Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 115

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 494.874 Cevap: 1.997
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
11 Temmuz 2006       Mesaj #1141
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Fakat Yaşıyoruz
Deniz kenarında doğup büyüyen bir çocuk olarak nasıl olur da insanların ılık bir yaz gününün sakin denizinde boğulduklarına şaşırırdım. Denizin üzerinde yardım gelinceye dek hareket etmeden yatmak varken nasıl bir panik onları denizin dibine batmaya zorluyor bunu bir türlü anlayamazdım. Kısacası boğulma bana komik ve yersiz bir ölüm biçimi gibi geliyordu.Birgün boğulmanın hiç de düşündüğüm gibi olmadığını anladım. Tüm insanlar boğulabilir. Benim gibi iyi yüzücü olarak tanınan, yıllarca okyanusla bir oyuncak gibi oynayan birisi bile o tehlike ile karşılaşabilir.
Sponsorlu Bağlantılar
O gün saat 4:34’te saatim durmuştu. Ben de sırf o acı deneyimi unutmamak için saatimi tamir ettirmedim.Don Horan, Jesse Paley ve ben o sabah planlanan bir film için Kaliforniya’ya uçmuştuk. Onlara San Mateo’daki evimin önünde uzanan doğal plajları göstermek istedim. Film için de şahane bir manzara oluşturan kıyıya geldiğimiz zaman hepimizin neşesi yerindeydi. Kıyıda hiç kimse yoktu. Pembeye çalan altın renkli kumların parıltısı gözümüzü alıyordu. Kıyının hemen yanındaki bir grup siyah, yüksek ve sivri kaya manzaraya garip bir vahşilik katıyordu.Dalgaların bu kayalarda kırılıp köpük köpük yükselmeleri görülecek birşeydi. Eğer bu güzel manzaraya kendimi kaptırıp dalmasaydım denizin yakında yükseleceğini gösteren belirtiler gözümden kaçmazdı.Arabamızı manzarası hoşumuza giden üstü düz, parlak bir kayanın yanına park ettik. Kayanın yarısı denizde yarısı ise kumların üzerindeydi. Acaba arkasında ne vardı.
Birbirimizle şakalaşarak ayakkabılarımızı çıkardık ve kayaya tutuna tutuna deniz tarafına doğru inmeye başladık. Şık elbiselerimiz içinde çıplak ayakla kaya üzerinde yürümeye çalışmak bizi çok eğlendiriyordu. Birbirimizin haline bakıp bakıp gülüyorduk. Birden en önde yürüyen Jesse’in ıslak bir yere basmakta olduğunu fark ettim. Tam Jesse’ye orasının tehlikeli olduğunu söyle mek için öne doğru eğilmiştim ki, inanılmaz derecede güçlü bir dalga beni yakaladı ve havada tepetaklak olduğumu fark ettim. Birkaç saniye içinde defalarca döndüm, birkaç kez suya girip çıktım ve neye uğradığımı anlamadan kendimi hızla denizin dibine inmiş buldum. Burnumdan ve ağzımdan giren tuzlu sular boğazımı doldurmuştu. Sanki ayaklarıma ağır taş asılmış gibi kımıldayamıyordum. Birkaç kez yükselmeye çabaladıktan sonra başımın yüzeye vardığını sevinçle fark ettim, hatta bir an için soluk bile aldım. Sonra yine o azgın girdaba kapılıp tüm çabalarıma karşın suların içine gömüldüm. Oradan oraya vurulmaktan sersemlemiştim. Yüzmek için kollarımı oynatmaya çalışıyor, fakat birden kendimi yine denizin dibinde buluyordum.
Sonunda çabalamaktan vazgeçip dalgaların beni kıyıya atmasını bekleyip hareketsiz kalmayı denedim.Kısa bir süre sonra da zorlukla kendimi yükselen kocaman bir dalganın üzerine atabildim. Çevreme baktığım zaman dalganın doğrudan doğruya beni kayaya doğru hızla yaklaştırdığını fark ettim.Şansım yardım etmiş olacak ki, kayanın pek sivri olmayan bir yerine şiddetle çarptım. Don, ellerini bana uzatıp beni çekmek istedi, “Bırak” diye haykırdım “Sen de düşersin.”Ellerimle kayada tutunacak yer aramaya çalışıyordum fakat birden tekrar denize sürüklendiğimi hissettim.Bir iki kez daha kayaya çarptım ve kendimi toparladığım zaman Don’ı göremedim.Ondan sonra tekrar dönüp dönüp suya batıp çıkmaya ve çılgın okyanusla bir soluk alabilmek için mücadele etmeye başladım. O zaman ne denli ümitsiz bir tuzağa düştüğümü iyice anladım. Çabalarım yararlı olmuyor, yalnızca gittikçe beni güçten düşürüyorlardı. O anda eşim Bill ve oğlum gözümün önüne geldi. Onları ne denli çok sevdiğimi bir kez daha anladım. Artık eşimle buluşmak üzere saat altıda trene yetişemeyecektim. Yenilmiştim. Kendimi sulara bıraktım. Denizden “Seni yakaladım” diye bir ses duyar gibi olup kendimden geçtim.Sonra kendimi kumların üzerinde yatarken buldum. Kalkmak istedim fakat başımı kımıldatacak gücüm bile kalmamıştı. Gözlerimin önünde insana benzer kimi karaltılar görüyor fakat kim olduklarını çıkaramıyordum. Kocaman bir dalga beni kayaya çarpmak üzereyken Don bir hamle yapıp elimi yakalamış ve beni bin bir güçlükle kıyıya çekmiş.Beni zorla ayağa kaldırdılar. Kayaların arkasına kuru kumların üzerine yatırdılar. Uzun bir süre orada güvende olmanın verdiği huzurla hareketsiz yattım.Birkaç saat sonra yine eskisi gibi arkadaşlarımla gülüp konuşuyordum.
Eğer bu mucize olmasaydı tekrar yaşama dönemeyecektim. Neler kaybettiğimizi sıralamaya başladık. Benim el çantam, fularım, Don’ın cüzdanı. Birden gerçek ortaya çıkıverdi. Kayıplarımız vardı ama en önemli şeyi kaybetmemiştik. Yaşıyorduk.Sonradan orada yaşayanlar bana, benim yakalandığım girdaba yakalananların hiçbir zaman -öldükten sonra bile- kıyıya ulaşamadıklarını anlattılar. Don da benim gibi suya düşmüş fakat iki kez kayalara çarptıktan sonra fazla uzaklaşmadan kayaya tırmanabilmiş. İçimizde en şanslısı Jesse idi. O yalnızca dalgalarla ıslanmış, ne okyanusun dibine gitmiş, ne de kayalara çarpmıştı. Bu olaydan sonra günlerce uyuyamadım. Vücudum yara bere içindeydi. Şiddetli bir baş ağrısı çekiyordum. Kafam o olayla doluydu. Haftalarca rüyamda o anı yaşadım.Şimdi rahatım. Her şey geçti. Yine eskisi gibi yaşıyor, geziyor ve yüzüyordum. Fakat dikkatsiz bir an yüzünden tüm bunları kaybedecek duruma geldiğim hiç aklımdan çıkmıyor. Bu acı deneyim bana yaşamın güzelliklerini yeniden bambaşka bir zevkle tattırdığı gibi doğa güçlerini küçümsememeyi de öğretti.


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Temmuz 2006       Mesaj #1142
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YaraLı Bir Yürek
Havana’da Ernest Hemingway’in 7 yıl yaşadığı otel odasını gezmiştim yıllar önce…

Sponsorlu Bağlantılar
Hotel Ambos Mundos…

511 numaralı oda…

Hemingway, pencereleri körfezin girişine bakan bu küçük odada 1932-1939 yılları arasında yaşamış ve ünlü romanı “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” u orada yazmış.

Şimdi müze olan evin salonunda oltaları ve eşyaları duruyor.

Camekanlı bir bölmede, Londra’daki yayınevinden gelmiş bir mektup var:

“Çanlar” ın 45 bin sattığını müjdeliyor.

Odayı, aklımda hep aynı soruyla gezdim:

Devrim öncesi gerillalara para yardımı yapan, devrimde Castro’yla omuz omuza yürüyen adam, ne olmuştu da devrimden hemen sonra, 1960’ta Küba’yı terk etmiş, İspanya’ya, yalnızlığına dönmüştü acaba..?



Aradığım cevabı Adem Eyüp Yılmaz’ın “Edebiyat ve İntihar” (Selis, 2003) kitabında buldum.

Hemingway, 1954 yılında, Kübalı yaşlı bir balıkçıyı anlattığı “Yaşlı Adam ve Deniz” adlı romanıyla Nobel edebiyat ödülünü almış ve törende yaptığı konuşmada şöyle demişti:

“En iyisini yazmak, yalnız bir hayatı gerektirir. Yazar için yapılan organizasyonlar, yazarın yalnızlığını hafifletir. Bunun, yazarı geliştireceğinden şüpheliyim. Yalnızlığını dağıttığı sürece popülaritesi artar, ama o oranda da işleri kötüye gider”.

Birkaç cümle daha… ve sonuç:

“Sanırım bir yazar için çok uzun konuştum. Bir yazar, söylemesi gerekeni konuşmamalı, yazmalıdır. Teşekkürler”.



Yalnızlık, onun yazılarının mürekkebiydi.

Bir de av…

Şeker hastasıyken depresyona girip intihar eden babası gibi, ava meraklıydı Hemingway...

Bir mektubunda avcılıktan söz ederken, “Temiz (acı çektirmeden) öldürme sorumluluğumuz var” diye yazmıştı:

“Ama eğer bir hayvanı yaralamışsak, o zaman da onu sonuna kadar izleme sorumluluğumuz var”.

Belki de kendisinden söz ediyordu.

Yaralı hissediyordu kendini… Ve yarasını gösterişli organizasyonlarla sarmak yerine, yalnızlığıyla hepten kanatıyordu.

Bu sayede yazıyordu.

“Paris Bir Şenliktir” de şöyle yazmıştı:

“Sonbaharda hüzünlü olmayı ummuştun sen… Her yıl yapraklar ağaçlardan düştüğünde ve dalları rüzgar ve soğuktan çıplak kaldığında bazılarınız ölürsünüz. Ama sen, baharın her zaman geri geleceğini, ırmağın donduktan sonra tekrar akacağını bildiğin gibi bilirsin ki; soğuk yağmurların sürmesi ve baharı öldürmesi, genç bir insanın sebepsiz ölmesi gibidir”.



Nobel’i aldığı yıl, Afrika’da safari yaptığı uçak düştüğünde yaralanmıştı. Artık 60 yaşında ve 100 kiloydu. Karaciğeri, o kadar içkiyi kaldıramıyordu.

Son romanı “Cennet Bahçesi” ni tamamlayamayacağını hissetti.

Yazmadan yaşamak, yaralıyordu onu...

Ve o, yaralı bir bedeni huzura kavuşturmak için, sonuna dek izlemek gerektiğine inanıyordu.

1961 yılında şu satırları yazdı:

“Uzun bir hayat, insanın iyimserliğini yok eder. En iyisi, vücudu eskitip yaşlandırmadan, hayaller yıkılmadan, gençliğin mutluluğu içinde ölmek, bir ışık seli içinde gitmektir”.

O yaz, dağ evinin meşe lambrili salonunda, güvercin avlamak için kullandığı av tüfeğinin tetiğini kapının tokmağına bağladı.

Ve kapıyı kapattı.

Avladığı son güvercin, kendi yaralı bedeni olmuştu.


Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
11 Temmuz 2006       Mesaj #1143
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Annesiz Bir Güne Uyanmak

Gece çökünce, uzun beyaz florasanlar ile aydınlatılan koridorlarda, üzerlerine ilaç kokuları sinmiş hasta yakınları, korku, umut ve endişeyle beraber, geceyi sırtlayıp sabaha taşırlardı.

Hastanenin ikinci katında bulunan yoğun-bakım odasındaki sessizlik, karanlığı bile kıskandırmaya yeterdi. Azrail`in sık sık uğradığı bu yerde, umut zincirlerine sarılmış yaşamlar; insanca bir çaba ile sürdürülürdü. Belki anneme bir faydası olur düşüncesiyle, görevlilerin izin verdiği kadar bu odanın önünde beklerdim. Beni terk etmesine izin vermediğim umudumla...

Salı gününü çarşamba gününe bağlayan gece de, yoğun-bakım odasındaki hareketlilik gözüme çarptı. Ses avına çıkmış kulaklarımla, tüm olup biteni anlayabilmek için yaklaştığımda, görevlilerin her zaman yaptıkları gibi yaşam savaşını kaybeden birini, sarıp sarmalayıp, zemin katta bulunan morg odasına götürmek üzere çabaladıklarını gördüm. Ölen kişinin annem olabileceği korkusu, yüreğime oturdu. Üzerine bastığım mermer zemin sanki ayaklarımın altından çekildi, dengem bozuldu ve vücudumun her yeri titremeye başladı. Kendimi biraz olsun toparladıktan sonra görevlilere ; ''bu kez kim?'' diye soracakken, birgün önce hastanenin kantininde çay içip, sohbet ettiğimiz hemşirenin dost elini sırtımda hissettim. —Yaşlı amca!'' dedi. —Bir haftalık yaşam mücadelesi sona erdi. Dayanılmaz acılar çekiyordu. Ölüm belki de kurtuluşu oldu.''

Hemşirenin söyledikleri beni rahatlatmıştı ama her gün birilerinin ölmesi, sıranın anneme de gelebileceği korkusunu üzerimden atmama yetmemişti. Yine de tüm olumsuz düşünceleri beynimin duvarlarından kazımak üzere, hemşireye teşekkür edip yanından ayrıldım.

Hastanenin karşısında bulunan cami minaresinden yükselen ezan sesi; insanları sabah namazına davet ederken, İstanbul sisli bir sonbahar sabahına uyanıyordu.

Sigara içmek için kantine geldiğimde, kardeşlerimin ve babamın ayrı ayrı masalarda oturduklarını, sildikçe yenileri gelen gözyaşlarını, nafile çabalarla birbirlerinden sakladıklarını gördüm. Beni fark ettiklerinde, sorgulayan gözleri suratımdaydı.

İnandırıcılıktan uzak sözcükleri bile bulmamın günbegün zorlaştığı, kimin, kimi kandırdığının bilinmediği, insanca oynanan bir oyunun kim bilir kaçıncı sahnesindeydim. Benimle beraber umut biriktiren bu insanların, morallerini yüksek tutma zorundalığım, beni yalan üreten bir makineye çevirmişti.

Daha fazla beklemeden aklıma gelen yalanları sıralamaya başladım. ''Yoğun bakım odasında bulunan yaşlı amcayı hatırladınız mı? Hani annemin solunda bulunan. İşte o amca iyileşmiş. Ölüm riskini atlatmış olacak ki, yukarı katta bir odaya aldılar. İnşallah annem de iyileşecek! Hep beraber evimize gideceğiz!''

Söylediklerimi onaylarcasına başlarını sallayıp, hep bir ağızdan ''inşallah!'' dediler. Beraber, yoğun-bakım odasının sorumlu doktorunun, hasta yakınlarını bilgilendirmek amacıyla, saat 10.30`da yapacağı görüşmeyi beklemeye koyulduk.

Saati görebileceğim bir masa bulup oturdum. Ismarladığım demli çayımı içerken, bir de sigara yaktım. Zaman genişliyordu, genişledikçe yüreğimden gelen kabul edilmez öfke ve direniş giderek artıyordu. Henüz hayatının baharında olan annem, lanet olası bir odada ölüm-kalım savaşı veriyordu. Şuurunu kaybetmiş, kalbi de bir cihaz yardımıyla çalışıyordu. Sığındığım Allah`a dua etmekten başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. ''Ya annem ölürse'' düşüncesi, beynimi kemiren kocaman bir kurt oluyor ve her geçen dakika daha fazla kemirgenleşiyordu. Gözlerimde tıkalı olan yaşlar, bir yol bulup akmaya başladı. Ağladım çokça...

Saatler 10.30`u gösterdiğinde, yoğun-bakım odasının sorumlu doktoru, bir sonraki günün getireceklerine kendimizi hazırlamamız gerektiğini söylüyordu. Annemin beyninde oluşan ödem, yaşama şansını neredeyse sıfıra indirmişti.

Günlerdir hastanede uykusuz, sağa-sola koşturan bedenim, doktorun söyledikleri karşısında direncini iyice yitirdi. Göz kapaklarım kendiliğinden kapandı. Eve kiminle geldiğimi, üzerimdekileri çıkartıp, yatağa nasıl uzandığımı hatırlamıyorum. Derin bir uykudan sıçrayarak uyandığımda, kardeşimin -''Hastaneye gitmemiz gerek!'' feryadının yankısı, hastaneye gitmek üzere bindiğimiz taksinin içerisinde bile sürüyordu.

Hastaneye geldiğimde, annemin parmak uçlarından kayan yaşam yıldızı, veda için bekliyordu. Henüz ısısını kaybetmemiş yanağına bir öpücük kondurduktan sonra, hıçkıra hıçkıra ağlayarak, morg odasından dışarıya çıktım. Adımlarım beni, günlerdir annemi bize bağışlaması için dua ettiğim caminin avlusuna götürdü. Kulağıma fısıldanan, nereden ve kimden geldiğini bilmediğim ''Takdir İlahi'' sözcüğü, beni ne kadar teselli edebilirdi ki?

Aynı gün, ikindi namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra, annemi son yolculuğuna uğurladım.

Ertesi günü, İstanbul yine bir sonbahar sabahına uyanırken, annesiz geçireceğim ilk gün başlıyordu. Canımın yarısının olmadığı...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Temmuz 2006       Mesaj #1144
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Güzellik Kavramı Üzerine



Güzellik kimine göre bir karakter, kimine göre huy, kimine göre uyum, kimine göre iyilikle özdeşleşen bir kavram. Kimine göre de bir değer.
Üzerinde çok farklı görüşler, fikirler ileri sürülse yorumlar yapılsa da. Güzellik de mutluluk gibi göreceli bir kavramdır. Sanırım en geçerli olanı da insanın iç güzelliğidir.

İnsanın kendine olan güveni ve kendisiyle barışıklığı, haliyle iç güzelliğini dışına da yansıtır. Tabi bunu fiziksel anlamda söylemiyorum.

Güzellik ve mutluluk her şeyden önce insanın kendisiyle barışıklığıdır. Çünkü insanın kendini var sayması, kendini beğenmesi, kendini olduğu gibi kabul etmesi gerekir ki, dışındaki güzelliklere yönelebilsin.

Kişilik kazanmış içten güçlü kişinin, başkalarının yargılarından pek rahatsız olmaması gerekir, başkaları tarafından fiziğinin beğenilip beğenilmemesi çok önemli değildir o kişi için.
Demek oluyor ki, mutluluk ve güzelliği başkalarının gözünde aramamak lazım.

İçimizde sahip olduğumuz güzellik ve sevgi duygusu bütün zenginliklerin, değerlerin, güzelliklerin üstündedir. İnsanın iç değerleriyle insan oluşunun doğal bir tezahürüdür bu. Ne yazık ki, bir çok insan bu asal değerlerin bilincinde değil.
Güzellik fiziki yada yüzeysel bir takım ucuz değerler kavramıyla sınırlanamaz.
Güzellik duygusu bütün güzelliklerin derinliğini içinde barındıran, insanın iç değerlerinin derinliğiyle ilintilidir.

Kuşkusuz tüm sorunların çözümü yine kendini bilmeye ve sevmeye gelip dayanır. Kendini ölçemeyen, özvarlığının ne olduğunu bilmeyen, doğayı, insanı, toplumu, kendini ve hayatı da bilemez.

Sorun, insanın kendini düşün ve değer terazisinde tartabilmesi, sevgi ve mantık metresiyle ölçebilmesidir. Unutmayalım ki, aynanın tek bir görevi vardır, o insana kendisini göstermek. Öyleyse o insan bir ömür boyu o aynanın karşısında, kendisiyle barışık durmak zorundadır. Neden çünkü kendini görmesi, kendini tanıması, kendini sevmesi ve kendisiyle barışması için.
Kendini görmek, tanımak, sevmek ve kendiyle barışmak, her şeyden önce bir motivasyon, bilinç ve güven gerektirir.
İnsanın başkalarının karşısında vereceği sınavlardan çok kendine vereceği sınav önemli. Aynaya bakınca başkalarının gördüğü yüzün yada biçimin ötesinde asıl güzelliğin ne olduğunu bilmenin adına, kendine özsaygı ve güven deniliyor.
İçini güzelleştiren ve içinin güzelliğini derinleştirebilen insan akıllı ve güzel insandır.

Öyle veya böyle hayatı yaşamak gerek, yaşamı da güzelleştirmek.
Güzelleşmek bir çabadır, kendine güvendir, bir iç derinliği, iç zenginliği ve iç güzelliğidir.
Herkesin güzel bir tarafı vardır elbet, yeterki farkına varıp bunu dışarı yansıtmasını bilmesidir. Güzellik bir çabaya harcanan emektir. Öncelikle insanı, doğayı, hayatı sevmekle başlar güzellik. Kişiliğini iyilikle besleyen, yaşatan, onurlu ve vicdanlı olmak da bir güzelliktir. Güzelliğe sadece estetik ve fiziki açıdan bakmamak lazım.

İnsan önce özgüvenini geliştirmeyi, iradesiyle pekiştirmeyi öğrenmeli. Öğrenmezse yıkılır, mutsuz olur. İnsan yalnızca toplumun ucuz değer yargılarıyla kendini yargılayıp bilincini geliştirmezse, dünyası dar, mutsuz ve sefil bir çerçevede kalır. kendini beğenmez, kendisiyle barışık olmaz, kendini sevmez.

Güzellik, kendini geliştirmeyen ve iç dünyasını zenginleştirmeyen insanlar, kendisiyle barışmayı, kendini sevmeyi hak edemez. Çünkü kendini sevmek, kendini beğenmek milimetrik uğraşlarla kurulmuş, berk bir yapıdan sonra hakedilir ancak.
Her şeyden önce insan önce yüreğiyle buluşmalı, duygularıyla, vicdanıyla yani içsel insani değerleriyle buluşmalı. Aksine yalnızlıktan, sevgisizlikten, mutsuzluktan kurtulamaz.

Düşküne el uzatan, yardıma ihtiyacı olana yardım eden kişi de güzeldir. İnsan sevgisi, saygısı ile yaşamını da güzelleştirmelidir ki, çevresine güzellik saçsın. Güzel olduğunu inandırabilsin, kabul ettirebilsin değil mi?...
Mutluluklarınız, umutlarınız ve güzelliklerinizle kalın.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
12 Temmuz 2006       Mesaj #1145
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Üç Çocuk
Üç kadın çeşme başında toplanmış konuşuyorlardı.Az ötede ihtiyarın biri oturmuş, kadınların çocuklarını methetmelerini dinliyordu.

Kadınlardan biri:
-Benim oğlum öyle marifetlidir ki, hiç kimse bu konuda onunla boy ölçüşemez...Tam bir cambazdır o! İp üzerinde bir yürüse de görseniz.

Diğer kadın heyecanla atılarak:
-Benim oğlumun sesini bilseniz, dedi. Tıpkı bir bülbül gibi şakır. Yeryüzünde hiç kimsenin böyle bir sesi yoktur.Allah vergisi bu...

Üçüncü kadın susup duruyordu. Diğerleri sordular:
-Sen çocuğunu niye övmüyorsun? Nesi var ki?
-Çocuğumun çok üstün bir tarafı yok ki... Ne diye durup dururken öveyim onu.

Kadınlar kovalarını doldurup yola koyuldular. İhtiyar adam da peşleri sıra yürümeye başladı. Kadınlar ağır kovaları taşımakta güçlük çektikleri için ara sıra duruyor ve dinleniyorlardı. Sırtları ağrı içindeydi. Bu sırada çocukları onları karşılamaya çıktı.

Birinci çocuk hemen elleri üzerinde havaya kalkmış, çeşitli marifetler gösteriyordu. Kadınlar gözleri hayretten büyümüş haykırdılar:

-Aman ne kabiliyetli çocuk!..

İkinci çocuk altın gibi bir sesle öyle güzel şarkılar söyledi ki, kadınlar gözleri yaşlarla dolu hayranlıkla dinlediler onu... Üçüncü çocuk koşarak geldi, annesinin elinden kovayı aldı ve eve kadar taşıdı.

Kadınlar ihtiyara dönüp:
-Bizim çocuklarımız hakkında ne diyorsun, dediler.

İhtiyar şaşkınlıkla:
-Çocuklarınız mı? Dedi. Onları bilmem. Yalnız biri vardı, annesinin elinden kovayı alıp eve taşıdı. Onu çok beğendim...


ChinaDoll - avatarı
ChinaDoll
Ziyaretçi
12 Temmuz 2006       Mesaj #1146
ChinaDoll - avatarı
Ziyaretçi
DENİZ FENERİNİN AŞKI
Bir Denizfeneri.. Okyanusla sonsuza dek komşu.
Okyanusun mu ona daha çok ihtiyacı var yoksa,
denizfeneri mi okyanus için vazgeçilmez bir sevgili?

Gündüzleri, denizfeneri isyanlarda... Çünkü yanıbaşındaki
biricik sevgilisi gözlerinin önünde güneşle ihtirasla sevişmekte.
Hep gece olsun ister, sevgilisi ona kalsın, yalnız onda bulsun
gecedeki renginin güzelliğini... Denizfeneri, küçücüktür okyanusa
göre ama güneşin aşkından daha büyüktür aşkı okyanusa...

Geceleri ise denizfeneri, mutluluklar peşindedir, gecenin esrarengiz
sessizliğinde. Her ışık turunda çıldırır denizfeneri zevkten, adeta
danseder okyanusun en uzak noktalarına uzanarak. Daha gerçektir
denizfeneri, gece sadece o ve okyanus vardır sınırlı görüş gizliliğinde.

Gündüzleri denizfeneri bir hiçtir bütün aldatmalara şahit olarak.
Güneş ise gece olunca bu hissi göremez.. Gece, denizfeneri ile
okyanusun aşkının dansedişine güneş şahitlik yapmaz..

Gün bitiminde ve başlangıcında teslim ederler sevgili
okyanuslarını birbirlerine güneş ve denizfeneri.

Güneşin okyanusla arasına giren bir engel
vardır kimi zaman, bu işkencedir güneşi küçülten.
Bulutlardır, bu hain, gündüz aşkında güneşe okyanusu
göstermeyen. Güneş ise tüm gücüyle savaşır okyanusa ulaşmak
için. O kadar yaklaşır ki, bulutlara bulutlar, yoğunlaşır, yoğunlaşır
ve gökyüzü ağlamaya başlar okyanus hasretinden hesapsızca titrer.

Okyanus bütün damlaları özlemle kucaklar, her damla onu güneşine
daha çok yaklaştırmaktadır. Gökyüzü ağlar, ağlar ta ki son damlası
bitene kadar. Okyanus damlalarla büyür büyür büyüklüğüne daha
hacim katarak aşkının sevgi damlalarıyla. Bilmezdi okyanus,
her yağmurla sevgisini ona iletmek isteyen bir güneşinin
olduğunu. Her yağmur yağdığında okyanus kızar
güneşine gündüz onu terkettiğini düşünür,
hırçınlaşır, dalgalanır öfkesinden bilemez
güneşinin ona ulaşmak için savaştığını.

İntikamını denizfenerinden alır okyanus,
onun neden gündüz sevgilisi olmadığını defalarca
kamçılayarak sorar denizfenerine. Dalgalarını büyütür,
cevap alamayınca denizfenerinden.. Denizfeneri onu teselli
edemez, çünkü o sadece gece vardır gerçek gecededir onun için.
Ağlayamaz denizfeneri, ağlamayı deliler gibi istesede, gözyaşları
yoktur, ulaşmak istesede ulaşamaz gündüz sevgilisine.
Çaresizdir denizfeneri, sadece bir dilek geçirir içinden
rüzgarâ yalvarır "bulutları kaçır buradan" diye,
güneşin çıkması sevgilisine sevgi dolu
ışıklarını göndermesini diler.


Okyanusunun mutluluğunu ister
hesapsızca... Çünkü tek mutluluğu budur
denizfenerinin. Ağlayamaz, gündüz ona ulaşamaz,
konuşamaz hislerini okyanusuna. Her okyanusun
sahilinde bir denizfeneri vardır.
Her gece denizfenerleri gemilere okyanusa olan
aşkını haykırırlar, ümitsizce, yarınlarını hiç düşlemeden...
Ve her gece hikayelerini anlatmak için
gemileri beklerler sonsuz gecelerde...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
12 Temmuz 2006       Mesaj #1147
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Üç Çocuk
Üç kadın çeşme başında toplanmış konuşuyorlardı.Az ötede ihtiyarın biri oturmuş, kadınların çocuklarını methetmelerini dinliyordu.

Kadınlardan biri:
-Benim oğlum öyle marifetlidir ki, hiç kimse bu konuda onunla boy ölçüşemez...Tam bir cambazdır o! İp üzerinde bir yürüse de görseniz.

Diğer kadın heyecanla atılarak:
-Benim oğlumun sesini bilseniz, dedi. Tıpkı bir bülbül gibi şakır. Yeryüzünde hiç kimsenin böyle bir sesi yoktur.Allah vergisi bu...

Üçüncü kadın susup duruyordu. Diğerleri sordular:
-Sen çocuğunu niye övmüyorsun? Nesi var ki?
-Çocuğumun çok üstün bir tarafı yok ki... Ne diye durup dururken öveyim onu.

Kadınlar kovalarını doldurup yola koyuldular. İhtiyar adam da peşleri sıra yürümeye başladı. Kadınlar ağır kovaları taşımakta güçlük çektikleri için ara sıra duruyor ve dinleniyorlardı. Sırtları ağrı içindeydi. Bu sırada çocukları onları karşılamaya çıktı.

Birinci çocuk hemen elleri üzerinde havaya kalkmış, çeşitli marifetler gösteriyordu. Kadınlar gözleri hayretten büyümüş haykırdılar:

-Aman ne kabiliyetli çocuk!..

İkinci çocuk altın gibi bir sesle öyle güzel şarkılar söyledi ki, kadınlar gözleri yaşlarla dolu hayranlıkla dinlediler onu... Üçüncü çocuk koşarak geldi, annesinin elinden kovayı aldı ve eve kadar taşıdı.

Kadınlar ihtiyara dönüp:
-Bizim çocuklarımız hakkında ne diyorsun, dediler.

İhtiyar şaşkınlıkla:
-Çocuklarınız mı? Dedi. Onları bilmem. Yalnız biri vardı, annesinin elinden kovayı alıp eve taşıdı. Onu çok beğendim...


arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Temmuz 2006       Mesaj #1148
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Demek Yalanmış



Sen hiç hayal bahçesi duydun mu? İşte benim ruhum bitmeyen hayallerle dolu. Çoğu birbirine benzer ama hepsi farklıdır. Kahramanlar aynıdır her zaman. Ama sonu aynı değildir. Beni terk dene tek aynıydı terk ettikten. Sonra Değişti benimle beraber. Karanlık yollar başka insanlar karıştı araya. Biz yoktuk artık bu oyunda kukla gibi oynuyorduk sadece.... Yeşil çamdan kaçan kötü adamlar sardı dört bir etrafımızı durmaksızın. Sonra yollarda seni arıyorum sisli karanlık yollarda belki tanıdık suratlara rastlarım diye adını bilmediğim adamlar bana kucak açtılar rüyamdaki sevgilim de beni terk etti depresyondayım diyorum bir çare olması lazım aşk şarkıları dinliyorum belki o güzel sesini duyarım diye günlüğüme durmadan yazıyorum belki etkilenir gelirsin diye yağmurun düştüğü her damlaya bakıyorum sana gidecek bir ipucu bulurum diye kardan ismini yazıyorum duvarlara ben uyurken geldiğinde beni göresin diye moda olmuş televizyon dizilerinde seni arıyorum bulurum diye gazetelere bakıyorum aşk romanlarına bakıyorum bizim askımız yazılmış mı diye ayrılmadan önce son kez gittiğimiz parka ve kafe ye bakıyorum yoksun okula bakıyorum yoksun sonradan öğrendim ki nişanlanmışsın aşkımızın gücüne inanmıştım demek ki kocaman yalanmış tıpkı senin gibi... <A href="http://www.siirkolik.com/hikaye/yazarlar.asp?id=122">
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Temmuz 2006       Mesaj #1149
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Hadi Bembeyaz Sıcacık Karlar Çizelim



Ey kalbim!..Hatırlayacaksın,sessiz sessiz ağlarken başımı dizlerine koyduğumda,kimse
yoktu yanımda.Yalnızdık seninle can dostum,yalnızdık...Atışların hızlanırdı hezeyanlarımdan,kanın çekilirdi damarlarından.Gözlerim susmazdı hani,senide esir edip yaşlarına.Sabahları yalnız inerdik,bir sen,birde ben.Anlamazdı hiçbir arkadaş,dinlemezdi hiçbir yoldaş.Biz iki divaneydik seninle...

Ben dıştan,sen içten selalerin bendini yıkardık ağıtlarımızdan.Kimse duymazdı ama,kimse düşünmezdi bizim düşündüklerimizi...

İki divaneydik seninle kalbim! Kimse anlamaz,ama herkese anlatırdık derdimizi.Yaramaz bir çocuğun çığlıklarını çoktan geçmişti dilimizin söylediği sahipsiz türküler.Hani düşünürdük derin derin.Aynı sorularla bulanırdı toz pembe rüyalarımız.Bizden başka yokmu derdik buradan bakan bir iki divane...Sorardık hani kimsenin düşünmeye bile cesaret edemediği soruları.Çekiliverirlerdi simalar çevremizden.Hatırlıyorsun mutlaka,mızraklara saplanmış kuşlara deniz suyundan yuva yapışımız,başı dimdik duran beyaz güvercinleri kafeslerinden salışımız ve ağıtlarımız yalnızlığımızın tarifi oldu...Aldatılmışlık değil,aldanmışlıktı bizi yıkan o zamanlar...

Değil mi dostum.değil mi sırdaşım nasıl terk ettiler bizi?Nasıl koydular önümüze tek düze tabuları?..Ahkam kesmek marifet oldu,zincirleri günün modası diye taktılar boynumuza.Ağıtlarımıza yalancı nenniler diyip,anlamadılar onuru gurura karşı yarıştırdığımızı.Kavgalardan nefret ettiğimizi ve güneşin doğuşuna mevzilendiğimizi anlamadılar.Neden biliyor musun kalbim?Çünkü biz yalnızdık karanlık gecelerin gri yıldızlarında...Başabaşa ağladıkta hışkıra hıçkıra dönüp bakan olmazdı.Gülüp geçerlerdi bize.Biz kurtaramayacaktık çünkü dünya yı.Sende atan sevgi,bende yeşeren sabır yetmeyecekti onların prangalarını çözmeye....

Çiftliklerde meleyen koyunları gösterdiler bize.Nereye çeksen oraya giden,hani boynundan urganı eksik olmayan,hani yumuşacık tüyleri olan koyunları işaret ettiler.Halbuki biz çoktan çizmiştik,insan figürünün dahi karışmadığı tabiat manzarasını.Masmavi göklerden sevgiyi indirip,dallarada hoşgörü meyvaları koymuştuk.Ama resimdi işte,alt tarafı bir tabloydu.Hatırlayacaksın kalbim,rengarenk boyalarla süslediğimiz o tabloyu nasıl silerdi sadece o kara lekeler.Kimse görmezdi kendi çiziktirdiği işaretlerden başkasını...Herkes bir"ben"di kendinde,hatırlıyormusun vefakarım?..Sana da,banada,"biz" olmak düştü yinede bir beyaz nokta gibi hayatımıza...Az ağlamadık,az vurmadık umutlarımızı duvarlara,az bağırmadık sağırlığımızı unuttuklarımıza...Ama yinede çıktık düze "biz"...Sen ve ben kalbim...sen ve ben....

Hatırlarım şimdi o karanlık gecelerde yardıma koşmaya çalışan bir kaç iyi insanıda...Dokunamadığımız,yanımıza çağıramadığımız,uzaklardan bakıştığımız birkaç iyi insan vardı ya kalbim...Evet dostum,isimleri bile hala bizde değil mi?.."Gül dikenleriyle güzeldir" diyemeden tutp yapraklarımızla koparırlarken çiçekliğimizi,sert ama vefalı bir sonbahar rüzgarıda vardı,en kavurucu yazlarda.Bilirim unutmazsın kalbim....

Belki çilekeş bir yağmurun,yahut en yanlız kalabalıklarda ardımıza düşen küçücük ama bembeyaz bir bulutun hatrına bu tebessümlerimizMsn Happy...Arkamızdan uzanıp boynumuzu sıkmaya çalışan ayrık otlarına inat.Binin içinde birde olsa,tek gamzesiyel özgürlüğü getiren bir kelebek hatrına belki hayata sırt çevir meyişimiz...

Ne dersin kalbim?..Acılara gülmek senimi gerektirir,yoksa senimi getirirsin acıların peşine düşen umutları?Bilmem ki çilelim,kalk hadi,tamamlıyalım yarım kalan tablomuzu,hatta orta yerine bakışları düşmemiş gök gözlü bir çocuk konduralım..Çarpma öyle hızlı hızlı bedenime...Yeni bir cesaret için bende ümitle korku arasındayım...

Tuvalimiz beyaz değil lakin,bilsen kapkara kömürden bile...Ama sevgiyse herşeye rağmen ve umutsa martıların hatrına...Hadi kış manzarası çizelim bembeyaz.Kimse karışmasın gönlümüze.Sabahlardaki kömür bile siyah olmasın tam tamına..Hadi, hadi bembeyaz sıcacık karlar çizelim,adı "umut" olsun...Ve orta yerde bütün gülücükleriyle başı dimdik,gözleri sıcacık bir çocuk kartopu tutsun.....
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
12 Temmuz 2006       Mesaj #1150
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Hüzün

Bu yazdıklarımı yüzüne karşı söylemek çok isterdim ama seni görünce sesin duyunca kırılıyor cesaretim.

Bilsen şimdi içim nasıl yanıyor, gönlüm çöl gibi, yakan güneş sensin, yangını söndürecek yağmurda sensin, güzelliğine hayran olduğum Klopatra'da sensin... Sen her şeysin.

Varlığında bir başka seviyorum seni yokluğunda ise bambaşka.. vazgeçmem çok zor gibi geliyor senden. Unutma denemelerim hep başarısız oluyor. Bir saniye çıksan aklımdan unutacağıma inanırım, her şeyde sen varsın ama .

Ben özlememiştim hiç kimseyi bu kadar beklememiştim, sen öğrettin bana sabretmeyi. Aşkın bir nefes gibi bir soluk gibi her an can veriyor bana .Ben senden başka kimseye ve hiçbir şeye bu kadar hasret kalmamıştım..Sana hasret kaldım seni çok özledim hep bekledim haydi gel beni senden mahrum etme , canımı fazla sızlatma ne olur bu son olsun bir daha ağlatma

Ben sana hemen sev bağlan aşık ol demiyorum., bir şans vermeni istiyorum sadece bir kere pişman olmazsın emin ol, ben her şeyimle kapında köle olmaya hazırım haydi sende benim ol.

Uykuları unutalım çok oldu, resmine bakmakla yetinemiyorum artık. Bir tane göremiyorum senin gibi bulamıyorum şu dünyada, seni esir etmem kendime buralara ben esirin olurum dilediğin yerde korkma.

Sevdiğim sensiz bahar' ı yok bu güzün, haydi bir adım gel bir, parça sevde bitsin bu hüzün.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar