Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 2

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.251 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #11
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum,okulumu bir köy okulunda okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam okula.İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.Beni bir sınıfa verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.Hayatımı adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.İsmi Altınay idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o bize geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha o yaşta vermişti bana.İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik.Hep onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık. Yine aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha çok seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah'ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fareden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah'a şirk koşar gibi günah işlercesine seviyordum.İlk elini tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne ! eğmiş,gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı.Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya cennet gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört adım atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de geride kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin altında kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu.Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse arabaya almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni seviyorum,beni bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi.Bitkisel hayatta gibiyim.Tek elimde kalan bu net.bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim.Yitiren,ya da ben yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi bırakmamaları şartıyla elimi uzattım.Dost,kardeş,arkadaş ne olursanız olun ama elimi bırakmayın.Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...
Sponsorlu Bağlantılar
ABERYY - avatarı
ABERYY
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #12
ABERYY - avatarı
Ziyaretçi
"Kendine iyi bak" bir veda degil elveda cümlesidir çogu zaman. O üç kelimeden çok daha fazlasini gizler içinde...
"Kendine iyi bak." Çünkü bundan sonra ben yaninda olmayacagim. Olamayacagim. Istesem de istemesem de. Sevdim bir zamanlar seni, hala seviyorum ve benden sonra da mutlu olmani istiyorum. Olur da bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum."
Sponsorlu Bağlantılar
"Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra kendinden baskasi olmayacak yaninda . Ben olmayacagim. Kendine iyi bak ve beni düsünme. Çünkü ben de seni düsünmeyecegim artik. Arama sakin beni, yazma, çünkü ben yazmayacagim. Sil beni yüreginden, çünkü ben silecegim. Fakat, yasanilan, paylasilan güzel seyler hatirina sana yürekten mutluluklar diliyorum. Ve ben bir daha dönmemek üzere gidiyorum."
"Kendine iyi bak. Aramizda geçen herseye ragmen benden sonra iyi oldugunu bilmeyi tercih ederim. Aslinda bilmem çok önemli degil, iyi oldugunu varsayacagim ben. Seni bir daha asla görmemek üzere gidiyorum ben, seni kendinle basbasa, yapayalniz birakiyorum ben. Biliyorum kendini birakacaksin benden sonra, o yüzden iyi bak diyorum. Aslina bakarsan, çok da fazla umursamiyorum."
"Kendine iyi bak derler ve giderler. Tutkuyla sevenler, bazen birden fazla söylerler bunu. Çünkü onlari ayirmak, eti tirnaktan ayirmak gibidir. Kolay kolay kopamaz onlar, süreç çok aci vericidir, yürek parçaliyicidir. Her seferinde azalan umutlarla geri döner ve yine "Kendine Iyi Bak" gözleriyle ayrilirlar. Ta ki umut da, sevgi de tükeninceye kadar…Ta ki son elveda mezar sessizligine bürününceye kadar…"
Tutkunun ötesinde sevenler, bir kez "Kendine Iyi Bak " derler ve giderler. Onlar eti tirnaktan ayirmak yerine ölümü yeglerler. Onlar bu aciyi bir kezden fazla kaldiramayacaklarini bilirler.
"Kendine iyi bak" derler ve giderler. Bu sözlerin içinde ihanet yok, hiç bir zaman olamaz derler ve giderler. En büyük ihanet degil midir aslinda seni seveni, ihtiyaci olani yüzüstü birakip gitmek. "Kendine iyi bak" derler ve giderler. Seni suskunluga mahkum edip giderler. Seni parçalara ayirip, en büyük parçayi yanlarina alip giderler. Seni senden alip giderler.
Daha kötüsü suçlayamazsin onlari tüm bunlar için. Kendine iyi bak deyip gidenin geçerli bir nedeni vardir elbet. Suçlatmaz kendini. Savasmadiklari için kizarsin ama suçlayamazsin. Savasmislarsa, yenildikleri için kizarsin ama suçlayamazsin. Yenildigin için kizarsin ama suçlayamazsin… Ayriligin kaçinilmazligina inandirir seni, kendine iyi bak derler ve giderler. Elinden umutlarini, düslerini, sevgilerini alip giderler. Bir tek anilari birakirlar geride, bir de hatirladikça gözyaslarina bogulasin diye unutulmayan nagmeler.
Arkalarina bakmadan çekip giderler eger yalniz kalmissan, çünkü insafsizliklarini görmek istemezler. Hersey o saniye orada bitsin, kapansin bu sayfa isterler. Bitti diyemedikleri için, kendine iyi bak derler. Kirildim ve affedemiyorum; diyemedikleri için kendine iyi bak; derler. Seni istemiyorum artik, hayatimdan çikaracagim ama bil ki hiç unutmayacagim; diyemedikleri için kendine iyi bak derler. Biliyorum çok kanayacaksin ama daha iyisini yapamiyorum; diyemedikleri için kendine iyi bak derler. Vicdanlarini rahatlatmak için kendine iyi bak derler, çünkü o kan uzun süre akacaktir ve o yara asla kapanmayacaktir, bilirler.
"Kendine iyi bak" bir noktadir çogu zaman. Kendine iyi bak deme bana, sadece kötülükler noktalansin isterim ben. Oysa sen iyisin… Sen gözümdeki isik, dudagimdaki tebessüm, sen içimdeki sevinçssin. Sen hayatima renk katan, sen yüregimdeki çarpinti, sen hayatimdaki nesesin. Sen yolumu aydinlatan, sen dert ortagim, sen gönül yoldasim, sen bir tanesin. Kendine iyi bak deme bana. Nokta koyma.
Keske böyle yasanmasaydi bazi seyler, keske affedebilsen beni, keske ben de affedebilsem… Keske döndürebilsek zamani geriye. Keske bugünkü aklimizla yasasak herseyi bastan. Nafile... Ama yine de, gitmesen olmaz mi? Bitmesek olmaz mi? Sen eksikken, ben nasil tam olurum? Senden kalan boslugu kimlerle doldururum? Savassak, aramiza giren seytanla olmaz mi? Hani büyük asklar her türlü engeli asardi, hani gerçek dostluklar her sinavi geçerdi, hani sevgi eninde sonunda kazanirdi? Hani hayatta hiç kirlenmeyecek degerler vardi? Hani en büyük zaferler, en kanli savaslarin ardindan kazanilirdi? Bunlarin hepsi yalan mi? Sahiden..., gitmesen olmaz mi? Bitmesek olmaz mi?……….
Peki o zaman... Senin istedigin gibi olsun... Öyleyse...Sen de Kendine Iyi Bak.
"Kendine iyi bak" derler, kursunu kafana SIKIP giderler... ...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #13
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
-kırmızı karanfil-


kimse iyiliğini selamlamadı senin..

düşkün ve yoksul acılar taşıdın bağrında..

hep eğiktin..

omuzlarını bükmüş hayat senin..

üzgün bakışlarında saklı ,bin yıllık hüzün..

alçaldığını düşündüler onlar..

küçük ve kimsesiz bir yoksulmuşsun gibi baktılar yüzüne..

iyiliğin solunduğu çamurlu loş varoşlara müptelaydı ruhun..

varsıl-lık buydu sende..

gittiğin hiçbir şehirde bilmedi hiçkimse o ezik duruşların ardındaki soylu gizemi..

Ah o yoksullar ne sevdiler seni..ama neden gittin ki..

hep gidişler mi sakladın o hüzünlü,ezik duruşun ardında..

birazdan gidecekmiş gibi durmakmıydı sende yaşamak..

kimin emanetiydin sahi..

daldığın her hülyada bir iyilik perisi mi dolaşırdı ,senin..

bir gün hiç tanımadığın bir adamın cenazesinde görmüşlerdi seni..

tabut omzunda,hep karşıya bakıyordun..

köşeyi dönünce göreceğin hayatamıydı bu bakış.

ağlıyorlardı mezar başında..bir kadın..bir çocuk..

sende ağlıyordun..tanımıyordun ki onu..

herkes gidiyordu sonra..sen kalıyordun..

mezarbaşında o suskun ömür çiçeği..

sahi neden ağlıyordun..ne söylüyordun o kırmızı karanfile..

hıçkırıkların boğmasa sesini ,

duyacakmış söylediklerini;o kasketli mezar bekçisi..

sordum anlamadım dedi..

hıçkırık boğazında hep duran bişey midir senin..

bundan olmalı bu suskunluğun..

konuşsan içimden birazdan ağlayacak derdim..

hiç konuşmadım ya bu yüzden seninle..

ağlama be sevgili iyi adam

bak uykularımı bölüyor hıçkırıkların..

ıslak yastığımda buluyorum boynu bükük kelimelerini..

kimbilir nerdesin..

hangi varoşta kimin kederindesin..

kendine ağlanmamış acılar arıyorsun karanlıkta bir yerde..

kimbilir bir gidişe doldurmuşsun bavulunu..

yeni iyilik limanları ararsın çehrene..seni huzurlu kılacak..

gidersen öksüzlüğün duracak burda..iyilikle gülümseyen yüzün kalacak geride..

bir el sallayanın olmayacağını bilsen bile..

senden sonra o gülüşünle anımsayacak seni..bu şehrin varoşlarındaki esmer çocuklar..

hiç adresin olmadı ki senin..bir göçebe gibi çadır kurdun hep tepelerde,yüreklerde...

bir gören bir daha rastlamadı sana..-neden-diye bir soru bıraktın ardında..

bu iyilikle parıldayan yüz çok değilmiydi bu çağa..

mezarlar,varoşlar ve mapus damları seni özlediler şimdiden.

ve şimdi emekliye ayrılmış suskun bir mezar bekçisinin
-kırmızı karanfil- adlı romanını anlatıyor herkes birbirine..
seni çok özleyecek bu şehir..
adını hiç bilmese de..
gizem_mechul - avatarı
gizem_mechul
Ziyaretçi
8 Aralık 2006       Mesaj #14
gizem_mechul - avatarı
Ziyaretçi
Mutluluk Ünlü bir sofu öyküsüdür bu. Bir kral sabah gezintisi sirasinda bir dilenciye rastlar. "Dile benden ne dilersen" der.

Dilenci güler ve "Sanki dilegimi gerçeklestirebilecekmis gibi soruyorsunuz." diye yanitlar.

Kral alinir ve söylesi koyulasir.
- Pek tabii her dedigini yerine getirebilirim. Sen söyle hele, ne istiyorsun?
- Söz vermeden önce iki kez düsünün kralim.

Dilenci siradan bir dilenci degildir. Kralin ilk yasantisinda ögretmeni olmustur. Ve ona su sözü vermistir: "Bundan sonraki yasantinda tekrar karsina çikip seni uyaracagim."

Kral olayi unutmustur. Zaten geçmisi hangimiz noktasina virgülüne kadar animsayabiliriz ki? Birlikte yaslanan kisilerin bile anilari farklidir. Bu nedenle kral bastirir:
-Ne istersen verebilirim. Ben güçlü bir Kralim. Yerine getiremeyecegim hiçbir dilegin olamaz.

Bunun üzerine dilenci, çanagini uzatir:
- Su çanagi herhangi bir seyle doldurabilir misiniz? diye sorar. Kral kahkaha atar ve vezirine çanagi altinla doldurmasini emreder.

Çanak dolup tasmakta ama aninda ********tadir. Paralar buhar olup uçmaktadir sanki. Kralin onuru kirilir. Bir dilenci çanagini dolduramadigi kulaktan kulaga yayilir. Giderek pirlantalar, elmaslar, yakutlar akitilir çanaga. Ne var ki çanagin dibi yoktur sanki. Yer yutar ama bos kalir.

Kral yenik düsmüstür. Dilenciye yakarir:
- Tamam, sen kazandin. Dilegini yerine getiremedim ama ne olur bana çanagin neden yapilmis oldugunu itiraf et.
- Çok basit, diye yanitlar dilenci. Insan dimagindan yapilmistir. Yani insanin arzu ve isteklerinden. Doymak bilmez olusu bundandir. Bu gerçegi bir kez kavrarsan yasantin degisir.

Istek nedir ki! Istek ulasilana kadar, belli bir süre heyecen veren bir duygudur. Örnegin; bir araba istersin... Bir yat... Ev... Es! Tek tek her birini elde ettiginde, tümü anlamini yitirir.

Neden?

Çünkü beynin, aklin onlari dislar. Araba garajdadir ve artik istek uyandirmamaktadir. Heyecan, onu elde ettiginde sönüp gitmistir.

Kadin yataginda, para cebindeyse, onlara erismek için katlandigin yogun istek yok oluverir. Gene bosluga düser, yeni bir istek yaratmak zorunda kalirsin.

Istek doyumsuzluk uyandirir ve giderek dilenci olursun. Bir istekten bir digerine çirpinip durursun. Amacina ulasir ulasmaz bir yenisini yaratirsin. Istegin bu yönünü kavradiginda hayatinin dönüm noktasindasin demektir.

Sürekli yolculuk hali iyi sonuç vermez.
Geri dön...
Evine dön...
Seni mutlu edecek ögeleri disinda degil, kendi içinde ara!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Aralık 2006       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DOKTOR VE HASTASI
Kanser hastanesinde bashekimken Serap adinda genc bir hanim hastam vardi.
Bu hastam gögüs kanserine yakalanmis ve tedavi icin yurt disina gitmek
istemesine ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkani bulamamisti. Serap'i
özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altina aldim. Ve kisa bir süre sonra da
Allah'in izniyle iyilestigini gördüm. Ancak Serap'in da bütün diger kanserliler
gibi ilk 5 yillik süreyi cok dikkatli gecirmesi gerekiyordu.
Bir is kadini olan Serap, 4 yil kadar sonra 1 ihale icin izmir'e gitmek
istedi. Kis aylarinda oldugumuz icin uçakla gitmesi sartiya kabul ettim.
Maalesef bilet bulamamis ve benden habersiz bindigi otobüsun kaza gecirmesi
üzerine 6 saat kadar mahsur kalmis. Dönüsünden kisa bir süre sonra kanser,
kemik ve akcigerine yayildi. Serap bacak kemiklerindeki metasaz nedeniyle
yürüyemez hale gelirken, hastaligin akcigerdeki tezahuru sebebiyle de devamli
olarak oksijen cihazi kullaniyor ve söyledigi her kelimeden sonra
agzini o cihaza yapistirarak nefes almak zorunda kaliyordu. Evine gittigim
gün, yine güclükle konusarak:
- Doktor bey, dedi. Ben size...darginim.
- "Niçin?"diye sordum.
- "Siz...dindar...bir...insanmissiniz...nicin...bana...da,
Allah'i...ölümü... ahireti... anlatmiyorsunuz?"
Dini inançlarinin çok zayif oldugunu bildigim için bu teklifi karsisinda
oldukça sasirdim. O'nu üzmemeye çalisarak:
- "Doktora ulasmak kolaydir dedim. Parayi bastirdin mi istedigine
tedavi olursun. Ancak iman tedavisi icin gönülden istek duymalisin..."
Konusmaya mecali olmadigindan "ben o istegi duyuyorum" manasinda basini
salladi. Artik ümitsiz bir tibbi tedavinin yanisira, ebedi hayatin ve
saadetin reçetesi olan iman derslerimiz baslamis ve son günlerini yasayan
Serap icin bu dersler "hizlandirilmali ögretime" dönmüstü. Anlattigim iman
hakikatlarini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.
Vefatina bir hafta kala:
- "Doktor bey, dedi. Ben...ölürken...ne...söyleme-liyim?"
- "Senin durumun cok özel" dedim. Kelime-i Sehadet sana uzun gelir.
O ani farkedince Muhammed (s.a.v) sana yeter."
O, haliyle tebessüm ederek yine basini salladi. Cok istirabi oldugu için
Serap'a sürekli morfin yapiyor ve O'nu uyutmaya calisiyorduk. Ben,
bir is seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüsümde annesi
telefon ederek:
- "Serap, bir haftadir morfin yaptirmiyor." Dedi."Sabahlara kadar
inliyor ve cok istirap çekiyor."
Hemen eve gittim ve igne yaptirmamasinin sebebini sordum. Aldigim cevabi
hala unutamiyor ve hatirladikça ürperiyorum.-"Ya morfinin tesiriyle ölüme
uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. Iste Serap, böyle
bir hanimdi. Bu arada benden istihareye yatmami ve eger bir kaç gün daha
ömrü varsa , son günü uyanik kalacak sekilde morfin yaptirilmasini rica
etti. Ben hiç adetim olmadigi halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye
yattim ve Serap'in acizligi hürmetine olacak ki Sali gününe kadar yasiyacagina
dair isaret sezdim.
Ertesi gun O'na:
- "Hiç korkma!" dedim. "Igneyi vurdurabilirsin."Ve Serap bir veda niteligi tasiyan
bu görüsmemizde son sorusunu da sordu:
- "Doktor bey...Azrail...bana...nasil...görü...ne-cek?"
- "Kizim," dedim. "O bir melek degil mi? Hic merak etme, sana yakisikli
bir prens gibi gelecektir."Sali günü Serap'in agirlastigi haberini alinca
hemen eve gittim. Ancak vefatina yetisememistim. Ailesi tam manasiyla
perisandi. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanim akrabasi
ayaktaydi ve beni görünce yanima gelerek:
- "Doktor bey, biliyor musunuz , bu evde biraz önce bir mucize yasandi!" dedi ve
devam etti:
- Serap, bir saat kadar once oksijen cihazini atti ve "yataktan kalkmasi imkansiz"
denmesine ragmen kalkarak abdest aldi, iki rekat namaz kildi. Bütün ev halki hayretten
donup kaldik. Ve kelime-i Sehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
- "Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediginden de güzelmis!!!"
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
8 Aralık 2006       Mesaj #16
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Gidişin susturdu parmaklarımı, ardından bakakaldı gözlerim...Gidişin kuruttu ilham kaynağımı, peşinden gitme diyemedi cılız kalan sesim... Küstüm kendime, karanlıklara hapsettim kalbimi, içerisine tıka basa doldurduğum düzensiz, bumburuşuk, paçavra benzeri artık sevdam ile yollardayım tekrar... Ne çok özenirdim bir limana sığınıp orayı kendi egemenliği ilan eden insanlara, buldum sanmışken tekrar arayışlara girmek üzüyor beni; yoksa gidişine değil isyanım...

Yokluğun öyle zor geliyor ki senden önce ne yaptığımı hatırlayabilsem, vakit geçirecek bir meşgale bulurdum kendime ama senden öncem yok ki benim...Yoksun yanımda, elin elimde gözün gözümde değil. Bir daha bana gelme, bir daha sana dönmeyeyim diye elim bir başkasının elinde artık... Arama beni ne olur! Daha fazla bitirme kuş kadar kalbimi, ömrüm erimesin sesini duyduktan sonra... Benim olduğunu sandığım "herşeyin" xxxxnda hayalden ve yalandan ibaret olduğu gerçeği acı bir tokat gibi yüzüme vurulduktan sonra ne yapabilirdim ki. Beni suçlamaktan vazgeç, "sen" beni öldürdükten sonra bile ben seni suçlamadım... Hep bir savunan tarafım oldu yüreğimde seni, sevgine inandım, beni sevdiğine inandım, benim olacağına inandım ama artık yoruldum, oysa hiçbir sebep benim deli ruhumu yormaya yetmedi yıllarca ,o gün o an o dakika duyduklarımdan sonra yılların yorgunluğu var, uyumak istiyorum kafamı yastıkların altına gömüp aylarca hatta yıllarca uyumak istiyorum, kalbim ağır geliyor bedenime taşıyamıyorum ya bu parçayı al benden ya da beni gerçekten bitir, yorgunum... Gittiğinden beri daha bir yakınız birbirimize, bana acıdığın için mi yanımdasın, kendime bir şey yapabilme ihtimalim mi seni benim yanımda tutuyor, ya da sevgin mi bilmiyorum ama artık yanımda olma, dimdik dikilemeyecek olsam da hayatın karşısına artık ,tekrar emeklemeyi öğrenebilirim. Beni bana bıraktıracak ne çok dengesizlikler yapıyorum görüyorsun ve üzülüyorsun değil mi? Hak etmediğim bir senaryo verdin ve oynamak zorundayım şimdi, lütfen biri çıkıp "dur" desin uyumak istiyorum... Ruhum üşüyor, kalbim yanıyor, ellerim tutmazken gözlerimden kıpkırmızı hayal damlacıkları akıyor, ben bunun için sevmedim seni, üzmek üzülmek istemedim. Kırmak istemedim kırılgan olan kalbimi. Hayatıma son noktayı kendim koymak istemedim. Sadece benim ol istedim. Benim için varolduğuna inanmak istedim inandım da, her güzel şeyin sonu var derler di, ben bunu hiç düşünmedim. Düşündüm ki bizim sonumuz bir çınar altında beraber bitecekti... Olmadı bir tanem, hayata benden çok önce başlamıştın sen ve benim hiç ama hiç hakkım yok benden önce yaşananları silip dağıtmaya, işte bu yüzden şimdi elim bir başkasında... Yaptıklarıma bir anlam yükleyebildiğin zaman ne kendini ne beni suçlayacaksın, beni canlandıran ve ardından dipsiz kör kuyulara atan senin hiçbir suçun yok bende... Tek suçlu sevmek idi, ben sevdim çok sevdim... Sevmek bir ateş oldu bende.... Sana çizmeye çalıştığın yolunda, bensiz ama benden öncekilerle mutluluklar dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Küçücük minicik gülümseyişi soldurmaya benim hakkım yok, hani demiştim ya geldiğin güne kadar bekleyeceğim diye, sakın gelme beklemeyeceğim. Benim hiç kimsem yok artık, istediğimi yapabilecek kadar özgürüm... Keşke kalbimde olmasa ve acı vermese. Git artık! Senin hala o sokakta olduğunu bilerek burada yaşamak en azından yaşamaya çabalamak çok zor hadi git artık. Ben ne yaptıysam seni öldürmek bendeki seni bitirmek için yaptım yoksa kalbim hala senin... Seni hak eden ben olsaydım yıllar önce beni buluştururdu kader seninle, benim önümde koskocaman bir hayat var sensiz, seninkindeyse gitmenle sevinecek minicik bir yürek onu bekletme git ,ben beklemeyeceğim hayal kurmayacağım artık... Bıraktım hayallerimiz sonsuzlukta yaşasın. Yaşamak istediğimiz şehirde yaşamak istediğimiz gibi yaşatsınlar hayallerimizi başkaları, sana kızsam da sinirden deliye dönsem de bitti artık ne ben geri dönebilirim sana ne de sen açabilirsin kapılarını artık bana, öyle ise durma git... Söz ağlamayacağım artık, aklın bende kalmasın... Adına sevgi denilen bir şey yaşamasam da bir kez daha hayat devam ediyor.... Sadece çok özleyeceğim seni, yapayalnız kalmış gibiyim belki geçecek bunlar ama yokluğuna alışamayacağım hiç kimsem yok olmayacakta, beni benden çok tanıyan bir sen çıkmayacak karşıma. Ben buna üzülüyorum sadece gidişine , gitmek zorunda kalışına değil. Git artık öykü'ne ...Beni de hayallerim ile bırak....

the_pretty - avatarı
the_pretty
Ziyaretçi
8 Aralık 2006       Mesaj #17
the_pretty - avatarı
Ziyaretçi
Aşk için bahar.Tehlike her yerdedir...Vuruluverirsin hiç ummadığın birine.Ama öyle çarpar ki kalbin, duracak gibi aldatır seni.Bahardan sonra yaz gelir...Hepimiz biliriz, sabun köpüğü gibidir yaz aşkları.Bence öyle basit değil.Henüz silinmedi hiçbirinin yarası benden.Aşk gitti ama acısını bıraktı, iz kaldı.Güz aşkları mevsimine dönünce dönence, pencereye sinmiş insanlar gelir gözümün önüne.Ve yavaş yavaş görünürler etrafta.Kimi yaza girerken terk ettiği aşkını, kimi yaz aşkını düşünür.Kimi ayrılık planlar ama hala yüreği yanar.Kimi terk edilmişliği sindirmeye çalışır.Çok azdır taze aşk yakalayan. Sanki bir doğum öncesi ölüm gibidir.Sonra kış gelir.Kimi yüzsüzler yazın hiç aldatmamış gibi eski sevgilisine döner;kimi sadıklar kavuşur...Kimi yalnızdır, kimi yorgun...O yorgunlar için kış uykusu başlar...Belki de taze baharlara, taze aşklara enerji depolarlar...Aşk dört mevsimdir herkesin sözlüğünde.Ama nedense bana bu anlattıklarımı çağrıştırmaz.Saçmaladım belki de bir paragraf boyu.Yalan attım.Aslında doğru olsalar bile yalanlardı çünkü, hissetmediklerimi yazdım.Ezbere konuştum.Aşk , kelimesi içimde gebe olduğum bir kelimedir.Her duyuşumda doğum sancısı çeker, doğuramam.Ama gözlerimin önüne o gelir.Sadece bir bakışına karın ağrıları, suyla yatışmalar.Bir tebessüme ömür bulmak.İtiraf.Saatler süren telefon konuşmaları.İlk duygular, çocuksu güzellikler.Ve sonra..... Nefessiz kalmacasına ağlamalar.Izdırap çığlıkları...Kış..Kış..Kış..... Azap....Ve sonunda doğan gün....Hemen her mevsim aşık olmuşumdur birilerine....Hatta sonbaharda bile...Ama onca ufaklı büyüklü sevda içinde, böylesine derinde var olan,böyle yaktı mı iz bırakan, bu kadar çaresiz bırakan,bu kadar arzu illetine hasta eden, bu kadar dizginsiz, sorgusuz,başına buyruk, acımasız, bu kadar bugünsüz sevda görmedim.Ve işte hiç biri böyle koyup, böyle yıkıp gitmedi.Ondan önce hiç biri içimden bir şey götürmemişti.Ondan sonrası zaten götüremez çünkü, götürülecek bir şey kalmadı..İşte o insan, beni aşka karşı böyle kelimesiz böyle hayretli, böyle çaresiz, isteksiz bırakıp gitti..Şimdi ben nefretten bile aciz isem bana bir şeyler borçlu.İçimden söküp aldığı bir şeyleri.Bana beni borçlu.Herkesi seven o sersem yüreğimi..Benden alıp kaçtığı o masum kızı borçlu.Bana bir dün, birde yarın borçlu.Benim ne günahım vardı da aşk için üç kelime etmekten aciz kalacaktım.Benim ne günahım vardı da her mevsim başka meyve yemek varken iştahsız kalacaktım.Yoktu elbet günahım..Onunda yoktu ya..Öfkem susmama engel...Ama ikimizin de suçu yoktu...Suçlu yoktu..Benim mevsimim sonbaharsa, yaza, kışa, bahara dönmez...Benim gibilerin nasibi pencere önüne sinip, mazide yaşamak,kendinle kanlı bıçaklı düellolar yapmak...Kendinle savaşmak , hırpalamak...Yaptığının farkına varıp ,bir de üstüne onun için cezalandırmaktır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Aralık 2006       Mesaj #18
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kirpiklerin Islanıyor

Bir ağacın üstünde görüyorum seni. Ömrünün on yaşlarındasın. Bir taş atmışsın, kardeşinin başını kırmışsın. Zeki peşine düşmüş senin. Kaçıyorsun, bir ağacın tepesine konuyorsun. “İn aşağı” diyor Zeki. Belli ki çok kızmış sana. Gülüyorsun sen ona, inmiyorsun inatla. Sonra bu kez Zeki taş yağmuruna tutuyor seni. Babayı çağırıyorsun. Ellerini saçlarında gezdiriyor Baba, koruyor seni, kolluyor dünyanın bütün tehlikelerine karşı. Mutlusun sen kanatları altında babanın, güvendesin, huzur içindesin.

Ya Anne? Onun gazabından nasıl kurtulacaksın acaba? Şikayet etmiş Zeki seni. Yeminler etmiş Anne sana, eline düşersen eğer, kim bilir nasıl cezalandıracak seni?..

Bir okulun ilkinde görüyorum seni. Yitirdiğin –yoksa senden alınmış mı desem-bir şeyler arıyorsun sana yabancı bir ortamda. Annenin diline benzemiyor öğretmenin kara tahtaya yazdığı basit cümleler. Acıktığını, yorulduğunu, korktuğunu söylemek istiyorsun kendi bildiğince… Şaşırıyorsun kendine tahtaya çıktığında. Kelimeleri yutmaz, dilin sürçmez, utanıp sıkılmazdın konuştuğunda. Babanın konuştuğu gibi anlatmamalarına şaşırıyorsun hayat bilgisi dersini. Lal oluyorsun adeta, ilkokulun iki arkadaşınla paylaştığın ilk sıralarında. Rahatlıyorsun sonra senin gibi başkalarının da olduğunu gördüğünde. Böyleymiş meğer diyorsun okulun dili, kabulleniyorsun.
Böyle geçiyor çocukluğun senin. Babanın bahçenizi süslediği ağaçların altında. Anneyle, Zekiyle ve bütün kardeşlerinle… mutlulukla, sevinçle, huzurla….

Bir denizin kıyısında görüyorum seni, ömrünün ilk gençlik yıllarında. Memleketinden, Babanın bahçesindeki çerçevesiz huzur ve güvenden uzak, Annenin kapısının önünden, anılardan, yaşanmışlıklardan kopmuş, gurbet ellerinin yabancılığında, zorlukların ilkbaharında olmanın şaşkınlıklarındasın…. Baba, Ağrı Dağı’nın eteklerinde kurulan kadim bir kasabanın kalender bir eski zaman adamı, Anne, penceresi denize bakan bir evin yalnızlığında, acılarını içinde büyüten olağan bir aşiret kadını. ‘Böyle olmasa keşke’ diyorsun sahneleri düşündüğünde. Düşünüp de kendine döndüğünde. Üniversiteye hazırlanan Nuri Abinin oturduğu masaya bakarak, bir gün senin de masan olsun diye büyümeyi düşlerken, bugün büyümüş olmandan acı mı çekiyorsun, bilmiyorsun. Aslında ne çok şey bilmiyormuşsun: Sobanın yanında, annenin işlemeli çeyiz yastığını katlayıp kolunun altına alarak uzanan, demli çay içip parmaklarıyla size çarpım tablosunun kestirme, kolay yöntemlerini öğretmeye çalışan Babayı izlerken, yıllar sonra onu çok özleyeceğini, adını anarken ağlayacağını da bilmiyorsun o an…
Kim bilir, belki beklediğin bir umudun ikliminde olduğu hissindesin orada…
Bir rüzgar esecek birazdan sanki, sen de onun bir parçası olacaksın zahir, yıkacak her tarafı, altını üstüne getirecek her şeyin; talan, tufan, boran olacaksın sanki… sonra, sonra yeniden kuracaksınız rüzgarla her şeyi, yeniden yapılanacak dünya, yeniden sen, yeniden hayat, yeniden çocukluk şenliği… Ama ya Baba, o da olacak mı acaba bu yenilikte? Neden olmaz babalar yeniliklerde? Anneler de olmaz üstelik! İstersin ki, bir parçası olduğun rüzgar, gezdirsin kulaklarında, Annenin kadife gibi yumuşak olan sesini… Mümkün olsa, keşke…

İşte, sana hayatının bir ilkini daha yaşatıyor sahne: Kirpiklerin ıslanıyor. Kirpiklerinden süzülen damlalar mı denizin tuzlu sularına karışıyor, yoksa, denizin tuzlu suları mı kirpiklerinin yaşı oluyor, anlamıyorsun…

Bir halayın coşkusunda görüyorum seni, ömrünün orta yaşlarında. Raks ediyorsun, ayaklarınla güzel kavisler çizerek. Üç adım önde, bir adım geride geziniyor aşina ve barışık olduğun temponun o gizemli döngüsünde. Hafif bir rüzgar esiyor, beyaz gelinliğinde nazenin dalgalanmalar oluşturuyor kesintisiz. Ne o, bedeninden azat olup, tatlı tatlı esen rüzgarın esintisinde, beyaz, alımlı bir ayrıntı mı olmak istiyor İstanbul terzilerinin hünerli ellerinin eseri?.. Rüzgarın tılsımına teslim edip kumaşını, senin ve kimselerin –belki kendisinin bile- bilemeyeceği ufuklarda, ellerini alınlarına siper etmiş uzak dağ köylerinin yorgun ve yoksul çiftçilerine, bir şeylerin artık değişeceğini mi anlatmak istiyor, şehirli edasının verdiği güvenle?... Üniversitelerin sosyoloji kürsülerinde okutulan büyük büyük adamlar da aynı şeyleri söylerler gerçi! Ama ya hiç değişmezse bir şeyler, elleri alınlarının siperinden hiç inmezse çiftçilerin? En iyisi rüzgâra kanmamak. Esintisinin tılsımına kapılamadan, büyük dağların dumanlı başlarında açan yabani çiçeklerin getirdiği kokusu ve çağrışımlarıyla yetinmek şimdilik… O nedenle durmalı kumaş üstünde, oturmalı bedenine ve sırf o nedenle tutmalısın ellerinle, direnmelisin daha şimdiden rüzgâra karşı…

Elinde biri mi var senin? A evet, biriyle ele ele oynuyorsun. Nişanlın olmalı. Sana bakıyor. Ayaklarını seninkilerle gezdiriyor, bedenini seninkiyle şekillendiriyor. Raks ediyorsunuz, ayaklarınızla güzel kavisler çizerek. Üç adım önde, bir adım geride geziniyor aşina ve barışık olduğunuz temponun o gizemli döngüsünde. Üç küçük adım öne, bir küçük adım geriye ve sizinle birlikte halayın bütün elemanları, elemanlarınızın bütün sevinçleri… Ona bakıyor kaçamak bakışların, gözlerinin içi gülüyor ya da insan doğasının bütün tebessümleri gözlerinde toplanıyor. Kan dolaşımını duyumsuyorsun damarlarında, hoşnut kalıyorsun böylece yaşadıklarından, hayatı selamlıyorsun çaktırmadan, hayat seni öpüyor, kirpiklerin ıslanıyor…

Bir mutfakta görüyorum seni. Mutfağının penceresinden denizin göründüğü bir evdesin. Yanında halaydaki tebessüm var; ne ki artık yaşamında yoldaşın, ruhunun simetriği, düşlerindeki elma küresinin öteki yarısı olacak, sonraki bütün yeni süreçlerinin….

Götürmek için gelmiş olmalı seni oralardan, uzaklaştıracak seni eski deniz manzaralı mekanlarından ve artık içinde annenin olmadığı ailenden. “Mutluyduk biz burada” diyorsun, zorunlu olarak kısalmış bir cümlenin kırık dökük hüznüyle. “Ben ve Zeki; ben, Zeki ve anne…” diyor boğazında takılmış bir ağlama öncesi düğümü… Yutkunmalısın şimdi, boğazına takılı düğümü terk etmelisin bütün tereddütlerin çelişkili ikilemlerine rağmen… Savaşmak bu olmalı belki insanın kendisiyle, büyümek ya da, büyümek bu olmalı, artık bir masan olsa da…. Düşleri bitmez çünkü insanın, eskiden olduğu gibi, yeni zamanlarda da… Zeki de evlenmişti hem, üstelik Anne de yoktu artık… Gitme günündü o gün senin, oralardan, öylece sessiz… Kirpiklerin ıslanıyor.

Bir balkonda görüyorum seni, yeni bir başlangıcın en ucunda. Yine tebessüm var yanında ya da bütün tebessümleri insanlığın, gözlerinde. Zeki arıyor seni, telefonda. Eski bir şarkı ulaştırıyor sana, yorumsuz, katıksız. Konuşmadan, bir şey söylemeden, kelimelerin anlamlarına sığınmadan. ‘Ağlıyor olmalı şimdi Zeki.’ Telefon elinde, sen telefonun çekim alanında…. Kirpiklerin ıslanıyor….
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Aralık 2006       Mesaj #19
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çok uzak bir adada yaşayan güzeller güzeli ahtapot ve çok yakışıklı bir akrep birbirlerine aşık olmuşlar. Fakat ikisi de birbirinden korkuyormuş. Ahtapot akrepden onu zehirli iğnesiyle sokar diye , akrep ise ahtapotun uzun kolları onu boğar diye…Fakat daha fazla dayanamayarak ikiside birbirlerine kollarını uzatmışlar. Ahtapot “en kötü ihtimalle bir kolumu veririm, nasıl olsa yerine yenisi gelir” diye düşünmüş. Akrep ise “Onun için kendimi feda edebilirim” demiş. Birbirlerini çok seviyorlarmış. O kadar mutlularmış ki bütün hayvanlar çok kıskanıyormuş onları...
Zamanla akrepden sıkılmaya başlamış ahtapot, aklında açık denizler varmış hep. Oralara gidip başka hayvanlarla tanışmanın hayalini kuruyormuş. Güzelliğini bu şekilde geçirmemek için okyanuslara doğru yüzmeye başlamış. Terk edilen akrep günlerce sahilde onun dönmesini beklemiş. Ardından çok ağlamış fakat göz pınarları olmadığı için, hep içine akmış göz yaşları. Okyanusların en güzel sularında süzülen ahtapot yeni yerler gördükçe işte gerçek mutluluk diye düşünüyormuş içinden. Akrebi çoktan unutmuş. Derken birden bir balıkçı ağına dolanmış olarak bulmuş kendisini. Kurtulmaya çalıştıkca daha çok dolanıyormuş. Onu gemiye çekmişler. Balıkçılar ahtapotun kollarını kesip geri denize atmışlar. Kesilen kollarıysa içki masalarında meze olarak kullanılmak üzere bir restorana satılacakmış. Canı çok yanan ve ne yapacağını bilemeyen ahtapot eski aşkı akrebe dönmeye karar vermiş fakat kolları olmadığı için yüzemiyormuş artık. Terk edilen akrepse onsuz olmaktansa ölmeyi tercih etmiş ve zehirli iğnesiyle kendisini sokmuş. Diğer hayvanlardan yardım isteyen ahtapot akrebe ulaşmak üzereymiş. Akrebin yanına vardığında ise akrebi ölmek üzereyken yakalamış. Akrep son nefesini verirken “evet işte ben bu güzellik için kendimi feda ettim” demiş içinden. Gerçek aşkının akrep olduğu anlamış ahtapot. Ama artık ne ahtapotun onu saracak kolları kalmış , ne de akrebin onu tekrar sevebilecek kalbi...
Herşey zamanı nda yaşandığında güzeldir...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Aralık 2006       Mesaj #20
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
UYKUYA ÖZLEM
-hiçbir derinlikteki uyku,
hassas bir beyni,
düşünce suçu işlemekten alıkoyamaz.
ölüm müstesna.-

-hangi kırgınlık veya yorgunluk kırarsa kırsın onu
yine de kan damlar ucundan kalemin.
yol olur o damlalar, dönüşür kıpkızıl kelimelere.-

bu acı; hayattır, öyle bir hayat ki; -tamamen gerçektir-
bir zerrecik arabesk nüans taşımaz.

bir garip vicdan azabı gibidir yaşamak;
ne kovsan gider, ne kalsa kabul edebilirsin.
ölü beden gibi toprağa serilse-gömülse
ruh olup göklere uçsa insan
sanki yine de bırakmayacak gibi onu.
birak kendini boşluğa der
çırpınma ki batmayasın
boğulmayasın gözyaşı selinde.

yaşamak sözcüğünden olumlu bir anlam çıkarılacaksa eğer
huzur dolu bir uykuya benzer denebilir.
ancak; bu ne tuhaf bir yataktır ki
bedenini kabul etse bile insanın
ruhunu ve vicdanını kovar acımasızca.

ben şimdi, derin bir uykunun zirvesinde
bir dağ başında
gürül gürül akan bir ırmağın kenarında
yemyeşil çimenler üstünde
yatıp uyumak isterdim, ancak;
dağ beni atar tepesinden
ırmak çekip boğmak ister.

uyku içinde uyku beklerken
kâbus içinde kâbus bulursa insan
gözlerini kapatması için
kim ikna edebilir onu...


Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat