Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 99

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 546.892 Cevap: 1.812
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
3 Haziran 2007       Mesaj #981
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
TUZLU KAHVE - Mutlaka okumalısınız

Sponsorlu Bağlantılar
Kiza bir partide rastlamisti.. Harika birseydi. O gün pesinde o kadar delikanli vardi ki.. Partinin sonunda kizi kahve içmeye davet etti.
Kiz parti boyu dikkatini çekmeyen oglanin davetine sasirdi, ama tam bir kibarlik gösterisi yaparak kabul etti. Hemen kösedeki sirin kafeye oturdular. Delikanli öyle heyecanliydi ki, kalbinin çarpmasindan konusamiyordu. Onun bu hali kizin da huzurunu kaçirdi.. "Ben artik gideyim" demeye hazirlanirken, delikanli birden garsonu çagirdi..
"Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."
Yan masalardan bile saskin yüzler delikanliya bakti..
Kahveye tuz!..
Delikanli kipkirmizi oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye basladi. Kiz, merakla "Garip bir agiz tadiniz var" dedi..
Delikanli anlatti:
"Çocukken deniz kenarinda yasardik. Hep deniz kenarinda ve denizde oynardim. Denizin tuzlu suyunun tadi agzimdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadi çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadi dilimde hissetsem, çocuklugumu, deniz kenarindaki evimizi ve mutlu ailemi hatirliyorum. . Annemle babam hala o deniz kenarinda oturuyorlar.. Onlari ve evimi öyle özlüyorum ki.."
Bunlari söylerken gözleri nemlenmisti delikanlinin.. Kiz dinlediklerinden çok duygulanmisti.
Içini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmaliydi. Evini düsünen, evini arayan, evini sakinan biri.. Ev duyusu olan biri..
Kiz da konusmaya basladi.. Onun da evi uzaklardaydi.. Çocuklugu gibi.. O da ailesini anlatti. Çok sirin bir sohbet olmustu.. Tatli ve sicak.. Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel baslangici olmustu tabii.. Bulusmaya devam ettiler ve her güzel öyküde oldugu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yasadilar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kasik tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdigini biliyordu çünkü.. 40 yil sonra, adam dünyaya veda etti.
"Ölümümden sonra aç" diye bir mektup birakmisti sevgili karisina.. Söyle diyordu, satirlarinda..
"Sevgilim, bir tanem..
Lütfen beni affet. Bütün hayatimizi bir yalan üzerine kurdugum için beni affet. Sana hayatimda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. Ilk bulustugumuz günü hatirliyor musun?.Öyle heyecanli ve gergindim ki, seker diyecekken 'Tuz' çikti agzimdan.. Sen ve herkes bana bakarken, degistirmeye o kadar utandim ki, yalanla devam ettim. Bu yalanin bizim iliskimizin temeli olacagi hiç aklima gelmemisti. Sana gerçegi anlatmayi defalarca düsündüm. Ama her defasinda korkudan vazgeçtim.
Simdi ölüyorum ve artik korkmam için hiçbir sebep yok.. Iste gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanidigim andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pismanlik duymadan. Seninle olmak hayatimin en büyük mutlulugu idi ve ben bu mutlulugu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, herseyi yeniden yasamak, seni yeniden tanimak ve bütün hayatimi yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."
Yasli kadinin gözyaslari mektubu sirilsiklam islatti.
Lafi açildiginda birgün biri, kadina "Tuzlu kahve nasil bir sey" diye soracak oldu..
Gözleri nemlendi kadinin..
"Çok tatli!.." dedi..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
4 Haziran 2007       Mesaj #982
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık, sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak, boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim. Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını. Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …?
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşk(ın) şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için. Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sponsorlu Bağlantılar
Sanki benim hiç senim olmamış gibi…

NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
4 Haziran 2007       Mesaj #983
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

İncecik duvarın üzerinde oturuyorlardı. Duvarın arkasının uçurum olması umurlarında bile değildi. Sadece orada oturmak ve birbirlerini nefessiz bırakana kadar sarılmak istiyorlardı. Ayın ağaçlarda oluşturduğu gölgeyle örtülmüştü üstleri. Sessizlik, şarkıları olmuştu belki. Konuşamıyorlardı heyecandan. Konuşmak gereksizdi belki de, ya da konuşmayı hak etmiyorlardı. Birbirlerinin sesini duymamakla cezalandırılmışlardı. Kilitlenmiş dudakları bakışlarıyla aralanıyordu ara ara.

“Dengemi kaybedersem ve düşersem ne olur?” diye sordu kız kendi kendine. “Bırakmam ki seni. Zaten benim yanımda dengeni yitiremezsin merak etme” der gibi sarıldı erkek. Verdiği güvenin etkisiyle büyümüştü erkek, yükselmişti ve kopup gidivermişti kızın kollarından bir an için. Güvendiği erkeğin kollarındaydı kız ve öykülerin sıkça bahsedilen unsurlarından ay ışığı da tam tepelerindeyken canını ne sıkabilirdi ki. Bir an başı döndü ve iyice sarıldı bu bahaneyle sevgilisine.

Kaç saat oturmuşlardı bu ince ve yüksek duvarın tepesinde. Aşağıdan bakıldığında ne kadar da korkunç bir uçurum vardı ayaklarının altında, ama onlar yukardaydı işte. Yükselmişlerdi ve etraflarında dolanan ılık rüzgarın saçlarının birbirlerine dolanmasıyla yaşadıkları hazzı duyuyorlardı sessizce. “Bir ömür boyu kalabilirim bu şekilde” diye düşüğü sırada erkek bir sarsıntı hissetti ve gözlerini açtı. Hareket etmeye başlamışlardı sanki. Üzerlerine doğru akan kalabalığa bakakaldı. Şaşkınlığını gizleyememişti ki kız da açtı gözlerini. Kalpleri dolandı birbirlerine korkuyla. O kadar sarsılmışlardı ki korku ölümle tehdit etmeye başlamıştı. Sessizlik ve huzurla dolu bir kafese hapsetmişken kendilerini bu da nerden çıkmıştı şimdi. Bir fırtına çıkmıştı sanki. Her şey üzerlerine doğru uçmaya başladı birdenbire. Ne varsa etrafta. Evleri, arkadaşları, söylenmemiş sözcükleri, eski aşkları, ağaçlar, yollar, okul bahçeleri, hatalar, kahkahalar ve göremedikleri sadece üzerlerine çarpıp geçen bir sürü şey…

“Korkuyorum, hem de çok korkuyorum” dercesine sarıldı kız sevgilisine. O kadar sıkı sarılmıştı ki kendi tırnaklarının acısını duydu fırtınada. O kadar büyük şeyler devriliyordu ki üstlerine birbirlerine tutunmaları iyice zorlaşmıştı. Gücü kalmamıştı, bırakıp sevgilisini kaybolup gitmek, savrulan her şeyin içine karışmak istiyordu. “Bırakmam seni” dercesine baktı sevgilisi. Gözlerinden akan yaşlar daha görünmeden uçup gidiyordu. Ay ışığı yok olmuş ve kara bulutlar haline dönüşmüş hayat tepelerinde dolanmaya başlamıştı. Canları çok acımaya başlamıştı artık, güçleri tükenmek üzereydi. Hızla üzerlerine doğru ağır bir kahkaha çınladı kulaklarında. Kulakları duymaz olmuştu nerdeyse. Kız korkuyla kapattığı gözlerini açtı. Bir soğukluk hissetmişti yanında. Korkuyla ayağa kalktı, artık yalnız başınaydı, dengesini sağlamanın imkanı kalmamıştı. Kahkahayla yok olan erkeği aradı gözleri, neredeydi? Aşağı yuvarlandı sandı, çığlıklarla bağırmaya başladı. Sesi kısılıncaya kadar çığlıklarla seslendi sevgilisine. Yoktu. Başını yukarı kaldırmak aklına gelmemişti nedense. Uzun süredir ilk defa sesini duydu sevgilisinin. Ona sesleniyordu rahatsız edici kahkahalara karışmış kahkahalarıyla. Yukarı baktı ve bir an için görebildi onu kalabalık içinde, sonra yok oluvermişti.

Fırtına dinmiş kalakalmıştı yalnız başına ışıktan yoksun duvarın üstünde. Ne yapacağını bilememişti bir süre. Hala bekliyordu bir delilik anında kaybolup giden erkeğini. Elleri buz gibi olmuştu, ağlamamak için zor tutuyordu kendisini. Bir anda dönmeye başladı hayat etrafında hızlıca. Dengesini yitirdi ve düştü. Duvarın kenarında asılı kalmıştı. Neyi bekliyordu? Hala gelebilirdi sevgilisi, tutabilirdi ellerinden. Umutla aradı gözleri ama yine aynı sessizlik sarmıştı etrafını. Her şey kaybolup gitmişti. Buradan başka bir yere gitmesinin de imkanı yoktu. Yükseklik ve yalnızlık yanındayken nasıl yürüyebilirdi ki bu ince ve uzun duvarda. Bütün vücudu titriyordu ve kıpırdayacak cesareti yoktu. Gözlerini kapadı. Tutunabildiği kadar tutundu duvarda. Elleri kanamaya başlamıştı artık. Kendini bıraktı karanlığa doğru.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
4 Haziran 2007       Mesaj #984
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Herseyde Bir Hayir Var.. Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep ayni şeyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!" Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı. Kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi: "Bunda da bir hayır var!" Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu.Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını farkettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insani yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı. "Haklıymışsın!" dedi. "Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İste bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi." "Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı. "Bunda da bir hayır var." "Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı kral. "Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir." "Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?" Ve sonrasını düşünsene?
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
4 Haziran 2007       Mesaj #985
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Uc kardes gurbete cikmislar para kazanmak icin.
Varmislar bir dort yola. En buyugu demis:

- Burada ayrilacagiz, uc yil sonra yine bu dort yolda birbirimizi bulacagiz ve kimin ne kazandigini gorecegiz.

- Bulunalim abi, demisler iki kucuk kardesler, elini opmusler ve helallasmislar.

En buyuk abileri inmis bir sehre, firinda ekmekci olmus ve uc yil icinde cuzdan dolu altin kazanmis.

Ortanca abiyi bir kopruye yakin meyhane acmis, ceplerini doldurana kadar sarap ve su satmis.

En kucukgu ise bir yasli adamla anlasmis, coban olmus.

Uc yil gectiginde, adam sayiyormus cobancinin kazandigi paralari, kusagindan cikarmis uc ceviz ve demis:

- Cok vefaliyim sana, cobanligin icin.
- Bu kadar para ediyor ya da uc ceviz.
- Paralari kalpsiz veriyorum, cunku onlar ates gibiler: Insan kolay yakabilir ellerini onlardan.
- Ama cevizleri kalpten veriyorum.

Genc delikanli dusunmus, dusunmus ve elini cevizlere dogru uzatmis.

- Cevizleri alacagim, cunku onlari kalpten veriyorsun.

Uc yil sonra uc kardesler dort yolda bulustiklarinda, buyuk abigi acmis cuzdanini, ortanca abigi ceplerinden bir torba cikartmis, en son olan kucuk kardesleri elini cebine sokmus uc ceviz cikartmis.

- Bu benim kazancim uc yil icin: Uc ceviz, ama onlar kalpten verildi.

- Bana yazsli bir coban verdi onlari, onun surusunu guttugum icin.

- Babam gibi endiseleniyordu benim icin.

Diger iki kardesi ona kizmislar.

- Hep goruyorduk aptal insanlari, hayir, senden daha aptal insan bu dunyada gormedik.

- Uc ceviz icin, uc yil calis!
- Don gerisi geriye de parani iste cobancidan, parani almadan baba evine sakin gelmeyi dusunme.

Genc delikanli uzuntuyle gerisi geriye donmus. Bir cesmeye varmis, egilmis iki yudum su icmeye, cunku acmis...

"Kirayim cevizleri" diye dusunmus.

Kirmis birinci cevizi. O an bir mucize olmus: Ceviz bir anda buyumus ve kabuktan koyunlar cikmaya baslamis. Butun suru cikmis cevizden. Genc delikanli toplamis surusunu ve baba evine dogru yol almis. Yuruyor, epeyce yuruyor ve dusunmus:

"Ikinci cevizi de kirayim - goreyim ne var onda!"
Ceviz kabugunu biraz araladiginda iki buyuk boynuzlu okuz cikmis. Genc delikanli okuzlerin zincirlerinden tutmus ve surunun ardindan cekmis. Koye girmeden once, ucuncu cevizi de kirmaya karar vermis: Kirmis.

Ondan bir genc kiz cikmis, kaleme yazilamayacak kadar guzellikte.

- Gotur beni, demis genc kiz, babanin evine.
- Ben dogmamis kizim, sadece senin olmak icin yaratilmisim.

Goturmus baba evine kizi. Abileri koyun surusunu, okuzleri ve genc kizi gorduklerinde dillerini yutmuslar.

Kalpten hediyenin ne demek oldugunu o zaman anlamislar
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
5 Haziran 2007       Mesaj #986
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Genç delikanlı uzun koridoru acele ile geçtikten sonra, yaklaşık bir yıldır kaldığı küçük bölmenin kapısını açtı ve içeri girdi. Oda çok karanlıktı. El yordamıyla masanın üzerindeki mumu yaktı ve sandalyeye oturduktan sonra birkaç dakika boyunca hiçbir şey yapmadı. Gözlerini kapadı ve eskiden, mutluluk içinde geçirdiği anılarını anımsadı. Yanaklarından süzülen göz yaşları omuzlarına damlıyor, giydiği kırmızı kazağı ıslatıyordu. Sonra birdenbire hareketlendi ve masanın çekmecesini açarak, bir kağıt birde kalem çıkardı. Mumu, kağıdı aydınlatacak kadar yakınına çekti ve kelemini mürekkebinin içine daldırdıktan sonra yazmaya başladı.

Sevgili C...,
Seni son gördüğüm günden bu yana tam yüz elli takvim yaprağı kopardım. Hayatım boyunca hiç bu kadar yalnız kaldığımı anımsamıyorum. Burada, ne derdimi anlatabileceğim bir arkadaşım, ne de yemeğimi paylaşabileceğim bir tek dostum bile yok. Günlerdir de sıcak bir yemek yediğimi hatırlamıyorum. Soğuk odamın loş karanlığında senin hayalinle ısınıyor, hayat buluyorum. Bu mektubu sana yazmaktaki amacım; ömrümün en mutsuz, şu son saniyelerinde dahi seni ne kadar sevdiğimi anlamanı sağlamaktır. Sen hayatımı anlamlandıran tek şeydin. Hiç kimsede bulamadığım ve yaşayamadığım derin duygular yaşadım senin varlığın sayesinde. Karşıma çıktığın o soğuk kış gecesinde, karanlık hayatımı aydınlattın ve bana sevgi denen o yüce duyguyu tattırdın, dokunulamayan, anlatılamayan, görülemeyen, sadece yaşanabilen o duyguyu. O günden bu yana hiç mutsuz olmadım, sen olmasan bile hayalin vardı yanımda, bu illet yerde kafayı yemememi sağlayan tek şey. Ne zamanki üşümeye başlasam, ellerimin titrediğini hissetsem, ellerini hayal edip onları sıkıca tutuyordum. Tıpkı bir kış gecesinde, sabahlara kadar yağan kar tanelerinin üstünde yürüdükten sonra, bir sokak lambasının loş ışığında otururken tuttuğum gibi.
Her neyse göz yaşlarımla ıslattığım bu mektubu aldığın vakit ben zaten derin bir uykuya, hiç uyanmamak üzere dalmış olacağım. Ama seni hiç unutmayacağım, çünkü bir gün mutlaka yeniden karşılaşacağımızı çok iyi biliyorum ve seninde buna inanmanı istiyorum.
İnan vaktim olsa satırlarıma bu kadar çabuk son vermezdim. Ama artık vaktim geldi, senin anlamlandırdığın şu kısacık ömrüm, Azrailin canımı alması ile son bulacak ve tüm anlamını yitirecek. Evet, şimdi vaktimin geldiğini belirten çanlarda vurulmaya başladı, elveda…
Seni sonsuza dek sevecek olan H....

Delikanlı satırları bitirdiği zaman dışarıda vurulan çanların sesi kulakları sağır edecek kadar yüksek işitilmeye başlamıştı. Gözlerinden akan yaşları temizledi ve mektubu küçük bir zarfın içerisine yerleştirdikten sonra üzerine gideceği adresi yazdı ve masaya bıraktı. Bölmenin kapısı açıldı ve içeriye siyah elbiselere bürünmüş yaşlı bir adam girdi. İhtiyar yavaş adımlarla delikanlıya yaklaştı ve koluna girerek hadi oğlum dedi üzgünüm...

Bu sözler H...nin işittiği son kelimelerdi...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Haziran 2007       Mesaj #987
arwen - avatarı
Ziyaretçi
KENDİNİ ARIYAN ADAM


Kendimi bildim bileli iki yüzlü sahtekar olmayı becermedim üç kuruşluk çıkar için beş kuruşluk eğilmedim çıkarım için kimseye yalakalık yağcılık yapmadım özüm neyse sözümde aynı oldu,belkide bu benim yaşama prensibim olmuştu kendime göre kurallarım vardı .
Önce babamdan öğrendim doğruları hayatın boyunca şerefli hasiyetli ol haramdan uzak ol,yetim hakkı kul hakkı yeme, düşene tekme vurma, sana taş atana sen ekmek at ,emenate hıyanet etme güvenilir ol ve çıkar için yanlışlara doğru deme demişti kısa ve öz bana babam,sonra ilkokul öğretmenim hayatta muvaffak olmak istiyorsan evladım eline ,diline ve beline sahip ol demişti.
Cocukluğumdan gençlik dönemime geçerken kendi akranlarımla arkadaşlıklarım olurdu ama daha çok kendimden büyük yol yordam bilen gelmiş görmüş hayat tecrübeleri olan büyüklerimle sohbet eder onların nasihatlarından feyiz alırdım .genelde sohbet ettiğim bu büyüklerim devletin önemli kademelerinde yıllarca hizmet vermiş emekli dayılarımız amcalarımızdı.
Cocukken evin tek erkek evladı olmamdan olsa gerek çok şımarıktım konu komşu illallah ederdi benden küçük erkek evladı olanlar aman benim oğlum Hakan gibi olmasın böyle evlat olurmu bu nasıl cocuk sanki cocuk değil canavar gibi sözler ederlerdi , aslında haksız sayılmazdılar durduğum yerde duramaz nerde zarar ziyan ben mutlaka oradayım ,sapanla komşuların camını kırmak en büyük hobimdi camı kırılan komşunun beni dövmek için peşimden beni kovalaması yalandığımda ben yapmadım recep yaptı diye korkudan yalan söylediğim çok olurdu, bazen yakalanmıyacağımı anladığımda peşimden koşan her kimse çok sinir edeci sözler ederdim bu benim çok hoşuma giderdi , aslında bağımızda üzüm,elma erik hemen hemen tüm meyveler mevcut olmasına rağmen arkadaşlarla geceleri konu komşunun bağına dalardık bu bize çok heycan verirdi bazen komşuların bağına giren olsa kesin liste başında ben varımdır olmasamda olsamda bende nasıl olsa adım geçecek diye arkadaşlarıma uyar konu komşunun bağına girerdim.
Benim evin bir oğlu olmam babamdan sopa yememe mani değildi babamdan yediğim sopa saymakla bitmez ,aslında babamda haklıydı her istediğimi temin ederdi maddi yönden varlıklı değildi ama bizi hiç bir şeyden mahrum etmezdi yokluğu hissettirmeden bizi büyüttü her istediğimi yerine getiren babam konu komşunun sözlerini kaprisini çekmezdi benim şımarıklığım yüzünden söz laf kar etmedimi Allah ne verdiyse döverdi öyle bir sopa atardıki ölecekmiş kalacakmış düşünmezdi.
İlkokulda birinci sınıftan mezun olana dek okul birincisiydim derslerimin hepsi pek iyidi okulda şımarıklık yapmazdım öğretmenimden babamdan fazla korkardım saygı duyardım çünki ilkokul öğretmenim bana çok güvenirdi öğretmenime yalan söylemezdim bana yaklaşımı çok farklıydı babam gibi bağırarak değil karşısında sanki kocaman adam varmış gibi anlatırdı doğruyu yanlışı bende o sebepte öğretmenime yalan söyliyemezdim.
Ortaokulda annemden babamdan kardeşlerimden ilk defa ayrılma zamanı gelmişti ,ilçemizde öğrenci yurdu olmadığından komşu ilçeye okula gitmek için paralı yurtta kalacaktım ,aslında öğrenci yurdununu değilde yurdun sahibini görür göremez hiç sevmedim emekli öğretmen olan karı koca işletiyordu ögrenci yurdunu ama söz sahibi kadındı kocası osman bey kılıbık adamın biriydi kadın dersen pasaklının tekiydi sabahları kavaltıda kullanma tarihi geçmiş kavaltılıkları acı acı yediğimiz çok olurdu ilk defa siğara ile tanıştığım zamandı annemi babamı küçük kız kardeşimi ve ablalarımı çok özlüyordum hele hele yurdun sahibi pasaklı melehat hanımın bana iftirası küçük yaşta beni çok etkilemişti ilçede kullanmadığı bir yurt daha vardı şarapçılar camını penceresini kırmış benim üstüme atmıştı pasaklı melehat polis çağrırım diyede beni tehdit etmişti bende polisten korkuma suçu kabul etmiştim olan benim beşyüzbin lira okul harçlğıma olmuştu babam hafta harçlığımı hepsini bana vermezdi azar azar harcıyayım diye yurdun müdürü pasaklı melahatta harçlığımı bırakırdı eski yurdun camlarını sözde ben kırdım diye harçlığımada el koymuştu ,Orta birde sınıfta kaldım köyüme geri döndüm babam okumadım sınıfta kaldım diye yaş hayvan gübresini çuvala koyar yokuş yukarı olan bağımızdaki zeytin ağaçlarının diplerine koymak için taşıtırırdı bu bana aslında babam tarfından verilen okumama cezasıydı.
Okulların açılmasına bir ay kala babam okuyup okumıyacağımı sordu okuyacağım subay olacağım babamın en hassas yerine dokunmuştum benim subay olmamı çok istiyordu çünki babam, yeniden orta okula kayıt oldum orta üçü bitirip liseye kaydımı yaptırdık orta birden beri bazı hocalar tipimemi yoksa köylü ve fakir aile cocuğu olmamdanmı anlayamadım sürekli benimle uğraşırlardı ,bazı ders notlarım çok iyidi ondu ,haksızlığa hiç gelemzdim bazen sınıf arkadaşlarım üç beş kişi bir olur haklı haksız diğer sınıflardan birini gıcık gider döverlerdi böyle durumlarda sınıf arkadaşımı geçtim kardeşim olsa recona ters olan şeyleri hazım edemez o tek kişiyi dayak yiğeceğimi bilsem bile savunurdum, delikanlı adam teke tek dövüşmeliydi bana göre.
Liseye sabahtan gider öğlenle ders biterdi daha sonra akşama kadar marangoz atelyesinde çalışırdım marangoz ateyesi lisede öğretmenim olan sıtkı hocamın babası sami amcanındı sami amca kısa zamanda işi öğretmiş kalfa olmuştum iyide haftalık alıyordum babamın haftalık verdiği harçlık bir günde biterdi onda'da yoktuki zamanla babama benim param var deyip harçlıkta almamaya başladım.
Bela küçüklüğümden beri peşimi bırakmadı dönüp dolaşıp beni buluyordu lise son sınıfta sınıfımızın en güzel kızı müjde ile sohbet ederken sınıf arkadaşım hasan benimle tartışmaya başladı üstelik bana bir iki yumruk vurunca sinirlerime hakim olamamış hasanı tek yumrukta devirmiştim demek çok sert vurmuşumki hasanı ilçe devlet hastanesi bile tedavi edememiş il devlet hastanesine kaldırılmıştı.
On altı yaşımda demir parmaklıkların ardında buldum kendimi hasanın babası ilçenin sayılı tüccarlarındandı savcı tutuklamış cezaevine girmiştim üç gün sonra mahkum abimizin yazdığı dilekçe ile sertbet bırakılmıştım öğrenci olduğum için bir ay sonra mahkemede berat etmiştim hasan beyin kanaması geçirmişti ama kurtulmuştu kurtulmasa sanırım daha yeni çıkardım ceza evinden.
Bu kavga hayatıma mal olacağını bilseydim kesinlikle dövmezdim hasanı çünkü o kavgadan sonra okuldaki ,yarıdan fazla öğretemen bana cephe almıştı .işleri güçleri beni okuldan atırmaktı ama başaramıyorlardı çünki içlerinde azda olsa beni savunan hala saygıyla andığım değerli öğretmenlerim vardı onların sayesinde atamıyorlardı beni okuldan lise son sınıfta ünüversite sınavlarını yüksek puanla kazanmıştım ama bana cephe alan müdür yardımcısı sayesinde sınıfta kalmıştım o yıl, işin enteresan yanı bazı derslerim on üzerinden sekiz dokuz olmasına rağmen karnemde dörttü bir yıl sonra diplomamı almıştım ,etmiş olduğum kavga ile bir kez daha hayatımın hatasını yaptığımı anladım çünki bu kavga ilk aşkım olan Hülya ile yollarımızın ayrılmasına sebep olmuştu Hülya eğitim fakültesini kazanmış ben ise sınıfta kaldığım için köyde tarım ve hayvancılık işleri yapmak zorunda kaldım hayat bana ilk çelmesini atmıştı.
Hülya ile ayrılmak beni çok üzmüş içine kapanık bir hale koymuştu onu canımdan öte sevmiştim. onsuz bir gün duramazdım oysa hülyanın artık hayatımda olmıyacağını düşündükçe gün ve gün kahır oluyordum, nereye baksam o nu görüyordum kalbimdeki acının tarifi yoktu ,elimden bir şeyde gelmiyor bu beni dahada kahrediyordu köyde herkez benim bu suskun halimden şikayetçiydi işi gücü şımarıklık olan insanlara şaka espriler yapan hakandan eser yoktu kırda bayırda koyun otlatırken yanık yanık kendi yazdığım şiirleri şarkı yapıp söylerdim halimi görseniz mecundan beterdi işim gücüm şiir şarkıydı rüyalar alemindeydim sanki var ile yok arasında.
Hülya ile görüşmeyeli bir yıl olmuştu ,sonra Aysun çıktı karşıma askerden gelene dek arkadaşlığımız sürmüştü Hülyadan sonra aysuna gönlümü kaptırmıştım .sevdimmi delice seviyordum ya sevigimin değerini bilmeyeni yada hak edilmeyeni seviyordum cocukça ve tertemiz dugularla kaç gece gizli gizli ağlardım ya ben anlatamazdım sevdamı yada sevdiğim anlamamazlıktan gelirdi ,Hülyadan sonra göz yaşlarım aysun için akmıştı aslında oda beni seviyordu bunu askerde anlamıştım çünki askerliğimi havacı olarak yapmıştım görev bölgemizde düşen askeri ikmal uçağında hayatını kaybeden askerlerin isimlerinde benimde adım vardı ,ama soy adım tutmıyordu işte ozaman ben sanıp aysun kaç kere aramıştı beni telefon ile genelde görevde olduğum için telefon ile görüşemiyorduk o gün yine beni aramıştı ilk defa telefonda aşkım hakanım dediğinde sevinçten oynıyacaktım nerdese çok mutlu olmuştum daha sonra askerden geldiğimde tartışmalarımız başlamış ellerin sözünle ikimizde bir birimizin kalbini kırmıştık aysunun şakası yüzünden aşkımız bitmişti onunlada yollarımız ayrıldı sonradan pişman olmuştu ama ne fayda.
Askerlik dönüşünde kahır ve dertten olsa gerek köy düğününde dört arkadaş alkol komasına girdik içtiğimiz rakının şarabanın ve biranın sayısını unutmuştuk ama dördümüzde komaya girmiştik kör kütük sarhoştuk unutmak içindi bazı şeyleri ama o an için unutuluyordu o günden sonra alkolü bıraktım.
Köyde çiftiçilik yapmak tarım ve hayvancılıkla uğraşmak bana göre olmadığından büyük şehre geldim kendime uygun bir iş bulup çalışmaya başladım halime şükür ettim zaman zaman bazı kız arkadaşlarım oldu bir kaç ay sonra köy halkı bendeki değişikliği fark etti vaybe hakan adam gibi adam olmuş diyorardı benim için.
Köye ne zaman gitsem kavede masam dolup taşmaya başlıyordu hoş bulduk demeye bıkardım kimin oğlu askerden gelmiş masamdaydı ya hakan bizim oğlanda şehirden bir iş bulalım diyenler oluyordu bunu diyenler köyde cocukken bana mana bulanlar olması ilgimi çekmiştir.
İnsanların üç kuruş menfaat için beş kuruşluk eğilmelerine çıkar için kurulan arkadaşlıklarına hep karşı oldum bazen doğru benmiyim yoksa karşı olduğum şeylermi doğru diye çelişkiye düştüm toplum içinde güvenilen biriyimdim ve bundan gurur duyuyordum kurallarıma göre yaşamaya çalışıyordum dürst güvenilir ve şereflice zaten bunlar olmadıktan sonra bence bir insan bu hayatta yaşamamalı .
Yılların önüne geçilmiyor saatler günler aylar derken ömür yavaş yavaş tükeniyor ,yaşım yolunun yarısını geçeli bir kaç yıl olmuştu ama ben hala eski bendim .değişecen sadece saçarımdaki aklar yüzümdeki çizgilerdi güvenilir dürst adamdım yetim hakkı yemedim ,düşene tekme atmadım elinden tuttum hayatı her gün sorguladım ne yazık insanların insanlığına değil önce kılık kıyafetine sonra altındaki en lüksünden arabasına malına mülküne rağbet oluyordu önemli değil haramla helalle kazanmış paran pulun varsa ağa bey paşa oluyorsun her gün aranıp halin hatrın soruluyorsun cebinde yoksa paran sefil adamdan sayılıyorsun ne aranıyor nede soruluyorsun günmüzde hayat paraya endekslenmiş. Bnse haramdır helaldir derken üstümde bir çeketim oldu .
Sevemeye aşka tövbe etmiştim dünya güzelide olsa sevmem demiştim umudumda yoktu zaten sevmek sevilmek tek taraflı olunca insana zehirden acı veriyordu ama karşılıklı olunca mutluluk huzur veriyordu derken karşıma olmadık zamanda biri çıktı ilk selam ondan gelmişti sanki yıllardır beraberdik çok iyi anlaşıyorduk ama oda var ile yok arasında bir şeydi onu her zaman yanımda görmek istiyordum ama bu imkansızdı ben kovalıyordum o kaçıyordu dugusalığım ağır basıyor sitemlerimle onu korkutuyordum bu halime üzülüyor benden uzaklaşıyordu ama ben sevdimmi adam gibi severdim o bilmiyordu.
Bir gün hiç yapmadığım bir şey yaptım siğara alırken büfeden çeyrek milli piyongo bileti aldım hayat bana hiç gülen yüzünü göstermemiştiki şimdimi gösterecek diyordum hatta milli piyongo biletinin çekilişi bir hafta olmuş ben bir hafta sonra biletimi kontrol ettim biletteki sayılar tutuyordu evet çeyrek bilet olduğu için yüz milyarın sahibi olmuştum sanki para mutluluk getirecek ya havalara uçmuştum ilk önce kendime araba aldım para olunca insanın çok çevresreside oluyordu nerde akşam orada sabah nerde gazino bar ben oradaydım bir gün sarışın bir gün esmer sevgililerim oldu ben o eski Hakandan eser yoktu bende anlıyamadım o eski Hakan bedenimden sanki isyan edercesine çekip gitmişti sana ne oldu böyle diyenlere maymun gözünü açtı diyordum aslında mutlu değilmişim ama ben öyle sanıyordum.Zamanla paralar suyunu çekiyordu yani haydan gelen huya gidiyordu ama ben böyle hayattan tad alamıyordum ben o eski beni arıyordum ama nedense gelmiyordu sanki küsmüştü bana ,belkide komik gelecek ama trajı çok olan gazetenin il bürosuna gittim ilan ofisindeki personele önceden hazırladığım kendini arıyan adam adlı ilanı yayınlamasını ücreti neyse ödeyeceğimi söyledim çünki ben eski öz benliğimi çok özledim.
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
6 Haziran 2007       Mesaj #988
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Eksik
Bir fırtınadır girdi kentin tüm kapılarından.Yoklamadığı kapı cam arası pencere aralığı bırakmadı. Bir zifiri karanlıktı fırtınanın bastığı. Ve görmüyordu göz gözü Bir sesti fırtınanın adı duyan kulakları patlatan yüreklere korku salan. Ve bir ayazdı gece yerle gök arasında buzlanan. İnsanlar ürkmüştü sığındıkları barınaklardan. Ve kargışlar gönderdiler korkunun yüz bin kollarına. Ve sevgi çeşmelerinin musluklarını sonsuza dek kapatıp esirgediler korkunun yüz bin kollarından. Diş bilediler. Güç yetiremeseler de nefret etmeye ant verdiler. Kan dökmeseler de kendi kanlarını döküp korkunun yüz bin kollarıyla bir daha uzlaşmamak üzere yemin ettiler. Ben onlardan fırtınadan zifiri karanlıktan çığlıktan ayazdan korkunun yüz bin kollarından yana kullandım tercihimi. Bu kentte en az onlar yani korkunun yüz bin kolları kadar istenmez ve sevilmez olduğumu bildiğim için kentlilerin yüreklerini pekiştirmeye vicdanlarını yatıştırmaya yardım olsun diye yaptım bunu. Ve aklımı ve yüreğimi ve!
ruhumu yardımcı ve istekli buldum kararıma. Korktuğum için korkudan yana büyüttüm düşlerimi. Nefret etmek istedim yüreğim bana yardım etti. Sövmek istedim dilim bana yardım etti. Unutmak istedim belleğim bana yardım etti.Üç gün üç gece sayıklamalarla kendini yakıp söndüren bir çılgınlığın yalazından geçtim. Arındım. İnsanlığımı kazıttım. Ve o gün bu gündür çirkinliği övdüm. İyilerden uzak durdum

Ahmet Şenol Alkılıç
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
6 Haziran 2007       Mesaj #989
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Dokunmanın Gücü..
dokunmak3ar8rd4dm6mh1xi2
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
6 Haziran 2007       Mesaj #990
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
NEDENDİR?

>>

Birine mi kızmıştım yoksa biri bana mı kızmıştı, yok ben aslında bir yere gidecektim hayır biri beni ziyarete gelecekti, yada ben şimdi birilerine telefon açacaktım ama dur ben bir telefon bekliyordum önemsiz ama yinede bekliyordum yoksa önemlimiydi. İçimde eksik kalan tamamlanamayan bir şeyler var ama ne ben âşık değildim hatırlamak istiyorum kimdi o
Beynimi sürekli kanatırcasına tırmalayan şey ne. Uzun saçlımıydı hayır uzun boyluydu beklide esmer savrulan saçlarından hatırlar gibiyim kömür karasıydı her halde gözleri. Ama ben yalnız yaşıyordum ve üstelim yaşadığım bu hayat yalnızca bana yetiyordu hayır bu özlemini çektiğim bir aşk olamazdı yoksa güllerin kokusunu mu düşlüyordum yada bülbüllerin güle olan sevdalarında mı kalmıştım oysa okuduğum kitapları bile parçalamıştım yalnızdım büsbütün odamdaki kanarya bile ellerimin soğukluğundan donarak ölmüştü. Ve karanlığımda yoktu güneşe küstüğümden beri ağaçlara bedenimdeki yalnızlığı yasladığımdan beri bir kırgınlığımda vardı ki böylesine iki yabancı insan olmuşuz hele şiirlerimi savurduğu için rüzgarla yıllardır yıldızımız barışmamıştı yıldızlarsa sevgimin yanında azaldığı için bir kez bile kendilerini göstermemişti is karası dünyama. Cama çıkmalıyım fakat ellerim hep gök yüzünde dostum olan kara bulutlarla vefa arayışında. Kalbim buruk yüreğim kan ağlıyor bir şeyler yapmalıyım ama yıllardır karar verdiğim ve hep son anda yapmaktan vazgeçtiğim bi şeyi yapmalıyım diyorum ve artık diyorum ki
Muhtaç mıydım yüreğinin rutubetine Güneşe hasret bu kuytulukta
Nedendir bu delice sevdam bu hüzünlenmem yakınmam
Üstelik büsbütün çekip GİTMİŞKEN…

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat