Arama

Kur'an-ı Kerim'e göre Ahlak

Güncelleme: 7 Aralık 2009 Gösterim: 12.103 Cevap: 11
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #1
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
Kur'an-ı Kerim'e göre Ahlak

Sponsorlu Bağlantılar
Kıskançlığın Kuran Ahlakı'na Aykırı Olduğunu biliyor muydunuz ..?


Kıskançlık, insanların dünyaya olan bağlılıklarından kaynaklanan önemli bir tavır bozukluğudur. Allah Kuran'da "... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır..." (Nisa Suresi, 128) ayetiyle insanların nefsinde böyle bir özellik olduğunu bildirmiştir.

"Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur." (Şems Suresi, 9) ayetiyle de insanın kurtuluşu için nefsini kötülüklerden arındırması gerektiğini bildirmektedir. Aksinde ise Kuran'da, "Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır." (Şems Suresi, 10) ayetinden de anlaşılacağı gibi nefsindeki bu kötülükler insanı yıkıma sürükler. Kıskançlığın insanlar üzerinde meydana getirdiği tahribat ve verdiği azap, ayette bildirilen yıkımın dünyada ne şekilde gerçekleşebileceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Kıskanç insanlar başkalarının iyiliğinden, güzelliğinden ya da başarısından zevk almak, mutlu olmak yerine bunlardan sıkıntı duyarlar. Çoğu zaman kıskandıkları insanların nimete kavuşmaları onları hoşnutsuzluğa sürükler, hırslandırır. Hatta içlerindeki bu hırs onları karşılarındaki insanlara zarar verme isteğine kadar götürebilir.

Müminler ise inkar eden insanların normal karşıladığı, hatta övdüğü bu özelliğin aslında çirkin bir tavır olduğunu bilirler. Kıskançlığın tersine birbirlerinin güzel özellikleri ile iftihar eder, birbirlerinin iyiliği, güzelliği ve daha fazla nimete kavuşmaları için Allah'a dua ederler. Kuran ahlakını yaşayan bir insanın bunun aksi şekilde davranması düşünülemez. (Kuran’da Dua)

Bitkilerin Bazı Taktiklerle Kendilerini Savunduklarını…

Bitkilerin, kendilerine saldıran hayvanlara karşı çok değişik savunma yöntemleri vardır. Örneğin bazı bitkiler, tembel hayvan (sloth) ve pandalar gibi yapraklarını yiyen hayvanlara bir tepki olarak çeşitli kimyasal maddeler üretirler. Kimyasal madde üreten bitkilerde özellikle yeni çıkan yaprakların tadı çok kötü olur. Taze sürgünler hayvanlar için çok cazip birer yiyecektirler. Ama bu cazibeye kapılıp da yeni çıkmış yaprakları yemeye çalışan hayvanlar için bu kötü tat oldukça caydırıcıdır.

Bir bitki kendi kendine hayvanların hoşuna gitmeyecek, onları caydıracak bir zehir üretebilir mi?

Elbette ki üretemez, bitkilere bu özelliği Allah vermiştir. Rabbimiz üstün güç sahibi olandır.

Pankreasın Yaşamımızdaki Önemini…

İnsanın vücudundaki şeker miktarının belirli sınırlar içinde olması yaşamın devamı için zorunludur. Ama günlük hayatta şekerli gıdalar yerken elbette ki bu hassas dengenin hesabını siz yapamazsınız. "Sizin adınıza" bu hesap yapılır. Kanınızdaki şeker miktarı yükseldiğinde pankreas adı verilen organınız insülin denilen özel bir madde salgılar.

Bu madde karaciğer ve vücuttaki diğer hücrelere kandaki fazla şekeri geri çekip depolamalarını emreder. Kandaki şeker oranı, böylece hiçbir zaman tehlikeli bir düzeye çıkmaz. Onları kontrol etmek bir yana, günlük hayatta sizin ne pankreastan ne insülinden ne de karaciğerinizde gerçekleşen yüzlerce faaliyetten haberiniz olur.

Kanınızdaki şekerin yükseldiğini hastalık boyutuna ulaşmadığı takdirde fark etmezsiniz, hatta önünüze farklı şeker oranları olan iki şişe kan konulsa aradaki farkı dahi anlayamazsınız. Bunun için laboratuvarlara, gelişmiş cihazlara ihtiyacınız vardır. Ama hiçbir zaman görmediğiniz ve bilmediğiniz bazı hücreleriniz, kandaki şekeri bu laboratuvar ve cihazlardan daha hassas şekilde ölçer ve ne yapılması gerektiğine karar verirler. Sonra gerekli tedbirler alınır, hücreler kandaki şekeri tanıyıp, ayırt edip, yakalarlar. Yediği herhangi bir şekerli yiyecek nedeniyle kolaylıkla ölebilecek olan insan, Allah'ın vücuduna yerleştirdiği bu eşsiz koruma sistemi sayesinde hayatta kalır.

İnsan, Allah'ın yarattığı bu muhteşem sistemi düşünüp Allah'a gereği gibi şükretmelidir. (Kuran Fihristi)

Booby Kuşlarının Usta Birer Dalgıç Olduğunu…

Yaşadığımız evrende her yer, Yüce Allah'ın üstün kudretini sergileyen yaratılış delilleriyle kaplıdır. Bu yaratılış delillerinden biri de deniz kuşu türlerinden olan yüksekten-dalan boobylerdir. Geniş ve perdeli ayakları ile denizin yüzeyinde veya altında yüzebilen bu canlılar, çok iyi birer dalgıçtırlar. Gagalarıyla balık yakalamak için denize dalarlar ve çok uzun bir süre ortaya çıkmadan denizin altında kalarak çok uzun bir mesafe yüzerler. Böylece beslenme ihtiyaçlarını gidermiş olurlar. (İlmi Araştırma)

Bir Hadis …

"Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah'ın kulları kardeşler olunuz." (Buhari ve Müslim; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 315)
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #2
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
Yapmayacakları şeyleri söylemeleri, Kuran ahlakınını yaşamayan pekçok insanın ortak karakter özelliklerinden birisidir. Bu kimseler kendilerini olduklarından üstün ve önemli göstermek, gösteriş yapmak gibi gayelerle yapmayacakları şeyleri söylerler. Bazen de geçici çıkar ve menfaatler elde etmek için aslında yapmaya hiç niyetlerinin olmadığı şeyleri vaat ederler. Bu samimiyetsiz davranış, çoğu zaman toplum içinde fazla yadırganmayan ve önemsenmeyen, alışılmış bir tutumdur. Oysa insanların yapmayacakları şeyleri söylemeleri, Kuran ahlakına uygun olmayan, Rabbimiz tarafından yapılmaması bildirilen bir davranıştır. (Dinsizliğin Kabusu)

Sponsorlu Bağlantılar
Allah bunu Kuran'da şöyle bildirmiştir:

"Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti)." (Saff Suresi, 2-3)

Bu davranış, çoğu zaman yalancılık, ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik gibi, ayetlerde kınanmış birçok kötü özelliği de içinde barındırmaktadır. Kuran'da bildirilen güzel ahlakı en mükemmel şekilde yaşamayı kendilerine ilke edinen Müminler, Allah Katında beğenilmeyen bu tavırdan titizlikle kaçınırlar.

Evrimin Neden Biyolojinin Temeli Olmadığını…

Evrimciler tarafından sık sık tekrarlanan bir iddia vardır: Evrim teorisinin bilimin temeli olduğu yalanı... Aslında bu iddia çaresizlikten kaynaklanan bir demagojiden ibarettir.

'Evrimin bilimin temeli olduğu' iddiasının ne denli geçersiz ve akıldışı bir iddia olduğu, sadece bilim tarihinin incelenmesiyle bile anlaşılabilir. Eğer bu iddia doğru olsaydı, evrim teorisinin ortaya atılmasından önce dünya üzerinde bilimsel bir gelişme olmaması, bütün bilimlerin de evrim teorisinin ortaya atılmasından sonra doğmuş olmaları gerekirdi. Oysa biyoloji, paleontoloji (fosil bilimi) gibi bilim dallarının hepsi, evrim teorisinden önce doğmuş ve gelişmişlerdir. Evrim ise bu bilim dallarına sonradan sokulmak, zorla kabul ettirilmek istenmiş bir varsayımdır. (Evrim Masalı)

Bugün çağdaş bilimi evrime bağlı kalmaya zorlayan hiçbir neden yoktur. Bilim gözlem ve deneye dayanır. Evrim ise, gözlemlenemeyen geçmiş hakkında ilkel metodlarla ve ideolojik olarak ortaya atılmış, günümüzde de çökmüş bir varsayımdır. Dahası bu varsayımın iddia ve önermeleri her defasında bilimin ve mantığın kuralları tarafından yalanlanmıştır. Elbette ki bu varsayım terk edildiğinde bilim hiçbir kayba uğramamıştır. Hatta tam tersine bilim, dogmatizm, ön yargı, safsata ve uydurmalarla dolu böyle akıldışı bir teorinin dayatmasından kurtulduğu için çok daha hızlı ve sağlıklı bir biçimde ilerlemeyi sürdürmektedir. (Evrim Bilim Değildir)

Evrim, gözlemlenemeyen geçmiş hakkında ilkel metodlarla ve ideolojik olarak ortaya atılmış, günümüzde de çökmüş bir varsayımdır.

Deniz Aslanlarının Buzlu Suda Nasıl Yaşadıklarını…

Deniz aslanları dondurucu soğukluktaki kutupsal alanlarda yaşarlar. Memeliler sınıfına dahil olan bu canlılar yaşamlarını buzlu suların içinde sürdürmelerine rağmen soğuktan hiç etkilenmezler. Bunun nedeni vücutlarında bulunan koruyucu yağ tabakasıdır. Derilerinin altındaki bu yağ sayesinde vücutları sürekli sıcak kalmaktadır. Kutupsal alanlarda yaşayan deniz aslanlarının bir diğer ilginç özelliği ise ağızlarındaki uzun dişleridir. Bu dişler sayesinde kendilerini en önemli düşmanlarından biri olan kutup ayılarına karşı korumakta ve midye, yengeç, salyangoz gibi sert kabuklara sahip olan avlarını yakalayabilmektedirler. Sahip oldukları kalın, kaba derileri de bu canlıların, düşmanlarının keskin dişlerinden ve çevrede bulunan sivri kaya parçalarından korunmalarını sağlar. Deniz aslanları vücutlarındaki fazla kiloları nedeniyle karada çok hızlı hareket edemezler, ancak bu durum deniz aslanları suyun içindeyken geçerli değildir. Bu canlılar suda oldukça hareketlidirler ve uzun mesafeleri hiç durmadan yüzebilmektedirler. Avları için 105 metre gibi oldukça derin bir mesafeye hiç zorlanmadan dalabilirler.

Yüce Rabbimiz tüm canlıları benzersiz özelliklerle yoktan var etmiştir. Allah'ın, diğer tüm canlılara olduğu gibi, deniz aslanlarına da bahşetmiş olduğu özellikler, bizlere Rabbimiz'in üstün yaratışını gösteren delillerden yalnızca bir tanesidir. (Evrim Aldatmacası)

Bir Hadis…

Mü'min omuzları yumuşak kimsedir (iyi geçimlidir). O din kardeşine rahatlık verir. Münafık ise uzak durur. Ve kardeşine sıkıntı verir. Mü'min selâm vermekte atılgandır. Münafık ise bakar ki 0nce kendisine versinler. (Hz. Enes r.a.) Ramuz El-Hadis s.230
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #3
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
kuran ahlakina gore adaletli olmak trKimi insanlar temelde adaletin gerekliliğine inansalar dahi, kendi çıkarları söz konusu olduğunda adaletten taviz verilmesini meşru görürler. Adaletin yeryüzünde gerçekten uygulanabilmesi içinse, insanlara, adalet uğruna kendi çıkarlarını bir kenara bıraktırabilecek bir ahlaka ihtiyaç vardır. Bu ahlak, Yüce Rabbimiz'in bizlere öğrettiği ve emrettiği Kuran ahlakıdır. Çünkü Kuran ahlakı insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, sadece haktan ve doğrulardan yana, katıksız bir adaleti emretmektedir. Allah (cc) Nisa Suresi'nde inananlara, kendi aleyhlerinde de olsa adaletli davranmalarını şöyle emreder:

"Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (Nisa Suresi, 135)

Ayette de bildirildiği gibi insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, sadece Allah (cc) rızası gözetilerek, Allah (cc)'tan korkarak sağlanan adalet gerçek adalettir.

Allah (cc) Kuran'da gerçek adaleti, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmek, insanların hakkını korumak, zulme asla rıza göstermemek, zalime karşı mazlumdan yana tavır almak, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmak olarak emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirir. Bunlardan birinin eksikliğinde, ya da birinin ağır basmasında gerçek adaleti uygulamak zorlaşır. Adaletle hükmeden bir kişi tüm kişisel duygu ve düşüncelerini bir tarafa bırakmayı, her şart ve durumda doğrulardan yana olmayı, dürüstlükten ve doğruluktan asla taviz vermemeyi Kuran ahlakı ölçüsünde kendine yol edinmelidir.

Böyle bir adalet hedeflendiğinde, ne şahsi bir menfaat, ne dostluk, ne düşmanlık, ne de kişinin hayata bakış açısı, dili, ırkı, teninin rengi kararlarında etki edemeyecek, sadece ve sadece haktan yana karar verilecektir.

Kuran ahlakının yaşandığı toplumlarda gerçek adaletin, gerçek huzurun ve güvenin de yaşanacağı mutlaktır. Çünkü ancak Allah (cc)'tan korkan, hesap gününde tüm yapıp ettikleriyle hesaba çekileceğini bilen bir insan gerçek adaleti sağlayabilir.

Nitekim tarih bunun ispatıdır. Allah (cc)'ın "Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır." (Araf Suresi, 181) ayetiyle bildirdiği gibi, tarih boyunca adaletin en güzel şekilde hakim olduğu dönemler yaşanmıştır. Başta peygamberler ve sonra da onların yolunu izleyen pek çok adil yönetici yaşadıkları dönemlerde toplum içerisinde güven ve barış ortamı oluşturmuşlardır. Örneğin Müslüman Türk milleti, geçmiş yüzyıllarda gerçek adaletin nasıl sağlanabileceği konusunda tüm dünya ülkelerine örnek olmuştur. Gerek Selçuklu döneminde gerekse Osmanlı döneminde, çok farklı dinlere mensup, ayrı dilleri konuşan, farklı toplumlar aynı bayrağın altında, birarada huzur içinde yaşamış ve toplumsal adalet sağlanmıştır. Müslüman Türkler ayak bastıkları her yerde adaletli uygulamalarıyla tanınmışlar, hoşgörülü, barışçıl ve merhametli tavırları nedeniyle fethedilen ülkelerin halkları tarafından dahi sevinçle karşılanmışlardır.
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #4
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
kuran ahlakina gore guzel soz nedir trGüzel söz söylemek denince genellikle iltifat etmek, sevgiyi dile getirmek ya da umut veren konuşmalar yapmak gibi davranışlar algılanır. Oysa Allah’ın Kuran’da bizlere öğrettiği güzel söz, her ne kadar bu sayılanları içine alsa da, çok daha farklı ve geniş bir anlam içerir. Allah güzel sözü bizlere “Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: ‘Gerçekten ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet Suresi, 33) ayetiyle tarif eder. Ayette de belirtildiği üzere, asıl güzel söz insanları Allah’a çağıran, Kuran ahlakını yaşamaya davet eden sözdür. Tüm bu anlamları kapsadığı şekliyle güzel sözü söyleyenler ise yalnızca iman edenlerdir.

Dünya hayatında Allah’a çağıran, Kuran ahlakını yaşamayı hatırlatan her söz kaçırılmaması gereken fırsatlardır. Dünyada henüz vakit varken Kuran ahlakının yaşanması için verilen her öğüt, hayra ve iyiliğe yönelik her çağrı ve hesap gününe karşı yapılan her uyarı, insanların azaptan korunmasına ve cenneti kazanmasına vesile olacaktır.

Allah “… sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak bulunduracağız.” (Meryem Suresi, 68) ve “Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz.” (Meryem Suresi, 72) ayetleriyle, tüm insanların her an cehennemle yüzyüze gelebileceğini ve ancak iman edenlerin cehennemden kurtarılacağını haber vermiştir.

Müslümanlara Düşen Görev

İnsanları doğru yola davet etmek, Allah’ın tüm vicdanlı insanlara verdiği önemli bir sorumluluktur. Allah, “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle bu sorumluluğu insanlara bildirmiştir.

İman eden her insan dünya hayatı boyunca sürekli güzel ahlakı anlatmakla, bizzat kendisi yaşamakla ve insanlara güzellikleri tavsiye edip, onları kötülüklerden sakındırmakla yükümlüdür. Güzel bir hayat isteyen insanın güzellikleri teşvik etmesi, iyilik isteyenin iyiliği yaymak için çaba harcaması, vicdanlı davranışlar görmek isteyen kişinin vicdanlı olmayı tavsiye etmesi, zulme razı olmayanın zalimleri uyarması, kısacası doğruluk isteyen insanın diğer insanları da doğruya davet etmesi şarttır. Bu daveti yaparken akıldan çıkarılmaması gereken en önemli noktalardan biri ise, hidayeti verecek ve güzel sözü karşı tarafta etkili kılacak olanın ancak Allah olduğudur.

Güzel Söze Uymamanın Getireceği Sonuç

Müminler insanları Allah’ın rızasına, rahmetine ve cennetine çağırırken onların çağrısına uymayanlar ve yüz çevirenler gerçekte şeytanın yoluna uymuş olurlar. Ancak bu kişilere sorulacak olsa “ben Kuran’a uymuyorum ve şeytanın çağrısına uyuyorum” şeklinde birşey elbette söylemez; hatta böyle birşeyi şiddetle reddeder. Ama inkarcılar kabul etseler de etmeseler de güzel söze uymamakla fiilen bu tercihi yapmış olurlar.

İnananların cennete ve Allah’ın mağfiretine çağırmasını dinlemeyip, şeytanın çağrısına uyanlar ve onun vaat ettiği uzun emellere aldananlar ise ahirette tam bir hüsrana uğrarlar. Peşinden gittikleri şeytan onları yarı yolda bırakacaktır. Allah şeytanın yoluna uyan insanların ahirette nasıl bir duruma düşeceklerini bir başka ayetinde şöyle haber verir:

İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: “Doğrusu, Allah, size gerçek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtacak değilim, siz de beni kurtacak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır.” (İbrahim Suresi, 22)

Dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak her insan dünyada hem şeytanın hem de müminlerin çağrısıyla muhatap olur. İnsan unutmamalıdır ki, herkes sonsuz hayatını bu tercihine uygun bir şekilde yaşayacaktır. Şeytanın çağrısına uyanlar cehennem ehlinden olacak, güzel söze icabet edenler ise sonsuz cennetle karşılık göreceklerdir. Öğüt alıp düşünmek ve güzel söze uymak her insanın kendisine kalmıştır.

Güzel Söze Uyanların Kazancı

Tüm hayatları boyunca kendilerine verilen öğütleri tutan, uyarıldıkları konularda tevazuyla teslimiyet gösteren ve korkup-sakınarak hareket eden müminler hesap günü geldiğinde de Allah’ın huzuruna arınmış olarak çıkacaklardır. Allah iman edenlere bu müjdeyi ayetlerinde şöyle bildirmiştir:

“Tağut’a kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver.” (Zümer Suresi, 17)

Allah dinine uyan, Kendisi’nden sakınarak hareket eden ve diğer insanları da Kuran ahlakına davet eden kullarına dünyada da güzellikler vaat etmiştir. İnananlar için vaat edilen ebedi güzellikler kendilerine henüz dünyadayken gösterilir. Cennete yakışacak bir ahlaka ulaşmak için çabalayan müminler, kendilerine cenneti tanıtacak, cennete olan özlemlerini ve arzularını daha da artıracak nimetlerin ve ortamların bir benzerini bu dünyada yaşamaya başlarlar.

Sonuç olarak hiç unutmamak gerekir ki, güzel söze uymayan insanlar ne kadar büyük bir kayıp içindelerse, kendilerine yapılan davete icabet eden insanlar da o kadar büyük bir kazanç içinde olacaklardır. Bu gerçek, dünya hayatında da rahatlıkla anlaşılabilir, ancak farkın ne denli büyük olduğu esas olarak ahirette ortaya çıkacaktır.

Şimdiye kadar bu konuda uzun uzun düşünmemiş olmak ya da ciddi bir karar almamış olmak da insanı kararsızlığa ya da ümitsizliğe düşürmemelidir. Çünkü önemli olan geçmiş değil, içinde bulunduğumuz andır. Ve belki de şu an alınacak bir karar sonsuz nimetlere açılabilecek bir anahtar, bir yol olacaktır. İşte burada önemli olan vicdanın, doğrunun, güzelin ve hak olanın sözünü dinlemek, nefsin her türlü fısıltısına karşı gelmektir.
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #5
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
kuran ahlakina gore insanlara ogut vermek trKuran'da, doğru ve yanlış, iyilik ve kötülük, örnekler verilerek her insanın anlayabileceği şekilde açıklanmıştır. İman edenler de tüm hayatlarını Kuran’da verilen bu bilgiler doğrultusunda yaşar, bu ahlaka göre hareket ederler. Yüce Rabbimiz Kendisi’nden korkup sakınan ve sadece Allah (cc)’ın rızası için yaşayan müminlere, iyiyi kötüden ayırt etmelerini sağlayan bir nur ve anlayış vermiştir (Enfal Suresi, 29). Kuran ahlakına göre müminler doğruyu ve yanlışı bilen, uygulayan ve başkalarına da iyiliği tavsiye eden kişilerdir. Her insanı doğruları görmeye çağırmak ve Kuran ahlakını yaşamaya davet etmek Kuran’a göre yapılması gereken çok önemli bir ibadettir. Müminler bu ibadeti tüm yaşamları boyunca yerine getirir, insanları güzel ahlaka davet ederler. Yüce Allah (cc) bu sorumluluklarını insanlara Kuran’da şöyle bildirir:

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104)

Kuran'da ayrıca Allah (cc)'ın bu emrini yerine getiren insanların diğer insanlar için ne kadar hayırlı kimseler oldukları da haber verilmiştir:

"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır." (Al-i İmran Suresi, 110)

Değerli İslam büyüğü İbni Arabi Hazretleri de müminlerin iyiyi ve kötüyü insanlara öğretmelerinin önemini bir sözünde şöyle anlatmaktadır:

Şu halde öğüt veren terzidir. Terzi, elbisenin parçalarını bir araya getirip diken ve onu gömlek veya kendisinden yararlanılan bir şey yapandır. O elbiseyi ancak dikip ve işleyerek yapmıştır. Allah'ın, dinindeki nasihatı da işte böyledir: Bunu yapan kimse, Allah'ın kulları ile Allah Katındaki mutluluklarının ve Allah ile yaratıkları arasını telif edip birleştirmektedir. İşte nasihat Allah içindir, sözünün anlamı budur. (Fütühat-I Mekki, İbni Arabi, S. 113)

Müminlerin, insanlara iyiliği öğütleyip kötülükten sakındırmaya çalışırken göz önünde bulundurdukları önemli bir ölçü vardır; karşılarındaki kişinin ne geçmişi ne de o an içerisinde bulunduğu hatalı tavırlar onlarda bir ön yargı oluşturmaz. Kimseye hatalarından dolayı mümin olamayacağı gözüyle bakmazlar. Hiç kimseyi, din ahlakını anlatma konusunda göz ardı etmezler. Hidayeti verecek olanın yalnızca Yüce Allah (cc) olduğunu bilir ve bundan sakınırlar. Zira diğer insanların güzel ahlakı yaşayabilmeleri için, Kuran’ı bilmeleri ve Kuran ahlakına göre eğitilmeleri gerekmektedir. Bu nedenle müminler, kişilerin tavırları ne kadar olumsuz olursa olsun, iyiliğe çağırmakta ve kötülükten sakındırmakta, doğru olanı anlatmakta tereddüte kapılmazlar. Ancak tüm bu anlatımlara rağmen karşı taraf kendi bakış açısında ısrarlı davranırsa, bu durumda da hiçbir şekilde bir zorlama yapmazlar. Çünkü Allah (cc) Kuran'da "Dinde zorlama (ve baskı) yoktur…" (Bakara Suresi, 256) şeklinde bildirmiştir.

Müminler, Kuran'ın iyiliği emretme hükmünü sadece doğru ve yanlışı hiç bilmeyen ve din ahlakını hiç tanımayan insanlara değil, aynı zamanda müminlere karşı da uygularlar. Çünkü insan sadece bilmediğinden değil, bazen de unuttuğundan, yanıldığından ya da nefsinin telkinlerine uyduğundan hata yapabilir. İşte bu durumda müminler birbirlerine Kuran'ın hükümlerini hatırlatarak iyiliği emretmiş ve kötülüğü engellemiş olurlar. Dünya hayatında ancak iyilik yapanların ve salih amellerde bulunanların cennete kabul edileceklerini, kötülükten sakınmayanların ise cehennem azabıyla karşılık göreceklerini bildiklerinden birbirlerini bu yönde uyarırlar. Allah (cc) müminlerin birbirleri üzerinde gözetici olduklarını ve birbirlerinin velileri olduklarını bir ayette şöyle bildirmiştir:

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71)

Müminler bu önemli ibadeti her zaman kararlılıkla yerine getirirler. Karşılarındaki insanlar ne kadar çok hata yapsalar da sabırla, şefkatle ve merhametle uyarmaya ve hatırlatmaya devam ederler. Çünkü Allah (cc) pek çok ayetinde sabredenleri sevdiğini bildirerek, müminleri Kuran ahlakını uygulamakta sabırlı olmaya davet etmiştir.
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #6
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
kuran ahlakina gore kararlilik trKesin bir kararlılık ve güçlü bir irade imanla, hidayetle ve tevekkülle birlikte gelen üstün bir mümin özelliğidir. Çünkü Allah’a tevekkül etmiş ve kadere iman etmiş bir kişi, hiçbir zorluk ve sıkıntı karşısında yılgınlık göstermez, mücadele azmini yitirmez. Her şeyi yapanın Allah olduğunu bildiği için şevk ve heyecan içinde karşısına çıkan her fırsatı değerlendirir ve hayırlarda yarışır.

Müminler Kuran’da, “Müminlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahde sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile değiştirmediler” (Ahzab Suresi, 23) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah’ın rızasını kazanmak için ölünceye dek aynı kararlılık ve istikrarı gösteren kişilerdir.

Örneğin Kuran’da kararlılıkları vurgulanan Kehf Ehli’nden, “Sabrın ve kararlılığın kalplerine rabtedildiği” (Kehf Suresi, 14) bir topluluk olarak bahsedilmektedir. Bilindiği üzere Kehf Ehli, yaşadıkları toplumun iman etmeyen baskıcı hükümdarı tarafından, Yüce Allah’a iman ettikleri için baskı görmüş; çözümü bir mağaraya sığınarak bu ortamdan uzaklaşmakta bulmuşlardır. Gizlendikleri dönem sona erip ortaya çıktıklarında da yine Allah’tan başka hiçbir şeye tapmama konusunda kararlılık göstermişlerdir. Bu kararlı tutum, onların samimi Müslümanlar olduklarının da bir delili niteliğindedir. Her şeyi kaderde en güzel şekilde Allah yaratır ve Allah dilemedikçe hiçbir güç müminlere bir zarar veremez. Kehf Ehli de bu gerçeği bildikleri için çok güzel bir tevekkül ve kararlılık örneği göstermişlerdir.

Bir insanın ibadetlerinde sürekli olması da istikrar açısından yine önemli bir örnektir. Kuran’daki “sarp yokuş” (Beled Suresi, 11) kavramı kararlılık ve istikrarın önemini açıklamaktadır.

Müminler Kararlılıkla İmtihan Olurlar

Müminlerin kararlılığı hayatları boyunca çeşitli şekillerde denenir. Örneğin Allah, müminleri eğitmek için geçici bir süre sıkıntı ve zorluk verebilir. Kuran’da bu durum şöyle açıklanır:

Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)

Kesin bir kararlılığa sahip olan mümin, kendisine isabet eden tüm bu zorluklara sabreder.

Nimet İçindeyken de Kararlılık Göstermek

Zorlukların yanı sıra ele geçen iyi imkanların da insan üzerinde gevşetici etkisi vardır. Rahatlık, çoğu kişinin heyecanının ve şevkinin azalmasına sebep olabilir. Ancak Allah’tan bir nimet geldiğinde şımarıklığa kapılmak ve O’ndan yüz çevirmek, iman etmeyen kimselerin özelliğidir. Kuran’da bu durum şu şekilde bildirilir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)

Oysa iman eden bir insan için böyle bir şey söz konusu değildir. Ellerine lüks, ihtişam, para, iktidar gibi ne denli iyi bir imkan geçerse geçsin, bu onların kararlılıklarını bozup gevşek bir yapıya bürünmelerine sebep olmaz. Çünkü mümin, tüm bunların Allah’tan gelen birer nimet olduğunun, bunları Allah yolunda kullanması gerektiğinin ve Allah’ın dilerse bunları geri alabileceğinin farkındadır.

Gevşeklik göstermeden, ciddi bir çaba göstermek, aşırılıklardan ve taşkınlıklardan kaçınmak, müminlerin kararlılık ve istikrarlarının göstergelerindendir.

Ahir Zaman Fitnelerine Karşı Müminler Kararlılık Göstermelidirler

Kıyametten önceki son dönem olan Ahir Zaman’da Mesih Deccal’in ortaya çıkıp insanları din ahlakından uzaklaştıracağı, yeryüzünde büyük kargaşaya ve zulme neden olacağı pek çok güvenilir hadisle bildirilmiştir.

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde; "Allah Hz. Adem’i yaratmış olduğu günden bu yana, Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır." (Medineli Allame Muhammed B. Resul El-Hüseyni el Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayıncılık, Genişletilmiş 8. Baskı, İstanbul, tarihsiz, s.225) sözleriyle Deccal’in fitnesinin büyüklüğüne dikkat çekmiş ve tüm insanları bu tehlikeye karşı uyarmıştır. Bir başka hadiste ise ’Allah’ın gönderdiği her peygamber, ümmetini Deccal ile uyardı’ (Sahih-i Buhari, Fiten 27) sözleriyle Deccal’in fitnesinin yalnızca Müslümanlar için değil tüm insanlar için büyük bir tehlike olduğuna işaret edilmiştir.

Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, Deccal’in insanları iyilikten uzaklaştırabilmek için her yola başvuracağı, çeşitli hile ve aldatmacalarla geniş kitleleri etkisi altına alacağı bildirilmektedir. Deccal bu amacına ulaşabilmek için iman etmeyen kitleler kadar iman sahibi insanları da aldatmaya çalışacaktır. Deccal’in, yaptığı telkinler ve kullandığı taktiklerle bir kısım zayıf imanlı insanları kandırmayı başaracağı ve bu yolla çevresine taraftar toplayacağı hadislerde şöyle bildirilmektedir:

Her kim Deccal’in çıktığını işitirse ondan uzaklaşsın. Allah’a yemin olsun ki kişi kendini mümin zannederek (kendine güven içerisinde) onun yanına gider ve Deccal’in şüphelendirmesiyle onu takip eder. (İmam-ı Ahmed. Ebu Davud. Hakim)(Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 99)

Deccal’in çıktığını işittiğinizde ondan kaçınız. Çünkü bir adam onu reddetmek niyetiyle yanına gelir, fakat ona tabi olup kalır. Zira Deccal ile beraber kalpleri vesveselendiren çok şeyler vardır. (Ebu Davud, Melahim: 14, Kıyamet Alametleri, İsmail Mutlu, s.82)

Ahir zamanda samimi iman sahibi Müslümanları bu tehlikeden uzak tutacak en önemli vasıfları kararlılıkları olacaktır. Kuran’ı ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetlerini rehber edinen müminler Allah’ın izniyle asla yanılmayacaklardır. Bu konuda kararlılık gösteren ve dikkatli olan müminler dünyada ve ahirette kurtuluşa ereceklerdir. Ve yine Allah’ın izniyle ahir zaman imanında kararlı olan müminlerin galip geldiği, onların vesilesiyle yeryüzünde güzel ahlakın, barış ve adaletin hakim olduğu kutlu bir dönem olacaktır.

Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #7
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
İnsanları tanımada en önemli rolü oynayan konulardan biri kişilerin konuşmalarıdır. Hayata bakış açısı, inançlar, fikir ve düşünceler sözlerle ifade edilir. İnsan, kalbinde hissettiklerini, zihninde sakladığı düşüncelerini, isteklerini, ideallerini ya da korkularını, ister istemez konuşmalarına yansıtır. Dolayısıyla bir insanın nasıl bir ruh haline, akla ve vicdana sahip olduğu, sarf ettiği sözlerden büyük ölçüde anlaşılır.

Konuşma Üslubu Nasıl Olmalıdır?

İnsanlar yaratılışları gereği, yumuşak bir tonda, başkalarını rahatsız etmeyen, incitici olmayan, alçak gönüllü bir üslupta yapılan sohbetlerden büyük bir zevk alırlar. İki tarafın fikirleri aynı doğrultuda olmasa dahi, uzlaşmacı ve saygılı bir üslupla yapılan sohbet daima olumlu bir etki uyandırır, kalbi teskin eder, kalıcı dostluklara zemin oluşturur. Yüce Rabbimiz'in Kuran ayetlerinde bildirdiği konuşma ve ahlak özellikleri samimi olarak uygulandığında ise, yapılan sohbet kalplerde çok daha güzel ve derin bir etki oluşturur.

Hikmete dayalı bu konuşma şeklini, Yüce Allah Kuran'da "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez." (Bakara Suresi, 269) ayeti ile belirtmiştir.

Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadis-i şeriflerinde bu konuya şu şekilde değinmiştir:

İbn-u Ömer Radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdular ki: "Allah'ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah'ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah'a en uzak olanı kalbi katı olanlardır (Tirmizi, Zühd 62, (2413). (5891) ."

Samimi Bir Üslupla Konuşmak

İnsanlar üzerinde en etkili olan konuşma şekillerinden biri samimi konuşmadır. İnsan fıtrat olarak, samimiyetten etkilenecek şekilde yaratılmıştır. Samimi konuşma; insanı, inanmadığı, desteklemediği ve hatta karşı çıktığı bir fikrin dahi haklı yönlerini görmeye ve dinlediklerini tarafsız bir biçimde değerlendirmeye yöneltir. Kişiyi samimi düşünmeye, samimi değerlendirmeye ve samimi konuşmaya teşvik eder. Samimi konuşan bir insanın en önemli özelliklerinden biri, konuşmalarına özel bir şekil vermeye çalışmadan, Allah'a sığınarak, samimi olmaya niyet ederek konuşmasıdır. Samimi konuşma ise, kişinin içindeki samimi duygularını, konuşmalarına aktarmasıdır.

Sohbet Adabı

İnsanların fikirleri, karşı tarafa olan sevgi ve saygıları en çok sohbetlerine yansır. Bu nedenle önemli olan, İslam ahlakının gereği olan sohbet adabına uygun davranışlarla, herkesin sohbetten istifade etmesini sağlamaktır.
Bilmişlikten kaçınmak

Sohbet ederken rahatsızlık verici ortamlar oluşturan davranışlardan biri bilmişlik yapmaktır. Bilmişlik yapmak; sürekli kendi doğrularını öne çıkararak, saygısız bir üslupla konuşmak olarak tanımlanabilir. Böyle bir üslupla konuşan insanlar, sandıklarının aksine karşı tarafta son derece itici bir izlenim uyandırırlar.

Başkalarına Da Konuşma Hakkı Vermek

Konuşan bir kişiyi sözünü kesmeden, nezaketle sonuna kadar dinlemek, söylediklerini anlamaya çalışmak Allah'ın rızasını kazandıracağı umulan güzel tavırlardandır. Bu tavır, konuşmacıya ve söylediklerine duyulan saygının bir göstergesidir. Ancak "baskın çıkacak şekilde, sürekli vurgulu bir tonda konuşanlar saygın, karakterli kişilerdir" mantığı da oldukça yanlıştır. Bilakis sesini yükselterek, başkasının sözünü kesen, yanındakilere konuşma hakkı tanımayan kişilerin bu davranışı, cehaletlerinin bir göstergesidir. Bir süre sonra yanındakilere konuşma hakkı vermeyen ve onları susturan bir kişiyle konuşmak, sohbetten çok eziyete dönüşebilir. O anda yanındakilerin susması ise, o kişiyi dinlediklerinin ve önemsediklerinin değil, genellikle artık bu aşamadan sonra ona katlandıklarının bir göstergesidir.

Uzmanlık gerektiren konularda, uzman bir kişinin konuşması tabi ki çok normaldir. Ancak şahsi kanaat ve fikir bildirilen konularda sohbete herkes katılmalı, herkes kendi fikrini belirtmelidir. Bu şekilde herkesin kanaati öğrenilir, kişiliği hakkında fikir edinme imkanı oluşur. "Benden az biliyor, o nedenle konuşmasın" ya da "Sadece bilenler konuşsun" şeklindeki düşünce şekilleri son derece yanlıştır. Belki bir kişi diğerine göre daha az şey biliyor olabilir, ama Allah'ın lutfettiği hikmet sayesinde olayların çok daha bilinmeyen, girift yönlerini fark etmiş olabilir. Konuya tüm detayları ile hakim olan kişi ise, belki detaylarda boğulmuş ve o konunun hikmetli yönlerini görememiş olabilir. Bu nedenlerle, sohbete katılan her kişinin kendi fikrini beyan etmesi, ortaya yeni fikirlerin ve farklı bakış açılarının çıkması açısından çok önemlidir.

Nefsini Ön Plana Çıkartacak Konuşmalardan Kaçınmak

Pek çok sohbet ortamında insanların konuşana kulak vermemeleri, birbirlerinin sözünü dinlememeleri, aynı anda tartışır şekilde konuşmaları alışılmış davranışlardır. Özellikle televizyonlardaki tartışma programlarında bunun örneklerine sıkça rastlanır. Her biri kendi dalında uzmanlaşmış kimseler bile kimi zaman nezaketten ve saygıdan tamamen uzak bir üslup sergileyebilmektedirler. Bu gibi kişiler, birbirlerinin anlattıklarından istifade etmek yerine, kibirli bir üslupla kendi sözlerini dinletip kabul ettirmeye çalışırlar.

Müslümanların ise kendilerini ön plana çıkarmak, öne geçip üste çıkmak, son sözü söylemek gibi nefsani amaçları yoktur. Bu nedenle üslupları itidalli ve sakindir. Kuran ahlakından kaynaklanan nezaket anlayışları gereği önceliği her zaman birbirlerine tanır, birbirlerinin anlattıklarından en iyi şekilde istifade etmeye çalışırlar.

Gereksiz Konuşmalardan Kaçınmak

Konuşmacı kimi zaman sırf bir konuda ne kadar derin bilgiye sahip olduğunu ortaya koyabilmek için, dinleyenlerin hiçbir şekilde işine yaramayacak pek çok gereksiz konuşma yapar. Kimi zaman da kısa birkaç cümleyle anlatabileceği bir konuyu, iki-üç saatlik bir konuşmanın içinde boğar. Bu gibi konuşmalar karşıdaki kişinin kalbinde istenen etkiyi uyandırmadığı gibi aynı zamanda da onu sıkar. Hiç kimse böyle insanları dinlemekten hoşlanmaz.

Lafı uzatarak karşı tarafta rahatsızlık oluşturmamak, bir sohbet sırasında çok dikkat edilmesi gereken hususların başında gelmektedir. Özellikle de tek bir kişinin sözü alıp, hiç durmaksızın konuşması, diğer kişilere söz vermeyerek sohbeti tek kişilik bir konferansa dönüştürmesi, Müslümanların samimi sohbet adaplarına uymayan bir davranıştır.

Oysa iman eden bir insan, bir konuyu olabilecek en açık ve anlaşılır, en özlü, etkileyici ve karşı tarafa fayda sağlayacak bir üslup ile anlatır. Konuşmada daima hikmetin esas olduğunu bilerek hareket eder.

Uzun Cümlelerden, Tekrarlardan Kaçınmak

Bunun yanı sıra, sohbet ederken çok uzun cümleler kurmak da karşı tarafı rahatsız eden tavırlardan biridir. Adabın, konuşma arasında bir boşluk bırakarak, karşı tarafın varsa fikrinin alınması şeklinde olması gerekir. Lafı alan kişinin de aynı şekilde cümleleri tekrarlamaktan kaçınması, uzun konuşmamaya dikkat etmesi önemlidir. Birisinin söylemek istediği bir sözü varken konuyu değiştirip konudan konuya geçmemesi, karşıdaki insanı onun yüzüne bakarak dinlemesi, vakti olmayan, gitmesi gereken birisini dinlemek zorunda bırakmaması gerekir.

İtidalli Bir Ses Tonu Kullanmak

Sohbet esnasında yapılan önemli bir başka hata da, kullanılan ses tonudur. Bazı kişiler kendilerini haklı göstermek, karşı tarafı yıldırmak, ikna etmek veya susturup üste çıkmak için bağırmaya yakın bir ses tonu ile konuşurlar. Oysa Müslümanların ses tonu itidallidir. Allah Kuran'da bu konuyu müminlere, Hz. Lokman'ın oğluna verdiği bir öğüdü bildirerek hatırlatmıştır:

Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 19)

Değerli İslam alimlerimizden Mehmet Zahid Kotku da eserlerinde bu konuya şu şekilde yer vermiştir:

"Kat'iyyen sert konuşma ve çok da konuşma, yüksek sesle hele hiç konuşma, gayet mülayim ve tatlı konuşmaya dikkat et'… (Zahit Kotku, Tasavvufi Ahlak, cilt 3, s. 66) "

Ölçülü, Nezaketli Ve Saygılı Bir Üslup Kullanmak

Müminler güzel ahlaklarının bir gereği olarak konuşmalarında son derece 'ölçülü ve saygılı bir üslup kullanırlar'. Karşılarındaki kişinin yaşı, kültür düzeyi, zeka ya da akıl seviyesi, zengin ya da fakir olması onların bu üslubunu değiştirmez. Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği "…Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayeti gereği örnek bir tevazuya sahip oldukları için, karşılarındaki kişilerin düşüncelerine değer verirler.

Din Ve Mukaddesatla İlgili Konuşurken


Sohbet sırasında titizlikle kaçınılması gereken en vahim hatalardan biri de din ve mukaddesat ile ilgili yapılan espriler, alaycı konuşmalardır. Eğer sohbet esnasında bir kişi bu şekilde bir konuşma yapıyorsa, o kişinin sözü hemen kesilmelidir, saygıya uygun olmayan bu esprinin yanlışlığı bu kişiye anlatılmalı, söz konusu kişi muhakkak uyarılmalıdır. Böyle bir espri ya da alaylı söz karşısında gülmek, aynı hataya ortak olmak anlamına geleceği için, tüm Müslümanlar böyle bir tavrı hemen protesto etmeli, duydukları rahatsızlığı çok açık ve kesin bir dille ifade etmelidirler. Allah Nisa Suresi'nde iman edenlere şu şekilde emretmektedir:

O, size Kitap'ta: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır. (Nisa Suresi, 140)

Din ve mukaddesat ile ilgili espriler yapmak, yine mukaddesata yönelik fıkraları aktararak münasebetsiz izahlarda bulunmak, cennet ve cehennem ile ilgili fıkralar anlatmak bir çeşit dinsizlik propagandasıdır. Ve tüm Müslümanlar da böyle bir hataya ortak olmaktan şiddetle sakınmalıdırlar. Allah Kuran ayetlerinde ancak iman etmeyen kişilerin din ve mukaddesat ile alay ettiklerini bildirmektedir:

Onlara sorarsan, andolsun: "Biz dalmış, oyalanıyorduk" derler. De ki: "Allah ile, O'nun ayetleriyle ve elçi-siyle mi alay ediyordunuz? " (Tevbe Suresi, 65)

İşte bu nedenle de Müslümanlar, kendileri böyle bir üsluptan titizlikle kaçındıkları gibi, bu yönde saygıya uygun olmayan bir üslup kullanıldığında da tavırlarını en açık şekilde göstermeli, rahatsızlıklarını dile getirmeli ve ilgili kişiyi samimiyetle uyarmalıdırlar. Çünkü Kuran ahlakına uygun olan davranış budur.

En Güzel Karşılığı Vermek

Müminler Kuran ahlakını, Allah'ın rızasını kazanabilmek için yaşarlar. Karşılarındaki insanları müstakil birer varlık olarak düşünüp, her birine ayrı bir tavır ile yaklaşacak olurlarsa, Kuran ahlakını gereği gibi yaşayamamış olacaklarını bilirler. Bu nedenle karşılaştıkları her insanın, Allah'ın dünya hayatında kendileri için yarattığı imtihanın bir parçası olduğunun bilincinde ve İslam ahlakını temsil etmenin şuuruyla hareket ederler. Her insanın sözüne en güzel şekilde karşılık vermeye çalışırlar. Kuran'da müminlerin uyması gereken bu ahlak şu şekilde bildirilmiştir:

Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)

Yüce Rabbimiz'in Kuran ayetleri ve Peygamberimiz (sav) aracılığıyla bildirdiği konuşma adabı, insanlara hem bu dünyada hem de ahirette sayısız güzellik kazandıracaktır. Bu durum Kuran ayetlerinde şu şekilde bildirilir:

"...Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler" (İbrahim Suresi, 24-25)

İnsanların birbirini tanıyıp dost olmalarında en önemli rolü oynayan konulardan biri sohbetleridir. Tevazulu ve saygılı bir üslupla yapılan sohbetler, hikmetli ve samimi konuşmalar insanlar üzerinde daima olumlu bir etki uyandırır. Yüce Rabbimiz'in Kuran ayetlerinde bildirdiği konuşma ve ahlak özellikleri samimi olarak uygulandığında ise sohbet kalplerde çok daha güzel bir etki oluşturur.
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #8
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
kuran ahlakina uygun olmayan bir tutum lakayt karakter trBüyük tehlikeler, felaketler, salgın hastalıklar, ölüm... Birçok insanı etkileyen, düşünmeye sevk eden bu gibi son derece ibret verici olaylar bile bazı kişilerin vicdanlarında ciddi bir etki uyandırmaz. İçlerinden bazıları için bunlar, sadece seyredilip geçilen birer haber ya da usulen söylenen birkaç beylik sözle üzerinde durulan birer konu niteliği taşır. Böylesine bir duyarsızlık içinde yaşayan kişi, çok önemli olaylar karşısında da gafletin sakinliği içinde olur; bunlardan hiç etkilenmeden, üzerlerinde düşünmeden geçebilir, günlük hayatına devam edebilir. Elbette olaylardan etkilenmekten kastedilen panik olmak, üzülmek, duygusallaşmak veya fevri tavırlar sergilemek değildir. Kastedilen, bazı kişilerin önemli olaylar karşısında bile lakayt tavırlarını devam ettirmeleri, bunlardan ibret almamaları ve kendi adlarına bir ders çıkarmamalarıdır.

Lakayt Olmayı Hayat Felsefesi Olarak Benimseyenler

Duyarsızlığı hayat felsefesi haline getiren insanların kendilerine ait, küçük bir dünyaları vardır. Bu dünyadaki herşey düşünmeme, sadece o anı yaşama üzerinedir. Adeta büyülenmişçesine yaşadıkları bu hayat şeklini derin düşünerek bozmak istemezler. Düşündüklerinde gerçekleri göreceklerini, Allah'tan korkacaklarını bildiklerinden, tümüyle umursuz ve duyarsız davranmayı tercih ederler. Örneğin birçok kişiye dünya hayatının geçiciliğini, Allah'ın varlığını ve ahiretin gerçekliğini hatırlatan bir ölüm olayı ya da bir kaza haberi bu insanlar için her gün onlarca-yüzlerce kişinin başına gelen sıradan bir olaydır. Olanlar üzerinde düşünmek, ölümün yakınlığını hatırlayarak Allah'tan sakınıp korkmak, tevbe etmek yerine beylik konuşmalar yaparak bu konular üzerinde hiç düşünmezler. Aksine tüm dikkatlerini günlük işlerine yoğunlaştırarak haberin üzerlerindeki etkisini azaltmaya çalışırlar. Oysa Allah Kuran'da bu tarz olayların, insanların öğüt almaları için olduğunu bildirir:

“Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.” (Tevbe Suresi, 126)

Dikkat edilecek olursa bu gibi kişilerin, konuşmalarında, genelde ölümden korkmadıklarını, ölümün de doğum gibi doğal bir olay olduğunu sıklıkla vurguladıkları görülecektir. Bu kişiler ölümün, insanların dünyada yaptıklarının sonsuza dek karşılığını alacakları ahiret hayatlarının bir başlangıcı olduğundan hiç bahsetmezler. Hep başkaları ölecek ve kendileri ölmeyip sonsuza kadar dünyada yaşayacaklarmış gibi bir ruh hali içindedirler. Bu kişiler boş sohbetler yapmaya devam ederek ölümün yakınlığını, Allah'a hesap verecekleri gerçeğini düşünmekten itinayla sakınırlar. Ölümle birlikte hiç kimse için tekrar dünyaya dönme ihtimali olmadığından, öldükten sonra dünyada yapılanlardan pişmanlık duyulsa bile artık bunun geri dönüş yolu olmadığından da hiç bahsetmezler. Allah bu duyarsızlığı yaşayan insanların içinde bulundukları derin gafleti; “İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar.” (Enbiya Suresi, 1-2) ayetleriyle bildirmektedir.

Yaşananlardan Öğüt Almasını Bilmek

Herşeye karşı lakayt bir tavır içinde olan insanlar, kendi başlarına gelen felaketlerde de Allah'a sığınmazlar. Allah'ın insanların üzerinde düşünmeleri, sakınıp korkmaları, Kendisi'ne yönelip dönmeleri için yarattığı yanardağ patlaması, deprem, sel, salgın hastalıklar gibi felaket niteliğindeki olaylar bile söz konusu kişilerin bu anlayışını değiştirmez. Allah Kuran’da bu konu ile ilgili olarak büyük bir deniz kazasından kurtulan insanların eski lakayt tavırlarına geri dönmelerini ibret vesilesi olarak bildirir. Allah'ın Kuran'da bildirdiğine göre denizin ortasında büyük bir fırtınaya yakalanmış, çaresizliği ve aczi derinden yaşayan insanlardan, Allah kendilerini kurtardıktan sonra daha karaya çıkar çıkmaz eski lakayt tavırlarına geri dönenler vardır. Bu gibi kişiler dünyevi hırslarına ve tutkularına, din ahlakından uzak yaşamlarına kaldıkları yerden devam edebilmektedirler. Kimsenin hatta kendilerinin bile nefislerine yardıma güçlerinin yetmediğini çok önemli bir dersle gördükleri halde yine Allah’ın sonsuz kudretini göz ardı ederek lakayt tutumlarını sürdürebilmektedirler.

Kuran’da bu gerçeğe çok sayıda ayet ile dikkat çekilir. Bu ayetlerden birinde Allah, "Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O'nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür." (İsra Suresi, 67) buyurur.

Bu şekilde her ne olursa olsun umursuzluğunu sürdüren insanlar için hemen herşey anlamsız ve değersizdir. Ciddi bir hastalık geçirmenin, başlarına büyük bir kaza veya bela gelmesinin pek bir önemi yok gibidir. Bu gibi olaylar karşısında, kendilerinden emin bir umursamazlık içinde olan insanların durumları hakkında Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır:

“Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi." (En'** Suresi, 43)

Bir tür gaflet içinde yaşayan bu insanlar, felaketleri, ölümleri, kazaları ve hastalıkları hayatın akışının bir gereği olarak değerlendirirler. Gerçekte ibret vesilesi olarak yaratılan olaylar bu kişilere göre, geçmiş zamanlarda nasıl yaşanmışsa bugün de aynı şekilde yaşanmakta olan "doğal" veya "kaçınılmaz" olan olaylardır. Oysa Kuran'da Allah bazı insanların sahip oldukları bu yanlış anlayışı haber vermekte ve onların, …"Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen da) refah ve genişlikler dokunmuştu" dediler... (A'raf Suresi, 95) ifadeleriyle ortaya koydukları sığ mantığı bildirmektedir. Ayetteki ifadeden açıkça anlaşıldığı gibi bu insanların ortak özelliği başlarına gelen olayları hafife almaları, bunların üzerinde düşünmek ve Allah'tan korkup sakınmak yerine duyarsız bir tavır takınmalarıdır. Ancak bu gibi lakayt tavırların hiçbiri onlara fayda sağlamayacaktır.

Herşey bir kader dahilinde yaratılır

Kazalar, hastalıklar, ölümler kısacası herşey ancak Allah'ın dilemesi ile meydana gelir. Hastalığa sebep olan her türlü virüs ya da mikrobu, kazalara neden olan bütün araçları, her yeri yok eden sel felaketlerini, kasırgaları Allah sebep olarak yaratır. Hiç kimsenin ne yaparsa yapsın bunları engellemesi ya da değiştirmesi mümkün değildir. Gerçek bu iken, hastalıkta rol alanın bir virüs, kazaya sebep olanın da acemi bir sürücü olduğunun düşünülmesi Allah'ın unutulmasına ve dolayısıyla da umursuz bir tutumun ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Allah yarattığı olaylarla insanların düşünerek Kendisi'ne yönelmelerini, korkup sakınmalarını ve ahiret yurdunu hatırlamalarını diler. Rabbimiz bir ayetinde bu gerçeği; “Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azaptan önce, yakın (dünyevi) azaptan da tattıracağız.” (Secde Suresi, 21) şeklinde bildirmektedir. Başka ayetlerde de Allah başlarına her ne gelirse gelsin ders almayan ve gaflet içinde yaşamaya devam eden insanların varlığına dikkat çekmektedir.

Lakayt İnsanlar Güzellikler Karşısında da Duyarsızdırlar

Lakayt insanlar yanlızca tehlikelere veya hayati önem taşıyan olaylara karşı değil, güzelliklere karşı da tepkisiz davranırlar. Güzellikleri övmemek, takdir etmemek, beğendiğini belli etmemek, sevgi göstermemek de duyarsızlığın başka bir yönüdür. Oysa bu, Allah korkusundan uzak bir görünüm veren, akıl ve vicdanla bağdaşmayan bir ahlaktır. Kendilerine bu konularda set çeken kişiler bir süre sonra Allah'ın yarattığı çeşit çeşit nimetleri ve güzellikleri görmemeye, sevgiden hoşlanmamaya, herşeye karşı duyarsız olmaya başlarlar. Sahip oldukları batıl felsefeleri onları büyük bir boşluğa, duyarsızlığa ve sevgisizliğe iter.

Sevgiye, merhamete, iyi, güzel ve yeni olan bir şeye karşı duyulan insani heyecan duygusunu kaybederler. Birçok insanı heyecanlandıran, neşelendiren ya da harekete geçiren olaylar bu kişiler üzerinde aynı etkiyi oluşturmaz. Olaylar karşısındaki aşırı tepkisiz ve sakin davranışlarıyla diğer insanlar arasında dikkat çekerler. Bu sakinlikleri hem ses tonlarında, hem konuşma tarzlarında hem de bakışlarında kendini gösterir. Kuran'da bu gibi kişiler için kullanılan “kalpleri her türlü duyarlılıktan yoksun olma” (Hac Suresi, 53) ifadesi onların ruh hallerini tanımlamaktadır.

Kalpleri katılaşan, vicdanlarını kullanmamaya alışmış olan bu kişiler farkında olarak ya da olmayarak kendilerine büyük bir kötülük yapmaktadırlar. Allah'ın, üzerlerindeki sayısız rahmetine karşılık olarak; verdiği nimetler için O’na şükretmek, O'nun rızasını kazanacak güzel işler yapmak, Kuran ahlakına uygun olarak yaşamak yerine tam tersi bir tutum sergileyerek vicdanlarını köreltmektedirler. Güzel ahlaklı, Allah'a boyun eğen, olaylardaki hikmetleri görerek O’nun derin rahmetine sığınan, şuurlu bir mümin karakteri yerine lakayt bir kişiliğe sahip olmayı tercih etmektedirler. Allah bu insanların vicdani durumlarını ayetinde “Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı...” (Bakara Suresi, 74) ayetiyle açıklar.

Müslümanların Tavrı

Kuran ahlakını yaşayan Müslümanlar ise son derece duyarlı bir vicdana sahiptirler. Herşeyin bir amaçla yaratıldığına, şahit oldukları her olayın hayır ve hikmetler taşıdığına inandıkları için etraflarında olanlara kayıtsız kalamazlar. Karşılaştıkları her olayın hikmetlerini görme ve anlama konusunda sürekli çaba gösterirler. Önemli olaylar karşısında olgun ve itidalli tepkilerinin yanı sıra son derece duyarlı ve insaniyetlidirler. Başlarına gelen en küçük bir olayda bile bunu Allah’ın bir hayır ve hikmetle yarattığını düşünür, Allah'a sığınıp O’ndan bağışlanma dilerler. Nitekim Allah Kuran'da Müslümanların bu teslimiyetli davranışını örnek olarak gösterir, rahmetinin ve bağışlayıcılığının onların üzerine olduğunu bildirir:

“Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 156-157)
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #9
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
kuran ahlakinda affetmenin onemi tr"Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O'dur." (Şura Suresi, 25) ayetinde de bildirildiği gibi, Allah (cc) affedicidir. Müminler de Allah'ın (c.c) beğendiği ahlaka uyan kişiler olarak, birinden kötülük gördüklerinde affetmeyi, kötülüğü iyilikle uzaklaştırmayı seçerler. Şüphesiz, bir kötülük karşısında sabrederek alttan almak, kötülük yapan kimseyi affederek intikam hırsına kapılmamak ve öfkeyi yenmek takva sahibi insanlara has bir özelliktir. Ve bu tavrın karşılığı Allah'ın (c.c) hoşnutluğu ve sevgisidir. Allah (c.c) bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirir:

“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah (c.c), iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran Suresi, 134)

Kötülüklere karşı iyilikle karşılık vererek affeden kişi, hem kendisi ve hem de çevresi için barış ve huzur dolu bir hayata vesile olur. Bu elbette ki, sürekli kin, nefret, düşmanlık ve intikam duygularının hakim olduğu zor bir hayatla karşılaştırılmayacak kadar kolay, huzurlu ve rahat bir yaşamdır. İnsan, ilk an kapıldığı öfke ve kin duygularından kurtulmak için belki kısa bir süre sabır ve çaba göstermek durumunda kalacaktır; ancak gösterdiği bu ahlak sonucunda, dostluk, sevgi, saygı ve barış dolu bir yaşam sürecektir. Yüce Allah (c.c) Kuran ayetlerinde müminlere şöyle bildirir:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz.” (Fussilet Suresi, 34-35)

Allah (c.c), güzel ahlakın karşılığında insanlara güzel ve kolay bir hayat sunar. Affedici olmayan bir insanın çevresinde, ona kin ve nefret güden insanlar bulunurken; affeden insanın dünyada bulduğu karşılık, huzurlu ve barış dolu bir hayat ve sıcak dostlardır. Ahirette ise gösterdiği bu güzel ahlakın karşılığını - Allah’ın (c.c) izni ile - en güzel şekilde alacaktır. Bir ayette şu şekilde bildirilir:

"Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler." (Tevbe Suresi, 21)
zegamemati - avatarı
zegamemati
Ziyaretçi
10 Ocak 2009       Mesaj #10
zegamemati - avatarı
Ziyaretçi
kuran ahlakinda istisare trKuran ahlakına göre, müminlerin her konuda birbirleriyle son derece dostane ve samimi bir şekilde bilgi alışverişinde bulunmaları, birbirlerine danışarak, diğer bir deyişle istişare ederek karar almaları esastır. İstişare konusuna, Şura Suresi'nin 38. ayetinde "namaz kılmak" ve "infak etmek" gibi iki ibadetin yanında yer verilmiştir:

"Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler."

Bu ayetin işaretiyle müminler, istişare konusuna da büyük hassasiyet göstermelidirler.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de, "Kim bir işe girişmek ister de, o hususta Müslüman biri ile müşavere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar." (Kütüb-i Sitte, 16. Cilt) buyurarak istişarenin önemini hatırlatmıştır.

İstişarenin asıl hikmeti ve öncelikli hedefi, müminlerin Allah rızası için toplu bir ibadeti yerine getirmeleridir. Başka bir ifadeyle, sadece doğru sonuca ulaşmak için değil, asıl olarak Allah rızası için bir ibadeti yerine getirmenin şuuruyla bir araya gelinmelidir. İstişarenin hikmetlerinin bilincinde olan müminlerin aldıkları toplu kararlar, Rabbimiz'in izniyle her zaman en hayırlı sonuçlara vesile olacaktır.

Fakat burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır; Müslümanlar bir konuda istişare ederken olumsuz olabilecek her türlü tavırdan kaçınmalıdırlar. Örneğin istişareye sunulan konuda kesin ve değişmez görülen fikirler varsa bu, istişarenin gereği gibi yapılmasını engelleyecektir. Bu durumda herkes kendi fikrinin kabul görmesini isteyecek, alternatif görüşleri -doğru bile olsa- dikkate almayacaktır. Samimi bir mümin ise karşısındakinin Allah'ın bir kulu olduğunu ve Allah'ın onun kalbine farklı farklı hayırlar ilham edebileceğini bilir ve bu bakış açısıyla Müslüman kardeşini can kulağıyla dinler.

İstişarede, fikirlerine alabildiğine sahiplenen ve onları korumaya çalışan, haklı çıkmaya ve her zaman son sözü söyleyen taraf olmaya çalışan kişiler tartışmacı üsluplarıyla gerginlik oluşmasına neden olabilirler. Bu nedenle Müslümanların bundan şiddetle kaçınmaları, istişare gibi güzel bir ibadeti geçersiz kılmamaya büyük özen göstermeleri gerekir.

İstişare, müminlerin güzel ahlaklarıyla birbirlerine örnek olabilecekleri ve destek sağlayabilecekleri son derece güzel bir ahlak özelliğidir. Dolayısıyla Müslümanlar bir konuda sohbet ve istişare ettiklerinde, sürekli olarak karşı tarafa fikirlerini anlatmak yerine, onun fikrini öğrenmeye ve ondan istifade etmeye çalışmalıdırlar. Bunun yanı sıra diğer müminlerin de fikrini almak; müminlerin o konuya başka açılardan bakmalarını, köklü çözümler üretmelerini ve en doğru karara varmalarını sağlayacaktır.

Unutmamak gerekir ki, İslam ahlakını yaşayan bir kimse bunu en çok davranış ve sözleriyle ortaya koyabilir. Akıl vermek yerine akıl almak; hep eleştiri yapmak yerine eleştiri kabul etmek; yermek yerine övmek; kusurları görmek yerine güzellikleri görmek daima esas kabul edilmelidir.

Müslümanlar olarak hepimizin büyük bir coşkuyla beklediği İslam dünyasının aydınlık geleceğinin Allah'ın izniyle bir an önce tesis edilmesi için, İslam ahlakının özünde olan ittifakın, birlik ve kardeşlik ruhunun pekiştirilmesi son derece önemlidir. Bunun temelini de müminlerin birbirlerinin fikirlerine önem verip saygı göstererek, istişare ile hareket etmeleri oluşturacaktır

Benzer Konular

11 Temmuz 2013 / Misafir Soru-Cevap
8 Ağustos 2011 / asla_asla_deme Kur'an-ı Kerim
4 Şubat 2011 / merdyen2 Kur'an-ı Kerim
27 Kasım 2013 / Cevaplayıcı Kur'an-ı Kerim
21 Mart 2009 / asla_asla_deme Kur'an-ı Kerim