Arama

Kur'an-ı Kerim Tefsiri

Güncelleme: 19 Eylül 2011 Gösterim: 29.324 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TEFSÎR
Tefsir kelimesi “fesere” veya tersinden bir okunuşla “sefere” kökünden gelmektedir.
Sponsorlu Bağlantılar
Lügatte, "beyan etmek, keşf etmek, izhar etmek ve üzeri kapalı bir şeyi açmak" anlamındadır. Istılahta ise, "Kur'an-ı Kerîmin manalarım keşfetmek ondaki müşkil ve garîp lafızlardan kastedilen şeyi beyan" etmek demektir. Ulümu’l-Kur'an eserlerinde tefsirin tarifinin zikredildiği yerlerde te'vil kelimesi de zikredilmiş ve bu iki kelimenin arasındaki fark zikredilmiştir.
Te'vil kelimesi “evele” kökünden gelen ve geri dönme anlamına gelen bir mastardır.
Istılahta ise : Görünürde birbirleriyle uyumlu iki ihtimalden birine manayı yöneltmektir.
Yani: "Ayete, muhtemel manalardan birini vermektir."
Tefsir ve Te'vil kelimeleri Kur'an-ı Kerîm'de “Tef’il” kalıbında zikredilmektedir. Tefsir kelimesi Kuran’da yalnız bir defa Furkan suresinin 33. ayetinde, te'vil ise 15 ayette geçmektedir.
Kuran’ı Kerîm araştırmalarını, birçok değişik bilim dalları ışığı altında ele almamız mümkündür. Ancak bu araştırmaları genel olarak iki ana noktada toplayabiliriz. Bunlar "dil ve edebiyat (filoloji)" ile "fikir-yorumlama" açısından yapılan çalışmalardır.
Kur'an edebiyat yönüyle olduğu kadar, akîdevî yönüyle de aynı öneme sahiptir. Kuran’ın eşsiz bir edebiyat şaheseri olması, bu konuda araştırma yapacak olanların, Arap Dili ve Edebiyatım tüm filolojik özellikleriyle öğrenmesi gerekmektedir.
Fikir açısından araştırma yapacakların ise Arap dilinin tüm özelliklerim bilmek gibi bir zorunluluğu yoktur. Dili Arapça olmayan bir ülkede yaşayan herhangi bir fikir adamı, kendi diline çevrilmiş sağlıklı tercümeler ve diğer başka dokümanlar yardımıyla seçtiği konu üzerinde araştırma yapma imkanı vardır.
İslam’ın insanlık ufkuna doğmasıyla başlayan Kur 'an araştırmaları, günümüze kadar büyük gayretlerle süregelmiştir. Bu konuda geçmiş ulemanın yapmış olduğu ufuk açıcı çalışmalarım takdir etmemek mümkün değildir.
Ancak senelerdir İslamî araştırmalar, dil, iletişim, Müslüman ülkelerin basından geçen sosyal, siyasal ve benzeri nedenlerden, dünya literatüründe gerçek yerini bulamamış, meydan, batılı müsteşriklere kalmıştır. Onlar ise bu meydanda kendi ölçülerini kullanarak bazen kasıtlı bazen de bilgi eksikliği sebebiyle inançlarımız açısından hatalı eserler ortaya koymuşlar ve bu sahada otorite gibi gözükmüşlerdir.
Batı dillerine İngilizce, Almanca ve Fransızca'ya çevirdikleri Kur'an tercümelerini kendi yorumlarıyla halka sunmuşlardır. Bu çalışmalar yalnız Kur' an tercümeleriyle kalmamış, Kur'an ilimleriyle de alakalı bir çok çalışmalar yapılmıştır. Bunların en önemlileri, E.Montet, Blachere, Nöldeke, Gold Ziher, Rudi Paret gibi müelliflerdir. Ancak İslam dünyasının 1900'lü yıllarda başlayan ve ilk tohumları Muhammed Abduh tarafından atılan, tefsirde yeni metot uygulamalarıyla konum yavaş yavaş değişmiş, İslamî tefsir araştırmacıları yeniden dünya bilim sahasında yerini almaya başlamışlardır. Zamanla müsteşriklerin eserleri incelenmiş, yapılan yanlışlar ortaya çıkarılmıştır.

Tefsir İlminin tarihsel süreci, başlangıç ve metotları

İslamî ilimler genel olarak üç ana guruba ayrılır. Bunlar, Kur'an, Hadis ve Fıkıh ilimleridir. Bunlardan Kur'an ilmini iki yönden incelemek mümkündür:
  • Kıraat
  • Tefsir
Bu iki bölümün her biri de bir çok bölümlere ayrılmıştır.
Tefsir ilminin başlangıcına bakacak olursak, ilk tefsir hareketi Kuran’ın kendi kendini tefsir etmesiyle başlamıştır. Zira Kuran’da bir yerde mücmel olarak zikredilen bir mana, başka bir yerde geniş bir şekilde zikredilmiştir. Bir yerde "Müphem" olarak gözüken bir ayet başka bir yerde açıklığa kavuşturulmuştur.Kuran’ın Kur'an la tefsirinin pek çok misalinden biri İhlas süresindeki “es-samed” lafzının, hemen akabinde gelen (lem yelid ve lem yüled....) ayetlerle tefsir edilmesidir.
Şahıs olarak Kur'an-ı Kerîmi tefsir eden ilk müfessir, Hz Peygamber (s.a.v.) dir. Bu olayı bizzat kendisi şu ifade ile tespit etmiştir. “Bana kitapla beraber benzeri (olan Sünnet) de verildi.”
Kur'an-ı Kerîmde, Peygamber efendimiz (s.a.v.), Kuran’ı tebliğ ve açıklamakla görevlendirilmiştir. "Ey Resul sana indirileni tebliğ et". Diğer bir ayette ise "Biz sana Zikri (Kuran’ı) insanlara beyan edesin (açıklayasın) diye indirdik" buyrulmuştur.
Bu emirlerden yola çıkarak, Kuran’ı tefsir etmede en büyük salahiyet ve yeterliliğin Hz. Peygamber (s.a.v.)'e verildiği ortaya çıkmaktadır. Buna göre, Kuran’ın tefsirinde, Sünnet, bir gereksinim olarak ortaya çıkmaktadır. Bu konuda Sünnet'e o kadar önem verilmiştir ki, Yahya b. Ebî Kesir; "Sünnet, Kuran’a kadî (hükmeden) dir. Kitap ise Sünnet'e kadî değildir," şeklinde konunun önemim anlatan ilginç bir söz sarf etmiştir. Bu söz, Ahmed b. Hanbel'e söylendiğinde "Bunu söylemeye cesaret edemem, fakat Sünnet, Kitabı tefsir ve tebyin eder, derim" demiştir.
Bundan sonraki aşamada tefsir sahasında sahabeleri görmekteyiz. Sahabenin Kur'an ayetlerim tefsir etmesi, Kuran’ın Kuran’la, Kuran’ın sünnetle tefsirinden sonra çok önemli bir yer tutmaktadır. Sahabenin saf iman ve itikadı, sıkıntılarının çözümlerim Kuran’da aramaları, Kuran’ın iniş olaylarına tanık olmaları, onları tefsir alanında haklı olarak sonraki nesiller için örnek hale getirmiştir.
Sahabelerden başta dört halife olmak üzere İbni Abbas, İbni Mes’ud, Übeyy b. Ka'b gibi ilimde şöhret bulmuş sahabeler, Peygamberin sünnetiyle, sünnette bulamazlarsa ilmi melekelerinin verdiği içtihatlarla tefsir yapmışlardır. Sahabe döneminde Kur'an'ın tümü tefsir edilmemiş ve tefsir ilmi, hadis ilmi içinde bir bölüm olarak yerini almıştır.
Tabiin de, tefsirde sahabenin metoduna yakın bir metot takip etmiş, onlar da Kuran’ı Kuran’la, sahabe vasıtasıyla Peygamberden kendilerine ulaşan rivayetlerle, bazen de Ehl-i Kitab'ın semavî kitaplarında geçen fakat Kuran’la çelişmeyen bilgilerle veya bizzat kendi içtihatlarıyla tefsir yapmışlardır. Tabiin döneminde tefsir kitaplarının yazılmaya başladığı rivayet edilmektedir. Bir rivayete göre, Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervan, Tabiinden olan Saîd b.Cübeyr 'den (ö.95/ 713) bir Kur'an tefsiri yazmasını istemiş, o da bunu yazıp, halifeye göndermiştir.
Kuran’ın tamamına ait tefsir çalışmaları ise. Hicri III. Asrın sonlarında başlamış sonuna doğru Taberî ile tekamüle ulaşmıştır. Bu manada ilk tefsir yazan kimsenin Meani'l- Kur'an adlı tefsiri ile el- Ferra (0.207) olduğu söylenmektedir.
Gerek dirayet, gerek rivayet açısından tefsir, Mevdi'î (Konumlu) ve Mevdüî (Konulu ) olmak üzere iki ana metotla günümüze kadar gelmiştir.
Burada konu edilen "Mevdiî Tefsir"den maksat, Kur'an ayetlerini mushafta dizildiği (konumlandırıldığı) şekliyle süre süre, ayet ayet tefsir etmektir.
Bu tip tefsir de
iki ana kısma ayrılmaktadır:
1- Tahlilli Tefsir
2- İcmali Tefsir
Tahlilli Tefsir kendi bünyesinde şu kısımlara ayrılmıştır:
1- Fıkhî Tefsir
2- Felsefî Tefsir
3- Tasavvufi Tefsir
4- Edebî ve Sosyolojik Tefsir
5- Bilimsel Tefsir
Tefsirde konulu tefsir metodu
Tefsirin iki temel yönteminden biri olan konulu tefsir çalışmaları, tezimizle direk bağlantılı olması bakımından ayrı bir başlık altında ele almayı daha uygun bulduk. Kuran’ın ilk vahy ile son inen ayet arasında uzun bir süre vardır.Yirmi küsur sene zarfında Kur'an ayetleri değişik konumlarda; bazen bir suale cevap olma, bazen bir ahlak kuralını tespit etme, bazen de uygun olmayan davranışları yasaklama aşamasında peyderpey iniyordu. Kuran’ın temel özelliklerinden biri olan "Tedrîcilik-Kademe anlayışı", aynı konudaki ayetlerin değişik zamanlarda inmesini gerektiriyordu. Böylece Kuran’da bir konuyla bağlantılı olan ayetler, peş peşe değil de değişik sürelere dağılmıştır.
Daha önce yapılan tefsirlerde "Kur'an Tertibi" gözetildiği için konulu tefsir çalışmaları ancak günümüzde sistematik bir hale gelerek üzerinde ciddi çalışmalar yapılmıştır. Günümüz alimleri konulu tefsiri "Mana veya gayede birleşen Kur'an konularım, dağınık yerlerden toplayarak manalarım açıklamak ve bağlantılarım kurmak için yapılan araştırmalar" şeklinde tanımlarlar.

Konulu tesfirin gelişimi
Konulu tefsiri, sistematik olmasa da kullanım olarak Peygamber Efendimiz (a. s) dönemine kadar götürmek mümkündür. Zira Kuran’ın Kuran’la tefsir edilmesi, aynı zamanda o konuda başka bir ayetle tefsir etme işidir. Mesela, Peygamber (s.a.v.)'in bir ayette geçen " Zulüm" kelimesini başka bir ayette geçen " Şirk" ile açıklaması gibi. Daha sonraki asırlarda yapılan Kur'an çalışmalarını, konulu tefsir çalışmalarının genel kısmından kabul ettiğimizde, el-Cassas'ın (ö.370/981)"Ahkamu'l-Kur'an"ını ve İbn Kayyîm (ö.751)'in "Aksamu'l Kur'an"ını da bunlardan saymak mümkündür.
Yakın tarihte konulu tefsir çalışmaları, edebî tefsir çalışmalarıyla bir arada yapıla gelmiştir.
Konulu tefsir, 19. yy. Sonlarında Muhammed Abduh'un (ö.1905) çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. Abduh, Kuran’ın 30. cüzüne bir tefsir yazmış, bu çalışmasında bir çok özelliğin yanında konu bütünlüğü üzerinde durmuştur. Aynı metodu Abduh'dan sonra Seyyit Kutup (ö.1966), Emin el-'Hulî, Aişe Abdurrahman, Şevki Dayf, Muhammed Halefüllah Ahmet takip etmiştir. Seyyit Kutup, bu çalışmalarını, "Fi Zilali'l-Kur'an" ve "Meşahidu'l Kıyame fil-Ku'ran" adlı eserlerinde ortaya koymuştur.
Emin el-'Hulî ve talebesi Aişe Abdurrahman, çalışmalarını daha çok üniversitelerde akademik düzeyde yaptıkları derslerde ve konferanslarda ortaya koymuşlardır. Aişe Abdurrahman, " et-Tefsiru'l-Beyani li'l-Kur'ani'l Kerîm" adlı çalışmasında kısa süreler üzerinde durmuştur. Muhammed Halefüllah'ın da, " Ra'd Süresi" üzerine çalışması bulunmaktadır. Dr. Şevki Dayf ise, Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde yapmış olduğu çalışmalarla bu metodu sürdürmüş, "Rahman" ve diğer kısa süreler üzerinde çalışmalar yapmıştır.
Konulu tefsirin İslam ülkelerinde akademik düzeyde ele alınması 1960'lı yıllara rastlamaktadır. Muhammed Yusuf Hicaz, Doktora tezini 1968 yılında "el-Vahdetu'l-Mevdu'iyye fı'1-Kur'ani'l-Kerîm" adı altında bu konuda yapmıştır.
Ezber Üniversitesi Usulü' d-Din Fakültesi Hocalarından, Ahmet Seyyit el-Kumî, Abdulhay Fermavi ve diğer alimlerin gayretleriyle 1978 yılında Konulu Tefsir, ders müfredatı içine alınarak resmi bir nitelik kazanmıştır. Bu konuda değişik çalışmalar halen sürmektedir.

Konulu tesfirde araştırma metotları
Konulu tefsirde araştırma metotları, günümüze kadar tamamen yerine oturmuş değildir. Bu konuda çalışma yapanlar tarafından değişik görüşler ileri sürülmüştür. Konulu tefsirin öncülerinden sayılan Fermavî, konu ile ilgili iki genel çerçeve çizmiştir.
1- Kuran’da herhangi bir süre ele alındığında o sürenin enine boyuna incelenmesi, sürenin temel gayesi, sürede özel olarak ele alınan konular ve bu konuların birbiriyle bağlantısının kurulması.
2- Konunun kavramsal olarak araştırılması. Mesela, Kuran’da cihad kavramı ele alınıp bu kavramın tüm yönleriyle incelenmesi gibi. Fermavî, "Konulu Tefsir" denildiğinde ikinci kısmın yani kavramsal tefsirin anlaşılması gerektiğini ifade eder.

"El-Medhal ile't-TefsirTl-Mevdüî" adlı çalışmasıyla bu konuyu ele alan Abdus-Settar'a göre, konulu tefsir iki bölüme ayrılmıştır:


a-
Genel Konulu Tefsir: Bu gurubun altına, "işlenen konular farklı olsa da gayede birleşen" çalışmaları koymuştur. Mesela seçilen konunun Kuran'da bir aslı vardır. Ancak bu konuyu işlerken çok değişik konular da işlenmektedir. Bu bölüme misal olarak, eski alimlerin Ulumu'l-Kur'an çalışmalarından Cessas'ın (370/981) Ahkamu'l- Kur'an'ı, İbni Kayyim'ın (0.751) et-Tibyan fi Aksamil-Kur'an'ı ve benzerlerini misal vermiştir. Fermavî "Süre Tefsiri" çalışmalarını bu gruba sokar ve bu tip çalışmaların gerçek manada konulu tefsir çalışmaları grubuna girmediğini savunur.

b-
Özel Konulu Tefsir: Bu tür çalışmalarda konuların ve gayenin birleşmesinin gerekli olduğunu ve aralarındaki bağlantıların birbirine çok yakın olması gerektiğini söyler ve özel konulu tefsir çalışmalarını üç gurupta mütalaa eder:

1- Vecîz (Kısa çalışmalar): Bu çalışmada müfessir, konferans veya ders vermek ya da T.V, Radyo konuşması için değişik ayetler seçerek konuyu derine inmeden irdeler.
2- Vasît ( Orta düzeyde çalışmalar): Bu tür çalışmada herhangi bir süreden yahut Kuran’ın tümünden bir kavram seçilir ve onun üzerinde çalışılır.Araştırma neticesinde çıkan ayetlerden seçim yapılarak kavram ifade edilir.
3- Basît ( Geniş kapsamlı çalışmalar): Bu tür çalışmalarda ise kavram hakkında kapsamlı bir araştırma yapılır. Akademik düzeyde yapılan çalışmalarda bu tercih edilir. Fermavî, bu tür bir çalışmanın gerçekleşebilmesinin pek çok şarta bağlı olduğunu ilave ederek bunları detaylarıyla anlatır.
Konulu tefsir gurubuna giren süre tefsiri çalışmaları, günümüz dünyasında akademik tefsir çalışmaları yapanlar arasında da gayet yaygındır. Zira günümüzde ihtisaslaşma ve branşlaşma çok yaygın bir hale gelmiştir. Bunda da en büyük etken günümüz çalışmalarının külden cüze yani tümden tekile doğru yoğunlaştırılmış olmasıdır.
Günümüzde ilahiyat ve diğer ilimleri tahsil edenler, bir branşın tüm ilimlerim bir arada okumaktansa, bunları bölümlere ayırma ihtiyacını duymuşlardır, İlahiyat gurubunda bulunan Tefsir, Hadis, Fıkıh, Arap dili, Felsefe vb. bir arada değil de ayrı ayrı bilim dalları altında ele alınmaktadır. Bu branşlaşma olgusu, her bir bilim dalında tekrar kendisini göstermektedir. Örneğin her hangi bir ana bilim dalı altında çalışma yapan akademisyenlerden her birinin kendine göre tekrar ayrı bir sahada yoğunlaştığını görmekteyiz.
Günümüzde pek yaygın bir hale gelen branşlaşmanın, eleştirildiğini de görmekteyiz. Bu eleştirilerde temel nokta, kişilerin branş olarak seçtikleri bilim dalıyla uğraşırken bütün olan ilim dalındaki bilgiden yoksun kalmaları iddiasıdır. Günümüzde bu olay, akademisyenleri zaman zaman fikir tembelliğine itmiştir. Kişi kendi branşının dışında bir kitap okumuyor, konferanslara katılmıyor ve bu ilgisizliğinin nedenini de "branşı olmamasına" bağlıyor. Ortaya çıkan branş haricine ilgisizlik, onu genel kültürden yoksun bırakarak branşında, hatta konusunda bir kıskaç arasına alıp kısır kalmasına neden oluyor. Ancak günümüz çalışmalarında dünya bilim otoriteleri tarafından revaç bulan ve tatbik edilen branşlaşma çalışmaları, bu gibi eleştirilere çözüm getirmekte ve ihtisasın meyvelerini insanlara sunmaktadır. Zira gelişmiş ülkelerde eğitim, başlangıcından itibaren hem genel çerçevede hem de branşlaşmaya yönelik bir arada verilmektedir. Eğitim seviyesinin yüksek olması, genel kültür alanında da doyurucu bilgiye sahip olmasını sağlamaktadır. Her şeyin ötesinde yeterli derecede eğitim imkanlarının bulunması, fikir ve bilim adamının revaçta olması, bilime yönelmeyi yaygınlaştırmakta ve genel bilgi sahasında derinlemesine yapılan çalışmalarla insanlık tarihine çok bakir, el uzanmamış bilgiler sunmaktadır. Bu tip çalışmaların bir yaran da, geçmiş bilim adamlarının emek sarf ederek yazmış oldukları bilgilerin topluma sunulması, elde edilmesi anlamına gelmektedir.

Konulu tesfir çalışmalarının faydaları ve buna duyulan ihtiyaç
Tefsir çalışmaları içinde çok özel bir konuma sahip olan " Konulu tefsir " araştırmaları günümüz insaninin ihtiyacına paralel olarak ortaya çıkmıştır.
Konulu Tefsir gurubunun içinde yer alan "Süre Tefsiri" çalışmaları, geçtiğimiz asırlarda günümüz anlamında bir hedef taşımadığı için, o zamanın ihtiyaçlarına göre düzenleniyordu. Aslında o zamanın ihtiyaçları, tüm kitapların da yazılımı için gerekli olan klasik unsurlardı. Süre tefsiri veya başka bir kitap yazan kişi, tevazu göstererek kitabın basında giriş yapmadan besmele ve hamdeleden sonra hemen kitaba başlıyor, veya talebeler kendisinden o konuda yazmasını istiyor, yazar da o ısrarlara binaen kitabı yazıyordu. Bazen de yazılan süre tefsirlerinde, sürenin fazileti hakkındaki rivayetler teşvik edici bir sebep oluyordu. Ayrıca sohbet ve vaaz hazırlamak da nedenlerden biri olarak sayılabilir.
Günümüze gelindiğinde yönlendirici nedenler ve ihtiyaç araçları değişmiştir. Bir konuda yoğunlaşmanın çok yaygın olduğu günümüzde konulu tefsire ve buna bağlı olarak süre tefsirine duyulan ihtiyaç ve faydalar, artmaktadır.
Bu ihtiyaç ve faydaları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
1- Bilim dünyasına yeni araştırma metotlarının girmesi, en büyük etken olmaktadır. Zira, günümüz kitap te'lifinde bir konu etrafında, bölüm, bab, alt başlıklar vb.. ayrımlar hakim durumdadır. Bu tip çalışmalarda hedefe ulaşmak kolay olacak, aynı zamanda okuyucu tatminkar bilgiye sahip olacaktır.
2- Bir konu etrafında çalışılmakla elde edilen sonuçlar, Kuran’ın bir kavramı nasıl enine boyuna incelediği ve insanlığa eksiksiz olarak nasıl sunduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
3- Kuran’da değişik yerlerde zikredilen, aynı konu ve aynı kavram etrafında dönen ayetlerin birbiriyle irtibatı sağlanarak konu bütünlüğünün ortaya çıkması sağlanmaktadır.
4- Özellikle müsteşrikler tarafından ortaya atılan "Kur'an 'da çok sayıda ayet tekrarı vardır" iddiası, bu tip çalışmalarla çürütülmektedir.
5- Ele alınan konunun tafsilatıyla incelenmesi sonucunda, Nasih- Mensüh, Esbab-ı Nüzul ve benzeri konuların ele alınması ile Kur'an kültürünün zenginliği ortaya çıkmaktadır.
6- Kavramsal konulu tefsir çalışmalarıyla İslam kültürünün dayanak noktaları daha iyi anlaşılmaktadır.
7- Kuran’da geçen herhangi bir kavramın işlenmesi sonucunda bu konuda değişik yorumlar- ihtilaflar çözüme ulaşmakta ve ortak bir tanım etrafında fikir birliği sağlanabilmektedir.
8- Kur'an merkezli bir kavram, yine Kur'an ayetleri desteğiyle geniş bir yelpazede insanlara sunma imkanı olacaktır.
9- İslam araştırmacılarının çağın şartlarına uygun bir metot geliştirmesi ile insanlığa daha kolay ulaşmanın avantajı yakalanacaktır.
Sahasında yeni yeni olgunlaşmaya başlayan konulu tefsir çalışmaları özellikle bu sahada çalışma yapan akademisyenlerin gayretleriyle yeni ufuklar açmaya devam edecektir.


Kaynak:
kubacami.org


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Müfessir için gereken akademik şartlar

Sponsorlu Bağlantılar
Kuran’ı Kerîmi tefsir etmeye aday müfessirler için akademik platformda iki ana başlık göze çarpmaktadır.
1- Hazırlanma ve yoğunlaşma dönemi
2- Pratik ve aktarma dönemi
A- Hazırlanma ve yoğunlaşma dönemi
Hazırlanma ve yoğunlaşma dönemine ait şartları şöyle sıralamak mümkündür:

a- Akîde ve Ahlak, Yönünden Hazırlanma ve Yoğunlaşma:

Bu konumda kişi, sahih bir itikat üzerine yetişip İslamî emir ve yasaklara uygun bir yaşantı seçmeli ve öğrendiklerini amel sahasında değerlendirmelidir. Nitekim Sahabei Kiram ezberledikleri 10 ayetle amel etmedikçe diğer ayetlere geçmezlerdi. Bu yaşantı biçiminin gerçekleşmesi şöyle olmalıdır.
1- Müfessir bid'atlardan kesinlikle kaçınmalı, ancak bu titizliği, onu yeni yorumlara açılmaya engel teşkil etmemelidir.
2- Arzu ve heveslerine uygun bir yaşantıya sahip, ayetleri kendi fikirleri doğrultusunda yorumlayan ve gerisini yok sayan inkarcı bir tip olmamalıdır.
3- Maksadı doğru, gayesi doğru olmalı, yaptığı işlerde her zaman Allah'ın rızasını ön planda tutmalı; "Bizim uğrumuzda uğraş verenleri, biz elbette yollarımıza iletiriz" ayetinin ifadesine uygun çalışma sergilemeyi kendisine gaye edinmelidir.
Müfessir, maksadın doğruluğuna olan samimiyeti elde etmek için dünyayı, gaye olmaktan çıkarıp iyi amellere ve ahirete hazırlığa vesile olarak kullanmalıdır. Bu takdirde kendisine Vehbi ilmin verilmesi ümit edilir.
Suyüti el- İtkan'da müfessirin " İlmi Mevhübe" ye (yani Ledunnî ilmine) de sahip olmasının gerektiğini söyler ve şöyle devam eder:
"Belki de sen îlmi Mevhübe yi zor zannediyor, böyle bir şeyi elde etmek insan kapasitesinin üstünde olduğunu tasarlıyorsun. Durum senin düşündüğün gibi değildir. Zira onu elde etmek, züht ve iyi ameller işlemekledir. Kalbinde bidat, kibir, boş arzular, dünya sevgisi olanlara vahyin manaları verilmez."

Sonra iddiasına delil olarak; "Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım." ayetini getirir ve Süfyan b.'Uyeyne'nin "Ayetlerimden uzaklaştıracağım" ayeti için yaptığı “Onlardan Kuran’ı Kerîmi anlama melekesini soyup alacağım" yorumunu kaydeder."

b- Öğrenim ve Kültür Yönünden Hazırlanma ve Yoğunlaşma:

Müfessir adayı olan kimse, öğrenim ve kültür sahibi olmak için elinden gelen gayreti göstermek zorundadır. Bu birikime ulaşmakta iki merhalede mümkündür.

1- Hazırlık dönemi:
Bu dönem daha ziyade küçük yaşlarda başlatılan eğitimle mümkündür. Bu ilk eğitiminde;

a- Kuran’ın tümünü, -gerek kıraat gerekse tecvîd yönünden kusursuz bir okuyuşla öğrenecek ve ehliyetli öğreticiler tarafından ezberletilecektir. Zira bu ilim ileride gerek tefsir açısından gerekse önüne gelen değişik okunuşlardan seçim yapmada kendisine yardımcı olacaktır.
b- Hadis koleksiyonundan, özellikle Kur'an ayetlerinin tefsiriyle bağlantılı olan sahih hadisleri tanımalıdır.
c- Değişik bilim dallarından özet bilgileri elde etmelidir.

2- Akademik yoğunlaşma dönemi:
Bu dönemde özelde, Kuran’la bağlantılı olan ilimlerin tümünü, genelde yaşadığı dönemde revaç bulan ilimleri zeka ve kapasite durumuna göre elde etmeli ve bu ilimlerde yoğunlaşmaya çalışmalarıdır. Müfessir, çok değişik bilim dallarında ve kültürlerde yaygın bir bilgi sahibi olmak zorundadır. Zira Kuran’ın evrenselliği ve tebliğin geniş kitlelere yayılmasının gerekliliği, bu tür yoğun öğrenimi gerekli kılmaktadır.

Müfessir adayının özellikle yoğunlaşacağı ilimleri şöyle sıralayabiliriz.
a- Arap Dili ve Edebiyatı, (iştikak, lügat, sarf, nahv, meanî, beyan, bedi')
b- Dîni ilimler, bunlar; tevhîd, fıkıh, fıkıh usulü, rivayet ve dirayeti içeren
hadis ilmi. Kur'an kültürüyle bağlantılı tüm ilimler ; kıssalar, dahîl, nüzul sebepleri, muhkem ve müteşabih, nesh, i'cazu'l- Kur'an, müşkilü'l-Kur'an, Peygamber (s.a.v.)'in ve ashabının hayatım anlatan siyer ilmi.
c- Tefsir kaynaklarını ve yazarlarının tefsir metotlarını, yaşadığı zamanın müfessirlerini ve metotlarını, dünya çapında şöhret bulmuş müsteşriklerin tefsirle bağlantılı eserlerim, metotlarım ve gayelerim, mümkünse orijinal dilinden, değilse sağlam tercüme eserlerden yararlanarak bu konuyla ilgili tüm dünyada yapılan çalışmaları ve literatürü takip etmeye gayret etmelidir.
d- Felsefe, mantık, sosyoloji, tarih, jeoloji, tıp, astroloji, matematik ilimleri yeteri kadar tahsil edilmelidir.
Yukarıda bahsedilen ilimleri tüm tafsilatıyla elde etmek ilk etapta dıştan bakan bir kimseye, ulaşılması çok güç gibi gelebilir. Ne var ki, bu sayılan ilimler bir anda elde edilmesi gereken ilimler değildir. Şayet bu konuda bir eğitim programı çizelgesi düzenlenme imkanı olsa bunları elde etmemizin çok da zor bir şey olmadığı ortaya çıkacaktır. Kaldı ki adı geçen ilimlerin hepsi aynı seviyede elde edilmesi gerekmemektedir. Bunların içinden Kuran’la doğrudan bağlantılı ilimler çok ciddi biçimde öğrenilecek, yoğunlaşılacak, diğer ilimler için ise daha alt seviyede bir eğitim ve öğrenim uygulanacaktır.

Burada akla şöyle bir soru gelmektedir:
"Kuran’la direk bağlantılı ilimlerin tümünü derinlemesine öğrenmek, Yoğunlaşma olayını kaldırmayacak mıdır?" Yani İslamî manada akademik müfessirin alanı yukarıda zikredilen ilimlerden hangisi olacaktır. Nahivde mi, Sarfda mı, yoksa diğer ilimlerden birisinde mi uzman olacaktır? Yoğunlaşma neye göre değerlendirilecektir?
Buna şöyle cevap vermemiz mümkündür. Müfessir dediğimiz, tefsir ilminde uzman ve bu alanda yoğunlaşmış kişidir. Bunun yanında tefsirle direk bağlantılı olan ilimlerden herhangi birinde kişi isterse özel olarak yoğunlaşabilir. Mesela: Tarihçi olabilir ancak o kişiye yalnız o dalda yoğunlaştığı için müfessir dememiz mümkün değildir.


B- Pratiğe dökme ve aktarma dönemi

Bu dönem, müfessir adayının daha önce almış olduğu yeterli eğitimini pratiğe dökme dönemidir. Bu dönemde müfessir aşağıda sıralanacak sahalarda veya daha değişik alanlarda çalışmalar yaparak tefsir alanında yüklendiği misyonu yerine getirmelidir.
Bilgilerin pratiğe aktarma alanlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz.

1- Tefsir sahasında akademik makaleler yazarak, bunların değişik dergilerde yayınlanmasını sağlamak.
2- İlmî birikimlerim, gerek yazılı gerek görsel medya iletişim aracılığıyla halka ulaştırılmasını sağlamak.

3- Gerek fakültelerde, gerek ibadethanelerde dersler ve konferanslar tertipleyerek birikimin aktarılmasını sağlamak.
4- Uluslararası platformdaki yanlışlar araştırılarak bunlara kendi dillerinde cevap verilmesini sağlamak. Özellikle bu sahada Bilgi işlem ve İnternet göz önünde bulundurularak en yeni gelişmeleri sonuna kadar kullanmak.
5- Tefsir ve buna bağlı ilim dallarında akademik çalışmalara danışman olarak katılmak, bu sahada yeni yetişenlerin önünü açarak yönlendirmeler yapmak.
Yukarıda bir kısmını özetle zikrettiğimiz pratik dönem çalışmalarında müfessir, genel davetçi kurallarına göre hareket etmeli, bu yolda kendine Kuran’ı Kerîmin "Hikmetle, güzel öğütle, Rabb'inin yoluna çağır, ve onlarla en güzel şekilde mücadele et” ayetini düstur edinmelidir.


Kaynak:
kubacami.org


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
19 Eylül 2011       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Tefsir
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

Kur'an-ı Kerim'in gerek Arapça'­da gerekse tercüme edildiği dillerde açıklanıp yorumlanmasına tefsir de­nir. Tercüme Kur'an metninden an­laşılan ne isi ona bir şey ilave etme­den bir başka dile aktarmaktır. Tef­sire ise uygun ve gerekli görülen her türlü ilave yapılabilir. Yeter ki bunun tefsir olduğu belirtilsin. Bunun İçin tefsirler tercümelerden farklı ve ha­cimli eserlerdir.
Kur'an daha indirildiği andan iti­baren tefsir edilmiştir. Peygamberi­miz (S.A.V.)'in sağlığında bu işi yal­nız o yapıyordu. O varken hiç kimse bu konuda bir görüş ileri sürmezdi. O bir açıklama gerektiren ayet veya ayetler hakkında gerekli açıklamayı yapar, yanlış anlamaları düzeltir, sorulan soruları cevaplandırırdı. Bu açıklama, düzeltme ve cevaplar O'­nun tefsiri demekti. Hayatının sonu­na kadar bu böyle devam etti. Vefa­tından sonra O'nun Kur'an'ı tefsir amacıyla söylediği sözler, müfeşsirle-rin (Kur'an'ı yorumlayanların) elin­de en sağlam ve değerli kaynağı oluş­turuyordu. Hiçbir müfessir, bir Kur'­an ayetini yorumlarken, o ayet hak­kında Peygamber (S.A.V.)'in bir açıklaması bulunuyorsa, onun dışın­da bir açıklama arayıp bulmaya kal-kışmamıştır. Çünkü daha güveniliri­ni bilmek ve bulmak söz konusu edi­lemez. Fakat ne yazık ki Hz. Peygam­ber ancak kendi zamanında gerekli ol­duğu kadar açıklamalarda bulunmuş­tur. Bu nedenle Kur'an'ın her sûresi­nin her ayeti hakkında bir açıklama­sı olmamış, dolayısıyla Peygamber'­in sınırlı olan tefsirine sonradan ila­veler yapılmış ve din bilgilerinin en zengini olan "Tefsir İlmi" doğmuş­tur. Çünkü Kur'an'ı tefsir etmek çok geniş bir bilgi ve kültürü gerektirir. Müfessir, başta Kur'an'ın kendisi hakkında olmak üzere, hadis, fıkıh (İslam hukuku), siyer (Peygamberimi­zin hayatı) gibi İslami bilgilerde, Arap dili ve gramerinde derin ve detaylı bil­gi sahibi olmak zorundadır. Bundan başka, müfessir, çağının pozitif (de­neysel) bilgilerinde de söz sahibi ol malıdır ki, her çağa ve bütün insanlı ğa hitap edecek olan Allah kelamın: hiç değilse kendi çağında doğru dü­rüst anlayıp, anlatabilsin.
İslam dünyasında Kur'an'ı açık­lama faaliyetleri Hicri 1. yüzyıldan (Mi­ladî 7. yüzyıl) itibaren başlamış, Müslüman bilginler Allah Teâlâ'nın, Kitabında ne kastettiğini, ne murad ettiğini en doğru anlayabilmek yönün­den adeta yarışa girmişlerdir. Bunun sonucunda en büyük Müslüman bil­ginleri genellikle müfessirler arasın­dan çıkmıştır. Yine en büyük uzman­laşma bu bilim dalında görülmüştür.
Ünlü müfessirlerden birini "Senin tefsirinde Allah kelamı ile senin söz­lerin birbirine karışmış, Allah kelamı hangisidir, senin sözün hangisidir, ne­reden nereye Kur'an metni, nereden nereye açıklamadır, bunu belirtecek (mesela parantez gibi) bir usûl (yön­tem) kullanmamışsın" diye bir eleş­tiri yöneltmişler. Bu büyük bilgin "Allah kelamıyla benim sözlerimi ayı-ramayacak olanlar benim tefsirimi okumasınlar" diye cevap vermiş.
Bu gösteriyor ki Allah sözünü ne­rede, hangi metin içinde olursa olsun tanıma, kul sözüyle karıştırmama ko­nusunda bu derece kafa yorulmuş, göz nuru dökülmüş, sonuçta da bu derece uzmanlaşılmıştır.
Ünlü tefsircilerin bu alanda mey­dana getirdikleri eserlere verdikleri isimler bile, onların Kur'an'a ne de­rece saygılı olduklarının bir belgesi ni­teliğinde olup doğrusu bu Allah Ke­lâmı'na da pek yakışmaktadır:
  • "İrşadü'i-Akl-ı Selim Ha Mezaya'i-Kitabi'l-Kerim" (Ebüssuud Efendi),
  • "El-Muharraru'l-Veciz fi Tefsîr-i Kelami'l-Aziz" (ibni Atıyye),
  • "Envaru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl" Kâdî Beydâvî),
  • "Lübâbu'n - Nükûl fî Esbâbi'n-Nüzûl" (Celulüddin es-Suyûtî),
  • "Mefâtmu'l-Gayb" (Fahrüddin Râzi),
  • "El-Keşşâf an Hakâiki't-Tenzîl" (Zembahşerî)
gibi.
Kur'an'ı Kerim'in dilimizde yapıl­mış en değeri tefsiri ise Elmahlı Hamdi Yazır (1877-1942) tarafından yazıl­mış bulunan dokuz ciltlik "Hak Di­ni Kur'an Dili" adındaki tefsirdir.
Kur'an-ı Kerim'in ne ölçüde eşsiz bir kelam olduğunu belirten şu söz­leri de, adı geçen müfessirlerden İbn-i Atıyye söylemiştir:
"Kur'an'dan bir lâfız (söz, kelime) çıkarılacak olsa, bütün Arap lisanı alt-üst edilse bile, onun yerini tutabilecek tek kelime bu­lunamaz."
İşte büyük bilginler, böyle bir inançla Kur'an'ın mânâlarını anlama­ya çalışıyorlardı.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

24 Haziran 2015 / Misafir Kur'an-ı Kerim
23 Kasım 2006 / Misafir Kur'an-ı Kerim
2 Ağustos 2006 / Misafir Kur'an-ı Kerim
15 Eylül 2008 / Misafir Kur'an-ı Kerim
20 Temmuz 2008 / Misafir Taslak Konular