Arama

Basın Özgürlüğü

Güncelleme: 27 Mart 2016 Gösterim: 64.004 Cevap: 3
karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
22 Temmuz 2008       Mesaj #1
karayel - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Basın Özgürlüğü2.jpg
Gösterim: 5375
Boyut:  15.9 KB
Basın Özgürlüğü nedir?

Basın özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde ilan edilen, bir çok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Basın özgürlüğü, ülkeden ülkeye daha değişik şekillerde uygulanabilyor. Özgür Basın, demokratik sistemin korunması ve güçlendirilmesinde son derece önemli bir unsur olma özelliğini taşıyor ve insan haklarına dayalı ve demokratik bir toplumsal ve siyasal düzen özlemimizin gerçekleşmesi yolunda önemli yapı taşlarından birini oluşturuyor.
Sponsorlu Bağlantılar
Ayrıca demokratik siyasetin oluşturulmasının temel koşullarından biri olan basın özgürlüğü denildiğinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi ve Terörle Mücadele Yasası akıllara geliyor. Her 3 Mayıs'ta Dünya Basın Özgürlüğü Günü kutlanıyor. Bugün dünyada 63 ülkede basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değil. Türkiye ise aralarında Nikaragua, Tanzanya, Kuveyt gibi ülkelerin yer aldığı ‘kısmen özgür’ ülkeler kategorisinde bulunuyor. Basın özgürlüğü alanında Finlandiya, Belçika ve İzlanda ilk üç sırayı alırken, Almanya da 17. sırada bulunuyor. Avrupa Birliği adayı Türkiye, Batı Avrupa ülkeleri arasında basın özgürlüğü alanında en alt sırada yer alıyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 1989'dan beri geleneksel olarak Basın Özgürlüğü Ödülleri veriyor. Ödülleri, 1989 yılında gazeteci olarak Nazlı Ilıcak, kurum olarak Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) alırken 2007 yılında ise bu ödül Hrant Dink, Ragıp Zarakol ve Av. Gülçin Çaylıgil arasında paylaştırıldı.


Türkiye'de Basın Özgürlüğü

Günümüzde Türk basınının özgürlüğü, her ne kadar kanunlarla hür ve sansür edilemez olarak garanti altına alınmış olarak görünse de, bu durum bazı kıstaslarla sınırlandırılmıştır. Ancak günümüzde medya daha çok devletin değil de medya patronlarının kendi çıkarları doğrultusunda yaptığı kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyor. Önce özelleşen ardından da tekelleşmeye başlayan medya kuruluşları, patronlarının istekleri ve çıkarları doğrultusunda yayın yapmak zorunda kalıyor.

Medya patronlarının, sahip oldukları çok sayıda basın yayın kuruluşu aracılığıyla çok geniş kitlelere seslenebilme olanağının bulunması; basının özgürlüğünü kısıtlamakla birlikte halkın doğru ve eksiksiz bilgi almasını da engelliyor. Kendi şirketini veya yakın olduğu kişileri zarara uğratacak haberlerin yayınlanmasına izin vermeyen medya patronları ya da onlara bağlı genel yayın yönetmenleri yaptıkları haberlerin doğru olmasına özen gösterseler de her doğru haberin yayınlanmasını önlüyor. Böylece medya kuruluşları kamuoyunu bilgilendirme görevinden uzaklaşarak, güçlerini kullanarak patronlarının çıkarlarını korumuş oluyor. Medya patronlarıyla birlikte tekelleşen medya, bir yandan ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir güce ulaşırken, öte yandan haber alma özgürlüğünü kısıtlayabilecek, medya gücünün çıkar amaçlı kullanılmasına hizmet ediyor. Medya patronları yayın kuruluşlarını sadece kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıyor.
Medya patronlarının ticaret yapıyor olmaları, basının desteğine her zaman ve sürekli ihtiyaç duyan “siyasetçi” arasında menfaat ilişkisi ortaya çıkarıyor. Siyasetçiye sağlanan medya desteğine karşılık, holdingin çıkarları da hükümet tarafından sağlanıyor. Medyanın tekelleşmesiyle basın, özgürlüğünü yitirerek, patronun özgürlük anlayışına göre çalışıyor. Bu da dolaylı yoldan siyasetçilere bağlanıyor ve medya hem siyasetin hem de patronların etkisinde halkı yönlendirmiş oluyor. Medya patronlarının yalnızca ticaret kültürü olan iş adamları ve büyük bir tekelleşmenin söz konusu olması, gazeteciliği, iş adamlarının gazetelerini ticarethane olarak görüp daha çok para kazanma politikası haline getirmiştir. Durum böyle oldukça patronlar, gazeteleri halkın bilgi kaynağı değilde kendilerine para getirecek bir işyeri veya çeşitli siyasi ve benzeri konularda propoganda aracı olarak görmektedir.

Türkiye'de basın özgürlüğüyle ilgili bir diğer sorun ise baskı. İktidara karşı yayınlar yapan medya kuruluşları üzerine de baskı yapılıyor. Devlete bağlı olmayan basının giderek daha fazla baskı altında olduğunu kanıtlayan en son örnek, haber dergisi "Nokta" oldu. Askeri savcılık, Erdoğan hükümetine karşı darbe girişimini konu alan emekli bir subayın günlük kayıtlarını ortaya çıkarttığı gerekçesiyle, derginin merkezinde arama yapılması talimatını vermişti. Derginin sahibi devam eden karalama kampanyası nedeniyle artık Nokta'yı çıkartma gücüne sahip olmadığını ve dergiyi kapatmak zorunda olduğunu bildirdi.

Türkiye'de tutuklu veya yargılanan yayımcıların bulunması da basın özgürlüğünü sınırlıyor. Uluslararası Yayıncılar Birliği'nin (IPA), son raporunda "Türkiye'nin birçok politik reformu gerçekleştirmiş olmasına rağmen basın özgürlüğü ve gazetecilere uygulanan kısıtlamalar anlamında Avrupa Birliği'ne katılmaya hazır olmadığı" belirtildi. Birliğin raporuna göre 19'u tutuklu olmak üzere 60'a yakın gazeteci, yazar ve yayımcı hakkında yargılandı ya da yargılanıyor.

Ülkemizde medyanın büyük bölümü, kendisini siyasal iktidara teslim edecek olan ticari faaliyetler içine girmiş durumdadır. Hal böyle olunca, basının (elbette ki medya patronlarının) kendisini sansür etmesi anlamına gelen bir “oto-sansür” ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Bugün Türkiye, basının kendisini sansür etmesi anlamında bir
basın özgürlüğü ihlalini yaşamaktadır.

Ülkemizde basın özgürlüğünü tehdit eden yasal ve yapısal pek çok engel bulunmaktadır. Basın özgürlüğü devlet tarafından yasalarla ve uygulamalarla sınırlandırılmaya ve kısıtlanmaya çalışılmaktadır. Gazeteciler sadece fikirlerini ifade ettikleri için özgürlükleri kısıtlanabilmekte, basın çalışanları çok güç koşullar altında görevlerini yerini getirmeye çalışmakta bu uğurda cinayetlere kurban gitmektedirler. Fakat diğer taraftan ekonomik ve teknolojik gelişmelerin de katkısıyla yapısal bir değişim geçiren medya belki de bunlardan daha tehlikeli bir biçimde kendi temel işlevinden uzaklaşmakta, belli grupların çıkarlarına hizmet eden araçlar haline gelmektedir. En önemlisi de kamuoyunda ;
kendisine duyulan güveni kaybetmekte, belli güç odaklarının elinde sadece tek sesliliğin yaşayabildiği bir sistemin dayanağı olmaya doğru gitmektedir.


Türkiye'de Basın Özgürlüğünün Tarihi Gelişimi

Osmanlı döneminde gazetecilik faaliyetlerini doğrudan düzenleyen yasa 1864 tarihli "Basın Tüzüğü" olmuştur. Bundan sonra, hükümete gazete kapatma yetkisi veren 1867 tarihli "Ali Kararname" yürürlüğe girmiştir. Bu kararnamelerin yürürlüğe konmasındaki amaç, basın yoluyla hükümet aleyhtarı fikirlerin yayılmasını önlemektir. Osmanlı İmparatorluğu'nda olumlu gelişmeler 1876 yılında I. Meşrutiyet'in yürürlüğe girmesiyle görülmüştür. Bu dönemde kabul edilen Kanuni Esasi'nin 12. maddesinde "Matbuat kanun dairesinde serbesttir" hükmü yer almaktadır. Ancak bu dönem kısa sürmüş, II. Abdülhamit 1878 yılında Rusya olan gerginliği öne sürerek savaş hazırlıklarına başlamış ve Meclisi kapatmıştır.
Bu tarihten 1908'e kadar dönemde ki, bu dönem "istibdad dönemi" olarak anılmaktadır, Türk basını son derece sıkı bir takibe alınmış, bu dönemde pek çok gazete kapatılmış, gazeteler toplatılmış, pek çok gazeteci ya hapse atılmış veya sürgüne gönderilmiştir. Bazı gazeteciler, yurtiçinde dile getiremedikleri yönetim karşıtı fikirlerini yurtdışına çıkarak, burada çıkarmış oldukları yayın organları vasıtasıyla kamuoyuna ulaştırmışlardır. II. Abdülhamid'in baskılı yönetimi 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla sona ermiştir. 24 Temmuz 1908'de Kanuni Esasi'nin yeniden yürürlüğe konulacağı yönündeki bildiri basın çalışanları arasında büyük sevinç uyandırmıştır. Bu tarihten itibaren gazetelerin, baskıya girmeden önce denetime gitmesi zorunluluğu ortadan kalkmış, diğer bir deyişle basında sansür kaldırılmıştır.

Ancak Türk basınının bu dönemde de tam anlamıyla bir özgürlüğe kavuştuğunu söylemek doğru değildir. İttihat ve Terakki Partisi döneminde basın, üzerindeki baskıdan tam anlamıyla kurtulamamıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de Türk basınında bu kısıtlı özgürlük ortamı devam etmiştir. 1925'e kadar olan dönemde basın biraz rahat etse de, Şehy Sait ayaklanmasının ardından, Cumhuriyet hükümeti, Mart 1925'te kabul ettiği Takrir-i Sükun yasasıyla basını sıkı denetim altına aldı. Bu sıkı denetimden en fazla etkilenen İstanbul basını oldu. Yine Cumhuriyet döneminde kabul edilen "1931 Matbuat Kanunu" döneminde ve bunu izleyen yıllarda, özellikle II. Dünya Savaşı'nın yaşandığı 1938-1946 yılları arasında Türk basını, üzerindeki sıkı denetimden kurtulamadı. Bu dönemlerde, basın özgürlüğü kavramı yoğun olarak tartışılmaya başlandı ve 1946 yılında, hükümetin kontrolü dışında, bağımsız faaliyet gösteren Gazeteciler Cemiyeti kuruldu.
1950 yılında kabul edilen ve günümüzde hâlâ üzerinde yapılan çeşitli değişikliklerle yürürlükte olan 5680 sayılı Basın Kanunu kabul edilmiş, bu kanunla Türk basın üzerindeki baskı oldukça azaldı. 1954 yılında ise gazeteciler üzerindeki baskı yeniden artmış, iktidarda bulunan Demokrat Parti yönetimi, muhalefeti destekleyen ve kendi yönetimini eleştiren gazete ve gazetecileri susturmak için çeşitli tedbirlere başvurmuştur. Üzerindeki baskı sonucu, görevini tam anlamıyla yerine getiremeyen Türk basınının bu durumu 1960 yılına değin sürmüştür.
Bu tarihte, yeni bir Anayasa hazırlanıncaya kadar Silahlı Kuvvetler yönetime el koymuştur. Bu dönemde, DP zamanında alınan basını kısıtlayıcı nitelikteki kanunlar yürürlükten kaldırılmış, ayrıca gazetecilere çeşitli haklar tanıyan 212 sayılı yasa kabul edilmiştir (1961).
Yine aynı tarihte oluşturulan Basın İlan Kurumu vasıtasıyla, iktidarın resmi ilanları dağıtırken taraflı davranabilme olasılığının önüne geçilmiş, resmi ilanların dağıtımı bu bağımsız kuruma bırakılmıştır. 1971'de 12 Mart muhtırasıyla birlikte yeniden sıkı bir denetim altına giren basının özgürlüğü kısıtlanmıştır. 12 Eylül 1980'de başlayan üçüncü askeri süreçte de bu durum devam etmiştir. 1980'li yıllarda Türk basınında yeni bir sayfa açılmıştır. Bu dönemde, Türk basınında gazeteci kökenli olmayan, farklı sektörlerden gelerek mesleğe dahil olan iş adamlarının hakimiyeti geçerlilik kazanmış ve bu durum günümüzde de devam ediyor.

2007'de Türkiye 101. sırada

Türkiye, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün her yıl yayımladığı Dünya Basın Özgürlüğü Sıralaması'nda üç sıra gerileyerek 101. oldu. Türkiye'nin önünde Endonezya, arkasında Gabon yer alıyor. 2005'e kadar 15 sıra ilerleyerek gelişme gösteren Türkiye, geçen yılki sıralamada 168 ülke içerisinde 98. sırayı Butan ve Fildişi Sahili'yle paylaşarak "yerinde saymıştı". Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğüne yönelik çok çeşitli ve yoğun ihlaller gerilemeye neden oldu. Sıralamanın ilk beşini İzlanda, Norveç, Estonya, Slovakya ve Belçika oluştururken, son sıralar Küba (165), İran (166), Türkmenistan (167), Kuzey Kore (168) ve Eritre'ye (169) kaldı. Sıralamada Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 48., Fransa 31., Yunanistan 30., Britanya 24., Almanya 20., İtalya 35., yeni Avrupa Birliği ülkeleri Bulgaristan 51. ve Polonya 57., Ermenistan 77., Azerbaycan 139. ve Rusya 144. sırada yer aldı. Sıralamanın başında yer aldığı halde İslam dünyasının tepkisini çeken Hz Muhammet karikatürlerinin yayımından sonra çizerlerin ağır tehditlerle karşılaşarak geçen yıl 19. sıraya gerileyen Danimarka bu yıl 8. sırada yer aldı.


Türkiye 'kısmen özgür'
Freedom House’un 2007 yılı raporunda, Türkiye’nin basın özgürlüğü alanında geçen yıla gore daha da gerileyerek 105. sıraya düşmesi dikkat çekiyor. Bunda en büyük etken ise Türk Ceza Kanunu’nun tartışmalı 301. maddesi ve bu madde gerekçe gösterilerek gazetecilere yönelik açılan davalar. Rapora göre, yalnızca 2006 yılında Türkiye’de 263 gazeteci ve yazar hakkında, ‘Türklüğü aşağılama’ gerekçesiyle 301. maddeden dava açıldı. Raporda, Türkiye’de basın özgürlüğünün anayasal güvence altında olmasına karşın, uygulamada bunun ancak kısmen gözetildiği vurgulanıyor. Freedom House’e göre, Türkiye’de açık biçimde sansür yok. Ancak birçok yasal kısıtlamayı ihlal etmekten endişelenen kimi yayıncı ve gazeteciler, “otosansüre” başvurmak durumunda kalıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın aralarında kendisini çizen karikatüristlerin de bulunduğu medya mensuplarına karşı açtığı tazminat davaların eleştirildiği raporda, TRT’nin ana dilde yayınları ifade özgürlüğü açısından önemli bir adım olarak övülüyor, bunların geliştirilmesi isteniyor. Raporda Asya, Latin Amerika ve eski Sovyet ülkelerinde basın özgürlüğünde gerileme olduğu belirtilirken, bunun nedenleri arasında darbeler, baskıcı hükümetler ve gazetecilerin açıkça öldürülmesi sıralanıyor. Raporda, Rusya'daki kadın gazeteci Anna Politkovskaya cinayeti, Venezuela'da muhalefetin bir televizyonunun yayın lisansının yenilenmemesi ve Çin'de protesto gösterileri ve doğal felaketler gibi "ani olayların" hükümetin izni olmadan yayımlanmasına ceza getirilmek istenmesi, basın özgürlüğünün kısıtlandığı örnekler olarak veriliyor.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 27 Mart 2016 17:05
karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
23 Temmuz 2008       Mesaj #2
karayel - avatarı
Ziyaretçi
Yunanistan’da Basın Özgürlüğü:
Yunanistan Anayasası’nın 14. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü ilkesi şöyle formüle edilmiş.:
(1) Herkes, kendi düşüncesini yasal gözetim dışında yazılı ve sözlü olarak ifade edebilir, basın yoluyla bunu yayınlayabilir.
Sponsorlu Bağlantılar
(2) Basın özgürdür. Sansür ve benzer kısıtlayıcı önlemler uygulanamaz.
(3) Gazete veya diğer baskı aletlerine el konulamaz. Bu ancak istisnai hallerde savcılığın talimatı ile yapılabilir…’’
Yunan Anayasası, basın özgürlüğünü düzenlerken, baskı aletlerine ve gazetelere el konulamayacağını, el konulacaksa bunun anayasal bir istisna olduğunu belirtmiş. Hangi hallede el konulabileceğini de sayma şeklinde belirterek basına ileri düzeyde bir koruma getirmiş.
Aynı maddenin 4. fıkrasında savcılığın el gazete veya yayın kuruluşuna el koyma kararının ardından 24 saat içerisinde dosyayı hemen mahkemeye sevk etmek zorunda olduğunu, mahkemenin de 24 saat içerisinde hemen karar vermek zorunda olduğunu düzenlemiş.
Eğer yetkili mahkeme 24 saat içerisinde karar vermez ise el koyma kararının kendiliğinden başkaca bir işleme gerek duyulmaksızın ortadan kalkacağını düzenlemiş. 8. fıkra ise gazetecilik mesleğinin şart ve gereklerinin yasa ile düzenleneceğini belirtiyor. Buna göre gazetecilik mesleği yönetmelik veya tüzük ile düzenlemez. Mutlaka bir yasa ile düzenlenmelidir. 14. maddenin 9. fıkrası ise, yasa ile belirlenecek esaslara göre gazetecilik işinin finans kaynakları da açıkça ortaya konmak zorunda, diyerek medya patronlarının gazetecilik işini icra ederken hangi kaynaklarla ve nasıl bu işi icra ettiklerini ortaya koymaları gerektiğini belirtiyor.
Yunan kanun koyucusu bir adım daha ileri giderek, 2001 yılında 14.(5) madde de yaptığı değişiklik ile basın yoluyla yapılan hakaret ve sövmelerde, yanlış ve kasıtlı olarak yapılan kişi onuruna dokunan haberler sonrası bunun telafisinin gerektiğini anayasal bir hak olarak düzenlemiş. (7) basın yoluyla işlen suçlara seri yargılama usulünün uygulanarak, çok çabuk bir şeklinde karara bağlanması konusu da anayasal bir hak olarak hakkı yenen kişiye tanınmış. BASINDA TEKELE ANAYASAL ENGEL (9) basında tekel oluşturmaya yönelik davranışları yasaklayan bir hüküm 9. fıkraya eklenmiş. Daha da ileri giden Yunan Anayasası, belirli meslek kollarında faaliyet gösteren kişilerin medya işiyle uğraşmalarını yasaklamış.

Fransa’da Basın Özgürlüğü
Fransa'da 26 Ağustos, 1789'da çıkan; İnsan ve Vatandaş Halkları Beyannamesi'nin 11'inci maddesi şöyle der:
— "Düşüncelerin ve fikirlerin özgürce paylaşılması; insanın en mühim haklarından birindir: her vatandaş özgürce konuşmalı, yazmalı ve yayımlamalı; muhafaza etmeli (gerekliyse) kanunların sunduğu olanaklarda özgürlüğünün çiğnenmesine cevap vermelidir."
— 1788 Fransız Devrimi'nin sınırsız basın özgürlüğünden yararlandı. 1792 - 1794 yıllarında terörün ilk kurbanları, basın ve idam edilen gazeteciler oldu. Napoleon Bonaparte zamanında iktidarın ağır baskısıyla karşılaştı.
— Fransa'da ilk basın ahlak yasası 1918 yılında kabul edilen "Gazetecinin Mesleki Görevleri" yasasıdır. Bu yasa gayet açık bir biçimde mesleğe yaraşır bir gazetecinin imzasız bile olsa, bütün yazdıklarının sorumluluğunun üstleneceğini; iftira, kanıtsız suçlama, belgelerin tahrifatı, olayların saptırılması ve yalanı, en ağır meslek hatası sayacağını ve haber elde etmek için dürüst olmayan yolların kullanılması sırasında iyi niyetin istismar edilmemesini amaçlıyordu.

Amerika’da Basın Özgürlüğü :
1791'de onaylanan "Haklar Bildirisi"nin 12. maddesi "Basın özgürlüğü özgürlüklerin büyük kalelerinden biridir ve hiçbir zaman müstebit hükümetler dışında bir yönetim onu kısıtlayamaz" demektedir. ABD'de zaman zaman basın özgürlüğünü kısıtlamak için birtakım eğilimler belirmişse de, I. ve II. Dünya Savaşı ve hatta Vietnam Savaşı esnasında bile basına sansür koymak gibi tedbirler alınmaya gereksinim duyulmamıştır. Ancak demokrasinin çok geliştiği ülke olan ABD'de bile Körfez Savaşı'nda sansür uygulanmıştır. Kaldı ki sansürün uygulanması birçok yasalarda yer almakta, ulusal çıkarlar söz konusu olduğu zaman, savaş durumlarında, olağanüstü durumlarda hukuki düzenlemeler bulunmaktadır. ABD, Vietnam Savaşı'nın kötü deneyiminin de etkisiyle, yasalarına aykırı düşmeyen sansürü uyguladı. Çünkü gazetecileri başıboş bırakmalarının onları sorumsuz yazılar yazmaya sevk edeceğini, böyle yazıların da hükümetin saygınlığını sarsacağından endişe duymaktaydı.
Amerika'da 1970'te ülke çapında basın kurulu oluşturmak için girişimler başlamış; fakat Amerikan gazete ve televizyon yönetimleri, bu tür milli seviyede kendilerini bağlayıcı kurallar yerine; kendi basın ve yayın organlarının kabul ettiği "Ahlak Kuralları"na uymayı tercih etmişlerdir. Yürürlükte olan ve tanınan bu ahlak yasa kuralları şu şekilde geliştirilmiş ve kabul edilmiştir:
— 1 - Haber ve düşünce yaymanın başlıca amacı, halkı bilgilendirecek günün konuları hakkında kanaat sahibi olmalarını sağlama yolu ile kamu refahına katkıda bulunmaktır. Bu mesleki gücü kişisel menfaat veya değersiz amaçlar için istismar eden basın mensupları kamunun güvenine layık değildir.
— 2 - Basın özgürlüğü kamuya aittir; resmi ve özel olsun her türlü çevrenin saldırılarına karşı korunmalıdır. Gazeteciler anlaşmazlıklarda taraf tutma veya taraf olma görünümünü vermekten kaçınmalıdırlar.
— 3 - Okuyucunun güvenini sürdürmek iyi gazeteciliğin temelini oluşturur.
— Haber içeriğinin gerçek, taraf tutmaktan uzak ve her türlü unsur ve yönleri kapsaması için tüm çaba gösterilmelidir. Önemli yanlışlıklar ve unutmalar derhal ve kolayca görünecek şekilde düzeltilmelidir. Tarafsızlık basının her şeyi sorusuz kabul etmesi anlamına gelmediği gibi, kendi görüşünü yansıtmasına da engel teşkil etmez. Gazeteciler haberlere konu olan kişilerin haklarına saygılı olmalı, terbiye ve nezaket kurallarına uymalı, haberlerin gerçekliği açısından dürüst davranmalıdır. Açıkça suçlanan kimselere en kısa zamanda cevap verme fırsatı tanınmalı. Haberin kaynağının gizli tutulması konusunda zorunluluk ve baskı yoksa kaynak açıklanmalıdır.
— Bu ilkeler Amerikalı gazeteciler ile Amerikan halkı arasındaki güven bağının korunması, sürdürülmesi ve güçlendirilmesi amacını taşımaktadır. Bu güven bağı, devletin kurucuları tarafından hem basına hem halka emanet edilen özgürlüğün korunması için şarttır.

İngiltere’de Basın Özgürlüğü:
Basın özgürlüğüne dair ilk sinyaller İngiltere’ de verilmiştir. Başta İngilizler olmak üzere tüm Avrupa gittikleri farklı ülkelerde de aynı sistemi oturtmaya çalışmışlardır. Devletin basın üzerindeki baskısını azaltmaya çalışmışlardır. İngiltere basın özgürlüğü bağlamında dört farklı yaklaşıma sahiptir. İlk yaklaşım olan teolojik yaklaşıma göre Tanrı’nın verdiği akıl bireylerin iyiyi ve kötüyü ayırt etmelerini sağlamaktadır. Basına devlet tarafından konan sansür özgürlüğü kısıtlamaktadır. Bu yaklaşımda özgürlük savunulsa dahi devletin bir düzenlemede bulunmasına karşı bir görüş yoktur.
— İkinci yaklaşım basın özgürlüğünün birey haklarına dayanması yaklaşımıdır. Bu yaklaşım bireysel düşünceleri temel almaktadır.
Din konusunda da siyasal alanda da insanların bireysel kararları önemlidir.
— Faydacılık yaklaşımında ise yapılabilecek en iyi yasa en çok insana en çok mutluluğu sağlayan yasadır. Bu görüşü Jeremy Bentham savunur. Özgür basın bürokrasiyi denetleyerek birbirlerini tutmalarını engelleyebilir.
— Dördüncü yaklaşım olan basın özgürlüğünü hakikat arayışına dayandıran yaklaşıma göre ise düşüncelerin basında özgürce yer alması güvence altına alınmalıdır. Hükümetin yanlış olarak değerlendirdiği düşüncelerin doğru olma olasılığı vardır. Hiçbir düşünceyi tamamıyla yanlış olarak değerlendiremeyiz. Doğruya da ancak birçok yanlış düşünceden geçerek, bu düşünceleri karşılaştırarak ulaşabiliriz.
— İngiltere basın ahlak yasası ve bununla ilgili konsey kurulmasını düşünen ilk ülkelerden biri olmuştur. İlk olarak gazetecilerden gelen bir girişimle 1936 yılında oluşturulan basın ahlak yasası, geleneklerine ciddi biçimde bağlı olan İngiliz basınında çalışanları koruma amacı düşünülerek çıkarılmıştır.
— İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan gelişmelerle, basın dünyasında geçerli olması gereken kuralların belirli zaafları taşıdığı kanaati yaygınlaşmıştı. Bu bakımdan, okuyucuya İngiliz geleneğinin gereklerinin devamlı suretle verilerek, toplumun belirli davranışlarının muhafaza edilmesinin temini düşüncesiyle hareket edilmiştir.
— İngiltere'de ilk basın konseyi 1953'te kurulmuştur. Bu konseyin amaçları şu şekilde özetlenebilir:
— İngiliz basınının bağımsızlığını korumak, niteliğini yükseltmek, mesleki düzeyi arttırmak, basının tutum ve davranışı ile kişi ve kurumların basına yönelik davranışlarını değerlendirmek, haber ve bilgiye erişilmesini önleyebilecek gelişmeleri değerlendirmek, basında tekelleşmeyi yaratabilecek olumsuzlukları belirlemek ve bu konudaki bilgileri anında yayınlamak, gerektiğinde hükümete ve Birleşmiş Milletler'e önerilerde bulunmak.

İtalya’da Basın Özgürlüğü :
İtalya’da medya devi olarak da bilinen, eski Başbakan Silvio Berlusconi devlete açık bir şekilde hakaret ve saygızlıktan dolayı devlet kanalı Rai’de yayınlanan Sabina Guzzanti’nin sunduğu bir hiciv programını yayından kaldırmıştır. Daha sonrasında Guzzanti hukuki yollara başvurup, davayı kazanmıştır; fakat değişen hiçbir şey olmamıştır ve Berlusconi kanal üzerindeki yaptırım gücünü kullanarak programı yayınlatmamıştır.
— İtalya’da internet yayıncılığını, tıpkı basın-radyo-televizyon yayıncılığı ile eş tutan yeni yasa tartışma yaratıyor. Yeni yasaya göre internette yayın yapacak bir kişi veya kuruluş, artık klasik medya yayıncısıyla eş tutulacak. Dolayısıyla, yayının içeriğinden sorumlu olacak. Yeni yasa, her internet sitesi için izin alınması ve yayından sorumlu kişi atanması gerektiğini kayda bağlıyor. Ceza yaptırımları ağır.
— Oysa, 1997’de Napoli’de alınan bir mahkeme kararında, internet yayıncılığının basınla bir tutulamayacağı hükme bağlanmıştı. Bu, diğer mahkemelere örnek (emsal) oluşturdu. Aradan geçen 4 yılda, İtalya’da internet-basına ilişkin görüşlerin değiştiği ve yeni yasa tasarısında “basın”a yeni tanım getirildiği anlaşılıyor.
— Öte yandan İtalya, 1998’de Türkiye’yi de ilgilendiren ilginç bir site kapatma olayına da tanık oldu. Bologna’da faaliyet gösteren Isolenella Rete adlı bir siteye gönderilen bir yazıda, kendisine hakaret edildiğini iddia eden bir şirket, siteyi kapattırdı. Yazıda
— Milano’daki Turban Italia Srl turizm şirketinin, dönemin Türkiye başbakanı Tansu Çiller’le parasal bağlantısı olduğu iddia edilmiş, Türkiye’nin insan hakları ihlalleri gerekçe gösterilerek turizm şirketine boykot çağrısı yapılmıştı. Şirket, bu yazının yayınlandığı site aleyhinde dava açtı ve kazandı.

Ad:  Basın Özgürlüğü3.jpg
Gösterim: 4287
Boyut:  11.7 KB

Son düzenleyen Safi; 27 Mart 2016 17:00
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2009       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İfade özgürlüğü
Vikipedi, özgür ansiklopedi
İfade özgürlüğü (ya da konuşma özgürlüğü) Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde ilan edilen, birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır.
Elbette ülkeden ülkeye bu hak daha değişik uygulanabilir. Devletlerin otoritesinde yaşayan ülkelerde o devletin sansürleri uygulanabilir. Ancak liberal demokrasilerde de sansür değişik formlarda bulunabilir. (Nefret sözcükleri, müstehcenlik, v. b.)
Bunun akabinde gelen açıklayıcı "International Covenant on Civil and Political Rights" (Medini ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme) 19'uncu maddeyi şöyle açıklar:
  1. Herkes engel olmaksızın fikirlere sahip olmalıdır.
  2. Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak, her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın, sözlü, yazılı, basılmış, sanat veyahutta herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme, alma ve verme hakkıdır.
  3. 2'inci bölümdeki haklar özel haklar ve sorumluluklar getirir. Bu doğrultuda bazı limitler kanunlar tarafıyla uygulanabilir:
a) Başkalarının haklarına ve şöhretine saygı;
b) Ulusal güvenlik, halk düzeni, veyahutta halk sağlığı ve huzuru. 20'inci madde de; şiddet propagandalarını yasaklar. 19'uncu maddenin üçüncü bölümünde belirtilen iki bend, gerek monarşik, gerek militarist, gerek muhafazakar rejimlerin talepleri doğrultusunda eklenilmiştir.
Ülkemizin İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi tercümesinin 19'uncu maddesi şöyle der:
"Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir."
Diğer ülkelerde ifâde özgürlüğü
Amerika Birleşik Devletleri
Amerika Birleşik Devletleri'nin anayasasının bir numaralı kanunudur; bu kanuna göre;
"Kongre herhangi bir dîni kurmak için, uygulamasını yasaklamak için, ifâde ve basın özgürlüğünü ya da insanların barışçıl bir şekilde toplanmasını ve devlete acılarını anlatmasını kısıtlamak için kanun çıkartamaz." 15 Aralık 1791'de çıkan bu kanun; akabinde her ne kadar özgürce ırkçılık da dahil olmak üzere fikirlerini sunmasını sağlasa da; Amerika'nın özgürlükler ülkesi olmasını sağlamıştır.

Avrupa Birliği
Avrupa Birliği'nin 2000 yılında yayımlanan temel kanunlarının 11'inci maddesine göre;
  1. Herkesin ifade özgürlüğü vardır. Bu hak; insanların fikirlere sahip olma ve bilgiyi halk otoritesi olmadan, sınırsızca alma ve verme hakkını tanır.
  2. Özgürlük ve basın kuruluşların çoğulculuğuna saygı duyulmalıdır.
Danimarka
Jyllands-Posten'de yayımlanan Muhammed karikatürleri ile yoğun tepki gören Danimarka'nın ifade özgürlüğü hakkında; 77 sayılı kanunu şunu ilan eder:
§ 77 Herkes birinin düşünlerini yayınlama, yazma ve konuşma özgürlüğüne sahiptir; ancak adalet mahkemelere saygı duyarak. Sansür ve diğer önlemlerin engellenmesi yeniden koyulamaz.
Fransa

Fransa'da 26 Ağustos, 1789'da çıkan; İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi'nin 11'inci maddesi şöyle der:
"Düşüncelerin ve fikirlerin özgürce paylaşılması; insanın en mühim haklarından biridir: her vatandaş özgürce konuşmalı, yazmalı ve yayımlamalı; muhafaza etmeli (gerekliyse) kanunların sunduğu olanaklarda özgürlüğünün çiğnenmesine cevap vermelidir." Fransa'da, özgür iradeyle "Ermeni soykırımı yaşanmamıştır." demek suçtur. Bu düşüncesini özgürce ifade etmek isteyenlere 1 yıla kadar hapis, 45 bin Avro'ya kadar para cezası verilmektedir.

Çin
Çin Anayasası'nın 35'inci maddesine göre;
"Halkın Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları ifâde, basın, birleşme, ortaklaşma, ilerleme ve gösterme özgürlüğünden zevk alır." Ancak; Çin'de yoğun bir sansür hâkimdir. Bundan Wikipedia ve Google gibi web siteleri de nasîbini almıştır. İnternet üzerine koyulan limitler arasında Özgür Tibet hareketi, demokrasi, Tayvan'ın bağımsız bir ülke olarak görülmesi, bir takım dînî organizasyonlar ve Çin Komünist Partisi hakkındaki tüm yayımlar bloke edilmiştir.


Ad:  Basın Özgürlüğü4.jpg
Gösterim: 5053
Boyut:  28.1 KB
Son düzenleyen Safi; 27 Mart 2016 17:02
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Haziran 2013       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Basın Özgürlüğü1.jpg
Gösterim: 4369
Boyut:  8.9 KB
MEDYA ÜZERİNE

Düşüncelerim
Üç yıl önce Medya üzerine eğilmeye başladım, bu eğilmeye başlamamda hangi nedenler tam olarak etkili oldu bilemiyorum ama. Ulusal çapta yayın yapan kanallara bakan, haberleri takip eden biri idim, ulusal çapta yayın yapan gazetelerin köşe yazıları okuyan biriydim. Buralarda tutarsızlıklar görmeye başladım, sonraları haberlerin bir çoğu gerçekten beni bilgilendirmiyordu. Medya üzerine eğilmem böyle başladı sayılır.

Şöyle bir parantez açayım burada. Tam da bügünlerde olan olan olaylar, insanı medya üzerine düşünmeye itebilir, ve ileriki zamanlarda medya ile ilgili nasıl düzenlemeler yapılmalı gibi bir soru sorma gereği duyabilir veya medya sağlıklı bir yapıya nasıl kavuşabilir gibi sorular insanların kafasına bu günlerde gelebilir. Bunu neden böyle diyorum, Çünkü insaların hayatlarında terslikler, içlerinde çatışmalar, belirsizliklerin artması, tutarsızlıkları fark ettiklerinde kendi hayatlarını sorgulama gereği duyabiliyorlar, bu durumların sonucunda oluşan kaygılar, insanlar hayatlarını yeniden gözden geçirmek için olumlu olabiliyor. Bu durumu düşünerekten insanların bir çoğunun medya üzerine düşünmeye gidebileçeklerini düşünüyorum insanların.

Ben de şimdi burada düşünmek isteyenlere, bu konu üzerinde düşünmüş biri olarak düşüncelerimi aktarmaya çalışaçağım. Düşüncelerimi aktararak konu hakkında farkındalık yaratmaya çalışaçağım. (Şunu belirteyim, bu yazıdıklarımı okuyanlar benim düşüncelerimin izlerini takip edeceklerdir. Herkez kendi içinde benim izlediğim yolu izlemesi gerek, yoksa sadece benim düşüncelerimi okumuş olaçaksınız – her kez kendi düşünce sürecini yaşamalı-. Ben bu düşünmeyi şu örneğe çok benzetiyorum. Dağınık halde bulunan bir pazılı yapar gibi oluşturdum, bazen bazılın bir yerindeki bir parçayı aldım çok başka yere koydum, bazen pazıldaki bir parçayı nereye koyaçağımı düşündüm, bazen pazılın nasıl bir şekil olabileçeğini düşündüm, aşağıda yazaçaklarım nasıl pazıl olduğunu ortaya koyaçak, bakalım pazılı nasıl bulaçaksınız.

Ben şöyle bir yol izleyerek başladım düşünmeye, haberlerdeki tutarsızlıkları gördükten sonra Medya üzerine çeşitli kitaplar okudum, Medyayı farklı açılardan incelemiş araştırma yazıları okudum. Medyaya bakışım, gazeteleri inceleyişimde değişmeler başladı. Kişilerin haber kaynaklarına bakışını gözlemledim, haber kaynaklarını değerlendirmesini, haberlerin toplum üzerindeki etkisini gözlemledim.

Şimdi günümüz medyasını ve günümüz insan ilişkilerini ve toplumun genel yapısını düşünerek aşağıdaki hikayeyi yazdım -aşağıdaki yazı, hikayenin konusu sayılır-. Hikaye yazarak başlamanın daha iyi olaçağını düşündüm.

Hikayenin konusu şöyle;
Gazetenin, televizyonun, internetin, radyonun ve benzeri iletişim araçlarının olmadığını düşünün ve 500 kişiden oluşan bir topluluk olduğunu düşünün ve bu topluluk diğer topluluklarla neredeyse hiç iletişime girmediğini düşünün, bu toplulukta insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için tarlada çalışmakta, normal ibadet edeçekleri yerleri var, toplanma, eğlenme yerleri var diyelim, bu kişilerin bir birinden haberdarlar. Bu toplulukta sözlü olarak bir biri hakkında bilgi edinmekteler. Herşey sıradan giderken birgün bu köye dışarıdan bir kişi geliyor, bu kişi çok güzel genç bekar bir kız, nerden geldiği belli değil -bir belirsizlik var- ve bu kız bu topluluğun kaldığı yerde kalmak istiyor – neden kalmak istiyor belirsiz- bu kız nerede kalaçak -bu olayın çözülmesi gerek- sonra bu kızın bu toplulukta bir yer edinmesi için sosyal roller içine girmesi gerek. Bu kızın geçmişi hakkında belirsizlik olduğu için -insanlar belirsizlik durumlarından hoşlanmadıkları için hemen bir tanım vermeye gidebiliyorlar- ve kendisini hiç tanımadıklarından bu kız hakkında kulaktan kulağa haberler yayılmaya başlıyor. Köyün diğer bekar kızlarıda bu kızı kıskanıyor. Bu kız bu toplumun davranışlarına giyimiyle ve davranışlarıyla hiç uyum sağlamıyor -onun yetiştiği topluluğun giyimine ve davranışlarına uyum sağlamıştı- ahlakçılar var bu toplumda da. Işte bu kız bir olay ve bu olay karşısında bu topluluk nasıl tavır alaçak, nasıl bu kız hakkında bilgi sahibi olacak, bu toplum yoğun olarak çalışan bir toplum, kız hakkında bilgi sahibi olmak için ayrı bir zaman ayıramayaçak kadar meşgüller işleriyle, köylüler kendi yerlerine bu işi yapaçak dört kişi seçiyorlar -seçtikleri kişilerden biri köyün bekar kızlarından, biri ahlakçılardan, biri köyün genç delikanlısı, biride köyün fakir ve diğer toplulukları merak ettiği için gezmiş biri-. Bu kişiler çeşitli kaynaklardan bilgi topluyorlar, kızla iletişime giriyorlar, kızın geldiği yeri araştırıyorlar, kızın geçmişine ulaşmaya çalışıyorlar, hepside hemen hemen aynı bilgilere ulaşıyorlar.
Şimdi bu toplumda yaşayan kişilerin tutumlarından bahsedeyim. Beş sınıfa ayırabiliriz buradaki kişilerin tutumlarını.
Bazı kişiler aynı ailede yaşayan kişilerin duygularından, isteklerinden bile habersiz şekilde yaşayıp gitmektedirler, hemen hemen herşeye karşı duyarsızdırlar.
Başka bir tutum ise ailesindekilerin dugularından, isteklerinden, sorunlarından bir nebze haberdardır, ama duyamazlıktan, görmemezlikten gelirler - görmek duymak onları bazı konularda rahatsız edeçektir, o yüzden duymazlar görmezler-.
Bazı kişilerin tutumları ise ailesinde, çevresinde olan olaylara karşı tepki vermekte hep tereddütlüdürler, bunların kaygı ve korkuları vardır.
Bir takım kişilerin tutumları ise herşeyin farkında olup, her gerektiğinde de tepkisini ortaya koyabilen, sağırlığı, dilsizliği, görmemezliği seçmemişlerdir, olaylara karşı tutumları nettir, korkuları ve kaygıları çok azdır, bu kişiler toplumu için çalışmayı seçmişlerdir, seçerken ise birşeyleri değiştirmek istemektedirler.
Bazı kişilerin tutumları ise -çok çok azınlıkta bir grubun- ailesinde, çevresinde, toplumunda yaşanan olayların farkında, herşeye rağmen doğru bilginin peşinde, mücadele etme yöntemlerini biliyorlar, bir önceki saydığım kişilerle buraya kadar benzer, ama bu gruptaki kişiler hiç birşeyin değişmeyeçeğini bildiği halde, mücadelesini vermekteler, bunlar insanlardan birşey peklememekte, hayal kırıklıkları gibi şeyler yaşamamakta, insanlığı iyi tanımakta.
Olay hakkında araştırmaları tamamlayan ve hemen hemen aynı sonuclara ulaşan dört kişi, elde ettiği bilgileri köyün meydan gibi bir yerinde açıklamaya başlıyorlar. Bekar kız edindiği bilgileri kendi süzgeçinden geçirerek anlatıyor, köye yeni gelen kızı kendine rakip gördüğü için kızı köyden gitmesi gerektiği şeklinde konuşuyor. Ahlakçılarda kızın bulundukları toplumda ahlakın bozulaçağı düşüncesi ile kızın köyden gitmesini istiyorlar. Genç delikanlı ise kızın köyde kalması için bir konuşma yapıyor, genç erkek kızla pazarlık yapmış, cinsel yönden bir beklentisi var genç erkeğin. Fakir delikanlı ve merak için diğer yerleri gezen kişi ise kızın ona maddi yönden ve onun merakını gidereçek şekilde gezmesi için olanaklar yaratmayı vaad ettiği için, edindiği bilgileri yorumlarken kızın köyde kalması yönünde olur. Şimdi burada halk nasıl karar verecek, iki kişi gitsin dedi, iki kişi kalsın dedi, halktan bazı kişiler bu olayı umursamayaçaktır, bir çoğu ise daha önce duygusal bir bağ ile bağlı oldukları kişinin görüşünü benimseyeçektir, veya daha önce deneyimlerinden etkilenerek karar vereçektir, bazısı ise kalmasında veya gitmesinde grup içinde kendi konumuna bir fayda sağlayaçaksa kalması gerekiyor, faydası yok ise gitsin yönünde karar vereçektir. Küçük bir grup ise kendi toplum içindeki çıkarını, kendi duygusal bağını düşünmeden, değer görme, yalnız kalma gibi şeyleri düşünmeden inandığı doğru değer için, olayı sorgulayaçak, araştıraçak ve kendi vardığı kararda ikna olduktan sonra topluma anlatmaya çalışaçaktır, bu küçük gruptaki kişilerden bir grup birşeyleri değiştirmeye odaklanaçaktır ve değişmediğini gördüğünde mücadeleden vazgeçecektir, bu grubun içindeki diğer küçük grup ise değiştirmeye çalışmadan inandığı doğruları söylemeye devam edeçektir.

Bu hikayenin konusu bu, burada olanları günümüz için düşünelim.

Medyanın benim kafamdaki tanımı şöyle;
Insanların bir birinden haberdar olma, insanların beklentilerini ve isteklerini iktidarlara veya bir birine iletme araçı. Ortak sorunlar hakkında mücadele etme yollarını gösterme araçı, Toplumu istenilen değerleri öğretme araçı, bireyleri toplumsallaştırma, eğitme araçı olarak medya kullanılmaktadır.

Medyanın günümüzdeki yapısından, bulunduğu durumdan bahsedeyim.
Türk toplumunda Medya çok kullanılmaktadır, bir çok olaydan haberdar olduğumuz yer televizyonlardır, gazetelerdir, internettir. Televizyonun başında çok zaman geçiririz. Yüzde 40 ımızda internet kullanmaya başlamıştır, az bir kişide gazete okumaktadır.
Türkiye de medya büyük sermaye sahiplerinin dir, (Bursa da ki büyük gazeteler ve haber kanalları iki üç Bursalı iş adamının elindedir). Devlet televizyonları ise hükümetin televizyonudur.
Ulusal çapta ve yerel çapta yayın yapan özel medya kurluşlarının bir çoğu, özellikle yerel çapta olanlar, belli bir süreliğine bir idolojinin sesini duyurmak için kurulurlar. Televizyonlarda ve gazetelerde çalışanlar, yazarlar, müdürler, tamamıyla sermayeyi koyan kişiye bağımlı olarak çalışmaktadır. (Yazarlar ne kadar tarafsızdır. Mesela, yaxarlar sermaye sahibinin yanında çalıştırdığı işçilerin işçi haklarını öğrenmeleri için, devamlı bu konu hakkında yazı yazabilirmi veya sermaye sahibinin yapmış olduğu dolandırıcılık ile ilgili yazılar yazabilir mi, Şu örnekteki gibi bir durum yok mu sizce, diyelim iki takım futbol maçı yapıyor ve bu iki takımı yöneten hakemin parasını ise futbolcular ödüyor, bu hakem ne kadar bağımsız karar verebilir sizce). ve yerel gazetelerde çalışan kişilerin çoğu habercilik, gazetecilik alanında eğitim görmemiş kişilerdir. Bu durumları düşünmek gerek. Medyaya daha özgür çalışabileçeği ortamlar yaratmak için çalışmak gerek. (Muhasebe-Mali müşevirlerik mesleğinde de kayıt dışı engellenmeden mesleki bağımsızlıktan söz edilmesi ve mesleğin kalitesinin artmasından söz edilmesi zor olduğu gibi). Facebook, Twitter gibi sosyal ağalar ise bilgi palaşımında anlık mesajlar verilebiliyor ama buradaki kullanıcıların burada paylaşılanları doğrulaması zor olmakta ve belli yönlendirmelere çok açık haldedir. -Buraları kullanan kişilerin buradaki palaşımları çok dikkatli bir şekilde sorgulama, karşılaştırma yapıp okumaları gerek-.

Haberlerin veriliş şekillerine baktığım da şunu görüyorum, kısa kısa bir çok olaya yer verilmekte, bu olayların çözümünde kişiler nasıl yer almalı gibi bir bilinçlendirme uyandırılmamakta -Bu duruma aslında habersizlik deniyor-.
Kişilerin özel hayatları yıpratıcı şekilde yansıtılmakta (Kişiler kendi iç dünyalarında dalgalı bir haldedir, bu dalgalanmaları sorgulamakta, düşünmekte, hatalarını düzeltmeleri için zaman tanımaktalar kendilerine, ama bu yaşanan hatalar hemen göz önüne sürülürse, kişilerin yaptıkları hataları düzeltmeleri daha zor olur, bu onlara yardımcı olmaz).
Şiddet olayları çok verilmekte, mesela trafik kazaları hergün verilmekte, trafik kazasında şu kadar kişi öldü, arabanın yuvarlandığı yer gösteriliyor, yaralı gösteriliyor, ama şu verilmiyor, bu trafik kazaları neden olmakta, trafik kazalarının önlenmesi için Türkiye çabında nasıl çalışmalar yapılmakta olduğu, varsa bu önleme çalışmalarında nasıl yer alınması gerektiği, yoksa önlemek için fikir yürütenlerin fikirlerine yer vermiyorlar.
Mesela Türkiyenin bir bölgesinde ciddi bir deprem olsun, deprem ile ilgili haberler yapılmakta, deprem uzmanlarına çeşitli iletişim araçlarında söz hakkı verilmekte ama depremin yaraları sarıldığında, deprem ile ilgili haber yapılmamakta, halkın deprem konusundaki bilinçi diri tutulmak için haberler yapılmamakta. Deprem önleme çalışmaları hangi aşamada olduğu ile ilgili haberler yapılmamakta -Haberlerin yapılması bu çalışmalar üzerinde, halk denetimi yapılmış olmaktadır-.
Gazeteler ayrılımcılık yaratan olayları, halkın günlük ilgisini çekeçek olayları, sansansyon yarataçak olayları, daha çok satabilmeleri için bu tarz haberleri birinci sayfadan verebilmekte.
Bir televizyon kanalında oynayan bir dizi var, bu dizide oynayan baş karakterin özel hayatında sansasyonel bir gelişme oluyor. Dizinin yayınlandığı kanalın haberlerinde bu olay kanala ve diziye zarar gelmeyeçek şekilde verilmekte, diğer kanallara baktığımda ise her kanal bu dizinin yayınlandığı kanal ile ilişkilerine göre bu haberi vermekte. Bu çok kolaylıkla biriki karşılaştırma sonucu anlaşılabilen bir gözlem.
Geçenlerde sabah saatlerinde haberleri izliyorum, haberde gezi parında yaşananları veriyor, ama bu gezi parkında bu olaylar neden yaşanmış, niçin yaşanmakta, burada ne istenmekte, bunları hiç söylemiyor, yaşanan olayları gerilim, korku niteliğinde bir kaç kare veriyor.
Ortağokul ve lise yıllarını gençler günde 4 saatlerini televizyon başında geçirmekte veya internet başında. Emekli olmuş bir çok kişi de hayatlarını televizyon başında geçirmekte.
Dernekler, vakıflar, Meslek odalarında ve buna benzer diğer sosyal ortamlarda pek birlikte olunmamakta. Bizde genelde Yaşlılar camilerde birlikte olmakta, gençler avm lerde gürültülü ortamlarda, sosyal ağlarda birlikte olarak bir biriyle haberleşmekte, ev kadınları evlerde bir birbiriyle buluşmakta.

Medyayı takip eden halkın genel tutumundan bahsedeyim, ve nasıl takip edilmesi gerektiğini yazmaya çalışayım.
Türk toplumunda genelde, babanın veya büyüklerin yaptığı hareketlerin pek sorgulanmasına izin verilmemekte, bulundukları çevrenin dışında çıktıklarında gençleri kötü şeylerin beklediği şeklinde bir algı yaratılmakta, ailelerin çocuklarına karşı tutumları baskıcı, ilgisiz, aşırı ilgili olmakta ama pek az aile demokratik bir aile olabilmekte.
Okuma yazma oranları Türkiye genelinde pek iyi değil – kadınlarda okuma yazma oranı daha düşük- gizli okuma yazma bilmeyenlerde var -okuma yazma öğrenmiş ama çok kullanmadığından neredeyse unutma aşamasına gelmiş- okumak insana yük getirir -ben tarafsız, bağımsız olmayan, kafası özgür olmayan, bilimsel bilgi alış yöntemlerini bilmeyen birinin okuması bence kişiye zarar vermekte). Yazmak kendini ifade etme biçimidir, -yazmak için yazanların olduğunu biliyorum, alıntılar yaparak yazan, kendi düşüncesi olmadığı halde, kendini farklı göstermek için yazan kişiler var, bu kişiler yazarak kendi gerçeklerinden biraz daha uzaklaşırlar-. Okuma ve yazmayı doğru düzgün yapan bir nesil hayal ediyorum (Daha fazla açıklama için, Bilgi üzerine yazıma bakılabilir)-, ki bu nesil medyanın denetimini yapsın. Ama ilk iş ailede başlamalı, sonra okullarda ve sonra iş yaşamında devam ettirilmeli, böyle olmadığı sürece medya bizi istediği yöne yönlendirir.
Benim çevremden bazı örnekler vereyim, okuma yazma bilmeyen bir yakınım, haberleri dinler iken, haberlerde olan olayın bütününü anlamıyor, daha önce tecrüpe ettiği hayat görüşü ile ilgili veya bildiği mekanlar ile ilgili bir kelime geçerse o kısmı anlıyor. Okuma yazma bilen yakınlarımda ise şunu görüyorum: Medyanın verdiği bir habere hiç kuşku ile yaklaşmıyor, hemen doğru gibi algılıyor, birincil ikincil kaynak araştırmasına girmiyor, haberi farklı kaynaklardan izleyip karşılaştırmaya gitmiyor, haberdeki bilgi ve yorum kısımlarını ayırt edemiyor, tartışma programlarına pek ilgili olmuyor. Hayat görüşlerine yatkın oldukları gazeteleri ve televizyonları seyretmekte -Hangisi objektif haber verir, objektif haber verecek kanal arayışı içinde değiller pek-. Daha çok kendi yaşanmışlıkları ile, hayalleri ile bağlantı kurdukları dizileri seyrediyorlar, toplumsal olaylara karşı pek ilgili değiller -bana dokunmayan yılan bin yaşasın görüşüne yatkınlar- Bu okuma yazma bilen kişilerin içinde Üniversite bitirmiş kişilerde var.
Şunu gözlemliyorum, bir grupta beş altı kişi sohpet ediyor, bu sohpet edenlerden biri mahallede olan bir olayı anlatıyor, mahallede olan olayı anlatan kişi, bu grupca güçlü görülen bir kişi ise bu kişinin dediğini hiç sorgulamıyorlar, mahalledeki olayı anlatan kişinin bu olayı nerden öğrendi, nasıl öğrendi, kendi yorumuna nerede başladı, niye bize bunu anlatıyor, olayı anlatan kişi ile olay arasında nasıl bir bağlantı olup olmadığı gibi sorular, pek bu anlatana sorulmuyor, anlatan kişi ve onu dinleyenler arasında konu hakkında bir uyuşmazlık olduğunda anlatan kişiye duygusal yakınlık gösterenler daha çok bu kişinin tarafını tutmakta. Olayın doğruluğundan çok olayın bize nasıl bir yararı olur veya bize nasıl bir zararı olur üzerinde düşünüyorlar genelde. Ben sorular sormaya başladığımda ise rahatsız oluyorlar. Bu sorgulamaları buralarda başardığımızda -buralardan başlanmalı- Medya daha farklı olaçaktır. Sorgulayacak kişilerin çoğunlukta olması, medyanın kontrolünü sağlayacaktır.

Medya konusunda yapılanlara ve yapılaçaklara değinmek istiyorum.
Medya kesinlikle sermaye sahipleri ile ilişkisini kesmeli. Medya hükümetlerin denetimi altına girmemeli. Tüm Medya organlarınca kabul görmüş, Medyayı denetleme ve ceza yaptırımına sahip bir üst kurum kurulmalı. Kesinlikle ve kesinlikle kişiler medya yı okumasını bilecek.
Şimdi bunları açmam gerek, medya hükümetlerin kontrolünde olmadığında, özel sektöre bırakılaçaktır, özel sektörü kontrol etmeye kalktığında da yine yeni inançlarına ve tarafına göre yayınlara izin vereçek, kendi inançına ve tarafına ters olanlara izin vermeyecektir. Kamuda adam kayırmayı, torpilciliği, politikacıların kamuyu çıkar araçı olarak kullanılmasını engellemek için, kamu malları, işyerleri özelleştirilmekte ki iyi bir yönetim sağlanabilsin diye. Özel sektöre aktarılmakta kamunun işleri. Özel sektörü denetlem ve gerekli düzenlemeleri yapmak için, devlet işe karıştığında da, adam kayırmalar olmakta, özel sektör sahipleri bu düzenlemeleri yapan kurumların başına gelmek için çalışmakta, buralara adamlarını yerleştirmek için çalışmakta olduğunu okumaktayım, sohpetlerde duymaktayım.

Medya üzerine şöyle bir yapılanmadan bahsedeçeğim, bu yapılanma diğer iş alanları içinde uygulanabilir.
Hayalimizde bir gazete kuralım şimdi bu gazeteyi bir organizasyon olarak düşünelim, bu organizasyonun bir arada olmasını sağlayan elemanlar olmalı bu organizasyonu bir araya getiren elemanlar şunlardır; yazarlar, editörler, sermaye sahipleri, kameramanlar, spikerler, sunucular, personel işleri, temizlikciler, güvenlikciler, yayın dağıtıcılar... dır. Bu organizasyonun hiç bir parçası diğerinden önemli olmamalı, fakat bazı organları daha fazla yük yüklenicisi olur, bazıları küçük bağlantı elemanları gibi olabilir. Bu organizasyonun devamlı işler halde tutmak için ve iyi hizmet vermek için nasıl bir yapılanma içine girmesi gerektiğini düşünelim derim. Bunu en ince ayrıntısına kadar açalım derim, benim bilgim bunu en ince ayrıntısına inecek kadar yeterli değildir -Ben medya yı dışardan takip eden, medyanın bire bir içinde değilim, medyanın içinde olan kişilerin kitaplarını okumuş biriyim. Ben şuna inanan biriyim, işin içinde olanlar en iyi çözümleri üretebilirler, en iyi şekilde sorunları tespit edebilirler ve en iyi çözümleri üretebilirler diye düşünüyorum-.
Mesela sermaye sahipleri bu işletmenin yüzde 30 hissesine sahip olsun. Yazarlar yüzde 35 hisseye sahip olsun. Editörler yüzde 5. Yayın dağıtıcılar yüzde 5. Kameramanlar, sunucular, spikerler yüzde 5 hisseye. Güvenlikciler, temizlikciler, personel işleri yüzde 5. Yüzde 15 de halka açılsın.

Duran Aydoğmu
Son düzenleyen Safi; 27 Mart 2016 17:03

Benzer Konular

20 Aralık 2016 / *TeoDora* İletişim Bilimleri
2 Haziran 2015 / Misafir Cevaplanmış
1 Kasım 2015 / Sosyal-bilgini Soru-Cevap
18 Ekim 2009 / Misafir Cevaplanmış
10 Ekim 2012 / Misafir Soru-Cevap