Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 3

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 494.939 Cevap: 1.997
caglayannet - avatarı
caglayannet
Ziyaretçi
15 Ekim 2005       Mesaj #21
caglayannet - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk ve Nöbetçi

Sponsorlu Bağlantılar
İtalyanların Habeş Harbi sıralarında idi. Ege kıyılarında kıta ve tahkimat komutanları çok titiz davranıyorlar, kıtaya herhangi bir yabancının sızması olasılığına karşı erleri sık sık uyarıyorlardı.
Bu günlerin birinde Atatürk’ün teftişe geleceği haber alındı. Atatürk beklenilen günde yanındaki erkanı ile geldi. Kıtaları teftiş edip dolaşmaya koyuldu.
Savunma mevzilerinden birine giden yolun dönemecinde Atatürk birdenbire durdu. Yanındakilere:
-Siz beni burada bekleyiniz, ben yalnız gideceğim, dedi.
Yanındaki komutanlar tereddütle birbirlerinin yüzüne baktılar. Fakat, tabii bir şey söyleyemediler.
Atatürk patikanın kıvrımını döndü. Koruganın hakim bir noktasında nöbet bekleyen Mehmetçiğe doğru yürüdü. Uzaktan gelen bir sivilin kendisine doğru yürüdüğünü gören Mehmetçik hemen silahına davrandı. Daha fazla yaklaşmasına izin vermeden gür sesi ile:
-Dur!... diye gürledi.
Atatürk bu kesin ihtar karşısında durarak:
-Sen beni tanımıyor musun? Ben kimim?
-Mustafa Kemal’sin komutanım.
-Peki sen benim Mustafa Kemal olduğumu biliyorsun da hala neden yasak, diyorsun?...
Mehmetçik bir an durakladı. Herhalde teftişten haberi vardı. Fakat onun bildiği Atatürk, yanında kalabalıkla gelirdi. Böyle yapayalnız gelmezdi. Bir an daha düşündükten sonra kafasını salladı ve safiyetle yanıt verdi:
-Komutanım, Mustafa Kemal’sin Mustafa Kemal olmasına ama... Düşmanların işine akıl sır ermez... Birini sana benzetir içeri sokarlar... Gözünü seveyim sen şu bizim yüzbaşıyı al birlikte gel, o zaman nereye istersen git!
Atatürk, geri döndükten sonra komutanlara bunu anlattı. Bu mert ve uyanık eri çavuşluğa yükselttirdi

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ekim 2005       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gitmiştim.. Saçımdan tırnaklarıma kadar boylu boyunca bir gidiştim...
Durakta beklemekle otobüse binmek arasındaki çırpınışları kaplıyordu aklım.. Aklım öyle sevimsizdir ki böyle zamanlarda, bulutlarla yerkabuğu arasında sıkışır kalırım.. Doyumsuz bir yolculuk şoku ardı ardına gözlerime saplanır..İki adımda bir kavşak serilir önüme. Karasızlık buhranı sonra... Her acının yürüdüğü söylence bir yol vardır.İşte kavşakları hep acıya ayarlanan gidişlerim bu söylenceye aldanır... Kandili kısık bir aydınlıkta zamanın geç kalmışlığında yolları birbirine düğümlerim... Günü ikiye böler acının kılıcı yüzüne yakışan rengi seçer, geceyi giyinir acının kanayan yarıklarından küçük adımlar geçer... Resmi sevinç, içi ezinç başlangıçla gözüm görmeye başlar. Dilim tatlanır, ceplerimde kıvranır ellerim.. Oysa yürek yeniktir hala.Bunu artık kim değiştirebilir. İnsan görebilirse erdiğini soğuk sokaklara sokulma vakti gelmiştir. Alnımdan su eksildiğinde, acıların kayaları küflendiğinde aynalara suretimin sığmadığı zamanlarda gözüme dokunacak bir göz olmadığında sırası gelmiştir çantayı sırtlamanın. o günden sonra bütün kent sokaklarında asit yağmurlarında tek başıma yürürüm. Yüzüm keskin bir mehtapta küskün bir kedi kadar kimsesiz, yüzüm kapalı tüller kadar sessiz...
Sponsorlu Bağlantılar

Az evvel bütün ıışıkların ardına baktım yoktun!!
Bu kentte senin lisanını konuşuyorum aşk boyu.. Lisanım var inanıyorum öyleyse bu gözümü alan sessizlik neden? Bu sağır özlemin failini göster bana.. Her gün yüreğimi ipe götüren bir cellatı arıyorum..
Gözlerimi gösteriyorum kalabalığa gören yok mu? Peki tanıyan celladı mı? Bir yol daha uzadı önüme, kıyısında sıra sıra meşe kolyesi.. Her meşenin gövdesine bir kelime yazıp geçmşim o yoldan..S enden başka kim başarabilirdi ağaçlardan cümle kurmayı...Ve beklediğim oldu ağaçların yolun sonu denize çıktığı..Ben seni denizsizken bilirim... Gözlerindeki son damla maviyi ellerinle saklardın her seferinde.. Daha engelleri aramızdan söküp karşımıza almadan gittin... Deniz sıçradı üzerine, tuza, yakamoza aldanıp gittin!!!

Ne zaman rüzgar saçılsa bir kadıın saçlarına, benim bungun ellerim ağlıyor şimdi.. Gel ben ölmekteyim... Caddelerde adımlarım boğuluyor, gözlerindeki surları katlime örüp durma!! Rengi kokuşmuş yazlara mezarımı kazma!! Naçar oturup ağladığım, güldüğüm çay bahçelerinde denizden donuk gözlü balıklar bakıyor bana.. Vapurların bir bir sana seferi yok.. Gözlerimdeki kayıp ilanlarına aldıran da.. İç bükey bir acıyla geldiğim kentte enkaz oldum.. Bana ayrılan kül bulutlarını soğuruyorum şimdi.. Kanat ve el gibi tutabilir mi bir başka eli ey deniz?

Bugün varlığımın infazına hükmettim.. Durgun bir denizle yanan bir kentin arasında kaldım.. Yamacıma yanaşan şu gemi son kavşağım olsun. İsimsiz olsun.. Eylüle açılıyor dalgalar.. Ah kalbim üzerine çullanacak yine sonbahar.. Sulara sok kanlı saçlarını.. El salla tren istasyonuna, kıyıdaki cam kırıklarını damıt.. Olsa olsa bir sevgiden düşmüştür bu acı.. Peki neden ben oldum bu acının sarnıcı?
Son düzenleyen Blue Blood; 15 Ekim 2005 13:18
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
15 Ekim 2005       Mesaj #23
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
>> Kapıdan iceri girer girmez neşeyle bağırdı:"Anne biliyormusun bugün yuvada ne oldu?" "Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum." Hic kimsenin sevdigi sey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu,babasi arabayi seviyordu. Hersey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu oldugunda. Bir de eve misafir gelecek oldumu kendisine hic yer kalmiyordu. Nerelere gitsindi? Annesi kapatti telefonu.Mutfaktan tencere kasik sesleri geliyordu. Kosarak yanina gitti."Sana yardim edeyim mi?" dedi en sevimli halini takinarak. Annesi manali manali bakti. "Hayirdir. Bir yaramazlik filan. Bak bir de seninle ugrasmayayim. Cok yorgunum zaten." Yorgunluk nasil bir seydi. Bazen elinde oyuncagiyla uykuya daldiginda anneannesi oyuncagi yavasca elinden alir "Nasil yorulmus yavrucak.Uykunun gül kokulu kollari sarsin seni" diyerek alnina bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eger, ne diye annesi kendisiyle böyle kizgin kizgin konusuyordu."Annecigim yoruldugun zaman gül kokulu uykulara dalarsin.Anneannem öyle söylüyor." "Uykuya dalayim da gül kokulari kusur kalsin. Yorgunluktan ölüyorum." Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun oldugumdan. Böyle yorgun yorgunken... "Annecigim sen yorulma diye..." "Yemekte konusuruz cocugum. Bankada isler yetismedi.Baban gelene kadar bunlari bitirmem lazim. Hadi sen oyne biraz." "Hani siz yoruluyorsunuz ya..." "Eeee...." "Ben de oynamaktan yoruluyorum." "Ne yapayim?" "Bilmem..." Yapilmamasi gerekenleri biliyordu da büyükler, yapilmasi gerekenleri >> hic bilmiyorlardi. Isiklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye basladi. >> "Mum da yok" diye diye karistirdi dolaplari el yordami. Cocuk >> sirtüstü yatip, anneannesinin köyünü düsündü. Gaz lambasinin isiginda deli tavsan masalini anlatisini. Deli tavsanin duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birlestirip isaret parmaklarini yukari kaldirarak tavsan kafasi yapti. "bak deli tavsan" diyerek parmaklarini oynatti. Yoldan gecen arabalarin farlari duvardaki tavsana yol acti. Tavsan alabildigine hür dolasti sagda solda. Otlarla kuslarla konustu. Sonra yorgun düstü. Duvardaki görüntü o minik avuclarin acilmasiyla kayboldu. Kolu yavasca kanepeden asagi sarkti. Neden sonra isiklar geldi. Kadin cocugun hic konusmadigini akil etti birden. Kanepeye kostu. Kücücük dizlerini karnina dogru cekerek uykuya dalmisti. Masanin üstündeki dosyalara bakti igrenerek. Dindirilmez bir pismanlik doldurdu icini. Uyandirmaktan korka korka kücük alnina bir öpücük kondurdu. Cocuk sanki bu öpücügü bekliyormuscasina "Isin bitince beni sever misin anne?" dedi. Kadin, sevilmek icin randevu alan cocuguna bakarak sabaha kadar agladi
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
caglayannet - avatarı
caglayannet
Ziyaretçi
16 Ekim 2005       Mesaj #24
caglayannet - avatarı
Ziyaretçi
Bi otomobil tamircisi ılık ilkbahar gecelerinden birinde evine giderken yolun kenarında bi araba ve arabanın başında da patlayan lastiği değiştirmeye çalışan iki güzel kız görmüş. Yardım amacıyla kenara yanaşmış. Ama istepne de patlakmış maalesef. Adam, “Bu saatte bunu tamir etmek imkansız. İyisi mi ben sizi evinize bırakayım, yarın bir çaresine bakarız” demiş. Evin önüne geldiklerinde kızlar adamı bi fincan kahve içmek için evlerine davet etmiş. Ev, bi apartmanın 7. katında, hoş bi daireymiş. İstepneyle uğraşırken elleri kirlendiğinden eve girer girmez adam banyoya gidip ellerini yıkamış. Bu arada OMEGA marka saatini de kolundan çıkarıp, aynanın önüne koymuş. Kızlardan birinin, “Kahve hazır” diye seslendiğini duyunca hemen ellerini kurulayıp banyodan çıkmış. O aceleyle de OMEGA marka saatini çıkardığı yerde unutmuş. Kızların sohbeti çok keyifliymiş. Grup vaktin nasıl geçtiğini anlamamış. Sonunda adam geceyi kızların evinde geçirmiş. Sabah da 7’de kalkıp işe gitmiş. Tamirhanesine vardığında saatini kızlarda bıraktığını farketmiş, “İyi bari, kızları tekrar görmek için bahane olur” diye düşünmüş. Akşam iş bitimi saatini almak için kızların evine gelmiş ama kapıcı bahsettiği kızların artık o dairede yaşamadıklarını söylemiş. Bu iki talihsiz kız 3 hafta önce trafik kazası geçirip ölmüşlermiş meğer. Şu an da, adamın onları ilk gördüğü yere çok yakın olan bi mezarlıkta yatıyolarmış. Tamirci duyduklarına inanamamış, “Nasıl olur? Ben dün akşam evlerinde onlarla beraberdim” demiş. Kapıcı bunun imkansız olduğunu söyleyerek adamı, kapısı avukat tarafından mühürlenmiş dairenin önüne götürmüş. Adam çok meraklanmış taabi. Ertesi gün avukata gidip durumu anlatmış ve beraberce kızların dairesine gelmişler. Mühürü açıp içeri girmişler. Adam doğruca banyoya gitmiş. OMEGA marka saat aynanın önünde bıraktığı gibi duruyormuş


ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
16 Ekim 2005       Mesaj #25
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı.. Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi..gölgeyi sever menekşeler derdi.. Oysa ögretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez >yaptığını anlatmıştı onlara .Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı. Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi ,her bitki güneşi severken, onlar>neden gölgeyi tercih ediyorlar diye düşündü durdu Hande...Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar güzeldi. Herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı. Daha o yıllarda farklı olmak için uğras vermeye başladı. ilk olarak,okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer'in yanına oturmak istiyorum ögretmenim diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı. Hacer bile şaşırmış şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi. Hande ise mühendis Kamil Beyin biricik kızı. Ögretmen pek oturtmak istemedi önce Hacer'in yanına Hande' yi. Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmen Hande'nin annesini çağırdı. Annesi eve geldiklerinde Hande'ye sordu : Neden yavrum Hacer in yanına oturmak istiyorsun?
Hande cevap verdi :
Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever. Menekseler farklı, belki de bu yüzden bu kadar güzeller. Hacer'in yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum. Belki Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum, dedi.

Annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4.sınıf öğrencisi kızının
olgunluğuna hayran kalarak peki kızım kimin yanında istersen oturabilirsin," dedi.
Pazartesi Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande
tedirgindi, hem Hacer. Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer
kızlarda soğumuştu Hande'den. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi,
iki kere anlatınca anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı
istemişti.

1. Bölümün Sonu


****************************************************************


2. Bölüm


En çok alınan doktor Cemal Beyin kızı Esin'di. Anne babaları her
hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı. Nasıl
olur da kendi yerine Hacer'i seçerdi. Çok gururu kırılmıştı
Esin'in. Hande ile konuşmuyordu.


Birgün Hande ve ailesi Esinlerle dağ köylerinden birinde
gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler. Hande gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu. İçin için de Hacer'e
kızmaya başlamıştı arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı? Sonra menekşeleri hatırladı hemen düşüncelerinden utandı. Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu.

Hacer'in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm
gücü ile inandı. Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında
oturuyordu, Hande ile konusmuyordu.
Hande canı sıkıldığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı.
Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice
artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu,
yürüdü, yürüdü. Köye gelmişti. Bir evin önünde durdu. Evin
penceresinde ki saksıya gözü ilişti.
Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi. Ama kıştı ve
menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi eve dogru bir adım attı. Kapıda
beliren gölgeyi çok sonra fark etti bu Hacerdi. Hande'ye
gülümsüyordu.
Hoşgeldin Hande buyurmaz mısın?, dedi.


2. Bölüm Sonu



*************************************************************************** ********

3. Bölüm

Biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi.

Oda sıcacıktı odun sobası her yeri ısıtmıştı. Menekşeler diyebildi
sadece Hande...
Bu soğukta ?
Hacer gülümsedi ;
Onlar annem için, annem onları çok sever.

Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.
"Annen hasta mı?" dedi.
"Evet 2 sene önce felç oldu ona ben bakıyorum, bizim kimsemiz yok,
birtek ineğimiz var onunla geçiniyoruz. Ama tüm işler bana baktığı
için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor, dedi Hacer utanarak.
Bir de bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o
yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük
çekiyorum.

> > Hande'nin gözleri dolmuştu. Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi.
> > Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı. Dışarıya koştu ve
annesine sarıldı, ağlıyordu. Bir müddet sonra anne bu Hacer diye
tanıştırdı sıra arkadaşını. Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler
birlikte. Hande annesine anlattı Hacer'in hayatını, ağlayarak.

> > "Bir şeyler yapalım anne" dedi.
> > O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer'i kendi
evlerine taşıdılar. Hacer artık Handeler den okula gidip geliyordu,
ne dağınıktı, ne de aptal. Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu.

> > Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeşlerdi
artık. Mor menekşeler Hande'ye Hacer'i armağan etmişti. Hacer'e ise
hem Hande'yi, hem hayatı. Seneler sonra ikisi de evlendi. Hacer
şimdi bir doktor. Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu
öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifa dağıtıyor.


Hande ise bir ögretmen. Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de
ögretiyor. Bir kızı var adı, Hacer Menekşe. Hayatta en çok sevdiği
iki şeye birini daha ekledi Hande.


LÜTFEN SEVGiNiZE ÖNYARGI KOYMAYIN.
HERŞEY SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR,
SEVDİKTEN SONRA İSE SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR...

*********************************************************

SON
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
caglayannet - avatarı
caglayannet
Ziyaretçi
17 Ekim 2005       Mesaj #26
caglayannet - avatarı
Ziyaretçi
17 Ağustos gecesi Adapazarı'nda yaşlı bi teyze, gece saat 2 buçukta ana caddedeki apartmanlardan birinin zillerini çalmaya başlamış. Kimse kadına kapıyı açmamış, hatta uyandırdıkları için, camı açan bağırıp çağırmış. Üst katlardan bi adam, "Gecenin bu saatinde ne istiyosun teyze?" diye sormuş. Kadın, "Karnım aç oğlum. Bi parça ekmek var mı?" deyince adam, "Yok, yok. Allah Allah, gecenin bu saatinde ne bu yahu?" demiş. Yatağa döndüğünde karısı, yaşlı kadının aç olduğunu öğrenince, "Keşke verseydik" demiş.

Teyze zillere basmaya devam etmiş. En üst katta yeni evli bi çift oturuyomuş. Kadının ne istediğini öğrenince kapıyı açıp yukarı çağırmışlar. Evin hanımı, hemen yiyecek bi'şeyler hazırlamış. Kadına eşlik edip beraberce yemişler. Yemek bitince kadıncağız, "İçimde bi huzursuzluk var. Bi an evvel dışarı çıkalım" diye yalvarmaya başlamış. Genç çift, sırf kadını kırmamak için sokağa inmiş. Daha dışarı adım atar atmaz da her yan sallanmaya başlamış. Depremde o kocca apartman yerle bir olmuş.

O binada oturanlardan sadece yeni evliler ve kocasına, "Keşke yemek verseydik" diyen kadın ölümden kurtulmuş. Onu da 3 gün sonra enkazın altından çıkarmışlar.
__BozkurT__ - avatarı
__BozkurT__
Ziyaretçi
18 Ekim 2005       Mesaj #27
__BozkurT__ - avatarı
Ziyaretçi
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "sırf senin hatırın için ey su" diye... Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur. Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya "seni seviyorum" der. Su, "ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "seni seviyorum" der. Su, yine "ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "seni seviyorum." der. Su da ona "söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "seni ben, gerçekten seviyorum." çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye... Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez." Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "çiçeğin bir hastalığı yok dostum... bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der. Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "seni seviyorum" demek yetmemektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2005       Mesaj #28
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Üç Heykel

İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar :
"Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı.Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi, ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu. Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:
" Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir.

Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.
En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır."
Son düzenleyen Blue Blood; 19 Ekim 2005 12:54
caglayannet - avatarı
caglayannet
Ziyaretçi
18 Ekim 2005       Mesaj #29
caglayannet - avatarı
Ziyaretçi
Fırtınalı bir hayatın ortasında birleştik. Sen, kendine yakın bulduğun insanların sana yaptığı hatalardan şikayet ediyordun., bense uzun yıllar acısını çektiğim bir aşkın yaralarını sarmaya çalışıyordum.

İyi birer dosttuk, her şeyi paylaşır olmuştuk. Bu yakınlaşmamızın kısa bir sürede olmasına rağmen zamanım öyle tatlı, öyle güzle geçiyordu ki ben içimdeki kıpırdanmalardan habersizdim.

Sanki rüyadaydım, gözlerimi açtığımda dostluğun yerini aşk almıştı. Kendimi tutamamıştım işte. Duygularıma hakim olamamıştım. Sen benim aşkım, bense senin dostundum artık. Sana aşık olduğumdan habersizdin. İçimdeki volkan öyle taşmıştı ki patlamak için sabırsızlanıyordu.

Sonunda o gün gelip çatmıştı. Bütün duygularımı bütün hislerimi açıklamıştım ben sana. Sense bana sadece şaşkın bir ifadeyle bunların yalan ve şakadan ibaret olması için yalvarmıştın.

Bende sana bunların ne şaka ne de yalan olduğunu üstüne basa basa vurgulamıştım. İçim rahatlamıştı. Çünkü bir insana ‘’ seni seviyorum ‘’ demek kolay bir iş değildi. Yürek isterdi. Ben bu işi becerememiştim ama sonucuna da katlanmak elimde değildi. Çünkü asıl olan benim için bugündü ve ben bugün sana söylemem gereken şeyleri yarına bırakmamıştım. Yarın böyle bir fırsatın elime geçeceğini düşünerek bütün her şeyi açıklamıştım.

Dünya fani her an her şey olabilir bizim dünyamızda... Şimdi içim çok rahat ama bir o kadar da huzursuzum. Çünkü bunları sana anlatınca suçlu ben oldum. Şimdi o eski günleri arıyorum, hiç sebepsiz, ani ayrılışın şokunu üzerimden atamamamın sonucundandır. Ve zaman eskiden öyle güzel öyle tatlı geçerken şimdilerde, bin bir azap bin bir acıyla geçiyor.

O günün üstünden çok zaman geçti. Şimdi ben senden benim olmanı değil bana biraz hak vermeni istiyorum. Bana duyduğun nefreti duygularımın üstünden çekmen için yalvarıyorum. Bana ne kadar kızsan ne kadar nefret etsen de ben seni yine de seviyorum. Duydun değil mi? Seni seviyorum.
ByKatip - avatarı
ByKatip
Ziyaretçi
19 Ekim 2005       Mesaj #30
ByKatip - avatarı
Ziyaretçi
Bana Biraz Güler misin?

Hayata dair
Merhaba gülen gözlü arkadaşım!
Dudağındakitebessümü kaybetmemişsin daha. Ne güzel dünyaya gülen gözlerle bakabilmekve insanlara tebessümler saçabilmek senin gibi.

Biliyorum,üzülüyorsun donuk gözlerle karşılaşınca... Ne yapalım arkadaşım! Herkessenin gibi olamaz... Aslında bütün insanlar senin gibi olmalı. Bilselerbir tebessümle neler yapabileceklerini. Bir çocuğun gözlerindeki ışıltıyı,bir tebessümle nasıl görebileceklerini, sıkıntılarla dolu bir insana nasıldünyaları verebileceklerini bilseler... Gülen gözlerin buzları nasılerittiğini, kalpleri nasıl birleştirdiğini bilseler, eminim onlar da seningibi olmak isterlerdi Ve sevgi saçıyorsun gülen gözlerinle arkadaşımsıkıntılarla dolu bir insana, nasıl dünyaları verebileceklerini bilselerve gülen gözlerin buzları nasıl erittiğini, kalpleri nasıl birleştirdiğinibilseler, eminim onlar da senin gibi olmak isterlerdi. Sevgi saçıyorsungülen gözlerinle arkadaşım. Saf ve hiç beklentisi olmayan bir çocukgibi...

Hayırarkadaşım! Sevgi,sadece sevgiliye duyulmaz. Sevgi evrenseldir Hiç kimsealtın yığınları gibi kasasına kilitleyemez onu, Onun yeri kalplerdedirOnun yeri bir bahçıvanın ellerindedir, sevgi tohumları saçabilmek için...Evet,sevgi her yerdedir Yeter ki sen onu bulmak iste. Sevgiyi bulmakkolay, zor olan onu elinde tutabilmekte.

Unutmaarkadaşım! Sevgiyi duyabilmekle de is bitmiyor. Sevgiyi göstermek degerekiyor. Hayat kısa arkadaşım, bugün olan yarin yok! Sevgiyi göstermekbeklemeye gelmez, yarin çok geç olabilir. Elindekini kaybetmeden kıymetinibilmeli. Simdi koş sevdiğinin yanına.. Önce ona gülen gözlerle sımsıcakbir gülümse ve "seni seviyorum" deyiver, içinden gelen en sıcak sesinle Busenin gibi bütün canlılara karşı sonsuz bir sevgi duyan bir insan için hiçde zor değil.. Bu yalnızca, yüreğinin buz kapladığını zanneden insanlarabiraz zor gelecekte. Ama onlar da senin gösterdiğin cesaretigösterdiklerinde, kalplerinde sevgi kıpırtılarını hissettiklerinde veağlamayı öğrendiklerinde, inan her şey onlar için ve bütün insanlar içindaha güzel olacak.

Hayat çok kısa arkadaşım ve bu dünyadaki hiç bir şeykırılan kalplere değmez..
___________________________________________________________________________ _




Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar