Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 36

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 494.858 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Mart 2006       Mesaj #351
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sevimsiz ve Çirkin Bir Masal...

Sponsorlu Bağlantılar
Bir varmış, bir yokmuş...
Bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen ve adı hiç duyulmamış bir ülkede iki yürek yaşarmış. Yıllarca birbirlerinden habersiz, hep ayrı diyarlarda hayat sürmüşler. Yaşamları da diğerlerinden hiç farklı değilmiş. Tabi ki onlar da görmüşler hayatın iyi ve kötü yanlarını. Fakat bir şeyler eksikmiş, farkında bile değillermiş ama bir şeyler eksikmiş hayatlarında...
Aradan uzun yıllar geçmiş. İçinde; aşkı, sevgiyi, gözyaşını, mutluluğu, hüznü ve kimi güzellikleri barındıran uzun yıllar... Her nasılsa, bir gün bu adı bile duyulmamış, gizemli ülkede karşılaşmış iki yürek. Pek sıradan bir tanışma da olmamış onlarınki. Çok kısa bir tanışma faslından sonra ayrılmışlar, bir daha görüşmek umuduyla... Umdukları gibi olmamış, uzun süre görüşmemişler. Akıllarında kalan tek şey, belki de isimleri olmuş.
Ve gün gelmiş, hiç ummadıkları bir anda, yine aynı ülkede yeniden karşılaşmış iki yürek. Yüreklerden biri hemen tanımış,çünkü ilk tanıştığı günkü gibi çıkmış karşısına. Diğer yürek şaşırmış,kendisine seslenen yüreğe önce bir anlam verememiş.. Olan biteni anladığında o da sevinmiş karşılaştıklarına. Bu kez önceki gibi kısa sürmemiş içten sohbetleri. Arada bir olsa da görüşmeye, konuşmaya başlamışlar. Kendi hayatlarını, aşklarını, mutluluk ve hüzünlerini paylaşır olmuşlar. Şiir tadında olmuş hep sohbetleri.. Zaten her ikisi de severmiş şiiri, şiir tadında olan her şeyi...
İki yürek hiç farkında olmadan, yavaş yavaş birbirlerinin hayatlarına girmeye başlamışlar. Bir ara “çirkin” diye seslenildiğini duymuş yüreklerden biri kendisine. Anlamsız bir gülümseme belirmiş yüzünde. O da diğer yüreğe seslenmiş “sevimsiz” diye.. O günden sonra sevimsiz ve çirkin kalmış yüreklerin adı ve o ana kadar hem sevimsiz hem de çirkin yürek, bu sözlerin kendilerini bu denli mutlu edebileceğini hiç düşünmemişler...
Sevimsiz bazen gözden kaybolur, çirkin ise nedenini anlayamadığı bir sıkıntı içine düşermiş. Sevimsiz geldiğinde çirkinin yüzü güler, çirkin gülümsedikçe sevimsiz daha sık gelir olmuş. Ne çok sevmişlerdi birbirlerini... Bir araya her gelişlerinde mutluluğu yeniden keşfetmişler. Çirkin sevimsize, sevimsiz de çirkine söylemekten hiç çekinmemiş sevgisini. Oysa çirkin için bunu, her kime olursa olsun, söylemek çok zormuş. Sevimsizden çok şey öğrenmiş ama en önemlisi de sevgiyi saklamamak olmuş.
İkisi de anlam verememiş... Neydi, ne olabilirdi ki bu sevginin nedeni.? Nasıl olmuştu da birbirlerini bu kadar çok sevebilmişlerdi..? Bir nedeni yoktu onlara göre sevgilerinin. Nedeni olsaydı, sevgi’nin bir anlamı olur muydu, bir nedeni olsaydı birbirleri için bu kadar önemli ve eşsiz olabilirler miydi? Bu soruların hiçbir önemi yoktu artık onlar için...
Nedensiz, karşılıksız, yürekleriyle sevmenin, bu büyük sevgiyi yaşayabilmenin verdiği haz yetti onlara.
Adı yoktu sevgilerinin..! Zaten bir ad bulma çabasında da olmadı ne sevimsiz ne de çirkin. Adsız kalacaktı sevgileri...
Zaman geçtikçe anlamaya başladılar, hayatlarındaki eksikliğin birbirleri olduğunu. Artık her kelimenin yeni bir anlamı vardı onlar için. Bir çok kelime ise anlamsız kalıyordu, anlatmaya yetmiyordu sevgilerini.. Kelimelere sığamaz oldu adsız sevgileri. Her ikisi de birbirlerini ne çok sevdiklerini, ne çok özlediklerini ve de ne çok mutlu ettiklerini çok iyi biliyordu.
Bunu bilmek, yaşamak, yaşatabilmek ne güzel bir şeydi..
Sevimsizde de çirkinde de birer yürek daha vardı artık... Hiç çekinmeden, karşılık beklemeden birbirlerine sundular yüreklerini ve hiç yalnız olmadılar, yalnız ve sessiz kalmadılar. Sessizliğin bile ne çok gürültü yaptığını; suskunluğun; içinde hiç söylenmemiş, duyulmamış sözler gizlediğini fark ettiler. Susarak söylediler en güzel sözlerini...
Sevimsiz çirkini çok sevdi, çirkin de sevimsizi.. yüreklerini açtılar “Hoş geldin..” dediler. Belki de o ana kadar hiç özlemedikleri şeyleri özler oldular..
Yüreklerine, sevgileriyle birer ada çizdiler ve adalarına birbirlerinin adını verdiler.
Sevimsiz ve Çirkin...

Herkes için hayatın bir anlamı vardır, değil mi?
İşte onlar için hayatın anlamı bu iki sözcük; “sevimsiz” ve “çirkin”
Evet, sevimsiz ve çirkinin masalı bu... ve her masalın bir sonu vardır mutlaka, iyi ya da kötü bir sonu vardır! Her masal ya mutlu ya da hazin bir sonla biter.
Ama...
Sevimsiz ve çirkinin sevgileri gibi masalları da farklı.
Ne mi bu fark..?

Onların sevgilerinin bir adı;
Masallarının ise bir sonu YOK...!


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Mart 2006       Mesaj #352
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
--- Bir Hayaletin Ayak Ýzleri ---
Geceleri saçlarýma deðen ýlýk bir nefes sanki...
Sponsorlu Bağlantılar
Uyanýyorum uykumdan en derin sessizliklerin olduðu saatlerde,
bakýyorum etrafýma kimseler yok!..
Peki neydi beni uyandýran, saçlarýma deðen o ýlýk nefes kimindi?..
Ruhumun sarhoþluðumu var yoksa, bedenimin isyanýmý?
Bilmiyorum...Beni çaðýrýyor sessizliðin sesi, bilimezliðin gizemi anlamýyorum her þey bölük pörçük yüreðim de,
peki bu duyduðum ayak sesleri kimin?..
Korkuyorum gecenin ýssýz karanlýðýndan, gecenin gizemli bakýþlarýndan...
Sadece hissediyorum, hissediyorum izlendiðimi hatta,
hatta korunduðumu hep bir soru, bir muamma beynimde neden birebir yaþayamýyorum bunlarý, neden gecenin ýssýz sessizliðinde çýkýyor ortaya bilmiyorum...
Her gece ayný saatte saçlarýma esen ýlýk bir nefes uyandýrýyor beni ve görüyorum hep o hayaletin ayak izlerini...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Mart 2006       Mesaj #353
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
özlediğime

Ö L Ü M S Ü Z K I R M I Z I G Ü L L E R

Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı da Kocasının sevgili Rose idi...Her Sevgililer Gününde kapısının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan. Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmışıtı.Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte. Her yıl güllere iliştirdigi karta ayni cümleleri yazardı : "Seni bu sene, geçen senekinden daha çok seviyorum." Birden, bunların son gülleri oldugunu düsündü. Önceden ısmarlamış olmalıydı. Öleceğini nasıl bilebilirdi? Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi.Gülleri özenle içeri taşıdı. Saplarını kesti, vazoya yerleştirdi.Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine, gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce gülleri ve fotografı seyretti. Sessizce... Bitmek bilmeyen bir yıl geçti. Yapayanlız ve hüzün dolu bir yıl...Sonra bir sabah kapı çalındı. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi kıpkırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Saşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı.Onu bu kadar üzmeye kimin ne hakkı vardi? Biliyorum dedi, çiçekçi. Eşinizi geçen yıl kaybettiniz. Telefon edeceğinizi de biliyordum. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlayıp, parasını da ödemişti. Hep öyle yapardı zaten. Hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı. Kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum. Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istedigi kart. Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapadı . Parmakları titreyerek zarfı açtı. "Merhaba sevgilim" diye başlıyordu kart. "Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen,kalan ben olsaydim neler çekerdim, kim bilir ? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin. Dostum, sevgilim, benim. Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.Her zaman da sevecegim. Ama yaşamalısın. Devam etmelişin. Lütfen mutluluğu yeniden yakalamaya çalıp. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim. Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdigim yeni adrese getirip seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz yere bırakacak."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Mart 2006       Mesaj #354
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ferhat ile Şirin

Padisah, kizi Sirin'i çok severdi. Sirin bir kösk istedi babasindan. Kösk tam üç günde bitirildi. "Ama ben saçaklarinda hiç görmedigim kuslarin uçtugu, duvarlarinda hiç bilmedigim gemilerin hiç bilmedigim ülkelere sevinç tasidigi, dört bir yaninda atlarin hiç tanimadigim umut ülkelerine dogru gittigi bir kösk isterdim" dedi Sirin. En güzel resimleri, en güzel islemeleri en güzel renklerle yaratan Ferhat'i sarayin bahçesine yapilan bu yeni köske getirdiler. Ferhat boyalarini açti, her yani resimlerle, islemelerle süslemeye basladi. Dünyamizin basina sarmis bütün olmazliklari, yüregimize nereden geldiyse gelmis bütün yanlislari, kötülükleri yoksayan büyük bir yaratici çabayla ise koyuldu Ferhat. Boyalarla arasinda kesin bir anlasma vardi. Hiçbir seyi umursamaz gibiydi. Oysa, yaptiklarini begendiremezse boynu vurulacakti.

Yaratanlar
Bagislayin önce bizi
Her seyi sizden aldik
Hiçbir sey veremedik belki size
Bizim yüzümüzden yalnizliginiz
Yaratanlar
Bizi hosgörmeyin ama
Alin degistirin bizi
Taslari yontu yapmaya
Degistirin
Sabah aksam degistirin içimizi
Yaratanlar
Aydinliga çikaran eller kutsal ellerdir
Siz bastanbasa birer tanrisiniz
Duyurun her duymazliga sesinizi

Ferhat bir sabah vakti gene boyalariyla söylesirken, tuttu yemyesil bir yaprak isledi köskün avlusundaki büyük çesmenin tasina. Sonra yapraga dönüp sunlari söyledi:

Gözlerinin derininde bir sari
Yaprak gibi sicak yazdan geçecek
Bekleyecek uzaktan ilk rüzgâri
Ilk sallantida yerlere düsecek
Ilk yagmurda islanacak saçlari
Ilk selin akisina takilip gidecek
Bir ovada karsilayacak kari
Ilk ayazda yüregi titreyecek
Iz kalmayacak ondan baharlara
Çürüdügünde yesiller çikacak
Artik ben yokum dedigi gün
Topraktan papatyalar fiskiracak
Bir yokta geçirecek uzun yazi
Sonbahari hele hiç duymayacak
Kimse gelmekte olan soguklari
Onu bulup da ondan sormayacak

Daha sonra o yapragin yanina özgürlük kirmizisi bir sandal çizdi. Kumluga mor rüzgârlar getirdi. Dalgalar kiyiyi tutunca sunlari söyledi:

Tutkularla açilir misin sandal
Eski mavi büyük denizlere
Gider misin isiklarin ardindan
Günesin kuskusuz battigi yere
Orada görülmedik umutlar bulur
Alir getirir misin kiyilarimiza
Büyük sevinç çigliklari tasir misin
Kara ve sessiz yalnizligimiza
O deniz tarlalarinda belki çiçekler
YesiI uzakliklara serer bakisini
Belki onlar bizden iyi bilirler
Umudun gizlisini askin saklanmisini
Gider getirir misin güzeI sandal
Bize acilarda yok olmayani
Büyüyüp büyüyüp de kuslar gibi
Gün geIip alnindan vurulmayani

Daha sonra da bu apaydinlik kiyiya bir atli getirdi daglardan. Atliya bakip sunlari söyledi:

Taraninca sabahlarin saçIari
Senin adin umut diye biri mi
Bir daha geçmez misin geçtigini
Yakilinca küI vermeyen serüven
Senin adin bir atli mi daglardan
Baskaldirmis yoklugunun adina
Varinca atli olmanin tadina
Senin için gitmelerin sehri mi
Senin karli daglarin var mi kistan
Sunulacak umudun var mi yaza
Yoksa aksamüstünde kendini
Birakacak misin renksiz beyaza
Atini basibos sürüp tarlaya
Topla diyecek misin yalnizligi
Özgürlügü ayri ayri kapilarda tutarken
Varligin ve yoklugun uymazligi
Yaratanlar
Her umudu bir kesinlik bildiniz
Sizden önce umut yoktu dünyamizda
Dünyamiza umudu siz getirdiniz
Sonu hiç gelmeyecek bir sarkida
Siz islediniz dogaya inanci
Kendinizden kendinizi yaratmayi bildiniz
Her sey bitmis sanilan yerde bile
Yeni yontular kurdunuz kayalardan
Asilmazliklar gibi dikili daglardan
Siz asmayi bildiniz geçitleri
Siz bize kendimizi gösterdiniz
Siz bozdunuz dogada sessizligi
Yerine sonsuzlugu getirdiniz

Ferhat o sabah yapragi, sandali ve atliyi çizerken, Sirin bir kösede gizlice onu gözetliyordu. Bakti ki, düsledigi güzelliklerden de büyük güzellikler Ferhat'in çizdigi, boyadigi resimlerdedir. Usulca onun yanina yaklasti ve dedi ki:

Bu kadar güzelligi kaldiramaz
Daha güzellersen yikilir duvarlar
Böylesine eksiksiz bir türküyü
Duyanlar dinlemeye dayanamaz
Biraz çirkinlik kat yaptigina
O güzel çocuk yüzlerini sil biraz
O bembeyaz yeleli atlari karala
Yerlerine yalnizlik çiz biraz
Iyiden dogrudan ve güzelden
Birini görmezden gel hiç degilse
Boyadigin çiçeklerden birinin
Hiç degilse bir yapragini kopar
Bir yerinde aksasin bu sonsuzluk
Yoksa yüregimiz dayanmayacak
Hem bizim eksikli varligimiz
Senin eksiksizligini zor anlayacak
Sonra aklindan sökemezse seni
Ya bir çilgin olup çikarsa Sirin
Sonunda bir yalnizliga düserse
Sonsuzlugunla ödeyebilir misin

Ferhat, Sirin'i görünce vuruldu. Ne gördügü, ne duydugu, ne yarattigi güzellikler içinde böylesine yüce bir güzellige raslamisti. Dedi ki Sirin'e:

Boyalarla isledigim duvarlarda
Hiçbir güzellik ulasamaz sana
Ben ne kadar benzetmek istesem
Hiçbir rüzgâr benzeyemez saçlarina
Güzelligini asacak qüzellik yoktur
Onu ben istesem de yaratamam
Senin güzelligini gördükten sonra
Artik ben boyalara dokunamam
Ben ki hep bir asmaya inanmistim
Ama senin varligini asamam
Gözlerinde parlayan yücelige
Yaklasmak istesem de yaklasamam
Eksiksizi ben sende gördüm ancak
Bundan sonra eksiksizi yaratmayi umamam
Ilk yenilgim en yüce yenilgimdir
Artik Ferhat'in isi tamam
Neden bunca güzelligin vardi da
Yeni güzellikler özledin bos yere
Neden böyle bir vurusta yok ettin
Yoksa düsmanligin mi vardi bana
Sirin karsi durdu Ferhat'in sözlerine. Dedi ki:
Sen ki hep bir sonsuzun umudusun
Nasil durur kalirsin yeniden dogmalara
Sen ki hep bir bitmezin sarkisisin
Nasil boyun egersin çaresiz kalmalara
Biz hepimiz bir tutkuya yaratildik
Dogduk koyu ve yogun yalnizliktan
Biz ki durak bilmeyen yolculariz
Nasil eksildik deriz zor yollardan
Artik yüklendik ya yaratmayi
Bütün güzellikler bizden sorulacak
Iyiyi ve dogruyu yüklendik ya
Düsüncemiz her zaman sonsuzu arayacak
Bütün yarattigini sil istersen
Istersen yeniden koyul yaratmalara
Kendini azalmayacak bir tutku say istersen
Yürü bizi bekleyen zamanlara
GüzelIigimi asmani isterim
Yalniz kalmak istemem ben dogada
Kendimi yarattiklarinla anlayayim
Daha yüce güzellikler ver bana

Ferhat da, her yaratan gibi, yaratmayi istemese de yaratacakti. Sirin ona yepyeni güzellikleri duyurdu. Ferhat yepyeni güzelliklere dogru yürüdü. Sirin'in köskü, artik, bir güzellikler cennetiydi. Çok zaman Ferhat da Sirin de her gün biraz daha büyüyen güzellikler karsisinda saskinliga düsüyorlardi. Güzelligin kaynagi simdi artik yalnizca Ferhat degildi. "Sende buldugum güzellikleri çiziyorum durmadan" derdi Ferhat. Gün geldi, köskün islenmedik yeri kalmadi. Padisah, yaptiklarina karsilik Ferhat'a bir torba altin verdi. Ferhat torbayi köskün bir kösesine birakarak çikti gitti. Giderken son bir bakisla bakti Sirin'e. Padisah olanlari anladi, anlamazdan geldi. Onlarin birbirlerine zorunlu olduklarini anlayamazdi elbet. Ne de olsa padisahti. Yaratmakla yönetmek anlamaz birbirini.

Günlerden bir gün Sirin, Ferhat'a bir mektup yolladi. Mektubu götürecek ikiyüzlü, onu önce Padisah'a verdi. Padisah mektuptan hiçbir sey anlamadigi için ikiyüzlüye "götür ver bakalim altindan ne çikacak" dedi. Mektupta sunlar yaziliydi:

Yeraltindan çikar gibi maden
Oydukça yalnizlik çikarilir
Aradigin geçmis günler içinde
Yalnizligin bir karsiligi vardir
Geçmeye çalistigin geçitlerde
Koca sehirler boyunca yilginlik
Durup durup sessizlige uzanir
Bulut tutar gibi tutar gökleri
Oyarcasina bir duyarligi
Öyle basip geçmisler ki adim adim
Yüregin islek bir kaldirim
Korundugun bütün zor zamanlarda
Öyle yürümüsler ki her yanindan
Yikim bile degil kalan geriye
Yeraltindan çikar gibi maden
Ölümleri oymuslar yüregine

Ikiyüzlü, Ferhat'tan da Sirin'e bir mektup getirdi. Ama önce Padisah'a okuttu mektubu gene. Padisah bu mektuptan da bir sey anlamadi. "Götür mektubu ver Sirin'e, bakalim ne yapacak" dedi. Mektupta sunlar yaziliydi:

Adim adim eskiyerek bir gün
Bakarlar ki yirtilmis torba
Saman gibi dagilir ortaliga
Umut bilip ömrünce götürdügün
Yeni bir göz gibidir karanliga
Yikimini ilk gören her duyarlik
Bir ada gibi çizer durusunu
Her yaninda denizden bir yalnizlik
Yüregindeki kus vurulur alnindan
Bos kanatIariyla iner yere
Umutlari kapanir göklerine
Zaman denen sesler duyulmaz olur
Yavas yavas çekilerek bir gün
Bakarlar ki çöl basmis denizi
Artik onu aramayin gemiler
Onun için sular çoktan bitti

Yazdi. Sehir susuzluktan yaniyordu. Her yerde su ariyorlardi. Sarayda bir yudum su kalmayinca Padisah da arayicilara katildi. En önde Müneccimbasi büyülü sarkaciyla yürüyor, onu Padisah, vezirler ve halk izliyordu. Aksama kadar yürüdüler. Günes batarken, aralarindan ayrilip sehrin güneyindeki dagi asmis olan bes kisinin dorukta el salladiklarini gördüler. Biraz sonra o bes kisi etege indi ve dagin öbür eteginde çoskun bir suyun sel gibi aktigini bildirdi. Müneccimbasi sarkacini o yöne dogru döndürerek bir seyler mirildandi ama, söyledikleri sevinç çigliklari arasinda yok oldu. Ancak, mühendisler Padisah'a bildirdiler ki, o su dag delinmeden sehre getirilemez. Ertesi gün bütün halk dagi delmeye koyuldu. Gelgelelim, kayalar kazmalara geçit vermiyordu. Susuzluk son duragina geldiginde, Padisah, dagi iki günde delebilene istedigini verecegini bildirdi. Çigirtkanlar haberi yaydilar. Bir ögle üstü Ferhat, Padisah'in karsisina geldi. Ferhat, Padisah'a dedi ki:

Kazmalar kürekler yetmez dagi delmeye
Yüreginden vermedin mi dag susar
Dagi delen deldigi dagdan güçlü gerek
Yoksa hiç bir susuzluga geçit vermez kayalar
Ne istemek ne bilmek yetmez dagi delmeye
Sen asmayi bilmedin mi dag susar
Su oralarda akar biz burada yanariz
Dalarak pinarlarin eksilmez düslerine
Dag ne bilecek kendinden vermeyi
Kayalar susuzlugu ne anlamis
Yasamayi bilmeyen bilmez ki yasatmayi
Dag bitmez bir sessizliktir yokluguna inanmis
Yürek direnmeyi bilse çoktan delinmisti dag
Çoktan yenik düsmüstü varliginda kayalar
Simdi o kuru çayda sular oynasiyordu
Simdi kiskanç bir çöle benzemezdi sokaklar
Bu dagi tek basima delecegim
Basegmeyi bilmeyen yüregimle
Bütün susuzlara haber salinsin
Yarin suyu getirecegim sehre

Ferhat'i dinleyen Padisah'in sevinçle söyledikleri:

Bilsin günes
Bir karanliktan sonra güne açilani
Yikasin yagmur
Yanmalardan sonra kül baglayani
Anlasin dereler sularini
Bütün kuslarina saysin gökler
Renklerini tanisin çiçekler
Basaklar kavrasin tarlalarini
Nasil Ferhat daglari anlamissa
Daglar bütün geçmezlige bitmisse
Giyinsin umudunu bütün sular
Dahu uzaklara sersin uzaklarini
Nasil daglar tutamazsa sulari
Nasil deniz yok etmezse gidisleri
Her kopan kayada parlayan alinteri
Silsin bütün ölüm korkularini
Duysun bütün sabahlar
Geceden umut diye gündüze baglanani
Görsün bütün kayalar
Sarsilmazliginda bitimsiz durani
Kullanilmis umutlari çikarip atin
Varacaginiz yerlere vardinizsa
Anilara hiçbir sey saklamayin
Eger insan gibi yasadinizsa
Eski sular düslerini birakin
Daglarin ardinda yeni sular var
Yeni sabahlarda delin daglari
Susuzluktan suya çikin birdenbire
Yoksa düsler birden çoraklasirsa
Insan hiç anlamadan yalniz kalir
Kullanilmis umutlari çikarip atin
Yorgun umut ani olup kalmadan
Gökler kadar özgür olacaksiniz
Kendinizi yikayin anilardan

Sabah olmadan daha, Ferhat kazmasini omuzlayip dagin etegine geldi. Basladi dagi delmeye. Her vurusta adam büyüklügünde kayalar kopariyordu. Ögleye dogru Padisah, yaninda Sirin ve adamlariyla dagin etegine geldi. Bakti ki Ferhat dagin yarisini delmis. Ferhat gelenlerin yaninda Sirin'i görünce sarsildi. Sirin bir ara onun yanina gelerek kimseye sezdirmeden bir mektup birakti avucunun içine. Ferhat, ancak Padisah, Sirin ve vezirler döndükten sonra mektubu açip okuyabildi. Okur okumaz, oldugu yere yigilip kaldi. Bir ara toparlandi, sirtini bir kayaya dayadi. Içinden, dagi da Sirin'i de birakip, uzak, çok uzak yerlere gitmek geldi. Ancak, koca bir sehrin umudu olmusken, dagi delmeden bir yere gidemeyecegini düsündü. Yeniden kazmasini aldi eline.

Sirin, mektubunda, önce, babasinin sehre gelecek suyla birlikte dügün dernek kurarak kendisini vezirin ogluna verecegini, bunun kendisi için ölüm demek olacagini, Ferhat'siz bir Sirin düsünemedigini, tam bir açmazda oldugunu bildiriyor, sonra sunlari söylüyordu:

Birden yasadigim her seyi ölmek
Her seyi yeniden yasamak istiyorum
Birden hiçbir seyi duymak istemiyorum
Bitmis bir sarki gibi seziyorum kendimi
Yikilsin istemiyorum artik duymazliginda daglar
Baksin istemiyorum artik gözlerimi
Belki bütün bir evrenin güneslerini
Belki ilk olarak isiktan saymiyorum
Birdenbire sönecegini bilmezdim umudun
Sevincin böyle çabucak ölecegini bilmezdim
Böyle bir açmaza demir atmak nerelerden
Nasil da birdenbire gelip buldu beni
Yeniden duymak istemiyorum yasarligimi
Hiç degilse bir gün ölmek bir tek gün
Ey bana kendini bir gün çok gören ölüm
Bir anlasan nasil çok seviyorum seni

Ferhat, Sirin'in mektubundan yüklendigi aciyIa bir türkü söyledi. Türküyü, arkasinda sessizce duran Siriii in dinledigini bilmiyordu. Dedi ki türküde:

Sonsuz tutkulnrda asar bosluklari
Iner bir papatya sarisinda güzellenir
Günesin ilkbakislari vurunca
Gözlerin dinmezlikleri ummayan bir denizdir.

Yillari yürümüs isiklar gibi uzaylardan
Gelir dönülmezligin çizdigi yeryüzüne
Mavisi sessizlikte çogalan gözlerindir
Akisini duyurur bitimsiz dogalardan

Sürer bir yasarlikta kesiksiz inanmayi
Dönmez çoktan eskimis geçkin uçarliklara
Yasamaktan bildigi uzun bir dinmezliktir
Umutlanmaz korkak yalnizliklara

Istesen de istemesen de anlamaz durmayi
Der ki -adim zamanlardir bitmisliklerde kalmam
Bir kere sana biçmis ya kendini tamam
Hiçbir sey ögretemez ona sensiz olmayi



Sehir sudan umudunu kesmisti. Sessizce ölümünü bekliyordu. Kimsenin dagin ardina gidecek gücü yoktu su içmek için. Gitmeye kalkanlar baygin yigildilar dagin yamacina. Simdi kayu bir sessizlik yalnizca Ferhat'in kazmalariyla yirtiliyordu. Ferhat, üzgün, Sirin'in mektubuna karsilik olan türküyü söyledigi zaman arkasinda Sirin'in bulundugunu bilmiyordu. Biraz sonra bir hisirti oldu, Ferhat arkasina bakti, Sirin'i gördü. Kucaklastilar. Sirin, saraya dönerlerken, bir yolunu bulup babasinin yanindan ayrilmis, kosa kosa Ferhat'in yanina dönmüstü. Susuzluktan kuruyan gözleri, dudaklari, artik son gücünü harcadigini gösteriyordu. Uzun zaman birbirlerinden ayrilmadilar. Sonra baktilar ki günes batmaktadir ve su gecikirse sehir kirilacaktir, birlikte çalismaya koyuldular. Ferhat kazmasiyla kocaman kayalari kopariyor, Sirin de kendisinden umulmayacak bir güçle bu kayalari açilan tünelin disina çikariyordu. Sehir büyük bir sessizlik içinde yavas yavas erimekteydi. Ferhat gittikçe koyulan sessizligi duydukça kazmasini daha büyük bir hinçla salliyor, günes batmadan önce dagin ardindaki gür suyu sehre akitmak istiyordu. Açilan tünelin bir ucunda isiklar kirmizilasmaya, tünelin içini karanliga gögüs geren koyu bir pembelik sarmaya basladigi sirada, güçlü bir kazma vurusuyla düsen bir kayanin yerine dolan mor isiklar bu büyük çabanin sonunu müjdelediler. Ferhat daha sonra suyla tünel arasina büyük bir ark açti, suyun akis yönünü degistirdi. Biraz sonra sehirden gelen çigliklar, ölüm saçan susuzlugun sonunu bildiriyordu. Ferhat ve Sirin, bir agacin gövdesine sirtlarini dayadilar, düsünceye daldilar. Gittikçe artan uzak çigliklar arasinda aksam pembeden koyu maviye dogru degiserek ilerliyordu. Bu güzel bitisin kendilerinin sonu olacagini bilerek susuyorlardi. Uzun uzun sustular. Sonra artik günün son isiklari da uyumaya gidince, yavasça yerlerinden dogruldular. O sirada ne Ferhat, Sirin'in güzünden akan bir damla yasi ne Sirin, Ferhat'in gözünden akan bir damla yasi görebildi.Ferhat, Sirin'e dedi ki:

Varligin varligima karisacak
Umut yorulmaz bir atli gibi çikti geliyor
Dünyamizda gözlerinin vazgeçilmez mavisi kurulacak
Bunu hayir diyenler de biliyor
Ölümlerden ölümsüzlük devsirenlerde
Eski bir kolayliktir kendinden utanmak
Çok eski bir zorluktur seni sevmek
Bulutlarin yagmurlardan koparildigi yerde
Inançlarin durup kaldigi günde
Her direnç bizim için sonsuza açiliyor
Çöllerden daha kuru ve bitkin bekleyislerde
Her umutsuzluktan sonra sular basliyor
Sen yasamsin bir yandan olmaza degisirsin
Yikarsin bütün umudu geçilmez daglarinda
Bir yandan bize bütün maviyi getirirsin
Ölmezligi gök bilen kuslarin kanadinda
Umut olmazliklari bilmeyen ülkedir
Hiç durmndan seni bana ulastiran
Yalnizlik bir korkudur dönüp dönüp
Gelip gene kendisine baslayan



Sirin, Ferhat'a su karsiligi verdi:
Deniz susayinca gök
Bir yagmur deniziydi çilginlasan
Sanilirdi ki bir gün saçlarindan
Umulmadik denizler gelecek
Yasar gibi mavisinde bir çiçek
Bir kus bir ince uçusu söyler gibi
Bir böcek bir ilk yazi anar gibi
Her yoklukta varligin bilinecek
Gün bitince pembeliginde aksam
Bir yeni gün umuduydu bekleyisle
Durmak bilmez yolcuydu
Daha yolcu olurdu hergidisle
Duyar gibi dönmezligi bir akis
Karanligi bilmez gibi sabahlar
Saatlar bir inanca kosar gibi
Her bakisa gözlerini getirecek
Deniz baslayinca gök
Bir sonsuzluktu sulara karisan
Bir günessin güne dogdugun yerde
Kovulmaktan yorgun yolcudur aksam

Ferhat ve Sirin dagdan sehre indiler. Suya kanmis bir kalabalik her yanda sevinç gösterilerinde bulundu onlara. Ferhat da, Sirin de, suya kavusan kalabaligin övgülerinden kurtulabilmek için kosarcasina saraya girdiler. Padisah ve adamlari Ferhat'i bekliyordu. Padisah, Ferhat'la Sirin'i bir arada görünce öfkelendi ama bir sey demedi. Ferhat'i yanina çagirdi. Bir torba altin uzatti ona. Ayrica,"dile benden ne dilersen" dedi. Ferhat, Padisah'a , altin istemedigini, yalnizca ve yalnizca Sirin'i istedigini söyledi. "Bir dag delicinin Sirin'i istemesi büyük saygisizlik" diye bagirdi Padisah. Adamlarina bagirdi: "Götürün bu dag deliciyi zindana atin, akillanana kadar kalsin orada." Ferhat yorgundu, zindana girer girmez uykuya daldi. Zindancilardan biri, gün dogarken bir mektup uzatti gizlice Ferhat'a. Mektup Sirin'dendi. Diyordu ki Sirin:

Seninle bir dönülmeze inanan
Her zaman seninle bir Sirin var
Sen git senin pesinden gelecegim
Bizi kolay ayiramaz korkular
Satir satir yazilsa da duygulardan
Ölümlere yokluklara agitlar
Unutulmus serüvenler kadar sönük
Bir gitme umudu sana yeter
Yüreginin derininde kosup duran
Çocuklar kadar korkusuz tutkular
Anlatir her uzaktan geçene
Daglarin ardinda gür sular var
Ögrenecegin hiçbir sey kalmadi
Yalnizliklardan ve suçlu yasaklardan
Büyütecegin umutlar yok
Umut çoktan çekildi bu saraydan
Bir gitme tutkusu sana yeter
Gitmesen de sen yolcusun burada
Için bilinmedik daglara dogru kossun
Gözlerin gün boyu gezinsin ufuklarda

Bir gün sonra, gene gün dogarken Ferhat'a Sirin den bir mektup daha getirdiler. Diyordu ki Sirin:

Yasamak güvenemeden
Direnemeden tutulamadan
Harman yerlerinde savrulamadan
Uzun bir boslukta gelip gitmek
Bir aksam bir bulutu özleyemeden
Bir ilkyaz yagmurunu isteyemeden
Kilicinin ucuna gelen sevinci
Çekip bir yalnizliga isleyemeden

Birgecenin düslerde uzayan yerinde
Kalmak bir yarina dogmayi bilemeden
Bekleyip en uzun yollardan özlemlerle
Bir tutku gibi çikip gelemeden
Yasamak dalgasiz sular gibi
Rüzgârsiz yelkenler gidissiz yollar gibi
Çekilmek kurumus saksilar gibi
Pencere içlerinden kapi önlerinden
Yasamak bitmislikte uykular kadar
Büyüyüp kirgin kaygilar örnegi
Bir uzaga çekilip daglar gibi
Yükseklerin sarkisini söyleyemeden

Ondan bir gün sonra, gene gün dogarken, bir mektup daha geldi Sirin den Ferhat'a. Diyordu ki Sirin:

Günler birer bekleyistir geçilir
Inancinda getirmez bir korkuyu
Koca sehir sana çok görse de
Asilmaz daglardan tasidigin umudu
Sana zaman bir sarkidir söylenir
Der ki çiglikliirdan yorgunsan eger
Umut gemileri batmadan daha
Kendini baska bir mavilige ver
Baska bir rüzgârda yürü tutkuyu
Bir gün sevince varmayi birakma
Tut ki boydanboya çöktü sevgiler
Soracagin ne kaldi yalnizliga
Bilirsin ki distan yikamazlarsa
Gelir içten alirlar kaleleri
Kavgada yere sermezler de
Kavgasiz birakirlar önce seni
Unutur musun bir gün
Seni sessizce arkadan vurani
Yazik sana çok gördüler
Kavgada verecegin bir avuç kani

Sirin'in Ferhat'a gizlice mektup yolladigini duyan Padisah kizini yanina çagirtti ve "üç gün içinde dügünün olacak, bilesin" dedi. Sirin, babasina, Ferhat'dan baskasini istemedigini, baskasina vermeye kalkarsa kendini öldürecegini kesinlikle bildirdi. Padisah, Sirin'in bu sözleri üstüne iyice öfkelendi, Adamlarina buyurdu: "O Ferhat denen dag deliciyi çikarin zindandan, söyleyin ona, hemen bu sehirden çekip gitsin. Yoksa boynunu vurdururum." Sirin babasinin yanindan çiktiginda yikilmis gibiydi. Gene de umutluydu. Zindanin kapisina kostu. Adamlar Ferhat'i çikariyorlardi. Sirin, Ferhat'a "daglarda bekle beni" diyebildi. Hemen Ferhat'i uzaklastirdilar, götürüp sehrin kiyisina biraktilar. Ferhat su getirmek için oydugu daga çikti. Bir magara oydu kendine. Orada yalnizca acilarini ve umudunu yasamaya koyuldu. Dügün baslamak üzereydi. Ertesi gün çalgilar çalinacakti. Vezirin oglu tras olmus, yenilerini giymisti. Sarayda basdöndürücü bir gidis gelis göze çarpiyordu. Kadinlar Sirin'i kandirmaya çalisiyorlardi uzun uzun. Sözü biri aliyor, öbürü birakiyordu. Sirin susuyordu. Bir firtina öncesinin sessizligi gibiydi. Üstünde ne yapacagini bilenlerin dinginligi vardi. Su sasirtan ve korkutan dinginlik, aksama dogru kesin bir sevince birakmisti yerini. Son dakikaya kadar Ferhat'a kavusmayi deneyecek, kavusamazsa odasinin penceresinden usulca asagiya birakacakti kendini. Yasamakla da, ölmekle de Ferhat'in olabilecegine inaniyordu. Gülüyor, sarkilar söylüyordu. Aksam geceye dogru degisirken, sarayin kapisini bekleyen bekçinin yanina gitti. Ondan kendisini kapidan birakmasini istedi. Sirin, sarayin kapisindaki bekçiye dedi ki:

Gün dogdu umut kirildi
Birak beni gideyim
Dünyam bütün karardi
Birak beni gideyim
Ben topraktan ayrilamaz bir suyum
Denizlerini özleyen gemiyim
UçusIara susadi kanatlarim
Birak beni gideyim

Çekildi özsularim dallarimda
Onmaz bir durgunlugum yalnizlikta
Her geçen gün biraz daha geceyim
Birak beni gideyim
Tutkuyu tutma kapilarda
Nilüferler bogulmadan sularda
Acilar onu yikmadan daglarda
Birak beni gideyim
Nasil olsa yolum çizili benim
Ben ya Ferhat demisim ya da ölüm
Ey benim yoldasim urnut gözlüin
Birak beni gideyim

Bekçi sessizce açti kapiyi, tek söz söylemeden. Sirin gecenin karanliginda usulca süzüldü disariya. Karanligi boydanboya kosuyordu. Ferhat'i bulmak için sabahi beklemeliydi. Bir agacin dibine çöktü, beklemeye basladi. Gece bitmek bilmeyen bir agirlik gibi uzadikça uzuyordu. Sirin, uyanik, düs gördü sabaha kadar. Bu düslerin her birinde, kendisini çogaltan, yücelten, kendisinin çogalttigi, yücelttigi Ferhat vardi. Sabahi anlatan ilk isiklar Dogu'da kipirdanmaya baslayinca, Sirin, "ölüme de, yasamaya da benzer bir gün doguyor" dedi. Gün dogudan ilerledi, Sirin'in ayaklarina kadar geldi ilk isiklariyla. Sirin daga dogru yürümeye basladi. Dag onu yokusunda engelleyecek yerde, onun yürüyüsüne yürüyüs, gücüne güç katiyordu. Uçuyordu sanki dagin yükseklerine. Ferhat'in magarasinin dorukta olduguna inaniyordu. Doruga yaklasinca "Ferhat" diye seslendi. Sirin'i özlemle kucaklayan Ferhat ona sunlari söyledi:

Umutlarin dogdugu yerde geldin
Günesle birlikte dogdun sabaha
Madem ki böylesine güzelliksin
Bir dag çiçegi taksan saçlarina
Sarsilmazliginda bir kalesin
Dünyada hiçbir ordu yikamaz burçlarini
Kiyilari çok uzak bir denizsin
Benim diyen geiniler geçemez daglarini

Gülünç ettik ya ölümü ona bak
Yasarligi en kesin belirleyebildik ya
Artik ölüm her yerde utanacak
Ferhat ile Sirin'e göz koymakla

Kucaginda ölüme ölüm demem
Umudunda yok olmalar bir hiçtir
Gökleri mavisinden koparmak isteyene
Artik ölüm bir çikar yol degildir

Ölmezligi bulduk ya sonunda
Varligimizla yarattik sonsuzu
Haydi kalk uzaklara gidelim
Ölüm sonsuza bölmeden umudumuzu
Sirin'in Ferhat'a söyledikleri:
Ölümler kolay sandi sevinçleri
Bire ona yüze bölerim sandi
Duyuyorum en güzel sabahimda
Ölüm bos yere yokluga inandi
Ölümler kolay sandi bitisleri
Bir kiliçta sonsuza yikacakti
Biliyorum en güzel inancimla
Ölüm kendine yok yere inandi
Ölüm her günkü gücüne yanildi
O sandi ki dur dese duracaktik
Ölüm belki de bizi çocuk sandi
Onu görür görmez aglayacaktik
Bir korkuyu sunacakti da bize
Korkuda çöller gibi yanacaktik
O sandi ki o bize inanmazsa
Biz ona çaresiz inanacaktik
Ölümler kolay sandi sevinçleri
Bire ona yüze bölerim sandi
Biz bir olmus iki ayni inançtik
Ölüm eksikliginde kalakaldi

Yaratanlar
Birer sonsuzluksunuz
Olmazi yoksadiniz bir evrende
Ölüm alsa neyi alacak sizden
Ölüm verse ne verecektir size
Siz her açmaza birer umutsunuz
Ölümünüzde suçumuz büyüktür
Yasarken aci çektiniz
Ondan da biz suçluyuz
Neyleyelim siz sonsuz büyüktünüz
Biz pek ayak uyduramadik size
Bizi size birakmadi korkumuz
Uyamadik büyüklügünüze
Siz birer tanrisiniz

Ferhat ile Sirin dagi asip bilinmedik uzaklara dogru yürümeye basladilar. Oysa büyük bir kalabalik peslerindeydi. Onlar su baslarinda dura dura, çiçek toplaya toplaya ilerliyorlardi. Kalabalik, kizgin bir çabayla kosturuyordu. Basta büyülü sarkaciyla Müneccimbasi, onun yaninda Padisah, arkalarinda vezirler ve damat, daha arkada da cellatlar vardi. Bir su basinda yakaladilar Ferhat ile Sirin'i. Önce Ferhat'i Sirin den ayirmaya çalistilar. Ayiramadilar. O zaman cellatlardan biri Ferhat'in sirtina bir biçak sapladi. Ferhat, Sirin'le birlikte yere yikildi. Sirin'i götürmeye gelen Padisah kizinin üstüne egildi. "Kalk artik, bu is bitti, gidiyoruz" dedi. Bir de bakti ki, Sirin de Ferhat'la birlikte gitmistir. Padisah yanmasina yandi ama, ölümlerin ardindan yanmak dayanmak midir? Simdi yüzyillarin basip geçtigi bu uzak ülkede Ferhat ile Sirin her olmaza baskaldiran birer umut olarak masallarda, türkülerde, sevinçlerde, tutkularda, inaçlarda yasarlar. Kime sorsaniz, Ferhat ile Sirin'in öldügünü söyleyemez. Ölümün el uzatamadigi yerdedir onlar, onlar ölümsüzlügün kendisidir. Yasarken dirençtiler, yasarliklari bitince ölümsüz oldular. Ölüm bir yoketme tanrisi olmayi onlarla birlikte elden kaçirdi. Ferhat ile Sirin'den beri ölüm, yalnizca yasamayanlari alip gidiyor. Bir direnci, bir güzelligi, bir inanci yaratmislar için ölüm, o günden beri çaresiz bir gülünçlüktür.
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
11 Mart 2006       Mesaj #355
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
Rüzgâr ve Güneş


Güneş ve Rüzgâr, hangisinin daha güçlü olduğu konusunda tartışırlar. Ve rüzgâr:

-Sana benim daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım.der.

-Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun hani şu üstünde palto olan. Bahse girerim o paltoyu üstünden senden çok daha çabuk söküp alabilirim.

Bu denemeye razı olan güneş bir bulutun arkasına gizlenir ve rüzgâr bir fırtına gücüyle esmeye başlar. Ancak rüzgâr şiddetini ne kadar artırırsa yaşlı adam da paltosuna o kadar sarınır. Sonunda rüzgâr pes edip durulur ve güneş bulutun arkasından çıkarak yaşlı adama sıcacık gülümser. Bunu gören yaşlı adamın yüzünde bir hoşnutluk ifadesi belirir. Ve paltosunu çıkarır.

İddiayı kazanan güneş, rüzgâra;

'Dostluk ve Naziklik her zaman haşinlik ve zorbalıktan daha güçlüdür...' der.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Mart 2006       Mesaj #356
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Issız Bir Sevda

Evlerinin yakınındaki alışveriş merkezinin kafeteryasında buluşmak üzere vermişti randevusunu… Hep öyle yapardı… Çünkü akülü tekerlekli sandalyesiyle rahatça girebildiği en yakın mekân orasıydı.
Çağın yeni ve göz kamaştıran icadı, internet vesile olmuştu tanışmalarına… Ama bu sefer daha ilk cümlede engelli olduğunu, tekerlekli sandalye kullandığını söylememişti. Bunu dürüstlük adına yapsa da toplumun genel öğretileri sebebi ile insanlar bunu doğru algılayamıyorlardı. Söylediğinde “sanal” ortamın dışında bile asla aşamadığı “arkadaşlık” eşiğine bile erişemeden başlamadan bitiyordu.
“Bu sefer de böyle yapayım, bakalım ne olacak” diyerek engeli dışında bütün detayları anlatmıştı ona… Anlattıkları dikkat çekmiş olacak ki, genç kız, “seni beğendim” demekten kendini alamamıştı.
İnternet ortamında günler hatta haftalar boyu süren muhabbetin ardından artık birbirlerini “gerçek” ortamda görmelerinin vakti gelmişti. Gerçi, kamerası vardı ikisinin de ve görüntülü ve sesli görüşebiliyorlardı ama bunun, içinde bulundukları “sanal” ortamı “gerçeğe” dönüştüremeyeceğini biliyorlardı.
***
Genç adam, her zaman yaptığı gibi on dakika erken geldi randevu yerine ve her zamanki gibi kafeterya girişinde “onu” gözleri kapıda, beklemeye başladı. İçinde her zamankinden farklı bir heyecan vardı. Çünkü ilk defa “engeli” araya girmeden konuştuğu bir genç kız, onu görecekti. Bu çok farklıydı; bunu o da biliyordu. Tepkisi ne olurdu, ne derdi, nasıl davranırdı?
Sorular yumak halinde zihninde dolaşırken, delikanlının “boncuk gözlü” adını taktığı genç kız, o incecik endamıyla kapıda görünüverdi. Onu tanımıştı… Arabası ile ona doğru hareket edip elini uzattı:
“-Merhaba; hoş geldin boncuk gözlü, ben Adil…”
Genç kız şaşkın, tereddüt etse de uzattı elini… O da Adil`i tanımıştı.
“Oturalım mı?” diyerek yol gösterdi Adil, hiçbir şey olmamış gibi… Onu ve gözlerindeki sıcak ama bir o kadar da şaşkın ifadeyi görünce heyecanı kaybolmuştu.
Sakince oturdular… Kısa bir sessizliğin ardından Adil konuşmaya başladı:
“-Bir açıklama yapmam gerektiğinin farkındayım ama önce birşeyler söyleyelim. Ne içersin Yeşim?”
Yeşim, yüzünde hala asılı duran şaşkın ve tereddütlü ifadeyle “çay” diyebildi.
Adil çayları söylerken, Yeşim aceleyle söze girmek istedi. Konuşurken dudaklarının titremesine mani olamıyordu:
“-Çok şaşırdım… Hem de çok… O benimle konuşan… Sözleriyle, şiirleriyle, davranışıyla, yaklaşımıyla, paylaşımıyla bana hayat veren… Hayata bu kadar bağlı, şair ruhlu, sevgi dolu adam… ”
Yeşim daha fazla devam edemedi. Titreyen dudakları ve nemlenen boncuk gözlerini, kafeteryanın penceresinden uzak ufuklara kaçırdı.
“-Evet, o benim… Hem de ta kendisiyim Yeşim… Şaşırmakta haklısın, ama yorum yapmadan önce beni dinlemeni isterim…“
Genç kız, boncuk gözlerini genç adama çevirerek “neden?” diye sorar gibi baktı. Yudumladığı çay, boğazında düğümleniyordu. Genç adam, sevgisiyle sonsuza akmak istediği yeşil gözlerin derinlerine, en derinlerine bakarak o sonsuzluktan derin bir nefes alıp konuşmaya başladı, zira bu, uzun bir konuşma olacaktı:
«-En başta söylemeliyim ki, engelimi sana bugüne kadar söylemememin sebebi, bunu hem önemsemeyişim, hem de senin önemsemeni istemeyişimdi. Kimbilir, belki bunu söylediğimde birçokları gibi daha o an benimle olan irtibatını kesecek, ya da buraya gelmeyecektin. Ya da gelsen bile “hoşlandığın bir erkek” ile değil, “egzantrik, ilginç bir tip” ile buluşmaya gelecektin. En kötüsü de bu ya… Bugüne kadar tanıdığın “hakiki Adil`i” asla göremeyecektin, görmek için çaban bile olmayacaktı. Ama şimdi, beni olması gerektiği gibi yani “önce bir insan, sonra bir erkek” olarak tanıyan güzel ve hoş bir insan var karşımda… Hatırlarsan, “bu kadar güzel şeyler söyleyip sonra beni bırakma, olur mu?” diye sormuştun bana; ben de sana “aynı şeyi, ben de senden istiyorum” demiştim. Ben seni geleceğime yazmayı arzu ediyorum Yeşim… Âşık mıyım; bilmiyorum… Çünkü ben beşeri anlamda aşkın, ani bir heyecan değil paylaştıkça oluşan, kopkoyu bir emek isteyen bir süreç olduğunu düşünüyorum. Seninle birçok şeyi paylaşabileceğime inanmasam zaten burada olmazdım. Duygu olaraksa, hep seven bir Adil vardı hayatım boyunca… Seven ve sevmekten vazgeçmeyen… Lisedeyken “âşık olduğumu” hissederdim. Öyle biri yoktu, ama ben aşkı hissederdim içimde, aşkı yazardım. Bedene bürünmemiş bir aşktı benimkisi… Zamanı geldiğinde içimde gezinen ve beni mutlu ve verimli kılan bu ruhu, “eşim” olacak kadar beni sevebileceğine inandığım insana verecektim. İşin bu safhasında hep sarpa sardı bu gayretlerim… Ama dediğim gibi, herkes önce bu bedeni gördüğü için, o ruhu, o sevdayı göremediler. Bu yüzden, benim sevdam hep ıssızdı ve “ıssız” kaldı. »

***
Uzun uzun konuştu Adil… Yeşim, hiçbir kalıba sokamadığı bu insanı dinlerken içinde bulunduğu durumun karışıklığı ile baş etmeye çalışıyordu… Seviyorum deyip ansızın gidiverenleri hatırladı bir an…Çevresindeki bir alışverişten öte bir anlamı olmayan sahte birliktelikleri düşündü. Oldum olası sahte duygulardan kaçmıştı. Her şeye rağmen, ansızın kalbine düşüveren duyguların sahibinin tekerlekli sandalyedeki bedenine bakıp şaşırmaktan kendini alamıyordu. Bırakın bir engelliye aşık olmayı, o güne kadar hiç engelli tanıdığı, arkadaşı, hatta akrabası bile olmamıştı. Duygular doğru, fakat beden yanlıştı. Olamazdı, olmamalıydı. Ama olmuştu işte… O, karşısındaydı. İçi ürperiyordu. Dokunsalar ağlayacaktı sanki…
Adil, genç kızın ellerini tutmayı düşündü, ama yapamadı. Çünkü, yüreğini yüreğinde hissediyordu artık, onu ağlarken görmeye dayanamayacaktı.
Yeşim, kendini toparlamaya çalıştı:
“-Düşünmem gerek… Hem de çok çok düşünmem… Başka söyleyecek kelime bulamıyorum Adil… Ben seni arayacağım…”
Çaylarını içip kalktılar. Kafeteryanın kapısında vedalaşırken Yeşim, boncuk gözlerini kısarak, kaynağını yüreğinden alan bir tebessüm eşliğinde “kendine iyi bak Adil… Görüşmek üzere…” dedi.
Kafeteryadan çıkarlarken, genç kızın elinde, delikanlının hediye ettiği üzerinde “Issız Bir Sevda” yazan bir şiir kitabı vardı. Delikanlıysa yolun sonunda gözden kayboluncaya kadar, sevdasının sahibi olmasını istediği insanı takip etti.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Mart 2006       Mesaj #357
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yağmur Saçlı Kız


Yağmur saçlı Kız unutma! bir tek seni sevdim ben, bir tek seni özledim ... Sen benim ilham kaynağımdın, sevinç tomurcuğum, sevgi çağlayanım, hayat pınarımdın bir zamanlar... Bir zamanlar saçların bahçemin nazlı çiçeğiydi her dokundukça yeşeren, okşadıkça kokulu güller açan; doyamazdım bakmaya, dokunmaya kıyamazdım... Ellerimi tuttuğunda tanımsız bir sevinç kaplardı içimin denizlerini; gökyüzü benim olurdu, yeryüzü benim...

Yaşamak bir rüyaydı seninle Yağmur saçlı kız, en güzel rüya sendin. İlkbaharda gökkuşağım olurdun, yazmevsiminde yağmurum, sonbaharda rüzgarım, kışmevsiminde fırtınam olurdun, her halini severdim senin...

Seni görmediğim gün bir şeyler eksik gelirdi bana, yabancı kalırdım hayata. Hüzünlü ırmak kuşları gibi bekler dururdum bir kıyıda, sen gelir geçersin diye...

Ne güzeldi özlemin çiçeklerinde yağmur yağmur gülüşün, geçişin her sabah gülümseyerek kapımızın önünde; rüzgarın saçlarına vuruşu, fistanının savruluşu rüzgarda ne güzeldi...

Yazyağmurum olur ıslatırdın beni, güzgüneşim olur ısıtırdın. Düştüğüm her kuyuda gözlerindeki sevdalı imgeye tutunup çıkardım yeniden yeryüzüne, kirpiklerinde dinlenirdi ruhum...

Beyazlar içinde gelirdin her gelişinde, nazlı utangaç bir gülüş olurdu dudağında, yanağında dağ gülleri; nefesinde serin serin sevgi olurdu. Yasemin kokulu bir sevinçle süslenirdi gönlümüz, ay kokardı bakışların, oturup saatlerce yıldızları seyrederdik...

Şimdi geride kalan zaman dilimlerinde kare kare mutluluklar geçiyor gözlerimin önünde, korkular, tehtitler geçiyor... Ne zaman seninle buluşsak çabuk geçerdi zaman, kırmak isterdim dünyadaki bütün saatleri, zincire vurmak isterdim...

Korka korka buluşurduk kuytu yerlerde, sarılıp dururduk biribirimize, sadece gözlerimiz konuşurdu. Sonra ayrılırdık istemeye istemeye. Sorguya çekerlerdi seni, döverdi kardeşlerin, elimden bir şey gelmezdi. Gözyaşların gücüme giderdi, oturup ağlardım senin yerine...

Unutma! Bir tek seni sevdim ben, bir tek seni özledim bahar gülüşlüm...
Şimdi buluştuğumuz yerden ne zaman geçsem içim burkulur, gözlerim durup durup dolar. Her esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda senin kokunu duyarım çünkü...

Anladım ki, bütün iççekişler sevgililerine kavuşmayan sevdalıların hüzünlü gözlerinden gelirmiş, yaşamın kıyısında kırılmış tomurcuklardan...

Şimdi acılar simsiyah bir sarmaşık esrarıyla büyüyor bedenimde her gece, inciterek sarıyor yüreğimin yalnızlığını... Yokluğun bir rüzgardır şimdi eser gönlümün soğuk duvarlarına her gece. Gözyaşlarım yağmurlara karışır, yağmurlar gözyaşlarıma, düşer damla damla yitirilmiş sevda közlerine...

Özlem tek yönlü uzun bir yol işte Yağmur saçlı kız, gidipte dönüşü olmayan... Aklıma düştükçe bakışların, bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde, ki, canıma batıyor kırıkları her defasında..
Hiç çiçeklenmiyor dallarım artık, meyve de vermiyor. Kalbimin batısında battı güneş, doğusunda ise güneş yok...
Ah yıllar ah! Şarkılardaki gibi her şeyi yıpratır, yorar, yaşlandırır ve alıp götürür bilinmeyen bir meçhule doğru...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Mart 2006       Mesaj #358
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ELVEDA BITANEM


Sabah uyandiginda midesinde bir yanma hissetti yanmanin nedeni aksam yedikleri degil uyanir uyanmaz bugün yapacaklarinin aklina gelmesiydi. Bugün 2 yildir götürmeye çalistigi bir birlikteligi bitirecekti aslinda bunda geç bile kalmisti. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsiz uyanis bitmeli... Içinde bir muhakeme baslamisti, kendi kendine söyleniyordu:

“Ona da haksizlik etmek istemiyorum belki hatali olan benim.... Bulunmaz Hint kumasi degilim ya, görünüs olarak himmm yakisikli çocuk denilecek biri hiç degilim.... Ama yaptim çok çalistim bitmesin diye kendimle mantigimla çok kavga ettim olmadi....” Genç adam bunlari düsünürken surati sekilden sekille giriyordu. Süratle giyinerek disari çikti, bugüne kadar hiç bekletmemisti onu simdide bekletmemeliydi. Istanbul soguk ve yagmurlu bir Nisan ayi yasiyordu.Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi bulutlar bizim yasayacaklarimizi biliyor onlar bile agliyor halimize.

Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadiköy iskelesine geldi her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmisti bulusma yerine. Birkaç dakikalik beklemeden sonra karsidan kiz arkadasinin geldigini gördü, simdi midesindeki agri daha da artmisti. Karsilama faslindan sonra Besiktas'a gitme karari aldilar, yolculuk sirasinda hiç konusmadilar; genç adam günesin yoklugunda grilesen denize bakiyordu. Genç kiz arkadasinin bu durgunluguna anlam verememisti, öyle ya nereden bilecekti bu gün ayrilik çanlarini çaldigini.

“Üsüdüm” dedi genç kiz, bu yolculuk boyunca edilen tek lafti. Besiktas'a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kiz anlamisti kendisine bir sey söylenmek istendiginin... “Bana bir sey mi söylemek istiyorsun” dedi, genç adamin gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçirarak “evet” seklinde basini salladi.

Genç kiz daha da heyecanlanmisti. Biraz da sinirlenerek “söyle öyleyse ne diye bekliyorsun.”

Genç adam içini çektikten sonra “sence biz nereye kadar gidecegiz, daha dogrusu biz iyi bir ikiliyiz”

“Bunlari sorma geregini neden duydun.” dedi genç kiz.

Genç adam söze basladi: “bak canim bundan birkaç ay önce aksam saat 11:00 civariydi sanirim, hatirladin mi?

Genç kiz “evet hatirladim” dedi, ama genç adam genç kizin sözünü bitirmesini beklemeden “o aksam seni düsünüyordum diger aksamlarda oldugu gibi senin için bir siir yazmistim onu o an sana okumak istemistim, sana telefon açtigimda siirimi bile dinlemeden simdi sirasi mi canim ya senin de isin gücün yok mu demistin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düsen bir ***sör gibi olmustum sessiz kalip özür dileyerek telefonu kapatmistim. Daha sonra bu siiri benden hiç istememistin. Ve bunun gibi bir çok defa tartismamiz oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düstügümde arkadaslarimla birlikte sen de gelmis, Meral'in bana sen sanslisin Nalan sana bakar sözüne karsilik sinirli bir edayla “aaaa banane isim yok da sana bakacagim, annen baksin demistin bunu da hatirladin mi?”

Genç kiz tekrar “evet” dedikten sonra saskin saskin “evet ama bunlari neden hatirlatiyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kisiligim böyle, duygusalligi sevmiyorum . Ve hasta bakici gibi göründügümü de kimse söyleyemez.”

Genç adam güldü “Evet canim bak burda haklisin, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi tasidigin müddetçe hasta bakici hemsire falan olamazsin.”

Genç adam devam etti “bana simdiye kadar kaç kere sabahin erken saatlerinde güzel sözcüklerden olusan bir mesaj çektin, hiç hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusalligi sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanlari mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanlari mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanidigimdan beri her sabah aksam, gece yani seni andigim her saat tatli sözcük mesajim vardi senin için biliyor musun? seninle ben ak ile kara gibiyiz”

Genç kiz anlamisti, “yani ne istiyorsun benden sair olmami mi?”

Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdigin ayrilik kararinin ne kadar dogru oldugunu düsünüyordu.

“Hayir dedi sair olmani istemiyorum zaten olamazsin da; yalniz biz ayrilmaliyiz, ayrilirsak ikimiz içinde en hayirlisi bu olacak.”

Genç kiz sasirmisti, “Neden ama ben seni seviyorum, senin de beni sevdigini saniyordum.”

Genç adam iç çekerek “hayir canim sen esas beni sevdigini saniyorsun, eger beni sevseydin simdi burda baska seyler konusuyor olurduk.”

Genç kizin gözleri yasarmisti, Genç adam cebinden çikardigi mendili uzatti, genç kiz göz yaslarini silerek kesik bir sesle “Sen bilirsin, umarim beni baska biri için birakmiyorsundur.”

Genç adam “Nasil böyle bir seyi düsünürsün, senden baska olmadi ve uzun sürede olacagini sanmiyorum.” Genç adam ve genç kiz iki sevgili olarak oturduklari masada artik iki yabanci gibi duruyorlardi. Istanbul yagmurlarla yikanirken yagmura iki sevgilinin umutlari da karisiyordu.

Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kiz “kalkalim istersen” dedi.

Genç adam ben biraz daha burda kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kiz “tamam o zaman sana mutluluklar dilerim” diyerek elini uzatti. Genç kizin sesi ve eli titriyordu genç adam “arkadas olarak beraberiz ama sen istersen tabi” dedi. Genç kiz evet” anlaminda basini salladi ayrilirken son kez sarildilar birbirlerine.

Genç kiz uzaklasirken genç adam masada dondu kaldi vakit ögleni bulurken yagan yagmur yerini günese birakmisti, ama genç adam titriyordu onu titreten açan günese ragmen esen rüzgar miydi, yoksa kalbindeki ayrilik acisi miydi. Saatlerce dolasti devamli kendini sorguluyordu hatayi bastan yaptim diyordu, ama yasadigi güzel günlerde olmustu.”allahim” dedi “allahim güç ver bana”.

Dostlarini düsündü onlarin dediklerini düsündü. Arkadaslari sizler birbirine zit insanlarsiniz yol yakinken dönün bu yoldan dememis miydiler. Tabi ya dogru olani yapmisti. Saatler geçtiginde artik günes yerini yildizlara birakmisti, eve döndügünde yürümekten bitap duruma düsmüstü. Kendisini karsilayan annesine hiçbir sey söylemeden kendi odasina gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anilarin agirligi altinda eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkip ajansa gidecekti, bunun için uyumasi gerekiyordu.

Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayi basarmisti ve sabah 7'de saatin zirlamasiyla uyandi genç adam. Evden çikacagi zaman cep telefonuna bakti, mesaj ve 10 tane cevapsiz arama vardi. Genç adam yorgun oldugu için duymamisti telefonunun sesini. Cevapsiz arama ve mesaj canimcim'dan gelmisti canimcim onun Nalana taktigi isimdi, heyacanla mesaji açti mesajda sunlar yaziyordu.......

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”

evet, genç adam sasirmisti, mesajin gelis saatine bakti sabahin besini gösteriyordu güldü kahkahalar atarak güldü onu tanidigi ve arkadas oldugu günden beri ilk defa bir siir aliyordu ve ilk defa bu saatte araniyordu....

Heyecanla hizli arama yapti, çalan telefonu yabanci bir ses açti.

Genç adam “Nalan ile görüsebilirmiyim” dedi. Fakat karsidaki agliyordu, hiçkira hiçkira agliyordu; “Ben onun annesiyim yavrum, canim kizim bu sabah intihar etti. Gece odasinda birilerini arayip durdu, sabah odasinin isigini sönmemis görünce merak ederek odasina girdim, ama yavrum kendini asmisti.”

Genç adam beyninden vurulmusa döndü. Bir gün önceki mide agrisinin iki katini çekiyordu simdi. Oldugu yere yigilip kaldi.............

Birkaç ay sonra...

Iki doktor konusur. Doktorlardan biri digerine karsidaki hastanin durumunu soruyor ....

- haaa o mu, üç ay önce getirdiler elindeki cep telefonunu hiç birakmiyor, kendisi yüzünden bir genç kiz intihar etmis, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamli bir seyler yazip birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdigi numarayi aradim hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmis, ve gelen mesajlarda bir siir:

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”
venüsün_kızı - avatarı
venüsün_kızı
Ziyaretçi
13 Mart 2006       Mesaj #359
venüsün_kızı - avatarı
Ziyaretçi
SENİ KAYBETMEKTEN Mİ?spacergy1KarYureKli bildirdi: "Rüyanın en tatlı yerinde uyanmak gibiydi seni kaybetmek!
Tam düzlüğe çıkmışken; bir uçurumun kıyısında bitmesiydi yolumun...
Dalında, apansız solmasıydı sarı gülümün...
Kırk yıllık pınarımın, kurumasıydı ateşten...

Artık sen,
Yokluğuna methiyeler düzdüğümdün!</B>

"Sen, mutlulukla kıydığım; ölüm ayırana kadarlık bir nikahtın.
Sıranın acıya geldiği, bir bedeldi yokluğun!

Sen, yazılarıma eni konu yerleşmiş; adı, cismi belirsiz bir sevda; mutlulukla sarmaş dolaş bir hüzündün!
Kalemimi tutuşturan; ölümü, hasreti cümlelerime taşıyan bir ateşti yokluğun!

Sen, hayatla yaptığım bütün savaşların ganimetiydin.
Namlusu yüzüme dönük bir silahtı yokluğun!



Sen, vazgeçmemin engeliydin; anlaşmaya hep uydum.
Ölümle hayat arasında gidip gidip geldiğim, Rus ruletiydi yokluğun!”

Gözlerim ağlarken, gülümseten hatıralardın sen!
Söylediğim türküler, okuduğum şiirler, en içli şarkılardın!
Oysa, uyarmıştım da seni, “sakın gitme!” demiştim:

“Gidersen, bütün şarkılar hicaz olur, bütün türküler ağıt!
Gidersen, dönülmez akşamın ufkunda kala kalırım yapayalnız!
Bir uçurumun kenarında, yüzüm gökyüzüne dönük, beklerim, beni sana getirecek rüzgarın esmesini…
Gidersen yazamam da ardından, kelimelere sığdıramam sensizliği…"

Ansızın vuruyor acın,
Zamanıymış, değilmiş, hiç umursamadan...
Ölüm,
Yollarını değiştiriyor yol arkadaşlarımın...
Keder yüklü bir kervan kalkıyor yüreğimden...
Her yitirdiğimle,
Bir vagonu eksiliyor yaşam trenimin...
Ve
Yaklaşıyor son istasyon...

Oysa,
Beni beklemeliydin.
Vasiyet eden bendim!

“Kanatlarını çırpmaktan yorgun düşerse mutluluk, sevda türküleri hasretten dem vurmaya başlarsa, öyle sağanak değil, ince ince yağarsa yağmur, başının üstüne çöreklenirse hüzünlü bulutlar, amber gibi kokarsa toprak, beni hatırla sevdiğim; bir yağmuru, bir yüreğini çok sevdim.

Büyük bir trende, yalnız bir kompartıman görürsen, penceresinden akıp gidiyorsa şehirler, dur durak bilmeden soluksuz yaşanıyorsa yolculukların, koltuğun üzerinde açık duruyorsa eski bir kitap, okudukça savruluyorsan zamanın suyunda, hangisi hayal, hangisi gerçek karıştırıyorsan, beni düşün sevdiğim; uzun bir yolculuğun tam ortasında, hiç istemeden gittim.
...
Sadece gömüldüğüm gün gel, mezarımın başına, bir kaç dakika daha kal herkes çekildikten sonra…Ben, yüreğine yuva yapmış bir kuştum, gitmeden önce, azat etmeyi unutma!”

Önce hanginiz diye sormadı ki Azrail!
“...yazı-tura attı sanki; sen kazandın, ben kaybettim!
Şimdi, öfkeden çıldırıyorum hasret nöbetlerinde; vuslat için çırpınıyor bir yanım…
Gel gör ki, celladım olamıyorum; dönemiyorum sözümden...
Ölemeyişim bu yüzden!”

Yaşamadım diyemem senden sonra; eğlenmedim, gülmedim... Hatta, kahkahalarımın çınlattığı oldu ortalığı; sesimi takip etti dostlarım; ben neredeysem, yanı başımda bittiler; yalnızlığı pek tatmadım.
...
Çocukları, yaşlıları eksik etmedim, hayatı seyrettiğim penceremin önünden; camının buğulanmasına, kirlenmesine izin vermedim. Beyazını da karasını da bağrıma bastım bulutların; aya, yıldızlara iltimas geçtim belki; ama, güneşi de selamladım. Bir mucizeye tanıklık eder gibi izledim yağmuru, karı; yetmedi, şemsiyesiz dolaştım altlarında... Denizsiz bir şehirde yaşıyor olmam, engel değildi; martıların çığlıklarını duymama; yelkenler süzdürdüm, varlığından emin olmadığım ufuklara; gözlerimi kapatıp taş sektirdim; kimsenin bilmediği kumsallarda... Türkülerimi eksik etmedim, başı dumanlı dağların karşısında; her fırsatta dinledim ormanın gümbürtüsünü; kışın direndiklerini, baharda gülümsediklerini gördüm ağaçların... Sonbaharda ölseler de, hayata döndüklerini fark ettim yaprakların...
Ben de döndüm!
Mükemmel değildim elbet, yaşadığımız hayat gibi; ara sıra ben de düştüm kederin tuzağına...
Heyhat! Düştüğü yerde yanar buldum ateşi...
Ve gülümsek her zaman kolay değildi.

Ve belki,
Bir türlü tükenmeyen bu sözcükler; seni kaybetmektendi!

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Mart 2006       Mesaj #360
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Beyaz Kaptanın Öyküsü
Evvel zaman içinde deniz kenarında küçük bir köy varmış. Bu köyün halkı denizcilikten başka iş bilmezmiş. Yaşlı, genç, kadın, erkek bütün köy halkı denizle uğraşır, hayatlarını mavi suların kendilerine sağladığı nimetlerden faydalanarak sürdürürmüş. Dış dünya onlara kapalıymış. Deniz insanlara, insanlar birbirlerine yardım ederlermiş. Kimi balık avlar, kimi ağ örer, kimi sünger çıkarır, kimi tekne yapımında uzmanlaşmaya çalışırmış. Bir de herkesin hayalini süsleyen bir iş varmış: Beyaz Kaptan'ın denizaşırı gemisiyle uzun seferlere çıkıp, ticaret yapmak. Böylece bilinmezi bilmek, görülmeyeni görmek, tadılmayanı tatmak mümkünmüş çünkü. Ama Beyaz Kaptan yanında çalışacakları çok zorlu sınavlardan geçirip seçtiği için, bu öyle herkesin gerçekleştirebileceği türden bir hayal değilmiş. O seferlere çıkabilmek için gözüpek olmak, geride bırakabilmek, denizden başka bir şeye aşık olmamak gerekirmiş. Gemi sefere çıktı mı, beş altı aydan önce dönmezmiş köye. Her gelişinde genç kızların dört gözle beklediği kumaşları, süs eşyalarını, köyde bulunmayan faydalı otları ve alışveriş karşılığında aldıkları değerli şeyleri boşaltır, insanların satmak istediği malları yükledikten sonra yeni bir sefere çıkarmış. Geminin mürettebatı sadece bu değiş tokuş için karaya iner, yükleme işi bittikten sonra onları gören olmazmış. Beyaz Kaptan'sa sadece miço ile çımacı geminin törensel yanaşmasını gerçekleştirirken kaptan köprüsünde belli belirsiz görülürmüş. Geminin miçosu limana her yanaşmalarında, çımacı dostunu görünce büyük bir keyifle halatı fırlatır, çımacı da büyük bir maharetle halatı havada yakalayıp tek bir harekette babaya dolarmış. Bu ikisinin ustalık dolu hareketlerini izlemek köy halkının en sevdiği şeylerden biriymiş. Birbirlerinin gözlerine baktıklarında dostluğu gören miço ile çımacı, köy halkı kendilerini alkışladıkça daha da büyük bir şevkle sarılırlarmış işlerine. Kaptan belki deniz aşkıyla yıllar önce terkettiği köyü daha fazla görmenin rahatsızlığı, belki de geride bıraktığı karısı, oğulları ve kızı tarafından görülmenin korkusuyla, uzaktan izlermiş olanları. Sonrası yine açık deniz, sonrası yine uzun bir sefer… Kaptan herkesin gerçeğinin ayrı olduğuna ve herkesin bir gün kendi gerçeğini bulacağına inanırmış. Hatta miçosuyla çımacının bir kayanın üstüne oturup sohbet ettiklerini gördüğü gün, "Ah deli çocuk, bilmez misin ki denizcinin dostu, denizdedir" demiş kendi kendine ama hiç karışmamış bu imkansız dostluğa. Limana bir sonraki yanaşmalarında miço gelip de "Ah Kaptan ah, denizcinin dostu denizdeymiş." deyince içinin cız edeceğini bile bile karışmamış. Bir gün köye çeşit çeşit malı getirirken, yerle göğü bir eden korkunç bir fırtınaya yakalanmışlar. Usta denizci köye yanaştıklarını biliyormuş ama deniz fenerini göremediği için bir türlü gerekli manevraları yapamıyormuş. Neden sonra denzi fenerinden cılız bir ışığın yükseldiğini görünce rahatlamış. Tam dümeni köye kıracakken, yağmur damlalarının kanatlarına kırbaç gibi inmesine aldırmayan bir papağan gelip konmuş omzuna ve dile gelmiş: "Babası terkettiğinden , ağabeyleri de denize sırtlarını döndüklerinden beri lanetli damgasıyla yaşayan mavi gözlü ceylan, sırf gemin karaya oturmasın diye canını ortaya koyup yaktı bu gece feneri. Ama köyün utanç içindeki halkı lanetlidir deyip güvenmedi ona, delidir deyip dışladı, her zaman olduğu gibi suçladı. Şimdi incecik bedeni buz gibi gecenin ortasında geminin limana yanaşmasını bekliyor. Kimbilir belki de gizli bir sevdanın cesaretiyle tek başına fırtınayla savaşıyor." Beyaz Kaptan bu sözleri duyar duymaz önce kendisiyle sonra da miçosuyla yüzyüze gelmiş. Ve bir anda fırtınayı korkutan bir sesle gürlemiş: "İstikamet açık deniz!.." O günden sonra köy halkı Beyaz Kaptan'ın gemisini bir daha asla görememiş. Bir daha asla dış dünyadan bir şeye dokunamamış. Ama deniz kızları, kimi hüzünlü gecelerde Beyaz Kaptan'ın bilinmez denizlerde suda yüzen bir mavi gözlü ceylan gördüğünü ve hüzünlü bir türkü söylemeye başladığını anlatıp durmuşlar:

Bilirim ki sevgimiz aslında veremediğimiz
Bir bilinmez denizde yitip gitti bedenimiz..

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar