Arama

Adalet Nedir? Adalet Kavramı Hakkında

Güncelleme: 24 Şubat 2017 Gösterim: 208.429 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Kasım 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

adalet

Ad:  Adalet Nedir.jpg
Gösterim: 6683
Boyut:  61.0 KB

üstün hukuk kuralları ve idealine uygunluk.
Sponsorlu Bağlantılar

Bu klasik anlamıyla adalet, hem bir durumu, hem de insanların davranışlarını tanımlar ve kapsayıcı bir nitelik taşır. Böyle olduğu için klasik adalet kavramı hem ahlaki, hem de dinsel bir anlama sahiptir. Adalet kavramı yalnızca örf ve âdete, hukuka ve yasalara uygunluktan ibaret görüldüğü takdirde, bir ahlaki kavram olma niteliğini yitirir. Oysa adalet, en yüce, nesnel ve mutlak bir değerin anlatımı olarak, insanın davranışını ahlaki açıdan inceleyen ve eleştiren bir düşünceyi içerir.

Platon’a göre adalet, en üst düzeydeki uyumlu bir düzen anlamında, en yüce ve kapsamlı bir erdem, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles, adaletin tanımladığı erdemin eşitlik ve ölçülülük anlamını taşıdığını ileri sürmüştür. Bu hukuk düzeni, kendiliğinden adaletli olma niteliği taşımaz. Hukuk düzeni, ancak zayıfları koruyucu bir güvenlik düşüncesine dayanıyorsa adaletlidir. Toplum içerisindeki çıkar çatışmalarında hukukun işlevi, bu çatışmaları bir veri olarak kabul ederek bunları yansıtmak değil, bunlar arasında farklı bir değerlendirme yapmaktır. Bunun ise, ancak toplumsal yaşamın bir değerlendirme ölçüsü olan adalete göre yapılması gerekir.

Adaletle hukuk düzeni çoğunlukla örtüşmez. Hukuk, adalete hizmet ederse de onu tam ve eksiksiz bir biçimde gerçekleştiremez. Örneğin yasâların genelliği ile onların uygulanacakları olayların özelliği arasında belirgin bir fark ve sürekli bir gerginlik vardır. Çünkü yasal düzenlemeler, kapsadıkları olayları, ancak bu tipik özellikleriyle ele alırlar. Bu nedenle yasaların somut olaya uygulanması sürecinde, tamamlayıcı bir öğe olarak hakkaniyet gözardı edilemez. Hakkaniyet, yasa uygulayıcının bakışını somut olayın tipik olmayan özelliğine yöneltir. Yasanın genelliğinde noksan olanı, uygulamada düzeltici bir yaklaşımla tamamlamak, adaletin gereğidir.

Aristoteles’ten beri kabul edildiği gibi, adaletin denkleştirici ve dağıtıcı olmak üzere iki türü vardır. Denkleştirici adalet (Iustitia commutativa), özellikle bireyler arasında eşya ve hizmet alışverişinde söz konusu olan, aritmetik eşitliğe dayalı bir adalet türüdür. Edime karşı eşit edim, mala karşı eşdeğer fiyat, zarara eşit tazminat biçiminde tanımlanan bu adalete, “alışveriş adaleti” de denir. Buna karşılık, dağıtıcı adalet (Iustitia distributiva), herkese hakettiğini vermek biçiminde tanımlanan orantılı bir eşitlik düşüncesinin ürünüdür. Buna göre eşitler eşit, eşit olmayanlar da farklı işlem görmeli, böylece herkes hakettiğine kavuşmalıdır. Denkleştirici adaletin dayandığı aritmetik eşitlik, herkese eşit olanın verilmesi anlamını taşıdığı için, kendisi eşitliğin bozulmasına neden olur. Güçlüyle güçsüzü eşit görmek ve eşit işlem yapmak, eşitsizliğin ve dolayısıyla adaletsizliğin ta kendisidir. Bu nedenledir ki, kazanç üzerinden alınan dolaysız vergi adaletli olduğu halde, tüketim üzerinden alman dolaylı vergi orantılı eşitliğe ve ona dayanan dağıtıcı adalete uygun düşmez.

Günümüzde adalet, dağıtıcı adalet anlayışına uygun bir özgül anlam kazanmıştır. Buna göre adaletli davranış, herkese haket- tiğini verme hususundaki bir iradeden kaynaklanan davranıştır.

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 24 Şubat 2017 05:58
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
13 Eylül 2008       Mesaj #2
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
Adalet
genel anlamıyla hakka uygunluk, haklı ile haksızın ayırt edilmesi demektir.
Sponsorlu Bağlantılar

Bu anlamda hem bir durumu, hem de insanların davranışlarını tanımladığı için ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir. Adalet, bir kavram olarak, insan davranışını ahlak açısından ince­leyen ve eleştiren bir düşünceyi de içermek­tedir.

Kutsal kitaplarda adil (adaletli) olmaya ve yöneticilerin adil karar vermelerine ilişkin bölümler vardır. Üstelik ilkçağlardan bu yana düşünürlerin en çok ilgilendiği kavramlardan biri de adalet olmuştur. Sözgelimi Platon adaleti en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralı olarak tanımla­mıştır. Aristo da eşitlik kavramından yola çıkarak, bir hukuk düzeninin güçsüzleri koru­duğu ölçüde adaletli olabileceğini ileri sür­müştür. 18. yüzyılın Aydınlanma Çağı düşü­nürleri ise "doğal hukuk" kavramına yer vererek, hukuka ve hukuksal eşitliğe uygun­luğu adalet için yeterli saymışlardır. Yüzyıllar boyunca top­lumlar değişirken adalet kavramı da değiş­miştir.

Eskiden olduğu gibi bugün de hukuk düzeni ile adalet kavramı tam anlamıyla örtüşmez. Daha dar bir anlamı olan hukuk adaleti sağlamakla yükümlüdür, ama her za­man adil olmayabilir. Çünkü hukuk düzenini oluşturan yasalar uygulamada esnekliğe yer vermez. Bu durum zaman zaman adaletsizliğe yol açtığı için, yargıç bir olaya yasaları uygu­larken adalete uygunluk ilkesini de gözetir. Böylece, yasaların katılığını uygulamada dü­zeltmeye ve adalete daha çok yaklaşmaya çalışır.

Örneğin herkesten kazancıyla orantılı ola­rak alınan gelir vergisi adil bir vergidir. Oysa kişinin gelir durumuna bakılmaksızın tüketti­ği herhangi bir maldan (örneğin şekerden) alınan vergi adaletsiz sayılabilir. Çünkü bu vergi karşısında herkes eşit sayıldığı için zengin ile yoksul eşit oranda vergi ödemiş olur.

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Şubat 2017 05:20
Gerçekçi ol imkansızı iste...
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
27 Ocak 2010       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Adalet Nedir?


Herkese hakkı olanın verilmesini öngören ahlakî ilke.

Toplum örgütlenmesinde malların, hakların ve görevlerin veya şereflerin aril-metİkbölüşiiJmesincadaletiııyerine getirilme­si denir. Adalet herkesin yeteneğine ve top­lumda oynadığı role uygun olarak dağıtıldığı zaman doğru dağıtılmış kabul edilir. Aynı za­manda, neyin doğru, neyin yanlış (ya da haklı veya haksız) olduğunu karara bağlamak da adalet olarak adlandırılır. Bu, ya haksızlığa uğ­rayanın (mağdur) zararını telafi etmek, ya da haksızlık yapanı cezalandırmak suretiyle yeri­ne getirilir.

Genel anlamda "adalet" kelimesi, hükümran devletin kendi uyrukları arasındaki uyuşmaz­lıklar! veya anlaşmazlıkları kanuna göre bir hükme bağlama işiyle ve toplum aleyhine tu­tumları olan yurttaşları kanunlar temelinde engelleyici tedbirler alma İşiyle uğraşan belli bir güvenilir organa bırakma fonksiyonu ola­rak anlaşılır. Bu anlamda adalet terimi, "yargı gücü"nü ifade eden diğer kelimelerle karıştırı­lır. Çünkü modern toplumlarda adalet hem bir faaliyet (adalet dağıtma faaliyeti) olarak, hem de bir teşkilât (bir ülkedeki mahkemeler ve yargı görevlileri) olarak algılanır.

Aynı zamanda siyasî adaletten de bahsedil­mektedir. Bir anlamda bülün adalet siyasîdir. Çünkü adalet ister islemez toplumun örgüt­lenme biçimini yansıtır. Fakat terimin özel an­lamı bunun dışında şekillenmiştir: Bir ülkenin siyasî iktidarına verilecek zararları karara bağ­layacak şekilde adlî organların uzmanlaşması. Siyasî adalet, siyasî kişiliklere karşı olduğu ka­dar siyasî rejime ve onun unsurlarına karşı İş­lenen suçlara da yönelmiştir.

Filozoflara Göre Adalet


Adalet kavramı tarih boyunca farklı şekiller­de tanımlanmış olup filozoflar ve düşünce adamları konu hakkında değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Adalelin yerine getirilmesi an­cak adaletsizliğin ortaya çıkması sunucudur. İlk anlamında adalet, insanların birbirlerine nasıl davranacaklarını Öngören kuralları gözönüne alma ve uygulamayı, yani 'haklar1 ve görevleri kapsar. Bu İki kavram Aristoteles'in Et/ıics'indc sistematik biçimde ele alınmıştır.

Platon tarafından açıklıkla, Aristoteles tara­fından da belirsiz biçimde gösterildiği gibi (içi­ne örfü de alacak şekilde geniş tutulduğunda) kanun, olduğu şekliyle ve nasıl olması gerektiğİyle anlaşılmalıdır. Platon kanun yönetimin­den çok bilgelerin (filozofların) yönetiminden yana olduğunu belirtir. Çünkü kanun herkes için en soylu ve en adil olanı anlayamaz ve böylelikle en iyiyi uygulayamaz. Platon Devle'te insanın tabiatına mükemmelen uygula­nabilen bir adalet kavramı geliştirir. Bu ada­let, aklın kullanılmasıyla keşfedilebilir. Aristo­teles doğal ve uziaşımsal (İtibarî) adalet ayrımını yapar birincisi evrensel, ikinci­si ferdî durumlara mahsustur. Bu ikisi çatışın­ca doğal adalete müsaade etmek itibarî adale­te düşer.

Devletle Platon, adaleti itidal, bilgelik ve ce­saretle birlikte dört aslî erdemden biri olarak zikreder. Adalet denetleyici ve düzenleyici er­demdir. Adil kişi, ihtirasları akılla denetlenen, kendisini disipline edebilmiş kişidir. Stoacılar için, Platon için olduğu gibi adalet akılla bulu­nabilen ve yürürlükteki kanun ve Örfün üzerin­de bir şeydir. Akıl sahibi bir varlık olarak in­san, kendi tabiatı hakkında düşünmekle nasıl davranacağını anlayabilir. Plaioıı'dan farklı olarak Stoacılar her insanın tabiî kanunun far­kına varıp ona uyma konusunda eşit oldukları görüşündedir. Roma kanun koyucuları bu gö­rüşten etkilenmişler ve kölelik kurumunun ta­biî kanunla ve tabiî adaletle çeliştiği görüşünü belirtmişlerdir. Bu görüş Kilise Babaları tara­fından devralınmıştır. Hobbes ise farklı bir adalet kavramı öne sürmüştür Bir akit, bir sözleşme yapılmışsa onu bozmak adalet dışı bir şeydir. "Adaletsizlik söz verip yapmamak­tır ve adaletsiz olmayan herşey adildir. Böyle­ce yeni dünyada tabiî adalet kavramı sarsılır.
Hume adaleli, "sunî erdem" olarak adlandı­rır. Ne insan tabiatında ne de sözleşmede ada­leli ihdas edecek kurallar bulamayız. Faydacı­lar adalet kelimesini aynı anlamda, yani adale­lin insanların uzlaşmasından doğduğu anla­mında kullanıyorlardı. "Adalet fikri iki şeyi varsayar: Bİr davranış kuralı ve bu kuralı tas­dik edecek bir duygu." (J.S.Mill)

Adalet bugün de herkese hakkım vermek ve doğruyla yanlışı birbirinden ayırmak anlamla­rında kullanılmakla birlikte devletin bu görevi­ni yerine geürecek kamu teşkilatlan farklı bi­çimlerde olmaktadır. Genelde adalet hizmet­leri siyasî ve idarî otoritenin kumanda alanı­nın dışında bağımsız kurumlar şeklinde düşü­nülmektedir. Devlet ve fert açısından adalet farklı anlamlar taşımaktadır. Devlet İçin ada­let, kanunların yapımında ve hak ve görevle­rin dağıtılmasında belli kişileri veya zümreleri ötekilere üstün tutmadan vatandaşlara aynı hakları vermesini ve aynı görevleri yüklemesi­ni ifade eder. Fert için ise vatandaşların müm­kün olduğu kadar birbirinin hakkına uymaya mecbur bırakılmasını ifade eder.
İslam toplumlarında adalet kavramının top­lu misal siyasal hayat içerisinde işgal ettiği ye­rin kendine Özgü bazı niteliklere sahip olduğu görülüyor.

İslam'da Adalet Kavramı


Arapça bir kelime olan "adalet", adi kökün­den türemiş ülup bir şeyi yerli yerine koymak demektir. Adalet, zulmün karşıtı bir kelime olarak çoğunlukla "Hak" ile eşanlamlı biçim­de kullanılır.
İslam toplumlarında adalet kavramının top­lu msal-siyasal hayat içerisinde işgal ettiği ye­rin kendine özgü bazı nitelikleri olduğu görü­lüyor.

İslam toplumlarında adalet terimi, insanın Allah, toplum, canlı varlıklar, maddî tabiat ve diğer insanlarla ilişkilerinin mahiyetini ve da­yanacağı temel ilkelerin doğru tespiti için be­lirleyici bir kriter olarak tanımlanır. "Hukuk" kelimesinin tekil hali olan Hakk'la yakın İlişki­si, insan ve toplum hayatını düzenleyecek te­mel kuralların doğru tespitiyle ilgilidir. Bu eti­molojik ve ıstılahı tanım, adalet kavramının çeşitli din ve hukuk sistemlerine göre izafi (gö­rece) bir anlama sahip olabileceğini gösterir. İslam, sosyal, ahlakî ve entellektüel özellikleri yanında hukuk alanında da, kendisinin getirdi­ği temel ilişki ve kurallar toplamının adaleti ifade ettiğini savunur. Görece bir tanım olsa da bu, adalet kavramı ve olgusunun tanımda meşru ve anlaşılabilir olabileceğini gösterir. Buna rağmen Kur'anî terminolojide adaletin salt hukukî olmaktan öte, daha geniş anlam­larda kullanıldığını tespit etmek mümkündür: Söz gelimi, eksiklik ve fazlalık bakımından aşı­rılığa karşı orta yolu tutup korumak; hakka ni­yet, doğruluk, eşitlik gibi.

İslamİyetİnkutsalkitab'ı adalet olgu­suna tevhid, İman, İslam, takva, salih amel ve ibadet kadar önem verir. Hatta Kur'an'a göre bütün ilahî öğretiler son tahlilde İnsanlar ara­sı ilişkilerde adaleti tesis etmeye yöneliktir. Adil olmayan bir ilişki ve tutum, tanım gereği Allah'ın rızasına ve İslam'a uygun değildir. Çünkü Allah herşeyden evvel, bir şeye hüküm verildiği zaman adaletle hükmedilmesini is­ter. (Nahl; 90) Anlaşmazlığa düşen iki toplu­luk arasında (Hucurat; 9), insanlar arasında vuku bulacak anlaşmazlıkların giderilmesinde (Nisa; 58), her türlü borç, vade, alışveriş, tica­ret ve şahitlikte (Bakara; 282), kadınlara karşı takınılacak tutumun belirlenmesinde (Nisa; 129) adalet, hukukun koruması ve hayata geçi­rilmesi için vazgeçilemez bir ilkedir.
Yine İslam'a göre kişiyi veya grupları adalet­ten saptıran ana faktör, kişi veya grubun ken­di istek ve tutkusunu ön plana geçirmesi (Ni­sa; 135) ve Allah'ın gösterdiği şekilde karar vermeyi ihmal etmesidir. İlahî hukukun ön gördüğü İlke, kural ve hükümlere riayet, ada­letin tecellisinin mümkün olan tek yolu ve te­minatıdır.

Bu anlamda diğer hukuk sistemlerinde oldu­ğu gibi İslam hukukunda da adaletin anahtar terimi konumunda olduğu söylenebilir.
Ali BULAÇ
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Şubat 2017 05:23
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
SüPeRsiN - avatarı
SüPeRsiN
Ziyaretçi
2 Şubat 2010       Mesaj #4
SüPeRsiN - avatarı
Ziyaretçi
Adalet
düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir kavram olan adâletin zıttı zulüm, gadr ve insafsızlıktır.
İslâm'da adâlet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmamak demektir. İslâm bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir. Bunun için İslâm, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.
"Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (en-Nisa, 4/135).
Yeryüzündeki beşerî sistemlerin hiçbirisinin düşmanlara ve nefret edilen insanlara karşı, İslâm'ın kefil olduğu mutlak adaleti tekeffül edebilmesine imkân yoktur. İslâm, kendisine inananları bu konuda sadece Allah için hareket etmelerini, aralarındaki münasebetlerini Allah'ın rızasına uygun bir şekilde ayarlamalarını ve yine Allah için doğru şahitler olmasını emretmektedir. Bu esaslar bu dînin bütün insanlık için son din ve mükemmel bir nizam olduğunu, adaletinden, inanan ve inanmayan bütün insanların yararlanmasını tekeffül eden üstün bir hukuk ve yönetim biçimi olduğunu ifadeye yeterlidir. Bu adaleti gerçekleştirme görevi müslümanlara yüklenmiş bir görevdir. İslâm ümmeti bu ilahî emri yerine getirdiği dönemlerde yeryüzü adaletle dolup taşmıştır.
"...Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisâ, 4/58)
İlâhî emrin hikmeti gayet açıktır.
"Ey iman edenler, Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (el-Mâide, 5/8).
İslâm'ın emrettiği adalet doğrultusunda kâinatın düzeninin ayakta durması tabiî bir hadisedir. Adalet mülk'ün temelidir. Adaletin olmadığı yerde zulüm hâkimdir. Allah ve onun koyduğu bütün hükümler zulmün her çeşidinden uzaktır. Allah'ın emirlerinin uygulandığı bir ortamda hiçbir kimseye zerre kadar zulüm yapılmaz. (bk. en-Nisa, 4/40). Bu Kur'an-ı Kerim'de sık sık tekrarlanan ayetlerle dile getirilmektedir:
"Allah, adaleti ve ihsanı emreder. " (en-Nahl, 16/90).
"Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisa, 4/58).
"Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever." (el-Mâide, 5/42; ayrıca bk. el-Hucurât, 49/9).
Hz. Peygamber (s.a.s.) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadîs buyurmuşlardır:
"Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır." (Müslim, İmâre, 18).

"Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir." (Buhârî, Edep, 36).
Bu ayet ve hadîslerde yer alan adalet kavramı geniş anlamıyla ele alınıp hukuki, sosyal ve ahlâkî adaleti kapsamaktadır.
Adaletin İslâm toplumunda, yönetimde, muhakemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması önemli bir hedeftir. İslâm devletinde uygulanan ekonomik prensiplere göre mülk Allah'ındır. Bu ölçü içinde sosyal adaletin sağlanması önemli bir denge unsurunun kurulması demektir. Müminlerin kardeş ilân edildiği, yığılan kişisel servetlerde fakir ve muhtaçların hak sahibi oldukları, İslâm'da adalet anlayışının tezâhürleridir.

Ayrıca kaza işlerinde, muhakemelerde ve yönetimde Allah'ın indirdikleri ile hüküm vermek adaletin ta kendisidir. Bundan uzaklaşıldığı takdirde adaletin gerçekleşmeyeceği ifade edilmiş ve bunu uygulamayanların kâfir, zalim ve fâsık oldukları ilân edilmiştir. (el-Mâide, 5/44, 45, 47) Bundan dolayı da Hz. Peygamber (s.a.s.):
"Kıyâmet gününde insanların Allah'u Teâlâ'ya en sevgili olanı ve Allah'a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır. " (Tirmizî, Ahkâm, 4)
buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber'in İslâm'ı tebliğ etmekle görevlendirildiği dönemin arefesinde Câhiliye devri Arapları boğaz boğaza, bıçak bıçağa gelmiş durumdaydılar. Adaletsizliğin, zulmün kol gezdiği bir dönemde İslâm gelmiş ve yepyeni bir toplum ortaya çıkmıştı. Zengin-fakir, efendi-köle ayırımının yapılmadığı, haktan asla ayrılmanın söz konusu olmadığı bir toplum oluşmuştu.
Bir gün Mahzumoğulları kabîlesine mensup eşraftan Fâtıma adında bir kadının hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz (s.a.s.)'in huzuruna getirilmişti. Kadının 'elinin kesilmesi'ne hükmedildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infâzının durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler. Üsâme'nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber (s.a.s.)'e çok ağır geldi. Hemen ashâbını 'mescid'de toplayıp bu konuda onlara şöyle hitap etti:
"Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim. " (Müslim, Hudûd, 2)
Bugünkü beşerî sistemlerde hâkim zümre ve belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu halde İslâm hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur.
Adil Halife Hz. Ömer, hilâfeti döneminde ashâbtan Übey b. Ka'b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sâbit'e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd hemen devlet başkanı olan Hz. Ömer'e karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder sermişti. Fakat adil insan Hz. Ömer bu davranış karşısında şöyle demişti:
"İşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım."
Sonra davacı Übey b. Ka'b davasını ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Hz. Ömer'in yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd İbn Sâbit, Übey'e şöyle dedi:
"Gel Halife'yi yemin ettirme, onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim." Bu teklifi duyan Hz. Ömer son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonra da Zeyd b. Sâbit hakkında şöyle dedi:
"Halife ile herhangi bir müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir."
Ayrıca mahkemelerde şahitlik yapacakların da adalet sahibi olarak tanınan kimseler olması şart koşulmuştur.
İslâm'da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler kurulmuştur. Resulullah davalara bizzat kendisi bakmıştır. Bu durum ikinci halife Ebu Bekir (rh.a.) zamanında da böyle devam etmiş, Hz. Ömer zamanında ise İslâm toprakları oldukça genişlediğinden bazı sahâbiler kaza işleriyle görevlendirilmiş ve birer kadı olarak vazife görmüşlerdi.

Divânü'l-Mezâlim, Şurta ve Hisbe gibi teşkilâtlarla haksızlıklar önlenmeye ve adalet dağıtılmaya çalışılmıştı. Eyyubiler Mısır'da "Dârü'lAdl" adıyla bir adalet dairesi meydana getirmişler ve yanlarına bazı müşavirler de alarak bu mahkemeye bizzat başkanlık etmişlerdir. Osmanlılar zamanında 'adliye teşkilatı' ise düzenli bir şekilde kurulup yaygınlaştırılmıştır.

Kaynak: İslam Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Şubat 2017 05:22
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Kasım 2012       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ADÂLET Nedir?
"Adl" kökünden gelen "adalet" kavramı sözlükte; "insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, zulmetmemek, eşit olmak, eşit tutmak, her şeye hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkâniyet" anlamlarına gelir. "Adl" kökü Arapça'da "an" harfi cerri ile kullanıldığında doğruluktan ve yoldan sapmak ve meyletmek; (ilâ) edatı ile kullanıldığında dönmek; (be) edatı ile kullanıldığında denk ve eşit tutmak anlamına gelir.

"Adl" kavramı meyletmek, sapmak, hak yoldan ayrılmak anlamına da gelir. Dolayısıyla bu kökün birbirine zıt iki anlamı vardır. Biri doğru, düzgün olmaya, diğeri de eğri olmaya delalet eder. Bu iki zıt anlam; tevhîd (Allah'ı birlemek) ve şirk (Allah'a ortak koşmak) şeklinde Kur'ân'da da kullanılmıştır (Nahl, 16/90; En'âm, 6/1).


"Adl" ve "adâlet" kavramı dinî birer terim olarak; ifrat ve tefrit arasında orta yolu takip etmek, hak yol üzere dosdoğru olmak, dinen haram kılınan şeyleri terk etmek, farzları yapmak, içi ve dışı, özü, sözü, fiil ve davranışları eşit olmak, haklıya hakkını, haksıza cezasını vermek, suç ve cezada eşit davranmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek, anlamlarına gelir. Adalet genellikle verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder.


Adalet kavramı Kur'ân'da;

  • Fidye (bir şeyin karşılığı) (Bakara, 2/48),
  • Kıymet, denk, eşit (Mâide, 5/95),
  • Şirk, (yani Allah'a ortak koşmak) (En'âm, 6/1),
  • Haktan sapmak (Neml, 27/60),
  • Düzeltmek, ölçülü bir biçim vermek (İnfitâr, 82/6-7),
  • Tevhîd (yani Allah'ı bir olarak kabul etmek) (Nahl, 16/90),
anlamlarında kullanılmıştır.
Sözde (En'âm, 6/152), şahitlikte (Mâide, 5/8), yargıda (Nisâ, 4/58), barışın sağlanmasında (Hücurât, 49/9), borçlanmalarda, senet tanzîminde (Bakara, 2/282) ve aile hayatında (Nisâ, 4/3, 129) âdil olunması emredilmiştir. Adâlet kavramının zıddı, cevr ve zulümdür. (İ.K.)


Hadis terimi olarak "adalet"; bir râvînin rivâyetinin kabul edilebilmesi için gerekli şartlardan birisi olup, her türlü günahtan ve mürüvvete aykırı durumlardan kaçınması demektir. Mürüvvet, insanî ve örfî meziyetlerdir. Adalet vasfını taşıyan kimseye "âdil" veya "adl" denir. Bunların çoğulu "udûl" dür. Râvînin adaletli kabul edilebilmesi için; akıllı ve müslüman olması, büyük günah işlememesi, küçük günahlarda ısrar etmemesi, insanî ve örfî meziyetlere aykırı söz ve davranışlardan kaçınması gerekir.
Herhangi bir râvînin adaleti, cerh ve ta'dîl bilginleri veya muhaddislerden birinin tezkiyesiyle bilinir. (bk. Cerh ve Ta'dil)
Son düzenleyen Safi; 24 Şubat 2017 05:24
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Şubat 2017       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
ADALET
-ti a. (ar. ‘adalet).
1. Hakka ve doğruluğa saygıyı temel alan ahlak ilkesi: Adalet aşkı. Adalet düşüncesi. Adaleti egemen kılmak. Adalet için savaşmak.
2. Başkalarının haklarına saygılı olunmasını, başka bir deyişle herkese hakkı olanın verilmesini ve herkesin toplumsal yaşamdaki görevlerini yerine getirmesini bekleyen ahlaki nitelik: işçilerine yaptığın haksızlığı adaletine yakıştıramadım. Adaletin bu mu?
3. Yasal açıdan, haklı ya da haksızı, suçlu ya da suçsuzu ayırma, doğru olanı söyleme hakkı: Adaleti kesinlikle, yansızlıkla uygulamak. (Bk. ansikl. böl. Fels., ikon., İsi. huk., Rom. huk.)
4. Yargı gücü ya da bir otorite tarafından bir kimsenin şikâyetinin yerinde bulunması ve ona hakkının verilmesi eylemi: Adaletin yerine getirilmesini, topraklarının geri verilmesini bekledi. Davacı mahkemede ’'adalet istiyorum ’’ diye bağırdı
5. Bir toplumda yargı yetkisini kullanmakla, yasayı uyglamakla yükümlü kurum: Adalet karşısına çıkarılmak. Suçlu olan adaletin pençesinden kurtulamaz. Adalet mülkün temelidir
6
  • Adalet dağıtmak, düzenin ve yasaların sağladığı hakları tanımak ve herkese haklarını vermek (esk.).
  • Adalet kapısı, mahkeme: Adalet kapısı herkese açıktır.
  • (Bir kimseyi) adalete teslim etmek, zarılı ya da suçlu bir kimseyi yargılanmak üzere yetkili makama götürmek.
  • Adalete tesim olmak, yargılanmak üzere yetkililere başvurmak.
  • (Bir kimsenin) adaletine sığınmak, ondan anlayış, hoşgörü, yakınlık, bağışlanma ummak, beklemek.
—Huk. Haklılık, hakka uygunluk. Öznel anlamda adalet herkesin hakkını tanıma konusunda değişmez, kesin istektir. Nesnel anlamda adaletse karşılıklı karşıt çıkar lar arasında hakka uygun bir denkliktir.
  • Adalet komisyonları, 2802 sayılı Hâkimler ve savcılar kanununun 113. maddesine göre kurulan ve aynı kanunun 114. maddesinde sayılan memur ve hizmetlilerin özlük işlerini yerine getiren komisyonlar. (Adli yargı adalet komisyonları, ağır ceza mahkemelerinin bulunduğu yerlerde,, başkanı ve bir asıl, bir yedek üyesi Hâkimler ve savcılar yüksek kurulu’nca belirlenecek hâkimlerle o yer Cumhuriyet savcılarından oluşur, idari yargı adalet komisyonları, bölge idare mahkemelerin bulunduğu yerlerde, bölge idare mahkemesi başkanının başkanlığında, iki asıl ve bir yedek üyesi Hâkimler ve savcılar yüksek kurulunca belirlenecek idari yargı hakimlerinden oluşur. Bu komisyonların görevleri Hâkimler ve savcılar kanununun 114. maddesinde belirlenmiştir.)
  • Adalet örgütü, bir toplumda yargı yetkisini kullanan kurumlar. Adliye teşkilatı.
—ikt. Sosyal adalet, servet ve gelirin yeniden dağılımında uyulması gereken ahlâki ölçüt. Bu ölçüte göre, "eşit işe eşit ücret" verilmesi, toplumsal yükümlülüklerin bireyler arasında eşit olarak dağılma sı, kıtlıktan doğan iktisadi rantların ortadan kaldırılması gerekir.

—isi. huk. Adalet-Î şühûd, mahkemede tanıklık edenlerin adil, yani dürüst ve güvenilir olmaları demektir. Dürüst ve güvenilir olmak demek, iyi davranışların yanlış tutum ve davranışlardan fazla olması demektir (Mecelle 1705). Bunun ölçüsü, kişinin dininde haram sayıldığına inandığı şeylerden sakınmasına göre saptanır. Bu ölçüye uyan bir gayri müslimin tanıklığı da mahkemede kabul edilir. (TA DİL VE TEZKİYE.)

—Kur. tar.
  • Adalet emri, halka zulmedilme- mesi için sadrazam tarafından eyalet valilerine gönderilen yazılı emir.
  • Adalet fermanı, daha çok adaletname olarak bilinen ferman. (ADALETNAME)
—ANSİKL. Fels. Platon’a göre ideal Site nin (devletin) temelindeki ilke, herkesin kendi yerinde kalmasıdır ve adalet bu ilkeden kaynaklanır. “Kendi işimizi yapmak [...] işte budur adalet "[...] “Devlette bulunan üç doğal kurucu öğenin [üreti- ci-savaşçı-yönetici] her biri, sırasıyla ılımlı, yiğit ve bilge davranarak kendi öz işini yaptığı zaman, devlet adaletlidir. [...] aynı şey, birey için de geçerlidir" (Devlet, 4, 433-435). Nitekim, Site’de olduğu gibi bireyde de adaletin bulunması ve aklın, tutkuları her zaman yönetmesi gereklidir. Aristoteles, adaleti, “adaletli eylemler gerçekleştirebilmemizi, onları somut olarak gerçekleştirmemizi ve gerçekleştirmek istememizi sağlayan yatkınlık” olarak tanımlar (Nikhomakos ahlakı, 5, 1). Ama, kimi zaman yasaya uygunluğu (yasadığı) belirten ve "evrensel adalet" diye adlandırdığı,kimi zaman da eşit olanı dile getiren ve “özel adalet” dediği adalet kavramının bulanıklığı üzerinde durur. Sonuncu anlamda adaletsiz adam, hakkı olandan daha fazla mal ve onur kapan kimsedir. Aristoteles, "özel adalef’in de iki anlamı olduğunu söyler: dağıtıcı adalet ve düzeltici adalet (yasal ve onarıcı da denir bunlara). Bunlardan birincisi, yurttaşlar arasında, malları ve onurları bölüştürmektir ve belli bir geometrik oran çeşidinin kurulmasına dayanır ve aslında, yetenekler arasındaki eşitsizliği onaylar.

Örneğin, iki kişi arasında dağıtılacak bir mal, onların A/B gibi iki farklı yeteneği aracındaki orana eşit bir C/D oranına göre bölünecektir (yani ancak, iki tarafın görece durumu, dağıtım yapılmadan önceki durumda kaldığı zaman adaletli davranıl- t dığı söyleneceMir), Aristoteles şöyle diyor:
“Matematikçiler, bu orana geometrik derler. (...) Eğer adaletli, geometrik oransa, adaletsiz, bu orana karşıt olandır" (ay. y., 5,3 ). Düzeltici adaletse, isteyerek gerçekleştirilmiş hukuksal bağıntılarda (satış sözleşmeleri gibi) ya da hukuksal nitelik taşıyan ama karşılıklı anlaşmaya dayanmayan edimlerde (hırsızlık gibi) söz konusudur. Bu adalet, aritmetik bir orana dayanır ve kişilerin yeteneklerini göz önüne almaz. Kişiler, zarar ve ziyandan sonra, A + C, B—C durumundaymış gibi ele alınırlar. Böylece düzeltici adalet,A’dan aldığını B’ye verir ve A ile B, kazanç ile kaybın aritmetik ortalaması olan bir duruma dönmüş olurlar. Aristoteles şöyle yazıyor: "Kısacası, adaletli olan, karşılıklı anlaşmayla girişilmemiş ilişkilerde belli bir kâr ile bir kayıp arasındaki orta durumdur ve her iki tarafın da, daha önce olduğu gibi daha sonra da eşit payı almasını gerektirir” (ay. y., 14).

Hobbes’a göre, adalet kavramının'iki anlamlılığı, yasal ile haklı arasındaki ayrımdan kaynaklanır. Adaletli eylemlerin, yasaya uygun eylemler olduğu ileri sürülebilir. Hobbes şöyle der: "iyi ie kötü’nün, adaletli ile adaletsiz’in, namuslu ile namuslu-olmayan'ın bağlı öldüğü kuralların, yurttaşlık yasaları olduğunu ve bundan ötürü, yasa koyucunun buyurduğunun iyi, yasakladığının da kötü olduğunu gösterdim” (Decive, 12, 1). Ama bu durumda, herhangi bir yurttaşlık yasasının adaletsiz, yani haksız olduğunu düşünme olanağı ortadan kalkmaktadır. Haklılık kavramını savunanlar, bundan ötürü doğal hukuk kavramını öne sürdüler. Doğal olanın üstünlüğü düşüncesi, Aydınlanma filozofları tarafından geliştirildi. Montesquieu şöyle diyordu: “Yasalar yapılmadan önce adaletin gerçekleşebileceği durumlar vardır. Bundan ötürü ortaya konmuş yasaların buyurduklarından ve yasakladıklarından önce, adaletli ve adaletsiz diye bir şeyin olmadığını ileri sürmek, daire çizilmeden önce yarı çapların eşit olmadığını söylemekten farksızdır" (Kanunların ruhu üzerine, 1,1). Hukuksalın, siyasal ve ekonomik gerçeğe oranla ağır bastığı insan ve yurttaş hakları öğretisi, işte bu doğal hukuk anlayışı üzerinde temellenin iştir.

Hegel'in ve Marx’ın felsefeleri, özgül yanlarıyla, bu anlayışa karşı çıkarlar. Hegel’e göre, gerçekleşmiş akıl olarak devletin taşıdığı önem, doğal hukukun önceliği kavramının bir yana atılmasını gerektirir. Hegel şöyle diyor: "Doğa huku ku, bundan ötürü, kuvvetin ve şiddetin egemenliğinin dile gelişidir ve doğa durumu, bir şiddet ve adaletsizlik durumudur ve söylenebilecek biricik doğru da, bundan sıyrılmak gerektiğidir” (Enzyklopâdie).

Hegel’den farklı bir bakış doğrultusunda olmakla birlikte marxçılık için de adalet, ekonomik ve siyasal sınıf ilişkilerinden bağımsız değildir. Marx'a göre adalet, bir sınıfın öteki sınıf üzerindeki egemenliğini, hukuk düzeyinde sağlayan bir üstyapı öğesinden başka şey değildir. Nitekim Marx şöyle der: "insanların birçoğu, adalet ideallerini, ticaret üretimi üzerinde temellenen hukuksal bağıntılara dayandırırlar. Yeri gelmişken söyleyeyim ki, bu görüş de onlara, adalet varlığını koruyup sürdürdükçe, bu tür üretimin de sürüp gideceği kanıtını kolayca sağlar" (Kapital, kitap 1, 2, not).

—ikonogr. Firavunlar dönemi Mısır’ında, Adalet ve evrensel düzen tanrıçası Maat, ölünün psykhostasia’sına katılırdı: terazinin, ölünün kalbinin bulunduğu kefenin karşı kefesinde, Maat kuştüyüyle simgelenirdi. Yunan ve latin antik çağı, Adalet i Themis tanrıçası biçiminde göstermiştir. Ortaçağ’daki görünümüyse elinde kılıç tutan bir kadındır: bazı duvar halılarında (Davut ile Batşeba'nın öyküsü, [Ecouen]; Traianus'un adaleti, (BaselJ), Floransa’da S.Maria Novella kilisesindeki Andrea da Firenze freskinde bunun örneğine rastlanır. Rönesans’ta Adalet, elinde terazi ya da kılıç tutarak (Spranger’in tablosu, Louvre), bazen de gözleri bağlı olarak gösterilir. Erkeklerin kötülüklerinden kaçmak için yeryüzünden ayrılan ve zodyak üzerinde terazi ve aslan burçlarının arasına sığınan bakire Astraia’nın anısına, bir aslanın sırtında oturmuş olarak canlandırıldığı da olur.

Kamu yapılarında en çok yer verilen figür Erdem’dir: Siena Belediye Saray’ında (A.Lorenzetti), Venedik'te Dukalar sarayı’nda (Tintoretto. Dukaya kılıcı ve teraziyi uzatan Adalet), Floransa'daki Vecchio sarayı’nda (Vasari'nin yağlıboya tabloları, Benedetto da Maiano'nun heykelleri), Paris’te milletvekillerinin toplantı salonunda (Delacroix), Brüksel'de Palais de la Nation'da (Godecharle'ın alınlığı). Diğer Erdemler arasında Adalet imgesi birçok mezar anıtını da süsler: M.Colombe'un François II anıtı (Nantes), B. Prieur’ün Anne de Montmorency anıtı (Louvre), F.Anguier'nin Longuevılle dükleri anıtı (ay.y.), Bernini’nin Urbanus VIII anıtı (Roma). Ayrıca Giotto’nun bir freski (Padova arenası), Dürer’in bir gravürü (bunda Adalet imgesi erkektir), Raffaello'nun bir freski (Vatikan, imza odası) Rottenhammer'in Adalet ve Barış adlı tablosu bunlar arasındadır. Ortaçağ minyatürlerinde yargı erkini kullanan krallar ve piskoposlar görülür. Adaletle ilgili çeşitli olaylar tarih resimlerine de konu olmuştur. Bunların arasında Kambiz'in yargılanması (Brugge) ya da Delacroix’nın Traianus' un adaleti (Rouen) sayılabilir.

—isi. Adalet kavramından Kuran’ın çeşitli surelerinde (Nahl, Nisâ, Mâide, Enam, Hûd, Rahman) söz edilmiştir. Mâide suresinin 8. ayetinde: "...Bir cemaat (müşrikler ya da Yahudiler) hakkında öfkelenmeniz, adalet etmemekle sizi vebale sürüklemesin. Adalet edin. Adalet takvâya (Allah korkusuyla dinsel yasaklardan kaçınma) pek yakındır.”; Nahl suresinin 90. ayetindeyse: "Gerçekten Allah adaleti, iyiliği, yakınlara karşı elaçıklığını buyurmuştur." denilir.
Hadis usulünde adalet, hadis râvisinin (Peygamberin sözlerini nakleden) güvenirliği için şart olarak aranır.

—İsi. huk. Adalet insaflı olmak, zulüm ve haksızlıktan ve her türlü aşırılıktan kaçınmak, yapılması gerekeni tam bir doğrulukla yapmaktır.
Yaygın kullanımıyla adalet, yasanın herkese eşit olarak uygulanması, renk, dil, kültür, mevki ve bilgi farkının hukuki eşitliği bozmamasıdır. İslam hukuku, devlet başkanı da içinde, hiç kimseye yasal dokunulmazlık tanımaz. Bir köle, bir gayrimüslim vatandaş ve devlet başkanı yasalar karşısında eşittir. Yalnız köleler ceza konusunda farklıdır. Onlara verilen ceza özgür vatandaşlara verilen cezanın yarısıdır.
Kuran yasal adalet üzerinde önemle durur: "Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor...” (Kuran 4/58)

—Rom. huk Roma özel hukuk alanında adaleti gerçekleştirenler: magistra denilen belirli yüksek görevliler (praetor, ae- dilis curulis, censor, consul, quaestor, başrahip); özel kişiler, hakemler ve yargıçlar (İ.Ö. 123'e ve 81'den 70’e kadar senatörler, 123’ten 81’e kadar şövalyeler, 70’ten sonra her iki sınıfın temsilcileri); mahkemeler (decemvir'ler, centumvir'ler, recuperator’lar). Formula usulünde (bu usul eski legis actio usulünün yerini almış ve imparatorluk döneminde de isteme bağlı yeni bir yargılama usulü olan libellos yönteminin yanında varlığını korumuştur) yüksek magistra, davaya bakacak yargıcı ve uygulanacak hukuku belirler. İmparatorluk döneminde yüksek yargılama yetkisini elinde bulunduran imparator, onu ya bir magistra’ya ya da yüksek bir görevliye (vali, yönetici) devreder.

Ceza hukuku alanında ise halk meclisleri, yetkilerini, sürekli bir duruma dönüşen özel mahkemelere (quaestiones) ya da yüksek magistra'lara devrederler.
Adalet, Adalet Mensucat fabrikası nın bir müessese kulübü olarak kuruldu (1946). 1. Türkiye ligi kurulunca 1. lige alındı. 1959-1960 sezonundaysa ikinci lige düştü. 1971 'de Alibeyköy ile birleşti ve 1980 e dek "Alibeyköy Adalet” adıyla futbol yaşamını sürdürdü. Bu tarihten sonra "Adalet” sözcüğü kulübün adından kaldırıldı.

Adalet bakanlığı, devlet örgütü içinde adalet işlerinin bağlı olduğu en yüksek yönetim birimi. Adalet bakanlığı 1920 yılında "Büyük Millet Meclisi icra Vekillerine Dair Kanun'un 1. maddesine göre Adliye ve mezahip vekâleti adıyla kurulmuştu. Günümüzde bakanlığın teşkilat ve görevleri, 1982 Anayasasının 113. maddesine dayanılarak çıkarılan 2992 sayılı yasayla yeniden düzenlendi. Bu yasaya göre Adalet bakanlığı, adalet kurumlarını açmak, geliştirmek ve denetlemek, adalet hizmetleriyle ilgili hukuki düzenlemeler yapmak, yasa ve yasa hükmünde kararname taslaklarının türk hukuk sistemine ve yasa tekniğine uygunluğunu incelemek ve yasalarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulmuştur. Bakanlığın en üst amiri, adalet bakanıdır. Adalet bakanı bakanlığın merkez ve taşra teşkilatıyla, bağlı kuruluşunun etkinliklerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir. Bakanlığın ana hizmet birimleri Ceza işleri genel müdürlüğü, Hukuk işleri genel müdürlüğü, Ceza ve tevkifevleri genel müdürlüğü, Adli sicil ve istatistik genel müdürlüğü ve Kanunlar genel müdürlüğü’dür. Hâkimler ve savcılar yüksek kurulu, bakanlığa bağlı sürekli bir kuruldur. Adalet bakanlığı’nın bağlı kuruluşu Adli tıp kurumudur.

Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

8 Ekim 2015 / BARIŞ Edebiyat tr
28 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap
18 Haziran 2013 / Misafir Cevaplanmış
2 Mayıs 2010 / SUNU Soru-Cevap
15 Şubat 2011 / Misafir Cevaplanmış