Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 102

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 545.577 Cevap: 1.812
minessa_23 - avatarı
minessa_23
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #1011
minessa_23 - avatarı
Ziyaretçi
BİTMEDİ BU SEVDA MASALIM..
İşte yine mevsimlerden birindeyiz..
Sponsorlu Bağlantılar
...Ve aylardan haziran...
Bitmeycek bu sevda masalım...
Bitmeyecek galiba..

Oysa şimdi ellerin başkasının elinde..
Oysa gözlerin başkasının gözlerinde..
Bense yine geceler boyu YANLIZLIK...
Benimse nisan yağmurları gözümde..
Sabahlara kadar şiirler yazıyorum sana ..
BİTMEDİ BU SEVDA MASALIM..
BİTMEYECEK GALİBA.....

Bir akşamüstü sen damatlığın içerisinde ..
Ve bembeyaz bulutların üstünde.
O akşamüstü ben....
Boynunu büküp gidişine..
O akşamüstü ben....
Tutulup ayrılığın hüznüne..
Uzun bir şiir okuyacağım ardından..
Oysa sen hiç duymayacaksın bunu...
GİTMİŞ OLACAKSIN...

Gelip çattığında o an...
Aylardan belki MAYIS..
BELKİ DE temmuz..
Bu hüzün dolu haziran akşamında...
Bu kahır yüklü yaz akşamında..
Dilim varmıyor demeye hiç ama..
Diyeceğim sana ELVEDA...
HOŞÇAKAL BİTANEM HOŞÇAKALL..
MUTLULUKLAR DİLİYORUM ÖMRÜN BOYUNCA....
.......BİTMEDİ BU S EVDA MASALIM BİTMEYECEK GALİBA....
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #1012
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
Eşkenar Üçgen Uzayda

Sponsorlu Bağlantılar

Uzunlukları birbirine eşit üç doğru bir araya gelip bir eşkenar üçgen oluşturdu. Ben bu eşkenar üçgenin içine iki göz ile bir burun ve bir ağız çizdikten sonra kulaklarını ekledim. Meydana gelen şekil bir insan başına benzedi. Şekle en basitinden gövdeyle, kollar ve bacaklar da çizerek insan modelimi ortaya çıkardım. Beyaz bir kartona çizdiğim insan modelimi makasla kenarlarından keserek aldım ve ayakları üstünde duracak şekilde bıraktım. Haydi eşkenar üçgen, yolun açık olsun, dedikten sonra onu uğurladım. Aradan iki ay geçtikten sonra eşkenar üçgen geldi ve başından geçen olayları anlattı.

“ Senden ayrıldıktan sonra uzun süre yol yürüdüm. Sonunda bir ormana geldim. Ormanda giderken ilerde bir ışık gördüm. Meğerse ışık açık bir alanda duran uçan daireden geliyormuş. Hiç korkmadan uçan daireye bindim. Uçan daire az sonra havalandı. Rengarenk ışıklı düğmeler vardı uçan dairede ve biri yanıp biri sönüyordu. Bilgisayardan gelen metalik ses uzaya çıkıldığını ve Samanyolu Galaksisi’nin çok uzağında bulunan bir başka galaksideki 31092-ct adındaki gezegene gidildiğini haber verdi. Bayağı keyiflenmiştim. Metalik sesin söylediğine göre, uçan daireler kozmatik güçle hareket ederlermiş. Metalik ses aylarca yolculuk yapıldığı halde uzayın sonunun bulunamadığını söyledi. Ertesi gün pat diye bir ses duydum ve uçan daire hafifçe sarsıldı. Bunun ne olduğunu sorduğumda metalik ses Samanyolu’ndan bir başka galaksiye geçildiğini, bilgisayarın önceden programlandığı gibi zaman ayarını yapıp, atlamayı gerçekleştirdiğini, zaman ayarının periyodik uzay takvimine göre yapıldığını, zaman ayarını yapmadan, atlamayı gerçekleştirmeden bir galaksiden bir başka galaksiye geçmenin mümkün olmadığını söyledi. Her galaksinin kendine özgü, sadece o galakside geçerli olan zamanı varmış. Daha önceden hazırlanmış olan periyodik uzay takviminde, bulunduğun galaksiyle geçmek istediğin galaksi arasındaki zaman farkı bulunurmuş. Zaman farkı bulunmadan zaman ayarı yapılamazmış. Zaman farkını bulmak için, bulunduğun ve geçmek istediğin galaksilerdeki en yaşlı gezegenler baz alınırmış. En yaşlı gezegenlerin yaşı birbirinden çıkarılınca aradaki fark + - zaman farkı olurmuş.

Örneğin bulunduğun galaksinin takvimi 4900 yılını gösteriyor. Periyodik uzay takviminde geçmek istediğin galaksinin durumunun -1200 olduğunu gördün. Bulunduğun galaksinin yaşı olan 4900 yılından -1200 ü çıkarınca, geçmek istediğin galaksinin yaşını 3700 olarak bulursun. Şimdi iş süpersonik zaman göstergecinde zaman ayarını yapmaya kalmıştır. İlgili tuşlara basarak rakamların göstergecin ekranına düşmesi için bir dakika beklenir. Sürenin sonunda zaman ayar düğmesine basarak işlem tamamlanır.

İki galaksiyi birbirinden ayıran, zamanın geçerli olmadığı bölgeye girilir. Burada uçan daire yol aldıkça göstergecin ekranında 4900 yılından 3700 yılına her yarım saniyede bir yıl olarak zamanın gerilemesi izlenir. Ekran 3700 yılına gelindiğini gösterince uçan dairenin hızı limite çıkarılarak geçmek istediğin galaksiye giriş yapılır. Şayet -1200 yerine +1500 olsaydı 4900, 1500 ile toplanırdı. O zamanda göstergecin ekranında zamanın ilerlemesi izlenirdi. Herneyse, galaksiler arası yolculuktan sonra 31092-ct adındaki gezegene yumuşak iniş yaptık. Bu gezegende gördüklerim beni şaşırtmadı, çünkü yolculuk sırasında metalik ses her şeyi anlatmış ve bana pek çok konuda detaylı bilgi vermişti. Orada da insanlar yaşıyor. Ağaçlar var, çiçekler var, kuşlar var, dağlar var, dereler var. İnsanları sevecen, iyi kalpli, hoşgörülü. Sorunlarını tartışarak, kavga ederek değil, karşılıklı anlayışla, hoşgörüyle çözüyorlar. Herkes birbirinin hakkına saygılı, kimse kimseye kötü söz söylemiyor ve son derece nazik insanlar. Bütün çabaları bilimde, teknolojide daha ileri seviyelere ulaşmak. Geçim sorununu önce yardımlaşma daha sonra paylaşma ile çözümlemişler. Birinde çok ötekinde yok değil, ikisinde de var. “

Eşkenar üçgen konuşması bitince ayağa kalktı ve şöyle dedi: “ Patron, ben geri dönüyorum. Uçan daire beni bekliyor. Gel seni de götüreyim. “
“ Boş versene sen ya, ne işim varmış benim uzayda “ dedim ben de. Bunun üzerine eşkenar üçgen keyfin bilir dedi ve vedalaştık. Eşkenar üçgen ayrılırken son olarak elveda dedi el sallayarak. Sanırım onu bir daha hiç göremeyeceğim.

Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
19 Haziran 2007       Mesaj #1013
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Oyuncakçı
Oyuncakçıydın sen,ben ise oyuncağın.Nitelendirilebilecek en sağlam oyuncakları sen yapıyordun bu şehirde.Ben de bu oyuncaklardan biriydim,hem de en sağlamı,en çok emek verdiğin,karakterini en çok yansıttığın ve hatta en çok ter döktüğündüm senin için. Pinokyo’nun organik versiyonu,iradesiz olanıydım aynı zamanda.
En büyük zevk bendim senin için.Beni öyle güzel biçimlendirmiştin,öyle güzel yontmuştun ki,zımparamı,cilamı bile kendi ellerinle özene bezene atarken hiç zorlanmamış, aksine yeni yaratılan bir olgudan,düşünceden alınan haz kadar,belki de daha fazlasını almıştın. Kalbinin ritmi ivme kazanırken,sabrının frenleri boşalırken ve özlem duyulan ben...
Yakınlar uzakları özlerken,uzaklar yakınlara gurbetken,yaram derinleşiyorken,özlem duyulan ben...
Bana kattığın ruh öyle derin bir ırmağın debisi,yoğunluğuydu ki,sen nereye istersen oraya bakıyor ve buyurulanı görüyordum aşkın kör gözleriyle.Aklıma aşkımın ve acısının bana yakın olduğu ve dostluğumu,vahşi kurtların leşi paylaşıp,parçaladığı gibi,yokluğa katmaları geldi ve sustum!Artık söyleyecek sözüm kalmamıştı.Ruhunu arama çabası içindeki bu şehir de,İstanbul ruhsuzlar cenneti de efkarlandı ve sustu!İçindeki,mekansız,kirli kalabalık da şehrin sessizliğini bedensizce dinledi ve..!
O an Beyoğlu’nun çıkmaz sokaklarına sıkışmış geleceği kör,talihi dilsiz kadınlar kadar çirkin ,varlıklarının alabildiğine koşulsuz ve tozlu aşklara dair bir koku sardı bu kenti.Oyuncakçının yol görmeyen tezgahından haykıran kan ve ölüm kokan...Bir ben tasviri can verdi,o sıkışmış ruhların seviştiği arka sokakta.
Odamda yalnızlığımla sohbet ederken,boşluğun nefesi hırıldamaya başladı. Tütsü kokusunun rahatlatıcı okşayışı yerini o bilinmedik ama tanıdık kokuya verdi ve beni terketti.Ama en iyi dostum yalnızlık bir nimetdi benim için,kendine yeter oluştu beni güçlendiren. Oyuncakçıya karşı koyuştu beni yüreklendiren.
Paylaşmaktı...
Hayatın anlamını bulmuştum belki de,paylaşmak.Ama insan açgözlü ve doymayan bir yaratıktı.Paylaşımın sonu oyuncakçı tezgahıydı belki de.Yoksa hayatının anlamının bir parçası.Bir bölümü müydü paylaşım!Hayatın anlamı bir yap-bozsa,paylaşım bu oyundaki en büyük parçaydı.
Böylece düştüm yollara,umudum tam,gücüm yerinde,başladım aramaya.Hep en uzaktakiler taranır,soruşturulur ama ben en yakınımdan başladım,umudun gerçeğe yakınsaması ve teğet geçmemesi için gittim en yakın uzaklığa
Kendime değer veren yargılar keşfettim karlı yollarda.Dehlizler aştım, yıkıldım,yoruldum,yaralandım.Mahsenler gördüm,hayata küsmüş,ruhları tozlanmış,yaralı duvarları yamalı...Bu tarih kokan ama talihin hiç yolunun düşmediği mahsenlerde hep gizli kalmış,saklı yaşanmış,ürpermiş bir korku buldum.Yaratılanları yineledim,zamana nüksettim.Hiç açılmamış,bozulmamış,yapıldığı an unutulmuş,keşfedilmemiş,saklı kapılar buldum gizli bahçelere.Belki de arka kapılar,bilinmediklere...

Hanlar,yolların bitmezliğinde küçük esler oldu bana ve söylediğim doyumsuz şarkılara,bir nota sonsuzluğa...
Sen,oyuncakçı,beni sadece yaratmadın,bir kişilik,bir beden vermedin. Benimle oynadın bir Tanrı gibi.Bir kuklayı oynatmanın zevkini çekti içindeki.Ve sen de ona
itaat ettin,sahibin misali.İçindeki de seninle oynadı,kuklaların efendisiydi.Artık kimseye güvenemezsin bana ve kendine bile.Sen,sana ihanet ettin bu karla kaplı sis içinde.Kirli,kör bir köstebeksin sen bu çamurlu toprakta.Paylaşmayı küstüren,paylaşımlarımı öldürensin aynı zamanda.Bir ben tasviri can verdi,o sıkışmış ruhların seviştiği arka sokakta

Çağrı Yardımcı
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
19 Haziran 2007       Mesaj #1014
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Duvarda asili diplomalar insani insan yapmaya yetmez.
bilmelisin ki ...
ask kelimesi ne kadar çok kullanilirsa, anlam yükü o kadar azalir.
bilmelisin ki ...
karsindakini kirmamak ve inançlarini savunmak arasinda çizginin nereden geçtigini bulmak zor.
bilmelisin ki ...
gerçek arkadaslar arasina mesafe girmez. gerçek
asklarin da!
bilmelisin ki ...
tecrübenin kaç yasgünü partisi yasadiginizla ilgisi yok, ne tür deneyimler yasadiginizla var.
bilmelisin ki ...
aile hep insanin yaninda olmuyor. akrabaniz olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven ögrenebiliyorsunuz. aile her zaman biyolojik degil.
bilmelisin ki ...
ne kadar yakin olursa olsunlar en iyi arkadaslar da ara sira üzebilir. onlari affetmek gerekir.
bilmelisin ki ...
bazen baskalarini affetmek yetmiyor. bazen insanin kendisini de affedebilmesi gerekiyor.
bilmelisin ki ...
yüregimiz ne kadar kan aglarsa aglasin dünya bizim için dönmesini durdurmuyor.
bilmelisin ki ...
sartlar ve olaylar, kim oldugumuzu etkilemis olabilir. ama ne oldugumuzdan kendimiz sorumluyuz.
bilmelisin ki ...
iki kisi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamina gelmez.
etmemeleri de sevdikleri anlamina gelmez.
bilmelisin ki ...
her problem kendi içinde bir firsat saklar. ve problem, firsatin yaninda cüce kalir.

bilmelisin ki ...
sevgiyi çabuk kaybediyorsun!...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Haziran 2007       Mesaj #1015
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Genç kız yine acılar içinde odasında yatıyordu. Henuz hayatının baharında ölümle yüz yüzeydi. Babası onu kurtarmak için gazetelere ilan vermiş, para teklif etmişti. Ama onun kalbinin teklemesi değil, kalbinin içindeki sızı ilgilendiriyordu. Sevdiği aklına geldi bir damla yaş daha döküldü gözlerinden. Ayrıldıklarından beri tam beş çile dolu yıl geçmişti. Aslında sevgilerinin arasına o kahrolası para girmişti. Hatırlıyorduda sevdiği ona birkeresinde:
- Ben zengin değilim belki ama seni seven bir kalbim var. Sana sadece onu verebilirim, demişti.

Zaten sevgiye muhtaç birisi başka ne isteyebilirdiki. Kendisini sevmesi yeterdi.O en çok Saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş koklamıştı saçlarını. Her dökülen saç yüreğine bir hançer olup saplanıyordu. Şimdi tek isteği sevdiğinin son anlarında yanında olmasıydı. Ne olurdu onu birkez daha görebilse, onu birkez daha koklayabilse.Bu düşünceler arasında uykuya daldı.

Babası heyecanlı bir şekilde kızının odasına girdi. " Müjde kızım,kalp bulundu " dediğinde kızının bir peri güzellliğinde, sevdiğinin özleminden ıslanmış yüzüne baktı ve çıktı odadan...

Genç kız, bir hafta sonra kendine geldiğinde sanki başka bir dünyadaydı. İçinde acaip bir his vardı. Sanki bu dünya ona çok farklı gelmişti. Aklına yine sevdiği geldi. Kalbi eskisinden daha hızlı atmaya başladı. Kalbi değişmişti ama sevdiğini eskisinden daha çok sever olmuştu.

Bir gece ansızın uyandı uykusundan kalbi çok hızlı atıyordu. Bu durum sürekli böyle devam etti.Doktora gitti, durumunu anlattı. doktor:
- Bir aya kalmaz geçer, demişti.
Ama aradan aylar geçmesine rağmen durum aynıydı.

Birgün bahçeye çıktı Çiçekleri seviyordu. Kırmızı güllerin yanına gitti. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. En çok kırmızı gülleri severdi. Çünkü sevdiği ona benzediğini söylerdi hep. Birden kapı çaldı. Kapıyı açtı kimse yoktu. Yere baktı bir mektup vardı ve onaydı. Mektubu açtı ve kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bu onun kokusuydu. Koltuğuna zarzor oturabildi. Zarfın içinden mektubu titreyen ellerle çıkardı ve okumaya başladı :
" Sevdiğim, bugün sevdamızın altıncı yılı. Seni hep sevdim. Seninle ayrılmak zorunda kaldığımızdan beri, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını bildiğimden ne birini sevdim ne de evlendim. Her günüm çile ve azapla geçti. Hergün sana şiirler yazdım, hergün şiirlerimi okudum ve hergün ağladım. Tam beş yıl boyunca hergün yazdım, okudum, ağladım. Birgün önüme bir fırsat çıktı. Bu fırsatı reddedip kendime daha fazla haksızlık edemezdim. Belki seni unuturum diye senden çok uzaklara gittim. Ama şimdi seni daha çok özlüyorum. Her gece yanına geliyorum o masum yüzünü okşuyor yanaklarına öpücükler konduruyorum, sen uyanıyorsun benim geldiğimi anladığını sanıyorum ama sen o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Sevdiğim hep ben geldim senin yanına artık sen gel olurmu. Kırmızı güllerimize iyi bak. Ve artık unutma içinde seni senden daha çok seven bir kalbin var artık. Ona iyi bak olurmu. Kırmızı güllere ve kalbimize iyi bak. Seni yanıma gelene kadar bekleyeceğim sevdiğim Hoşçakal..."
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
20 Haziran 2007       Mesaj #1016
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Bir gurup vakti son kez göz göze geldiğiniz güneş huzmelerinin sevimli, zayıf ışınlarıyla ve dolaşıp semalardan size gülümseyen ve gittikçe canlanan yıldızlarla baş başa kaldığımız anlar olmuştur. Kısa süreli bir istihaledir bu hayatımızda.
Birazcık vaktiniz varsa, fiziki planda ve ruhen semaları temaşaya hazırsanız, bulunduğunuz ortam itibariyle tahammülü zor kirli kentlerin güvenliksiz alanlarına ahenksiz yükseltilmiş kartonik yuvalarda, sevimsiz ve sığ yaşama biçiminin ayrılmaz parçası haline gelen, agnostik bir uygarlık anlayışının ses ve görüntü bombardıman araçlarından uzaksanız, göksel inkılabları bir bir izleyebilirsiniz. Süreli bir değişimin ahenkli ve uyumlu bir dönüşüme kulaç attığını müşahade edersiniz. Galaksilerin yavru kümeleri belirginleşir. Mantalitel gücünüz aktivite kazandırır.
Güdümlü düşünceden uzak, benliğinizle iç içe, fenomenler aleminde deruni bir yolculuğa çıkarsınız. Ontolojik uzay aracınızda yüzlerce paradoks, zihni mefluciyeti de ifade eden mikrosefal bir ağdan kurtulup makro değerlere ilişkin bir iklime erersiniz. Kafatası, ruh dünyasındaki binbir donanmaya kumanda merkezi haline gelir o an içinizde. Coşarsınız... A. de Saint Exupery’nin dediği gibi güneşe hasret insanın susuzluktan ölmesine tahammül edemeyen rikkatli bir kalb ve gönül (sadr-u dil) zenginliğine ulaşırsınız. Evrendeki bu istihale, benliğinize geçer, inkılab merhaleleri oluşturur. Ağır ağır çıkarsınız basamakları. Muhakeme gücünüz artar.
Güdümlü düşünce temsilcilerinden Feuerbach’ın Engels’ten naklettiği “Duygularımızla idrak ettiğimiz ve kendimizin de ait olduğumuz maddi alem, biricik gerçek alemdir. Şuur ve düşünce ne kadar duyu üstü görünürlerse görünsünler, maddi bir organ olan beynin ürünüdürler. Madde ruhun ürünü değildir. Ruh ise maddenin bir ürünüdür.” sözlerinin isabet alanından uzaklaşırsınız.
Damarlarınızda akan kanlar, nadide besin atomcuklarını yüklenmiş olarak beyin karargahına yol alırken, muştular yüklü kelimelerin yüce kültür ırmaklarından aldıkları değerleri ruh dünyanıza bir bir boşalttıklarını hissedersiniz. Ve, paylaşmak istersiniz bu duyguları çevrenizle, en yakın çevreniz ailenizle, aile bireyleriyle. Sonra arkadaş çevrenize ulaştırmak istersiniz kelimelerin dillerinden düşürmedikleri kültürel tomurcuklarını; şebnemlerini asla kurutmadan.
Kelimelerin konuştuklarını, tabii seyri içinde siz de konuşmak istersiniz, ciğerlerinize dolan ezgi meltemleriyle.
Aile kelimesinin taşıdığı misyon ve yüklü bulunduğu anlam için G. P. Mordack kadar aile sosyolojisi bilgisine vakıf olup engin araştırmaya gerek duymazsınız. Promiscuity anlayışının ne denli mütehakkim ve akıl dışı bir anlayış olduğunu, sosyolog H. Freyer’den önce kavrarsınız. Nihayet, semalardaki iletişim, aydınlık bir zaman kesitine doğru yol alırken siz de tefrika titreşimli zorlamalardan uzaklaşır, evrendeki düzenim tevhid çağrısına kulak verirsiniz. Gönlünüz tevhide açılır. İnsanlık için sulha sevda duyarsınız. Nezaket ve haya kaplı varlığınızı evrenin barışına adarsınız.
Dünyanızı, güzele yüklü kelimelerle bezersiniz. Diliniz açılır. Hidayetimizin haritası bir Kitaba yönelirsiniz.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
21 Haziran 2007       Mesaj #1017
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve:

-Bu ateş aydınlatıcı bir şey!, demiş..

İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş… Demiş ki:

-Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey!

Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış. Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla geri dönmüş… Şöyle demiş:

-Ve bu ateş yakıcı bir şey!

Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş.

ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek "poff !" diye ortadan kayboluvermiş...

Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememiş… Çünkü O, kaybolmuş ateşin içinde ve o bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
21 Haziran 2007       Mesaj #1018
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
200013806001vf6

Bir varmış bir yokmuş.

Uzak ülkelerin birinde bir Pamuk Prenses yaşarmış. Ne var ki bu Pamuk Prenses, Yedi Cücesi olmayan bir Pamuk Prenses’miş. Bu yüzden hayatta en büyük emeli Yedi Cüceye sahip olmakmış. Sabah akşam penceresinin kıyısına oturur, kendine yedi cüce vermesi için Tanrı’ya yakarır, günün birinde çıkagelecek yedi cücenin yolunu gözlermiş. Kapısında Beyaz Atlı Şehzadelerin bini bir paraymış; Prenslerin biri gidip, biri geliyormuş ama neye yarar? Yedi Cücesi yokmuş. Prenslerin, Şehzadelerin hepsi de en büyük vaatlerde bulunuyorlarmış kendisine, yalvarıp yakarıyorlarmış ama o bunların hiçbirini istemiyor, bu erken ziyaretçilerin hepsine burun kıvırıyormuş.

“Önce Yedi Cücem olsun, ben onlarla küçük bir kulübede yaşayayım. Evlerini süpüreyim, yerlerini sileyim, çamaşırlarını bulaşıklarını yıkayayım; sonra cadı kadın gelsin beni yerden yere çalsın, siz ondan sonra gelip beni kurtarın; şimdi gelmişsiniz ne çıkar?” diyormuş.

Şehzadeler, Prensler geri dönüyorlarmış Pamuk Prenses’in kapısından. Üvey annesi ise çok üzülüyormuş bu işe. Ama onun da elinden bir şey gelmiyormuş. Bir türlü Pamuk Prenses’e söz dinletemiyormuş. Tabiî Pamuk Prenses’in bir de üvey annesi varmış. Çünkü o ülkede herkesin bir üvey annesi varmış. Bütün genç kızlar üvey annelerini “fena kalpli” zannederlermiş. Oysa bütün üvey anneler gibi Pamuk Prenses’in üvey annesi de yalnızca bir anneymiş.

Pamuk Prenses beklemekten bıkmamış, usanmamış. O pencerenin kıyısında solmuş durmuş. Yoldan her geçen kadının sepetini “Acaba elma var mı, yok mu?” diye karıştırıyormuş. Her yaşlı kadını elmacı kadın sanmaktan, her sepette zehirli elma aramaktan kendine de gına gelmiş.

Bu arada üvey annesinin meşhur aynasına yalvarıp duruyormuş:

“N’olur üvey anneme söyle beni ormana göndertsin, boynumu kestirtin, avcı bana acısın, bir tavşanın kanını sürsün bir beze.. ölümü öp ayna aynen bunları söyle üvey anneme.”

Gel zaman git zaman bunların hiçbiri olmamış. Pamuk Prenses kendine yedi cüce bulamamış. Umutları eskidikçe güçlenmiş, içine kök salmış. Yıllar haince geçmiş, yaşlanmaya yüz tutmuş, geçkin bir kız olmuş. Yedi cücelerden umudu iyice kesmiş artık; Onları aramaktan vazgeçmiş. Ne var ki bu kez de artık eski Şehzadeler, Prensler de uğramaz olmuşlar kapısına, penceresinin dibine.

Bu pamuk Prenses bu yüzden hiçbir masala girememiş. Kendinin bir masalı olmamış. Gün gelmiş iyice yaşlanmış, çirkin bir kız kurusu olmuş. Yaşamının da kendisi gibi iyice kuruduğunu görmüş. Şaşkınlıklar içinde korkulara, kuşkulara kapılmış. Oysa masalından, düşlerinden de bir türlü vazgeçemiyormuş. Bunun üzerine masalında yeni bir yer edinmeye karar vermiş. Koluna bir elma sepeti takmış, dağ tepe demeden kulübe kulübe dolaşmaya başlamış. “Nasılsa her zaman bir pencerede yazgısını bekleyen bir Pamuk Prenses bulunur” diyormuş. “Belki uzak bir kulübede, bir ışıksız pencerede bir Pamuk Prenses beni bekliyordur,” diye düşünüyor, hiç olmazsa onu mutlu etmek, zehirli elmalarıyla onu özlemlerine, düşlerine kavuşturmak istiyormuş.

Onca yol tepmiş, onca dağ tepe dolaşmış. Oysa hiçbir Pamuk Prenses’li pencere onu çağırmamış, her kulübeden, her kapıdan geri dönmüş. Elmaları sepetinde kendi zehiriyle çürüyüp kalmış. Dişleri dökülmüş, burnu uzamış, kamburu çıkmıştı. Artık ayakları tutmaz olmuş, siyatikleri azmış, romatizmadan her yanı sızım sızım sızlıyordu. Gözleri iyi seçmiyor, kulakları iyi duymuyor, beli tutmuyordu. Ama O, büyük bir inat ve ısrarla dağ, taş, orman geziyor, elmasından ısırtacağı bir Pamuk Prenses arıyordu.

(Düş uykusuna dalacaktı Pamuk Prenses. Tâ ki Beyaz Atlı Şehzade gelene dek.. Oysa bütün masallar sonsuz bir kış uykusuna yatmışlardı.)

Sonunda zamanın her şeyi değiştirdiğine karar verip, bütün dünyaya küstü. Köşesine çekildi. Yoksulluklar, sıkıntılar içerisinde kırgın, küskün günler geçirdi. Artık kimsenin ideallere hürmeti almamıştı. Bunu anlamıştı.

Pamuk Prenses ise kendini idealleri uğruna feda etti. Ölürken kendini -eksik de olsa- bir kahraman gibi hissediyordu. Bir masalı bir başına yaşamaya kalkışmıştı.

Ve Pamuk Prenses doksan yaşındayken öldü.

O küçük kulübesinde yoksul ve kimsesiz biri olarak hayata gözlerini yumdu.

Öldüğünde bütün ülke ayağa kalktı. Ulusal yas ilan edildi. Bayraklar yarıya dek indirildi. Çok büyük, görkemli bir cenaze töreni yapıldı. Yurdun dört bir yanından, yediden yetmişe herkes bu törene katıldı. Bütün halk, Pamuk Prenses’leri için gözyaşı döktü.

Cenaze töreninden Pamuk Prenses’in tabutunu Yedi Cüce taşıdı. Daha sonra bu Yedi Cüce, Pamuk Prenses’in mezarına kapanıp “Bizi bırakıp da nerelere gittin?” diye uzun uzun ağladılar.

Törene ailevi nedenlerden ötürü katılamayan Beyaz Atlı Şehzadeler, Prensler kutlama telgrafları yollamakla yetindiler.

Murathan Mungan
_________________
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
21 Haziran 2007       Mesaj #1019
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
En zor olanda bir şeylere başlamaktır hep. aynı bu yazıda olduğu gibi,çünkü bazı şeyler vardır ki bunlar çok derin ve sözlerle ifade edilmeyecek kadar zordur. sevginin en kesin ifade biçimlerinden biri, düşünceleri ve duyguları paylaşmaktır.

başkalarını sevmek demek, onların nasıl düşündüğünü, kendilerini ve yaşadıkları dünyayı ne gözle gördüklerini anlamak istemek demektir. konuşamadığım zamanda en iyi anlatım yolunun yazı olduğunu düşünüyorum.

en güçlü bellek bile, en zayıf mürekkepten solgundur.

benim için mühim olan iyi düşünmek değil,iyi hareket edebilmek ve duygunun karaktere dönüşümünü sağlayabilmektir. !

hayatında varolabileceğim zaman ve mekanları düşünüyorum ama cevabını bulamıyorum. tıpkı senin gibi benimde hayatım sayısız ayrıntılarla, çalan telefonlarla, ertelenen sorumluluklar, kaçtığım insanlar,kovalayanlar ve zorunluluklarla dolu. ve hayatıma dahil ettiğim kişinin bir “ nasılsın ?“demesi veya onun yüzü bunların hepsini unutturabilir. endişem şu;sadece yazmak yetmiyor. kendini tanımadan, ne istediğini bilmeden ciddi ilişkilere girmek, bir insanın hem kendisine, hem de karşısındakine yapabileceği en büyük haksızlıktır. çünkü ne istemediğini bilmek kolay,fakat ne istediğini bilmek güçtür! en ağırı duyguların harcanması, yaşanabilecek paylaşılabilecek güzelliklerin sadece zamanının gelmesini bekleyerek kovalamak ne kadar doğru?yaşananlar yaşanılan an sürecince önemlidir.

fiziksel ve duygusal aşk oyunları dedikleri oyunlara katılacaksan benim bundan haberim olmayacak. sadece sözüne güvenmekle yetinebilirim. şu anda kiminle berabersin, ne yapıyorsun onu bile bilmiyorum. aynı şekilde sende beni... bunların dışında tüm yaşayabileceğin zevklerin yanında, benimle konuşmanın hiçbir ağırlığı,hiçbir önemi olmaması gerekirdi. şu anda her şeyin duygu ve düşünceye dayalı, saf ve arınmış niteliğine hayranlık duyuyorum. oysa bu ilişki aslında bütünleşmemiş,belirlenmemiş, biçimlenmemiş durumda. bütünü sen tamamlayacaksın.

aslında korkuyorum. uzun zamandır kimseyi hayatıma sokmuyorum ve bunun için haddinden fazlada çaban gösterip, katı ve kuralcı davrandım insanlara. çünkü sevmek bana acı getiriyor ve ilişki bittikten sonra uzun bir süre kendimi yeniden düzenlemem zaman alıyor. eğer tüm şartlar istediğim gibi gelişirse biranda bağlanıyorum. hayatımın anlamı ve merkezi o oluyor. o”nunla uyuyup, onunla uyanıyorum. gün içinde anımsayıp, hafif tebessümlerle ayrıntılarımı aydınlatıyorum. hayatımda hiç aldatmadım ve sanırım böyle bir genim yok!

aldatma lafı saçma gelir bana sorun varsa konuşulur,eğer başka biri hayatına girdi ise o zamanda dürüstçe gerçeği açıklamak daha mantıklı hem o an üzülsen bile karşındakinin dürüstlüğü ve saygısını er geç kavrarsın. zaten değer veren insan dürüst olur. eğer seni önemsemiyorsa basit şeylere yönelir buda onun tercihidir. haddinden fazla özverili bir insanım. aslında sert bir yapıya sahibim, katı ve kuralcı dediğim dediktir ama söz konusu duygular olunca her şey uçlarda seyrediyor. en yakın arkadaşım hep şöyle der “her şeyi en uç noktalarda yaşıyorsun severken de üzülürken de en uçtasın ama sadece kendine yapıyorsun “

bu benim tercihim. kırmak ve incitmek istemem karşımdakini. çünkü o zaman daha çok acı çeken ben olurum. yenileyemeceğim tek şey görüş ve düşüncelerimdir. ilişkide strateji oyunlarından hoşlanmam şöyle davranırsam aşık olur, şöyle yaparsam özel olurum gibi. neysen osundur taktiklerinde sonu var. gerçekle elbet karşılaşırsın o zaman ne olacak?
çok küçük şeylerle mutlu olabilirim. verdiği sevgi, yaşattığı huzur ve bana kazandırdıkları için teşekkür ederim.

her ilişki bir armağan niteliğindedir. bize ruhumuzun eşini tanımamız ve buna kendimizi hazırlamamız için fırsat verir. birisinin sinirlenmeden her şeyini olduğu gibi kabul etmek yanında olmak istemek, ayrılınca özlemek ve sadık olabilme duygusudur ilişki.

başarılarıyla mutlu olup, eksiklikleri ve başarısızlıklarıyla üzülmektir.

sevmek iki ruhun birlikteliğidir, el ele vermesidir!

kedileri pek sevmem ama siyam kedileri yapıları değişik hayvanlardır. ve siyam kedilerine benzetirim kendimi. sahiplerinden başkasına vermezler kendilerini ve sevgilerini. yabancılara karşı haşin ve yırtıcıdırlar.

seni değiştirmek istemekten vazgeçebilirim. eğer seni hayatımda istiyorsam, ikimiz içinde iyi olanı seni olduğun gibi kabul etmektir. nede olsa sevgi demek, bir arada büyümek ve ilerlemek demektir.

kimseye suç yüklemeye ihtiyacım yok. kararları kendi tecrübelerine dayanarak veren bir yetişkin olduğuma göre, kötü bir kararımdan da yalnız ben suçluyum. sevgi, sorumluluğu gerekli yere yükler.

beklentilerimden vazgeçebilirim. dilek başka şey, beklemek başka bir şeydir. birincisi umut verir, öteki ancak acı verebilir.

sevgi beklentilerinden arınmıştır...


eğer mesajları işitebilme yeteneğine sahip biriysen, yüreğimin güçlü sesini duyduğunu ümit ediyorum. bunları okurken umarım sözünü ettiğim duygular seninde yüreğine dokunabilirler. artık bitiricem çok uzun oldu ama koca bir yaşam deneyimini, ilişkiye bakış açımı sadece birkaç satıra sığdırmak aslında daha da saçma olurdu.

ama şunu unutma ;ben kusursuz bir insan değilim. hiç kimse kusursuz olamaz zaten. ama sana hiçbir zaman yalan söylemeyecek, seni düş kırıklığına uğratmayacağım. sözüm ona seni seven insanların yaptığı gibi maske takıp yağda çekmeyeceğim. biz değişik iki insanız ve bu değişiklik içinde birbirimize saygı göstermeliyiz.

her güne birbirimizi daha iyi tanıyabilmemiz için, sana üzüntümün yanı sıra sevincimi de iletmeyi düşünerek başlayacağım. ikimizin de yüzlerce farklı şekilde gelişip değiştiğimizi anımsayarak, seni can kulağıyla dinleyip görüş açını öğrenmeye çalışmayı ve kendi görüş açımı sana en az korkutacak biçimde aktarma yolunu bulmayı kendime anımsatarak, her güne bir insan olduğumu ve ben kusursuz oluncaya dek senin kusursuz oluncaya dek senin kusursuz olmanı istemeyeceğimi anımsatarak başlayacağım.

her güne ellerimi uzatıp sevecenlikle sana dokunmayı arzulayarak kendime anımsatarak başlayacağım. çünkü seni duyumsamaktan yoksun kalmak istemiyorum...


ÖZGE RONA
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
22 Haziran 2007       Mesaj #1020
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Aşk Yemini
Bugün olduğu gibi yarın da, yarından sonra da, Ondan sonraki günlerde de gözlerimdeki yerinin değişmeyeceğine...Seni bir ömür seveceğime...Kelebeklerin renklerinin insanı büyülemesi gibi, yarınımda da hep sevginle yaşayacağıma... Her bakışında okuduğun o gözleri her zaman yanımda göreceğine, en yakın dostun, en yakın sırdaşın, en yakın arkadaşın olacağıma... Sıkıntının sıkıntım; üzüntünün üzüntüm olacağına...Her kızgın anını çiçeğe dönüştüreceğime...Her üzgün anında tebessümün geri gelmesi için elimden geleni yapacağıma...Asla ve asla soğuktan ve yanlızlıktan üşümeyeceğine...Yanında olmadığım ve varlığıma ihtiyacın olduğu her anda bir rüzgar olup seni saracağıma...Gözümün gözüne değdiği her an; sana yeniden aşık olup seni bir periye dönüştüreceğime...Yaşam boyu her sabah sana aşık olaraka uyanacağıma...Sen uyurken sana bakıp, Sen ve Ben için dualar edeceğime...Hasta olduğun zaman sana çorba yapacağıma...Seni asla üzmeyeceğime... Seni kızdırırsam. bunu bilmeden yapacağımdan h!
emen özür dileyeceğime...Beni tanıdığın gün, benden gördüğün neyse, ömrünce aynı beni göreceğine...Sevgimin asla değişmeyeceğine...Sevgimin asla azalmayacağına...Bilakis her gün büyüyen bir sevgiyi dönüp mutluluk ormanlarına seni taşıyacağıma...Senin herşeyin önünde olduğun gerçeğinin asla değişmeyeceğine...Seni asla ihmal etmeyeceğime...Senin sadece 14 Şubat`ta değil, 365 tane Sevgililer Günü`nde 365 tane ismin olacağına...Sana yalan söylemeyeceğime...Başkalarının yanındayken seni asla unutmayacağıma...Elini usul usul, korka korka tuttuğum o ilk gündeki aynı heyecanı hep yaşayacağıma...Bir ömür senin elini bırakmayacağıma...Bir ömür Can`ım olarak kalacağına...Tüm balonları senin için gökyüzüne salacağıma... Tüm çiçeklerde seni göreceğime...Okyanuslarda seni dalga yapacağıma...Yıldızlara kement atacağıma...Gökkuşağına salıncak kurup 7 renge senin rengini karıştıracağıma...Her satırda seni yazacağıma...Seni çizeceğime ve sana sesleneceğime...Hiç bir şeyin, hiçbirzaman senin ö!
nüne geçemeyeceğine...Her günün bir öncekinden daha güzel olacağına...Her anın unutulmazlık zincirine bir yenisini ekleyeceğine... Sana her zaman HAYATIM diyeceğime...
Seni sonzukluk kadar çok seveceğime...
Sen, ''SEN'' olduğun için seni seveceğime...
Seni ''Bir ömürden de öte'' seveceğime...
Seni Seviyorum diyeceğime...
SÖZ VERİRİRİM...

Ahmet Köse

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat