Arama

Optik

Güncelleme: 22 Ekim 2018 Gösterim: 14.314 Cevap: 3
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

OPTİK

Ad:  optik.JPG
Gösterim: 442
Boyut:  32.5 KB

ışığın oluşmasını ve yayılmasını, etkilerini ve uğradığı değişiklikleri inceleyen fizik dalı.
Sponsorlu Bağlantılar

Optiğin iki ana bölümü vardır: Fiziksel optik ve geometrik optik. Fiziksel optiğin konusunu ışığın yapısı ve niteliği oluşturur. Geometrik optik ise yansıma ve kırılmayı; mercek, ayna ve benzeri aygıtlarda görüntü oluşmasına ilişkin ilkeleri konu alır. Optik bilgiişlem, bir başka deyişle eşfazlı optik sistemlerde oluşturulan görüntülerin bilgi içeriğinin işlemlenmesi konusu da geometrik optiğin alanına girer.

Eski Yunanlılar ve Arapların ışığın niteliği ve özelliklerine ilişkin bazı bilgileri vardı. Ama bir bilim dalı olarak optiğin temelleri 17. yüzyılda atıldı. Astronomi gözlemlerinde kullanılmaya uygun ilk teleskop 1600’lerin başlarında Galileo Galilei tarafından gerçekleştirildi. Fransız matematikçi Pierre de Fermat, Eski Yunanlı geometrici İskenderiyeli Heron’a (ü. İS 1. yy) atfedilen ve yansıyan ışığın iki nokta arasındaki (yansıtıcı yüzeyden de geçen) en kısa yolu izleyeceğini ifade eden ilkeye dayanarak, 1650’lerde kırılma yasasını ortaya koydu. Yüzyılın sonlarında HollandalI fizikçi Christiaan Huygens Traite de la lumiere (1690; Işık Üzerine İnceleme) adlı yapıtında yansıma ve kırılma olaylarına mekanik bir açıklama getirdi. Huygens bu yapıtında ışığın bir dalga hareketi olduğuna ilişkin kuramını da ortaya koydu.

Isaac Newton 1704’te yayımladığı Opticks'te (Optik) ışığın kırılma, ayrılım, kırınım ve kutuplanma özelliklerini ayrıntılı bir biçimde inceledi ve ışığın parçacık özellikli olduğu (bir başka deyişle hareketli parçacıklardan oluştuğu) görüşünü ortaya attı. Newton’m görüşleri, özellikle ışığın parçacık kuramı, tüm 18. yüzyıl boyunca bilime egemen oldu ve Huygens’in görüşlerini gölgeledi.

1800’lerin başlarında ışığın girişimini inceleyen İngiliz hekim ve fizikçi Thomas Young, girişim olgusunun ancak ışığın dalga hareketi olduğu görüşüyle açıklanabileceğini ortaya koydu. Young’ın bulgularının Fransız fizikçi A. J. Fresnel tarafından matematiksel çözümleme yoluyla doğrulanması ışığın dalga kuramını yeniden canlandırdı. Dalga kuramı, sonraki birkaç fizikçi kuşağı boyunca egemen oldu. Aynı görüşü paylaşan Ingiliz fizikçi James Clerk Maxwell 1864’te ışığın elektromagnetik kuramını geliştirdi. Klasik optiğin en büyük başarısı olarak kabul edilen bu kurama göre ışık ve öteki ışınım enerjisi türleri elektromagnetik dalgalar biçiminde yayılır. Elektromagnetik dalga ise elektrik yüklerinin titreşimleri sonucunda oluşan ve dalga biçiminde yayılan elektromagnetik tedirginliktir. (elektromagnetik ışınım, ışık).

Modern optiğin temelleri kuvantum kuramının geliştirilmesiyle atıldı. Kuvantum kuramını 1900’de öneren Alman fizikçi Max Planck, ışınım enerjisinin ayrık (kesikli) birimler (kuvantumlar) halinde kaynaktan sahndığım öne sürdü. Albert Einstein bu görüşü geliştirdi ve ışığın fotoelektrik etkide, tüm enerjisi çok küçük parçacıklarda yoğunlaşmış biçimde davrandığını belirledi (bu parçacıklar sonradan foton olarak adlandırılmıştır). Einstein’ın bu buluşu, elektromagnetizma kuramı ile birlikte, günümüzde geçerli olan görüşün temelini oluşturdu: Işık bazı durumlarda dalga hareketi, bazı durumlarda ise parçacık davranışı gösterir. 1925-1935 arasında geliştirilen kuvantum mekaniği, ışığın temel niteliği olan dalga-parçacık ikiliği kavramına sistematik bir açıklama getirmeyi başardı.

Geometrik optikte de fiziksel optikteki gelişmeye paralel bir gelişme gözlendi. Teleskop ve mikroskoplarda kullanılabilecek nitelikteki mercekler 1700’lerin sonlarından beri yapılabiliyordu. Alman matematikçi Cari Friedrich Gauss geometrik optik konusundaki önemli kitabını 1841’de yayımladı. Gauss bu yapıtında odak uzaklığı kavramını ayrıntılı bir biçimde ortaya koyuyor, bir mercek sisteminih asal noktaları kavramını geliştiriyor ve odak uzaklığı bilinen bir merceğin oluşturduğu görüntünün yerini ve büyüklüğünü veren formülleri belirliyordu. Gauss’un kuramsal yöntemlerinden yararlanılarak temel mercek sapınçlarının (küresel sapınç, koma, astigmatlık, Petzval alan bükülmesi ve distorsiyon) hesaplanması olanağı doğdu; böylece mercek tasarımında 1960’lara değin kullanılacak olan yöntemler geliştirildi.

1950’lerde iletişim ve bilişim kuramlarının ortaya çıkması ve 1960’larm başında laserin bulunuşu optikte yeni bir dönemin başlamasına neden oldu. Optik ile iletişim arasında, hem bu iki bilim dalında gözlenen benzerlikler, hem de elektriksel ve optik sistemlerin betimlenmesinde yararlanılan matematiksel yöntemlerin benzerliği nedeniyle daha başlangıçta yakın bir ilişki kurulmuştu. Merceğin görüntü oluşturan bir aygıt olarak bulunuşundan sonra üzerinde en çok durulan konulardan biri görüntüyü oluşturan optik sistemin betimlenmesi sorunu olmuştu. Bu açıdan ele alındığında, bir cisme ilişkin bilgiyi ileten ve görüntü biçiminde ortaya koyan optik sistemin bir iletişim kanalı olarak ele alınması ve çözümlenmesi olanaklıdır.

Görüntü içeriğinin eşfazlı ışıktan (tümüyle aynı frekansta [tekrenkli] ve aynı fazdaki dalgalardan oluşan ışık) yararlanan optik sistemler aracılığıyla işlenmesi konusundaki araştırmalar 1950’lerde başlatıldı. Laser, optik veri işlem ve iletişim alanında çok önemli bir araç olarak ortaya çıktı. Laserin bulunması holografinin gelişmesi açısından da temel önemde bir rol oynadı. Holografinin optik bilgiişlem alanındaki en önemli uygulamalarından biri, ikili (0 ve l’lerden oluşan) verilerin ileride erişilmek üzere saklanmasını olanaklı kılan optik bilgi kaydıdır.

Laser, ses ve resim bilgisinin (örn. telefon konuşmaları ve televizyon programlan) iletilmesinde de önemli bir araç olmuştur. Laserin elektronik vericilere göre birkaç üstünlüğü vardır. Laser ışığının frekansı radyo dalgalarının frekansına göre çok yüksek olduğundan, laser ışınları çok daha fazla bilgi taşıyabilir. Ayrıca laser ışınları belirli bir doğrultuda dağılmadan yol alan çok ince bir demet oluşturduklarından karışıma uğramaksızın çok uzaklara gidebilirler. Uzak mesafe iletişiminde laser ışığı bir noktadan öbürüne cam ya da plastikten yapılmış optik lifler aracılığıyla, hemen hemen hiç enerji kaybı olmaksızın iletilir.
kaynak: Ana Britannica
BAKINIZ
Optik Nedir?

Işık Nedir? Işık Yasaları ve Kuramları Hakkında
Son düzenleyen Safi; 22 Ekim 2018 01:38
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
21 Aralık 2015       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Optik ışıkla ilgili olayları inceleyen fizik dalıdır.


Optik, ışıkla ilgili olayları üç değişik modelde inceler. Buna göre optik üç kısma ayrılır:
1) Geometrik optik
Sponsorlu Bağlantılar
2) Fizik optik (Dalga optiği)
3) Kuvantum optiği

1) Geometrik optik


Işığın izotrop (her tarafının fiziksel özelliği aynı) ortamda doğrusal yayılmasını temel kabul eder. Yansıma, kırılma ve aydınlanma olaylarını inceleyen optik kısmıdır. Newton, çalışmalarında ışığı bir kaynaktan yayılan tanecikler gibi düşünüyordu. Böylece geometrik optik gelişti. Işık olaylarını izah etmede yeterli zannedildi. Halbuki Newton’un düşünceleriyle gelişen geometrik optikle ancak yansıma, kırılma ve aydınlanma olayları izah edilebilir. Aynalar, ışık prizmaları, mercekler, optik aletler, geometrik optikle incelenebilir.

2. Fizik optik


Işığın dalga yapısında olduğunu temel kabul ederek; girişim, kırınım ve kutuplanma olaylarını inceleyen optik kısmıdır. Newton’la aynı çağda yaşayan Huygens, Newton’un yanıldığını ve ışığın dalga şeklinde düşünülmesi gerektiğini ortaya attı. Dalga modeli, geometrik optikle açıklanamayan girişim, kırınım, polarma (kutuplanma) olaylarını açıklayabiliyordu.

Girişim:


Young deneyi: Paralel demet haline getirilmiş akkor lamba ışığı önce dar bir yarıktan geçirilir, yarıktan geçirilen ışık tekrar birbirlerinden yaklaşık 1 mm mesafede bulunan iki dar yarıktan geçirilirse, yarıktan çıkan dalgalar aynı fazlı dalgalar haline gelir. Yani iki yarık, aynı fazlı iki kaynak haline gelmiş olur. Bu iki kaynağa takriben 1 m uzaktaki perdede karanlık ve aydınlık şeritler görülür. Bu şeritlere, girişim saçakları denir. Bu olay, Newton’un ışık hakkındaki düşüncesiyle açıklanamaz. Çünkü siyah şerit noktalarında, iki kaynağın ışıklarına ait yol farkı, dalga boyunun tek katları şeklindedir ve yokedici girişimle siyah görünürler.
Aydınlık şerit noktalarında ise iki kaynaktan çıkan dalgaların girişimi, aralarındaki yol farkı dalga boyunun tam katları olduğundan birbirini kuvvetlendirici girişim olmuştur.
İnce zarların, mesela sabun köpüğünün rengarenk görünmesi de, alt ve üst yüzeyden yansımış dalgaların girişimleriyle meydana gelir. Yol farklarının geometrik yeri kürevî bir yüzey olursa meydana gelen girişim deseni, aynı merkezli içiçe halkalar şeklindedir, bunlara “Newton halkaları” denir.

İnterferometre:


Girişim özelliğinden faydalanılarak kullanılan cihazdır. Araştırma sahalarında çok kullanılır. En yaygın kullanma sahası çok küçük mesafelerin ölçülmesidir. Kırılma indislerinin ölçümünde, saydam cisimlerin yüzlerinin düzgünlüğünün kontrolünde kullanılır.
İnterferometrelerin çalışma prensipleri şöyledir:
Monokromatik (tek renkli) bir ışık kaynağından çıkan ışınlar, paralel demet haline getirilerek kısmî geçirgen bir levha üzerine düşürülürler. Bu levha, ışığı iki demete ayırır. Birinci demeti geçirerek bir paralel kaydırıcı lama gönderir. Kaydırıcıdan çıkan ışınlar, bir aynadan yansıtılarak tekrar kaydırıcıya düşürülür. Bu ışınlar kaydırıcıdan geçip tekrar kısmî yansıtıcı üzerine dönerler. Kısmî yansıtıcı bu sefer bu ışınları bir dürbüne gönderir. Kısmî geçirgen levhadan yansıtılan ikinci demet halindeki ışınlar ise, geçen ışınların yansıdıkları aynaya dik olan başka bir aynadan yansıyarak tekrar levhaya dönerler. Levhaya geçen ışınlar da dürbüne ulaşırlar. Aynaların levhaya uzaklıkları eşit alınarak, iki demet arasındaki yol farkı sıfır olacak şekilde ayarlanır. İkinci demetin yansıdığı ayna, levhaya dalga boyunun yarısı kadar yaklaştırılırsa yol farkı yine dalga boyu kadar olur ve yine yapıcı girişim yani dürbünde ışık gözlenir. Ayna, levhaya dalga boyunun dörtte biri kadar yaklaştırılırsa yol farkı dalga boyunun yarısına eşit olduğundan yok edici girişim olur ve dürbün içi karanlık olur. Ayna sürekli yaklaştırılırsa karanlık ve aydınlık görünüm birbirini takip eder. Kararma sayısı, aynanın yaklaşma miktarını, dalga boyuna bağlı olarak verir. Bu durumda ayna, mikrometre olarak kullanılır. İnterferometrelerde laser ışınları kullanılarak ölçümler daha da hassaslaştırılmıştır.

Kırınım:


Işığın bir engel arkasındaki gölge bölgesinde bulunmasıdır. Gölge bölgesi, tanecik modeline göre yasak bölgedir. Çok dar yarıklara (yarık genişliği ışığın dalga boyu mertebesinde) gelen ışık, yarıktan geçtikten sonra, sanki yarık noktası ışık kaynağı imiş gibi yayılır. (Bu olaya tek yarıkta girişim olayı da denir.) Bir kaynaktan çıkıp paralel hale getirilen ışığın çok dar bir yarıktan geçmesi ile yarığın gerisindeki perde (ekran) üzerinde aynı merkezli aydınlık ve karanlık halkalar meydana gelir. Bu halkalara kırınım saçakları denir.
Saydam bir levha üzerindeki çizgi veya yarık sayısı 1 cm’de birkaç yüz adet olursa “kırınım ağı” elde edilir. Kırınım ağı, ışığın dalga boyunu ölçmede kullanılır. Birbirine çok yakın iki nokta mikroskopta incelenirken her nokta, kırınım halkaları birbirine karışmış halde görünür. Böyle yakın noktalar birbirinden ayırd edilemez. Mikroskopların ayırma gücü, ihtiva ettikleri merceğe bağlıdır. Fakat ayırma gücünün sınırı vardır. Bu sınır mesafesi, ışığın dalgaboyunun yarısı kadardır. (Bkz. Mikroskop)

Kutuplanma (Polarma):


Işık dalgaları enine dalgalardır. Yayılma doğrultusuna ve birbirine dik olan elektrik ve manyetik alanlar titreşim yaparlar. Bu titreşim sinüzoidal bir titreşimdir (Bkz. Elektromanyetik Dalga). Işığın titreşiminden, daha ziyade elektrik alanının titreşimi anlaşılır. Çünkü elektrik alanı daha baskındır.
Işık dalgaları ince bir turmalin kristali levhasından geçirilirse, sadece bir düzlemde titreşim kalır, diğer düzlemlerdeki titreşimler soğurulur. Böylece ışık kutuplanmış olur. Bu kristal levhaya çapraz durumda ikinci bir kristal levha, kutuplanmış ışığın önüne konursa, ışık titreşimi tamamen kaybolur, ikinci levhadan ışık geçemez.
Işığın kutuplanması yansıma ve kırılma olayında da gözlenir. Yansıyan ve kırılan ışınlar kutuplanır. Yansıyan ışın gelme düzlemine dik olarak, kırılan ışın ise paralel olarak kutuplanır. Yansıyan ve kırılan ışınların birbirine dik olma şartını sağlıyan gelme açısına “Brewster açısı” denir. Bu açının tanjantı, kıran ortamın kırılma indisine eşittir.

“Malus kanununa” göre, kutuplanmış ışığın şiddetinde azalma görülür.
Kristallerin çoğu “çift kırıcı” özelliği gösterirler. Çift kırıcılık, ışığı iki demet haline getirmektedir. Bunun sebebiyse ışığın bu kristaller içindeki her doğrultuda aynı hızla yayılmamasıdır. İkiye ayrılan ışığın her iki kısmı da kutuplanır. Gelme düzlemine, dik olarak kutuplanmış ışına normal ışın, paralel olarak kutuplanmış ışına ise extra normal ışın denir. İnce turmalin kristali levhaları bu ışınlardan birini soğurarak (emerek) diğerini geçirir. Böylece kutuplanmış ışın elde edilmiş olur. Çift kırıcı kristallerde, iki demetin birleştiği bir doğrultu bulunur. Bu doğrultuya “optik eksen” denir.

Çift kırıcı kristallerden kalsit (İzlanda spatı olarak da bilinir). Optik ekseninden geçen özel bir düzlemle kesilip “Kanada balsamı” ile tekrar yapıştırılarak, içinde ince bir yapıştırıcı tabakası olan prizma elde edilir. Bu prizmaya “Nicol prizması” denir. Nicol prizmasında Kanada balsamı, ikiye ayrılan demetten normal ışını yansıtır. Extra-normal ışını ise geçirir. Böylece, ışın gelme düzlemine paralel olarak kutuplanmış olarak çıkar.
Günümüzde tabiî kristaller yerine, çift kırıcı ve bir demeti soğurucu (emici) plastik kutuplayıcılar kullanılmaktadır.
Polaraid kutuplayıcı, Herapath isimli fizikçi tarafından 1928 yılında yapıldı, o tarihten sonra Nicol prizmaların yerine kullanıldı. Polaraid, nitroselüloz üzerine iyodokinin sülfat eriyiği sürülüp gerdirilerek elde edilir. Daha sonra iki cam arasına sıkıştırılır. Polaraid güneş gözlükleri, sadece düşey yönde kutuplanmış ışınları geçirerek gözü şiddetli ışıktan korurlar. Ayrıca, yine ışığın şiddetini azaltmak maksadı ile oto camlarında da kullanılırlar. Işığın kutuplanma özelliğinden faydalanılarak polarimetreler ve fotoesneklikle gerilim analizi çalışmaları yapılmaktadır.

Polarimetre:
Maddelerin optikçe aktifliklerini ölçen cihazdır. Optikçe aktiflik, kutuplanmış, (polarılmış) ışığın, kutuplanma düzlemini değiştirmek demektir. Kuvarts, şeker eriyiği ve bazı yağlar optikçe aktiftirler (Organik maddelerin çoğu optikçe aktiftirler).
Polarimetre (polariskop da denir), biri sabit diğeri düşey bir düzlemde dönebilen iki kutuplayıcıdan meydana gelir. Kutuplayıcı olarak çoğunlukla kalsit kristalleri kullanılır. Bu iki kristalden birincisine (sabit olana) polarizör, ikincisine ise (dönebilene) analizör denir. Işık polarizörden girip kutuplanarak analizör üzerine düşer. Analizör, polarizöre paralel halde iken ışık analizörün gerisine düşebilir, çapraz halde iken ışık analizörü geçemez. Ara durumlarda (ne paralel ne de çapraz durumlarda) ise aydınlanma şiddeti düşer.

Çapraz durumdaki polarizör ve analizör arasına optikçe aktif bir madde konursa, analizörden ışık geçtiği görülür. Çünkü araya konan madde polarizörden çıkan ışığın kutuplanma düzlemini çevirmiştir. Çevirme miktarı, analizörü tekrar ışık geçmiyecek şekilde döndürerek bulunur. Böylece maddelere ait değişik çevirme açıları bulunabilir. Bu açılar optikçe aktifliğin miktarını gösterir. Çevirme açısının sağa veya sola olması durumuna göre maddeler sağ-sol optik izomeriye sahiptir, denir.

Polarimetre molekül boyutlarının tayininde, konsantrasyon miktarının (derişikliğin) tayininde ve gıda maddelerinin kontrollerinde kullanılır.
Hassas polarimetrelerde polarizör-analizör arasına, polarizör küçük bir açı yapacak şekilde üçüncü bir kristal kutuplayıcı konur. Böylece gözleme bölgesinde en karanlık durum aydınlanma ile mukayese edilerek daha kolay incelenir. Elektronik kontrollü otomatik polarimetreler halihazırda en hassas ölçmeyi yapabilen aletlerdir.

Sadece şeker için kullanılan polarimetrelere sakarimetre de denir. Titreşim düzleminin dönmesini tayf analiziyle grafik halinde veren polarimetrelere de spektropolarimetre cihazları denir.

Bazı maddelere ait optikçe aktiflik dış kuvvetlerin meydana getirdikleri gerilme ile değişmektedir. Cam selüloit, pleksi camı gibi maddeler, gerilimler sebebiyle çift kırıcı hale gelirler. Statik hesaplamalarda gerilime maruz kalacak elemanların yukarıdaki maddelerden yapılmış küçük modelleri, jips tabakaları arasında iki kutuplayıcı arasına konarak küçük kuvvetlerle gerdirilirler. Gerilen bölgeler çift kırıcı durumuna geçtiklerinden, modelin fotoğrafında gerilen bölgeler meydana çıkar, görülür. Bu tekniğe fotoesneklikle gerilim çözümleme denir.

3. Kuvantum Optiği


Max Planck’ın ışık dalgalarının enerjilerinin kuvantumlu oluşunu keşfetmesiyle ortaya çıkmıştır. Buna göre ışık, atomdan yayılan enerji paketleri (dalga katarları) şeklindedir. Her bir pakete “foton” denir. Kuvantum optiği ile ışık madde etkileşimi, fotoelektrik olay, “Compton” olayı incelenebilir.
Son düzenleyen Safi; 22 Ekim 2018 01:27
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
21 Ekim 2018       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı

Optik!


Optik, ışığın doğuşu, yayılımı, geçirdiği ve ürettiği değişimler ile onunla yakından ilişkili diğer fenomenlere dair bir bilim olarak tanımlanır. Fiziksel ve geometrik optiklerin iki ana dalı vardır. Fiziksel optikler öncelikle ışığın kendisinin niteliği ve özellikleri ile ilgilenir. Geometrik optikler, merceklerin, aynaların ve ışıktan yararlanan diğer cihazların görüntü oluşturucu özelliklerini yöneten ilkelerle ilgilidir. Aynı zamanda, uyumlu optik sistemlerin oluşturduğu bir görüntünün bilgi içeriğinin manipülasyonunu içeren optik veri işlemeyi de içerir. Işık, mekansal ve zamansal bilgileri iletir. Söz konusu özellik, optik ve optik iletişim alanlarının ve sonrasında gelişerek ortaya çıkan sayısız ilgili teknolojinin temelini oluşturur. Işığın manipülasyonlarına dayanan teknolojik uygulamalar arasında lazerler, holografi ve fiber optik telekomünikasyon sistemleri bulunmaktadır.

Kaynak: AnaBritannica
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
22 Ekim 2018       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Optik
Antlkçağ'da, ışık ışınının gözden yayıldığı ve görme olayının ışığın cisimden göze dönüşüyle gerçekleştiği düşünülüyordu. Işık ışınının cisimden yayıldığı ancak Ortaçağ’ın başında Ibnülheysem (965-1040’a doğru) İle anlaşıldı.

Işığın doğrusal yayılma düşüncesine dayanarak, bir geometrik optik kurulması şarttır. Platon okulu yansıma yasalarını daha o zamanlar biliyordu. Ptolemaios Optika adlı yapıtında kırılmayı inceledi ve ışının havadan suya ve cama geçerken uğradığı sapmayı ölçtü, Ama kırılma yasası ancak XVIII. yy.'ın başında Snellius tarafından bulundu. Bu yasa, yanlış olarak, ışığın yoğun bir ortamda havadakinden daha hızlı yayıldığı, yani hızın da kırılma indisiyle orantılı olarak arttığı sonucuna varan Descartes tarafından geniş ölçüde kullanıldı; oysa Fermat’nın da göstereceği gibi, gerçek bunun tersiydi,

Geometrik optik, önceleri özellikle Ibnülheysem tarafından geliştirildi; bu bilginin Kitâb fimenazır adlı kitabı Ortaçağ boyunca Batı Avrupa'da büyük bir yaygınlık kazandı. Gökkuşağının, küresel su damlacıkları içinde, ışığın yansıma ve kırılmalarıyla oluştuğunu açıklayan geometrik optik olmuştur. Ortaçağda başlatılan ve Descartes tarafından önemli ölçüde geliştirilen bu kuram son biçimini ancak günümüzde almıştır.

Geometrik optik incelemeleri, 1550’ye doğru, F. Maurolico ile özellikle prizmaların ve küresel aynaların incelenmesiyle yeniden ele alındı. F. Maurolico 1611 'de yayımlanan bu incelemelerinde, Kepler'inkinden çok daha temel olan konulara değindi, Kepler Ad vitellionem paralipomena (1604) adlı incelemesinde görmenin, Dioptrice’de (1611) ise merceklerin geometrik optik kuramını geliştirdi.

Bununla birlikte, XVII. yy.'ın sonuna kadar, ender rastlanan kimi istisnalar dışında, çok sayıdaki optik düzenek deneysel yoldan bulundu ve gerçekleştirildi: daha önce mısır mezarlarında bulunan, metalden ya da obsidiyenden yapılmış düzlem aynalar (bunlar Ortaçağda sırlanmıştır); Romalılar'ın öteden beri kullandığı içbükey ve dışbükey küresel aynalar; Ortaçağda bulunan ve bir tür kelebek gözlük olan "burun gözlükleri"nin (1317) icadında kullanılan mercekler, ilk kez Roger Bacon (1220'ye doğru1292) tarafından gerçekleştirilen karanlık oda, daha sonra napolili Della Porta (1535-1615) tarafından geliştirildi. P Kircher'in (1602-1680) geliştirdiği büyülü feneri de yine Della Porta tasarladı. Dürbün 1590'a doğru hollandalı gözlükçüler tarafından icat edildi ve 1609'da Galilei tarafından gökbilim gözlemlerinde kullanıldı. 1615'te bulunan mikroskop, Hooke (Micrographia, 1665) ve Van Leeuwenhoek (1632-1723) tarafından gittikçe geliştirildi.

XVII. yy.'ın ortasından başlayarak, ışık olaylarının yeni görünümleri ortaya çıkarıldı: kırınım (F. Grimaldi, 1650); ince lamların renkleri (Böyle ve Hooke); çift kırılma (E. Bartholin, 1669), Jüpiter'in uydularını gözlemleyerek ışık hızının ilk kez ölçülmesi; polarma (Malus, 1810); dönmeli polarma (Arago, Caucfıy, Faraday); ışık hızının kesin olarak ölçümü (Fizeau, 1849; Foucault, 1850); XIX. yy.'ın ortalarından başlayarak özellikle Kirchhoff tarafından sistemli biçimde kullanılan tayf çözümlenesi. Ayrıca ışığın gümüş tuzları üzerindeki indirgeyici etkisine dayanan fotoğraf plakasının keşfi de anılmalıdır (Niepce ve Daguerre, 1833-1839).

Işığın doğası, kaynağı, yayılması ve gözle algılanmasına ilişkin kuramlara Antikçağ'da rastlanır. Bu kuramlar uzun süre bütünüyle matematiksel bir bilim olan geometrik optikten nispeten bağımsız kalmıştır; aynı şekilde, Optik (Opticks) adlı yapıtında, özellikle beyaz ışığın, prizmayla her birinin kendine özgü bir kırılma indisi bulunan, sürekli bir arı renkler dizisi halinde ayrılmasını inceleyen Newton'ın optiği de geometrik optikten görece bağımsızdı.

Yunan Antikçağı’nda ışık, ateş ve alevle bir tutuldu ve yayılması, ışıklı cisimlerin, küçük parçacıklar yayımlamasıyla açıklandı; bu düşünce daha sonra Ortaçağ'da önemli ölçüde geliştirildi. Aristoteles’e göre de, renkler ışığın karanlıkla karışmasının bir sonucuydu. Işığın yayılmasına ilişkin bilimsel kuram ancak XVII. yy.’da, Descartes tarafından gerçekleştirildi. Işık, çok ani bir biçimde dolayısıyla sonsuz bir hızla ve madde taşınması olmaksızın yayılan ağırlıksız taneciklerin bir titreşimi olarak algılanıyordu. Bununla birlikte, ışığın tanecikli bir yapıda olduğuna ilişkin bir görüşe Descartes'ta da rastlanır. Descartes bu görüşten yola çıkarak yukarıda da değinildiği gibi, ışığın suda ve camda, havada olduğundan daha hızlı yayıldığı gibi yanlış bir sava varmıştır.

Descartes’ın görüşleri birbiriyle uzun süre çatışan şu iki kuramla yeniden ele alınıp geliştirildi: dalga kuramı ve tanecik kuramı. Dalgalanma ve titreşim kavramlarını anlaşılır biçimde ortaya atan R Pardies tarafından geliştirilen dalga kuramı gerçek gelişimini ancak Huygens ile gösterdi. Traite de la lumidre (Işık üzerine inceleme) [1690] adlı yapıtında, ışıklı bir yüzeyin her noktasının, maddesel olmayan bir ortam olan esirde, sese benzer bir biçimde sonlu bir hızla yayılan küresel bir dalga yayımladığını ve bir dalganın her noktasının da benzer bir sürece neden olduğunu yazar. Huygens böylece, yansımayı, kırılmayı, çift kırılmayı (olağanüstü ışın artık küresel olmayıp bir elipsoit biçiminde olan bir dalgaya karşılık gelir) açıklar. Bununla birlikte, Huygens'in dalga kuramında ışık titreşimlerinin frekansı ve genliği kavramından söz edilmez, dolayısıyla ne renklerin çeşitliliği ne de girişim olayları açıklanır. Ayrıca, bu kuram, ışığın doğrusal yayılmasının doyurucu bir açıklamasını yapmaktan da uzaktır.

XVIII. yy.'ın başında, yine bir dalga kuramı yanlısı olan Malebranche, esirin ışık titreşimleri ile bu titreşimlerin genliklerinden ayrı tuttuğu frekanslarına ilişkin daha belirgin bir görüşe vardı ve buradan kalkarak renklerin sürekli çeşitliliğini keşfetti. Ama, Huygens gibi Malbranche da titreşimin boyuna olduğunu savunur.

Bununla birlikte Newton'un ışık kuramı, tanecik görüşünün ağır bastığı karma bir kuramdır. Newton bu kuramı ilk kez, 1672'de Royal Society'de sunduğu ünlü bildirisinde açıkladı; bu bildiri, arı dalga kuramının savunucusu Hooke ile sert bir polemiğin kaynağı oldu. Bununla birlikte Nevvton bu kuramı, ancak Optik adlı yapıtında tümüyle geliştirebildi. Daha doğrusu kuram ancak yapıtın sonunda yer alan bir dizi Ouaestiones (Sorular) içinde sergilendi. Newton’a göre ışık, esir içinde sonlu bir hızla yer değiştiren ve burada titreşimler oluşturan taneciklerden meydana gelmekteydi. Malebranche gibi, Newton da renklerle değişen frekans kavramını ortaya attı, bununla birlikte Malebrancte'tan farklı olarak titreşimlerin genliği ile frekans arasındaki ayrımı açıkça ortaya koyamadı. Frekans, taneciklerin izlediği yol süresince davranışlarında görülen değişimle (erişim kuramı), renklerin çeşitliliği ise, taneciklerin büyüklük farklarıyla açıklanır.

Newton'ın tanecik kuramı, ışığın doğrusal yayılmasını inceler; bununla birlikte Newton, beyaz ışık, düzlem-dışbükey bir mercekten geçtiğinde bir cam plak üzerinde gözlemlenen halkaların kırınımını ve renklenmesini pek bilimsel olmayan, düşsel ve mekanik akıl yürütmelerle açıklar. Işık dalgalarının girişimine ilişkin temel ilke ancak XIX. yy.'ın başında, dalga kuramı yanlısı Young tarafından ortaya kondu. Young özellikle, birbirine yaklaştırılma koşut iki ince lamın renklenmesi ile Newton’ın açıklamış olduğunu ileri sürdüğü halkaların renklenmesini inceledi.

Young'ın tam bir açıklığa ulaşamayan dalga kuramını, gerçek anlamıyla geliştiren Fresnel oldu. Fresnel, Hooke'un düşünüp de geliştiremediği boyuna titreşim yerine enine titreşim kavramını getirdi. Böylece, modern bilimsel optik kurulmuş oldu. Bununla birlikte, XIX. yy.’ın birinci yarısında başta Laplace ve Biot olmak üzere çok sayıda bilgin, Newton mekaniği temelinde savundukları tanecik kuramına bağlı kaldı. Ancak, Fizeau (1849) ve Foucault'nun (1850) gerçekleştirdikleri ölçmeler ışığın havada, sudakinden daha hızlı yayıldığını kanıtlayınca, tanecik kuramı terk edildi; çünkü bu kuram bu olayın tersini gösteriyordu.

Oysa bu sonuç, daha önce Fresnel'in dalga optiği kuramında öngörülmüştü. Fotonun Einstein tarafından 1905'te, dalga mekaniğinin de Louis de Broglie tarafından 1924’te bulunuşuyla, tanecik kuramı ile dalga kuramını birleştiren iki kuram, yani ışığın tanecikli ve dalgalı oluş kuramı uzlaştı. 1865’te, Maxwell ışığın elektromanyetik yapısını ortaya koydu; bu görüş XIX. yy. sonunda Lorentz tarafından geliştirildi. Lorentz böylece, ışığın yansıma ve kırılmasının özellikle Maxwell'in elektromanyetik kuramıyla açıklanabileceğini gösterdi.

Doğrusal olmayan optik


Bir E elektrik alanının etkisinde kalan maddesel bir ortam, normal durumda bu alanla orantılı elektriksel bir kutuplanma gösterir: P KE (burada K orantı değişmezi ortamın dielektrik yatkınlığıdır). Elektromanyetik bir ışık dalgasının bu ortamdaki yayılmasına ilişkin hesaplar bu durumda,e, =1+K göreli dielektrik değişmezini göz önüne almayı gerektirdi ve ortamın n = ı/Tr kırılma indisinin varlığı kuramsal olarak doğrulandı.

Ancak, laser'in bulunuşundan bu yana, E elektrik alanı son derece yeğin olan ışık dalgaları üretilebilmektedir; bu durumda, yüksek alan yeğinliği nedeniyle ortamda indüklenen P elektrik kutuplanması, E elektrik alanı genliğinin doğrusal bir fonksiyonu olmaktan çıkar. Bu durumda kırılma indisi kavramı artık bir anlam taşımaz ve dalgaların yayılması, tümüyle özel yasalara bağlanır.

Bu özellikler arasında şunlar sayılabilir: özodaklaşma olayı (bir laserden çıkan koşut bir ışık demeti, ortamın içinde kendi kendine odaklanma eğilimi gösterir ve ince filamanlar halinde toplanır), armonik üretimi (laserden çıkan kırmızı ışık demeti, ortamdan geçtiğinde, frekansı gelen dalganın frekansının iki katına eşit bir dalganın çıktığı görülür), iki foton soğurması (iki düzey arasında her iki foton ayrı ayrı alındıklarında olanaksız olan atom geçişi, bu fotonlar, enerjilerinin toplamı tam anlamıyla iki düzey arasındaki enerji farkına karşılık gelmek koşuluyla birlikte alındıklarında olanaklı olur).

Optik birimler


KANDELA, LÜMEN. LÜKS, DİYOPTRİ.
Optik (Opticks), Newton’ın yapıtı (1. ing. baskı 1704; eklemelerle çıkan 2. lat. baskı, 1704; yeniden gözden geçirilmiş 2. ing. baskı, 1717-18). Newton’ın Optik adlı yapıtı üç kitaptan oluşur. Birinci kitap iki bölüm içerir; ilk bölümde, ışığın yayılması ve yansıması, ikinci bölümde ise ayrışması incelenir, ikinci kitap ince lamların renklenmesini doğadaki cisimlerin renkleri ile lamların renkleri arasındaki benzeşimi, üçüncü kitap kırılma ve renkler üzerine genel gözlemleri kapsar.

Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

22 Ekim 2018 / Kral_Aslan X-Sözlük
9 Aralık 2012 / _EKSELANS_ Tıp Bilimleri
12 Aralık 2012 / _EKSELANS_ Tıp Bilimleri
16 Kasım 2007 / Misafir Taslak Konular
4 Haziran 2015 / nötrino X-Sözlük