Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 110

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 493.091 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1091
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir zamanlar altı güzel kızı olan bir kral varmış. Ama bu kral insanların kralı değilmiş. Ülkesi dalgaların altında balıkların değerli taşlar gibi parıldadığı bir ülkeymiş. Genç prenseslerin anneleri çoktan ölmüş ve onları büyükanneleri büyütmüş. İçlerinde en güzelleri, en küçük olanıymış. Saçları altın bukleler halinde omuzlarına dökülüyormuş. Kızlar büyükannelerinin anlattığı yeryüzüyle ilgili masalları çok seviyorlarmış. Bu masallarda "bacak" adlı iki şeyin üzerinde yürüyen garip insanlar varmış. Küçük denizkızı da bu anlatılanları görmek istiyormuş. "On beş yaşını beklemen gerekir" demiş büyükanneleri. "O zaman gidip görebilirsin..."
En büyük denizkızı yaşı geldiğinde yüzeye çıkmış ve gördüğü ilginç şeyleri kardeşlerine anlatmış. Yıllar geçmiş ve sonunda küçük denizkızının da yüzeye, insanların dünyasına çıkabileceği gün gelmiş. Şimdiye kadar hep merak ettiği dünyayı artık kendi gözleriyle görebilecekmiş. Yüzeye doğru yüzerken güneş batıyormuş. Yakınlarda bir gemi demir atmış. Küçük denizkızı yüzeye çıktığında güvertedeki yakışıklı prensi görmüş. Prens kendisini birisinin gözlediğini de, prensesin ondan gözlerini ayıramadığını da bilmiyormuş tabii. Birden hava kararmış, gemi çıkan fırtınayla sallanmaya başlamış. Çok geçmeden yelkenleri parçalanmış, direği kırılmış ve gemi sulara gömülmüş. Küçük denizkızı sularda çırpınan prensi son anda görüp kurtarmış. Onu kucaklayıp kıyıya götürmüş ve sahile bırakmış. Sabah olduğunda prens hala yattığı yerde uyuyor, denizkızı da başucunda onu bekliyormuş. Az sonra birkaç kız koşarak gelmiş. Prens gözlerini açmış ve kalkıp yürümüş. Küçük denizkızı oracıkta üzüntüsüyle baş başa kalmış.
Sponsorlu Bağlantılar
O günden sonra küçük denizkızı prensi görebilmek umuduyla birçok kez yüzeye çıkmış. Artık dayanamıyormuş. Su cadısına gidip akıl almaya karar vermiş. Cadı onu görünce bir kahkaha atmış: "Niçin geldiğini biliyorum deniz kızı" demiş. "İnsana dönüşüp karaya çıkmak istiyorsun. Böylece prensle daha yakın olacağını düşünüyorsun. Ama bunun bir bedeli var, biliyor musun?" "Bilmiyordum" demiş küçük denizkızı, "ama insan olabilmek için neyse öderim." "Sesini istiyorum" demiş cadı, "şu şarkılar söyleyen güzel sesini. Bana sesini verirsen ben de seni iki ayaklı güzel bir genç kıza çeviririm. Ama unutma, prens seni bütün kalbiyle sevmeli ve evlenmeli. Yoksa bir deniz köpüğüne dönüşüp sonsuza dek yok olursun." "Çabuk" demiş küçük denizkızı. "Ben kararımı çoktan verdim zaten." Bunun üzerine su cadısı küçük denizkızına içmesi için büyülü bir ilaç vermiş.


Küçük denizkızı prensin karşısına dikildiği an prens bu hiç konuşmayan kızdan çok hoşlanmış ve onsuz yapamayacağına karar vermiş. Küçük denizkızı da prensi her geçen gün daha çok sevmiş, ama prens ona bir türlü evlenme teklif etmiyormuş. Prensin annesi ve babası, kendine eş bulması için baskı yapıyorlarmış. Prens sonunda yakındaki bir ülkenin prensesiyle tanışmaya karar vermiş. Yanında küçük deniz kızını da götürmüş. Zavallı kız çok acı çekiyormuş. Prens komşu ülkeye gidip prensesle karşılaşınca aklı başından gitmiş ve hemen evlenmek istemiş. Düğünleri muhteşem olmuş. Her yer çiçek, ipek ve mücevherle kaplıymış. Mutlu çifti görmeye gelen herkes coşku içindeymiş. Yalnızca küçük deniz kızı sessizmiş. Gözyaşları sessizce süzülüyormuş yanaklarından.
O gece küçük denizkızı güvertede dikilmiş karanlık sulara bakıyormuş. Gün doğarken bir deniz köpüğü olup o sulara karışacakmış. Birden suların dibinden deniz kızının kardeşleri çıkmışlar. Saçları kısa kısa kesilmiş. "Saçlarımızı su cadısına verdik, karşılığında da bu bıçağı aldık. Eğer bu gece bu bıçağı prensin kalbine saplarsan büyü bozulacak." Küçük denizkızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş. Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış. Ama denize düşmemiş. Kendini havada uçarken bulmuş. Çevresinde altın renkli ışıklar dans ediyormuş. "Biz havanın kızlarıyız" demişler. "Artık bizimle mutlu olursun." Küçük denizkızı gökyüzüne doğru yükselirken aşağıya, prensin gemisine bakmış ve gülümsemiş

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1092
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Genç Kızın Hikayesi
Yeni ders yılı dönemi başlamış, genç kız okulun ilk günü heyecan içinde yola koyulmuştu. O’nun için okul, baskıcı ailenin özgürlüğünü kısıtlayamadığı, tüm sorunları unutturan bir kaçış yolu ve ayrı bir dünyaydı. Okul döneminde hafta sonu tatillerinin bile gelmesini istemezken, o koca sıkıcı yaz dönemine dayanmak ne kadar da zor gelmişti. En çok da en yakın arkadaşları Müjde ve Meltem’ i özlemişti. Önceki yıl ders seçimlerinin farklı olması nedeniyle Müjde ‘yle sınıfları ayrılmıştı. Yine de ders aralarında hemen birbirlerinin sınıflarına koşarlardı. Okul kapısına geldiğinde onlarca arkadaşı O‘nu kapıda bekliyordu. Hep sevilen ve aranan biriydi. Kapıda uzun uzun kucaklaştılar. Kalabalıkta tanımadığı bir erkek dikkatini çekti, Müjde hemen okula yeni gelen sınıf arkadaşıyla O’nu tanıştırdı. Çok hoş bir çocuktu. Birbirlerinin gözlerine bakakaldılar. Kızın pek hissetmediği duygulardı bunlar. Etrafın alayıyla kendilerine geldiler. Erkekler ‘oğlum sen bu kıza heveslenme, o kimseye bakmaz! ‘ diyerek çocuğu iyice utandırmışlardı. Daha sonraki günlerde çocuk bir dakika olsun kızın peşini bırakmıyor, çıkmaları için yalvarıyordu. Kız da ailesinin tavrından korktuğu için bu tür teklifleri hep reddetmişti. Sonunda hisleri, yakın arkadaşlarının ısrarları ve görüşmelerine yardımcı olacakları vaadleri ilk kez bir çıkma teklifini kabul ettirmişti. Küçük bir kaçamakla bir cafede buluşmuşlardı. Ardından hiç doyamadıkları uzun telefon sohbetleri… Ders araları birbirlerine koşmalar ve hiç vazgeçemedikleri okul bahçesindeki ağaç altı… Kızı bu ilişki heyecanlandırdığı kadar korkutuyordu da… Arkadaşlarının desteklediği oyunlarla dışarıya çıkmak için bahaneler yaratıyor ve erkek arkadaşıyla buluşuyordu.
Bir hafta sonu arkadaşlarından birinin yaş günü partisi yapılacaktı. Ne yaptıysa gitmek için izin alamamıştı. Arkadaşlarının çabaları da sonuçsuz kalmıştı. Müjde ve Meltem teselli etmeye çalıştılarsa da faydası yoktu. Yanlarından aksi bir tavırla uzaklaştı. Erkek arkadaşı ve diğer arkadaşları yaş gününde eğlenirken O yatağına uzanıp, acı bir şiir yazmıştı. Hafta başı okula geldiğinde erkek arkadaşı her zamanki gibi O’nu kapıda beklemiyordu. Sınıfına doğru gitti. Soğuk bir tavırla karşılanınca hüznü bir kat daha artmıştı. Tabi ki haklıydı çocuk, hiçbir erkek telefon konuşmalarıyla yetineceği bir ilişki istemezdi. Müjde ve Meltem’in davranışları da tuhaftı. Onlardan da aksi tavrı için özür diledi.1, 2 gün süren durgunluktan sonra erkek arkadaşıyla tekrar eskisi gibi olmuşlardı.
Sponsorlu Bağlantılar
O hafta sonu arkadaşlıklarının 3. ayı dolacaktı ve aynı gün yapılacak okul partisine denk geliyordu. Kız artık oraya gidebilmek için günlerce izin almak için uğraşmış ve sonunda amacına ulaşmıştı. En sevdiği kırmızı kıyafetini giymiş ve yola koyulmuştu. Partinin yapılacağı salona girdiğinde sırayla bütün arkadaşları koşarak O‘nu öpmüş ve geldiğine ne kadar sevindiklerini söylemişlerdi. Erkek arkadaşı hemen gelip elini tutmuş ve kız kendini pistte dans ederken bulmuştu. Hiç bitmeyecek güzellikte bir rüya gibiydi herşey. En sevdikleri Sezen şarkısı çalıyordu. İçinden ‘galiba bu aşk’ diye düşünürken gözleri Müjde’ ye takıldı oturduğu yerden onları seyre dalmıştı. O anda Meltem’ in Müjde’den farklı bir yerde oturduğunu farketti.O ana kadar hiçbir ortamda ayrılmamışlardı. Meltem’e tekrar baktı ve O’nun dolu dolu gözlerini gördü. Herkes kendisine acı bir ifadeyle bakıyordu. Neden? Ne olmuştu? Erkek arkadaşının yüzüne baktı ve anlık bir önseziyle, ‘O günkü yaş günü partisinde ne oldu!’ dedi. Çocuğun yüzü bembeyaz kesildi ve ‘ Hiç!’ dedi. Evet bir şey olmuştu, dansı bıraktı, kollarını iki yana indirdi, duymaya korkuyordu ama ısrarla ‘ söyle!’ dedi . ‘Hiçbir anlamı yoktu ben seni seviyorum.’ diye cevap vermişti çocuk ‘kim söyle’ diye bağırdı kız.
‘ Müjde!’
Gerisini duymamıştı, duyamamıştı… Kulaklarında sadece ‘Müjde ‘ yankılanıyordu. O an hiç bitmeyecek güzellikte olduğunu düşündüğü rüya işte bir kabusa dönüşmüştü. Dışarıya doğru koşmaya başlamıştı, sadece koşuyor yoluna çıkan ağaç dallarını, çiçekleri elleriyle savuruyordu. Yine o hiç değişmeyen soru beynine yerleşmişti. Neden? Durdu ve bir banka oturdu. O anda kolunda bir acı hissetti, baktığında 3 tane derin yara izini gördü. Savurduğu güller kolunu yaralamıştı. Kanı kırmızı kıyafetine karışmıştı. 3. aya 3 yara izi, ne kadar da anlamlıydı!? Kalbi acımak buymuş demek ,içi acımak… Yanına gelen Meltem ağlayarak yaş gününde Müjde’yle kızın erkek arkadaşının uzun süre dans edip daha sonra uzun süre bir odaya kapandıklarını anlatıyordu. Çocuğun daha sonra birlikte olduklarını itiraf ettiğini, pişman olduğunu ve kıza olanları kendisinin anlatması için Meltem’e yalvardığını anlatmıştı. Ama ne O, ne de Meltem bunu nasıl söyleyeceklerini bilememişlerdi .Meltem ‘Affet beni söyleyemedim! ’dedi.Tüm arkadaşları uzak bir köşede onları izliyordu. Çocuk ve Müjde yaklaştı. Konuşmaya başladıkları anda kızın kolundaki derin yaraları fark ettiler. Kız, koluna panikle uzanan çocuğun elini iterek gözyaşları içinde ‘Umarım bu üç çizgi hayatım boyunca geçmez ve her baktığımda bir daha hiç kimseye güvenmemem gerektiğini hatırlarım’. Müjde’ya döndü ve ‘tabi ki bu dost kazığını da’ dedi ve Meltem‘le birlikte oradan ayrıldılar. O gün o yaranın bir işaret olduğuna inanmıştı .
Sonraki günler çok daha zor geçmişti. Kızın hayatında en çok değer verdiği iki insanı sonsuza dek silmesi hiç de kolay olmamıştı.Çocuk her akşam evinin önünden geçiyor, balkonuna güller atıyor, durmaksızın arıyor, kızın ders aralarında defterlerinin arasına sevgi ve pişmanlık dolu mektuplar bırakıyordu. Ama artık hiçbirşeyin anlamı kalmamıştı. Kız o dans ettikleri şarkılarını defalarca dinleyip her defasında kendisine unutmaya söz vermişti.Ve bitti! ...
Yıllar sonra bir dost kazığı daha yedi kız. Bir acı darbe daha. Dostuyla paylaştıkları her şeyin koca bir yalan olduğunu anlamıştı. Yine aynı kalp acısı. Kolunu anımsamıştı, 3 çizgiden biri hafifçe kaybolmuş diğer ikisi ise hala belirgindi.’Evet’ dedi, ‘bu da ikincisi.’
Kız bu yaşadıklarından dolayı insanlara küsmedi. Dostluğun ve güvenin değerini daha çok anladı. Belki bir sepet elma almıştı ve ikisi çürük çıkmıştı.Ama hala diğerleri sağlamdı. Üzüldüğünde,sıkıntılarında hep yanındaydılar gerçek dostları. İnsanlara güvenmekten,onları sevmekten hiç vazgeçmedi. Ama hala kolunda 3. bir iz olduğunu da unutmadı!

Ve hala o şarkıyı duyduğunda gözyaşlarını tutamaz!

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1093
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
EVLİLİK AĞACI

Yeni evli bir çift vardı.
Evliliklerinin daha ilk aylarında,
bu işin hiç de hayal ettikleri gibi
olmadığını anlayıvermişlerdi.
hikaye10072 kalp2
Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.
Son zamanlarda o kadar sık olmasa da,
evlenmeden önce sık sık birbirlerini
çok sevdiklerine dair ne kadar da
dil dökmüşlerdi.
hikaye10072 kalp1
Ama şimdilerde, küçük bir söz,
ufak bir hadise aralarında orta çaplı
bir kavganın çıkasına yetiyordu.
hikaye10072 kalp2
Bir akşam oturup ilişkilerini
gözden geçirmeye karar verdiler.
Her ikisi de, boşanmayı
istememekle beraber, işlerin böyle
gitmeyeceğinin farkındaydılar.
hikaye10072 kalp1
Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi.
"Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer
bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım.
Kurumaz da büyürse bunu bir daha
aklımızdan geçirmeyelim.
Bu süre içinde de
ayrı ayrı odalarda kalalım."
hikaye10072 kalp2
Bu ilginç fikir
hanımının da hoşuna gitti.
Ertesi gün gidip
bir meyve fidanı aldılar ve
birlikte bahçeye diktiler.
Aradan bir ay geçti.
Bir gece bahçede karşılatılar.
Her ikisinin de elinde
içi su dolu birer bidon vardı.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1094
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Görmek


Adamın biri , ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa :

- Buraların yabancısıyım , demiş . Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum , çok yakın olduğunu söylediler .

Çocuk , arabanın penceresini iyice açtıktan sonra :

- Ben de buraya ilk defa geliyorum , demiş . Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde .

Adam , çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez .

Çocuk :

- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz ? diye gülümsemiş . Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten .

- İyi ama , demiş adam , bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum ?

- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez , diye atılmış çocuk . Üstelik , manolyalar da katılıyor onlara . Hem biraz derin nefes alırsanız , fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız .

Adam , gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra , cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken farketmiş çocuğun kör olduğunu . Çocuk ise , konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış , adamın kendisini farkettiğini .

Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken :

- 3 yıl önce bir kaza geçirmiştim , demiş , görmeyi o kadar çok özledim ki . Sizinkiler sağlam öyle değil mi ?

Adam , çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken :

- Artık emin değilim , demiş . Emin olduğum tek şey , benden iyi gördüğündür ...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1095
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Kac DamLa Gözyasi
Gece boyunca yatagimda döndüm durdum.Bir türlü uyuyamadim.Ben de pencerenin önünde durup yildizlari izlemeye basladim.Her zaman ki gibi çok güzellerdi.
Camin üstüne yagmur damlalari çiselemeye basladi.Birden sokak lambasinin altinda duran o adami fark ettim.Sanki az önce orada yoktu ve çiseleyen yagmur damlalariyla yeryüzüne inmis gibi yorgun bir hali vardi.
Sokak lambasinin aydinliginda yüzünü rahatça görebiliyordum. Suratinda derin çizgiler vardi.Ara sira gözlerini kapatip derin düsüncelere daliyor ve gülümsüyordu.Gözlerinin maviligini çok iyi seçebiliyordum.Saçlarindaki beyazlarin her biri de ayri bir hikaye anlatiyordu sanki.Bunlara ragmen çok yakisikli görünüyordu.
Yalniz oldugu her halinden anlasiliyordu.Ara sira sokak lambasiyla konusuyor,basini yukari kaldirip tekrar bir seyler mirildaniyordu.
Havanin sogumaya basladigi belliydi.Kahverengi,yirtik paltosuna SIKI SIKI sarildi.Iç cebinden bir sigara paketi çikartti.Içindeki son sigarayi aldi ve paketi burusturup firlatti.Diger cebine elini soktu,bir kibrit çikartti,sadece bir kibrit.Belli ki yakacak bir seyi de yoktu.Önce kibriti firlatti.Sonra sigarayi eline aldi ve bu sefer ona bir seyler mirildandi.Sonra da onu gözlerini kapatarak,büyük bir nefretle ikiye büktükten sonra yere atti ve ayagi ile ezdi.Ve tekrar yirtik paltosuna siki siki sarildi.
Sürekli bir seyler hatirlamak istercesine gözlerini kapatip kendi kendine konusuyordu.Henüz fark ettim;agliyordu.Ellerini yüzüne götürdü,bir müddet öyle kaldi.Sonra gözlerini paltosunun koluna sildi.Derin bir iç çekti.
Anilarin içinde uzun bir yolculuga çikmis gibiydi.Gözlerini her kirptiginda,soguktan kizarmis yanaklarindan bir damla yas daha süzülüyordu.
Gözlerini bir defa daha sildikten sonra çevreye uzun uzun göz gezdirdi ve beni gördü.Gözlerindeki yaslara ragmen gülümsedi.Gözlerime bakiyordu.Bir süre birbirimize bakakaldik.
O anda fark ettim ki gözler sözlerden daha çok sey anlatiyorlardi. Yalniz adamin düsündüklerini sanki ben de düsünebiliyor, anlayabiliyordum.
Gözlerini SIKI SIKI yumdu.Yaslar akmadi bu sefer mavi gözlerinden. Hiç konusmadi,iç çekmedi.Sonra yüzünü kaplayan bir gülümseme olustu o güzel dudaklarinda.Açti gözlerini,tekrar uzun uzun gözlerime bakti.
Alamiyordum gözlerimi o mavi gözlerden.Yüzündeki çizgiler kaybolmus,sanki on yas daha gençlesmis gibiydi.
Basini yere egdi.Basini kaldirdiginda ise tekrar agliyordu.Sokak lambasina dönüp bir seyler söyledi.Kaldirimdan indi.Tekrar bana bakti.
Agzindan çikan sözcükleri anlayabiliyordum.’Beni fark ettigin için tesekkür ederim.’dedi ve karanlik sokaklara dogru yürümeye basladi.
O an da fark ettim ki;ben de agliyordum.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1096
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Gözbebeğim



Karanlığın soğuk ve dilsiz duvarlarına senin mutluluklarının figürlerini çiziyorum..Islak kaldırımları gülen gözlerindeki ışıkla aşındırıyorum..Güneşe kapalı tüm bedenimin sevgi perdelerini araladım gül yüzüne..Yitirdiğim güneşi senin yüzünde buldum.Susamıştım sevgiye...Kana kana içtim sevgini..Nefesim daralırken senin Mutluluklarında huzur buluyorum...Azgın dalgaların hırçınlığında senin huzurlu kalbine sığınıyorum..Kuruyan kalbimin çorak çöllerine gözbebeklerinden süzülen nazenin gözyaşlarını bıraktım.Umutlarını tohum, sevgini güneş bilip dünyanın en güzel çiçeğini ektim kalbimin çorak topraklarına...İçimde acaba kurur mu diye bir şüphe yok .Eğer seninle aynı sevgiyi paylaşıyorsak ve ayrı kentlerin aynı sabahında aynı sevdaya uyanıyorsak ve iki ayrı bedende tek kalp olup seviyorsak birbirimizi bu çiçek her zaman büyüyecek.Sevgimizle ve yarınlarımızdaki umutlarımızla mutluluklarda yeşerecek..

Gözbebeğim..Yalnızlığın içinde yetim çocuk misali dolaşırken senin kalbinde buldum tüm benliğimi...Sevginin ve mutlulukların en güzelini Senin cennet misali kalbinde buldum.
Yıldız yıldız gözbebeklerinden aydınlığa düşmek isterim..İlmik ilmik sevgiyi dokumak isterim kalbinin hücrelerine..Damla damla olup yağmurun sevgiyle buluştuğu bulutlarda senin tenine hediye edilmek isterim..

Seni severken ürkek bir ceylan gibi yüreğim... Sevda durağındaki son beklediğimsin..Sen kalbimin en güzel meleğisin ve hayatımın en güzel bebeğisin...Seni canımdan öte sevdiğim gözbebeğimsin...Geceden sabaha bıkmadan usanmadan mutsuzluk çöllerine umut taşıyan rüzgarın esintisindeyim..Esen bir rüzgar olup dağıtayım saclarını..Bırak çöz saclarını ..Darmadağın olmuş saclarını yine ben toplayayım...Cennetin en güzel gülü olup yanaklarına hediye edileyim...Bir kelebek olup son nefesimi senin kalbinde vereyim....Kurumuş sarı yaprak olup senin ilkbaharındaki sevgilerinle yeniden yeşereyim....

Şehrin tüm yanan ışıklarında senin izini sürüyorum.Bohçamdaki son ekmeği senin için bölüyorum..Seni sevmek bu dünyanın kötülerinin içinde güzellikleri ve senin sevgini bulup seni yasabilmektir...Ve seni sende sevmek gözbebeğim; her şeyinle kabullenip iki ayrı bedende tek kalp olup aynı sevdayı nefes bilmektir...Ben senin kalbindeyim..Yalnızlığın tüm zincirlerini kırıyorum sevdanla.Esen her rüzgara karışıp saclarını dağıtıyorum...Gece olup karanlık çökünce odana, yıldız olup aydınlığına misafir oluyorum...Nasırlanmış ellerimle mavilere seni yazıyorum yine...

Kelimelere sığmamalı sana olan sevdamın bir damlası...Ne güzel olurdu geçmişimdeki acılarımın gözyaşlarını silip senin dizlerinde bir bebek misali ağlamak..Gözbebeklerinde bilirim yüreğinin nazeninliğini , can bilirim her içine çektiğin nefesini...Mürekkebi sevgiyle koyulaşan ve gül yüzüne satır satır yazılan ömür sevdasının mutluluk kokan dizeleridir sana olsan yangınlarım...

Göçmen kuşlara sordum tüm iyiliklerini...Kalbime adadım tüm sevgilerini..Karanlık gecelerime parlak yıldız bildim gözlerini...Yudum yudum içtim mutluluk denizindeki gülüşlerini...Sevdanı ekmek , mutluluklarını katığım bilip seninle olan uzun yolculuğumdaki bohçama koydum...Her sevdaya uzanan satırda senin gözlerini buldum.. Geçmişimdeki acılarıma sevdanla unutup sana koşuyorum yüreğimin çıplak ayaklarıyla..Gözlerimdeki yasama sevinçlerini yüreğine ekleyip Cennetin mutluluklarında seni bulabilmek için koşuyorum

Kanatlanıp uçsam bir kere , kanatlarımda senden öğrendiğim tüm sevgilerini mutsuz insanlara taşıyacağım...Şair olup kalemimle yerle gök arasına sevdamı satır satır yazacağım..Bir tomurcuk olup baharlarda açsam ; her tomurcuğunda seni anlatacağım sevdaya hasret gönüllere ...

Seni seviyorum gözbebeğim...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1097
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Acılara Ben Kefilim

Gözlerinin hasretinde yüregim bosluklarda sesini arıyor...Yankılansa sesin odama ve gözlerin geceme yıldız misali düşse yeter bana..Baska bir sey istemiyorum....Bir tek gülüsün tüm acılarıma iyi gelecek kadar güzel..Ve seninle yasayacagımız güzel günler tüm hayatıma bedel..Bos duvarlara ismini söylüyorum ve seni yıldızlara soruyorum acaba neler yaptı diye...Vurulmusum sana ,gözlerine yanıyorum bir alev topu giibi..Hasretin sanki volkan gibi kösebaslarinda patlıyor..Sensiz düsüncelere dalsam her fikrim kör kursunlara ispat ediyor...Gözlerinden mahrum gecelerim katrana boyanıyor ...Ucurtmalarimi senden haber alır mi diye omuzlarımdan kaldırdım..Yüregimi göcmen kuslarla sana yolladim..Bos gelmeyeceklerdi biliyorum...Yüregini ve gözlerini bırakacaklardı avuclarıma...

Acıların yarınlarda müjde kokan ciceklerdi..Düsünsene karların altındaki citlenbikleri...Aylarca toprakla kar arasında kalırlar..Ama içlerinde hicbir zaman umutsuzluguna yenilmezler.Yaprakları hazani andırsa da icindeki umutlarını sererler dudaklarına..Bahar oldu mu nazlı bir gelin gibi günesin koynuna girerler.. Tüm umutlarını günesle sevda kokan yüreklere sererler...Aynı o misal sende hicbirseye yenilmeyeceksin..Yarınlarını bahar addedip icindeki sevgi yapraklarını yüregime sunacaksin..Her yapragıda ölümüne sevdanin naif durusunu, yalnızlıga karsi dik baslılıgını ve acılara karsı metanetini görecegim..Gördükce sımsıkı saracagım seni..Bırakmayacagim seni acıların kollarına ...Bu kadar kolay pes etmeyecektik fani yaralarımıza...İyilesmesi yılları sürecek acılarına ben her gün nefesimle merhem olacagim..Yavas yavas iyileseceksin...her güneste sana umutları bırakacagim ve gözlerin dünden daha iyi parlıyorsa o zaman daha cok saracagim iyilesmen icin...Tüm acılarina ben kefilim..Yeter ki sen mutluluklara gülümse.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1098
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
aşk Nöbeti
Heybeliada'daki Deniz Okulu'ndan mezun olan İsmail Türe, kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler.
İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü. Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini öğretecek, Çanakkale'den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için önceden bildirecek
ve böylelikle haberleşeceklerdir!..
Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür:
"Seni seviyorum"... Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe'ye bakarlarken, genç aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir...
Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur. Arkadaşları "Evlen şu kızla da, buralardan her geçişimizde selamlaşmayı bırak artık" diye takılırlar İsmail Türe'ye.
Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile, Çanakkale Boğazı'ndan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan yakışıklı denizci gözünü bir an olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.
Yine bir gün, yirmiyedi yaşındaki Üsteğmen, Çanakkale'den geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan telefonla haber verir nişanlısına. Ege Denizi'nden Boğaz'a giriş yapacaklarını ve en öndeki denizaltının kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi,o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da, arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de...
Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir ... Genç kız pencereyi açar ve gecenin karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür. "Seni Seviyorum..." Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
"Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi..."
Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını düşünerek,karşılık verilmesini emreder.
Yanındakilerin "Ne diyelim komutanım?" diye sorması üzerine de şunları söyler: "ebediyete kadar..."
O gece, Üsteğmen İsmail Türe'nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale Boğazı'na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu kıyılarına gelmeden, Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı "Naboland" adlı gemi tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu sesler
çıkararak, Çanakkale'nin karanlık sularında kaybolmuştur.
Her şey bir kaç dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar'a çarpan geminin yanından habersizce geçerek, Gelibolu'ya ulaşan ilk denizaltı olur.
Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır "Ebediyete kadar" sürecek olan uykusuna!..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1099
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk Bu Olsa Gerek
Saat 8:30'da, seksenlerinde, yaşlı bir adam başparmağındaki dikişleri aldırmak üzere poliklinikten içeri girdi. Çok acelesi olduğunu söyledi, çünkü saat tam 9:00'da bir randevusu varmış.

Tedavisinin bitmesi ve onun söylediği yere ulaşması en azından bir saat sürerdi. Yaranın pansumanı sırasında konuşmaya başladık. Bu denli acelesi olduğuna göre önemli birisiyle mi randevusu olduğunu sordum.

Bana bakımevine gidip eşiyle kahvaltı etmek için acelesi olduğunu söyledi. O zaman eşinin sağlığının nasıl olduğunu sordum.

Eşinin orada uzun bir süredir kaldığını ve Alzheimer hastalığının bir kurbanı olduğunu anlattı.

Geç kalmış olmasından dolayı "Acaba eşiniz
endişe duyar mı?" diye sordum.

Bana beş yıldan bu yana onun kim olduğunu bile bilmediğini ve kendisini tanımadığını söyledi.

Şaşırmıştım, "Sizi tanımadığı halde yine de her sabah onu görmeye mi gidiyorsunuz?" diye sordum.

Elimi okşayarak gülümsedi.

"O beni tanımıyor ama ben hâlâ onun kim olduğunu biliyorum" dedi.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #1100
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Aylar Sonra Bugün Aylar sonra bugün yine tıpkı beni bıraktığın günkü gibi aynı şarkıyı koyup teybe bir sigara yaktım.Bu kez yağmur yağıyordu dışarıda ve ben yine camın kenarında aylar sonra bugün beni bırakıp gittiğin günkü acıyı duyumsadım içimde.Yağmur vardı dışarıda bu kez açık bıraktım pencereyi,bıraktım damlalar dilediğince ıslatsın beni ve kalemimden aylar sonra bugün yine senin için dökülen sözcükleri...Sigaramdan derin bir nefes çektim içime sen burada olsaydın kızardın bana 'içme şu zıkkımı' derdin.Dışarının soğuğu buğulandırırdı arabanın camlarını.Ben kucağına uzanırdım,sen saçlarımı okşardın.Bak aylar geçti bebeğim hani o hiç ayrılmayacağımız günler vardı ya işte onlar hiç gelmedi!Günlerce,gecelerce bekledim,ne yağmurlar ne baharlar eskitip bekledim ama gelmedi!Aylar sonra bugün yine senin için bu satırları yazarken güneş açıverdi kapkaranlık gökyüzüne.O bizim aşkımızın üzerine hiç doğmayan güneş aylar sonra bugün yağmurların ortasına doğuverdi işte.Birazdan gökkuşağı da çıkar belki o benim sensizliğimin karanlığını aylardır aydınlatamayan gökkuşağı bu yağmurlu kış gününün karanlığını aydınlatabilir belki.Neden beni bırakıp gitmiştin sanki?Oysa daha söyleyecek öyle çok şeyim vardı ki sana içimdeki sonsuz aşkıma dair...

Hiç görmedin senin için akan göz yaşlarımı,hiç bilmedin seni düşünürken nasıl dalıp gittiğimi!Hiç hissetmedin çöl ortasında vadiyi özler gibi seni özlediğimi.Unutmaya çalıştım unutmadı

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar