, gizilliklerin bulunmadığı yeni bir yasa düzeni kurmaya yönelik siyasal umut. Kuşkusuz hem Devrimciler, hem de Aydınlanma dönemi düşünürleri usun ölgünlüğüne son vermek istediler.

Uzun süre den beri mutlakçı dogmalar söz konusu uyuşukluğun süregelmesine olanak tanıyan bir or tam yaratıyorlardı. Mirabeau’dan Sieyés’e tüm düşünürler için her tür kargaşanın ağırlığı altında ezilen düşünceyi uyandırmak bir zorunluluk, bir göreydi. Düşünürler bu uyanışın bir diriliş olacağına inanıyorlardı. Bu durumda, yeni den başlayabilmek için yıkmak gerekiyordu.

Yapacakları iş çok büyüktü ve bunu gerçekleştirirken Aydınlanmacıların felsefe devrimiyle siyasal devrimin eklemlenmesi gerektiğine, us dışı inançlar örgüsünün yok edilmesi gerekliliğine inanıyorlardı. Bu inançlar örgüsünde us - üstü (dinsel-siyasal Tanrı esini, kralların tanrı sal hukuku) ile us - ötesi (batıl inanç, büyü, ki lise büyüsü) birbirine karışmıştı. Bu engeller kaldırılınca, Aydınlanmacıların düşüncesindeki başlangıç miti (dünyanın arı kaynaklarına dönme) devrimin başlangıcına ışık tutar. Gerçekte, Devrimciler için ilkelerin arılığı güçlerine koşuttur. Kurucu ilkelerin eskatolojik vaadi Aydınlanmacı düşünürlerin önerdiği siyasal ve hukuksal usçuluk düzleminde konumlanabilir. Insan kendini tutsak eden zincirlerden kurtulmuş, ayrıcalıkların kaldırılmasıyla geçmiş simgesel olarak öldürülmüştür, devrimci iyimserlik ise ırabilimsel ve insansever düşlerle dolu parlak söylemlerde yer alsa bile, duraksamaksızın özgürlüğü ve mutluluğu yaratmak zorunda olan yarınlara yönelir. 26 Ağustos 1789 tarihli Insan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi ve ard arda gelen meclislerin yönetsel çılgınlıkları, düşünürlerin savunduğu sözleşme, yasa, eşitlik, vatandaşlık, adalet... gibi kavramlar çerçevesinde yeni kurulmuş kamu düzenine olan inançları açığa çıkarır. Chateaubriand, “Devrim kısmen yazın ve düşün insanlarınca gerçekleştirilmiştir der; Hegel’in bu konudaki değerlendirmesi de şöyledir: “Fransız Devriminin kaynağında felsefe vardır.”

Oysa, us ışıklarının girdiği devrim dönemi kilisesini yoğun bir sis kaplar. Aydınlanmacıların idealizm paradigmaları aslında devrim insanlarına insancı izlekler sunmuştur; ancak bunların kavramsal esnekliği sakıncalı olabilir. Aydınlanmacılardan gelen felsefi ve duşünsel kalıt karmaşık, yüklü, dahası, bularak ve anlaşılmazdı. Üstelik, devrimciler ilerleme, Özgürlük, yurtseverlik ülküselliğini duygusal mantığın alışılmadık tacıyla çevrelediler. Felsefecilerin kendi içlerinde karşıtlıklar içeren düşüncelerinin alışılmadık bireşiminin gerçekleşebilmesi için koşullar işte böyle biraraya gelmişti. Hegel’e göre Devrim çerçevesinde özgürlük “yıkım düşkünlüğüne” dönüşmüştü

Kant’ı düşünerek bunu, kuramda iyi olanın uygulama düzleminde kötüleştiği biçiminde algılamayalım; çünkü devrim usunun uygulamadaki tutkusal enejisi aydınlıklarla karanlıkların felsefecilerin düşüncesinde gizlice anlaşmasına olanak tanıdı. Bu durumda “çiçekler soldu”.

Aydınlanma döneminin sonundaki Devrimin belirgin özelliği aydınlanmacıların gizli eğilimlerini yoğunlaştırmasıdır. Bu ortamda olay her zaman simgesel değeriyle ve bir coşku çemberinde gerçekleşir. Meclis’de yapılan konuşmalarda, sokaklarda söylenen şarkılarda, gazetelerin karikatürlerinde, özgürlük ortamında ortaya çıkan us her zaman tutkuyla ve doğurduğu inançla çevrilidir.

Mirabeau’dan Danton’a, Robespierrc’e uzanan düşünürler dizelgesinde ideolojik ve sözel coşku şiddetlenir ve hitabet giderek ateşli bir boyut kazanır. Krallığın kaldırılmasıyla, halk şenliklerinde düşüncelerin gücünü tutkuya dönüştüren bir enerji aktarımı gerçekleşir. Aydınlanmacı düşünürlerin mantığına göre felsefe yapan usun idealizmiyle coşkunun duygusallığı içiçe girmiştir. Devrimci olgunun merkezinde, bu eğilim yoğunlaşır ve “aydın” düşüncenin derinliklerinde yer alan karşıtlar bütününü doruk noktasına ulaştırır. B. Constant Devrimin gerilimlerinde ve ikizanlamlılıklarında bir “parodi” keşfeder, Fransız devrimi Aydınlanma felsefesinin bir karikatürü olmaktan çok onunla birlikte gelişen çıkmaz açınlayıcısı olmuştur.

Gerçekte, Aydınlanma düşüncesi Devrimin ne başlamasını ne de yönünü öngörebilirdi. Ancak, bu düşünce daha derinden, daha ustaca Devrimi olanaklı kıldı. Aydınlanmacılar siyasal yapıların yeni anlayışının gireceği anlıksal bir uzam açtılar. Ancak, Devrim hareketi hızla ilerlerken Aydınlanmacıların usçuluğunu gözden kaçırdı, bunun sonucunda da içinde barındırdığı belirsizlikler ve çelişkiler tohumlarını attı. Bir başka deyişle, Aydınlanmacıların idealist ve iyimser düşünceleri gerçekleştirilecek ideallerin saydam arılığına sahip değillerdi.

Aydınlanmacılar Devrime uygulanabilecek siyasal bir izlence de sunmadılar. Devrim kimi temel düşünceleri Aydınlanmacıların parlak umutlarının düğüm noktasından almaya başladıktan sonra, onlara ancak tarihin çürümüş toprağında eğretilemeli bir değer verebiliyordu. Bu, devrim mitolojisinin Aydınlanmacıların mitolojisine bir tür yanıtıydı. Bir yandan, düşüncenin çoksesliliği özgürlük isteminde doruk noktasına ulaşıyor, ancak bu usçul ışıltılar işlerlik kazanamıyor, diğer yandan devrim çabaları giderek alev alıyor, ancak egretilemeli aktarımda çabalar bağlılıktan uzaklaşıyor. Bu durumda kopukluk kaçınılmazdı. Aydınlanmacıların siyasal çıkmazları devrim olgusunun başlangıcını hazırladı.

Yaşlanmış Kant Fransız Devriminde Aydınlanmacıların simgeleri altında dünyayı yerinden oynatan görkemli olayın “çılgın mantığını” sezinlemekte haksız değildi. “Usun gereksinimi” olarak öz gürlük düşüncesi tarihten olgusal bir figür alarak numenli aydınlığını yitirmekten başka bir şey yapamazdı. Aydınlanmacılardan miras alan 1. Napolyon bile onların karşıtlıklar örgüsünü ortadan kaldıramadı. Tarih, ayrıca usun kendisiyle olan çelişkilerine de tanık olmuştur.

Kuşkusuz Aydınlanmacılar başlattıkları yeni çağda öngörülenden çok daha az ışık verdiler. Siyaset alanında, kuşkusuz aydınlanma felsefecilerinin yadsınmaz bir tarihsel önemleri var; çünkü çağdaş düşünür-krallara esin kaynağı oldular. Avrupa’daki aydın despotların örnek aldıkları hep aydınlanma dönemi düşünürleriydi. Benzeri görülmemiş toplumsal olay niteliğinde ki Fransız Devrimi de Aydınlanmacıların önemini kanıtlayan bir nedendir. Bununla birlikte aydın zorbalığın aşırıya kaçtığı, Devrimin saptırılarak örnek alındığı durumlar da olmuştur; öyleki, bunların karşısında Raynal (abb de) gibi tüm felsefeciler şöyle derdi: “Ben bunu istememiştim”. Aslında, tarihi suçlamak hiçbir şeye yaramaz: tarih olduğu gibi görünür. Bununla birlikte, Aydınlanmacılarınki gibi siyasal hırslar tarih çerçevesinde sorgulanabilir.

Günümüzde Frankfurt Okulu izlenerek, XVIII. yüzyıl felsefesinde “çağcıllığın”eksiklikleri olarak adlandırılan olguların bulunduğu hoşlukla belirtiliyor: bu felsefenin usçuluğu, soyutlaması, evrenselciliği, bireyselciliği, metafizik anlayışı, söylemselliği, idealizmi, ya da daha yerinde bir anlatımla, ütopik gerçekdışıcılığı sayılan kavramları başlıcalarıdır. Söylenilenlere kulak verilirse söz konusu kusurların ya da eksikliklerin önemi o denli büyük ki, toplumda çöküşün başlamasına yol açmışlar, “ekinsel bunalıma” neden olmuşlar ve kısa bir süre sonra “düş kırıklığına uğramış” dünyamızda, Aydınlanmacıların uyandırmak istedikleri insanın yok olmasına yol açacaklar. Bu durumda Aydınlanmacıların başarısızlığı gibi bir sonuca ulaşılıyor. Bu düşünsel serüvende us,”olumsuz diyalektik” çerçevesinde utkularıyla kendi ölümünü hazırladı.

Bu kökten eleştirilerin genel ve yorumsal bir okumadan kaynaklanan belirleyiciliği son derece sınırlıdır. Aydınlanma düşüncesi ve Çağcıllık aynı şey değildir. Kaldı ki, çokboyutlu yüzyıllarında söz konusu kavramlar tam bir birlik için de olmadılar. Aydınlanma felsefesinin yanında, hiçbir şeyin küçümsenmesine izin vermeyeceği bir yazın gelişti. Çağın felsefesi de antik düşüncenin kimi değerlerini hor görmedi. Romantizm öncesi bu dönemin ve gelenekçiliğin siyaset ve hukuk alanına yeterince yansımadığı söylenebilir. Bu gerçekten doğrudur. Ancak, siyaset ve hukuk alanında, Aydınlanmacıların felsefe uzamı arı bir usçulluk uzamı değildir. Bunun nedeni, güvencenin yanında kaygının da yer alması, iyimserlikle güvenin parçalanma ve diyalektik tohumlan içermesidir. Aydınlanmacıların uygunculuğu ya da gelenekselciliğinin önemli bir bölümünde karşıtlıklar kıpırdaşır; tarihsel ve siyasal misyonları bu içkin uyuşmazlıkların gücül anlaşmazlık nedeni olduğunu göstermiştir.

Aydınlanmacılardan esinlenen aydın zorbalığın ve Fransız Devriminin batıl inançlar karanlığını ve mutlakiyetin körlüğünü önlediği doğruysa, onları olanaklı kılan felsefe gibi, insanın özerkleşmesi için uğraşarak “özgürlüğü icat ettikleri” doğruysa, tarih gerçekliği içinde siyasetin başından sonuna usçullaştırılmasının olanaksızlığını da göstermişlerdir. Us güçleri siyasetin düşünceden gerçekliğe tümüyle saydam olmasını sağlayacak denli aydınlık değildir. Kimileyin usun üstünlüğü usa karşı olarak gelişmiştir ve olayları usa uygun kılan neredeyse hiçbir zaman us değildir. Düzlük olmadan dağ olmayacağı gibi, karanlık olmadan ışık da olmaz.

Kuşkusuz bunlar Aydınlanma Çağı hümanizmasının aşılmış bir geçmişin gerçeklerini içeren ve artık benimsenmeyen bir düşünce olarak değerlendirilmesine olanak tanımaz. Düşünce tarihçisinin hiç değilse Aydınlanmacıların düşüncesinde yer alan anlaşılmazları bilmesi gerekir. Siyaset felsefecisinin de, siyaset insanlarının us ülkülerini benimsediklerinde bile gerçekliğin zorunlu olarak kabul ettirdiği gizli uzlaşmaları bilmemezlikten gelmelerine olanak olmadığını itiraf etmesi gerekir.
Son düzenleyen Baturalp; 27 Ocak 2017 23:27
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
25 Temmuz 2009       Mesaj #4
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
Avrupa’da 17. yüzyılın ikinci yarısıyla, 19. yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan ve önde gelen birtakım filozofların aklı insan yaşamındaki mutlak yönetici ve yol gösterici yapma ve insan zihniyle bireyin bilincini, bilginin ışığıyla aydınlatma yönündeki çabalarıyla seçkinleşen kültürel dönem, bilimsel keşif ve felsefi eleştiri çağı, felsefi ve toplumsal hareket.

Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürler., düşünce ve ifade özgürlüğü, dini eleştiri, akıl ve bilimin değerine duyulan inanç, sosyal ilerlemeyle bireyciliğe önem verme başta olmak üzere, bir dizi ilerici fikrin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. öyle ki söz konusu temel ve laik fikirlerin modern toplumların ortaya çıkışında büyük bir rolü olmuştur.

Genel olarak değerlendirildiğinde, Aydınlanmayı belirleyen birtakım tavır ya da eğilimden söz edilebilir. Bunlar sırasıyla hümanizm, deizm veya ateizm, akılcılık, ilerlemecilik, iyimserlik ve evrenselciliktir. Bunlardan hümanizm, Aydınlanmada, her şeyden önce dünyanın, sınırları doğa tarafından değil de, ulusal sınırlar tarafından çizilen, insan! bir dünya olduğu, anlamına gelir. Dünya Tanrı tarafından yaratılmıştır, fakat o artık insanların elindedir. Buna göre, dünya, insanın değerleri, tutkuları, umut ve korkularıyla belirlenen insani bir evrede bulunmaktadır. Bu evrede, insanın evrensel olan doğasına büyük bir inanç beslenmiştir. Temel duyguların, fikirlerin her yerde aynı olup, ulusal, kültürel ve ırk bakımından olan farklı­lıkların yapay olduğu savunulur. Aydınlanma boyunca, bir yandan farklılıklara hoşgörüyle bakılırken, bir yandan da insanın doğası ve gerçek anlamı gün ışığına çıkartılmaya çalışılır. ‘İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözü, Aydınlanmanın en önde gelen sloganlarından biridir.

Aydınlanmada hümanizmi tamamlayan tavır ise ateizm veya deizmdir. Başka bir deyişle, Aydınlanmanın hemen tüm düşünürleri çoğunluk ateist ya da deist idiler. Hıristiyanlıktan nefret eden bu düşünürler, batıl inançlarla, bağnazlık ve dini insanlığın ilerlemesi önündeki en büyük engel olarak görmüşlerdir. İnanç ve dine karşı çıkarken akıl ve bilime sarılan Aydınlanma düşüncesi, Tanrı’nın evrene müdahalesine kesinlikle karşı çıkmış ve bilimin gerektirdiği kendi içinde kapalı ve düzenli bir sistem olarak evren görüşünü benimserken, Tanrı’yı en iyi durumda bir seyirci durumuna indirgemiştir.

Akılcılık ise, Aydınlanmada insanın rasyonelliğine, doğuştan getirdiği aklına inançla belirlenir. Buna göre, akıl insana matemati­ğin en soyut, en karmaşık doğrularını anlama ve öğrendiği bu doğruları evrene uygulama olanağı vermiştir. Aklı yine insana, iyi planlanmış gözlem ve deneylere dayanarak, doğayla ilgili sorular sorup yanıtlama imkanı sağlamıştır. Bununla birlikte, akla ve insanın rasyonelliğine duyulan inanç, doğa bilimleri ve matematik alanındaki başarılarla sınırlanmış değildir. Bu çerçeve içinde, bütün bir toplumun, insan doğasına ve hümanizmin değerlerine göre, aklın ışığında yeniden düzenlenmesi gerektiği inancı, Aydınlanmanın en önemli inançlarından bir başkasıdır. Bu dönemde din bile, aklın süzgecinden geçirilir ve dinin kendisinden çok, akıl yoluyla temellendirilemeyen batıl inançlara saldırılır.

Aydınlanmanın akılcılığını tamamlayan şey, sınırsız iyimserlik olmuştur. Bu iyimserliğin temelinde ise, evrenin tüm yönleri ve her ayrıntısıyla rasyonel olduğu inancı bulunmaktadır. Fiziki evren rasyonel olduğuna göre, onda bir düzen vardır ve bu düzeni belirleyen şey de, belli sayıdaki rasyonel ilkelerdir. İnsan varlığı akıllı bir varlık olduğundan, ya da insan zihninin kendisi de rasyonel olduğundan, o bu ilkeleri keşfetme ve evrendeki düzeni anlayabilme kapasitesine sahip bir varlıktır. Öte yandan, insan iradesini belirleyen öğe de akıl olduğu için, insan evrenin yapısına ve düzenine ilişkin bilgisine dayanarak eylemek durumundadır. Bundan dolayı, insan varlığı yalnızca kendisini değil, içinde yaşadığı toplumsal düzeni de geliştirip yetkinleştirebilir.

Bu bağlamda, Aydınlanmaya damgasını vuran bir diğer özellik, insan doğasının evrenselliğine duyulan inançtan başka bir şey değildir. Buna göre, herkes aynı akla sahip olduğundan, herkes aynı rasyonelliği sergilediğinden, uygun bir eğitim sürecinden geçmiş olan herkes aynı doğru sonuçlara ulaşmak durumundadır.
Aydınlanmanın sonuncu ve en belirleyici yönü, ilerlemeciliktir. Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürlere göre, Avrupa, bütün bir Ortaçağ boyunca süren bir batıl itikatlar ve bağnazlık dönemini geride bırakmıştır. Bu bağnazlığın yıkılışında, din karşısında kesin bir zafer kazanan bilimin etkisi büyük olmuştur. Modern bilim, evrenin tüm farklı görünüşlere rağmen, temelde çok büyük, fakat oldukça basit ve düzenli bir mekanizma olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu düzenli evrenin bir parçası olan insanın olup, insanla içinde yaşadığı toplum bu bilgi ışığında sonsuzca geliştirebilir. İnsanın refahı açısından büyük bir ilerleme kaydedilmiş olduğuna göre sınırsız ve sürekli bir ilerlemeyi engelleyecek hiçbir şey yoktur.

GENEL ÖZELLİKLERİ
  • Akla duyulan güven nedeniyle sadece dinsel değil, siyasi otporitelerede başkaldırılmıştır
  • Laik bir dünya düzeni benimsenmiştir.
  • Düşünce özgürlüğü ve hoşgörü fikri ortaya çıkmıştır.
  • Sistemci felsefelerin yerini ; dil, kültür, toplum, sosyal düzen konusundaki düşünceler almıştır.
  • Filozofun yerini aydın, düşünür, yazar almıştır.
Son düzenleyen perlina; 5 Temmuz 2017 10:22
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
27 Ocak 2017       Mesaj #5
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
Aydınlanma Çağı
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 27 Ocak 2017 23:50
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
27 Ocak 2017       Mesaj #6
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
Aydınlanma Çağı
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

4 Şubat 2017 / virtuecat Tarih
6 Nisan 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
30 Temmuz 2006 / hasancihatörter Taslak Konular
23 Aralık 2009 / Misafir Cevaplanmış
2 Aralık 2009 / Alvarez Ocean Fizik