Arama

Rönesans (Renaissance) Dönemi (Rönesans Döneminde Kültür, Sanat ve Felsefe)

Güncelleme: 27 Ocak 2017 Gösterim: 68.758 Cevap: 15
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Eylül 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Yenidendoğuş1.JPG
Gösterim: 24717
Boyut:  51.9 KB

Rönesans


(Fransızca renaissance, İtalyanca rinascita: “yeniden doğuş”)
Sponsorlu Bağlantılar
Avrupa tarihinde, 14. yüzyılın sonuyla 15. ve 16. yüzyılları kapsayan ve en belirgin özelliği Eski Yunan ve Roma kültürünün canlandırılması olan dönem. Aynı zamanda bir serüven ve keşifler çağı olan Rönesans boyunca, astronomide Ptolemaios sisteminin yerini Kopernik sistemi almış, kâğıt, matbaa, pusula ve barut gibi yeni ürün ya da teknolojiler yaygın uygulama alanı bulmuştur.

“Ortaçağ” kavramını 15. yüzyıl bilginleri, Eski Yunan ve Roma dünyasının yıkılmasıyla bu dünyanın kendi yüzyıllarında yeniden keşfedilmesi arasındaki (“ortadaki”) dönemi belirtmek amacıyla ortaya atmışlardı. Ama Rönesans’ın kökleri ortaçağın sonlarında, 12. yüzyılda başlayan bir dizi siyasal, toplumsal ve düşünsel dönüşümde yatıyordu. Bu gelişmelerin başında Rönesans’ın anayurdu sayılan İtalyan kentlerinin gelişmesi geliyordu. Bu kentlerde soylular, tüccarlar, rantiyeler ve zanaatçılar bir arada yaşayıp çalışıyor, aynı milislerde çarpışıyor, evlilik yoluyla ilişki kuruyor, özellikle kilisenin otoritesine karşı ortaklaşa direniyorlardı. Ortak bir düşmana karşı siyasal eylem birliği bu kentlerin halklarında bir topluluk bilinci ve yurttaş bağlılığı yaratmaya başlamıştı. Kentsel bütünleşme hem kent toplumu içinde yeni iktidar organlarının oluşmasına, hem de kentler arasında, çevrelerindeki alanlara sahip olma mücadelesinin doğmasına yol açtı.

Daha 13. yüzyılda İtalyan kentlerine özgü bir halk egemenliği kavramı gelişti. İvedi kararların gerektiği durumlarda bir parlamento (İtalyancada “kitle toplantısı”) toplantıya çağrılıyordu. Ama 14. yüzyılda bu kentlerden bazıları kent içindeki iktidar kavgaları nedeniyle demokratik yönetim tarzından uzaklaşarak tek adam yönetimine (.signoria) yönelmeye başladı; yüzyıl sonuna gelindiğinde signoria yaygın yönetim biçimi olmuştu. Bu nedenle bir yandan feodalizmin kurumsal yapısı yıkılırken, bir yandan da feodalizme özgü değerler yeni biçimler altında canlanıyor, böylece Rönesans döneminin karakteristik devlet anlayışı ortaya çıkıyordu.

Sonunda kent devleti, daha önce tek tek yurttaşların bir araya gelmesiyle sağlanan işlevlerin çoğunu üstlendi; bireyler artık hiçbir aracı olmaksızın doğrudan devletle karşı karşıyaydı. Rönesans insanı hem bir birey olarak kendisinin, hem de yetki alanı içindeki herkes için bir baba, bir anne ve aile olan devletin varlığının bilincindeydi. Öte yandan kent topluluğu içinde okuryazarlığın artması ve bir tür yeni edebiyat beğenisinin gelişmesi daha önce yalnızca din adamlarının elinde olan kültür tekeline son verdi. Yeni meslekler, din adamı olmayanlar arasında okuryazarlığın artmasının ve uzmanlaşmanın bir yansımasıydı.

Hümanizm.


Rönesans’ın dünya görüşünün ilk dışavurumcu hümanizm olarak bilinen düşünce akımıydı. Hümanizm, ortaçağın düşünce yaşamına egemen olan ve skolastik felsefeyi yaratan bilgin din adamlarınca değil, kilise dışındaki kültür adamlarınca başlatıldı. Dante ve Petrarca’nın öncülük ettiği bu akımın başlıca temsilcileri Gianozzo Manetti, Leonardo Bruni, Marsilio Ficino, Giovanni Pico della Mirandola, Lorenzo Valla ve Coluccio Salutati’ydi. 1453’te Konstantinopolis’in (İstanbul) Osmanlılar tarafından fethedilmesi pek çok Doğulu araştırmacının Batı’ya kaçarak önemli kitaplar ve yazmalar ile Yunan araştırmacılık geleneğini Rönesans’ın anayurduna taşımalarını sağladı.

Hümanizmin en belirgin özelliği, bütün dışavurumları ve kazanımlarıyla insanı kendine konu edinmesiydi. İkinci olarak hümanizm, bütün felsefe ve ilahiyat okullarının taşıdığı doğruluk öğesini birbiriyle bağdaştırmayı amaçlıyordu. İnsanın, ilk günahın kefaretini ödeyecek biçimde yaşamasını en soylu eylem olarak gören ortaçağ anlayışının tersine hümanistler yaratıcılık ve doğaya üstün gelme mücadelesine ağırlık veriyorlardı. Son olarak hümanizm yitik insan tininin ve bilgeliğinin yeniden doğmasına umut bağlamıştı; bunun yolu da ilkçağın Yunan ve Roma uygarlıkları ile onların değerlerini yeniden keşfedip benimsemekten geçiyordu. Ama bunu gerçekleştirmeye çalışırken hümanistler yeni bir düşünsel bakışın doğmasına ve yepyeni bilgi dallarının gelişmesine katkıda bulundular.

Rönesans döneminde “yeniden keşfedilen ilkçağ düşünürlerinin çoğu gerçekte ortaçağda da biliniyor, kitapları raflarda duruyordu. Rönesans’tan önce de ilkçağı canlandırma akımları (örn. 9. yüzyılda Karolenj rönesansı) yaşanmış, 12. yüzyılda Aristoteles’in bugün bilinen bütün yapıtları derlenmişti. Rönesans’ın gerçek etkisi insanı dinsel iktidarın dayattığı zihinsel kalıplardan özgürleştirmek, özgür araştırma ve eleştiriyi esinlendirmek, insan düşüncesinin ve yaratıcılığının taşıdığı olanaklara güveni pekiştirmek oldu.

Rönesans’ın siyasal düşüncesi ise Niccolö Machiavelli’nin II Principe (1532; Hükümdar, 1932) adlı yapıtında en olgun anlatımını buldu. Siyasette devletin çıkarlarının belirleyiciliğini savunduğu bu ünlü yapıtta ideal örnek olarak Cesare Borgia’yı seçen Machiavelli, siyasal davranış yasaları 371 Rönesansın da Roma örneğine dayandırıyordu. Machiavelli’ye göre devlet yönetimi zamandışı yasalara dayalı bir sanattı ve tıpkı hukuk felsefesi ve hekimlik gibi ortak Hıristiyan etiğinin kısıtlamalarından kurtulmalıydı.

Hümanist dünya görüşü ve onun doğurduğu Rönesans, İtalya’dan kuzeye doğru Avrupa’nın her köşesine ulaştı. Okuryazarlığın ve klasik metinlerin büyük bir hızla yayılmasına olanak veren matbaa bu gelişmeyi daha da çabuklaştırdı. Kuzeyli hümanistlerin en büyüğü olan Desiderius Erasmus’un Encomiun moriae (1509; Deliliğe Methiye, 1941 /Deliliğe Övgü, 1987) adlı yapıtı, hümanizmin ahlaki özüne en olgun anlatımı kazandırdı.

Hümanistlerin sağladığı düşünsel atılım Hıristiyanlıkta Reform hareketinin kıvılcımını yaktı; ama Reform gerçekte Rönesans’ın laik değerlerine karşı bir tepki niteliği taşıyordu. 16. yüzyıl sonuna gelindiğinde Reform ve Karşı Reform hareketleri arasındaki mücadele Avrupa’nın düşünsel yaşamına damgasını vurmuştu.

İtalya’da hümanistler Latincenin yanı sıra, çok sayıda yerel lehçede de yapıtlar verdiler. 13. yüzyıl sonlarına doğru Toskana lehçesinin giderek yaygınlaşması, Dante’nin La divina commedia (y. 1310-21; İlahi Komedya, 1956-64, 3 cilt; 1984, 2 cilt) adlı yapıtını bu lehçeyle yazması, çağdaş İtal yancanın doğuşunu hazırladı. Petrarca ile Boccaccio da benzer bir yol izlediler. Castiglione, Aristo, Machiavelli gibi 16. yüzyıl yazarları İtalyanca kullandılar. Edebiyatta yerel dillerin önem kazanması, bunların zamanla ulusal diller olarak gelişmesine, hem ilkçağın bilim ve sanat yapıtlarının, hem de Kitabı Mukaddes’in yerel dillere çevrilmesine yol açtı. Bu gelişme de okuryazarlığın bir ayrıcalık olmaktan çıkmasına büyük katkıda bulundu.

15. yüzyıl başlarında hümanist eğitimin merkezi İtalya’ydı. Ama aynı yüzyılın sonlarına doğru Londra, Paris, Anvers gibi daha kuzeydeki öteki Avrupa kentleri de kendi başlarına birer merkez durumuna geldi. Ulusal dillerin güçlenmesi çeşitli ülkelerde edebiyat alanında önemli yapıtların üretilmesine ortam hazırladı. Fransa’da François Rabelais, İspanya’da Miguel de Cervantes yeni ulusal edebiyatların ilk dorukları oldu. İlkçağın tiyatro yapıtlarının yeniden ortaya çıkarılması, gizem oyunu adı verilen dinsel halk oyunlarının yerini çağdaş tiyatro yapıtlarının almasını sağladı. İngiltere’de Christopher Marlowe ile William Shakespeare insan kişiliğinin daha derin boyutlarını araştırmaya yöneldiler.

Bilim.


Ortaçağın evren ve doğa anlayışı, Aristoteles’in fiziği, Galenos’un tıp bilgisi, Ptolemaios’un astronomisi ve Hıristiyan ilahiyatının bir karışımıydı. Bu anlayışın yerine yeni bir bilimsel dünya görüşünün geçmesini sağlayan bilim adamlarından yalnızca Kopernik Rönesans döneminde yaşadı. William Harvey, Galileo Galilei ve Isaac Newton’un başlatacağı bilimsel devrimse 17. yüzyılı bekliyordu. Ama Rönesans, eski Yunan ve Roma’nın bilim ve felsefe yapıtlarını yaygınlaştırıp tanıtarak bu bilimsel devrimin düşünce alanındaki önkoşullarını hazırladı. Örneğin yaklaşık 2 bin yıldır Yer’in merkez sayıldığı astronomide, ilkçağın Güneş merkezli kuramları ilk kez Rönesans döneminde tartışılmaya başladı. Jacopo Zabarella gibi Rönesans düşünürleri tüm dengelerin ve tümevarıma dayalı düşünme ve araştırma yöntemleri üzerinde çalıştılar. Pythagoras’ın uyumlu, geometrik bir evren anlayışı, Kopernik’in bakış açısının oluşmasına katkıda bulundu.
Ad:  Da_Vinci.GİF.gif
Gösterim: 11163
Boyut:  982.8 KB
Rönesans’ın bilim alanındaki en önemli katkısı matematikte gerçekleşti. Hümanistler aritmetik ve geometriyi de beşeri bilimler arasına kattılar. Mekânın düzenlenmesinde geometri kurallarını uygulayan ressam ve mimarlar perspektif kurallarını saptadılar. Bu dönemde tüm üniversitelerde cebir en gözde bilim dallarından biriydi. Bu koşullarda Niccolo Tartaglia ve Giolamo Cadono gibi kuramcılar yetişti. Arkhimedes’in bilinmeyen bazı yapıtlarının çevrilerek yayımlanması da (1544) bilimlerin gelişmesine önemli katkıda bulundu. Teknoloji alanında ise Rönesans’ın ülküsü doğanın gizli güçlerini kullanabilmekti. Bu nedenle Rönesans döneminde teknik adam, yeniçağın bakış açısına göre daha çok bir simyacı ya da büyücüydü. Ortaçağın dünya görüşünün dışına çıkamayan bu teknik adamlar 15. ve 16. yüzyıllarda kuramsal bilimlerden çok toplumsal çevreyi değiştiren başarılar elde ettiler. En büyük teknik ilerleme matbaanın geliştirilmesi ve yaygınlaşması oldu. Bu gelişme iletişim tarihinde neredeyse yazının geliştirilmesine eşdeğerde bir devrim etkisi yarattı.

Resim ve heykel.


Rönesans’ın en önemli sonuçlarından biri de güzel sanatlar alanındaki ilerlemelerdi. Dinsel bağnazlıkların kırıldığı ve yeni görüşlerin öne çıktığı bu dönemde gerek resim, gerekse heykel sanatında gerçekçi bir bakış açısı egemen oldu, insan ideal güzellik kavramı içinde ideal oranlarında ele alındı. Dinsel konuların işlenişinde bile gerçeğe yakınlık yeğlendi.

Rönesans’ın ilk evresi olan ve Floransa’da gelişen erken Rönesans dönemi, genel bir üslup birliğinden çok, sanatçıların tek tek geliştirdiği yeniliklerle belirginlik kazanmıştı. Geç gotik dönemde resimde Giotto’yla başlayan gerçekçi anlatıma yöneliş, Masaccio’nun insan dramına ve duygusallığına verdiği önemle daha da gelişerek Rönesans resmine yansıdı. Gerek Masaccio, gerekse Fra Angelico işledikleri dinsel konunun içeriğinden çok figürler arasındaki ilişkiler ve figürün kompozisyon içindeki konumu üzerinde durdular. Tek kaçma noktalı perspektif de ilk kez bu dönemde uygulandı.

Masaccio’nun ilk kez uyguladığı anıtsal anlatım ve hacimli figürler, matematiğe, perspektife ve oranlara düşkünlüğüyle bilinen Piero della Francesca’nın yapıtlarında özgün ifadesini buldu. Fra Filippo Lippi ve öğrencisi Botticelli, Piero della Francesca’ nın heykelsi figürlerini daha yumuşak ve sıcak bir anlatıma ulaştırdılar.

Yüzyılın ortalarında Floransa dışında çalışan sanatçılardan Padova’da etkinlik gösteren Mantegna, Donatello’nun heykellerinin etkisiyle figürde hacimliliği ön planda tutan freskler gerçekleştirdi. Venedik’te çalışan Bellimler, Kuzey İtalya ile Felemenk ve Flaman sanatı özelliklerini kaynaştıran üsluplarıyla tanındılar.

Roma’da etkinlik göstermeye başlamadan önce ilk yapıtlarını Floransa’da gerçekleştiren Leonardo da Vinci, bu dönem resimleriyle yüksek Rönesans’ın habercisiydi. Leonardo, yaptığı anatomik çalışmalarla insanı en doğru biçimde betimlemenin yollarını aradı. Onun 1490’larda yaptığı “Son Akşam Yemeği”ni (Sta. Maria delle Grazie Manastırı, Milano) bazı uzmanlar yüksek Rönesans’ın başlangıcı olarak kabul ederler. Yüksek Rönesans 15. yüzyılın kişisel deneyim ve atılımlarının bir sonucu olarak görülebilir. Bu dönemde amaç uyum ve denge idi. Ayrıca hareket de önem kazanmıştı. Özellikle Michelangelo, Raffaello ve Tiziano’nun bu dönem yapıtlarında görülen hareket, daha sonra maniyerizmin temel öğelerinden biri durumuna gelen abartılı hareket değildi. Çoğu kez kompozisyon içinde dengeli bir biçimde dağılan, yumuşak ve dingin bir salınmayı anımsatıyordu. Yüksek Rönesans’ta Roma-Floransa okulunun en önemli temsilcilerinden biri sayılan Raffaello özellikle yumuşak ve şiirsel bir manzara içinde betimlediği Madonna resimleriyle ideal güzelliği en üst noktasına çıkardı. Michelangelo ise fresk çalışmaları ile heykellerinde insan gücünü ve anıtsallığı ön planda tuttu; onun figüre verdiği hareket, daha sonraki maniyeristlere esin kaynağı oldu.

Leonardo, Raffaello ve Michelangelo’nun geliştirdikleri yüksek Rönesans ilkeleri, Parma’da Correggio, Venedik’te de Giovanni Bellini, Giorgione ve Tiziano tarafından uygulandı. Giorgione manzarayı pastoral şiir gibi lirik bir anlatıma dönüştürerek figürle birleştirdi. Tiziano dünyevi konuları işlediği resimlerinde Giorgione’nin, dinsel resimlerinde de Bellini’nin etkilerini yansıttı. İki Venedikli usta onun üslubunu daha da ileriye götürdü. Bunlardan Veronese, özellikle Tiziano’nun renkleri ile karmaşık, ama dengeli kompozisyon anlayışını uygularken, Tintoretto da dramatik ışık kullanımını ve yoğun duygusallığını benimsedi.

İtalya’da yüksek Rönesans’ı izleyen ma- niyerizm 1520'lerde başladı. Kuzey ülkelerinde Rönesans daha çok maniyerizmin etkisinde gelişti. Fransa’da Fontainebleau okulu sanatçıları ile Jean Cousins (1522- 94), Antoine Caron (y. 1520 - y. 1600), Jean ve François Clouet bu üslubun Fransa’daki en önemli temsilcileri oldular. İspanya’da bir dönem Leonardo’nun yanında çalışan Fernando Yânez (ü. 1506-26) ve Juan de Macip (y. 1523-79) ülkelerinde Rönesans ilkelerini uygulayan ilk sanatçılardı. Ancak İspanya’da Rönesans’ı doruk noktasına Lu- is de Morales ve El Greco çıkardı. El Greco, Tiziano’nun yanında çalışmış ve Venedik okulunun atmosferik etkilerini benimsemişti. Almanya’da ise Rönesans ilkelerini ilk uygulayan, Alman sanatını bütün 16. yüzyıl boyunca etkisi altında tutan Albrecht Dürer oldu. Aynı dönemde yaşayan Lucas Cranach (Yaşlı) ve Hans Holbein da (Genç) Rönesans ilkelerine bağlı sanatçılardı. Felemenk ve Flandre’da Anvers maniyeristlerinin yanı sıra Kuzey resminin en ünlü sanatçılarından biri sayılan Pieter Bruegel (Yaşlı) bir süre İtalya’da bulunmuş ve Michelangelo'dan etkilenmişti.

Perspektif kurallarının saptanması heykel sanatını da etkiledi. Heykelciler mekân içinde yer alan bir heykelin ya da bir yüzeydeki kabartmaların görünüşünde ortaya çıkacak biçim bozulmalarından daha dramatik bir etki elde etmek için perspektif kurallarını kullandılar. Vasari, Rönesans heykelini Nicola Pisano ile başlatsa da, pek çok sanat tarihçisi bugün ilk Rönesans heykelcisi olarak Donatello’yu kabul eder. Donatello yalnızca klasik öğeleri kullanmakla kalmayıp, Antik Çağ ruhunu yapıtlarına yansıttı. Floransa’da Donatello dışında Lorenzo Ghiberti, Nanni di Banco, Jacopo della Guercia, Antonio Pollaiuolo ve Andrea del Verrochio gibi heykelciler erken Rönesans’ın en önemli temsilcileriydi. Yüksek Rönesans ise en çok Michelangelo’nun heykelleriyle anımsanır. Michelangelo’nun hareket öğesini daha da ileriye götüren, maniyerizmin heykel alanındaki en önemli temsilcileri Benvenuto Cellini ve Giambologna oldu. Kuzey Avrupa’ya İtalyan sanatçılar tarafından götürülen Rönesans heykelciliği daha çok İtalyan etkileri altında gelişti.

Mimarlık.


Ad:  Rönesans_Mimarisi.JPG
Gösterim: 6453
Boyut:  54.2 KB
Mimarlık alanında da Rönesans, Antik Çağın yeniden doğuşu oldu. Ama bu dönem yapıları antik örneklerin kopyaları değil, 15. yüzyılın anlayışı ve dünya görüşü doğrultusunda yorumlarıydı. Rönesans mimarlığının ilk temsilcisi, yarım kalmış bir gotik dönem yapısı olan Floransa Katedrali’nin kubbesini tamamlayan F. Brunelleschi sayılır. Rönesans sanatının yönlenişinde temel dayanak noktalarından birini oluşturan perspektifin kurallarını ortaya ilk koyanlardan biri de, ressam Masaccio ve mimar Alberti ile birlikte Brunelleschi’ydi.

Perspektif sayesinde mimarlar artık tasarladıkları yapının daha bitmeden, hatta yapımına bile başlanmadan nasıl görüneceğini çizerek ifade edebiliyorlardı. Bu da mimarlığı taşçılık ya da marangozluk gibi bir el işçiliği olmaktan çıkararak ileri bir tasarım sanatı düzeyine getirdi. Brunelleschi’nin yaptığı Yetimler Yurdu (Ospedale degli Innocenti) Rönesans’ın ilk yapısıydı. Ön cephesi boyunca uzanan portikte, antik mimarlıktan beri kullanılagelen sütunlu galerinin nasıl değişik bir biçimde ele alındığı hemen göze çarpıyordu. Eskinin dar sütun araları açılıp genişletilmiş, sütunların arasındaki çapraz tonozların yerini ferah yelken tonozlar almıştır. Beyaza boyanmış sıvalı yüzeyler ile gri kumtaşından yapılmış taşıyıcı öğeler arasındaki renk karşıtlığı, yapının yarım daire ve dörtgen gibi temel geometrik biçimlere dayanan etkisini daha da artırıyordu. Belirginlik, düzenlilik, geometriden yola çıkma bundan sonra da Rönesans mimarlarının hep üzerinde durarak yapılarında uygulamaya özen gösterecekleri temel nitelikler oldu.

Brunelleschi, Antik Çağ mimarlığına sezgileriyle, bir anlamda el yordamıyla, ama gotikten de tümüyle kopmadan yaklaşmıştı. Yeni mimarlık anlayışının kuramlarını oluşturup yerleştirenler ise Alberti, Filarete vb gibi ondan sonraki kuşağın sanatçıları oldu. Bu mimarlar özellikle Roma imparatorluk döneminin yapıtlarını incelediler, yazarlarını keşfettiler. Bu alandaki en önemli girişim Antik Çağın önde gelen kuramcısı Vitruvius’un mimarlık ve kent tasarımını konu alan 10 ciltlik yapıtı De architecturavan (Mimarlık Üzerine On Kitap, 1990) yeni resimler ve yorumlar eklenerek önce İtalyancaya, ardından da başka dillere çevrilmesiydi. Yapıt, içeriği ile Rönesans mimarlarının Roma mimarlığını daha yakından tanımasını sağladığı gibi, pek çoğunu da benzer kuramsal kitaplar yazmak yolunda etkiledi. Alberti, Palladio, Michelozzo, Filarete bunların bazılarıydı.

Floransa'dan bütün İtalya’ya yayıldı. Yalnız Venedik ve Milano gibi büyük merkezler değil, Mantua, Ferrara, Urbino gibi küçük kentlere de ulaşarak, yöresel alt üslupların ortaya çıkmasına yol açtı. Ama bu erken dönemi izleyen yüksek Rönesans’ın merkezi Roma'ydı. 16. yüzyılın başlarındaki yüksek Rönesans döneminin bütün belli başlı sanatçıları, dolayısıyla da yaratıcı ve yönlendirici gücü, papaların sağladığı büyük destekle Roma’da toplanmıştı. Bu aşamanın en önde gelen mimarı Bramante de daha önce çalıştığı Milano’dan 1499’da Roma’ya gitmiş, ölümüne (1514) değin etkinliğini bu kentte sürdürmüştü. Yalın, dengeli bir görünüm ve anıtsallık etkisi, onun yapıtlarının en belirgin özelliğiydi. Gerçekleştirdiği en önemli işlerden biri de, Roma'yı yeniden düzenlemeye girişen Papa 11. Julius’un isteğiyle Eski San Pietro Bazilikasının yerine yapılacak aynı adlı yeni yapının planlarını hazırlamak oldu (1505). Bu yapının planı bir karenin içine yerleştirilmiş bir Yunan haçından oluşuyordu. Haçın kollarının kesişme noktası, yani yapının tam merkezi, büyük bir kubbeyle daha da vurgulanmıştı. Bu iyice simetrik, merkezî plan şeması, kilisenin Bramante’ nin ölümünden sonra uzun yıllar süren yapımı sırasında Michelangelo tarafından değiştirildiyse de (bak. San Pietro Bazilikası), Rönesans döneminde daha pek çok tasarımda kullanıldı ve yapıda uygulandı. Bunun nedeni, merkezî şemanın, insanı yaşamın merkezine yerleştiren Rönesans düşünce biçimini ve dünya görüşünü mimarlıkta yansıtmasıydı. Gerçekten de böyle merkezî planlı bir yapının ortasında durulduğunda, her şeyin o merkeze yönelik olmak üzere düzenlendiği, bakışı herhangi başka bir yöne çekecek hiçbir yapı aksının bulunmadığı hemen algılanıyordu. Aslında böyle bir merkezin özel konumu (Rönesans yapıları belirgin, kolay anlaşılabilir bir biçimde tasarlandığı için) iç mekânın hangi noktasında durulursa durulsun, kolaylıkla kavranabiliyordu. Ama bu merkezî plan düzeni, kilisenin ayin düzeni ile uyuşmuyordu. Ayinin kilisenin belirli bir noktasında yapılmasını, cemaatin de o noktanın önünde art arda sıralar halinde dizilmesini gerektiren bu düzene merkezî değil, uzunlamasına bir aks boyunca oluşturulmuş bazili- kal bir plan daha uygundu. Bu nedenle Rönesans kilise mimarlığı bir anlamda, merkezî planı uygulamak isteyen mimarlarla, dinsel gereklerin yerine getirilmesini isteyen ve işveren konumunda olan ruhban sınıfın mücadelesini temsil eder.

Rönesans mimarlığının maniyerizme dönüşmesi Michelangelo’yla gerçekleşti. Akılcı ve nesnel bir düzen, yalın bir uyum ve bütünü oluşturan tek tek parçaların güzelliği gibi Rönesans mimarlığının öğeleri, onun elinde yerlerini heykelsiliğe, güce, harekete, dışavurumcu ve öznel bir düzene bıraktı. Onun bütün bu nitelikleri en güzel gösteren mimarlık yapıtı Floransa’daki Medici Lorenzo Kütüphanesi’dir.

Aynı dönemde ve izleyen yıllarda mimarlık çeşitli kişisel yönelişlerin getirdiği çok zengin bir ifade olanağına ulaştı. Bu tutumun en iyi örnekleri A. Palladio’nun yapıtlarıydı. Palladio Rönesans’ın (Alberti ve Bramante’den geçerek gelen) klasik hümanizm çizgisi üzerindeki son kuramcı mimardı. Çağdaşları Michelangelo’dan da, Venedik mimarlığının temsilcileri Sansavino ile Sanmicheli’den de etkilenmişti. Bütün bu etkilerin izleri, ilk büyük yapısı olan Vicenza’daki belediye binasında açıkça görülür. Palladio, Bazilika adıyla bilinen ve onararak büyük ölçüde değiştirdiği bu eski yapıda, içeriye çektiği büyük balkonlarla (loggia) cephede bir ışık-gölge karşıtlığı, bir hareket yaratmış, böylece Rönesans’ın sakin, durağan mimarlığından, baroğun hareketli düzenlemesine doğru ilk adımı atanlardan biri olmuştu. Onun, klasik mimarlık öğelerini gittikçe daha fazla uyguladığı yapıları Rönesans’ı son bir kez doruk noktasına ulaştırdı.

BAKINIZ
> Leonardo da Vinci
> Christopher Columbus (Kristof Kolomb)
> Rönesans Döneminde Sanat
> Yeniden Doğuş (Rönesans) Dönemi'nde Bilim, 15-16.yy
> Rönesans Resim Sanatı
> Rönesans Tiyatrosu
> Aydınlanma Çağı
> Rönesans Felsefesi


Kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Baturalp; 27 Ocak 2017 11:00
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Kasım 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

“Rönesans”, kendini tanımlamak mı, kendini tanımamak mı?


Batı Avrupa sanatını (ya da edebiyatını, müziğini, dinini) kendi bütünlüğü içinde ele alıyorsak, Rönesans yada Yüksek Rönesans gibi genel terimleri genişleterek ya da daha doğrusu uzatarak, Miken, Helenistik, Karolenj, Gotik ve nihai olarak, Klasik, Ortaçağ, Rönesans ve Modern gibi dönemsel kavramlara dönüştürmekten kaçınamayız.
Sponsorlu Bağlantılar

Tabii, söylemeye bile gerek yok ki daha kısa dönemlerle kıyaslandığın da megadönem diye adlandırılabilecek bu zaman parçaları, açıklayıcı ilkeler halinde ortaya dikilmemeli, hatta yarı metafizik varlıklar halinde nesneleştirilmemelidir. Bu “megadönem”lerin karakteristik özellikleri, zamana ve mekana göre dikkatle nitelendirilmeli ve yapılan araştırmalar da kaydedilen ilerlemelere göre sürekli olarak yeniden tanımlanmalıdır.
Ad:  Hümanizma.JPG
Gösterim: 5141
Boyut:  148.2 KB
Bir dönemin ya da megadönemin tam ne zaman ve nerede bitip ötekinin ne zaman ve nerede başladığı konusunda muhtemelen hiçbir zaman görüş birliğine yaramayacağımız gibi, birçok durumda anlaşmaya kalkışmamamız bile gerekir aslında. Tarihte de tıpkı fizikteki gibi zaman, mekanın bir fonksiyonudur; bir dönemin, yön değişikliği ile belirlenen bir evre olarak tanımlanması, ayrılmanın yanı sıra sürekliliği de içerir... Bir dönemin ya da mega dönemin tek bir insanınkinden daha az kesin olmayan bir fizyonomiye sahip olduğu söylene bilir.

Dönem çözücüler diye adlandırılabilecek kimselerin temel hedefi, Rönesanstır: Bu gerek İngilizcede, gerekse Germanik dillerde Fransızca olarak kullanılır, çünkü renaissance kelimesinin anlamının sınırlı ve fakat spesifik olmayan dan (herhangi bir şeyin belirli bir zaman içinde canlandırılması) spesifik, ama kapsamlı olana (belirli dönemin modern çağa öncülük edeceği düşünülen her şeyinin canlandırılması) dönüşmesi Fransa’da olmuştur.

Bu dönem, “İtalya” da on dördüncü yüzyılda başlamış, on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda devam etmiş olan, sanat ve edebiyatta klasik modellerin etkisi altında büyük canlandırma hareketi” olarak da 1933’e kadar büyük bir güvenle tanımlanabilmiştir. Ama bu tanımın özellikle belirsizlik itirazı diye adlandırılabilecek olan şey karşısında pek ayakta kalmadığı yadsınamaz tarihçiler ne Rönesans’ın temel niteliğinin ne olduğu konusunda ve hatta ne de hangi tarihte ortaya çıkıp ne zaman sona erdiği konusunda fikir birliğine varabilmektedirler kırk beş elli senedir de Rönesans sorunu, modern tarihçiliğin en tartış mali meselelerinden biri haline gelmiş bulunmaktadır... O halde, nerede, ne zaman ve nasıl sorularını tartışmaya girişmeden önce, iki ön soruyla karşı karşıya bulunuyoruz demektir.
Birincisi, İtalya’da on dördüncü yüzyılın ilk yarısında başlayan, görsel sanatlarda klasikleştirme eğilimini on beşinci yüzyıla taşıyan ve dolayısıyla Avrupa’nın geri kalan bölümün deki bütün kültür faaliyetlerine mührünü vuran Rönesans diye bir hareket var mıydı?

İkincisi, böyle bir Rönesans’ın varlığı ispatlanabilirse, bunu “Ortaçağ’da meydana geldiği kabul edilen öteki canlandırma dalgalarından ayıran şey nedir?
Bütün bu canlandırma hareketleri, birbirlerinden yalnızca boyutları itibariyle mi ayrılmaktadırlar, yoksa yapısal olarak da mı? Yani, büyük R ile başlayan bir Rönesans’ı, küçük r ile başlayan renascenceler diye adlandırılabilecek bütün o Ortaçağ yenileme hareketleriyle kıyaslandığında hâlâ eşsiz bir olay diye ayrı bir yere oturtmak doğru olur mu?..

Herkesin bildiği, kendi çağdaşlarının da kabul ettiği gibi, klasik modellerin etkisi altında canlandırma temel kavramını tasarlayan ve formüle eden, Petrarca idi. Roma harabelerinin etkisiyle dili tutulacak kadar kendinden geçen, yüceliği sanat ve edebiyat kalıntılarından ve kurumlarının hâlâ canlı hatırasından yansıyan bir geçmiş ile, içini keder, öfke ve nefretle dolduran iğrenç bir şimdiki zaman arasındaki karşıtlığın kesinkes farkında olan Petrarca, yeni bir tarih anlayışı geliştirdi. Kendisinden önceki tüm Hıristiyan düşünürler bunu, dünyanın yaratılışı ile başlayan ve yazarın içinde yaşadığı zamana kadar devam eden sürekli bir gelişme olarak tasarlamışlarken Petrarca bunu klasik ye “yeni” diye iki ayrı döneme keskin bir biçimde ayrılmış olarak tasarlıyordu:

İlki historiae antiquaeyi, ikincisi de historiae novae' yi kapsayan iki ayrı dönemdi bunlar. Ve kendisinden öncekiler bu sürekli gelişmeyi dinsizliğin karanlığından İsa’nın ışığına doğru düzenli bir ilerleme olarak tasarlarken Petrarca, İsa’nın adının Roma’da kutlanmaya ve Roma İmparatorları tarafından sala vatla ağza alınmaya başladığı” dönemi, çürümenin ve zulmetin karanlık çağı olarak yorumluyor, Krallık Roması, Cumhuriyet Roması ve İmparatorluk Roması diye basitçe sınıflandırdığı daha önceki döneme de şan, şöhret ve aydınlıklar çağı gözüyle bakıyordu...

Elbette Petrarca, klasik antikiteyi böyle saf ışık çağı, Constantinus’un Hıristiyanlığa geçişi ile başlayan çağı da hüzün verici bir cehalet çağı olarak gören bu anlayışın, kabul edilmiş değerleri tepetaklak ettiğini hiç olmazsa zaman zaman fark etmezden gelemeyecek kadar iyi bir Hıristiyandı. Ama tarihin Roma’ya methiyeden başka bir şey olmadığına öylesine derin bir şekilde inanç getirmişti ki, bu görünüşü terk etmesi düşünülemezdi. Din bilginlerinin, Kilise Babaları’nın ve bizzat Kitabı Mukaddes’in ruhun durumuna uyguladığı terimleri aynen zihinsel kültür hallerine aktaran nox ve tenebrae karşısında lux ve sol, miskinlik karşısında uyanıklık, körlük karşısında görme, ondan sonra da Roma paganlarının aydınlıkta, Hıristiyanların da karanlıkta yol aldığını söyleyen Petrarca’nın, tarihin yorumlanmasındaki bu devrimi, kendisinden iki yüz yıl sonra Copernicus’un fiziki evrenin yorumlanmasında gerçekleştirdiği devrimden daha az köklü değildi.

Petrarca genel olarak kültüre, özel olarak da klasik kültüre, yurtseverin, araştırmacının ve şairin gözüyle bakmaktaydı. Roma harabeleri bile onda estetik diyebileceğimiz bir yankı uyandırabilmekten uzaktı. Çağının büyük res samlarına kişisel bir hayranlık beslemekle birlikte, onun düşlediği yeni çağı, büyük ölçüde siyasi bir canlandırma ve her şeyin ötesinde de Latin dil ve gramerinin arılaştırılması, Grekçenin canlandırılması ve Ortaçağ müelliflerinden, tefsircilerinden ve mucitlerinden geriye, klasik metinlere dönülmesi açıların dan tasarladığını söylersek ona çok da haksızlık etmiş olmayız.

Ne var ki, Rönesans’ın bu dar tanımı Petrarca’nm mirasçiları ve halefleri arasında geçerliğini koruyamadı. 1500 yılına gelindiğinde büyük canlanış kavramı kültürel davranışların hemen her alanını içine alır olmuştu; anlamındaki bu genişleme, Petrarca’nın gözleri önünde, başta resim olmak üzere görsel sanatların da kapsam içine alınmasıyla başladı.

Horatius’un ut pictura poesisinde özetlenen kavram, yani şiir ile resim arasında bir benzerlik, hatta doğal bir yakınlık bulunduğu fikri çok eskiydi; kutsal suretlerin caiz olup olmadığı yolundaki müteaddit tartışmalar dolayısıyla da kamuoyunun hafızasında canlılığını korumuştu. Ne var ki, Trecento’nun başlarında bu kavram, Dante’nin insan şöhretinin geçiciliği konusundaki ünlü mısraları sayesinde somutlaşmış ve deyim yerindeyse, genel bir an lam kazanmıştı...

Tanınmış iki şair, biri önceleri ünlü, ama artık modası geçmiş yaşlı Guido (muhtemelen Guido Guinicelli) ile yeni şöhrete kavuşmuş genç Guido (muhtemelen Guido Cavalcanti) arasındaki ilişkiyi iki tanınmış ressam, Cimabue ve Giotto arasındaki ilişkiyle kıyaslayan bu iki kıta, şiir ile resmin kardeş sanatlar olduğu yolundaki eski fikre hem güç hem de güncellik kazandırmıştı...

Petrarca’nın tarih anlayışının yabancısı olmayan okur için, Dante’nin mısralarında belirgin bir şekilde ortaya konmamakla birlikte ima edilen durgunluk ya da çürüme dönemini, Petrarca’nın tenebraesi ile özdeşleştirmek, dolayısıyla, Cimabue’nin yerini aldığı belirtilen Giotto’yu karanlık çağdan sonra re sim sanatını reforme eden kişi olarak kabul etmek neredeyse kaçınılmaz bir zorunluluk oluyordu... Petrarca’nın tasarlamadığı bu adımı atmak, onun sadık tilmizi ve aynı zamanda Dante’nin profesyonel yorumcusu olan Giovanni Boccaccio’ya düşecekti...

Böylece, ünlü hocası Petrarca’nın “Apollon’u kadim mihrabına yeniden yerleştirdiğini, üstleri köylük alanların toz toprağı ile kaplanmış olan esin perilerini eski güzelliklerine kavuşturduğunu, bin yıldır saygı görmeyen Capitol’ü yeniden Romalılara adadığını açık bir gerçek olarak dünyaya ilan eden Boccaccio, tıpkı Sokrates gibi, olağanüstü çirkinliğine rağmen çok büyük bir adam olan Giotto’nun çoktan ölüp gitmiş resim sanatını canlandırdığı yolundaki öğretiyi de yerleştiren kişi oldu. Bu öğreti de oybirliği ile kabul edildi...

Aeneas Sylvius Piccolomini’nin, neredeyse yüzyıl sonra bu kavramı expressis verbis diye ifade ederken hâlâ Boccaccio’nun ünlü hocası Petrarca ile Giotto arasında kurduğu şu paralellikten yararlanması tesadüf değildir: Bu sanatlar belagat ve resim birbirlerini karşılıklı bir muhabbetle severler... Petrarca’dan sonra edebiyat yeniden ortaya çıktı; Giotto’dan sonra da ressamların elleri bir kez daha havaya kalktı. Şimdi, her iki sanatın da mükemmele ulaştığını görüyoruz.

Bu paralelliği resimden sanata ve mimariye taşıyan ve böylelikle bugün bile güzel sanatlar diye bilinen üçlüyü artes liberalesin mihrabına değilse bile, en azından tapınağın girişine yerleştirdi: Yüksek sanatlara en çok yaklaşan resim, taş ve tahta heykelciliğinin ve mimari sanatların neden böylesine uzun ve derin bir çöküş içinde kaldıklarını ve edebiyatın kendisiyle birlikte neredeyse ölüp gitmiş olduklarını bilmediğim gibi, şimdi bu çağda nasil kanlanıp canlandıklarını ya da şimdilerde neden iyi sanatçilarla iyi yazarların böylesine bir bolluğuna rastlandığını da bilmiyorum.

Vespassiano da Bisticci ve Marsilio Ficino da ikincisi gramer ile müziği de belagat ve güzel sanatlara eklemiştir kültürün bu canlanışını benzer tarzda selamlayacaklardı. Hatta Rotterdamlı Erasmus bile, normal olarak göze hitap edenden çok kelimelerle ifade edilen şeylerle ilgilendiği halde, 1489 dolaylarında yazdığı bir mektupta, metal ve taş yontmacılığında, resimde, mimaride ve belagatın yanı sıra gelişen her türlü ustalıkta görülen bu yeni verimlilikten duyduğu sevinci dile getirir.

Sonunda, fethi hümanistçe zafer şarkılarıyla göklere çıkarılan topraklar, “edebi bilimler” ve sanatların yanı sıra doğal bilimleri de kapsar hale gelir. Bütün iyi disiplinler, Tanrıların özel inayetiyle sürgünde ki yerlerinden geri çağrılıp bağırlara basıldı diye yazar Rabelais 1532’de, tıbba özel bir gönderme yaparak. Pierre de Ramee (Petrus Ramus), doktorlar, Araplar yerine artık Galenus ve Hippokrates’i, filozoflar da Scotus’çular ya da Petrus Hisponus’un takipçileri yerine Aristoteles ve Platon’u okuyacaklar diye sevinç içindedir.

Klasik antikiteye büyük ilgi duymakla birlikte esas olarak bir doğabilimci olan Pierre Belon, “toutes especes de bonnes disciplines”de görülen eureuse et desirable renaissance göklere çıkarır. Alman matematikçisi Johannes Werner de yakın geçmişte Yunan elinden çağımız Latin geometricilerine göç eden” yeni fikir ve problemleri özellikle de kesik konileri büyük zevkle kucaklar.

Hümanist evrenin edebiyattan resme, resimden öteki sanatlara ve öteki sanatlardan da doğal bilimlere doğru bu tedrici yayılışı, canlanma, restorasyon, yeniden uyanış, diriliş ya da yeniden doğuş diye çeşitli isimlerle adlandırılan sürecin başlangıçtaki yorumlanışında önemli bir kayma meydana getirdi... Dikkatlerini görsel sanatlar üzerinde toplayanlar resimle başladığı asla unutulmamalı bu büyük canlanmayı klasik kaynaklara bir dönuş olarak kabul etmemişlerdi... Petrarca’nın ana teması olan klasiklere dönüşe Boccaccio ve Villani (resimde de Bartolommeo Fazio ya da Michele Savonarola gibi birçok yazar), kontrpuan olarak “doğaya dönüş” temasını çıkardılar; bu iki temanın iç içe geçmesi de hümanist düşüncede tayin edici bir rol oynayacaktı:

Bu, yalnızca görsel sanatlarla edebiyat arasındaki ilişkiye ilişkin olarak değil, zamanla, görsel sanatların kendi aralarındaki ilişkiye ilişkin olarak da böyleydi. Çünkü, ikinci tema (doğanın yeniden keşfedilmesi) on dördüncü yüzyıl başında resmin canlandırılmasına bağlı olarak ortaya atıldıysa, ilk tema da (anti kitenin yeniden keşfedilmesi) on beşinci yüzyılın başında heykelin hatta da ha da fazla olarak mimarinin canlandırılmasına bağlı olarak kuvvetle doğrulanmıştır...
Ad:  Hümanizma1.JPG
Gösterim: 5083
Boyut:  93.2 KB
Floransalıların klasik tarzda bina yapmaya başlamaları, hiç şüphesiz, tek bir adamın, dehası, evrenselliği ve çekici olmayan görünüşü dolayısıyla ikinci bir Giotto sayılmakla birlikte, Petrarca’nın edebiyat için yaptığını mimari için yapmış olmasıyla övülen Filippo Brunelleschi ’nin etkisiyle olmuştur... Biyografisini yazan Antonio Manetti’ye göre Brunelleschi, Roma tarzı ve klasik denen (alia Romana et alia antica) bina inşa üslubunu yenilemiş ve gün ışığına çıkarmıştı; oysa ondan önceki bütün binalar Alman tarzında olup modern diye adlandırılıyorlardı.

Dolayısıyla, üç görsel sanatın canlandırılması tutarlı bir tablo olarak görülmeye başlanır başlanmaz, tarihçiler de bu canlanmanın, doğaya dönüşün ve klasik antikiteye dönüşün tamamlayıcı motiflerinin farklı tarihlerde etkili hale geldiği, daha da önemlisi, içinde bulunduğu ortama göre farklı kuvvette etki yaptığı konusunda görüş birliğine vardılar: Doğaya dönüş resimde en büyük rolü oynamıştı; klasik antikiteye dönüş mimaride en büyük rolü oynamıştı; bu iki uç arasındaki dengeyi de heykel sanatı kurmuştu...

Üç kuşak sonra Vasari’de hâlâ bu üçlemenin yankılanmasını görürüz: Bir tek paragraf içinde Brunelleschi’nin eskilerin ölçü ve orantılarını yeniden bulduğunu, Donatello ’nun yapıtlarının daha öncekilerle boy ölçüşeceğini ve Masaccio ’nunda klasik sanata herhangi bir gönderme yapmaksızın yeni bir renk kullanma tekniğin de, kısaltımda, doğal duruşlarda ve bedenin hareketlerinde olduğu kadarını hun duygularının verilmesinde de büyük üstünlük sağladığını yazar... Yunan ve Latin ressamları arasındaki ayrım...

Zamanla uyrukluktan bağımsız olarak onların antikalaşmış tarzlarını belirleyen ortak bir isme bırakır yerini Mani eragreca... Lorenzo Ghiberti ’nin, on beşinci yüzyıl ortalarında meydana getir adlı yapıtta, maniera greca genel kabul gören ve kesinlikle küçültücü bir terim olarak kullaılır... Ghiberti’nin çağdaşları ve izleyicileri arasında önde gelen Leone Battista Alberti ise temsili sanatlar kuramına, sonradan Rönesans estetiğinin temel taşı olacak kavramı, yıllanmış “convenienza” ya da “concinnitas” kavramını sokar, daha doğrusu yeniden kazandırır; bu kavramı, en yakın ahenk kelimesiyle karşılayabiliriz. Şöyle der Alberti: her şeyden önce, bütün parçaların birbirine uyması için uğraşmalı; eğer parçalar miktar, işlev, tür, renk olarak ve diğer açılardan tek bir güzellik içinde ahenkleşiyorlarsa (corresponderanno), o zaman birbirlerine de uyacaklardır.

Alberti’nin tilmizleri (ki, bunların en ünlüleri arasında Leonardo ve Dürer de vardır) tarafından sonsuza dek tekrarlanan bu öğreti, gerçekliğe uygunluk yolundaki eski önermenin karşısına estetik seçmeyi ve en azından miktar ahengi yani orantı söz konusu olduğunda matematik rasyonalizasyonu koyuyordu.

0 halde, bütün bu on beşinci yüzyıl kaynaklarında, o zamana dek gerçekliğin sadık bir taklidi anlayışına hapsedilmiş olan resmin işlevinin, biçim rasyonel olarak düzenlenmesi anlayışına uzandığını görüyoruz: Bu rasyonel düzenleme de, sır eskilerin kaybolup gitmiş öğretisinden çıkarılan o tam orantıların egemenliği altına girmiştir. Aynı tarihlerde, o zamana ka dar yapı malzemesinin amaca uygun biçimde bir araya getirilmesi anlayışına hapsedilmiş bulunan mimari işlev de doğanın yeniden yaratıcı bir şekilde taklidi anlayışına uzanmıştı: Bu yeniden yaratıcı biçimdeki taklit ise, yine aynı tam orantıların egemenliği altındaydı tabii.

Klasik bir tapınakta ve dolayısıyla bir Rönesans kilisesinde, sütunlarm kaideleri, gövdeleri ve başlıkları, üç aşağı beş yukan, normal bir insanın ayakları, gövdesi ve başı arasındaki ilişkiye uygun olarak oranlanmıştır. Işte mimari oranlarla insani oranlar arasında böyle bir paralelliğin olmayışıdır ki, Rönesans kuramcılarının Ortaçağ mimarisini hiç orantıya sahip olmamakla suçlamalarına yol açmıştır. Ortaçağ mimarisi Hıristiyan teslimiyetini vazederken, klasik mimari ile Rönesans mimarisi insan onurunu ilan eder.

Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur:
Rönesans insanı, sanatın ve kültürün canlandırılması ve yeniden doğuşu ile övündüğünde, bu canlanışı ya da yeniden doğuşu külturun bir kültür olarak kendiliğinden yeniden su yüzüne çıkışı olarak mı görüyordu (baharda doğanın uyanışı gibi), yoksa özellikle kla sik kültüre yeniden hayat verilişi olarak mı? şeklindeki eski soru, tarihsel ve sistematik sınıflandırmalar yapılmaksızın cevaplandırılamaz.

1523 yılında Wiederervachsung kavramını tartışan Dürer için “sanatın canlandırılması ve klasik sanatın canlandırilması arasındaki fark, bir alternatif olmaktan çıkmıştı. Aynı şey, yeni bir tarihsel ve sistematik anlayış düzeyinde, o büyük koordinatör ya da isterseniz, bağdaştırıcı Giorgio Vasari için de geçerlidir.

Güzel sanatların üçü arasındaki kan bağını tek bir babanın Design’ın üç kızı diyerek ilk kez açıkça ortaya koyan, kendisinden önce gelenlerin hepsi mimariyi, heykeli ve resmi ayrı ayrı incelemelerde ele almış ya da almaya kalkışmışken, bu üç güzel sanatı ilk kez tek bir ciltte ele alan ve barbarların vahşeti ile yeni Hıristiyan dininin aşırı coşku ve hevesini birbiriyle bağlantısız iki felaket olarak almak yerine bir facianın birleşik sebepleri olarak ilk kez ortaya koyan Vasari, sanatın yeniden doğuşu”nu da bütünsel bir olay olarak gördü ve kolektif bir isimle Larinascita diye vaftiz etti.

1550 yılının manzaraya hakim tepesinden geriye bakıp bu yeniden doğuşun ilerleyişi”ni il progresso deha sua rinascita, üç evrede (eta) açılan bir evrim olarak gördü: Evrimlerin her biri insan hayatındaki bir evreye tekabül ediyor, yine her biri, kabaca, her yeni yüz yılın başında başlıyordu. Çocukluk çağı ile kıyaslanabilecek olan ilk evreyi, resimde Cimabue ve Giotto, mimaride Arnolfo di Cambio, heykelde de Pisani başlatmıştı; ergenlik çağına benzetilebilecek olan ikinci evreye mühürlerini yu ranlar Masaccio, Brunehleschi ve Donatello idi; erişkinlikle kıyaslanabilecek olan üçüncü evreyse Leonardo da Vinci ile başlamış ve uomo universale”nin tam bir modeli olan Michelangelo’da doruğuna ulaşmıştı. Vasari, böylelikle Hayatlar’ını üç bölüme ayırıyor, hem bu üçlemenin genel önsözünde (Proemio delle Vite) hem de her bölümün başına ayrı ayrı yerleştirdiği önsözlerde bütün rinascitanın evrelerini betimlemeye çalışıyordu.

On dördüncü yüzyıldan on altıncı yüzyıla ve Avrupa’nın bir başından öbür başma kadar Rönesans insanı, içinde yaşadığı dönemin yeni bir çağ olduğuna kaniydi: Ortaçağ nasıl klasik antikiteden ayrılıyorsa bu da Ortaçağ’dan aynı keskinlikte bir ayrımla ayrılan ve antikitenin kültürünü canlandırma yolunda uyumlu bir çaba ile belirlenen bir çağdı. Tek mesele, Rönesans insanının haklı olup olmadığı idi...

Rönesans insanının, sanat ve edebiyattaki yeni çiçeklenmeyi yalnızca bir renovatio olarak betimlemek yerine yeniden doğuş, aydınlanma ve uyanış gibi dinsel teşbihlere başvurmasının temel nedeni şu olsa gerek: Yaşadığı yenilenme duygusu öylesine köklü ve yoğun olmalıydı ki, bunu Kitabı Mukaddes’inkinden başka bir dilde ifade etmesi ona olanaksız gözükmüştü her halde.

Böylece, Rönesans’ın kendisinin farkında oluşu, bunun bir çeşit kendini aldatma olduğu gösterilebilse dahi, objektif ve belirgin bir yenilik olarak kabul edilebilirdi yine de. Ancak durum bu değildir. Şunu kabul etmek gerekir ki Rönesans, tıpkı ana babasına isyan eden ve büyükannesiyle büyükbabasından destek arayan bir genç gibi, atalarına, yani Ortaçağ’a olan borcunu yadsımak ya da unutmak eğilimindeydi. Bu borcun miktarının hesaplanması tarihçinin boynuna borçtur. Bu hesap çıkarıldıktan sonra ise savunma tarafının yine de bilançoda karlı gözüktüğü kanısındayım; aslına bakılırsa, açıklanmamış borçlarından bir kısmının, talep edilmeyen alacaklarıyla ödendiği de görülür...

Edebiyat araştırmacısı, Petrarca’nın, Helicon Dağı’nın sularını eski berraklıklarına kavuşturmanın yanı sıra sözlü ifade ve bu anlamda estetik duyarlık alanında yeni standartlar koyduğunu yadsımayacaktır... Aynı şekilde, sanat tarihçisi de; Filippo Villani’nin taslağını çizdiği, Vasari’nin de tamamladığı resimde hangi ayrıntıları değiştirme gereğini duyarsa duysun, görünür dünyayı çizgi ve renkler aracılığıyla yansıtma konusunda Ortaçağ’da geçerli ilkelerden ilk radikal kopuşun, on üçüncü yüzyıl sonunda İtalya’da gerçekleştirildiği temel olgusunu; resimden çok heykel dalında başlayan ve klasik antikiteye karşı çok yoğun bir ilgiyi içeren ikinci bir temel değişikliğin on beşinci yüzyıl başında başladığını; ve üç sanatı nihayet eşzamanh hale getiren, doğalcı görüş ile klasikçi görüş arasındaki ikiliği geçici olarak ortadan kaldıran ve bütün gelişmenin doruk noktasını oluşturan üçüncü bir evrenin de on altıncı yüzyıla girilirken başladığını kabul etmek zorunda kalacaktır.

Erwin Panofsky

Son düzenleyen Baturalp; 20 Ocak 2017 12:01
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
10 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

Rönesans Müziği

Ad:  Rönesans2.JPG
Gösterim: 8606
Boyut:  44.8 KB

Klasik Batı Müziğinde 15. yüzyılın başları ile 17. Yüzyılın ilk çeyreği arasına kadar süren döneme Rönesans Dönemi adı verilmektedir. Her ne kadar bu yüzyıllarda varolmuş bir akım gibi gözükse de kendisinden sonraki akımlara referans olmuş ve günümüzde de yapılmaya devam etmektedir. Fransızca bir sözcük olan Rönesans, kelime anlamı olarak; Yeniden doğuş anlamına gelmektedir. Bu dönemin başlangıç bestecisi olarak Dufay gösterilmektedir. Dufay’ ın yarı dinsel, yarı oyunsal operası dönemin başlangıcı ve aynı zamanda ilk opera denemeleridir. Ayrıca besteci, bugün müzikte hala kullanılan müzikal bir yapı olan Cantus firmus’ u geliştirerek çok sesli müziğe yeni bir boyut kazandırmıştır. Heykel ve mimaride Rönesans 1400’ lü yıllarda başlamış olmasına karşın, müzikte 1450’ li yıllara denk gelmektedir. Bunun sebebi, hiç şüphesiz, müziğin; heykel ve mimariden etkilenmesidir.

15.-17. yüzyıl başları arasındaki dönem, uzmanlarca müziğin Rönesans'ı olarak nitelendirilir. Sanat ve edebiyatla ilgili olarak kullanılan bu terim, o dönemde müzik alanında gerçekleştirilen bir dizi hızlı gelişmeye işaret eder. Bu dönemde kontrpuan tekniği yoluyla, birden çok sesin eşzamanlı olarak duyulmasına olanak veren yapıtlar bestelendi. Bunlar çoksesli müziğin ilk örnekleriydi. Aynı dönemde ortaya çıkan öteki müzik biçimlen Fransa'da halk şiirlerinin bestelenmesiyle oluşan şanson'lar ve rondo'lardır.

15. yüzyılda Avrupa'nın en önemli müzik merkezi, Fransa'nın doğusundaki Burgonya Sarayı idi. Buraya dönemin birçok ünlü bestecisi öğretmenlik yapmak ve çalışmak için gelirdi. 16. yüzyılda İtalyan Giovanni Pierluigi da Palestrina, Flaman Orlando di Lasso ve Adriaan Willaert, İngiliz Thomas Tallis ve William Byrd gibi sanatçılar besteledikleri missa, motet ve kantatlarla koral müzikte önemli gelişmelere öncülük ettiler. Rönesans döneminde yalnızca çalgı için bestelenmiş; org, klavsen, klavikord, epinet ve virginal gibi aletlerle çalman müzik önemli ölçüde gelişti.

Rönesans Dönemi müziği, müzik yazısı yani notanın ve çalgıların gelişiminin yanı sıra kendinden önceki dönem olan Gotik dönem müziğine göre din dışı müziğin de geliştirilmesine vesile olmuştur. Gotik Dönemde, kiliselerde söylenen ilahilerde sadece insan sesi kullanılmaktaydı. Bu a cappella korolar devam etmekle birlikte Rönesans Müziğinde enstrümanlar, ilahilerde insan sesinin yetmediği ve boş kalan kısımları doldurmak için kullanılmaya başlandı. Buna bağlı olarak ta Rönesans Dönemi müziğinin en önemli özelliği olarak kilise müziğinin yeniden şekillenmesi olarak gösterilebilir. Bu dönemde, kilisenin çok sert kurallarından sıyrılarak müzikte yeni bir yapılanma içerisine girilmiştir.

Rönesans'ın yaşam sevinci, dansları, danslar da çalgıları arttırdı. Bu dönemde yeni çalgılar icat edildiği gibi, eski çalgıların da sesleri büyütüldü ve zenginleştirildi; org, klavsen, lavta, arp, flüt, yan-flüt, kornet, trompet ve tabii ki viyola bu döneme damgalarını vurdular. Ritmi güçlendirmek amacıyla vurmalı çalgıların da bu gelişime katılmasıyla büyük davullar, ziller, üçgenler ve defler dönemin orkestralarındaki yerlerini aldılar. Ancak yine de Rönesans dönemi bestelerinin en belirgin özelliği, çalgıların aynı anda başlayıp aynı anda eseri bitirmeleri olarak anlatılabilir. Ses şiddeti hep aynı ayardadır.

Dönemin müzik anlayışının en büyük anahtarı, tek bir tel üzerindeki basit aralıkların gösterilmesiydi. Bu aralıkların anlamı en ilkel sayı ilişkileriyle yorumlanıyordu, bu da Tanrı'nın varlığına kanıt olarak gösteriliyordu. Bu nedenle Rönesans sanatçıları, müziksel orantıları diğer sanat alanlarında da kullanmışlardır.

Rönesans Dönemi'nde müzik alanında en çok öne çıkan sanatçılar (1150 - 1400 yılları arasında) Pérotin -Görsel , Léonin, Adam de la Halle, Philippe de Vitry, Guillaume de Machaut'tur. Dönem başlarında müzik, daha çok dinsel amaçlarla kullanılırken; dönem sonlarında daha dünyevi amaçlara hizmet eden bir eğlence aracı haline gelmiştir. Dönem, Claudio Monteverdi'nin Orfeo operasını yazması ile birlikte sona erer.

Rönesans, müziğin bütün kültür hayatında büyük önem taşıdığı bir çağ olmuştur. Çünkü bir erkeğin aydın olsun, sanatçı, bilgin ya da diplomat olsun müzik teorisini bilmesi ve pratiğini yapmış olması gerekiyordu. Bir saray adamının, bilgilerinin yanı sıra müzikçi olması ve çalgı çalması baş koşuldu. Başka bir ifadeyle müzik bambaşka bir değer ve anlam taşımaktaydı.

Derlemedir.
Son düzenleyen Baturalp; 26 Ocak 2017 13:22 Sebep: konu düzeni moderatör ekleri foruma uygun resim eki
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
10 Aralık 2008       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

Orta Çağ:

Hıristiyanlığın gelişme yıllarından 15.YY başlarına dek etkisini sürdüren geniş bir dönemi kapsar. Karanlık Çağ olarak anılması kilisenin bağnaz egemenliğinde dünyasal zevklerden yoksun bırakılmış, kendi özgürlüğü alınmış insanın yalnız ölümden sonrasına hazırlık yapan kutsal bir ortama güdümlenmiş olmasını yansıtır.Orta Çağ, 1000 yıldan fazla bir süre içinde antik çağ ile Rönesans'ın arasına girmiş ve müziğin sürekliliğini kesmiştir.Bu bin yılda kilise papazları, kilise içine çalgısal müziğin girmesini yasaklamıştır.Kilise'de en kutsal çalgı insanın kendi sesidir.Bu çağda müzik: tek sesli, kutsal, tanrıya adanmış ve duaları ezberletmeye yarayan bir araçtır. Müzik; 1. Köylü Müziği 2. Kentsel (Orta sınıf müziği) 3. Saray Müziği 4. Kilise Müziği diye ayrılır.-

Ambrosius Ezgileri: Kilise için bestelenmiş bu ezgiler ülkeye dağıtılıp bunlar dinletilmiştir.Tek tiptir, tek seslidir, tören melodisi eklindedir.

Gregarius Ezgileri: 6.Yy.da Papa Gregarius, o güne kadar yayınlanmamış tüm ilahileri derleyip halk ezgilerinden arındırır.Cidii bir dinsel müzik geleneğinin oluşmasına neden olur.Neumalarla ilahileri kalıcı kılar.Özellikleri tek sesli olması, Latince, eşliksiz ve erkek korosu için, belli bir ritmik düzeni olmayan ezgilerdir.

Kastrato: Erkek çocuklarını topla..... kadın sesi gibi eğiten gelenektir. O dönemde kadın sesi günahtır. İlk olarak 1565'te Roma'da gerçekleşmiştir.

Arezzolu Guido: 1030 yılında rahip Arezzo, kilise koro çocuklarına duaları ezberletmek için bir yol bulur.Her yeni sesin, bir öncekinden yüksek başladığı bir halk ezgisi öğretir.Böylece gam dizisini, 8 notayı birden sergilemiş olur.Neumaları düzenler, belli bir dizgiye yerleştirir.Böylece nota ve portre kavramını ilk defa müzik tarihine getiren rahip Arezzo'dur.Bu notaları çocukların ellerine çizerek kolayca anlaşılmasını sağlar.

İlk Din Dışı Ezgiler


Orta Çağ'da müzik yapma tamamen kilisenin elindedir.Gregarius ezgileri giderek popüler hale gelmiş, çocuklar okulda ve oyunda bile bu ezgileri söyler olmuştur.Oysa kilise dışında da halk ezgileri gizliden gizliye yayılmaktadır.Müzik artık doğa, sevgi, aşk konularını yavaştan işlemeye başlar.Kilise baskısından kurtulan bir takım gezginler, hem çalarak hem söyleyerek hem de dans ederek gezerler.Latince yerine kendi öz lehçelerini kullanırlar.Bunlara Traubaddur ezgileri denir.Çalgıları; arp, lavta ve fidelle'dir.

Gotik Çağ: (12. ve 13.Yy) Müzik tarihinde en önemli sayılabilecek olay, 9.yüzyılda polifoninin ortaya çıkmasıdır.Polifoninin ilk dönemdeki genel adı orgunumdur.Organumla birlikte birden fazla ses anlayışı gelişmeye başlar.İlk deneylerde ses partileri, dörtlü ve beşli aralıklarla paralel bir şekilde hareket eder.Dinsel müzikte çok seslilik ilk defa Paris'teki Notre Dame Kilisesi'nde başlar.Gotik Dönem'de ritim öğesi belli bir düzeye oturtulur.En önemli vokal müzik biçimi motet ortaya çıkar.

Motet: Çok sesli eşliksiz(a cappella) koro ile söylenen eserlerdir.İyiden iyiye güncel konuları içerir.Gotik Çağ'da 3'lüler, oktavlar, 5'liler sık kullanılmaya başlar.3 zamanlı ölçülerde kullanılır.

Ars Nova(Yeni Sanat): 14.Yy.da kilisesinin tutuculuğuna dayanamayan besteciler geçimlerini sağlamak amacıyla saraylara sığınmaya başlarlar.Böylece müzik, din dışı özellikler taşımaya iyice başlar.Bu dönemde kanon kavramı ortaya çıkar.Kanon çok sesliliğin gelişmesinde bir başka teknik araç olarak doğar.Bu dönemin en önemli bestecileri Philip de Vitry ve Machout;'tur.

Rönesans: Rönesans, batı tarihinin en coşkulu dönemlerindendir.15. ve 16. yüzyılı kapsayan bu dönemde müzikte olduğu gibi her alanda yenilikler yapılmıştır.Sanatçı bu dönemde kilisesin bağnaz baskısından kurtulmaya çalışır.Dünyanın yalnız ölümden sonrası olmadığı, bugünün de yaşanmaya değer olduğu algılanır.Artık müzikte bu dönemde kişisel hisler ön plana çıkar.Orta Çağ'ın ağır başlı soğuk anlatımına karşılık sıradan insanın duyguları, güncel zevkleri ve doğallığı sıcak bir anlatımla ifade edilir.Bu dönem polifoni'nin altın çapı diye anılır.İtalya, bu dönemde en ünlü müzik kentidir.Bu dönemde 9.Yy.dan beri gelişmekte olan vokal polifonik stil doruğuna ulaşır.Din dışı müzik önemini daha da arttırır.Bağımsız çalgı stili hemen kendini gösteriri.Her ulusun kendine özgü şarkı biçimi ortaya çıkar.(İngilizler)Koral, Almanlar(Lied), Fransızlar(Chanson)

İlk defa kromatizm kullanılır ve yine ilk defa nota basımı gerçekleşir.Çalgılar artık insan sesine eşlik etmez.Çalgısal müzik oluşur ve ayrı bir biçim oluşturur.Bu dönemde Madrigal formu gelişmiştir.Dönemin çalgıları org, klavsen, klavikord, fidel, lavta, arp, blok flüt, yan flüt, trompet, davul, üçgen, ksilofon'dur.

Barok Dönem(1600-1750): Barok dönem 3'e ayrılır.Genç barok, orta barok, olgun barok.Müzik tarihinde barok çağı Rönesans özelliklerinden yola çıkarak 150 yıllık bir akış içinde armoni tekniğinin mükemmele kavuştuğu kantata ve opera gibi sahne sanatlarının filizlendiği, senfoni orkestralarının ilk tohumlarının attığı, Vivaldi Handel, Bach'ın yetiştiği renkli dönemdir.

Barok müzik, İtalyan bestecilerin dünyasından doğar ve onların egemenliğinde gelişir.16.Yy ortasından 17.Yy ortasına dek İtalya, Avrupa'nın en önemli müzik merkezlerini barındıran ülkedir.Rönesans'la birlikte kilise dışına çıkan sanatçılar artık soylu aileler tarafından desteklenirler ve bu aileler sanat koruyucusu olup müzisyenleri maaşa bağlarlar.Barok döneminin müziğini anlatmak için seçeceğimiz ilk sözcük, kontrast(karşıtlık) olmalıdır.

Bu müziğin her öğesinde karşıtlık oluşur.Sonorite'de (ses dolgunluğu ), yapıtın yürüyüşünde, ritimde, anlatımda ve ruhsal derinlikte karşıtlık vardır.Ses düzeyinin alçalıp yükselmesiyle (gürlük) müziğin ifade kazanması barok dönem boyunca gelişir.Ses gürlüğündeki hareketleri gösteren işaretler ilk kez bu dönemde çıkar.Barok dönem'de bir sonraki klasik çağdaki kadar olmasa da piyano ile forte arasındaki ses merdiveni anlatım olanaklarını geliştirir.Armoni müzik tarihinde ilk olarak akor yapısı ve bağlanışlarına yer verilir.Eski kontrapunktik veya yatay yaklaşımın yerini armonik ve dikey yaklaşım alır.Majör ve minör kavramı gelişir.

Bu dönemde 3 büyük vokal formu olan opera,oratoryo, kantat ortaya çıkar.1600'lere kadar vokal müziğin yerini barok çağda enstrümantal müzik alır.Rönesans çalgıları yanında klavsen(çağın en önemli çalgısı), klavikord ve org kullanılır.Telli çalgılardan keman, orkestraya eklenir ve lavta önemini kaydbeder.B u dönemin nefesli çalgıları fagot, obua, klarnet, korangle, korno, trompet'tir.Genç barok dönemin önemli bestecileri Henry Purcell, Archengelo Corelli ve Toreilli'dir.

Olgun Barok: Olgun barok döneminde 3 ayrı ülkeden 4 büyük besteci çıkar. Fransa'dan Jean Philip Rameau, İtalya'dan Antonio Vivaldi, Almanya'dan Johann Sebastian Bach ve Georg Philip Handel...
Son düzenleyen Baturalp; 26 Ocak 2017 12:34 Sebep: düzenlendi.
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
20 Aralık 2008       Mesaj #5
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Ad:  Rönesans.JPG
Gösterim: 5364
Boyut:  38.9 KB

Rönesans,

Batı tarihinin en coşkulu dönemlerinden biridir. 15. ve 16. yüzyıllarda coğrafi keşifler, bilim, görsel sanatlar ve edebiyat, büyük gelişmeler gösterir. Günümüzde geçerli pek çok kavramın tohumu, Rönesans’ın zengin dağarcığından fışkırmıştır. Rönesans, sözlük anlamında yeniden doğuş demektir. Ortaçağ’ın karanlığından sıyrılıp önceki parlak dönemin, eski Yunan ve Latin sanatının yeniden keşfedilmesi, yeniden doğmasıdır. Bilimde, felsefede ve sanatta olduğu kadar insanın günlük yaşamında büyük yeniliklerin yer aldığı; yaşama sevincinin, coşkunun her sanat yapıtına yansıdığı dönemdir. Müzik tarihinde 1450’lerden 1600 başlarına kadar uzanan zaman dilimini kapsar. Kilisenin bağnaz baskısından kurtulmaya çalışan insan, bu dünyanın yalnız ölümden sonrası için bir hazırlık evresi olmadığını, bugünün de yaşamaya değer olduğunu algılar. Sanatçı artık kişisel duygularını dile getirmenin, kendini ve çevresini sorgulayabilmenin özgürlüğünü tatmaktadır. Ortaçağ’ın ağırbaşlı, soğuk anlatımına karşın, sıradan insanın duyguları, güncel zevkleri ve doğallığı sıcak bir anlatımla gündeme gelir.

Diğer sanat dallarında olduğu gibi müzikte de doğalı yansıtan, akıcı, özellikle dans adımları taşıyan bir stil gelişir. Dans müziği, danslara eşlik eden çalgılar, dansın coşkusunu duyuran güçlü ritm ve dinsel yapıtlarda olduğu kadar din dışı yapıtlarda da zenginleşen armonik yapı, Rönesans’ın disiplinli müziğinde başlıca özellikleridir.

Güzel sanatlarda Rönesans’ın beşiği İtalya’dır. Resim, mimari ve heykel gibi dallarda İtalya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde; Leonardo da Vinci (1452-1519), Michelangelo (1475-1564), Raphaello (1483-1520), Tiziano (1477-1576), Bellini Ailesi, Botticelli (1445-1510); edebiyat dalında Shakespeare (1564-1616), Montaigne (1533-1592), Cervantes (1547-1616) gibi isimler yetişmiştir. Fen bilimlerinde Copernicus (1473-1543), Kepler (1571-1630); keşifleri ile Colombus (1451-1493) ve Magellan (1480-1521) Yeni Çağ’a ufuklar açmıştır. Ortaçağ sonlarında insancıl değerlere eğilme tutkusu müziği de etkiler. Ancak müzikte Rönesans’ın beşiği İtalya değildir. Müzikte Rönesansın özellikleri Burgonya ve Flaman bestecileri ile başlamıştır (Bugünkü Belçika, Lüksemburg, Kuzey Fransa ve Hollanda).

Onbeşinci yüzyıl polifonisini oluşturan ve geliştiren müzik adamları arasında bu yüzyılın ilk yarısının en önemli bestecisi ve kilise müziğine çalgıyı ilk getiren, Gregor melodilerini özgürce ilk süsleyen besteci John Dunstable (1370-1453) olarak bilinir. Yüzyılın ikinci yarısında ise “Felemenk Okulu” veya “Burgonya Okulu” diye anılan besteciler grubunun en önemlisi Guillaume Dufay (1400-1474)dir. Dufay, Dunstable ile birlikte müzikteki Rönesansın ilk bestecileri sayılırlar.

Dönemin egemen ruhu, insancıldır. Rönesans sanatçısı kilise ve imparatorun otoritesinden kurtulma çabasındadır. Öznel duygularını sıcak bir dille anlatan bir biçem geliştirir. Ortaçağın yalnız cennete hazırlanan ortamı yerine bu dünyanın yaşamaya, keşfedilmeye değer olduğu düşüncesi yaygınlaşmıştır. İnsan olmanın kendine özgü bir soyluluğu ve değeri vardır. Bu dans müziklerini ve din dışı şarkıları gündeme getirir. Öte yandan kilise için bestelenen dinsel müzik de, zenginleşen teknikle, daha bilge ve derin duyguları yansıtan bir kimliğe bürünmüştür.

Çoksesliliğin gelişmesi, birkaç ses ve çalgının bağımsızca ve uyumlu akışı karmaşık bir armoni yapısı gerektirir. Onbeşinci yüzyılın örnek müziği, benzer yapıda ve benzer renkteki birbirine eşit dört sesten oluşur. Rönesans’ın sonraki yıllarında her sesin ayrı özelliği gözetilir. A Cappella korolar büyük önem kazanır. Çalgı eşliği olmaksızın sırf insan sesinden oluşan koro, bu yapıtlarında armonik dokuyu yoğunlaştırır. Sesin niteliğindeki özellik uyumlu oluşudur. Dramatik duyguları anlatmak için yarım aralıklı tonlar (kromatizm) kullanılır. Rönesans müziğinde iki çeşit ritm kalıbına rastlanır; Birincisi dans müziğinin gelişmesiyle değişken, devingen ve karmaşık ritmler, diğeri tekdüze akış içindeki izoritmik yapıdır.

Onbeşinci yüzyıl başlarında vokal müzik, yörelere göre özellik taşımaz; uluslararası tek tip ve bir örnek biçimlerde yazılmaktadır. Rönesans ile birlikte, onbeşinci yüzyılın ortasında, her ulusun kendine göre özel şarkı biçimi ortaya çıkar. İngiliz halk şarkısı olan karol (Carol), danslara eşlik eder. Şanson (Chanson), Fransız’ların çoksesli aşk şarkılarıdır. Lied, Almanlar’ın aşk şarkılarıdır. Frottola ise İtalya’da ünlenmiş, Floransa karnaval şarkısıdır. Bu arada Rönesans motet’i tüm seslerin aynı metni söylediği, birleşik bir biçime dönüşmüştür.

Rönesans’ın yaşam sevinci dansları, danslar da çalgıları artırır. Böylece çalgılar için ve çalgı toplulukları için bestelenen müzik doğar. Çalgılar artık insan sesine eşlik etmek için ya da eksik insan sesini tamamlamak için kullanılmaz. Bu dönemde yalnız çalgıya dayalı müzik, vokal müzikten bağımsız bir konuma kavuşmuştur.

Çalgı müziği de, Rönesans’tan Barok döneme geçişte vokal müzik kadar önem kazanmaya başlar, madrigal ve chanson gibi vokal biçimleri için bestelenen müziğin de çalgılara uyarlandığı, sırf çalgı müziği haline dönüştüğü görülür. Dans müziği de solo çalgı ya da çalgı topluluğu için bestelenmeye başlanır. Çalgılar da çağın coşkun tınılarını sunmak üzere zenginleştirmişlerdir. Yeni çalgılar icat edildiği gibi, eski çalgıların da sesleri büyütülmüş, zamana göre değişikliğe uğratılmıştır. Özellikle Rönesans’ın son dönemlerinde çalgılar da, çalgılar için yazılan müziğin tekniği de gelişme içindedir.

Rönesans müziğinin karakteristik ses yapısı, çalgıların homojen tınısıdır. Bu nedenle çalgı aile yapıları gruplaşır ve consort (konsort) adı verilen topluluklar oluşur. Onaltıncı yüzyılın başlarında Reform’un etkileriyle Martin Luther ve yandaşları Latince olan din müziğini kendi dillerine çevirdiler ve böylece her ülke kendi dilinde konuşmaya, dua etmeye ve kendi dilinde şarkı söylemeye başladı. Bu dönemde müziğin yığınlar üzerindeki sürükleyici etkisinin farkına varılmıştı.

Yine bu dönemde, onbeşinci yüzyılın ortalarında icat edilen matbaa, notaların basılabilmesini ve çoğaltılabilmesini sağlayabilmiştir. Böylece Almanya’da gelişen nota basımı ile değişik yörelerde bestelenen müzik, geniş kitlelere ulaşma olanağı bulur.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Şubat 2017 09:56 Sebep: sayfa düzeni
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
11 Ocak 2009       Mesaj #6
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

Rönesans

"Yeniden doğuş" anlamına gelen bir süreçtir. 15. yüzyılda başlayan bir süreç, aynı yüzyıl içinde bütün Avrupa'ya yayıldı. Bu yenilikte, Roma ve Grek başarılarının yeniden cezalandırılması istemi vardır. Rönesans şu temel anlayışlara dayanıyordu.
  • Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir.
  • İnsan güçlüdür ve bu gücüyle büyük başarılar elde edebilir.
  • İnsanın sürekli faal olması şerefli birşeydir.
  • Gerçek güzeldir. Bu anlayışlara bağlı olarak da yaşadığımız dünya o kadar ilgi çekici bir yerdir ki, başka dünyaları düşünmenin hiçbir anlamı yoktur anlayışı hakimdir.
Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardır. Bunlar en karlı ticaretin hangi alanda olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları zenginlikleri sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar. Rönesans; Floransa, Venedik, İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi küçük kent-devletlerinde ya da metropollerde doğmuştur.

Nihayet 11. yüzyılın sonundan itibaren başlayan Haçlı Seferleri sırasında Avrupalılar Müslüman ülkelerdeki parlak medeniyetle ilk defa karşı karşıya geldiler. Daha sonra bu medeniyet Endülüs Emevileri vasıtasıyla Avrupa’ya geçti. İslam alimlerinin fen sahasında verdiği eserler Avrupa dillerine çevrildi ve okutuldu. Böylece batıda ilmi sahada ilerleme ve teknik gelişmelerin temeli atılmış oldu.

Avrupa’da sanat ve bilimin geliştirilmesi, canlandırılması için girişilen ve daha sonra Rönesans adı verilen asıl hareket ise 1453’te İstanbul’un fethini müteakip ilk defa ciddi bir şekilde İtalya’da ortaya çıktı. Hareketin öncülüğünü İtalya’nın yapmasının en önemli sebepleri şunlardır:

1. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethettikten sonra, isteyen bilim adamlarının İtalya’ya gidebileceklerini bildirmesi: İslam medeniyeti ve ilmi hareketleri hakkında en fazla bilgiye sahip bulunan bu Bizanslı alimlerin bilim ve sanat alanında yaptıkları çevirmeler ve yazdıkları eserlerin yayınlanması sonunda İtalya’da yaşayan insanların bilgi ufukları genişledi ve derinleşti.

2. Doğu dünyası ile en çok İtalya gemicilerinin münasebette bulunmaları ve bunların İslam ülkelerindeki zenginlik, refah, nizam, intizam, adalet ve iman hürriyetini her vesileyle dile getirmeleri.

3. Ortaçağ Avrupa’sında en zengin memleketin İtalya olması: İtalya’da bulunan Cenova, Venedik, Piza ve Floransa şehirleri Haçlıları barındırmaktan ve baharat ticaretini ellerinde tutmaktan dolayı dünyanın en zengin şehirleri haline gelmişlerdi. Zamanla bu şehirlerde devlet idaresi tüccar prenslerin veya sadece tüccarların eline geçti. Bu zenginler de aynen İslam ülkelerinde şahit oldukları uygulamalara benzer olarak şairleri, sanatkarları, fikir adamlarını himayeye ve teşvik etmeye başladılar.

Rönesans üzerinde derin araştırmalar yapan Burkhard: “Rönesans insanın keşfedilmesidir.” demektedir. Gerçekten de ortaçağda Avrupa’da insanın hiçbir kıymeti yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüzbinlerce insan haksız yere ve çok defa sırf servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Papazlar çeşitli menfaatler karşılığında günahları affediyorlardı. Hatta Cennetten yerler satıyorlardı. Mantık ve insani esaslar kaybolmuştu. İslam alimlerinin kitaplarını okuyarak dünyanın döndüğünü ilan eden Galile ve daha pekçok düşünür çeşitli işkenceler görmüş pekçoğu öldürülmüştür. Bu itibarla Rönesans hareketi ilim ve teknikteki ilerlemenin yanısıra insan ve tabiat sevgisini de beraberinde getirdi. Rönesansın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanısıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mimaride gotik tarzı terk edilerek barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, sadelik ve tabiiliktir.

Bu şekilde İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayıldı. Rönesans daha ziyade Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişti. İtalya’daki rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil’in eserleri tekrar ortaya çıkarıldı. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1530), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verdiler. Machiavel’in Hükümdar adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1591), Mikelanj (1475-1564) bu devirde İtalya’da yetişen sanatkarlardır. Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya’yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayını yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamanında Collège de France kuruldu. Almanya’da daha çok dini alanda değişiklikler oldu. Almanya’da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişti. İngiltere’de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan Şekspir (1564-1610), İspanya’da Donkişot yazarı Cervantes (1547-1616), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda’da ressam Rembrand (1607-1669), Polonya’da İslam alimlerinden sonra Avrupa’da ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Kopernik (1473-1543) yetiştiler. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa’da hala mevcuttur. Ressam ve heykeltraşların tablo ve heykelleri müzelerde bulunmaktadır.
Son düzenleyen Baturalp; 5 Şubat 2017 00:17 Sebep: düzenlendi.
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ekim 2009       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İtalya'da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa'da yayıldı. Rönesans daha ziyade Fransa'da sanat; Almanya'da dini tablo ve resimler; İngiltere'de edebiyat; İspanya'da resim ve edebiyat alanında gelişti. İtalya'daki Rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil'in eserleri tekrar ortaya çıkarıldı. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1530), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verdiler. Machiavel'in Hükümdar adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltıraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1591), Mikelanj (1475-1564) bu devirde İtalya'da yetişen sanatkarlardır. Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya'yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayını yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamanında Collège de France kuruldu. Almanya'da daha çok dini alanda değişiklikler oldu. Almanya'da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişti. İngiltere'de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan Şekspir (1564-1610), İspanya'da Donkişot yazarı Cervantes (1547-1616), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda'da ressam Rembrand (1607-1669), Polonya'da İslam alimlerinden sonra Avrupa'da ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Kopernik (1473-1543) yetiştiler. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa'da hala mevcuttur. Ressam ve heykeltıraşların tablo ve heykelleri müzelerde bulunmaktadır.

Nedenleri
  • Avrupa'nın İspanya'da Endülüs Emevi Devleti ve Sicilya aracılığı ile İslam Medeniyeti'ni tanıması.
  • Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethettikten sonra, isteyen ilim adamlarının İtalya'ya gidebileceklerini bildirmesi. İslam medeniyeti ve ilmî hareketleri hakkında en fazla bilgiye sahip bulunan bu Bizanslı bilginlerin bilim ve sanat alanında yaptıkları çeviriler ve yazdıkları eserlerin yayınlanması sonucunda İtalya'da yaşayan insanların bilgi ufukları genişledi ve derinleşti.
  • İstanbul'un fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerini İtalya'ya göç ederek eski Yunanca'yı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları.
  • Doğu dünyası ile en fazla İtalyan gemicilerin münasebette bulunmaları ve bunların İslam ülkelerindeki zenginlik, refah, nizam, intizam, adalet, din ve vicdan hürriyetini her vesileyle dile getirmeleri.
  • Arapça'ya çevrilmiş eski Yunan ve Roma eserlerin tercüme edilmesi ve bunların okullarda okutulmağa başlanması.
  • Kuzey Avrupa'dan gelen Novgorod kavimlerinin medeni Avrupa toplulukları üzerindeki yıkıcı etkisi.
  • Coğrafi keşifler sonucunda zenginleşen ve güzel sanatlar gibi alanlara destek veren, sanatçıları destekleyip, koruyan bir sınıfın oluşması (coğrafi keşifleri yapan Burjuva sınıfı)
  • Ortaçağ'ın sonlarına doğru kültür ve sanatta önemli bir birikimin oluşması.
  • Matbaanın geniş kullanım alanına girmesiyle yeni buluş ve düşüncelerin yayılması. ve düşünüşleri kolayca okuyabilme imkânının sağlanması.
  • Avrupa'da kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkârları himaye eden varlıklı kişilerin (mesenlerin) ortaya çıkması.
Rönesans, şu temel anlayışlara dayanıyordu.
  • Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir.
  • İnsan güçlüdür ve bu gücüyle büyük başarılar elde edebilir.
  • İnsanın sürekli faal olması şerefli bir şeydir ve;
  • Gerçek güzeldir. Bu anlayışlara bağlı olarak da yaşadığımız dünya o kadar ilgi çekici bir yerdir ki, başka dünyaları düşünmenin hiçbir anlamı yoktur anlayışı hakimdir.
Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardır. Bunlar en kârlı ticaretin hangi alanda olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları zenginlikleri. sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar. Rönesans; Floransa, Venedik, İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi büyük kent-devletlerinde ya da metropollerde doğmuştur.

Rönesans üzerinde derin araştırmalar yapan Burkhard: “Rönesans insanın keşfedilmesidir.” demektedir. Gerçekten de ortaçağda Avrupa'da insanın hiçbir kıymeti yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüz binlerce insan haksız yere ve çok defa sırf servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Papazlar çeşitli menfaatler karşılığında günahları affediyorlardı. Hatta Cennetten yerler satıyorlardı. Mantık ve insani esaslar kaybolmuştu. İslâm âlimlerinin kitaplarını okuyarak dünyanın döndüğünü ilan eden Galile ve daha pek çok düşünür çeşitli işkenceler görmüş pek çoğu öldürülmüştür. Bu itibarla Rönesans hareketi ilim ve teknikteki ilerlemenin yanı sıra insan ve tabiat sevgisini de beraberinde getirdi. Rönesans'ın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mimaride gotik tarzı terk edilerek barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, sadelik ve tabiiliktir.

Bu şekilde İtalya'da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa'da yayıldı. Rönesans daha ziyade Fransa'da sanat; Almanya'da dini tablo ve resimler; İngiltere'de edebiyat; İspanya'da resim ve edebiyat alanında gelişti. İtalya'daki Rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil'in eserleri tekrar ortaya çıkarıldı. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1530), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verdiler. Machiavel'in Hükümdar adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltıraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1519), Mikelanj (1475-1564) bu devirde İtalya'da yetişen sanatkarlardır. Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya'yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayını yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamanında Collège de France kuruldu. Almanya'da daha çok dini alanda değişiklikler oldu. Almanya'da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişti. İngiltere'de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan Şekspir (1564-1610), İspanya'da Donkişot yazarı Cervantes (1547-1616), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda'da ressam Rembrand (1607-1669), Polonya'da ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Kopernik (1473-1543) yetiştiler. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa'da hala mevcuttur. Ressam ve heykeltıraşların tablo ve heykelleri müzelerde bulunmaktadır.

Sonuçları
  • Skolastik görüş ( Kilisenin dar görüşü ) yıkılmış, yerine pozitif ( Bilimsel ) düşünce hakim olmuştur.
  • Reform hareketlerini hazırlamıştır.
  • Bilim ve teknikteki gelişmeler hızlanmıştır.
  • Avrupa'da insan faktörü öne çıktı. İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmaya başladılar.
  • Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı.
  • Avrupa'da sanattan zevk alan aydın ( Mesen ) sınıf ve halk sınıfı oluşmuştur.
  • Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesi sarsılmıştır. Bu durum, "Reform Hareketleri"ni başlattı.
  • Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı.
  • Avrupa'nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine öncülük etmiştir.
  • Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkeleri öne geçti.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Şubat 2017 10:58
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
14 Ekim 2009       Mesaj #8
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi

Rönesans Hareketleri

Ad:  Rönesans1.JPG
Gösterim: 5870
Boyut:  51.7 KB

XV. ve XVI.yy.da, Avrupa'da edebiyat ve güzel sanatlar alanındaki yeniliklerin ve sanat anlayışının tümüne Rönesans denir. Kelime anlamı " Yeniden Doğuş " demektir.

Nedenleri :
  • Ortaçağdan beri yapılan çalışmaların, XV. ve XVI. yy. da olgunlaşması.
  • XV. ve XVI. yy.da, büyük sanatkarların yetişmiş olması
  • Matbaanın bulunmasıyla, yeni buluş ve düşüncelerin kolayca yayılması.
  • Coğrafya keşifleri sonucu, zenginleşen Avrupa'da sanattan ve edebiyattan zevk duyan bir sınıfın oluşması
  • Yazar, şair ve sanatçıları koruyan ve destekleyen varlıklı kişilerin olması
  • Avrupa'nın, İslam medeniyetini tanıması ( Endülüs Emevilerinin etkisi )
  • İstanbul'dan ,İtalya'ya göç eden Bizans bilginlerinin etkisi ( Antikite' yi tanıtmaları )
Rönesans, İtalya'da başlamış, Fransa, Almanya, İngiltere, XVII.yy.da da İspanya ve Hollanda' ya yayılmıştır.

İtalya'da Başlamasının Nedenleri :
  • Coğrafi Konumu: Akdeniz ülkesi olarak, Antikite ve İslam Kültür ve Uygarlığı ile tanışmıştır.
  • Ekonomik Durumu: Akdeniz ticaretiyle uğraştığından, İtalyan şehirleri zenginleşmişlerdi.
  • Tarihsel Durumu: İtalya ; Roma, Yunan ve Hellen uygarlıklarının izlerini, ve birikimini taşıyan, zengin bir uygarlık merkeziydi.
  • Siyasal Durumu: Şehir devletleri şeklindeki yaşamda, insanlar daha özgürdüler.
  • Dinsel Nedenler: Roma, Hıristiyanlığın dinsel merkeziydi. Papa, bütün Avrupa'da etkili bir dini liderdi. Papa, Hıristiyanlarca ziyaret edilir ve kilise'ye bağışta bulunulurdu.

İtalya 'da Rönesans Hareketleri :


1. Edebiyat Alanında :
  • İtalya'da Rönesans hareketleri, " Hümanizma " ile başlamıştır. ( Antikite edebiyatının incelenmesidir.)
  • Yunanca, Latince ve İbranice metinler, Eflatun, Napoli, Yeni,Roma Akademilerinde incelenmiştir.
  • Hümanizmanın öncüleri ; Dante, Petrark, Bokaçius' dur. ( XIV.yy)
  • XV. ve XVI. yy.da, Makyavel, Gişarden, Ariyosto ve Tosso, Hümanizmanın önde gelen isimleridir.

2. Güzel Sanatlar Alanında :


a. Resim :
  • Anatomi Biliminin gelişmesi, perspektifin incelenmesi, insan vücuduna ve güzelliğe değer verilmesiyle resimde Rönesans doğmuştur.
  • İtalya'da zamanla üç resim okulu oluşmuştur. Venedik Okulu ; daha çok, manzara resmi yapmışlardır. ( Paysagiste) en önemli temsilcisi Tisiyen' dir. Floransa Okulu ; İnsan vücuduna, perspektif ve Anatomi'ye değer vermişlerdir. Temsilcilerinden Ciyoto, İtalyan resmini, Bizans etkisinden kurtarmış ve resimde Rönesans'ın doğmasını sağlamıştır. Önemli temsilcileri, Leonardo da Vinci , Mikel Anj ( Mikelancelo ) dır. Roma Okulu ; Dini konuları işlemişlerdir.En önemli temsilcisi "Rafeal" ( Rafeal Sanzino ) dir.
b. Mimarlık ;
  • Rönesans devrinin mimarları, ortaçağ mimarisi olan Gotik tarzını terk etmişler ve yeni bir mimari üslup oluşturmuşlardır.
  • En önemli temsilcileri " Bramant " ve " Mikel Anj " dır.
c. Heykeltıraşlık :
  • Antik dönem heykellerinin incelenmesi ve kopya edilmesiyle heykeltıraşlık gelişmiştir.
  • En önemli temsilcileri ; Donatello, Giberti, Mikel Anj dır.
Rönesans Hareketlerinin Diğer Avrupa Ülkelerine Yayılması :
İtalya' da başlayan Hümanizma ve Rönesans hareketleri; İtalya'nın Din ve Kültür merkezi oluşundan ve İtalya'nın Fransa,İspanya ve Almanya arasında paylaşılamaması nedeniyle çıkan İtalya Savaşlarının etkisiyle, batı Avrupa'ya yayılmıştır.

Fransa'da Rönesans :
Kralların etkisi ve çalışmalarıyla başlamıştır. Önemli temsilcileri ; Rable ( Rabelais ), Ronsar ( Ronsard ), Montaigne Hümanizmada. Piyer Lesko, Jan Bülan mimaride,Jan Gojon heykeltıraşlıkta, Fransuva Klue resimde.

İngiltere' de: En önemli temsilcisi, Hamlet-Otello-Romeo ve Jülyet'in yazarı Şekspir ( Shakespeare) dir.
İspanya' da: Don Kişot 'un yazarı " Cervantes "
Hollanda' da: Ressam " Rambrand "

Rönesans'ın Sonuçları :
  • Özgür düşünce ve yeni bir sanat anlayışı doğmuştur.
  • Skolastik Düşünceyi yıkmıştır. ( Hıristiyanlık dininin esasları ile Aristo felsefesinin kaynaştırılmasıyla oluşmuş, dogmatik, durağan düşünce biçimi )
  • Avrupa'da bilim Rönesans'ının doğmasına ortam oluşturmuştur.
  • Din ve İnanışlar üzerindeki etkisiyle, Reform hareketlerine yol açmıştır.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Şubat 2017 10:13 Sebep: düzenlendi.
OrginaL - avatarı
OrginaL
Ziyaretçi
11 Ocak 2011       Mesaj #9
OrginaL - avatarı
Ziyaretçi

RÖNESANS


15. ve 16. yüzyıllarda önce İtalya'da başlayan ve daha sonra Avrupa'da yayılan edebiyat, güzel sanatlar ve bilim alanındaki gelişmeler, yenilikler ve anlayışlara "Yeniden Doğuş" anlamında Rönesans denilmiştir.

Rönesans'ın Nedenleri
  • Ortaçağ'ın sonlarına doğru kültür ve sanatta önemli bir birikimin oluşması.
  • Avrupa'nın İspanya'da Endülüs Emevi Devleti ve Sicilya aracılığı ile İslam Medeniyeti'ni tanıması.
  • Matbaanın geniş kullanım alanına girmesiyle yeni buluş ve düşüncelerin yayılması.
  • Avrupa'da kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkârları himaye eden varlıklı kişilerin (mesenlerin) ortaya çıkması.
  • Coğrafi Keşiflerden sonra zenginleşen Avrupa'da, sanattan ve edebiyattan zevk alan bir sınıfın ortaya çıkması.
  • Antikçağ (Eskiçağ) eserlerinin incelenmesi.
  • İstanbul'un fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerin İtalya'ya göç ederek eski Yunanca'yı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları.
  • Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında İtalya'da başlamıştır. Rönesans'ın ilk önce İtalya'da başlamasında; İtalya'nın coğrafi konumu, ekonomik durumu, dini ve tarihi önemi, siyasal durumu ve İslam Medeniyeti'nden etkilenmesi önemli rol oynamıştır.
  • İtalya'da Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında Hümanizma ile başlamıştır. Hümanizma; Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Ortaçağ'ın skolastik düşüncesine karşı Avrupa'da doğup gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü, insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan bir doktrindir.
  • İtalya'da Eskiçağ'dan kalan antik eserleri incelemek ve benzerlerini yapabilmek amacıyla akademiler kurularak Yunanca, Latince ve İbranice metinler incelendi. Hümanizma, insanın kendini tanımasına, yasalarını yapmasına ve haklarını korumasına zemin hazırlamıştır.
Rönesans'ın Sonuçları
  • Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı.
  • Skolastik düşünce yıkıldı. Düşüncede serbest bir ortam doğdu.
  • Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı.
  • Kilise zayıfladı. Bu durum Reform Hareketlerini başlattı.
  • Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkeleri öne geçti.
  • Avrupa'da insan faktörü öne çıktı. İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmaya başladılar.
Son düzenleyen Baturalp; 26 Ocak 2017 10:48
mikfa - avatarı
mikfa
Ziyaretçi
1 Mart 2011       Mesaj #10
mikfa - avatarı
Ziyaretçi

Rönesans'ın Nedenleri

  • İstanbul'un fethedilmesiyle bilim adamlarının İtalya'ya göç etmesi.
  • Arapçaya çevrilmiş eski Arap ve Roma eserlerinin tercüme edilmesi.
  • Kuzey Avrupa'dan gelen Novgorod kavimlerinin medeni Avrupa toplulukları üzerindeki yıkıcı etkisi.
  • Coğrafi keşifler sonucunda zenginleşen ve güzel sanatlar gibi alanlara destek veren, koruyan bir sınıfın oluşması (coğrafi keşifleri yapan Burjuva sınıfı)
Rönesans şu temel anlayışlara dayanıyordu;
  • Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir,
  • İnsan güçlüdür ve bu gücüyle büyük başarılar elde edebilir,
  • İnsanın sürekli faal olması şerefli birşeydir.
  • Gerçek güzeldir. Bu anlayışlara bağlı olarak da yaşadığımız dünya o kadar ilgi çekici bir yerdir ki, 'Başka dünyaları düşünmenin hiçbir anlamı yoktur' anlayışı hakimdir.
Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardır. Bunlar en kârlı ticaretin hangi alanda olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları zenginlikleri sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar. Rönesans; Floransa, Venedik, İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi büyük kent-devletlerinde ya da metropollerde doğmuştur.

Rönesans üzerinde derin araştırmalar yapan Burkhard: “Rönesans insanın keşfedilmesidir.” demektedir. Gerçekten de Ortaçağ'da Avrupa’da insanın hiçbir kıymeti yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüzbinlerce insan haksız yere ve çok defa sırf servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Papazlar çeşitli menfaatler karşılığında günahları affediyorlardı. Hatta cennetten yerler satıyorlardı. Mantık ve insani esaslar kaybolmuştu. İslâm âlimlerinin kitaplarını okuyarak dünyanın döndüğünü ilan eden Galile ve daha pekçok düşünür çeşitli işkenceler görmüş pek çoğu öldürülmüştür. Bu itibarla Rönesans hareketi ilim ve teknikteki ilerlemenin yanı sıra insan ve tabiat sevgisini de beraberinde getirdi. Rönesansın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mimaride gotik tarzı terk edilerek barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, sadelik ve tabiiliktir.

Bu şekilde İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayıldı. Rönesans daha ziyade Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişti. İtalya’daki rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil’in eserleri tekrar ortaya çıkarıldı. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1531), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verdiler. Machiavel’in Hükümdar adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1519), Mikelanj (1475-1564) bu devirde İtalya’da yetişen sanatkarlardır.

Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya’yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayını yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamanında Collège de France kuruldu.

Almanya’da daha çok dini alanda değişiklikler oldu. Almanya’da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişti. İngiltere’de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan ve The Game'in yazarı Şekspir (1564-1610), İspanya’da Donkişot yazarı Cervantes (1547-16921), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda’da ressam Rembrandt (1607-1669), Polonya’da ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Kopernik'e yetiştiler. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa’da hala mevcuttur. Ressam ve heykeltraşların tablo ve heykelleri müzelerde bulunmaktadır.

Rönesans’ın sonuçları
  • Avrupa kilisenin baskısından ve dinden kurtulup modernleşme çağına geçmesinde büyük rol oynamıştır.
  • Skolastik görüş (kilisenin dar görüşü) yıkılmıştır.
  • Yerine pozitif (bilimsel) düşünce hakim olmuştur.
  • Reform hareketlerini hazırlamıştır.
  • Bilim ve teknikteki gelişmeler hızlanmıştır.
  • Avrupa’da sanattan zevk alan aydın (Mesen) sınıf ve halk sınıfı oluşmuştur.
  • Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesi sarsılmıştır.
  • Avrupa’nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine öncülük etmiştir.
  • Skolastik görüş (kilisenin dar görüşü) yıkılmıştır.
  • Yerine pozitif (bilimsel) düşünce hakim olmuştur.
  • Reform hareketlerini hazırlamıştır.
  • Bilim ve teknikteki gelişmeler hızlanmıştır.
  • Avrupa’da sanattan zevk alan aydın (Mesen) sınıf ve halk sınıfı oluşmuştur.
  • Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesi sarsılmıştır.
  • Avrupa’nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine öncülük etmiştir.
Son düzenleyen Baturalp; 26 Ocak 2017 13:01

Benzer Konular

11 Mart 2011 / GusinapsE Akademik
26 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış
22 Kasım 2011 / *TeoDora* Sanat
24 Şubat 2017 / Misafir Cevaplanmış
5 Mayıs 2014 / Misafir Soru-Cevap