Arama

Bizans İmparatorluğu (Doğu Roma İmparatorluğu)

Güncelleme: 29 Aralık 2016 Gösterim: 59.689 Cevap: 6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Aralık 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Bizans İmparatorluğu, DOĞU ROMA ÎMPARATORLUĞU olarak da bilinir.


Ad:  Bizansİmparatorluğu1.JPG
Gösterim: 3309
Boyut:  75.8 KB
Roma İmparatorluğu’nun doğu kesiminde oluşan ortaçağ devleti.
Sponsorlu Bağlantılar

Batı kesiminin çeşitli feodal krallıklar biçiminde parçalanmasından sonra yaklaşık bin yıl boyunca varlığını korumuş, başkenti Konstantinopolis’in (İstanbul) 1453’te OsmanlIların eline geçmesiyle ortadan kalkmıştır. “Bizans” adı, Doğu Roma İmparatorluğu’ nu belirtmek için, bu devletin çağdaşlarınca değil, daha sonra tarihçiler tarafından kullanılarak benimsenmiştir.

Boğaziçi’nin Avrupa yakasında eski bir Yunan yerleşmesi olan Bizans (Byzantion) kenti, imparatorluğun doğu başkenti olarak İS 330’da İmparator Constantinus (hd 324-337) tarafından Konstantinopolis (“Constantinus’un kenti”) ya da Yeni Roma adıyla yeniden kurulmuş ve 1453’e değin Doğu’nun yönetsel, düşünsel ve kültürel yaşamının odağı olmuştur {bak. İstanbul). Bu nedenle, Doğu Roma imparatorluğumun devlet ve toplum yapısının özellikle 7. yüzyıldan sonra geleneksel yapılardan belirgin biçimde farklılaşmasını vurgulamak amacıyla Bizans adı yeğlenir. Oysa Bizanslılar, Roma İmparatorluğu’nun gerçek ve tek mirasçısı oldukları inancıyla kendilerini Romaioi (Romalılar) olarak adlandırmışlardır.

Doğu Roma’nın kendine özgü bir kimlik kazandığı dönemi belirlemek amacıyla değişik tarihler öne sürülür. Bazı tarihçilere göre, İmparator Diocletianus’un (hd 284- 305) İS 301’de Dörtlü Yönetim’i (Tetrarchia) kurarak Doğu Kesimi’ni (Pars Orientalis) ayrı bir yönetsel birim biçiminde düzenlemesi Doğu Roma’nın başlangıcını belirler. Buna karşılık bazı tarihçiler Doğu Roma tarihini Konstantinopolis’in kuruluşuyla başlatırken, başka bir grup da imparator I. Theodosius’un (hd 379-395) ölmeden önce 395’te, imparatorluğu iki oğlu arasında paylaştırmasıyla Doğu ile Batı’nın bir daha bütünleşmemek üzere birbirinden ayrıldığını vurgular.

Theodosius, Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun tek dini konumuna yükseltmiş, böylece Konstantinopolis Doğu’daki Hıristiyan merkezler arasında üstünlük kazanırken, Roma kenti de Batı Hıristiyanlığının merkezi durumuna gelmiştir. Gene bazı tarihçiler, Ostrogotlann 476’da son Batı imparatoru Romulus Augustus’u tahttan indirerek imparatorluk alametlerini Doğu imparatoru Zenon’a (hd 474-491) göndermesiyle Konstantinopolis’in imparatorluğun tek başkenti durumuna gelmesini Bizans Devleti’nin başlangıcı sayar. Ama 6. yüzyılın ikinci yarısına değin Roma İmparatorluğu’na özgü geleneksel düşünce ve davranış biçimlerinin geçerliliğini koruması bakımından, 7. yüzyıl öncesi dönem için Doğu Roma adı daha uygun bir niteleme sayılır.

Öte yandan Charlemagne’ın 800’de Batı imparatoru olarak taç giymesiyle Doğu ile Batı’nm aym yönetim altında birleşmesinin olanaksız duruma gelmesini ya da Papa VII. Gregorius döneminde (1073-85) Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) kiliselerinin birbirlerinden kesin olarak kopuşunu Bizans Devleti’nin ayrı bir kimlik kazanmasında dönemeç noktası sayan tarihçiler de vardır.

Doğu Roma’yı Batı’dan ayıran özelliklerin başında, kökleri Büyük İskender’in fetihlerine değin uzanan, Eski Yunan ile Ortadoğu geleneklerinin kaynaşmasıyla doğmuş Helenistik uygarlığın mirasçısı olması gelir. Doğu toplumu, Batı’ya göre daha çok ticarete açılmış, daha hızlı kentleşmiş, daha yüksek bir ekonomik gelişme düzeyine ulaşmıştır. Helenistik gelenek doğrultusunda siyasal ve dinsel işlevleri kendi kişiliklerinde bütünleştiren Doğu imparatorlarının, toplumun bütün sınıfları üzerinde çok daha güçlü bir denetimi olmuştur. Doğu imparatorları, gerek savaş, gerek diplomasi aracılığıyla istilacı akımlara daha büyük bir beceriyle karşı koyabilmişlerdir.

Bizans İmparatorluğu’nun en önemli kültürel özelliği ise, Hıristiyanlığın bu devletin sınırları içinde gelişmiş biçimidir. Doğu Hıristiyanlığı, Batı Hıristiyanlığına göre daha mistik özellikler taşır, ayin düzenine daha büyük ağırlık tanır. Ote yandan bölgedeki köklü etnik uyuşmazlıklar Suriye, Mısır ve öteki eyaletlerdeki Hıristiyan din adamları arasında çeşitli heretik akımların uzun süre varlığını koruması, ibadette yerel dillerin çok erken dönemlerde kullanılmaya başlaması gibi nedenlerle Doğu Hıristiyanlığının birliği Batı’ya göre genellikle daha zayıf olmuştur.

5. Yüzyıl: Doğuda Yunan-Roma Uygarlığının Sürekliliği


Doğu Roma’nın 395’teki koşullan, büyük ölçüde Constantinus’un gerçekleştirdiği reformlann ürünüydü (bak. Roma uygarlığı). Constantinus’un yerleştirdiği hanedan ilkesi öyle kökleşmişti ki, I. Theodosius, henüz küçük ve güçsüz olan oğullarından Arcadius’u Doğu’da, Honorius’u da Batı’da vâris olarak bırakabilmişti.

Konstantihopolis’in nüfusu 200-500 bin arasındaydı ve 5. yüzyıl boyunca imparatorlar, kentin büyümesini özendirmek yerine, artık kısıtlamayı yeğleyeceklerdi. Hıristiyanlık herhangi bir din olmaktan çıkmıştı; 391’de çıkartılan bir imparatorluk kararnamesiyle putperest ibadet biçimlerinin tümü yasaklanmış ve tapmaklar kapatılmıştı. 4. yüzyılda toplanan kilise konsillerin- de imparatorluğun ağırlığı belirgin biçimde duyuluyor, imparator şimdiden heretik akımlan tanımlama ve sindirme işlevini üstleniyordu.

Ekonomik ve toplumsal politikalar.


İmparatorluk ekonomisi eşitsiz biçimde gelişmişti. Kuzey İtalya gibi kimi bölgeler ile bazı eyaletler, hem tarımsal, hem ticari bakımdan yüksek bir gelişme düzeyindeydi. Özellikle Konstantinopolis’in varlığı, kentsel büyümeyi ve ekili toprak sınırlarının tarıma açılmasını özendirmişti. Başkente ulaşan yollar üzerindeki Balkan kentleri gelişirken ötekiler gerilemiş, hatta ortadan kalkmıştı. Suriye’nin kuzeyindeki işlenmeyen topraklar, Konstantinopolis’te yaşayanlara yiyecek sağlayabilmek için ekime açılmıştı. Constantinus’un altın sikkesi solidus 4. yüzyıl boyunca değerini korumuş, ayrıca her türlü altın miktarı önceki iki yüzyıldaki düzeyini kat kat aşmıştı. 3. yüzyıl sonları ile 4. yüzyıl başlarındaki aşırı toplumsal akışkanlık, 4. yüzyılın ikinci yansında eski hızını yitirmeye başlamıştı.

Daha 5. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna gelmeden, Batı ve Doğu Roma eyaletleri arasındaki gelişkinlik farkları belirgin biçim kazanmıştı. Yunan-Roma uygarlığının, Batı’da sönerken Doğu’da ayakta kalmasını büyük ölçüde bu farklar açıklıyordu. Doğu eyaletlerinin nüfusu daha yüksek olduğu için, Konstantinopolis imparatorları en azından 6. yüzyıla değin barbarlar arasından asker toplamak zorunda kalmamıştı. Kentsel uygarlığın birkaç yüzyıl geriye uzandığı Doğu topraklarında, kentlerle birlikte tüccar sınıfı ve para ekonomisi de varlığını korumuştu. Doğu ile Batı arasındaki ticareti, kaynakların Suriyeli olarak tanıttığı Doğulu tüccarlar yürütüyordu. Bunlar, Batı’ nın küçülmüş, kuşatma altındaki kentlerinde de koloniler kurmuşlardı.

Daha da önemlisi, Doğu imparatorları işgücü ve para kaynaklarına ulaşma ya da bunlan denetleme gücünü asla yitirmemişti. Batı’da daha eski ve bir olasılıkla daha güçlü olan aristokrasi, latifundium olarak bilinen malikânelerini merkeze karşı güvenceye almış, kırsal kesimdeki çalışan sınıflar üzerinde bir tür koruma (patronicium) yetkisi edinmiş, devletin toprağa bağladığı kolonların {colonus) vergilerine el koyarak, merkezî iktidarı askeri ve mali hizmetlerden yoksun bırakmıştı.

Doğu’da ise aristokrasinin belki de ilk üyeleri, yeni başkente giderken Constantinus’a eşlik etmiş olan gözdeleri ile yeni sivrilmiş zenginlerdi. Bunların biriktirebildiği servet, 5. yüzyıl başlarında Batı’daki benzerlerine göre çok daha düşüktü. Doğulu soyluların malikâneleri dağınık topraklardan oluşuyordu; ayrıca her birine bağımlı kırsal nüfus daha azdı. Bu nedenle imparatorluk iradesine meydan okuyacak güçleri yoktu.

Barbarlarla ilişkiler.


Doğu ile Batı’nın toplumsal yapılan arasındaki farklar ve bazı coğrafi özellikler, 4 ve 5. yüzyıllarda Germen istilacılann Doğu’da ve Batı’da farklı biçimde karşılanmasına yol açtı. İmparatorluğun Tuna ve Ren sınırlarında 2. yüzyıldan sonra kıpırdanmaya başlayan Germenler, imparatorluğun içlerine ancak 4. yüzyılın ikinci yansında sızmaya başladılar. Ostrogotlan ve Vizigotlan önlerine katan Hunlar, bu halklan imparatorluğun Tuna sınırlarının ötesinde bir sığınak aramak zorunda bırakmıştı.

Romalılar ile barbarlar arasındaki ilk ilişkiler pek dostça olmadı. Romalıların davetsiz konuklarını sömürme çabasına tepki gösteren Gotlar, Doğu Roma ordusunu 378’de Hadrianopolis’te (Edirne) bozguna uğrattılar, orduya bizzat komuta eden imparatoru da öldürdüler. Bu savaş, Romahların da yenilebileceğini barbarlara öğretti. Zırhlı Roma piyadesinin barbar süvarisi karşısında etkisiz kalması, Bizans ordusunun daha sonra süvari ağırlığıyla yeniden örgütlenmesine yol açacaktı. Theodosius, önceki imparatorlardan farklı bir politika izleyerek Gotlara toprak verdi ve müttefik (foederati) statüsü tanıdı. Böylece Gotlar, artık Roma ordusu saflarında, kendi şeflerinin yönetiminde özerk birlikler biçiminde çarpışacaktı.

Theodosius’un uyum ve ittifak siyaseti ne Batı’da, ne de Doğu’da tutuldu. Franklar ve Lombardlar dışındaki Germen halklarının çoğu gibi Gotlar da Ariusçuluğu benimsemişti; oysa kilisenin egemen öğretisine bağlı Romalılar bu inanışı tehlikeli bir heretiklik olarak görüyordu. Germenlerin savaşçı gelenekleri de temelde barışçı olan soylularca hoş karşılanmıyordu. Yüksek görevlere gelen Germenlere karşı 5. yüzyıl boyunca imparatorluğun iki kesiminde de sürekli tepki duyuldu. Ayrıca Doğu’daki Germen kökenli yöneticiler, Batı’dakilerin tersine, barbar askerlerden oluşan neredeyse özerk askeri birliklerin desteğinden yoksundu.

Doğu, altın ve yerli işgücü kaynaklarını da iyi kullanıyor, düşmanı düşmana kırdırma politikasını başarıyla uyguluyordu. II. Theodosius döneminde (408-450) Attila önderliğindeki Hunlara altın olarak haraç ödenmesi, hem Hunlan Doğu ile barış yapmak zorunda bıraktı, hem de barbarlarla ticareti yürüten Konstantinopolis tüccarlarına kâr olanağı sağladı.

Markianos (hd 450-457) haraç ödemeyi kestiğinde ise, artık gözünü Batı’ya dikmiş olan Attila buna tepki göstermedi; Doğu’ya meydan okumak üzere bir daha geri dönmedi, 453’te onun ölmesiyle de Hun İmparatorluğu çöktü. Hem Markianos, hem de ardılı I. Leon (hd 457-474), Flavius Ardaburius Aspar’ın vesayeti altında hüküm sürdüler. Ama Leon, Aspar’ın üstünlüğüne ve imparatorluğun tamamına yayılmış Got nüfuzuna karşı savaşçı İsauriahların desteğini kazanmaya kararlıydı. Bu amaçla kızı Prenses Ariadne’yi Isauryahların önderi Tarasikodissa ile evlenirdi.

Güney Anadolu kökenli dağlı bir halk olan İsauriahlar, büyük bir olasılıkla kültürel açıdan Gotlardan ya da öteki Germenlerden daha vahşi bir topluluktu. Ama Doğu Roma’nın uyruğu oldukları için kuşkusuz Romalıydılar ve Konstantinopolis’teki Got nüfuzunu dengelemekte etkin bir araç oldular. İmparator Zenon, merkezi Thessalonike’de (Selanik) bulunan Illyricum (bugünkü Arnavutluk) praefecturasında başkaldıran Amalerli Ostrogot reisi Theoderich’i, Ostrogotların başına geçerek İtalya üzerine yürümeye ikna ederek etkisizleştirdi (488). Zenon, Theoderich’in İtalya’da bir Ostrogot krallığı kurmasının önünü açarken, Batı üzerindeki itibari otoritesini sürdürmüş oluyordu.

Zenon’un ölümü üzerine Romalı bir yüksek görevli olan I. Anastasios’un tahta çıkmasıyla, İsauriahlann taht üzerindeki nüfuzu sona erdi. Bu arada, 476’dan sonra Batı İmparatorluğu art arda bir dizi barbar devleti biçiminde parçalanırken, Doğu’da imparatorluk otoritesi bütünlüğünü korumuştu. Angıllar ve Saksonlar 410’dan beri Britanya’yı ellerinde tutuyordu. Vizigotlar 417’den sonra İspanya’nm bazı kesimlerim ele geçirmişler, Vandallar 429’da Afrika’ya girmişler, Clovis’in yönetimindeki Franklar 481’de Galya’nın orta ve güney kesimlerini istilaya girişmişlerdi. Theoderich’in İtalya’ daki egemenliği 526’ya değin sürecekti.

Dinsel uyuşmazlıklar.


İmparatorluk içindeki etnik gerginlikler İS 500 dolaylarında artık eskisi kadar sarsıcı olmaktan çıkmıştı. Ama dinsel uyuşmazlıklardan kaynaklanan çatışmalar, Doğu Roma’nın birliğini ciddi biçimde tehdit ediyordu. Yalnızca Baba Tanrı’nın ezelden beri var olduğunu, oysa Oğul-Tanrı Isa’nın zaman içinde yaratıldığını öne süren Ariusçuluk 381’de Konstantinopolis’te toplanan ekümenik konsilde kesin olarak mahkûm edilmişti. Ama 5. yüzyılda kilise, Oğul Tanrı’nın iki (beşeri ve tanrısal) doğası arasındaki ilişkiyi tanımlama sorunuyla karşılaştı.

İskenderiyeli ilahiyatçılar İsa’nın beşeri ve tanrısal iki doğasının ayırt edilemez biçimde bütünleştiğini savunurken, Antiokheialı (Antakya) din bilginleri ise iki doğanın İsa’da ayrı ayrı var olduğu görüşündeydi. Onlara göre İsa, “Tann’nın doldurması için seçilmiş bir kap, Meryem’den doğma bir insan”dı. 428’de Konstantinopolis patriği olan Nestorios, Antiokheia görüşünü benimsiyor, ama İsa’ nın tanrısal doğasını yok savacak ölçüde beşeri doğasını vurguluyordu (bak. Nasturilik).

Nestorios’a karşı çıkanlar, önce İskenderiye patriği Kyrillos, sonra da Kyrillos’un ardılları Dioskoros ye Eutykhes ise Nestorios’a tepki olarak İsa’nın yalnızca tanrısal doğası olduğunu savundular. Monofizitlik, (Yunanca mono “tek”, physis “doğa”) yani İsa’nın Oğul Tanrı olarak bir tek doğası olduğu inancı, Mısır ve Suriye eyaletlerinde hızla yaygınlaştı. Papa I. Leo ise İsa’nın tek kişiliğinde birbirinden bütünüyle ayrı iki doğanın eksiksiz biçimde bir arada bulunduğu görüşünü ortaya attı. 451’de toplanan Khalkedon (Kadıköy) Konsili’nde, bu arada tutum değiştirerek hem Nasturiliği hem de Monofizitliği mahkûm eden Konstantinopolis’in desteğiyle papalığın görüşü üstün geldi.

Monofizitliğin, Akdeniz’in çeşitli bölgelerinde askeri ve siyasal tarih açısından daha önemli etkileri oldu. Konstantinopolis’in imparatorluk yönetimindeki egemenliğini hedef alan direnişe bir anlatım biçimi sağlayan Monofizitlik, Mısır ve Suriye’de kalıcı biçimde varlığını sürdürdü. İki eyalet 7. yüzyılda Müslümanların eline geçinceye değin her Doğu imparatoru Monofizit eğilimle baş etmenin yollarını aradı. Ya Monofizitlik silah zoruyla yok edilecek, ya bu inanışı kilisenin resmî görüşüyle harmanlayan yeni bir formül geliştirilecek ya da açıkça Monofizit öğreti benimsenecekti. Üç seçenekten hiçbiri başarılı olamayınca, dinsel uyuşmazlıklar Mısır ve Suriye’nin Arap fatihlere kolayca teslim olmasını sağladı.

5. yüzyılın sonunda Doğu Roma.


I. Anastasios döneminde belli başlı üç eğilim bir odak noktasında buluştu. İsauryah ya da Germen değil Romalı bir imparator isteyen Romanitas (Romalılık) duygusu, Ortodoks çizgi ile Monofizitlik arasındaki çatışma ve kesintisiz ekonomik gelişme. Hem İsauryalılann egemenliğine, hem de Monofizitlerin etkinliğine son vermek üzere imparator seçilen Anastasios, İsauryalılan gerçekten bozguna uğrattı, çoğunu Anadolu’daki anayurtlarından Trakya’ya sürdü. Ama beklenenin tersine, Monofizitleri desteklemeye başladı. Bu politika Mısır ve Suriye’de yandaş bulurken Ortodoks uyruklarının küsmesine yol açacak, sürekli huzursuzluklara, iç savaşlara neden olacaktı.

Anastasios’un ekonomik politikaları ise başarılı oldu. Constantinus döneminden beri süren bakır sikke enflasyonu sona erdi, işlemlerini bu maden üzerinden yürüten aşağı sınıflar böylece rahat bir soluk aldı. Kent hizmeti vergilerini toplama sorumluluğu yerel senato üyelerinden alınarak praefectura praetorio'ların emrindeki memurlara verildi. Kentsel sınıflarca altın olarak ödenen khrysargyron vergisinin kaldırılması ticaret ve sanayiyi özendirdi. Devletin bu uygulamadan doğan kaybını karşılamak üzere, kırsal sınıflara toprak vergilerini ayni değil nakdi ödeme zorunluğu getirildi. Bu hüküm, kırsal kesimin altınla ödeme yapabilecek ölçüde zenginleştiğini gösteriyordu.

Anastasios döneminde Doğu Roma hâzinesine 320 bin altın lira eklenmişti. Anastasios’u izleyen imparatorlar, bu kaynaklara dayanarak Batı’daki Germen devletleri üzerinde yeniden Roma egemenliğini kurmayı haklı olarak umabilirlerdi. Ama önce iki hedefi gerçekleştirmeleri gerekliydi: Uyrukları arasındaki dinsel çatışmaları gidermek ve doğu sınırını Sasani tehdidinden korumak.

Eski Pers İmparatorluğu İS 224’te Sasaniler adlı yeni bir hanedanın eline geçmişti. Sasaniler, kendilerine bağlı geniş topraklar üzerinde sıkı bir denetim kurduktan sonra, Romahlara karşı Mezopotamya’nın kuzeyi ile buranın kale kentleri olan Edessa (Urfa) ve Nisibis’e (Nusaybin) yönelik eski mücadeleyi yeniden başlattılar.

4. yüzyılda Doğu Roma’nın Hıristiyan bir devlet durumuna gelmesiyle yeni düşmanlık tohumları da ortaya çıktı. Sasaniler Zerdüşt dininin ruhani örgütlenmesini güçlendirdiler; iki imparatorluk arasındaki mücadele bir tür dinsel savaş niteliğine büründü. Doğu Anadolu Hıristiyanlığı benimseyip İran’ın dinsel bütünlüğünü tehdit eder duruma gelince düşmanlık daha da kızıştı. 518’de Sasaniler’in Theodosiopolis (Erzurum), Amida (Diyarbakır) ve Nisibis’i ele geçirmesiyle denge bozuldu.

6. Yüzyıl: Doğu Romadan Bizans' a


Anastasios’un ölümü üzerine, Balkan kökenli bir asker olan I. İustinos (hd 518-527) tahta çıktı. Ama daha bu dönemden başlayarak gerçek iktidar, İustinos’un yeğeni ve vârisi I. Iustinianos’un elindeydi.

540 öncesi fetih ve yükseliş dönemi.


İustinianos, Konstantinopolis’in, surları içinde serüven aramaya gelenlerin mirasçıları üzerinde sık sık görülen uygarlaştırıcı büyüsünün bir ürünüydü. Amcası İustinos okuma yazması olmayan kaba bir asker, oysa İustinianos eğitimli, ilahiyata tutkun, ince bir devlet adamıydı. Hükümdarlık dönemi dışarıda savaş, içeride ayaklanma ile başladı. Lazika’dan Arabistan Çölüne kadar bütün İran sınırı boyunca bir dizi sefer düzenlendi, daha sonra Batı’da ün kazanacak birçok komutanın yeteneği buralarda kanıtlandı.

İustinianos’un, bir yandan İranlıları durdururken, öbür yandan da Kırım’da Hunlara saldırmak, Tuna sınırını da düşmanlara karşı korumak üzere askeri birlikler gönderebilmiş olması Doğu Roma ordularının gücünü kanıtlıyordu. İmparator 532’de askeri harekâta son vererek diplomasiye yöneldi. Büyük bir haraç karşılığında Sasani hükümdarı Hüsrev ile “Sonsuz Barış” anlaşmasını gerçekleştirdi, böylece Batı’nın yeniden fethi için gerekli koşullardan ilkini sağlamış oldu.

İkinci koşul Doğu ile Batı arasındaki dinsel uyuşmazlıkları gidermekti. İustinos, imparator ilan edilmesinden kısa süre sonra, İustinianos’un yönlendirmesiyle Kons- tantinopolis’te bir piskoposlar meclisi toplamıştı. Meclis, Anastasios’un Monofizit tutumunu reddetmiş, Khalkedon Konsili’nin formülünü benimsemiş, papa ile görüşme talebinde bulunmuştu, iustinianos da bunun ardından Mısır dışında tüm Doğu kiliseleri ile Roma arasındaki birliği yeniden kuran tartışmalara bizzat katılmıştı.

İustinianos 532’de hem yaşamını hem de tahtını tehlikeye sokan Nika Ayaklanması’ m usta komutanı Belisarios’un desteğiyle bastırarak konumunu daha da güçlendirdi. Doğu Roma’nın öteki büyük kentleri gibi Konstantinopolis de surlarını savunmak için çoğu zaman kent milislerine (demos) başvurmak zorundaydı. Demoslar, arabalı at yarışlarında çekişen iki grup sürücüyü, Yeşiller ile Maviler’i destekleyen partilere bölünmüştü. Önceleri Yeşiller ile Maviler’ in farklı dinsel ve siyasal görüşleri temsil ettiği, bu görüşlerin imparatora yarışlar sırasında aktarıldığı düşünülürken, son zamanlardaki araştırmalar iki grubun genellikle fanatik bir yandaşlığın ötesinde herhangi bir dürtüyle davranmadığını göstermektedir.

Yarışlardaki “Nika!” (“Yen!” ya da “Kazan!”) sloganıyla anılan 532 Ayaklanması, iki partinin imparatorluğa karşı siyasal muhalefeti dile getirdiği ender örneklerden biriydi. Ayaklanma, Konstantinopolis prae- fectusurbi'sinin (kent yöneticisi) bir halk direnişini sert önlemlerle bastırmasına öfkelenen Maviler ve Yeşiller’in önce önderlerini hapisten kurtarmasıyla başladı. Ayaklanmacılar daha sonra Iustinianos’un, halkın hiç sevmediği iki memurunu, Kapadokyalı İoannes ile Tribonianes’i görevden almasını istediler. Ama imparatorun bu istekleri kabul etmesine karşın yatışmadılar ve Anastasios’un bir yeğenini imparator ilan ettiler.

İustinianos, ancak imparatoriçe Theodora’nın teslim olmaya yanaşmaması sayesinde kurtulabildi. İmparatorun usta komutanı Belisarios, ayaklanmacıları Hip- podromion’da (At Meydanı) kıstırdı ve 30 bin kişiyi öldürttü. Ayaklanmanın önderleri idam edildi, malikânelerine en azından geçici olarak el konuldu. İustinianos, bundan sonra eskisinden çok daha güçlü biçimde hüküm sürmeye başladı. Artık Khalkedon formülünün savunucusu olarak kazandığı ünden yararlanabilir, Ariusçu bir Germen kralcık yerine Romalı Katolik bir imparatorun hüküm sürmesini yeğleyecek Batı Romalıların desteğini umabilirdi. 530’lann bu ilk yıllarında İustinianos gerçekten de Romalı Hıristiyan bir imparator gibi davranabilirdi. Latince konuşmaya başlamış, Roma tarihi konusunda derin bilgi kazanmıştı.

İustinianos’un memurları, Hadrianus’tan bu yana Roma imparatorlarının çıkardığı yasa ve kararnamelerin büyük bir derlemesini (Codex Constitutionum) 529’da tamamlamışlardı. Bu derleme, İustinianos Yasa Derlemesi olarak bilinen Corpus Juris Civilis'in (Medeni Hukuk Bütünü) 565’e değin yayımlanacak dört kitabının birinci- siydi. Tribonianes’in yönetiminde 533’te tamamlanan ikinci kitap Digesta, Romalı büyük hukukçuların çelişkili kararlarına düzen ve sistem getiriyordu. Üçüncü kitap, hukuk okullarındaki eğitimi kolaylaştırmak amacıyla Digesta'nm yanı sıra Institutiones adıyla hazırlanan bir ders kitabıydı. Dördüncü kitap Novellae Constitutiones Post Codicem, Iustinianos’un 534-565 arasında çıkarılmış fermanlarını içeriyordu.

Hıristiyan Roma egemenliğini Batı’da yeniden kurmaya girişmek için en uygun alan, Vandalların elindeki Kuzey Afrika’ydı. I. Leon döneminde bu eyaleti geri almak üzere girişilen büyük bir seferin başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın, Vandal Krallığındaki siyasal koşullar Iustinianos’un lehine gelişmişti. Kuzey Afrikalı Katolikler üzerindeki baskılara son veren Vandal kralı Hilderich’in tahttan indirilmesi Iustinianos’un beklediği fırsatı yarattı. Doğulu tüccarlar da Batı’da askeri harekâta girişilmesinden yanaydı. Ama Iustinianos’un komutanları istekli değildi; büyük olasılıkla bu nedenle bölgeye Belisarios’un yönetiminde yalnızca küçük bir kuvvet gönderildi. İki çarpışmadan sonra kolayca sonuç alındı, 534’te Roma İmparatorluğu’nun bu yeni eyaletinin örgütlenmesine girişildi.

Bu yıllarda eyaletlerin yeniden düzenlenmesi yalnızca Kuzey Afrika’yla sınırlı kalmadı. Büyük bir planın parçalan olan 535 ve 536 tarihli bir dizi kararname ile Trakya ve Anadolu’nun yönetsel, hukuki ve askeri yapılanması değiştirildi. Yetki örtüşmelerinin önlendiği yalın ve tasarruf sağlayıcı bir yönetsel yapı kurulmaya çalışıldı; Constantinus yasalanmn tersine sivil ve askeri işlevler yer yer birleştirildi; daha nitelikli personelle çalışmak ve rüşvetin yol açtığı yozlaşmadan kurtulabilmek amacıyla daha yüksek ücretlerle az sayıda yönetici atandı. Daha sonra (bir olasılıkla 539’da) reformlar Mısır’a da yaygınlaştırıldı, çünkü sefere çıkacak kuvvetler ile Konstantinopolis için Mısır buğdayı gerekliydi.

Ostrogot egemenliğindeki İtalya’da Kral Theoderich 526’da öldükten sonra önce naibe, sonra da kraliçe olarak hüküm süren kızı Amalasuntha da İustinianos ile dostluk kurmuştu. Amalasuntha’nm 535’te öldürülmesi, iustinianos için bir müdahale fırsatı daha yarattı. Gene küçük bir deneme seferi için Sicilya’ya gönderilen kuvvetler önce kolayca başarı kazandı. Ama Gotlann, Theodahad’m yerine Witigis’i krallığa getirerek direnişi yoğunlaştırması yüzünden, Belisarios’un kuzeydeki son güçlü kale olan Ravenna’yı ve Kral Witigis ile krallık hâzinesini ele geçirmesi 540’a değin uzadı.

539’da bir Got elçilik kurulunun İran’a ulaştırdığı bilgiler, Hüsrev’in “Sonsuz Banş”ın kısıtlamalarından huzursuz olmasına yol açmıştı. Ertesi yıl bir Bulgar birliği Makedonya’yı yağmalayıp Konstantinopolis surlarına yaklaşırken, Hüsrev’in talan peşindeki orduları da Antiokheia’ya kadar ilerlediler. Sasaniler 541’de de Lazika’da bir Bizans kalesini ele geçirdi. Bu arada İtalya’ da Gotlar Totila’yı kral seçmişler, yeni kralın becerikli yönetimi altında buradaki askeri durum da kısa sürede değişmişti.

540'lardaki bunalım.


İustinianos iki cephede birden savaş tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu tehlikeyi göğüslemeye hazırdı, ama 541-543 veba salgını Doğu Roma’yı ortaçağın Bizans İmparatorluğu’na dönüştürecek ilk büyük darbe oldu. Salgın önce Mısır’da ortaya çıktı; buradan Suriye’ye, Anadolu üzerinden de Konstantinopolis’e ulaştı; 543’te İtalya ve Afrika’ya yayılmış, o sırada seferde olan Sasani ordusunu da kırmıştı. Karşılaştırmalı tarihsel istatistik yöntemleriyle elde edilen sonuçlara göre, Konstantinopolis halkının yüzde 30-50’si hastalıktan öldü, imparatorluğun daha küçük kentleri ile kırsal kesim de vebanın yıkımından kuşkusuz etkilendi.

Vebanın kısa dönemli etkileri birçok alanda görülüyordu. İustinianos’un bu yıllarda çıkardığı yasalar, çok doğal olarak, vasiyetnameler ye vasiyetsiz ölüm gibi konularla ilgiliydi. İşgücü kıtlaşmıştı, işçiler çok yüksek ücretler talep ediyordu. Tıpkı 14. yüzyıldaki veba salgını süresince Fransa ve Ingiltere krallarının yaptığı gibi İustinianos da ücretleri kararnamelerle denetim altına almaya çalıştı. Askeri alanda bozgunlar, duraklamalar, kaçırılan fırsatlar birbirini izledi. Hüsrey, 545’te bir barış antlaşması imzalayarak İustinianos’tan haraç almayı kabul etti ve Lazika’da aldıklarıyla yetindi. Ama bunun nedeni, etkili bir Roma direnmesinden çok, Hüsrev’in yorulması ve savaşın kazançsız duruma gelmesiydi.

Hunlar, Sklavenler (Sclaveni), Antalar ve Bulgarlar, Trakya ve Illyricum’u talan ederken Roma orduları ancak zayıf bir direniş gösterebildi. Afrika’da, asker sayısı veba yüzünden iyice azalmış olan bir garnizon barbar saldırısına güçlükle direndi. Totila, İtalya’nın güneyi ile Neapolis’i (Napoli) ele geçirdi, Belisari- os’un kuşatmayı kırma çabalanna karşın, Roma yolunu zorladı (546).

İustinianos’un son yılları.


Yaklaşık 548’den sonra, Balkanlar dışında Doğu Roma’nın talihi yeniden döndü. Önce doğuda sımr harekâtları başladı. 551’de Petra Kalesi Sasanilerden geri alındı; ama Lazika’daki çarpışmalar 561’de 50 yıllık bir barış antlaşmasının imzalanmasına değin sürdü. Bu antlaşma ile İustiniancs yılda 30 bin solidus tutarında haraç ödemeyi sürdürecek, ama Hüsrev de Lazika üzerindeki taleplerinden vazgeçecek ve Hıristiyan uyruklarına yönelik baskıyı durduracaktı.

Antlaşma, Roma ile İran arasındaki ticareti de düzenliyordu. İki büyük devletin ekonomik alandaki rekabeti, ipek ticaretinde yoğunlaşmıştı. Çin’den yola çıkan ham ipek, İran’dan geçen bir karayolu üzerinden ya da Hint Okyanusundaki Iranlı tüccarlar aracılığıyla Konstantinopolis’e ulaşıyordu. İran’ın bu tekelini kırma çabası, Iustinianos’u hem yeni yollar hem de güneyde aracılık görevini üstlenecek yeni topluluklar bulmaya yöneltmişti. Bunlardan biri Aksum Krallığı’nın Etiyopyah tüccarlarıydı. Kırım dolaylarında ve Lazika’daki Kafkas Krallığında yaşayan halklar ile Karadeniz’in ötesindeki bozkır Türkleri de bu işlevi paylaşmıştı.

Öteki değerli malların alışverişi Karadeniz bölgesinde yapılıyordu. Doğu Roma’nın dokumaları, mücevherleri ve şarabı karşılığında barbarlardan kürk, deri ve köle almıyordu. Gene de ipek birinci sıradaydı. Doğu Roma açısından bu nedenle büyük önem taşıyan ipeğin ülkede elde edilebilmesi için başvurulan girişimler sonuç vermiş, Doğu Romalı ajanlar Çin’den Konstantinopolis’e gizlice ipek böceği kozası kaçırmışlardı. Böylece kurulan ipek sanayisi, Doğu Roma’yı İran’a bağımlılıktan kurtaracak, ortaçağ Bizans’ının en önemli ekonomik etkinliklerinden biri olacaktı.

İustinianos’un Batı’daki kazanımları çok daha çarpıcıydı. 550’lerde Kuzey Afrika’daki Magrip tehdidi sona ermiş, 552’de İustinianos’un orduları İber Yarımadasının güneydoğusundaki bazı kentleri kalıcı biçimde ele geçirmişti. Hepsinden önemlisi, İtalya’ nın geri alınmasıydı. 550’lerin başında İustinianos, Romalıların yanı sıra Lombardlar, Heruller ve Gepidler gibi barbar halklar, ayrıca İranın asker kaçaklan arasından büyük bir ordu topladı. Bu ordu Busta Gallarum ve Mons Lactarius çarpışmalarında önce Totila’yı, sonra da ardılı Teias’ı bozguna uğrattı; Gotlar İtalya’yı terk etmek zorunda kaldı. Bazı Got garnizonlanın, Frankların ve Alamanlann da yardımıyla direnişi sürdürmesine karşın 554’ten sonra İtalya bir Doğu Roma eyaleti durumuna geldi.

Balkanlarda ise Doğu Romalılar, barbarları durdurabilmek için çok değişik taktikler uyguladılar. İustinianos 540’ta Kuturgur Bulgarlannın giriştiği saldından sonra Thermopylai Geçidine kadar uzanan bir tahkimat sistemi kurdu. Gene de Slavlar 545’te Trakya’yı yağmaladılar, 548’de Dyrrhachi- um’u (Dıraç) zorlamak üzere geri döndüler. Slav ailesine mensup Sklavenler 550’de Konstantinopolis’e 65 km kadar yaklaştı. Ama büyük istila, Kuturgur Bulgarlarının 559’da Sklavenler ile birikte Turfa’yı aşarak üç kol halinde ilerlemesiyle geldi. Bu kollardan biri Thermopylai’ye ulaştı, İkincisi Konstantinopolis yakınındaki Gelibolu Yarımadasında üslendi, üçüncüsü de gene Konstantinopolis yakınındaki yerleşmelere kadar sokuldu.

Yaşh Belisarios, başkenti siviller, demoslar ve bir avuç emeldi askerle savunmak zorunda kaldı. Ama Doğu Roma donanmasının Tuna’daki harekâtının ülkelerine dönüş yolunu kapayacağından korkan Kuturgurlar saldırıya son vererek kuzeye döndüler ve İustinianos’un adamlarının türlü çıkarlar dağıtarak kazandığı Uturgurların saldırısına uğradılar.

İustinianos’un görevlileri, Balkanlar’da ve Rusya’nın güneyinde yaşayan halklarla ilişkilerinde de diplomasi sanatını incelttiler. Sürekli bir tehdit kaynağı olan Orta Asya topraklarındaki olası düşman sayısının artması, Doğu Roma diplomasisi için, bunlardan birini bir başkasına kırdırma olanağı anlamına geliyordu. Doğu Romalıların, 6. yüzyılda Türklerden kaçarak sığınacak yer arayan Moğol halkı Avarlarla ilişkileri, bu “savunma emperyalizminin kusursuz bir örneğiydi.

557’de Konstantinopolis’e ulaşan Avar elçileri istedikleri toprakları alamadılar ama değerli armağanlara boğuldular ve imparatorluğun müttefiki haline geldiler. Ardından Rusya’nın güneyinden batıya doğru harekete geçtiler, Uturgurlar ve Kuturgurlar ile Slav halklarını Doğu Roma yararına boyunduruk altına aldılar; İustinianos döneminin sonunda da Tuna bölgesine yerleştiler.

Roma toplumu, savaşlar ve veba yüzünden 540’larda uğradığı nüfus kaybını ancak hayatta kalanların daha erken evlenmesi ve birkaç kuşak boyunca daha çok çocuk yapması yoluyla karşılayabilirdi. Ama bekârlık kuralını öngören manastır hareketi 6. yüzyılda hızlı adımlarla ilerliyordu. Ayrıca veba salgını zaman zaman geri dönüyordu. Sonuçta ortaya çıkan insan gücü kıtlığı, devletin ve toplumun birçok bakımdan Roma kimliğini yitirererek Bizans kimliğini kazanmasıyla sonuçlandı.

Geçmişin çok önemli bir özelliği olan yeni kilise yapımı sona erdi, var olan yapılan onarmakla ya da onlara ek yapmakla yetinilir oldu. Bir yandan vergi ödeyen insan sayısı azalırken öbür yandan vergi gereksiniminin artması, köy halkının tümünü, boş ya da verimsiz tarlaların vergilerinden ortaklaşa sorumlu tutan katı yasaların çıkarılmasıma yol açtı. Devlet, tanma daha yoğun müdahale etmeye başladı.

Devletin köy topluluklannı (koinotes) zincirleme vergi yükümlüsü saymaya başlaması sonucunda, Doğu’da zaten çok yaygın olmayan colonus'luk iyice geriledi, küçük mülkiyet topraktaki egemen tasarruf biçimi oldu. Böylece köy topluluğu tarımın temelini oluşturmaya başladı. Köy topluluğunun temel özelliği, vergi yükümlülüğü karşısındaki zorunlu dayanışmaydı.

Bağımlı köylülüğün arttığı bir dönemde, zincirleme vergi yükümlülüğü (epibole), hem bağımsız köylüleri yerel güçlüklere karşı koruyor, hem de devletin vergi gelirleri açısından güvence getiriyordu. Zincirleme yükümlülüğün uzantısı olarak, köy topluluğu köyde bulunmayan ama köy halkından sayılanların da vergilerini ödemek zorundaydı. Buna karşılık köy topluluğunun, bu kimselerin tarlalarını işleyip ürünlerine topluluk adına sahip çıkma hakkı da vardı.

Zincirleme yükümlülük kurumu, gerçekte Roma öncesi Helenistik dönemin homokensorı khoriorı (ayni vergiye tabi köy) uygulamasının kalıntısıydı. Bizans döneminde bu uygulama, vergi alanı dışına da yaygınlaştırılarak devletin yüklediği tüm görevlerin köy topluluğunca ortaklaşa yerine getirilmesinin zorunlu kılınması sonucunu doğurdu.

Doğu’da ve Batı’da savaşan Doğu Roma ordularının kazandığı zaferler, gerçekte İustinianos’un o güne değin görülmemiş sayıda barbarı orduya almasının sonucuydu. Gotlar, Ermeniler, Heruller, Gepidler, Kuzey Afrikalılar ve Iranlılar bunların en önemlileriydi. Ama bu orduda disiplini sağlamak hiç de kolay değildi. Üstelik barbarlar, bir kez düzenli ordunun görece durağan yaşamını benimseyince savaşçı yeteneklerini yitiriyorlardı. Ordu ancak savaş anında derleniyor ve askerlik niteliklerini koruyabiliyordu. Süreğen bir insan ve para kıtlığı çeken Bizans toplumu, pahalı savaş girişimlerini ancak büyük güçlükler pahasına sürdürebilirdi.

Kısacası, 6. yüzyıl sonunun Doğu Roma (ya da artık Bizans) Devleti, 5. yüzyılda Batı Roma’yı yıkmış olan tehlikelerin çoğuna aynen göğüs germek durmundaydı. Bizans’ı Balkan sınırlarında barbarlar sıkıştırıyor, ama devleti savunmak için barbar kökenli askerler savaşıyordu. 5. yüzyıl boyunca biriktirilen servet tüketilmiş, devlet ile toplumun temel ekonomik ve askeri gereksinimlerini karşılayacak çok az gerçek Romalı kalmıştı.

Bizans İmparatorluğu, Batı Roma’nın kaderinden, ancak Batı’nın yararlanamadığı bazı kurumsal, duygusal ve davranışsal üstünlükleri cesaret ve talihle birleştirerek kurtulabildi. Diplomatik beceri üstünlüğü, kurumsal ve davranışsal değişmeleri harmanlamıştı. Eğer Bizanslı devlet adamları barbar halkların alışkanlıkları, görenekleri ve hareketleri konusunda İustinianos’un 5. yüzyıldaki öncellerinden daha çok ilgili ve bilgili olmasaydı, diplomasi asla başarılı olamazdı.

Bizanslı insanın davranış örüntüsü bir başka alanda daha değişmişti: Ortodoks Hıristiyanlığı ve imparatorun üstünlüğünü benimsemesi durumunda, barbar insanı topluma kabul etmeye hazırdı. Kuşkusuz çoğu zaman Hıristiyanlık, bunalım dönemlerinde çok köklü bir putperestliğin yüzeye çıkarak çatlattığı bir cila olmaktan öteye geçemiyordu; imparatora sadakat da inkâr edilebilirdi ve sık sık da inkâr edilecekti. Ama bütün bunlara karşın, 6. yüzyılda tanımlanmış biçimiyle Hıristiyan inancı ile kilise kurumlarınm, insanları birleştirme ve ruhsal güçlerini yükseltmede Yunan-Roma dünyasının kitabi kültüründen çok daha etkili birer araç oldukları kanıtlanmıştı.

Hıristiyan kültürü ve Bizans İmparatorluğu.


İustinianos’un kurduğu hukuk düzeni, Hıristiyan yaşamının bütün yönlerini içine alıyordu. Din değiştirme ve vaftiz, Hıristiyan bireyin yaşamının birçok aşamasını belirleyen ayinlerin yönetimi, toplumu Tanrı’nın gazabından sakınmak için kilise dışındaki Hıristiyanların uyması gereken davranış kuralları, devlet kademelerinde ya da manastırlarda özellikle kutlu bir yaşam süren din görevlilerinin izleyeceği kurallar bunlar arasındaydı.

Putperestlerin kiliseye girmeleri ve vaftiz olmaları zorunlu kılındı; Konstantinopolis’te girişilen bir temizlikle bu kentteki putperestlerin sayısı azaltıldı; misyonerler Anadolu’daki putperest halkı kitleler halinde Hıristiyanlaştırdı. Yalnızca resmî öğretiye bağlı Hıristiyan kadınlar, nikâh sırasında erkek tarafının mal biçiminde yaptığı ödemeden yararlanabiliyordu. Pek çok yurttaşlık hakkından yararlanamayan Yahudiler, Hıristiyanlığı kabul etmedikleri sürece vasiyetnameyle miras bırakma hakkından da yoksundu. Depremlerin, kıtlığın ve salgın hastalıkların Hıristiyan toplumunu cezalandıracağı korkusuyla, her türlü küfür ve inkâr yasaklanmıştı.

Iustinianos, kiliselerin ve manastırların büyüklüğünü belirli kurallara bağlamış, dinsel kurumların mülk satışından kâr sağlamasını yasaklamıştı. Devlet görevlerinde bulunan din adamlarının ya da kilisenin dünyevi işlerini yürütenlerin düzeyini yükseltme çabaları özellikle yararlı oldu. Çünkü 6. yüzyılda Doğu Roma kentlerinin çoğunda, imparatorluk görevlilerinin çoğu yavaş yavaş yerlerini piskoposlara bırakıyordu.

Piskoposlar vergi topluyor, adalet dağıtıyor, hayır işleri yapıyor, ticareti düzenliyor, barbarlarla görüşmelerde bulunuyor, hatta asker topluyordu. 7. yüzyıl başlarından sonra tipik bir Bizans kenti dışardan bir kaleye benzerdi; içerden bakıldığında ise kilisenin önderliğinde birleşmiş, ağırlıklı olarak dinsel bir topluluktu.

Iustinianos. manastırlarda yaşayan ya da dünyadan el etek çekmiş din adamlarını da ihmal etmedi. 4. yüzyıl Kilise Babaları’ndan Aziz Büyük Basileios’un yazılan ile 4 ve 5. yüzyıl kilise konsillerinin kararlarındaki düzenlemelerden yararlanarak, manastırlardaki ortak yaşam biçimini en ince ayrıntısına kadar düzenledi. Stoudion Manastırı başkeşişi Aziz Theodoros’un 9. yüzyılcla hazırladığı manastır kuralları bile Iustinianos’un kurduğu düzeni yalnızca geliştirecekti.

İustinianos’un kiliseye yönelik politikasında en az başanlı olduğu alan, Monofizitler ile Khalkedon inancını benimseyenleri uzlaştırma çabasıydı. I. İustinos döneminde Batı ve Doğu kiliselerini barıştırmaya yönelik görüşmeler başarıya ulaşmıştı; İustinianos da ılımlı Monofizitleri kazanmak amacıyla onları aşırı unsurlardan ayırmayı denedi. Ama ılımlı Monofizitlerce kabul edilebilecek bir iman formülü geliştirmeye çalışırken, Khalkedon öğretisi yandaşlannı küstürdü. Aşın Monofizitler görüşlerinde direttiler, İustinianos’un baskı önlemlerine karşı kendi kilise örgütlerini güçlendirdiler. Bunun sonucunda özellikle Mısır ve Suriye’deki kale kentlerin çoğu Monofizit kiliseye bağlandı.

İustinianos’un Hıristiyan yaşam biçimini düzenleme girişimlerinin başarısı, uyrukla- nnın bu düzenlemeyi kabul etmeye zaten hazır olmasının sonucuydu. Gerçi geleneksel Yunan-Roma kültürü direngenliğini ve üretkenliğini korumuş, entelektüel bir elitin kalıcı mirası olmuştu; ama aynı yüzyılda Hıristiyan kültürü de gelişerek gitgide ona rakip duruma geldi. Putperest kültürün kitabiliğine ve varlıklı sınıfların dışına yıkamamasına karşılık, Hıristiyan ayinleri ve müziği herkese ulaşabiliyordu. Biyografi yazını da giderek Hıristiyanlaşacaktı.

Hıristiyan halk kültürünün canlılığı ve yayılma gücü, İsa ve Meryem Ana ile azizlerin soyut ve yalın birer tasviri olan ikonların yüceltilmesinde en belirgin biçimde kendini gösterdi. İkonları yüceltme, bir bakıma, On Emir’den İkincisinin dinsel tasvirlere tapınılmasma getirdiği açık yasağın ihlaliydi.

Tasvir düşmanlığı, neredeyse Yahudilik kadar Hıristiyanlığın da ödün vermediği ilkelerden biriydi. Tasvirleri Hıristiyan ibadetinin doğal öğelerinden biri sayma eğiliminin gitgide güçlenmesi, tanrıların betimlenmesine çok eskiden beri alışmış putperestler ile On Emir’den çoktan kopmuş bulunan Helenleşmiş Yahudiler arasında Hıristiyanlığın yayılmasının doğurduğu güçlü gereksinmelerin ürünüydü.

Isa’ nın öğretisini Yeni Platoncu bir mirasla bütünleştiren yeni Hıristiyanların tasvirleri benimsemesi daha da kolaydı. Yeni Platonculuğa göre, görülebilir olan (İsa’nın tasviri) aracılığıyla görülemez olanın (İsa’nın özünün) bilgisine ulaşılabilirdi. Romalılar gene çok eskiden beri imparator tasvirlerini yüceltmeye alışmıştı. İmparator, Tann’nın yeryüzündeki vekili olduğuna, imparatorluk da tanrısal iktidarı temsil ettiğine göre, Hıristiyanlar da İsa’nın ve azizlerinin tasvirlerini aynı ölçüde, hatta daha çok yüceltebilirlerdi.

6. yüzyılın ikinci yarısında hem kişilerin hem de halkın kullanımı için ikonlar ortaya çıktı. îustinianos döneminin sona ermesini izleyen karanlık yıllar boyunca Bizans İmparatorluğumu ayakta tutan yüksek moralin en önemli kaynağı bu ikonlar oldu.

İustinianos’un ardılları: 565-610. 610’da Herakleios’un tahta çıkarak imparatorluğu çöküşten kurtarmasına değin, Bizans imparatorlarının politikasııiı belirleyen temel unsur tutarsızlık ye çelişkiydi. II. İustinos Avarlara ya da İranhlara haraç ödemeyi reddedip daha sonra da yeni vergiler koyarak hâzineyi büyütürken, uzlaşmaz tutumuyla gerçekte imparatorluğu zorlayan tehlikeleri daha da artırıyordu.

Ardıh Tiberius ise vergileri kaldıracak, bir yandan Avarlara istediklerini verirken, öbür yandan Sasanilere karşı askeri harekâta girişecekti. Tiberius’un komutanlarından Mavrikios doğu sınırında başarılı bir savaş yürüttüyse de, verilen ödünler Avarlan durdurmaya yetmedi. Avarlar, 582’de Balkanlar’ daki Sirmium Kalesi’ni ele geçirdiler. Slav- lar da Tuna’nm ötesinde akınlara başladılar ve 50 yıl içinde Makedonya, Trakya ve Yunanistan’a ulaştılar.

582’de tahta çıkan Mavrikios, 20 yıllık hükümdarlığı süresince İran’a karşı askeri başarılarını sürdürdü, Batı’da Bizans yönetimini yeniden düzenledi, Balkan seferleri sırasında tasarruf önlemleri uyguladı. Sasani tahtının meşru vârisi II. Hüsrev, tahta çıkmasını engellemeye çalışan asilere karşı 591’de Mavrikios’tan yardım istedi. Bu desteğe karşılık olarak da sınır kentlerini Bizans’a terk etti, Doğu Anadolu üzerindeki toprak taleplerinden vazgeçti. Bu arada İspanya’da Vizigotlar ayaklanmış, Lombardlar da 568’de İtalya’yı işgal ederek Bizans gücünü Ravenna ve Venedik ile güneyde Calabria ve Sicilya’ya sıkıştırmıştı.

Mavrikios, görece güvenlikte bulunan Kuzey Afrika eyaleti ile İtalya’nın elde kalan bölgelerinde bir tür askeri yönetim biçimi geliştirdi. Askeri ve sivil yetkilerin ayrılığını öngören eski ilkeyi terk ederek, iki tür yetkiyi de sırasıyla biri Kartaca’da, öbürü Ravenna’da bulunan iki eksarkhos'ta (askeri genel vali) topladı. Eksarkhos'ların alt birimi olan dullukları oluşturan karakollar, profesyonel askerlerden değil silahlandırılmış yerel toprak sahiplerinden meydana geliyordu. Bu sistem genellikle iyi işledi; Magriplilerden gelen tehdite karşın Kuzey Afrika da genellikle sakindi. Ama Mavrikios’un Balkanlar’daki hataları kendisinin ve hanedanının sonunu hazırladı.

Mavrikios, 7. ve 8. yüzyıllardaki ardıllarının tersine, ordularının başında bulunmak yerine zamanının çoğunu Konstantinopolis’te geçirdi. 588’de asker ücretlerini düşürdü. 602’de kışlaların Tuna’nm ötesinde, düşman topraklarında kurulmasını emretmesi, ırmağın güneyindeki eyaletlerin tarımsal ve mali bakımdan hiç de iyi durumda olmadığını gösteriyordu. Bu buyruk bardağı taşıran son damla oldu. Ayaklanan askerler, Phokas adlı genç bir subayın önderliğinde Konstantinopolis’e yürüdüler. Mavrikios’a karşı birleşen Maviler ve Yeşiller öteki isyancılarla birükte önce imparatorun beş oğlunu, sonra da kendisini öldürdüler.

Phokas dönemi ise tam bir yıkım getirdi. İntikam seferine girişen Sasani ordusu Anadolu’nun ortalarına kadar ilerledi. Barbarlara ödenen haraçlar, onları Tuna’nm kuzeyinde tutmaya gene yetmedi. 602’de çöken Tuna sının ancak yüzyıllarca süren savaşlardan sonra eski durumuna getirilebilecekti. İktidan zora dayanan Phokas, sürekli isyan ve ayaklanmalarla boğuşmak zorunda kaldı.

Sonunda Afrika eksarkhos'unun oğlu Herakleios, “bakireleri baştan çıkartıcı” olarak nitelenen Phokas’a karşı bir Meryem Ana ikonunun koruyuculuğu altında, imparatorluğun batı ucundan Konstantinopolis’e doğru yelken açtı. 610’da başkente vardığında bir kurtarıcı olarak karşılandı. Yeşiller’in gönüllü desteğiyle Phokas’ı kolaylıkla yendi, hem Phokas’ın hem de onun yüksek sivil ve askeri kademelere yerleştirdiği görevlilerin başını vurdurdu.

Kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Baturalp; 29 Aralık 2016 22:25
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Aralık 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

7. Yüzyıl: Herakleios Hanedanı ve İslamın Yükselişi


Herakleios ve thema sisteminin kökeni.
Sponsorlu Bağlantılar

Herakleios’a yönelik en büyük tehdit, Avarlar ile Sasanilerden geliyordu. Avarlar, Konstantinopoiis’i koruyan surların dışındaki bir toplantı sırasında, 617’de imparatoru bile bir süre tutsak ettiler. Sasaniler Anadolu’ya girmiş, sonra güneye dönerek Kudüs ve İskenderiye’yi de ele geçirmişlerdi. Ahameniş (Pers) imparatorluğumun görkemli günleri neredeyse geri geliyordu.
Ad:  Bizans_İmparatorluğu5.JPG
Gösterim: 2858
Boyut:  74.8 KB
Herakleios’un bu bozgunu zafere dönüştürmekte dayandığı üç güç kaynağı vardı. Birincisi, Kuzey Afrika ve Ravenna eksarklas’luklarının sunduğu askeri yönetim modeliydi. İmparator, Anadolu’daki Bizans topraklarına da benzer bir model uyguladı. Kendisine bağlı strategos'lan (komutan) thema adı verilen birlikleriyle ele geçirdikleri topraklarda hem sivil, hem askeri yetkilerle donattı.

İkincisi, imparatorluk hâzinesi, Phokas’ın terör döneminde ya da daha sonra idam edilen soyluların malikânelerine el koymuştu. Dolayısıyla Herakleios, hâzinede para olmamasına karşın, at ve silah gereksinimleri nakitle karşılanamayan atlı askerleri toprak bağışlayarak ayakta tutabilirdi. Bu varsayımlar doğruysa, büyük olasılıkla daha 622 öncesinde Anadolu’da Opsikion, Armeniakon ve Anatolikon gibi thema'lar vardı. Bu topraklar thema'lann adlarıyla anılıyordu. Böylece thema terimi, zamanla bir silahlı birliği belirtmekten çıkarak strate- gos’larm yönetimindeki Bizans yerel yönetim birimini tanımlamaya başladı. Herakleios 622’de İranlılara karşı yedi yıl sürecek bir savaşa giriştiğinde, üçüncü güç kaynağı olan dine dayanıyordu. Artık kutsal bir nitelik kazanan savaş, kilisenin devlet emrine verdiği kaynaklarla besleniyordu. Askerler Tanrı’dan destek umuyor, savaş alanında en önde ilerleyen bir İsa tasvirinden güç alıyordu.

Herakleios, Kafkasların kuzeyinden gelen Hazar Türklerinin, Bizans diplomasisi için uzun süre önem taşıyacak desteğinden de yararlanarak Sasani ordusunu 627’de Ninive’de yendi. 628’de Dastagerd’in ele geçirilmesinden sonra Hüsrev tahttan indirilerek öldürüldü. Bu savaşı kazanan, artık ilkçağın Roma’sı değil, ortaçağın Bizans’ıydı. Savaşlara güç katan ilahiler de Yunanca okunuyordu. Çünkü halk kültürü artık Latin değil, Yunan (Rum) ağırlıklıydı. Herakleios, karmaşık Latince imparatorluk unvanlarını kaldırarak halkın benimsediği Yunanca basileus unvanını aldı. Böylece basileus Bizans hükümdarlarının resmî unvanı oldu.

Herakleios'un ardılları.

Ad:  Bizansİmparatorluğu.JPG
Gösterim: 1948
Boyut:  50.5 KB

Herakleios’un Sasanilere savaş açtığı yıl, Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye göç etmişti. Hz. Muhammed’in ölümünden (632) sonra halifelerin sürdürdüğü fetih hareketinin çarpıcı sonuçları oldu. 632’de Bizans ordusu Yermuk Irmağında yenildi, böylece Filistin ve Suriye Arap denetimine açıldı. İskenderiye 642’de teslim olunca, Mısır eyaleti bir daha dönmemek üzere Bizans dünyasından ayrıldı. Bu arada Mezopotamya içlerinde de ilerleyen Araplar Ktesiphon krallık kentini ele geçirdiler, ardından Sasani kralının yönetimindeki bir orduyu bozguna uğrattılar.

Böylece İran’da İslam dönemi başlıyordu. Arapların büyük bir kolaylıkla ilerlemesi, Bizans ve İran’ın o dönemdeki başlıca üç özelliğinden kaynaklanıyordu: Savaşlardan soluğu kesilmiş olan her iki devlet de 632’den önce seferberliğe son vermişti; iki devlet de kendilerine bağımh olan ve Bedevileri durduran sınır devletlerini artık desteklemez olmuştu; özellikle Bizans’ta dinsel uyuşmazlıklar, Suriyelilerin ve Mısırlıların Konstantinopolis’e bağlılığını zayıflatmıştı. Herakleios iki eyaletteki Monofizit dalgayı yatıştırmak amacıyla Monotelit (thelema “istek, irade”) öğretiyi ortaya attı: İsa’nın iki ayn doğası olmakla birlikte, tek bir iradesi vardı. Bu uzlaştırma çabası ne Doğu’da ne de Batı’da başarılı olabildi.

Müslümanlar, örneğin İskenderiye’deki Hıristiyan cemaatine dinsel özgürlük tanıyınca, İskenderiyeliler de sürgündeki Monofizit patriklerini hemen geri çağırdılar. Yaşlanan Herakleios, Arap ilerlemesiyle başa çıkacak güçte değildi. Bu görev, Herakleios Konstantinos, II. Konstans, IV. Konstantinos ve II. İustinianos gibi ardıllarına düşecekti. Gerçekte büyük taht kavgalarıyla geçen bu dönemde, erkek kardeşlerin birlikte hüküm sürmesi durumunda büyük olanın ötekinden üstün olması ilkesi giderek yerleşti. Maviler ile Yeşiller arasındaki çelaşme 7. yüzyıl boyunca imparatorluk düzenini sarsacak boyutlara ulaşmadı ama, II. İustinianos 695’te gene bir ayaklanma sonucunda tahttan indirildi ve burnu kesildi. Bulgarların desteğiyle 705’te tahtı yeniden ele geçiren İustinianos korkunç bir intikam harekâtına girişti, 711’de ikinci kez tahttan indirildi. 711-717 arasında tahta çıkan üç imparatorun döneminde imparatorluk ciddi bir sarsıntı geçirdi. 717’de Anatolikon thema'sının strategos'u III. Leon tahta çıkarak ikinci bir Herakleios olacaktı.

614-717 dönemindeki askeri gelişmeleri belirleyen üç etmen şunlardı: Arapların deniz gücünün artması; o dönemin kaynaklarında Bulgarlar olarak anılan Onogur Hunlarının Balkanlarda yeni bir tehlike yaratması; Kartaca ve Ravenna eksarkhoslıklarında Bizans yönetiminin sürekli gerilemesine karşın, imparatorların batıdaki topraklara yönelik ilgisinin sürmesi. Araplar, Konstantinopolis’e ulaşan deniz yolları üzerindeki denetimlerini artırarak Anadolu’yu hedef alan ilk saldırılarını bu dönemde başlattılar, 674-678 arasında Konstantino- polis’i dört yıl kuşatma altında tuttular. Ama sonunda 30 yıllık bir ateşkes antlaşması imzalayarak Bizans’a para, asker ve at türünden haraç ödemeyi kabul ettiler.

II. İustinianos’un ikinci kez tahttan indirilmesi üzerine denizden ve karadan yeniden saldırıya giriştiler, 717’de Konstantinöpolis’i bir kez daha kuşattılar. Bu arada Balkanlar’da Bulgarlar, Avarla- nn 626’dan önceki işlevini üstlenmişti. 7. yüzyılın ikinci yarısında Hazar Türklerince Tuna Deltası boyunca güneye itilen Bulgarlar ile Bizans arasında 681, 705 ve 716’da imzalanan antlaşmalar sonucunda, Trakya ovalarına kadar Tuna’nın güneyi bağımsız Bulgar Krallığı durumuna geldi. Bizans böylece Kuzey ve Orta Balkanlar’m denetiminden yoksun kalıyordu. Buna karşılık 658’de II. Konstans’ın, 688’de de II. Iustinianos’un Makedonya’da giriştiği seferlerden daha kolay sonuç alındı. 687’de Trakya, 695’te Hellas themalan oluşturuldu. Bizans, Yunanistan’ın kıyı şeridi ile Slavların sızdığı bazı bölgelerinde egemen olmaya başlamıştı.

Batı’daki durum o kadar iç açıcı değildi. Monotelit öğretinin, Kuzey Afrika ve İtalya kiliselerinde tepki uyandırması, 646’da Kartaca, 652’de Ravenna eksarkhos’larına ayaklanma cesaretini verdi. Yüzyılın sonunda Afrika’nın çoğunu ele geçirmiş olan Müslümanlar 711’de son Bizans karakolu olan Septem’i de aldılar. Sicilya ve İtalya’ daki birkaç bölge henüz güvenlikteydi. Lombardlara karşı bir sefer düzenleyen Konstans, başkenti Sicilya’ya taşımayı düşünecek kadar Batı’da serüven arayan son imparator oldu.

Askeri durumun kötüleşmesine karşın bu dönemde thema sistemi kökleşmiş, askerlik görevi soydan geçen bir yükümlülük haline gelmişti. Özellikle 7. yüzyılda, boş toprakları işletebilmek ve thema sistemi içinde asker sağlayabilmek amacıyla tehcir politikası uygulandı. Savaş tutsakları ve köleler de azat edilerek aynı koşullarda toprağa yerleştiriliyordu. Sonraki yüzyıllarda da imparatorlar bu uygulamayı sürdürerek Bizans toplumu- nun büyük darboğazlarından biri olan nüfus azalmasının etkilerini gidermeye çalıştılar. Daha 800’lere gelmeden tarımda genişlemenin açık belirtileri vardı; Anadolu’da zaten hiç sönmemiş olan kentsel örgütlenme 800’lerle birlikte canlanmaya, Balkanlar’da da genişlemeye başladı.

7. yüzyıl tarihli Çiftçi Yasası’ndan anlaşıldığına göre, Bizans toplumunun teknolojik temeli çağdaş Batı Avrupa’dan çok daha ileriydi. Demirden aletler kullanılıyor, su değirmenlerinden yararlanılıyor, protein bakımından zengin baklagiller yetiştiriliyordu. Batı Avrupa 10. yüzyıla değin bu aşamaya ulaşamayacaktı. Mısır, Kuzey Afrika ve Sicilya gibi buğday ambarlarının yitirilmesi, tarım üzerinde özendirici bir etkide bile bulunmuştu. İstilalar, ayrıca büyük malikânelerin parçalanmalarına yol açmış, küçük köylü işletmesi bu dönemin “olağan” kırsal örgütlenme biçimi durumuna gelmişti. Ortaklaşa köy örgütlenmesinin, köy topluluğu ve bazı ortaklaşa tarımsal etkinlikler biçiminde sürmesine karşın, vergi sicillerinde kayıtlı olan köylüleri toprağa bağlamak amacıyla devlet çok az çaba harcamıştı. Kölecilik hâlâ sürüyordu ama Geç Roma İmparatorluğu döneminin kolon düzeni tarihe karışmıştı. 7 ve 8. yüzyıllar boyunca tarımdaki ilişkilerin belirleyici özelliği, işgücünün özgürlüğünün ve akışkanlığının artmasıydı.

Toptan ve perakende ticarette de aynı durum geçerliydi. Mısır ve Kuzey Afrika’ nın yitirilmesinden sonra, komutanlık yetkisi soydan geçen kaptanların yönetimindeki tahıl filolarının yerini alan bağımsız tüccarlar gitgide ağırlık kazandı. Bunun üzerine, ticaret etkinliklerini düzenlemek amacıyla Rodos Deniz Yasası hazırlandı. Özetle, sürekli savaşlara karşın Bizans, Batı Roma’nın son dönemlerine göre çok daha sağlıklıydı. Altıncı Genel Konsil’in (680- 681) Monotelitliği mahkûm etmesi, devletin sürekliliğini sağlayan bir başka güvence oldu. Mısır ve Suriye’nin İslam egemenliğine geçmesinden sonra, Doğu’ya özgü Monofizitliğe ödün verme gereği kalmamıştı.

İkonoklast Haraket.


İkonları yüceltme eğilimi Bizans topraklarında özellikle 7. yüzyılda yaygınlaşmıştı. İustinianos’un çağrısı üzerine 692’de toplanan Trullo (Quinisext) Konsili, İsa’nın kuzu simgesiyle değil, insan biçiminde betimlenmesini kararlaştırdı. İustinianos, sikkelerde ilk kez İsa tasviri kullandı, kendisini de “Tanrı’nın kölesi” olarak adlandırdı. İkonları yüceltme öğretisine yönelik ilk tepkiler 8. yüzyıl başlarında kendini gösterdi. Ama ikonoklast (eikonoklastes: “tasvir kinci”) hareket ancak III. Leon’un 730’da çıkardığı kararnamelerle devlet politikası durumuna geldi, Leon’unoğlu V. Konstantinos döneminde daha da şiddetlenerek ikon yanhsı akımın önde gelen savunucuları olan manastır üyelerine yönelik ağır bir baskı uygulaması biçimini aldı. Buna karşılık, 787’deki Nikaia (İznik) Konsili, İmparatoriçe Eirene’nin yönlendirmesiyle, ikonları yüceltme öğretisine yeniden saygınlık kazandırdı. Ama V. Leon, askeri durumun kötüleşmesi üzerine Bizans’ın en başarılı komutanlarından biri olan V. Konstantinos’la özdeşleşmiş ikonoklast hareketi 815’te canlandırmak zorunda kalacaktı. İkonlar, Ortodoks öğretisindeki kalıcı yerini ancak 843’te kazanabilecekti.

III. Leon ve V. Konstantinos.


III. Leon’un tahta çıkmasıyla Bizans’ın kaderi belirgin biçimde değişmişti. Bulgarların yardımıyla 718’de Arap saldırısını püskürten, sonraki 20 yıl boyunca da savaşların kesildiği dönemleri iyi değerlendiren Leon, Anadolu’ daki thema’lan yeniden örgütleyip sağlamlaştırmaya yöneldi. Geleneksel müttefiki Hazar Türklerinin desteğiyle 740’ta Akroinon’da Araplara karşı büyük bir zafer kazandı. Ardılı Konstantinos ise ancak kayınbiraderi Artavasdos’un Opsikion ve Armeniakon thema’lannda başlattığı isyanı bastırarak tahta çıkabildi. Sonraki birkaç yıl boyunca, Abbasiler ile Emeviler arasındaki çatışma Konstantinos’un işine yaradı. Kuzey Suriye’de önemli zaferler kazanan imparator, buradan Trakya’ya taşıdığı tutsaklarla 756-775 arasında Bulgarlara karşı en az dokuz sefer düzenledi. Böylece kuzeydeki düşmanı kalıcı biçimde zayıf düşürdü. Konstantinopolis halkı, sonraki yüzyıllarda Konstantinos’un mezarını kenti düşmana karşı koruyan bir türbe olarak görecekti.

Konstantinos’un ardılları.


Konstantinos’un oğlu IV. Leon’un ölümü üzerine 10 yaşındaki vârisi VI. Konstantinos tahta çıktı. Oğlunun naibeliğini üstlenen İmparatoriçe Eirene, 797’de Konstantinos’u tahttan indirerek gözüne mil çektirdikten sonra tek başına hüküm sürmeye başladı. Eirene’nin ikon yanlısı öğretiyi destekleyen politikası, büyük savaşçı V. Konstantinos’un anısına hâlâ bağlı olan thema askerlerinin çoğunun tepkisini çekiyordu. Eirene, ikon yanlısı manastır keşişleri ile Konstantinopolis halkından destek bulabilmek için bu grupların vergi yükümlülüklerini düşürdü. Ayrıca Konstantinopolis limanı dışında Abydos ve Hieros’ta alınan gümrük vergilerini de azalttı. Hâzinenin bu yüzden uğradığı kayıpların etkisi, 781’de Arapların, 792’de de Bulgarların kazandığı zaferlerden sonra daha da ağırlaştı. Saraydaki yüksek görevlilerin ayaklanması sonucunda Eirene 802’de tahttan indirildi ve Lesbos’a (Midilli) sürüldü. Böylece Isauria hanedanı sona ermiş oldu.

Bulgar tehdidi, sonraki üç imparatordan hiçbirinin hanedan kurmasına olanak vermedi. Eirene’nin yerine geçen usta maliye nazın I. Nikephoros, imparatoriçenin kaldırdığı vergileri yeniden koydu, mali yönetimde bazı reformlar gerçekleştirdi. Ayrıca Trakya thema’sına Anadolu’dan göçmen yerleştirdi. Ama yeni ve güçlü Bulgar hanı Krum’a karşı bizzat komuta ettiği savaş Nikephoros’un ölümüyle ve bozgunla sonuçlandı. Ardılı I. Mikhail, Adrianopolis’ te Krum’la karşılaştığında Bizans ordusu iç çatışmalar yüzünden bölünmüş durumdaydı. Mikhail de uğradığı bozgunun bedelini tahtıyla ödedi. Mikhail’in Bizans imparatorları arasında ilk kez soyadı kullanması, vergi ve asker gereksinmesi nedeniyle devletin giderek bağımlı duruma geldiği toprak sahibi büyük ailelerin yükselişinin bir göstergesiydi.

Daha Mikhail’in ardılı V. Leon tahttan indirilip öldürülmeden önce, Bizans’ın Balkanlardaki durumu düzelmeye başlamıştı. Krum 814’te Konstantinopolis’e saldırmaya hazırlanırken aniden ölmüş, oğlu Omurtag da Bulgar devletinin Batı sınırını Frank baskısına karşı koruyabilmek için Bizahs’la bir barış antlaşması yapmıştı. Halife Harun Reşid’in ölümüyle İslam dünyasında bir iç savaş başlamış, doğu cephesindeki çatışmalar da durmuştu. Leon’un, bu olanaktan yararlanarak Bulgarların yıktığı Trakya kentlerini yeniden inşa etmesi, ayrıca Makedonya, Thessalonike, Dyrrhachium, Dalmaçya ve Strymon thema’larının kurulması Bizans’ın Balkan Yarımadasının kıyı şeridine adım adım yerleştiğini gösteriyordu.

Yeni imparator II. Mikhail, Amorionlular hanedanının kurucusu oldu. Ama Mikhail’ in eski silah arkadaşı Slav asıllı Thomas’ın, ikon yanlısı Kafkas halklarının başına geçerek Omurtag’ın da yardımıyla Konstantinopolis’e saldırması, Bizans toplumundaki rahatsızlıkların, etnik çatışmaların ve ikonoklast hareketin yol açtığı sürekli gerginliğin derinliğini gösteriyordu. Mikhail’in oğlu Theophilos’un 838’de bir Müslüman ordusuna yenik düşüp ardından da Amorion kalesini kaptırması bu zayıflığın sonucuydu. Akdeniz’deki Bizans gücünün zayıflaması, Arapların 826’da Girit’i ele geçirerek saldırılarını Sicilya’ya yöneltmesi gene aynı etmenlere bağlıydı.

İkonoklazm bunalımı.


İkonoklastlar ve ikon yanlıları bir tek noktada anlaşıyordu: Hıristiyan toplumu, kutsal tasvirler konusunda doğru bir tutum benimsemeksizin başarıya ulaşamazdı. İki taraf da kilisenin ilk dönemine ait metinlerde kendi görüşlerini destekleyen kanıtlar bulabiliyordu. İkon yanlısı görüşün en yetenekli savunucusu, 8. yüzyılda yaşamış ilahiyatçı Damas- koslu Aziz İoannes’ti. Yeni Platoncu öğretiye dayanan İoannes’e göre tasvir bir simgeden ibaretti. Tanrı, İsa’nın kişiliğinde insan bedenine büründüğüne göre ikonlara karşı çıkılamazdı.

Bazı tarihçiler, On Emir’den İkincisinin putperestliğe getirdiği kesin yasağa ağırlık yeren ikonoklast imparator III. Leon’un, İslamdan da etkilenmiş olabileceğim öne sürer. Ama gerek bu varsayım, gerek ikonoklast akımın özellikle imparatorluğun doğu thema’lannda yaygın olduğu görüşü tartışmalıdır. Bununla birlikte Monofizitliğin, V. Konstantinos’u ve çatışmanın 8. yüzyılın ikinci yarısı boyunca izlediği doğrultuyu etkilediği kuşkusuzdur. İsa’nın tanrısal doğasının tekliğine inanan Monofizitlere göre ikonları yüceltmek küfürle eşdeğerdir. İkonoklast öğretiyi güçlendiren bir başka etmen, bu öğreti ile imparatorun Tann’nın yeryüzündeki vekili olduğu görüşü arasındaki yakın ilişkidir. £ ve 7. yüzyıllarda hüküm süren ikon yanlısı imparatorlar, Tann’mn birer “kulu” olduklarını vurgularken, örneğin V. Konstantinos ikonların yerine imparator portrelerini ve kendi zaferlerinin tasvirlerini geçirmeye çalışmıştır.

V. Konstantinos döneminde ikonlara karşı mücadele, ikonların başlıca savunucusu olan manastır topluluklarına karşı mücadele biçimini aldı. Ortodoks din adamları üzerindeki baskılar, kilisenin pek çok hizbe bölünmesiyle sonuçlanacaktı. Uzlaşmaz ikon yanlıları, Stoudion Manastın keşişlerini önder sayıyordu. Patrik İgnatios (847-858; 867-877) ikon yanlılarının sözcüsü olurken, ikonoklast kesimde ise Anastasios ve İoannes Grammatikos gibi patrikler yer aldı. Tarasios, Nikephoros, Methodios ve Photios gibi ortayolcu patrikler ise, ikon savunuculanna yakınlık duymalarına karşın imparatorla uzlaşmaya her zanan hazırdılar.

İkonoklast hareket, Bizans ile Katoük Avrupa arasındaki ilişkileri de sürekli etkiledi. Lombardlann ilerlemesi, İtalya’daki Bizans gücünü Ravenna eksarkhosluğu ile sınırlamış, çoğunlukla Rum ya da Suriye kökenli olan papalar da ortak düşmana karşı kendilerini savunabilmek amacıyla bu bölgeye sığınmıştı. Ama 8. yüzyıl boyunca başlıca iki sorun Roma’yı Konstantinopo- lis’ten uzaklaştıracaktı. Bunlardan birincisi ikonoklast hareket, İkincisi ise Illyricum ile İtalya’nın güneyindeki Calabria’da dinsel yetkilerin kime ait olacağıydı.

Papa II. Gregorius, III. Leon’un ikonoklast öğretisini benimsemeye yanaşmamış, ardılı Papa III. Gregorius da bu öğretiyi bir konsilde açıkça mahkûm etmişti. 751’de Ravenna’ nın Lombardlann eline geçmesi ve eksarklosluğun yıkılması üzerine, papalık bir başka koruyucu aramaya başladı. Yeni koruyucu, Frank tahtını Merovenj hanedanının elinden alan III. Pepin’di. Papa Stephanus 754’te Pepin’i Frank kralı olarak kutsadı, kral da Lombardlara karşı papayı savunmak amacıyla İtalya’ya girdi. 787’de Bizans’ta ikonoklast öğretinin reddedilmesi bile, Ortodoks Bizans ile Katolik Avrupa arasındaki farklılıklann giderilmesine yetmedi. Pepin’in oğlu ve ardıh Charlemagne’ın danışmanları, bu kez de ikonlan yücelten öğretiye aynı kararlılıkla karşı çıktılar. Charlemagne 800 yılının Noel günü Papa III. Leo’nun elinden Roma imparatoru olarak taç giydi. Artık bir barbar kralı sayılmayan Charlemagne, dönemin simgeciliği içinde yeni bir Constantinus olarak görülmeye başlamıştı. Bizans yönetimi bunu kabul edemezdi. Çünkü tek bir Tanrı, tek bir iman ve tek bir hakikat varsa, ancak tek bir imparatorluk ve tek bir imparator olabilirdi. Bu tek imparatorun da Konstan tinopolis’te hüküm sürmesi gerekiyordu.

Roma ile Konstantinopolis arasında daha sonra ortaya çıkan tartışmalar genellikle kilise kurallarında odaklaşmış gibi gözükse de temelde çok daha önemli iki sorun vardı. Birincisi, kuramsal açıdan ancak tek bir imparatorluk olabilirdi ama gerçekte iki imparatorluk hüküm sürüyordu. İkincisi, Roma ile Konstantinopolis arasındaki Orta Avrupa ile Balkanlar’da yaşayan Slavlar ve Bulgarlar, hangi tarafın yetki alanı içinde Hıristiyanlaştınlacaktı?
İkonoklast akımın kesin tasfiyesi, III. Mikhail döneminde 843’te gerçekleşti. Naiplik yetkisini 856’da İmparatoriçe Theodora’nın elinden alan, Mikhail’in dayısı Bardas’ın 858’de Konstantinopolis patrikliğine atadığı Photios, 9. yüzyıl ortalarında Slavlar, Bulgarlar ve Ruslara yönelik misyoner etkinliklerinde de büyük rol oynadı. Anadolu sınırlarında kazanılan askeri zaferlerde de bir canlanma görülüyordu.

Sicilya’da ve Akdeniz’in bütününde Bizans orduları daha az başarılıydı. Ama Photios’ un diplomatik becerisi sayesinde, Konstantinopolis patrikliği Roma karşısındaki konumunu korudu. Papa I. Nicolaus’un Photios’ un patrikliğe atanmasını kilise yasalarına aykırı bulması üzerine Photios, Nicolaus’un temsilcilerini İstanbul’da konuyu incelemek üzere bir konsil toplanmasına ikna etti. Nicolaus, adamlarının rüşvet aldığını öne sürerek Photios’u aforoz edince, 867’de Konstantinopolis’te toplanan bir konsil de Nicolaus’u aforoz etti. İki taraf arasındaki çatışmanın temelinde gene Bulgarların hangi kilisenin yetki alanına girdiği sorunu yatıyordu. Akdeniz’in batısında ve doğusunda yüzyıllardır gitgide farklılaşan iki zihniyet ve kurumsal yapı artık iyice belirginleşmişti. Photios bölünmesi (skhisma) sırasında Batı’da aforoz yetkisini papa, yani en yüksek ruhani önder kullanırken, Doğu’ da 867 konsiline III. Mikhail, yani Tanrı’nın yeryüzündeki vekili başkanlık ediyordu.

Makedonya Hanedanı Dönemi: 867- 1025.


Mikhail, bu zaferden kısa süre sonra en yakın adamı Basileios tarafından öldürüldü. Basileios’un kurduğu Makedonya hanedanı döneminde, en azından 1025’te II. Basileios’un ölümüne değin, Bizans İmparatorluğu altın çağını yaşayacaktı. Bu dönemde Bizans orduları doğuda Araplara karşı yeniden üstünlüğü ele geçirdi; BizanslI misyonerler Slavları Hıristiyanlaştırarak Bizans nüfuzunu Balkanlar’a ve Rusya’ya yaydı; imparatorların çoğunun kaba birer asker olmasına karşın Bizans edebiyatında bir diriliş yaşandı; hukuk ile yönetim alanlarında da önemli gelişmeler sağlandı. Ama aynı dönemde bazı gerileme belirtileri de ortaya çıktı: Kaynaklar olağanüstü bir hızla israf edildi; Batı’dan kopuş gitgide daha da belirginleşti; Anadolu’da yaşanan toplumsal bir devrim imparatorluğun ekonomik ve askeri gücünü temelinden sarsmak üzereydi.

Askeri canlanma. III. Mikhail’in komutanlarından Petronas’ın 856’da Araplara karşı kazandığı zaferle, Bizans’ın kara ve deniz gücü Doğu’da yeniden kanıtlanmıştı. Bizans’ın Araplara karşı uzun süre bir var oluş kavgası biçiminde sürdürdüğü mücadele, giderek bir saldırıya dönüşecek ve en parlak dönemine 10. yüzyılda ulaşacaktı.

Bizans ile Abbasi Devleti arasındaki sınırın en zayıf noktası Toroslar’daydı. Kuvvetlerini bu noktaya yönelten I. Basileios Kıbrıs’ı bir süre ele geçirdi, Paulusçulara karşı da bir sefer düzenledi. Ama Bizans ile İslam arasındaki çatışma, Batı’da olduğu kadar Doğu’da, karada olduğu kadar denizde, imparatorluğun bütününü ilgilendiriyordu. 902’de Sicilya’nın fethini tamamlayan Arapları, Güney İtalya eyaletinin uzağında tutabilmek isteyen Basileios Batı imparatoru II. Louis’yle bile işbirliğini denedi. Arap korsanlar 904’te Thessalonike’yi yağmaladılar, çok sayıda ganimet ve tutsakla geri döndüler. Basileios’un ardılı VI. Leon 911’de Girit’e bir donanma gönderdi, ama Bizans donanmasını püskürten Müslüman- lar 912’de Khios’ta (Sakız) Leon’un gemilerini bozguna uğrattılar.

I. Romanos Lekapenos döneminde, Ermeni kökenli komutan İoannes Kurkuas Do- ğu’daki Bizans saldırısını başarıyla sürdürdü. Kurkuas 934’te Melitene’yi (Malatya) 943’te de Edessa’yı alarak Fırat boyunca Abbasi topraklarında ilerledi. Batı orduları komutanı (domestikos) Nikephoros Phokas 961’de Girit’i yeniden ele geçirerek 150 yıldır Ege’yi kasıp kavuran Arap donanmasını yok etti. Böylece Bizans’ın deniz üstünlüğü Doğu Akdeniz’de yeniden kuruluyordu. Nikephoros’un stratejisi 962’de bütün doğu sınırı boyunca umulmadık başarılar sağladı, Halep’in alınmasıyla doruğa ulaştı. Nikephoros Mart 963’te imparator ilan edilince, gene bir Ermeni komutanı olan İoannes Tzimiskes’i Doğu domestikos' u olarak atadı.

Nikephoros ile İoannes Tzimiskes’in haçlı tutkuları, kısa sürede Suriye ile Kutsal Topraklar’ı yeniden fethetmeye yöneldi. 7. yüzyılda Müslümanlara kaptırılan topraklar böylece yeniden elde edildi. Kudüs’e hiçbir zaman ulaşılamadı ama bir patrikhane merkezi olan Antiokheia 969’da geri alındı. Ele geçirilen topraklar, devlete süvari sağlayan askeri işletmeler biçiminde bölüştürüldü. Ama bu zaferler Batı eyaletlerinin zayıflaması pahasına elde ediliyordu. Nitekim Sicilya’yı geri alma girişimi 965’te başarısızlıkla sonuçlandı.

969’da tahtı zorla ele geçiren İoannes Tzimiskes’in seferleri, Suriye üzerinde gözü olan Mısır’daki yeni Fatımi halifesi ile Musul emirine karşı yöneldi. 975’te Suriye ile Filistin’in neredeyse tümü ile Fırat’ın iyice doğusuna kadar Mezopotamya’nın büyük bölümü Bizans denetimine girmişti. Bir yandan Abbasi başkenti Bağdat’ın, öte yandan da Kudüs ve Mısır’ın yolu İoannes’e açılmıştı. Ama İoannes’in 976’da ölmesi üzerine tahta çıkan Makedonya hanedanının meşru vârisi II. Basileios, güçlerini büyük ölçüde Avrupa’da Bulgarlara karşı yöneltti. Basileios, gene de Doğu’da toprak kazanma düşüncesinden vazgeçmedi. Gürcistan (İberia) Krallığı bir antlaşma ile imparatorluğa bağlandı; Doğu Anadolu’ nun bir bölümü ilhak edildi; Suriye’deki Fatımilere karşı iki cezalandırma seferine Basileios bizzat komuta etti.

Slavlar ve Bulgarlarla ilişkiler. Doğu’daki eski imparatorluk topraklarıda doğuda ancak savaşla geri alınabilirdi, ama Balkanlar’da ve Yunanistan’da Hıristiyanlaştırma gibi diplomatik bir araçtan da yararlanılabilirdi. Patrik Photios’un başlattığı Slavları Hıristiyanlaştırma hareketi, Thessalonikeli iki keşiş Kyrillos ve Methodios tarafından sürdürüldü. Slav dilleri için bir alfabe geliştirilmesi, Kitabı Mukaddes’in ve Rum ayinlerinin bu dillere çevrilmesini olanaklı kıldı. Bu arada Sırbistan ve Bulgaristan’da Latin misyonerleri ile Bizanslı keşişler arasındaki çatışmalar, Roma ile Konstantinopolis’in ilişkilerini daha da kötüleştirecekti.

Konstantinopolis ile gelişen ticaret ilişkileri, Slavlar ve Bulgarlar arasında Bizans’ın zenginliklerinden daha büyük pay alma dürtüsünü körüklemişti. 893’te Bulgar tahtına çıkan Simeon, Bizans karşısında Arap- lardan bile daha tehlikeli bir düşman olduğunu kanıtladı. Simeon’un Bizans tahtını ele geçirme çabaları 15 yıl süreyle Bizans tarihine yön verecekti. Simeon 913’te ordusuyla birlikte Konstantinopolis surlarının önüne kadar geldi. Patrik Nikolaos Mysti- kos, Simeon’u bir süre için yatıştırdı; ama Bulgarların gücünü kıran ve Simeon’u caydıran I. Romanos oldu.

Kiev’den yola çıkarak Dinyeper üzerinden Karadeniz’e ulaşan savaş gemileri Konstan- tinopolis’e ilk kez 860’ta saldırdı. Saldırının püskürtülmesinden hemen sonra Rusya’ya Bizans misyonerleri gönderildi; 911’de Ruslara Konstantinopolis’te ticaret ayrıcalıkları tanındı; 941 ve 944’te Prens Igor’un önderliğinde düzenlenen iki Rus saldırısı da püskürtüldü. Ama I. Romanos, Rusya’nın düşmanlığına son vermek amacıyla diplomatik ve ticari yolları değerlendirdi. İgor’un dul eşi Olga 957’de vaftiz edildi, VII. Konstantinos döneminde de Konstanti- nopolis’i resmen ziyaret etti. Bizans misyonerleri, Olga’nın desteğiyle daha büyük bir güvenlik içinde çalışarak Rusya’da Hıristiyanlığı ve Bizans kültürünü yaydılar. Rusya üzerindeki Bizans etkisi, II. Basileios’un Bizans tahtını ele geçirmesine yardımcı olan Kiev prensi Vladimir’in, bu yardımı karşılığında Basileios’un kız kardeşiyle evlenerek 989’da Hıristiyan olmasıyla doruğa ulaştı. Ardından Rus halkı kitle halinde Hıristiyanlığı kabul etti ve Konstantinopolis patriğine bağlı resmî bir Rus Kilisesi kuruldu.

Bulgar ayaklanması.


871’de Bizans’ın vasallığım kabul eden Bulgarlar bu konumlarından hoşnut değillerdi. Sonunda, Makedonya’daki bir eyalet valisinin dört oğlundan en küçüğü olan Samuel’in önderliğinde ayaklandılar. Başkentini Ohrida’da (Ohri) kuran Samuel, Adriyatik’ten Karadeniz’e, hatta bir süre için Yunanistan’a kadar uzanan bir devlet kurdu. Bulgar sorununun kesin çözümünü, 1018’e değin 20 yıl süreyle acımasız ve sistemli bir askeri harekât yürüten II. Basileioş sağladı. Samuel’e bağlı topraklar Bizans İmparatorluğu’nun parçası oldu ve üç thema’ya bölündü. Bu arada Sırbistan ve Hırvatistan prenslikleri de Bizans’a bağlandı, Adriyatik’teki Dyrrhachium limanı Bizans denetimine girdi. İustinianos döneminden bu yana imparatorluk Avrupa’da ilk kez bu kadar genişliyordu. Ama Bulgaristan’ın ilhakı, Peçenekler, Kumanlar, Ma- carlar gibi daha kuzeydeki kabileler karşısında artık Tuna’nın tek savunma hattı olduğu anlamına geliyordu.

Batı’dan uzaklaşma.


Bizans nüfuzunun Adriyatik’e kadar genişlemesi, Bizans’ın Güney İtalya, hatta eski Batı Roma İmparatorluğu’nun tümü üzerindeki taleplerini yeniden gündeme getirmişti. Gerçi Balkan Yarımadası ile Yunanistan’a Slavların yerleşmesi, Doğu ile Batı arasındaki fiziksel bölünmeyi pekiştirmiş, 7. yüzyıldan sonra bu iki dünya apayrı yollarda ilerlemişti. Ama Bizans egemenliğinin Yunanistan ve Doğu Avrupa’da yeniden kurulması, ayrıca Asya’da Müslümanlara karşı elde edilen kazanımlar, BizanslIların imparatorluğun evrenselliğine olan inancını da güçlendirmişti.

Evlilik yoluyla kurulacak ittifakların, imparatorluğun Doğu ve Batı kesimlerini birleştirerek Sicilya’daki ortak düşman Arap- lara karşı birleşik bir savunma olanağı sağlayabileceği düşünülüyordu. VII. Konstantinos’un oğlu II. Romanos 944’te İtalya tahtı üzerinde hak iddia eden Karolenjlerden Provence dükü Hugues’ün kızlarından biriyle evlendi. VII. Konstantinos, Almanya’daki Sakson kralı I. Otto ile de diplomatik ilişki kurmuştu. Ama Otto 962’de Kutsal Roma Germen imparatoru olarak taç giyince durum bütünüyle değişti. Çünkü bu, Bizans imparatorunun Takipsizliğini hedef alan doğrudan bir meydan okumaydı.

I. İoannes’in 972’de akrabalarından birinin II. Otto’yla evlenmesine razı olmasıyla ilişkiler bir ölçüde yumuşadı. Ama bu evlilik de Batı’nın imparatorluk savının kabulü anlamına gelmiyordu. II. Basileios, III. Otto’nun Bizanslı bir prensesle evlenmesini kabul ettiyse de bu birleşme hiçbir zaman gerçekleşmedi. Ardından Basileios, İtalya’nın Bizans’a bağlı kesiminin yönetimini yeniden düzenledi; 1025’te ölmeden önce de Sicilya’dan Araplara karşı yeni bir seferin hazırlıklarına başlamıştı. Evrensel Roma İmparatorluğu mitosu artık sona ermişti.

Kültür ve yönetim.


İkonlar konusundaki çatışma, Bizans’ın gerek kilise, gerek imparatorluk olarak Batı’dan uzaklaşmasına yol açmakla birlikte, Ortodoks inancının tanımlanmasına yardımcı olmuş, Bizans toplumunun gelecekteki niteliğini önemli ölçüde belirlemişti. Bir yandan kilise yeni bir birlik ve canlılık kazanıyor, Ortodoks inancı dünyanın yeni köşelerine yayılıyor, manastırlar hızla çoğalıyor, 9. yüzyılda Patrik Photios’ un, 10. yüzyılda da Simeon’un vaaz ve yazıları ruhani geleneği çok uzaklara taşıyordu. Bir yandan da devlet, Yunan-Roma mirasının bilincine gitgide daha çok varıyordu.

III. Mikhail döneminde Konstantinopolis Üniversitesi’nin yeniden örgütlenmesiyle Klasik Yunan araştırmalarına yönelik ilgi canlandı. VII. Konstantinos yönetim, saray törenleri ve imparatorluğun eyaletleriyle ilgili üç büyük yapıtın derlenmesini sağladı, dönemin bir tarihini yazdırdı; ayrıca büyükbabası I. Basileios’un yaşam öyküsünü kaleme alarak bu çalışmaya katkıda bulundu. Bu dönemde pek az özgün araştırma üretildiyse de çok sayıda leksikon (örn. 10. yüzyıl ürünü Suda), antoloji ve ansiklopedi (örn. Photios’un Leksikon ve Bibliotheke’si) hazırlandı. 10. yüzyılın asker imparatorları entelektüel konularla daha az ilgilendiler. Ama 11. yüzyılda Mikhail Psellos ile birlikte araştırmacılıkta yeni bir atılım görüldü.

I. Basileios ile oğlu VI. Leon, imparatorluk hukukunu yeniden düzenleyerek yeni bir dönem başlatmayı amaçlıyorlardı. Ama Basileios döneminde yalnızca bir el kitabı (Prokheiron) ile büyük bir yasa derlemesinin giriş bölümü (Epanagoge) yayımlanabildi. VI. Leon ise Basilika’nın 60 kitabını yayımlayarak bu girişimi sonuçlandırdı. Basilika, Iustinianos’un yasalarını Helenleştiri- yor ve hukukçuların daha kolay uygulayabileceği duruma getiriyordu. VI. Leon döneminde hazırlanan 113 novella ise ek ve düzeltmeleri içeriyor, Bizans medeni hukukundaki son köklü reform hareketini sergiliyordu. Roma’nm cumhuriyet kurumlarmın son kalıntısı olan Şenato artık kaldırılmıştı. İmparator, yalnızca uyruklarının ruhani esenliği konusunda iktidarına sınır tanıyordu. İmparatorluğun bedeni olan imparator ile ruhu olan patrik arasındaki ikili yönetimin ilişkisi, I. Basileios’un Epanagoge’sinde büyük olasılıkla Photios’un kaleme aldığı bir bölümde tanımlanıyordu.

Bu dönemde yönetim daha da yoğun biçimde Konstantinopolis’te toplanmıştı. İmparatorca atanan ve ücretlerini ondan alan memurların oluşturduğu bürokrasi gitgide kalabalıklaşıp karmaşıklaşıyordu. Dışişleri ve diplomasi aygıtı da imparatorun denetimindeydi. Ama bazı sivil memurlar da kimin tahta çıkacağını belirleyecek kadar güç kazanabiliyordu. Başkentteki ticaret, alışveriş ve sanayi etkinliğinin düzenlenmesi ile asayişin sağlanması kent eparkhos’u- nunMsn Star yetki alanı içindeydi. 9. yüzyılda kaleme alınmış Eparkhoslar Kitabı’na göre, zanaatçı ve perakendeci loncalarını örgütlemek ve denetlemek de eparkhos’un göreviydi. Bu loncaların yasal haklan ve devlete karşı ödevleri sıkı kurallara bağlanmıştı. Avrupa ve Asya eyaletleri, 10. yüzyılda sayıları 30’a ulaşmış bulunan thema bölünü- müne göre yönetiliyordu. Thema’lar alt bölümlere aynlıp küçülmüş olmakla birlikte askeri niteliğini korumaktaydı. 77 li yıllarda askeri ve sivil yetkileri birleştiren strategos’ lar kendilerini atayan imparatora karşı doğrudan sorumluydu. Ordu ve donanma, her thema içinde soydan geçen toprak temliklerine sahip asker-çiftçilerden oluşuyordu. Sınır bölgeleri, kendi subaylannın ya da uç beylerinin komutası altındaki sınır birliklerince korunuyordu. Bu arada savaş bir bilim konusu olarak ele alınmaya başlamıştı. VI. Leon’un, İmparator Mavrikios’un Strtegikon’undan esinlenerek kaleme aldığı Taktika bu incelemelerin bir örneğiydi.

Toplumsal ve ekonomik değişme.


Doğuda girişilen fetih savaşları ve imparatorluk politikasının genel olarak askeri bir yönelim kazanması, yeni bir soylu sınıfını öne çıkarmıştı. En yüksek askeri konumları elinde tutan bu sınıfın ekonomik ve siyasal gücü, toprak mülkiyetine dayanıyordu. Kentlerdeki ticaret ve sanayinin devletçe çok sıkı denetlenmesi sonucunda özel girişim için kâr getiren tek yatırım alanı toprak mülkiyeti olmuştu. Asker kökenli soylular, özgür köylü ve savaşçıların çiftliklerini satın alarak onları çeşitli ilişki biçimleriyle kendilerine bağımlı kılmayı başardılar. Her ürün azalması, her kıtlık, her kuraklık ya da her veba salgını, zengin bir toprak sahibinin koruması altına girmek isteyen bir köylü asker yığının doğmasına yol açıyordu. Bu tehlikeli gidişi ilk kez sezen I. Romanos 922 ve 934’te küçük toprak sahiplerini büyüklere karşı korumayı amaçlayan yasalar çıkarmak zorunda kalacaktı. Çünkü imparatorluğun gerek askeri, gerek ekonomik gücü, thema sistemi içinde, vergi ödeyen köylüler ile köylü-askerlerin özgür kalmasına bağlıydı.

I. Romanos’u izleyen imparatorlar, tarımsal yasaların alanını genişlettiler. Ama Araplara karşı girişilen seferlerin giderlerini karşılamak için vergileri artırma yoluna gidilince birçok yoksul köylü toprağını satmak, başkalarının toprağına kiracı olarak sığınmak zorunda kaldı. Anadolu’nun toprak sahibi soylu ailelerinden birinden gelen II. Nikephoros Phokas’m toprak tasarrufu konusunda çıkardığı yasalar ise, savaş gereci sağlayabilecek durumda olan köylüler arasından, daha hareketli bir zırhlı süvari gücü oluşturulmasına yönelikti. Bu politika, köylü milislerin toplumsal bileşiminde kaçınılmaz değişikliklere yol açtı. II. Nikephoros, ayrıca kilisenin daha çok toprak varlığı edinmesini önlemek üzere kesin bir tutum aldı, geniş mülkleri ekonomi için zaten bir yük olan manastırların sayısının artırılmasını yasakladı.

Toprak mülkiyeti sorunuyla ciddi biçimde ilgilenen son imparator II. Basileios’tu. Basileios 966’da toprak sahibi aileleri cezalandıran bir yasa çıkardı; 922’den bu yana köylülerden alınmış toprakların sahiplerine geri verilmesini buyurdu; öteki topraklar için de bazen bin yıl kadar geriye giden mülkiyet kanıtlan sunulmasını istedi. Aile- lengyon olarak bilinen toplu vergi yükümlülüğü artık köy topluluğunun tümünü değil, köye en yakın büyük toprak sahibini ilgilendiriyordu. II. Basileios’un Bulgaristan’ı fethetmesi de imparatorluğun ekonomik ve toplumsal yapısını bir ölçüde değiştirdi. Çünkü burada kurulan yeni thema’lar- da, Anadolu’daki gibi köklü bir toprak soyluluğu geleneği yoktu. Ama 1025’te II. Basileios’un ölmesinden sonra güçlü toprak sahipleri yeniden üstünlüğü elde etti. Kons- tantinopolis, küçük toprak sahiplerinin büyükler tarafından yutulmasını ve sonuç olarak imparatorluğun feodalleşmesini artık önleyemez oldu.

Bu süreç, özellikle askeri örgütlenme için yıkımla sonuçlandı. Bizans İmparatorluğu’ nun Makedonya hanedanı dönemindeki üstünlüğü, büyük ölçüde, ordusunun Anadolu’daki Takipsizliğine dayanıyordu. Hem bölgenin yerlisi olduğu için topraklann savunulmasıyla doğrudan ilgilenen, hem de profesyonel bir ordu olan bu gücün, o dönemde ne Batı’da ne de Arap dünyasında bir benzeri vardı. Gene de gerileme ve çözülme tohumlan bu kurumun içinde kök salmıştı. Çünkü ordu komutanlarının çoğu Anadolu’nun büyük toprak sahipleri arasından çıkıyordu. Oysa bunlar, servetlerini ve nüfuzlarını ordunun varlığını olanaklı kılan toplumsal ve ekonomik yapının zayıflamasına borçluydu.

Bizans'ın Gerilemesi ve Batı Etkisine Girmesi: 1025-1260.


II. Basileios’un ardılları daha çok koşullann biçimlendirdiği kişilerdi. 1(05-81 arasındaki 56 yıl boyunca 13 imparator tahta çıktı. X. Konstantinos’un yeni bir hanedan kurma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. 1081’de tahta çıkan I. Aleksios’a değin hanedan sistemi işlemedi.

XI. yüzyıl. Bizans’ın 11. yüzyıldaki durumu, Roma İmparatorluğu’nun 3. yüzyıldaki durumuna benziyordu. Uzun bir güven ve gönenç döneminden sonra sınırların ötesinden gelen yeni baskılar, toplum içindeki gizli gerilimleri derinleştirmişti. II. Basileios’un ardıllarının kısa süren iktidarları, Bizans egemen sınıfı içindeki bölünmeleri, eyaletlerin askeri aristokrasisi ile Konstanti- nopolis’in sivil aristokrasisi arasındaki çatışmayı yansıtıyordu.
İncelmiş kent aristokrasisi, imparatorluğun militarist yönelimini tersine çevirecek, sivil devlet organlarını genişleterek kentli soyluları ve ailelerini bol gelirli görevlerle ve süslü unvanlarla donatacak hükümdarları yeğliyordu. Mal varlıkları başkentte değil eyaletlerde bulunan, II. Basileios’un cezalandırdığı askeri soylu aileleri ise asker kökenli imparatorları destekliyordu. 10. yüzyılın ikinci yarısında, imparatorluğun askeri gücünün düşmanları durdurmaya artık yetmediği açıkça ortaya çıkmıştı. Eyaletlerdeki toprak sahipleri, imparatorluğun önündeki tehlikeleri, 10. yüzyılda çıkarılmış tüm yasalara meydan okuyarak topraklarını genişletmenin bahanesi olarak kullanıyorlardı. İmparatorluğun savunma ve saldırı sisteminin temelini oluşturan Anadolu’daki thema sistemi, Bizans’ ın düşmanlarının güç topladığı bir dönemde hızla çökmek üzereydi.

Öte yandan, savaşların yabanıllaştırıcı etkisine tepki duyan Konstantinopolis aristokrasisi de kenti bir kültür ve incelik merkezi durumuna getirme çabasındaydı. IX. Konstantinos, eğitim görmüş kamu görevlisi yetiştirmek amacıyla Konstantinopolis Üni- versitesi’ne 1045’te yeni bir berat verdi. İoannes Ksiphilinos’un yönetiminde hukuk okulu yeniden düzenlendi; felsefe okulunun başına Mikhail Psellos getirildi.

Bizans'ın yeni düşmanları.


Bizans’ın 11. yüzyıldaki yeni düşmanlan, kuzey, doğu ve batı sınırında neredeyse aynı anda belirmişti. Birkaç cephede birden savaşabilmek için tahtta bir askerin bulunması gerekiyordu. VII. Konstantinos, Peçeneklerin Bulgarlar, Macarlar ve Ruslar karşısında yararlı bir müttefik olacağını düşünmüştü. Ama Bulgaristan’ın alınmasından sonra Peçenekler, artık Bizans toprağı olan bu bölgeye Tuna boyunca akınlar düzenlemeye başladılar. 11. yüzyıl ortasında Trakya ve Makedonya’da banşı sürekli tehdit eden bu halk, Bogomilci heretiklerin isyan duygularını da körükledi.

Doğu sınırındaki yeni tehlike Selçuklulardı.


1055’te İran’ı ele geçiren Selçuklular, çok geçmeden, Fatımilerin elindeki Mısır’a ve Bizans’ın Anadolu’daki sınırlarına kadar uzanan bir alanda egemenlik kurdular. 1064’te Bizans sınırını aşarak Ani’yi ele geçirdiler, 1067’de Kaisareia’yı (Kayseri) aldılar. Bizans imparatorlarının doğu sınırını uzun zamandır ihmal etmiş olması yüzünden, köyleri yağmalayarak kentleri yalıtmak kolaylaşmıştı.

Durumun giderek kötüleşmesi, Anadolu’daki askeri aristokrasinin 1068’de kendi içinden birini, IV. Romanos Diogenes’i imparator seçtirmesine olanak sağladı. Romanos’un Selçuklulara karşı topladığı ordunun çoğunlukla yabancı paralı askerlerden oluşması, Bizans’ın o dönemdeki durumunun bir göstergesiydi. Ağustos 1071’de Malazgirt Ovasında Selçuklu sultanı Alp Arslan’a yenilen Romanos tutsak düştü. Romanos, fidye ve haraç karşılığında özgürlüğünü elde etmek üzere Selçuldularla bir antlaşma imzalamışken, Konstantinopolis’teki muhalefet onun imparator olarak başkente dönmesine karşı çıkarak VII. Mikhail’i tahta oturttu. Bunun üzerine de Selçuklular akmlarım sürdürdüler. VII. Mikhail, biri 1077’de Hadrianopolis’te, öbürü de 1078’de Nikaia’da kendilerini imparator ilan etmiş olan Nikephoros Bryennios ile Nikephoros Botaneiates’e karşı Alp Arslan’dan yardım istedi. Ama bunu izleyen dört yıllık iç savaş süresince doğu sınırını koruyacak birlik kalmadı. 1081’de Selçuklular Iznik’e ulaştı. Bizans’ın askeri ve ekonomik gücünün merkezi olan bölge artık Selçuklu egemenliği altındaydı.

Batı’daki yeni tehlike ise 11. yüzyıl başlarında Güney İtalya’yı istila etmeye başlamış olan Normanlardı. Robert Guiscard’ın önderliğinde ilerleyen Normanlar, Bizans’ın ileri karakolu Bari’yi üç yıllık bir kuşatmadan sonra Nisan 1071’de ele geçirdiler. İtalya’daki Bizans yönetimi ve Konstantino
polis’in Sicilya’yı yeniden alma umutları böylece sona eriyordu. Bu durum, ayrıca Doğu ile Batı arasındaki kalıcı kopuşu da vurguluyordu. Roma ve Konstantinopolis kiliseleri arasındaki bölünme (skhisma) 1054’te resmen ilan edilmişti. Bölünmenin siyasal çerçevesini, o dönemde Bizans kadar papalığı da ilgilendiren İtalya’daki Norman istilası oluşturuyordu. Ama Patrik Mikhail Kerularios’un Konstantinopolis’teki Kardinal Humbert tarafından aforoz edilmesi, uzlaşmaz bir ideolojik farklılığı da simgeliyordu. Katolik kilisesindeki reform hareketinin, papalığın evrensel konumunu vurgulaması, Bizans geleneğiyle bağdaşamazdı.
Son düzenleyen Baturalp; 29 Aralık 2016 23:11
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

I. Aleksios ve I. Haçlı Seferi.

Ad:  Bizansİmparatorluğu2.JPG
Gösterim: 1767
Boyut:  33.3 KB

1071 yenilgisi bile Bizans için geri dönülmez bir çöküşün başlangıcı sayılamazdı. Ama imparatorluğun ayakta kalması Batı’daki yeni siyasal, ticari ve dinsel güçlere bağlıydı. Çünkü artık Anadolu’daki ekonomik ve askeri kaynaklanna güvenemezdi. Konstantinopolis’in sivil aristokrasisi sonunda kaderine boyun eğdi. Dört yıl süren bir iç savaş sonunda askeri aristokrasi 1081’de Aleksios’u tahta çıkararak beklediği zaferi elde etti. Aleksios, II. Basileios’tan sonra Bizans tahtına çıkan en başarılı asker ve devlet adamıydı.

Normanlar 1081’de Dyrrhachium’u ele geçirmişler, Thessalonike’ye doğru karadan ilerlemeyi planlıyorlardı. Ama 1085’te Robert Guiscard’m ölmesi, Norman sorununa geçici bir çözüm getirdi. Ertesi yıl da Selçuklu sultanı ölmüş, Selçuklu Devleti iç çatışmalara sürüklenmişti, iki büyük düşmanının ortadan kalkmasını talihe borçlu olan Aleksios 1091’de de kendi gücüyle Peçenekleri bozuna uğrattı.

Aleksios Anadolu’yu Selçuklulardan geri almayı tasarlarken, 1096’da Avrupa’nın batısından ilk Haçlılar geldi. İmparator, Batı’ dan gelen paralı askerlerin desteğinden kuşkusuz hoşnuttu. Ama bu desteğe, Kutsal Topraklan Müslümanlardan kurtarmak için değil, Konstantinopolis’i savunmak ve Anadolu’yu geri almak için gereksinimi vardı. Üstelik I. Haçlı Seferi’nin sekiz önderinden dördünün Norman olduğunu, Robert Guiscard’ın oğlu Bohemond’un bunlar arasında bulunduğunu öğrenmek Aleksios’un hiç hoşuna gitmemişti. Aleksios, Haçlı önderlerinden, Kutsal Topraklara giderken Selçuklulardan alacakları her toprak parçasını ya da kenti Bizans’a geri vermelerini istedi. Ama Haçlılara yol boyunca sağlanan gıda ikmalinin maliyeti de az olmadı.

Nikaia 1097’de Haçlıların eline geçti, anlaşma koşullarına uygun olarak imparatora teslim edildi. Haçlılar 1098’de Antiokheia' ya ulaşarak burayı aldılar. Bohemond’un kenti imparatora vermeyi reddederek Antakya Prensliği’ni kurmasının ardından 1099’da Kudüs Latin Krallığı ile Edessa ve Tripolis (Trablusşam) prenslikleri oluşturuldu. Haçlılar Filistin ve Suriye kıyı şeridine yerleşmeye başladılar. Bu arada Aleksios, Orta Anadolu boyunca Bizans ile Müs- lümanlar arasında daha güvenli bir sınır oluşturmaya çalışıyordu. Bohemond 1107’ de Batı’ya döndü, İtalya’dan başlayarak imparatorluğu istila etmek amacıyla yeni bir harekâta girişti. Buna hazırlıklı olan Aleksios, Bohemond’u 1108’de Dyrrhachium’da bozguna uğrattı.

İmparator kara ordusunu yeniden kurmuş, donanmayı yeniden düzenlemişti. Ama bunun için altın sikkenin değerini üçte iki oranında düşürmüş, bir dizi yeni vergi salmıştı. Vergilerin iltizam yoluyla toplanması artık olağanlaşmıştı, dolayısıyla vergi toplayıcıları artık kendi kurallarına göre çalışıyordu. Eyaletlerde yaşayan halka savunma, ulaşım ve ordu iaşesi için malzeme ve işgücü sağlama gibi ek yükler getirilmişti. Orduda da yabancı asker sayısı iyice çoğalmıştı. Ama Aleksios yerli asker sağlamanın yeni bir yöntemini geliştirdi, pronoia biçiminde toprak bağışlama ve bu bağışı askeri yükümlülüklere bağlama sistemini yaygınlaştırdı. Pronoia alan kişi, tasarrufundaki mülkün bütün gelirlerini ve kiracılarının (paroikoi) yükümlü olduğu bütün vergileri toplama hakkına sahipti. Bunun karşılığında belirli sayıda asker ve savaş gereciyle birlikte kendisi de süvari olarak orduya katılmak zorundaydı. Pronoia sahibinin, ölünceye değin malikânesi üzerinde mutlak tasarruf yetkisi vardı; öldükten sonra ise toprak devlete dönüyordu. Aleksios, ayrıca kilise mülklerinin daha kârlı kullanılmasını özendirmek amacıyla bu mülkleri kharistikia (hayır) olarak kilise dışı uyrukların işletmesine devretti. Pronoia sistemi, hem devlet, hem askeri aristokrasi için yararlıydı. Ama uzun dönemde, imparatorluğun toprak sahibi aileler arasında parçalanmasına ve merkezî hükümetin zayıflamasına yol açacaktı.

Sonraki Komnenoslar.


I. Aleksios’un oğlu II. İoannes ve torunu I. Manuel Komnenos, Aleksios’un iç ve dış politikasını sürdürdüler. 12. yüzyılda Batılı devletler Doğu’ya artık daha çok ilgi gösteriyor, Avrupa’da da siyasal durum giderek karmaşıklaşıyordu. Asya’da ise Selçuklular ile Danişmendliler arasındaki sürekli çekişme, Kilikya’daki Ermeni varlığı ve Haçh devletlerinin etkinlikleri karmaşık bir ortam yaratmıştı. Dış ilişkiler ve becerikli bir diplomasi BizanslIlar için büyük önem kazanıyordu. 1130’da Sicilya’da II. Roger’nin yönetiminde Norman Krallığı’nm kurulması Bizans için daha da büyük bir tehlikeydi.

I. Manuel, Bizans’ın Batı’daki yeni devletleri ne görmezlikten gelebileceğini ne de saldırıyla sindirebileceğini açıkça kavramıştı. Ayrıca Batı yaşam tarzının bazı yönleri Manuel’e çekici geliyordu. İlk iki karısı da Batılıydı; Latinlere sarayda kabul gösteriyor, hatta malikâne bile dağıtıyordu. Ama bu politika, Manuel’in uyruklarının çoğunun tepkisini çekti. IL Haçh Seferi’nin (1147) Manuel’in dönemine rastlaması Rumlar ve Latinler arasındaki gerginliği daha da derinleştirdi. Bu ortamda Fransa kralı VII. Louis, Konstantinopolis’e saldırmak amacıyla Sicilya’daki Norman kralı Roger ile pazarlığa oturdu ve Roger 1147’de Yunanistan’ı istila etti. Manuel, Normanlara karşı Batı imparatoru III. Konrad’la kurduğu ittifakı korumaya çalışıyordu. Ama 1152’den sonra Konrad’ın ardılı I. Friedrich (Barbarossa) ile bu ittifakı sürdüremedi. Friedrich’e göre, Kutsal Roma Germen
İmparatorluğu ile “Rum Krallığı” adını verdiği devlet arasında ittifak olamazdı. Manuel, Norman Krallığı’m kendi gücüyle devirmek için 1154’te boşuna bir girişimde bulundu. Bizans emperyalizmini Batı’da canlandırmak için artık çok geçti.

Balkanlar’da ve Latinlerin elindeki Doğu topraklarında Manuel daha başarılı oldu. Balkanlar’m kuzeydoğu kesiminin çoğunu geri aldı, Macaristan’ı neredeyse bütünüyle Bizans’a bağımlı bir devlet durumuna getirdi. Stefan Nemanja’nm önderliğindeki Sırplar da denetim altına alındı. Manuel’in 1159’da Antiokheia’yı geri alması, Haçlıların imparatora yeni bir bakışla yaklaşmasına yol açtı. Manuel, Selçukluların tek devlet altında birleşmesini engellemek amacıyla, 1176’da Anadolu Selçukluları elindeki Sivas-Amasya bölgesine saldırdı. Ama Myriokephalon’da kuşatılan ordusu imha edildi.

Bu sonuç, Manuel’e karşı Selçukluları destekleyen I. Friedrich’i özellikle sevindirdi. Manuel’in Haçlılarla dostluk politikası, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’- nun, papalığın, Normanlann ve onlardan geri kalmayan Venediklilerin ortak tepkisini çekiyordu. Manuel’in İtalya ve Balkanlar’da Bizans nüfuzunu canlandırmaya çalışması, bu amaçla 1169’da Cenova, 1170’te de Piza ile anlaşması Venedik’in işine gelmemişti. 1171’de Konstantinopolis’te düzenlenen Latin aleyhtarı bir gösteriden sonra, imparatorluktaki tüm Venedikliler tutuklanmış, mülklerine el konulmuştu. Onlar da Konstantinopolis’in Batı denetimine girmesinin, Bizans ticaretindeki çıkarlarını korumanın tek yolu olduğunu düşünmeye başlamışlardı.

I. Manuel’in politikasını Bizanslıların da çoğu onaylamıyordu. Gene Konstantinopolis’te düzenlenen Latin aleyhtarı bir ayaklanmanın ertesinde tahta çıkan Manuel’in yeğeni I. Andronikos’un önderliğinde hemen bir tepki dönemi başladı. Andronikos, kendisini Bizans yurtseverliğinin ve ezilen köylülüğün savunucusu olarak gösteriyordu. Ama reformlarını zorla kabul ettirmeye kalkışınca da bir tiran durumuna geldi. Aristokrasinin gücünü sarsarak imparatorluğun savunmasını zayıflattı. Bu sırada Macaristan kralı Bizans ile anlaşmasını bozdu. Sırbistan kralı Stefan Nemanja bağımsızlığını ilan ederek yeni bir Sırbistan krallığı kurdu. İmparatorluğun içinde de çözülme süreci ilerliyordu. 1185’te Kıbrıs valisi İsaakios Komnenos kendini adanın bağımsız hükümdarı ilan etti. Aynı yıl Normanlar Yunanistan’ı yeniden istila ederek Thessalonike’yi ele geçirdiler. Bu gelişmeler Konstantinopolis’te bir darbeyle sonuçlandı ve Andronikos öldürüldü.

Andronikos, Bizans tahtına çıkan son Komnenos’tu. Onun yerini alan II. İsaakios’u iktidara aristokrasi getirmişti. İsaakios’un kardeşi III. Aleksios’un hükümdarlığı, merkezileşmiş Bizans yönetim ve savunma aygıtının son kalıntılarının da çöküşüne tanık olacaktı. En azından dış düşmanlarını durdurmaya çalışan II. İsaakios 1185’te Normanları Yunanistan’dan uzaklaştırdı. Ama 1186’da Bulgarlar, İkinci Bulgar İmparatorluğu’nun kurulmasıyla sonuçlanacak bir isyan başlattılar. 1187’de Salaheddin Eyyubi’nin Kudüs’ü geri alması üzerine başlayan III. Haçh Seferi’nin Bizans’a ulaşması durumu daha da güçleştirdi. Bu seferin önderlerinden biri, Konstantinopolis’i fethetme niyetini açıkça ilan etmiş olan I. Friedrich idi. Friedrich Suriye yolunda öldü, ama İngiltere kralı I. Richard (Aslan Yürekli) Kıbrıs’ı İsaakios Komnenos’tan aldı ve ada bir daha Bizans egemenliğine dönmedi.

IV. Haçlı Seferi ve Latin İmparatorluğu' nun kurulması.


II. İsaakios’u 1195’te kardeşi III. Aleksios tahttan indirdi. Batılılar, Haçlı seferlerinin başarısızlıkla suçlanmasından Bizanslıları sorumlu tutuyordu. İmparator VI. Heinrich, Sicilya Norman Krallığı’nı Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ile birleştirmişti. Heinrich’in 1197’de ölmesinden sonra Batı’da, Konstantinopolis’in fethinin birçok sorunu çözeceği düşüncesi yerleşmeye başladı. Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan’ın yeni hükümdarları, Bizans’tan koparamadıkları egemenlik hakkını alabilmek amacıyla bu kez 1198’de papa seçilen III. Innocentius’a yönelmişlerdi.

Innocentius’un başlattığı IV. Haçlı Seferi, kısa sürede kâğıt üzerindeki amacından saparak Bizans’ın işgaliyle sonuçlandı. Haçlılara gemi sağlayan Venedik’in politikası bu gelişmede başlıca etmen oldu. 1203’te Haçlılar III. Aleksios’u Konstantinopolis’ ten sürünce başkent halkı ayaklanarak Latin aleyhtarı V. Aleksios’u tahta çıkardı. Venedikliler ile Haçlıların, Konstantinopolis’i ve Bizans’ı işgal ederek paylaşma konusunda artık hiç kuşkuları kalmamıştı. Başkent 13 Nisan 1204’te düştü. Konstantinopolis’in ele geçirilmesinden sonra Latinler üç gün süreyle görülmemiş bir acımasızlık ve şiddetle kenti talan ettiler. Sanat ürünlerinin çoğu yok edildi, kütüphaneler yıkıldı, bir daha bulunması olanaksız ilkçağ yazmalarının çoğu yırtılarak sokaklara atıldı. Üç günlük başıbozuk talandan sonra sistematik talan başladı, kentin bütün hâzinelerine el konuldu. Yalnızca Fransızlara düşen sekizde üçlük payın değeri 20 milyon altın franktı. Konstantinopolis’i daha iyi tanıyan Venedikliler, en iyi parçaları seçip kentlerine taşıdılar. Ortaçağın en büyük kenti böylece neredeyse tarihe gömülme noktasına geldi, en çok 40-50 bin nüfuslu yoksul bir kente dönüştü.

İmparatorluk topraklarının paylaşılmasında da kârlı çıkan Venedikliler, kendi ticaret yollan üzerindeki başlıca liman ve adalan ele geçirdiler. Haçlılar ise Avrupa ve Asya eyaletlerini fethetmeye koyuldular. Bizans’ın ilk Latin imparatoru Flandre kontu I. Baudouin, Trakya, Thessalonike, Atina ve Peloponnesos’ta (Mora) kurulan feodal prensliklerin süzereni oldu, kısa süre sonra da Bulgaristan kralıyla çatışmaya girdi.

Buna karşılık Trebizond’da (Trabzon) Komnenos ailesinden iki kardeş imparatorluk unvanı üzerinde hak iddia ediyordu. Kuzeybatı Yunanistan’daki Epeiros’ta (Epir) ise III. Aleksios’un akrabalarından Mikhail Angelos Dukas, Arta’da bir başkent kurdu, Tesalya’daki Haçlı devletlerinin üzerine yürüdü. Üçüncü direniş merkezi Nikaia’ydı. Gene III. Aleksios’un akrabası olan I. Theodoros 1208’de burada kendi atadığı bir patriğin elinden taç giyerek imparator ilan edildi. Theodoros ile damadı III. İoannes, Nikaia’da Bizans İmparatorluğu’nun küçük bir modelini oluşturdular, sürgünde bir kilise kurdular. Anadolu’da sürekli bir egemenlik kuramayan Latinlerin Avrupa’daki kazanımları da Yunanistan’ın kuzeyindeki Bizanslı hükümdarların tehdidi altındaydı. Ama Yunanistan’ın orta ve güney kesimlerinde Latin egemenliği daha sürekli oldu.

Latin imparatorlarının en başarılısı Baudouin’in kardeşi Flandre kontu Henri’ydi. Henri’nin ölümünden sonra Latin İmparatorluğu girişim gücünü yitirmiş, Konstantinopolis’in geri alınması sürgündeki Bizanslılar için belirgin bir hedef durumuna gelmişti. Latin egemenliğini sürdüren, kendi gücünden çok, Epeiros ve Nikaia’daki Bizans devletçiklerinin işbirliğinin sağlanamamasıydı. Epeiros’ta hüküm süren Theodoros Dukas, topraklarını Kuzey Yunanistan ve Bulgaristan’a kadar genişlettikten sonra 1224’te Thesşalonike’yi Latinlerden geri aldı, Nikaia İmparatorluğu’nun tepkisine karşın imparator olarak taç giydi. Ama Theodoros 1230’da Bulgarlara karşı giriştiği savaşta bozguna uğrayınca, III. Ioannes Nikaia’daki egemenliğini Avrupa’ya kadar genişletip Bulgarlarla ittifak kurarak Konstantinopolis’i çembere alma olanağını elde etti. Thessalonike 1246’da Nikaia İmpara torluğu’na teslim oldu. Bu arada Anadolu’ yu büyük bir karışıklığa sürükleyen Moğol istilası Selçukluları zayıflatıyor, rakip Trabzon İmparatorluğu’nu da etkisizleştiriyordu..

III. İoannes’in 1254’te ölmesi üzerine tahta çıkan oğlu II. Theodoros’un ardından, küçük yaştaki yeni imparator IV. Ioannes’ in naipliğini üstlenen VIII. Mikhail Nikaia’ da taç giydi. Bu arada II. Mikhail’in (Dukas) yönetiminde Epeiros’taki Bizans Devleti canlanmış, II. Mikhail gözlerini Thessalonike’ye çevirmişti. İki rakip arasındaki uyuşmazlık, ancak 1259’da Makedonya’daki Pelagonia Savaşı’yla çözülebildi. II. Mikhail, Peloponnesos’un Fransız hükümdarı Guillaume de Villehardouin ile Sicilya kralı Manfred von Hohenstaufen’in desteğini almıştı. İki yıl sonra bu ordunun komutanlarından biri Konstantinopolis’e girdi. Son Latin imparatoru II. Baudouin İtalya’ya kaçtı, Venedikliler kârlı ticari merkezlerini yitirdiler. Ağustos 126 T de VI II. Mikhail Konstantinopolis’te imparator olarak taç giydi; Nikaia tahtının çocuk vârisi IV. İoannes Laskaris’in gözlerine mil çekildi. Böylece Konstantinopolis’te hüküm sürecek son hanedan olan Palaiologoslar dönemi başladı.

Palaiologoslar Dönemi: 1261-1453.


Sürgündeki Nikaia İmparatorluğu, tarıma ve Selçuklularla kurulmuş ticaret ilişkisine dayalı canlı bir ekonomisi olan kendine yeterli bir birimdi. Bu devletin donanması yoktu, ama Anadolu’daki sınırları, iyi ücret alan birliklerce korunduğu için 12. yüzyılda olduğundan daha sağlamdı. Nikaia İmparatorluğu, sınırlarını Avrupa’ya kadar genişletmekle gücünü dağıtmamıştı. Yönetim merkezi Nikaia’dan Konstantinopolis’e taşınınca bu denge bozuldu, ekonomi yeni bir yön kazandı, Anadolu’daki savunma sistemi çatladı. Konstantinopolis Bizanslılar için hâlâ Yeni Kudüs’tü, burayı yabancıların eline bırakmak düşünülemezdi. Ama IV. Haçlı Seferi’nden sonra imparatorluğun parçalanması kenti bütünsel bir yapının odağı olmaktan çıkarmıştı. Yunanistan’ın büyük bölümü ile adaların çoğu Fransızlar ile İtalyanların eline geçmişti. Trabzon imparatorlan gibi Epeiros ve Te salya’daki Bizanslı hükümdarlar da VIII. Mikhail’i imparator olarak tanımaya yanaşmıyordu. VIII. Mikhail’in, Laskaris soyundan gelen Nikaia veliahtını saf dışı etmesi, uyruklarının çoğunun tepkisine yol açmış, Bizans kilisesinde Arseniosçu Bölünme (skhisma) olarak bilinen parçalanmaya neden olmuştu.

VIII. Mikhail.


Yeni hanedan böylece bir çatışma ortamı içinde doğdu. Ama yeni imparator, Konstantinopolis’in toparlanması, eski nüfuzunu kazanması ve savunmasının güçlendirilmesi için önlemler aldı. Ticaretin canlanmasını özendirmek amacıyla İtalyan tüccarlara ayrıcalıklar tanındı. Başkentin Venediklilerden kurtarılması için Mikhail’e gemi vermeyi kabul eden Cenevizler özellikle desteklendi. Kısa bir süre sonra Galata’da kendi ticari kolonilerini kuran Cenevizler, uzun süredir Venedik tekelinde olan işlerin çoğunu ele geçirdiler. Bu durum, Cenova ile Venedik arasında kaçınılmaz bir çatışmaya yol açtı. Bazı topraklar, özellikle Peloponnesos’un bir bölümü ile kimi adalar Latinlerden geri alındı. Ama imparatorluk gelirlerindeki artış çok küçük olmuş, VIII. Mikhail’in bu topraklar ile Epeiros ve Tesalya’ya karşı giriştiği seferler Nikaia imparatorlarının biriktirdiği kaynaklan tüketmişti.

VIII. Mikhail döneminin büyük bölümünde Bizans politikasındaki en önemli etmen, Batılı devletlerden kaynaklanan yeni bir işgal tehdidiydi. Fransız kralı IX. Louis’nin kardeşi Anjou dükü Charles, 1266’da Sicilya kralı Manfred’in yerine geçti. Ardından da Latin İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına ilgi duyan tüm taraflar arasında bir koalisyon kurarak, Rumlara karşı yeni Haçlı Seferi düzenlenmesini papa adına savunmaya başladı. Mikhail, Konstantinopolis kilisesinin Roma’ya bağlanmasını önererek bu tehlikeyi önlemeye çalıştı. Kiliselerin birleştirilmesi önerisi, birçok imparator tarafından, çok sayıda papaya karşı diplomatik bir koz olarak kullanılmıştı. Papa X. Gregorius bu öneriyi olumlu karşıladı; 1274 tarihli II. Lyon Konsili’nde bir Bizans heyeti imparator adına papalığa bağlılığını bildirdi. Ama Mikhail’in bu politikası Bizans halkının çoğunluğunun şiddetli tepkisine yol açtı. Mikhail’in papalığa güven verebilmek için halkın tepkilerini zorla bastırmasına karşın Gregorius’u izleyen papalar Mikhail’in birleşme niyetine inanmayacaktı. Charles’ın istila ordusu 1281’de Arnavutluk’ta Bizans kuvvetlerine yenildi. Bunun üzerine Charles, Venedik, Sırbistan ve Bulgaristan ile Yunanistan’ın kuzeyindeki ayrılıkçı devletlerin desteğiyle denizden yeni bir istila hareketine girişti. Ama bu girişim, 1282’de “Sicilya Vesperum Ayaklanması” olarak bilinen ayaklanma ile Bizans’ın yönlendirmesi sonucunda Aragon kralı III. Pedro’nun giriştiği müdahale yüzünden başarısız kaldı.

VIII. Mikhail, Batı’daki tehlikeyi önlerken iktidarının kaynağı olan Doğu eyaletlerini ihmal etmişti. Anadolu’daki sınır savunma birlikleri Batı’ya aktarılmış, Moğol istilasının çalkantılarıyla batıya itilen Türkmen akıncıları Bizans topraklarına girmeye başlamıştı. 11. yüzyıldaki Selçuklular gibi yeni gelen Türkmenler de pek az örgütlü direnmeyle karşılaştı. Hatta Bizanslı bazı yerel unsurlar, Konstantinopolis imparatoruna duydukları tepki yüzünden Türkmenlerle işbirliği yaptı. Yaklaşık 1280’lerde Türkmenler verimli Batı Anadolu vadilerini yağmalayarak Rum kentleri arasındaki bağlantıları keştiler, küçük beylikler kurmaya başladılar. İran’daki Moğollar ile Rusya’daki Altın Orda gibi,Mısır’daki Memlûkleri de etkisi altına alan VIII. Mikhail’in diplomasi ağı, Türkmen gazilerine karşı etkisiz kaldı. 1282’de İtalya’daki tehdit yok edildiğinde, Bizans’ın Anadolu topraklarını askeri önlemlerle kurtarmak için artık çok geçti. Aynı anda hem Avrupa’da, hem Asya’da savaşabilecek ordular kurmak da olanaksızdı. Komnenos hanedanının başlattığı yerel halktan asker toplama yöntemi 1261’den sonra işlemez olmuştu. Pronoia olarak bağışlanan topraklar artık toprak sahiplerinin soydan geçen mülkleri haline gelmişti.

IV. Haçlı Seferi’ne katılan şövalyeler, Bizans eyaletlerinin toplumsal yapısında feodalitenin alışılmış öğelerinden çoğunu hazır bulmuşlardı. 13. yüzyıl sonralarında bu gelişme daha da yol aldı. Bizans ordusunun subayları hâlâ çoğunlukla yerel aristokrasiden toplanırken, askerler ücret karşılığında savaşıyordu. Avrupa’da büyük bir ordu bulundurmanın maliyetine, VIII. Mikhail’in dost ve müttefiklerine dağıttığı servet de eklenince ekonomi iyice sarsılmıştı.

II. Andronikos.


Mikhail’in oğlu Andronikos, kara ordusunu küçültüp donanmayı da terhis ederek bu kez yanlış bir tasarruf politikası uyguladı. İşsiz kalan Bizanslı denizciler, Ege Adalarına saldıran Türkmen beyleri adına savaşmaya başladılar. Deniz yolundan Konstantinopolis’e ikmal sağlayan Cenevizler, kentin savunucuları durumuna geldiler. Bu durum Venediklilerin tepkisini çekince, Konstantinopolis önlerinde ilk deniz savaşı 1296’da patlak verdi. Bu arada II. Lyon Konsili’ndeki birleşme önerisi resmen geri alınmış, Ortodoks inanç ilkeleri eski konumuna kavuşturulmuştu. Ama toplumda gene de bölücü çatışmalar yaşanıyordu. Kilise içindeki Arseniosçu Bölünme 1310’a değin çözülemedi. Epeiros ve Tesalya hükümdarları Konstantinopolis’e meydan okumayı sürdürdüler. Anadolu halkı hoşnutsuzluğunu ayaklanmalarla dile getiriyordu. Türkmenler Anadolu’da ilerledikçe kıyı bölgelerine ya da Konstantinopolis’e kaçan halk, yönetime yeni sorunlar çıkarıyordu. 1302’de bir Türkmen birliği Bizans ordusunu Nikomedeia (İzmit) yakınlarında bozguna uğrattı. Bu birliğin komutanı, yakında Bizans İmparatorluğu’nu Avrupa’dan silecek olan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’di.

Andronikos 1303’te Sicilya’da çarpışmış bir profesyonel orduyu, Katalanlar Birliği’ ni kiraladı. Birlik, Anadolu’da Türkmenlere karşı başarılı bir saldırıya girişti. Ama komutanları halk tarafından öldürülünce paralı askerler Andronikos’a başkaldırdı. Trakya’ya saldırmak üzere Gelibolu Yarımadasını bir süre üs olarak kullandılar ve binlerce Türkmeni yardıma çağırdılar. Daha sonra batıya yönelerek 1311’de Atina’yı Fransızlardan aldılar, Atina ve Thebai Katalan Düklüğü’nü kurdular. Türkmenler ancak 1312’de Gallipolis’ten (Gelibolu) sökülebildi. Ayrıca Katalanlann yol açtığı kayıpları giderebilmek için bazı umutsuz önlemler alındı. Bizans altın sikkesi hyperpyron’un altın içeriği yüzde 50 oranında düşürüldü, halk daha da ağır bir vergi yükü altında kaldı. Enflasyon Konstantinopolis’i kıtlığın eşiğine getirirken, göçmenler de kent nüfusunu durmadan artırıyordu.

Kültürel canlanma.


14. yüzyıl başlarında imparatorluk maddi olarak toparlanma umudunu neredeyse yitirmişken, kültürel bakımdan dikkat çekici bir canlılık gösteriyor, Roma ile birleşme sorunuyla artık uğraşmayan kilisenin saygınlığı ve gücü artıyordu. Konstantinopolis patrikleri, imparatorluk dışındakiler ile birlikte tüm Ortodoks kiliselerinin saygısını kazanmıştı. II. Andronikos, Aynaroz (Athos) Dağındaki manastırlar üzerinde imparatorluğa ait olan yönetim yetkisini Konstantinopolis patriğine devretti. Bizans mistik geleneği, hesykhia (tanrısal dinginlik) olarak bilinen bir akım biçiminde burada yeniden filizlendi. Ama hesykhia akımı bazı ilahiyatçılarca Ortodoks öğretiden bir sapma olarak görülecek, bu nedenle 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde ortaya çıkan bir uyuşmazlık gitgide siyasal bir nitelik kazanarak kilise ve devlet üzerinde yıkıcı etkilerde bulunacaktı.

Mistik düşünce ile manastır yaşamının canlanması, bir ölçüde din dışı edebiyat ve öğrenimin de gene o çağda görülen canlanmasına bir tepkiydi. II. Andronikos, her türlü araştırma etkinliğini destekliyordu. 11. yüzyılda da olduğu gibi dikkatler ağırlıklı olarak Eski Yunan yapıtlarının yeniden keşfedilmesine yönelmişti. Latince bilenler artık azalmış, Bizans bilginlerinin çoğu kendi Helen miraslarına yönelerek Latin kültürünü bir yana bırakmıştı. Gene de Maksimos Planudes ünlü bir antoloji derleyerek birçok Latince yapıtı Yunancaya çevirmişti. Çeşitli imparatorlar döneminde devlete hizmet etmiş olan Demetrios Kydones de Latin kültürüne sırt çevirmemiş ender kişilerden biriydi. Kydones, Aquinolu Aziz Tommaso’nun yapıtlarını Yunancaya çevirdi.

Kydones gibi Roma kilisesine bağlanarak Bizans’ı yıkımdan kurtaracağına inanan aydınların bir başka örneği, II. Andronikos’un en yetkili logothetes’ı (mabeyinci) Theodoros Metokhites’ti. Theodoros’un öğrencisi Nikephoros Gregoras felsefe, dinbilim, matematik ve astronomi alanlarındaki araştırmalarına ek olarak döneminin bir tarihini de yazdı. Nikaia İmparatorluğu tarihçisi Georgios Akropolites tarafından korunan Bizans tarih yazıcılığı geleneği, 14. yüzyılda Georgios Pakhymeres, Gregoras ve 1354’te tahttan çekildikten sonra anılarını yazan İmparator VI. İoannes Kantakuzenos tarafından sürdürüldü.

III. Andronikos ve İoannes Kantakuzenos.


II. Andronikos 1320’de bütünüyle aile içi nedenlerle torunu III. Andronikos’u mirastan yoksun bırakınca karışıklıklar başladı. 1321-28 arasındaki iç çatışmalar, bir bakıma aristokrasinin genç kuşağının zaferiyle sonuçlandı. Bu kesimin önderi de İoannes Kantakuzenos’tu; tahta çıkan III. Andronikos döneminde imparatorluk siyasetini o belirleyecekti. Ama genç kuşağın irade ve kararlılığına karşın savaş yılları toparlanmayı daha da güçleştirmiş, düşmanlara yeni fırsatlar sağlamıştı. Bizans kuvvetleri 1329’da Konstantinopolis yakınlarındaki Pelekanon’da (Maltepe) Orhan Bey’e yenik düştü. 1331’de İznik, 1337’de de İzmit OsmanlIların eline geçti. Bir zamanlar imparatorluğun kalbi olan Kuzeybatı Anadolu böylece yitirilmişti. Durumu kabul etmekten, OsmanlIlar ve öteki Türk beylikleriyle anlaşmaktan başka seçenek kalmamıştı.

III. Andronikos ve Kantakuzenos, bu yolu izleyerek çok sayıda Türkmen savaşçısını Bizans’ın öteki düşmanlarına, Ege Adalarındaki İtalyanlar ile Makedonya ve Trakya’daki Sırp ve Bulgarlara karşı sürmeyi başardılar. Andronikos’un diplomatik yollarla denetim altında tutmayı başardığı Sırbistan da Stefan Dusan’m 1331’de Sırp tahtına çıkmasından sonra gitgide büyüyen bir tehlike durumuna gelmişti. Dusan, Bizans’ın içinde bulunduğu güçlüklerden yararlanarak 1346’da Sırp ve Yunan imparatoru olarak taç giydi. III. Andronikos’un en büyük başarısı, uzun zamandır imparatorluktan ayrı olan Epeiros ile Tesalya’yı Bizans egemenliğine bağlamasıydı; oysa yalnızca birkaç yıl sonra 1348’de Kuzey Yunanistan’ın tümü Stefan Dusan’ın Sırp İmparatorluğuma bağlanmıştı.

III. Andronikos 1341’de ölünce, ikinci kez iç savaş patlak verdi. Bir yanda çocuk yaştaki V. İoannes’in naipliğini elde etmeyi uman İoannes Kantakuzenos, onun karşısında ise eski yandaşı Aleksios Apokaukos ve Patrik İoannes Kalekas ile Konstantino- polis’te iktidarı elinde tutan ana imparatori- çe Anne de Savoie yer alıyordu. Kantakuzenos 1346’da VI. İoannes adıyla Adrianopo- lis’te taç giydi, Osmanlı kuvvetlerinin yardımıyla da ertesi yıl Konstantinopolis’te iktidarı ele geçirdi. Kantakuzenos’un 1347-54 arasındaki kısa hükümdarlık dönemi belki Bizans’ın kötüleşen talihini tersine çevirebilirdi, ama iç savaşın görülmemiş boyutlarda toplumsal ve siyasal sonuçlar doğurması bunu engelledi. Trakya ve Makedonya kentlerinde halkın hoşnutsuzluğu aristokrasiye karşı patlak veren ayaklanmalarda kendini gösteriyordu. Ağırlıklı olarak Kantakuzenos’u ve temsil ettiği sınıfı hedef alan ayaklanmalar, özellikle Thessalonike’de Zelotların bir darbeyle iktidarı ele geçirerek 1350’ye değin kenti neredeyse özerk biçimde yönetmesiyle sonuçlandı. İkinci iç savaşın ekonomide yol açtığı yıkım da birincisinden büyük oldu.

1347’deki veba salgını, Konstantinopolis’te ve imparatorluğun öteki yörelerinde zaten büyük nüfus kaybına yol açmıştı. VI. İoannes, imparatorluğun ekonomisini onarmak ve istikrarı sağlamak için gene de elinden geleni yaptı. Oğlu Manuel 1349’da Mora eyaletini despotes (despot) unvanıyla devraldı, 1380’de ölene değin eyaleti başarıyla yönetti. Manuel’in en büyük oğlu Matheos’a Trakya’da bir prenslik verildi. VI. İoannes’in kızlarından biriyle evlendirilen genç imparator V. İoannes ise 1351’den sonra Thessalonike’de hüküm sürdü.

VI. İoannes Bizans donanmasını ve ticaret filosunu yeniden kurarak Cenevizlerin ekonomik baskısından kurtulmayı denediyse de başarılı olamadı. Galata’daki Ceneviz kolonisinin gümrük vergisi gelirleri, Konstanti- nopolis’in gelirlerini kat kat aşıyordu. İmparatorluk mücevherleri iç savaş sırasında Venedik’e rehin olarak verilmiş, çaresizlikten değeri düşürülen Bizans altın sikkesinin uluslararası ticaretteki yerini Venedik Dükası almıştı. Bizans yabancıların insafına gitgide daha çok bağımlı duruma geliyor, onlar da egemen sınıf içindeki siyasal ve aileler arası çekişmeleri körükleyip sömürüyorlardı. VI. İoannes’in kiraladığı Osmanlı askerleri Mart 1354’te bir depremden yararlanarak Gelibolu’yu işgal edince halkın saraya yönelik tepkisi doruğa çıktı. Böylece Osmanlılar Avrupa’daki ilk sürekli yerleşmelerini kurmuş oluyorlardı. Aynı yılın kasımında VI. toannes’in karşıtlarının desteklediği V. toannes Konstantinopolis’i zorlamaya başladı. Aralıkta VI. Ioannes tahttan çekildi, oğlu Matheos da birkaç yıl direnmekle birlikte hanedanı sürdüremedi.

Osmanlı yayılması.


VI. İoannes OsmanlIlarla ilişkisi, Osmanlı önderleriyle kişisel dostluğa dayanıyordu. Kızını Orhan Bey’le evlendirmişti. Ama Osmanhlar Avrupa’da bir üs elde ederek yeni fetih olanaklarını gördükten sonra bu tür ilişkiler geçerliliğini yitirmişti. Yeni bir Sırp-Bizans imparatorluğu kurma amacına çok yaklaşmış olan Stefan Dusan, Osmanlıların Balkanlar’da hızla yayılmasını önleyebilecek tek kişiydi. Ama 1355’te o ölünce imparatorluğu da bölündü.

Batı’nın Osmanlı tehlikesini kavrayacağını uman yeni imparator V. İoannes 1355’te papadan yardım isteğinde bulundu. Papalar, Hıristiyan Doğu’nun kaderinden kaygı duymakla birlikte, Bizans Kilisesi uzun süredir Roma’dan kopmuş olduğu için Konstantinopolis’e yönelik önerilerinde hep temkinli davranıyorlardı. V. İoannes 1366’da yardım istemek için Macaristan’a gittiyse de sonuç alamadı. Savoie kontu olan yeğeni Amedeo aynı yıl Konstantinopolis’e küçük bir birlik gönderdi, Trakya içlerine kadar ilerlemiş olan Osmanlılardan Gelibolu geri alındı. Amedeo, Roma’ya giderek papaya bizzat biat etmesi konusunda 1369’da imparatoru ikna etti. Ama V. İoannes Roma’dan dönerken, borçlarını ödemediği için Venedik’te alıkondu. Onun yokluğunda Osmanhlar, Stefan Dusan’m ardıllarına karşı ilk zaferlerini 1371’de Meriç yakınlarındaki Çirmen’de kazandılar. Artık Makedonya’nın bütünü OsmanlIlara açılmıştı. Sırp prensleri ve Bulgar hükümdarı Osmanlılann vasallığını kabullenmişti.

1373’te de Bizans imparatoru aynı yolu izlemek zorunda kaldı: Bizans artık Osmanlı sultanına haraç ödemek, askeri yardım sağlamak zorundaydı. Konstantinopolis’te iktidan elde edebilmek amacıyla imparatorun oğulları ve torunları arasında süregelen çekişme, Osmanlıların, Cenevizlerin ve Venediklilerin körüklediği bir dizi darbeyle sonuçlandı.

V. İoannes’in oğlu IV. Andronikos, Cenevizlerin ve Sultan I. Murad’ın (Hüdavendigâr) yardımıyla 1376-79 arasında kente egemen oldu, Gelibolu’yu geri vererek Osmanlıları ödüllendirdi. Ama V. İoannes, 1379’da Venediklilerin yardımıyla tacını geri aldı ve bir kez daha imparatorluğu oğulları arasında bölüştürdü, ikinci oğlu Manuel, 1382-87 arasında Thessalonike’de imparator olarak hüküm sürdü ve burayı, Osmanlılara karşı direnişin odağı durumuna getirmeye çalıştı. Ama I. Murad Nisan 1387’de kenti ele geçirdi. Osmanlılann Makedonya içlerine girmesi karşısında Sırpların başlattığı saldırı da 1389’da Kosova’da ezildi.

II. Manuel.


Thessalonike’nin yitirilmesinden ve Kosova Savaşı’ndan sonra Konstan- tinopolis artık karadan kuşatılmıştı. Konstantinopolis’i başkent yapmak isteyen Sultan I. Bayezid (Yıldırım) (hd 1389-1402), 1391’de tahta çıkan II. Manuel’i, yalnızca kentin surları içinde imparator olduğu biçiminde uyardı. Osmanlılar Bizans Avrupası’nın Yunanistan’ın güneyi dışında artık bütünüyle denetim altına almışlardı. Bayezid 1393’te Bulgaristan’ın fethini tamamladı, kısa süre sonra da Konstantinopolis’i kuşattı.

II. Manuel de babası gibi Batı’dan yardım geleceğini umuyordu. Macaristan kralı OsmanlIlara karşı büyük bir Haçlı Seferi düzenlediyse de Haçlı ordusu 1396’da Tuna yakınlarındaki Niğbolu’da (Nikopolis) bozguna uğradı. Niğbolu Savaşı’na katıldıktan sonra küçük bir orduyla Konstantinopolis’in yardımına gelmiş olan Fransız mareşali Boucicaut, Manuel’i Batı Avrupa’ya giderek Bizans davasını bizzat anlatmaya ikna etti. İmparator, 1399’un sonundan Haziran 1403’e değin İtalya, Fransa ve İngiltere’ye konuk oldu, yerine de yeğeni VII. İoannes’i bıraktı. Manuel’in gezisi Batılıların Yunan mirasına yönelik ilgisini uyandırmakta bir ölçüde etkili olmuştu. İmparatorun Batı’daki elçisi ve yakın arkadaşı, Demetrios Kydones’in öğrencilerinden Manuel Khrysolaros, Floransa’da Yunanca öğretmenliğine atandı. Papa, Konstantinopolis’in savunması için bir fon bile kurdu. Ama somut yardım konusunda önemli bir ilerleme sağlanamadı.

Bu arada Osmanhlar, Manuel’in yokluğu sırasında Haziran 1402’de Ankara yakınlarında Timur karşısında bozguna uğramışlardı. Bayezid’in dört oğlu, Avrupa’daki Osmanlı topraklarına sahip çıkma ve ülkenin birüğini yeniden sağlama konusunda birikirleriyle mücadeleye tutuşmuştu. Bu beklenmedik koşullan değerlendiren BizanslIlar şehzadelerden kâh birini, kâh öbürünü desteklediler; Konstantinopolis çevresindeki kuşatma kaldınldı. Thessalonike yeniden Bizans egemenliğine geçti, OsmanlIlara haraç ödemesi durduruldu. Manuel’in desteklediği I. Mehmed (Çelebi) 1413’te rakiplerini yendi ve yeniden birleşen Osmanlı Devleti’nin başına geçti.

I. Mehmed’in 1421’e değin süren hükümdarlığı sırasında II. Manuel, imparatorluğun elde kalan son parçalarının savunmasını ve yönetimini güçlendirdi. Son yıllarında Bizans’ın en gelişmiş eyaleti Mora Despotluğu’ydu. Despotluğun başkenti Mistra, BizanslI bilginler ve sanatçılar için bir sığmak olmuş, kiliseleri, manastırları ve saraylarıyla Bizans kültürünün son canlanmasının merkezi durumuna gelmişti. Kentin ünlü bilginleri arasında Helenizmin Helen topraklarında yeniden doğacağını uman Platoncu düşünür Georgios Gemistos Plethon da vardı.

Son Osmanlı saldırısı.


1421’de Osmanlı tahtına çıkan II. Murad, babasının Bizanslılara verdiği bütün ayrıcalıkları İ422’de kaldırdı, Konstantinopolis kuşatmasını yeniden başlattı. Orduları Yunanistan’ı işgal etti, Thessalonike’yi kuşattı. 1423’e değin II. Manuel’in oğlu Andronikos’un elinde kaldıktan sonra bir Venedik kolonisi olan Thessalonike, Mart 1430’da yeniden OsmanlIların eline geçti. Manuel 1425’te ölmüş, yerine oğlu VIII. toannes geçmişti. Yardım aramak için daha önce Venedik ve Macaristan’a gitmiş olan İoannes, Batılı Hıristiyanlan etkilemek amacıyla kiliselerin birleştirilmesine yönelik görüşmeleri yeniden başlatmaya hazırlanıyordu. 1439’da Ioannes ile birlikte Konstantinopolis patriğinin ve birçok Ortodoks piskoposun katıldığı Floransa Konsili’ne birleşme önerisi götürüldü. Uzun ve çetin tartışmalardan sonra Bizans temsilcileri Roma’nın üstünlüğüne boyun eğmeye razı oldular. Ama Floransa birleşmesi Konstantinopolis halkı ve Ortodoks dünyasının çoğunluğu tarafından iyi karşılanmadı. Oysa birleşmenin bazı yandaşları da vardı. İznik piskoposu Bessarion ile Kiev piskoposu Isidoros İtalya’ya giderek Roma’ya bağlı birer kardinal oldular. Bessarion’un derin bilgisi ve zengin kitaplığı, Batı’da Yunan mirasına yönelik ilginin canlanmasına katkıda bulundu. Floransa birleşmesi Osmanlılara karşı bir Haçlı Seferi’nin düzenlenmesine de kaynaklık etti. Gene Macaristan ve Polonya kralı III. Wladyslaw’ın komuta ettiği Haçlı ordusu 1444’te Varna’da yok edildi.

Son Bizans imparatoru XI. Konstantinos, kardeşi VIII. İoannes’in vâris bırakmadan ölmesi üzerine 1448’de Mistra’dan ayrılarak Konstantinopolis’e geldi. Öteki iki kardeşi Thomas ile Demetrios, son Bizans eyaleti olan Mora’yı yönetmeyi sürdürdüler. Yeni Osmanh sultanı II. Mehmed (Fatih) Konstantinopolis’e yönelik son saldırının hazırlıklarına 1449’da başlamıştı. Bizans’a Batı’ dan artık önemli bir yardım gelmiyordu. Kiliseler arasındaki birleşmenin 1452’de Ayasofya’da resmen kutlanması da büyük bir protesto fırtınasıyla karşılaştı. En güç koşullarda bile BizanslIlar, özgürlüklerini korumak için Ortodoks inançlarından vazgeçmeye yanaşmıyorlar, Latinlere borçlu kalmaktansa Osmanlılarca yönetilmeyi daha az küçültücü sayıyorlardı. Bununla birlikte, Konstantinopolis’teki Venedikliler ile Giovanni Guistiniani komutasındaki bir Ceneviz birliği, kentin savunmasına bütün gücüyle katıldı.

II. Mehmed, Konstantinopolis’in surlarını Nisan 1453’te kuşattı. Ama BizanslIların Haliç’in ağzına gerdiği zincir II. Mehmed’in gemilerini engelliyordu. Bunun üzerine OsmanlI gemileri Kasımpaşa sırtlarında karadan taşınarak Haliç’e indirildi. Padişahın ağır toplarının surlan aralıksız dövmesinin ardından 29 Mayıs’ta Osmanh askerleri surlardan içeri girdi. Guistiniani ölümcül bir yara almış, İmparator Konstantinos son kez kent kapılarından birinde ayakta çarpışırken görülmüştü.

Artık Bizans İmparatorluğumun yerini Osmanh Devleti almıştı. İmrozlu tarihçi Kritobulos ve bazı Rumlar, Osmanh sultanına imparatorun tüm sıfatlarını sunarak bu değişikliğin temel mantığını kavradıklarını gösterdiler. Uzun bir süre boyunca parçalanarak dağılan eski imparatorluğun maddi yapısı artık sultan basileus’un yönetimi altındaydı. Ama Ortodoks inancı o ölçüde değişmeye yatkın değildi. Kilisenin Bizans dünyasının en kalıcı öğesi olduğunu çok iyi bilen II. Mehmed, İstanbul patriğini Osmanh yönetimindeki tüm Hıristiyanlardan sorumlu kılarak ona geçmişte benzeri görülmemiş bir dünyevi iktidar aracı kazandıracaktı.

Bizans direnişinin son dağınık odaklan 1453’ü izleyen 10 yıl içinde yok edildi. Atina 1456’da Osmanlılara geçti, Mora’daki iki despotluk 1460’ta teslim oldu. Thomas İtalya’ya kaçtı, imparatorun kardeşi Demetrios padişahın sarayına geldi. Son Rum İmparatorluğumun başkenti Trabzon, hem Osmanlılara, hem Moğollara haraç ödeyerek bir süre bağımsızlığını koruduktan sonra 1461’de Osmanlıların eline geçti. Bizans dünyasının Osmanlı dünyasına dönüşmesi böylece tamamlandı.

Kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Baturalp; 29 Aralık 2016 23:45
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Ocak 2007       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Bizans İmparatorluğu

Ad:  Bizansİmparatorluğu3.JPG
Gösterim: 1664
Boyut:  43.4 KB

(395 - 1453)

Batı Roma imparatorluğu yıkılınca, Roma’nın varisi, Doğu Roma İmparatorluğu oldu. Ama coğrafi durumu, topraklarında yaşayan halkların çeşitliliği, Barbarlarla sürekli ilişkileri ve Doğu uygarlıkların etkileri nedeniyle, bu imparatorluk, çok geçmeden Romalı özelliğini yitirdi.

İ.Ö. 657 yılında Bisa tarafından kurulan Bizans kenti, İmparator Constantinus’un genişletmesinden ve surlara çevirmesinden sonra, büyük ölçüde önem kazandı.Yavaş yavaş Antakya ve İskenderiye’yi gölgede bırakarak, hristiyanlık dünyasında, papanın arkasından ikinci güçlü kişi patriğin merkezi oldu.Çeşitli etkilerle Doğu Roma kilisesinin Roma kilisesinden farklılaşması dinsel konularda sonu gelmez tartışmalara yol açtı. Bizans imparatorları din dışı ve askeri yetkilerine dinsel yetkiye de etkiler. Devleti, ilk imparator İustinianos’un koyduğu yasalara göre bir başına yönetmeliğe konuldular. Sınırların güvenliği ni koruma görevi, ordu ve donanmaya verildi. Donanma, 8. yüzyıla kadar Akdeniz egemenliğini elinde tuttu.

İmparatorluğun ekonomisi, el sanatları, tarım ve ticarete dayanıyordu. Tarım, kölelere, köylülere ve askerlere bırakılmıştı. Ama 10.yüzyıl’da derebeyliğinin başlamasıyla bir bunalıma yuvarlandı ve bir daha toparlanamadı. Uzun süre büyük bir başarıyla sürdürülen ticaret ise, İmparatorluğun Mısır, Suriye ve Anadolu’yu yitirmesi, İtalya’nın deniz kentlerinin Bizans’la yarışa girmesi sonucunda geriledi.

Bizans İmparatorluğu altın çağını 6. yüzyıl’da İustinianos döneminde yaşadı. Devleti yeniden örgütleyen İustinianos, Eski Roma İmparatorluğu’nu da yeniden kurma çabalarına girişti. Ama ölümünden sonra Bizans, kuzey ve orta İtalya, İspanya, Suriye, Filistin ve Mısır’ı peşpeşe yitirdi. İçerde saray entrikaları ve ayaklanmalar patlak verirken, Hunlar, Avarlar ve Persler imparatorluk sınırlarına dayandılar. İslavlar da Balkan yarımadasına yerleştiler.

Bu tehditler karşısında Herakleios 1, sınır bölgeleri kurdu. Sivil ve askeri yetkileri elinde tutan bir generalin yönettiği bu sınır bölgelerinde, halkın büyük bölümü, imparatorun toprak verdiği askerlerden oluşuyordu. Thema’lar, zamanla önemli siyasal ağırlık kazandılar. Anadolu thema’sının generali, Leo 3 İsauros adıyla tahta çıktı; yönetim, soylular ve ordu arasındaki çekişmeye son verdi. Buna karşılık, 726 yılındaki buyrultusuyla ikonalara tapmayı yasaklayarak, ünlü ‘’Resimler Çekişmesi’’ni başlattı. Öte yandan, hakkı olmayan bir tahta el koymuş saydığı Charlemagne’a savaş açtı. Böylece, 800 yılında papanın taç giydirdiği Charlemagne, Doğu Roma imparatorunun koruyuculuğundan çıktı. Resimler çekişmesi, yüzyıllık kargaşadan sonra, Mikhael 3’ün annesi Theodora’nın naiplik döneminde sona erdi.

O sırada Bizans İmparatorluğu’nda büyük bir kültür gelişmesi gerçekleşti. Kyrillos ve Methodios kardeşler, İslavlar ve Bulgarlar arasında hristiyanlığı yaymaya başladılar. Bulgar hanı 865’te vaftiz edildi. Ama Kutsal Üçlüden kuşkusunu açıkça ortaya koyan patrik Photios Bizans ve Roma’nın dinsel açıdan birbirleriyle ilişkilerini kesmelerine yol açacak büyük bir kavgayı başlattı. Bu arada Araplar, Bulgarlar ve Ruslar; yüzyıl süreyle Bizans’ın zayıflığından yararlandılar. Ama İoannes I, Timiskes ve Basileois II dönemlerinde Bizans ordu ve diplomasisi başarı kazandı. Bizans, Bulgaristan’ı ilhak etti. Ruslar yenildiler ve ortodoksluğu kabul ederek İstanbul patriğine bağlandılar. Gene Basileios döneminde, Arnavutluk, Bizans topraklarına katıldı. Ne var ki, Basileios’tan sonra tahta çıkanların tümü beceriksiz krallardı. Ülke maliyesini iflas ettirdiler ve sınırların zayıflamasına yol açtılar. Ayrıca Doğu din ayrılığı, Roma’yla ilişkilerin kesinlikle kopmasına neden oldu.

İmparatorluğun derebeylik düzeni özelliğini alması, işleri daha da karıştırdı: 10. yüzyıldan sonra, ekonomik bir bunalımdan yararlanan toprak aristokrasisi, themalarındaki köylü ve askerlerin topraklarına el koyarak, tümünü toprak kölesi haline getirdi. Paralı askerler tutmak zorunda kalan Bizans imparatorlarının gücü azaldı. İsaakios 1 Komnenos, gücü son derece artan bu toprak aristokrasisinin desteği ile tahta çıkabildi. Buna karşılık, soylulara ayrıcalıklar tanımak ve yapılan hizmetlere karşılık toprak bağışlama sistemi koymak zorunda kalması, imparatorluğu büsbütün zayıflattı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 29 Aralık 2016 22:57
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
22 Eylül 2008       Mesaj #5
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

BİZANS İMPARATORLUĞU, Doğu Roma İmparatorluğu olarak da bilinir.


İS 330'da Roma İmparatoru Constantinus, İÖ 7. yüzyıl­da Yunanlılar'ca kurulmuş olan Byzantion (Bizans) kentine Konstantinopolis (Constan-tinus'un kenti") adını vererek başkent ilan etti. Konstantinopolis (bugünkü İstanbul), Roma İmparatorluğu'nun batı kesiminin 476'da parçalanmasından sonra yaklaşık 1.000 yıl boyunca varlığını korumuş olan Bizans İmparatorluğu'nun yönetsel, kültürel ve ekonomik merkezi oldu . Avrupa ile Asya'yı ayıran bir boğazın kıyısındaki elverişli limanıyla, büyük bir imparatorluğun başkenti olmaya çok uy­gun bir kentti.

Ad:  Bizansİmparatorluğu2.JPG
Gösterim: 3188
Boyut:  48.2 KB
Roma'dan senatörler ve yüksek memurlar getirterek yeni bir hükümet kuran Constanti­nus kenti görkemli yapılarla donattı. Ro-ma'nın putperest olmasına karşılık, Konstan­tinopolis bir Hıristiyan başkenti oldu. Cons­tantinus Hıristiyanlık dininin varlığını sürdür­mesine izin vermekle kalmadı, kendisi de bu dini benimsedi .

Bizans İmparatorluğu yöneticileri kendile­rini Roma İmparatorluğu'nun gerçek mirasçı­ları kabul ediyorlardı. İS 337'de Constanti-nus'un ölümünden sonraki birkaç yüzyıl bo­yunca, Roma ile Konstantinopolis'in ilişkileri bozulmadı. Ama İS 4. ve 5. yüzyıllarda Roma İmparatorluğu'nun batı kesimi küçük devlet­lere ayrılıp parçalanırken, bütünlüğünü ko­rumayı başaran Bizans İmparatorluğu, batı­dan bağımsız olarak Doğu Akdeniz'deki ege­menliğini korudu. Bizans İmparatorluğu Yu­nan ve Roma uygarlıklarının son merkezi oldu.

İmparatorluğun Kuruluşu (610'dan Öncesi)


Julianus (361-363) döneminde putperestliği yeniden canlandırma girişimleri sırasında, Hı­ristiyanların okullarda eğitim vermeleri ya­saklandı ve putperestliği destekleyici yasalar çıkarıldı. Julianus'un ölümünden sonra Hı­ristiyanlık yeniden güçlenmeye ve yayılmaya başladı.

4. yüzyılın sonlarına doğru Vizigotlar, Ro­ma'yı ve Konstantinopolis'i ele geçirmek iste­diler . I. Theodosius (379-395), istilacıları Balkanlar'da yendi ve onları Tuna Irmağı dolaylarında yerleşmeye zorladı. Hı-ristiyanlık'ı benimseyerek putperest dinleri yasaklayan Theodosius, Doğu ve Batı Roma imparatorluklarını birlikte yöneten son impa­rator oldu.

Theodosius'un ölümünden sonra Batı Ro­ma İmparatorluğu'na saldıran Got kavimleri, 410'da Roma'yı ele geçirdiler. Öbür barbar kavimlerden Vandallar Kuzey Afrika'ya, İs­panya'ya ve İtalya'ya girdiler. 5. yüzyıl sonlarında saldırıya geçen Germen kavimleri Batı Roma İmparatorlu-ğu'na son verdiler. Bizans İmparatorluğu ise saldırganları püs­kürttü. Balkanlar'dan saldıran Slavlar'ı, do­ğudan gelen Sasaniler'i yenilgiye uğratarak gücünü korumayı başardı.

6. yüzyılda Bizans İmparatorluğu'nun en güçlü yöneticisi I. Jüstinyen (527-565), uzun savaşlar sonucu Kuzey Afrika, İtalya ve Doğu İspanya'yı yeniden ele geçirdi. Büyük bir haraç ödeyerek, İran kralı ile "Sonsuz Barış" anlaşmasını gerçekleştirdi. Jüstinyen döne­minde, siyasal ve dinsel uyuşmazlıklar 532'de Nika Ayaklanması adıyla bilinen bir halk ayaklanmasına dönüştü. Komutan Belisarios ayaklanmacıları Hipodrom'da (bugünkü At Meydanı) kıstırarak 30 bin kişiyi öldürttü. Jüstinyen bundan sonra eskisine göre daha da güçlendi.

Jüstinyen'in en kalıcı reformlarından biri, Roma hukukunu derleyip düzenlemesi oldu. Hukuk bilginlerinden kurulu bir komisyonun uzun çalışmalar sonunda oluşturduğu bu der­leme Corpus Iuris Civilis ("Medeni Hukuk Yasaları") olarak bilinir ve daha sonra Avru­pa hukukunun gelişmesine temel olmuştur.

Jüstinyen, imparatorluğu süresince putpe­restliği ortadan kaldırmaya ve Hıristiyanlık dünyasını aynı çatı altında toplamaya çalıştıy­sa da başarılı olamadı. Öldüğünde impara­torluk savaşlardan yıpranmış, din aynlıklany-la bölünmüş ve barbar kavimlerin saldırısıyla yüz yüze kalmıştı.

Müslüman Akınları ve Dinsel Uyuşmazlıklar (610-867)


Bizans İmparatorluğu 7. yüzyılda ve 8. yüzyı­lın ilk yansında doğuda, Müslüman devletler ile Pers ordulannın saldınsına uğradı. Batıda Germenler ve öbür barbar kavimler Roma uygarlık merkezlerini ele geçirdiler. Balkan­lar'da yerleşen Sırplar ve çeşitli Slav kavimleri ise Konstantinopolis'e sürekli baskıda bulu­nuyorlardı. 610'da, Mısır askeri valisinin oğlu Herakleios (Herakleius) Bizans tacına el koydu. Persler'i geri püskürttü; Konstantinopolis'in savunmasını güçlendirdi.

Herakleios, Tuna Irmağı ötesinden gelen saldırgan Avarlar'ı da yendi. Bulgarlar ve öbür Slav kavimlerin desteğiyle Avarlar, Bal­kanlar'da imparatorluk sınırlannı zorluyorlardı. Araplar yeni yayılmaya başlayan İslam dininden aldıklan güçle Bizans'a saldınya geçtiler; 632'de Suriye ve Filistin'in denetimi­ni ele geçirdiler. İskenderiye teslim olduktan sonra, 642'de Mısır da Araplar'ın egemenliği­ne girdi.

674-678 yılları arasında Araplar birçok kez Konstantinopolis'i ele geçirmeye çalıştılarsa da kent direndi. 8. yüzyıl başlannda, Herak­leios soyunun egemenliği son buldu. Bulgar­lar ve Araplar, Bizans'a yeniden saldırdılar. 717'de İsauria (İsoriya) hanedanının ilk tem­silcisi III. Leon (717-741) Arap ve Bulgar saldırılannı geri püskürttü. Daha sonra tahta çıkan V. Konstantinos Bulgarlar'a karşı dü­zenlediği seferler sonucu düşmanını zayıf düşürmeyi başardı.

Bu savaş yıllan boyunca, Bizans'a özgü bir kültür ve siyasal gelenek oluştu. Bizans İmpa-ratorluğu'nda, Batı (Roma) kültürü ve Latin­ce yerine, Yunan dili ve kültürü egemen oldu. Giderek artan din uyuşmazlıklan sonucunda, imparatorluğun batısı ile doğusu arasındaki kopuş iyice kesinlik kazandı.

İmparatorluk içerdeki din uyuşmazlıklan ve dışardan gelen saldınlar sonucu güçten düştü. Zayıf yöneticilerin başta bulunduğu dönemde, Konstantinopolis'in güçlü surlan olmasaydı, 8H'de Bizans ordusunu bozguna uğratan Bulgar kavimlerinin kenti almasını önlemek mümkün olmayacaktı.

Güçlenme Dönemi (867-1081)


Bizans İmparatorluğu yetenekli yöneticiler ve komutanlar yetiştiren Makedonya hanedanı döneminde, 867-1056 arasında altın çağını yaşadı. Ülke zengin bir uygarlık merkezi oldu. Hanedanın kurucusu I. Basileios (I. Vasil; 867-886) Anadolu'daki topraklan geri almaya başladı. I. Basileios ve VI. Leon (886-912) yönetimleri sırasında, imparatorluk hukuku yeniden düzenlenerek, hukukçulann daha kolay uygulayabileceği bir duruma getirildi. II. Nikephoros Phokas (963-969), Girit ve Kıbns'ı yeniden ele geçirerek Doğu Akdeniz' de Bizans'ın üstünlüğünü sağladı; Suriye ve Balkanlar'da önemli topraklar kazandı. Ko­mutanı İoannes Tzimiskes (969-976) Balkan­lar'da yaptığı savaşlarda Ruslar'ı geri püs­kürttü.

Dönemin en büyük yöneticisi II. Basileios (II. Vasil; 976-1025), 1001'de Araplar'la bir anlaşma yaparak, Kuzey Suriye'nin denetimi­ni ele geçirdi. 1018'de Bulgar ordusunu yene­rek, Bulgar topraklarının Bizans yönetimine girmesini sağladı ve Anadolu'da eskiden yiti­rilmiş topraklan geri aldı. İtalya'da Napoli ve Venedik devletleri Bizans İmparatorluğu'nun gücünü tanımak zorunda kaldılar. İS 10. ve 11. yüzyıllarda yapılan Venedikte'ki Aziz Mark Kilisesi daha önce kenti yöneten Bizans İmparatorluğu 'nun etkilerini yansıtır.

II. Basileios'tan sonra İtalya'da ve Balkan­lar'da ayaklanmalar baş gösterdi. 1055'te İran'ı ele geçiren Selçuklular, Anadolu'ya doğru ilerlemeye başladılar. 1071'de Malaz­girt'te İmparator Romen Diyojen, Selçuklu Sultanı Alp Arslan'a yenilerek tutsak düştü. Selçuklular bundan sonraki 10 yıl boyunca Anadolu'ya akınlannı sürdürerek, Konstantinopolis'i tehdit ettiler.

Güçsüz yöneticiler döneminde, Konstanti-nopolis'in güçlü patriki ile papa arasındaki görüş ayrılıklan sert tartışmalara yol açtı. Bunun sonucu olarak 1054'te Roma Katolik Kilisesi ile Yunan Ortodoks Kilisesi birbirin­den bağımsızlaştı.

Haçlı Seferleri (1081-1204)


1081'de İznik sınınna dayanan Selçuklular Bizans için önemli bir tehlike oluşturmaya başladılar. Batıdaki yeni tehlike ise Güney İtalya'ya egemen olan Normanlar'dı. Komne-nos hanedanından İmparator I. Aleksios (I. Aleksi; 1081-1118) Konstantinopolis'i ele ge­çirmek isteyen Normanlar'a karşı Venedikli-ler'den yardım sağladı. 1085'te Normanlar'ın önderi Robert Guiscard'ın, bir sonraki yıl da Selçuklu sultanının ölmesi bu tehlikeli duru­mu bir süre için geciktirdi.

1096'da Avrupa'dan ilk Haçlı ordusu gelin­ce, I. Aleksios Haçlılar'la, Selçuklular'dan alacaklan topraklan Bizans'a geri vermeleri konusunda anlaştı. Ama Haçlılar Bizans İm-paratorluğu'nu desteklemekten çok, Kutsal Topraklar'ı (Kudüs) ele geçirmek istiyorlardı. Kudüs'e doğru ilerlerken aldıkları yerlerde kendi kralhklannı kurmak isteyen Haçlı şö­valyeleri, Bizans İmparatorluğu'na yardım edecek yerde, yeni sorunlar yarattılar.

Venedikliler'in Mısır'ı ele geçirmek üzere başlattığı IV. Haçlı Seferi, amacından saptın-larak Bizans'ın işgaliyle sonuçlandı. Saldırılar sırasında Konstantinopolis'ten sürülen III. Aleksios'un yerine Latin düşmanı V. Aleksi­os tahta çıktı. Konstantinopolis'in 13 Nisan 1204'te düşmesinden sonra kenti acımasız bir biçimde talan eden Haçlılar hazineyi de yağmaladılar. Ortaçağın bu en büyük kenti neredeyse yoksullaştı.

Latin Egemenliği (1204-1261)


Bizans İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Konstantinopolis'te, Flandre Kontu Baudo-uin'in yönetiminde bir Latin imparatorluğu kuruldu. Roma'ya sadık bir patrik başa geti­rildi. Bizans İmparatorluğu'nun öbür kesim­leri Haçlı önderlerince yönetilen Latin devlet­leri oldular. Venedik, Akdeniz'i denetleyebil­mek için önemli ada ve limanlara sahip çıktı. Haçlılar'ın el koymadığı Bizans topraklarında bağımsız Bizans devletçikleri kuruldu. Bu devletlerin en güçlüsü Anadolu'da Nikaia' daydı (İznik). Son Bizans hanedanından I. Theodoros Laskaris 1208'de, kendi atadığı bir Rum Ortodoks patriğinin elinden taç giyerek, "Roma imparatoru" ilan edildi. Ondan sonra gelenler Nikaia egemenliğini Avrupa'ya ka­dar genişleterek Konstantinopolis'i çevrele­yen toprakları ele geçirdiler. Bizans devlet­çikleri içinde Bizans'ı devam ettiren Nikaia İmparatorluğu oldu.

Nikaia imparatorlarından IV. İoannes'i tahttan indiren general Mikhael (Mihail) Palaiologos, VIII. Mikhael adıyla taç giydikten sonra, 1261'de Konstantinopolis'e girerek La­tin egemenliğine son verdi. Böylece Bizans'ta Palaiologoslar (Paleologlar) dönemi başladı.

Son Dönem: Osmanlılar'ın Konstantino­polis'i Fethi (1261-1453)


Palaiologos hanedanı yönetimi ele aldığında imparatorluk topraklan Konstantinopolis, Trakya, Selanik, Makedonya'nın bir bölümü, Ege Denizi'nde birkaç ada ve Nikaia Prensli-ği'nden oluşuyordu. VIII. Mikhael, impara­torluğun eski gücünü kazanması ve ticaretin yeniden canlanması için önlemler almaya baş­ladı. Yunanistan'ın büyük bir bölümü ve ada-lann çoğunda Latin egemenliği sürüyordu. Cenevizliler uzun süredir Venedikliler'in te­kelinde bulunan ticareti ele geçirerek Galata'da kendi ticaret ağlarını kurdular. Balkan­lar'da Bulgarlar ve Sırplar Bizans için tehli­ke yaratıyordu.

Konstantinopolis'i ele geçirmek isteyen ba­tılı devletler yeni bir Haçlı Seferi düzenledi­layınca, doğu sının zayıfladı. Moğol istilasın­dan kaçarak Anadolu'ya doğru ilerleyen Türkmen boylan küçük beylikler kurmaya başlamışlardı. Mikhael'in oğlu II. Androni-kos (1282-1328) ve onun torunu III. Andronikos dönemlerinde Bizans, Balkanlar'da Sırplar'la, Anadolu'da da OsmanlılarTa uğ­raşmak zorunda kaldı. 1299'da bir beylik ku­ran Osman Bey, topraklarını büyük bir hızla genişletmeye başladı. Sırasıyla Nikaia (İznik) ve Nikomedeia (İzmit) Osmanlılar'ın eline geçti. Prusa'ya (Bursa) giren Osmanlılar, bu kenti Osmanlı Devleti'nin başkenti yaptılar.

Bizans'taki taht kavgalanndan yararlanan Sırp Kralı Stefan Dusan, Sırp ve Bizans kralı olarak taç giydi. Bundan sonraki yıllar da bü­yük çalkantılarla geçti. İç savaş tüm şiddetiyle sürerken baş gösteren veba salgını çok sayıda insanın ölümüne yol açtı. Bizans'ta İoannes Kantakuzenos, Osmanlılar'ın da desteğiyle VI. İoannes adıyla tahta geçti. Osmanlı Padi­şahı I. Murad, 1362'de Konstantinopolis'in kuzeybatısındaki Adrianopolis'i (Edirne) ele geçirdi ve kent Osmanlı Devleti'nin yeni baş­kenti oldu. Böylece Bizans İmparatorluğu, Yunanistan'ın güneyindeki topraklar dışında, dört yanından Osmanlı topraklanyla sanlmış oldu.

Konstantinopolis ilk kez II. Manuel'in yö­netimi sırasında, 1391'de I. Bayezid'in ordula-nnca kuşatıldı. Yedi ay süren kuşatmadan sonra Bizans, Osmanlılar'a eskisinden daha çok vergi ödemeyi ve Konstantinopolis'te bir Türk mahallesi kurulmasını kabul etti. II. Manuel Macar kralından yardım istedi. Bu­nun üzerine saldınya geçen Haçlı ordusu, Ni-kopolis'te (Niğbolu) Osmanlı ordusunca boz­guna uğratıldı. Yardım istemek üzere yeniden İtalya, Fransa ve İngiltere'ye giden II. Manuel somut bir yardım sağlayamadı. 1402'de Osmanlılar Ankyra (Ankara) yakın­larında Timur'un ordusu karşısında bozguna uğrayınca, Bayezid'in oğullan Osmanlı tahtı için birbirleriyle savaşmaya giriştiler. Bu sar­sıntı döneminde Konstantinopolis'in çevresin­deki kuşatma kaldınldı; Mora yeniden Bi­rak, 1422'de Konstantinopolis'i ve Thessalo-nike'yi (Selanik) yeniden kuşattı.

1444'te düzenlenen yeni bir Haçlı Seferi, Osmanlılar'ca Varna'da bozguna uğratıldı. Bizans tahtına 1448'de XI. Konstantinos çıktı. Konstantinopolis'i ele geçirmek üzere hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı Padişahı II. Mehmed, Nisan 1453'te kenti kuşattı. Bi­zanslıların Halic'e gerdiği zincirlerle girişi en­gellenen Osmanlı gemileri II. Mehmed'in buyruğuyla, Kasımpaşa sırtlarında karadan yürütülerek Halic'e indirildi. Kent surlarını aralıksız top atışma tutan Osmanlı ordusu, Mayıs 1453'te Konstantinopolis'e girdi. İmpa­rator Konstantinos çarpışma sırasında öldü. Bizans İmparatorluğu, Konstantinopolis'in (İstanbul) Osmanlılar'ca alınmasıyla son bul­du. Böylece, II. Mehmed, Fatih Sultan Meh­med olarak tarihe geçti. 1453'ü izleyen 10 yıl içinde de Atina, Mora ve Latin istilasından sonra Karadeniz'in doğusunda kurulmuş olan Bizans kökenli Pontos Devleti'nin başkenti Trabzon Osmanlılar'm eline geçti.

Devlet Yönetimi


Bizans İmparatorluğu'nda devletin başında çok geniş yetkileri olan bir imparator bulu­nur, imparatorluk babadan oğula geçerdi. Ne var ki, kimi zaman ordu komutanları zor kullanarak tahtı ele geçirir ve yeni bir haneda­nın yönetime gelmesini sağlardı. Bizans'ı za­man zaman da imparatoriçeler yönetti. İmpa­rator aynı zamanda en yüksek rütbeli ordu kumandanı, en yüksek yargıç ve tek yasa koyucuydu. Ama imparator, mutlak gücü simgelemesine karşın, kilisenin ve Ortodoks dininin yalnızca koruyucusuydu. Kilisenin başkanı Konstantinopolis patriğiydi ve impa­ratorca doğrudan atanırdı. Din işlerinde en büyük yetkiye din adamlarından oluşan Ru­hani Meclis sahipti.

İmparatora yönetim işlerinde danışmanlık yapan bir de senato vardı. Bu senato Roma Senatosu örnek alınarak oluşturulmuştu. Bazı yasalar yürürlüğe girmeden önce senatoda okunurdu; buna karşılık senatonun da yasa tasarıları hazırlayarak imparatora sunma hak­kı vardı.

İmparator, zaman zaman halkın sorunlarını dinlemek ve kendi isteklerini iletmek üzere halkla ya da halkın seçtiği temsilcilerle genel toplantılar yapardı. Ayrıca, yaptığı iş bugünkü içişleri ve dışişle­ri bakanlarının görevlerine benzeyen bir baş-görevli vardı. Devlet daireleri, saray görevli­leri, saray muhafız kıtaları, güvenlik, posta örgütleri ve yabancı elçilerle ilişkiler başgö-revlinin sorumluluk ve yetkileri arasındaydı. Maliye, devlet topraklarının yönetimi ve sivil yönetim görevlerini yerine getiren başka gö­revliler de vardı.

İmparatorluk 7. yüzyılda, thema adı verilen yerel yönetim birimlerine ayrılmıştı. Bu yöne­tim sistemini ilk kez uygulayan İmparator Herakleios kendisine bağlı, strategos denen ko­mutanlara, ele geçirdikleri topraklarda yerel yönetim birimi kurma hakkı vererek, onları hem sivil, hem de olağanüstü askeri yetkiler­le donattı. Bu yönetim birimleri, özellikle, Anadolu'daki Arap saldırılarına karşı etkili oldu.

Bizans Sanatı


Bizans İmparatorluğu 1.000 yılı aşkın tarihi boyunca, yayıldığı bölgelerdeki çeşitli kültür­lerle beslendi. Kökeni Eski Yunan ve Roma sanatına dayanan Bizans sanatı Mısır, İran ve Suriye kültürlerinden de etkilenerek, doğu ve batı uygarlıklarının bir bireşimi olarak gelişti.

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 29 Aralık 2016 22:38 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
dolayli_tumlec - avatarı
dolayli_tumlec
Ziyaretçi
23 Temmuz 2011       Mesaj #6
dolayli_tumlec - avatarı
Ziyaretçi
Batıl inançlar açısından da zengin bir medeniyet hatta Bizanslı tarihçilerin söylemlerine göre :'' Hristiyan hurafesine göre Tanrı bulutların arasından insanları gözetliyor ve bulutlar giderse Tanrı'da gider. İstanbul'un alınması sırasında havanın bulutlu olması ve aniden güneşin belirmesi psikolojikmen yıkmıştır zaten bu medeniyeti. (bunlar sadece rivayet tabiki)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
29 Aralık 2016       Mesaj #7
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
Bizans İmparatorluğu

Benzer Konular

4 Ocak 2017 / Misafir Tarih
23 Kasım 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
29 Aralık 2016 / Misafir Cevaplanmış
29 Aralık 2016 / miwaly Cevaplanmış
1 Aralık 2009 / Misafir Soru-Cevap