Arama

Eski Çin Uygarlığı

Güncelleme: 16 Haziran 2010 Gösterim: 39.480 Cevap: 1
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
15 Haziran 2010       Mesaj #1
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Maddelerle Tarih

Sponsorlu Bağlantılar
Asya'da İlk Çağ Uygarlıkları - Çin Uygarlığı

  • Asya' nın güneydoğusunda yer alır.
  • Tunguz, Moğol, Türk ve Tibet kültürlerinden etkilenmiştir.
  • Yerli kültür de gelişmiştir. Porselen, heykel, çömlekçilikte ileri gitmişlerdir.
  • Pagoda denilen çok katlı binalar yapmışlardır.
  • İpekli kumaşları işlemişlerdir. Buda, mabet ve manastırları yapmışlardır.
  • Çin şeddi 3000 km uzunluğunda olup dünyanın yedi harikasından biridir.
  • Matbaa, kağıt, pusula, barut Çinlilerin icadıdır.
  • İpek yolu önemli ticaret yoludur.Dinleri Tao, Konfüçyüs ve Budadır.
  • Çin Uygarlı'ğının önemi kapalı kültür merkezi olmasıdır. (Şensi ve Kansu)
  • Türklerle ilgili en eski bilgiler Çin kaynaklarındadır.
Çin'in tarihi kesintisiz biçimde, çok eski çağlara kadar uzanır. Çin'le ilgili ilk bilgileri edinen Avrupalı Cizvit rahipler, Çin tarih yapıtlarından aldıkları bu bilgileri Batı'ya yanlış biçimde yansıtmışlar, böylece Avrupa'da Çin uygarlığının, zenginliği kuşku götürmemekle birlikte, kalıplaşmış, her türlü dış etkiden sıkı sıkıya korunmuş, hiçbir evrim geçirmemiş bir uygarlık olduğu sanılmıştır. Oysa geleneksel Çin düşüncesi, ne türden olursa olsun, yeniliklerden hoşlanmamıştır ama, genellikle sanıldığı gibi kapılarını her türlü değişikliğe sımsıkı kapamış bir düşünce de değildir.
Çin'in tarihsel kaynakları son derece çeşitli ve zengindir. Çinliler geçmişlerine büyük saygı duyduklarından, çok erken tarihlerden başlayarak, ülkede tarih yapıtları büyük ölçüde gelişmiş, daha İÖ II. yy.da tarihçi Sı-ma Çien, özgün bir yapıt oluşturmuştur: Eskiçağ'ın geleneklerini bir araya toplayan ve kökenlerinden başlayarak Çin tarihini anlatmayı amaç alan Şı-ci (Tarih Anılan). Tarihçi Ban Gu'ysa (İS 32-92), sulale yıllıklarının ilk örneğini ortaya koymuştur.
Sulale yıllıkları (toplam 25 yıllık), asıl yıllıkların yanı sıra, kronolojik tablolar, incelemeler (dinsel törenler, gökbilim, sulama ve tarım düzenleri üstüne), ilgili sulale döneminde yaşamış ünlü kişilerin (dürüst bakanlardan, yol kesen haydutlara kadar) yaşamöykülerini içerirler. En özgün yanları, tasarlanış biçimleridir: Her sulalenin yazarları, her imparatorun döneminde toplanmış belgelerden yararlanarak, bir önceki sulalenin tarihçesini yazmakla yükümlü tutulmuş, hatta 1911'den sonra, Cumhuriyet dönemi tarihçilerinden bir grup, son sulalenin tarihçesini yazmaya girişmişlerdir. Ama bu tarihçilik yöntemi, kurulu düzenin haklı gösterilmesi amacıyla tasarlanmış olduğundan, güçsüzlüğü de ortadadır. Konfüçyus kuramına göre, tanrıdan yetki almış kişi hükümdar olur. Halkına haksızlık ederi hükümdar, bu yetkiye layık sayılmadığından, tahttan indirilmesi yerinde olur. Dolay isiyle, kralı devirmekte başarısız olan kişi isyancı sayılır; başarılı olansa, tanrının seçtiği kişidir. Bir sulale boyunca, tanrıdan alman yetkinin yıpranması sonunda bir "yozlaşmış kral"ın tahta çıkması, geleneksel Çin tarihinin sulale çevrimini oluşturur. Bu anlayışın sonucu olarak tarihçiler, yaşadıkları dönemdeki sülalelerin tahta çıkışını haklı göstermek için (hiç değilse imparatorun isteğiyle yazılan resmî tarihlerde), bir önceki sulalenin son dönemlerine çeşitli sevimsiz olaylar eklemişlerdir: Sülaleinn devrileceğini, tanrıların verdiği yetkinin geri alınmak üzere olduğunu belli eden gökbilim olayları (kuyrukluyıldızlar); doğal olaylar (canavarların doğması); toplumsal olgular (doğal belirtilerden farklı sayılmayan halk ayaklanmaları). Bütün bunlara karşın, Çin tarih yapıtları tartışma götürmez ölçüde değerlidirler; yalnız, modern bilim adamları tarafından eleştirici bir bakış açısıyla ele alınmaları gerekir.
Geçmişte pek çok eski yapıt meraklısının bulunduğu bir gerçekse de, arkeoloji, Çin'de yakın zamanlarda gelişmiş bir bilim dalıdır. Geçmişle ilgili pek çok kalıntı, ancak yakın dönemde ortaya çıkarılmıştır (Çinliler yapılarını taraçalar üstüne kurduklarından temel kazmamışlardır; temel kazmamış olmalarının başlıca nedenlerinden biri, toprağın altında uyuduklarına inandıkları ejderhaları uyandırmaktan korkmalarıydı).
Çin tarihinde bir Eskiçağ, bir Ortaçağ, bir Yakınçağ ayırmaya kalkışmak, bu ülkeyi, hiç benzemediği Batı'nın çerçevesine zorla uydurmak anlamına gelir. Sülalelere göre ayrım yapmak da pek parlak sonuçlar vermez: Evrim ya daha hızlı ya da daha yavaş olmuştur. Çin tarihinde tek kesin kopukluk, Çin'ler sülalesiyle ortaya çıkmış, soylulara dayanan ve feodal nitelikli bir düzene son verilerek, bürokrasiye dayanan bir imparatorluk düzeni getirmiştir. Bu kesin dönemeç temel alınarak, Çin tarihinde iki dönem ayırt edilebilir:

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
16 Haziran 2010       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Çin Uygarlık Tarihi
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar
Çin uygarlığı, dünyada kesintisiz olarak süren en eski uygarlıklardan biridir. Yaklaşık 5.000 yıldır süren uzun tarihinin önemli bir özelliği de öbür ülkelerden yalıtılmış coğrafi konumudur. Çin dört bir yanından, dış dünya ile ilişkisini sınırlayan doğal engellerle ya da çorak topraklarla çevrilidir. Bunun bir sonucu olarak Çinliler tarih boyunca ülkelerini, Çince'de dünya kültürünün merkezi ya da "Orta Krallık" anlamına gelen, Zhongguo olarak kabul ettiler. Yaklaşık 2.000 yıl önce Çin dünyanın en ileri ülkelerinden biriydi. Çin uygarlığının beşiği San Irmak ile Wei Irmağı'nın birleşme noktasıydı.
Çin'in İÖ 2953'te başlayan destanlaşmış bir tarihi vardır. O zamandan bu yana, o dönemin büyük hükümdarlarının adları ile onların başarılarına ilişkin öyküler kuşaktan kuşağa geçmiştir. Örneğin, bir takvim yaptığı ve yazıyı icat ettiği söylenen Fu Xi, ağaçtan saban yapan Shen Nong, halka ipekböceği beslemeyi ve dut ağacı yetiştirmeyi öğreten Sarı İmparator Huang Di bunlar arasındadır. Yine Sarı Irmak'ın taşarak tarlaları sular altında bırakmasını önleme yöntemlerini halka öğreten Büyük Yu da bu efsane dönemdendir.
Eski Çin
Pitekantropus'a (Pithecanthropus) yakın olan Pekin insanı (Sinanthropus pednensis), Lan Dien insanı ve insanlık tarihini (Çin tarihini değil) ilgilendiren birbirinden kopuk Yontmataş devri kültürleri bir yana bırakılırsa, özgün bir Çin uygarlığından ancak, Yang Şao ve Lung Şan Cilalıtaş devri kültürleriyle (İÖ 3000) söz edilebilir. Huang-ho havzasıyla sınırlı olan bazı taştan gereçlerle, yüksek nitelikli kırmızı (Yang Şao) ve siyah (Lung Şan) toprak çömleklerle nitelenen söz konusu kültürlerin, gerçekte hemen sonraki Şang'lar dönemi tunç uygarlığıyla birçok ortak özellikleri vardır, (toprağa kazılı konutlar; kâhinlikte kullanılan kemikler; sık rastlanan gri çömlekler). Şang'lar döneminde tunç (ama soylulara özgü bir ayrıcalık olarak kaldı ve araç gereç yapımında kullanılmadı) ve yazı bulunmuştur.
Bu arada oluşan ve Çou'lar sülalesi döneminde en parlak dönemini yaşayan feodal düzen, İÖ VI. ve V. yy.'lardaki büyük çalkantılara kadar ayakta durmayı başarmıştır (söz konusu dönemde demirin ortaya çıkmasıyla tarımsal etkinlikler yoğunlaşmış, nüfus artmış, merkezi bir rejim kurma gereği ortaya çıkmıştır). Efsaneye göre, ilk Çin hükümdarları (yazıyı bulan Fu-hsi; tarımı bulan Şın-nung; Çinlilere giyinmesini, barınmasını, vb'ni öğreten Huang-di) ve onları izleyen sulale (Hsia) daha ilk zamanlardan başlayarak, imparatorluk çağındaki kadar kalabalık ve geniş olan bir Çin'i yönetmişlerdir. Söz konusu' efsaneler aslında, Çin devletinin eskiliğini kanıtlamak için, yerel efsanelerin kesintisiz bir tarih çerçevesinde birleştirilmesiyle ortaya çıkmışlardır; ilk imparatorların tümü, değişik görünümler altında, uygarlık getiren kahraman tipini canlandırırlar. Aslındaysa, tek bir iktidar altında toplanmaktan uzak olan Çin uygarlıkları, birbirlerinden günümüzdekinden daha sıcak olan Kuzey Çin kurlarıyla (filler ve gergedanlar avlanıyordu) ve çeşitli halklar (henüz özümlenmemiş Çinliler) tarafından ayrılıyor, doğayla uyum içinde bulunmaya özen gösteren küçük kırsal topluluklar halinde yaşıyorlardı. Bu anaerkil kökenli toplumun toteme dayanan, klan özellikleri gösteren yanları vardı. Toplum içinde yükselme aracı, savaşlarda yararlık göstermek ve tunç dökmeyle uğraşmaktı: Dökümcü derneklerinin, ilk kent çekirdeklerinin (el sanatçılarının toplandıkları site-saraylar) temelini oluşturdukları sanılır. Kral Şang'ın (İÖ 1450) çevresinde toplanan hizmetkârlar, kâtipler, yazıcılar ya da kâhinler (yazı, o zamanlar kâhinliğe bağlıydı), feodal soyluların kökenini oluşturdular. Bu sınıfın üyelerini toprak sahibi yapmak yetkisi yalnızca kralındı; ayrıca, toprağı verdiği gibi geri de alabilirdi. Yakılan topraklar üstünde yarı göçebe tarım yapılması her köy için uçsuz bucaksız genişlikte alanlar gerektirdiğinden, nüfus yoğunluğuysa nispeten düşük (tarım çalışmaları dönemlerinde, köylüler çok uzakta olan tarlalarda kalırlardı) olduğundan, zamanla "bey"lerin ve topraklarının sayısı büyük ölçüde arttı. Böylece bir dizi karmaşık bağımlılık ilişkisi ortaya çıktı: Kralın görevi, güç durumda kalan derebeylere yardım etmekti; onlar da bu yardıma karşılık krala vergi veriyorlardı.
Şang'lar döneminin sonlarına doğru doğan feodalite, Çou'lar sülalesi zamanında (İÖ 1050 - İÖ 222), en parlak çağını yaşadı. Söz konusu dönemin ortalarına (İÖ VIII. yy.) doğru kralın gücü azaldı ve yeni güçler oluştu: Ülkenin sınır kesimlerindeki prenslikler, ellerindeki yeni olanaklardan (Çi'de tuz ve demir tekeli) da yararlanarak, güçlerini büyük ölçüde artırdılar. Derebeylerin en güçlüsünün kral adına öbür beylere egemen olduğu bu dönemi izleyen "savaşan krallıklar dönemi"nde (İÖ 480 - İÖ 222), derebeyleri her türlü bağımlılıktan sıyrılarak kral unvanını aldılar. Başlıca yedi "krallık" arasında patlak veren bitmek bilmeyen savaşlardan sonra, Çin derebeyi ülkeyi yeniden birleştirmeyi başardı (İÖ 222) ve kendini Çin Şı-Huang-Di adıyla ilk imparator ilan etti (İÖ 221). Derebeylik düzeninin yok olmasının başlıca nedeni, anlayışın değişmesiydi: Merkezden uzaktaki beyler, merkezdeki beyler gibi saray yasalarına ve belirli kurallara uygun savaşlara saygı duymuyorlardı (oysa derebeyliğin ilk dönemlerinde, düşman beyliği yok etmek düşüncesi akıldan bile geçmeyecek bir şeydi); ayrıca, savaş anlayışı da gelişmiş, atlı askerler, daha güçlü silahlar kullanılmaya başlanmıştı. Savaşan krallıklar döneminin başlangıcında, derebeylerin zincirden boşanmış gibi birbirleriyle çarpışmaları, eski düzenin altüst olması, alışılmış kuralların umursanmaması, Çin düşüncesinin tarihindeki en büyük felsefe bunalımını doğurdu. "Yüz okul dönemi" diye nitelenen bu dönemde, işsiz kalan düşünürler, Çin'in her yanım dolaşıp kendilerini dinleyecek, ilkelerini uygulayarak yeryüzünde düzeni yeniden kuracak bir hükümdar aradılar. Söz konusu düşünürlerin en iyi örneği olan Konfüçyus, insan ilişkilerini yoluna koyabilecek tek güç olan eski kurallara saygıyı öneren, eğitime dayanan özgün bir düşünce biçimi ortaya attı. Han Fey-dzı ve yandaşlarıysa ("yasacılık okulu" Çin hükümdarlarının akıl hocalarıydılar), hükümdarın etkili olup, cezalandırmaya başvurmasını öneriyorlardı. Bu iki temel eğilime tepki gösteren Lao Dzı (taoculuğun kurucusu) da, dünyadan el etek çekmeyi, insancıl tutkulardan arınmayı öğütlemekteydi. Günümüze öbür okullarla (kâhinler okulu; yin ve yang okulları; tarım okulu) ilgili çok az bilgi kalmış olmasına karşılık, Konfüçyus öğretisi, yasacılık ve taoculuk, buddhacılıkla birlikte yakın döneme kadar Çin düşüncesinin kaynakları olmayı sürdürmüş, bu okulların gölgesinde gelişen son derece zengin edebiyat, modern Çin edebiyat ve düşüncesinin kurallarını ve örneklerini oluşturmuştur.
Çin uygarlığı Sarı nehrin oluşturduğu büyük balçık ovasında doğdu. Çinli çiftçileri erken çağlarda batı yaylasına çeken bu bereketli topraklardı. Ancak iklimin giderek kuraklaşması, köylülerin bu topraklara yerleşmesini sınırladı. Ekili toprakların Batısında kalan dağlar ve havzalar göçebelerin uğrak yeriydi; bunların sürekli gidip gelmeleri yerleşik halk için sık sık tehlike doğuruyordu.
Buna karşılık, güneye doğru, topraklar tarıma daha elverişli ve verimli, arazinin dağlık ve engebeli olmasına rağmen, iklim daha sıcak ve nemlidir. Çinling dağlarının doğusunda ovalar Yangzi deltasına kadar kesintisiz uzanır, sonra geniş vadiler Şi Ciang'ın tropik altı havzasına açılır. Yangzi'nin güneyinde yaşayan halklar cinli değildi, ama kuzeyden gelerek buralara yayılıp yerleşen cinli köylülerin yaşantılarını benimsemek zorunda kaldılar ve yavaş yavaş özümlendiler. Çin uygarlığı yeni ortama uyum sağlayarak başlıca tarım bitkisi olan buğday yerine pirinci getirdi. Böylece Çin ülkesi giderek, doğudan batıya, özellikle de kuzeyden güneye devasa bir yayılma ve yerleşme süreci sonunda oluştu.
Doğal koşulların büyük farklılıklar göstermesi ve ülkede yaşayan halkların ayrı etnik kökenlerden gelmiş olmaları, şüphesiz, güçlü bölgecilik duygularının sürüp gitmesine elverişliydi. Yine de ülkenin birliği, tarımsal yaşama bağlı bir tür toplumsal düzen sayesinde sağlandı.
Güneybatı'da ormanlık yüksek dağlarda, kuzeybatıda ise bozkırlar ve çöllerle sınırlı olan Çin, dışa pek az açılarak kendi kendine gelişmiştir. Bu doğal olarak görece bir yalnızlıktı: Orta Asya bozkırları engel oluşturdukları kadar bağıntı kurmaya da yaradıkları gibi, Himalaya dağları da Hindistan ile ilişki kurulmasına engel olmamıştır. Bu durum, yine de, Çin'in özgün bir uygarlığa ulaşmasını sağladı. Çin'i Doğu Asya'nın "eğitimcisi" durumuna getiren de bu özgün kişiliği oldu.
Kökenlerden efsaneleşmiş son hanedana Eski Çin tarihçileri tarihlerinin başlangıcını çok eski çağlarda egemen oldukları öne sürülen hükümdarlara değin götürürler, bu hükümdarları birçok yeni teknik ve kurumu yaratan bilge kişiler olarak gösterirlerdi. Fuşi kehaneti, Şınnong tarımı, Huangdi tekniği, Yao ve Şun hükümet yönetimini icat etmişlerdi. Gerçekte bu hükümdarlar, akılcı ve ahlakçı eğilimler sonucu zamanla efsanevi yönleri silinmiş olmakla birlikte, tümüyle efsane kahramanlarıdır. Konfüçyusçulara göre adı anılmaya değer ilk krallar üçü de bilgelik örneği olan Yao, Şun ve Yü'dür. Yü, onlara göre büyük bir su mühendisidir, büyük bir su baskınını önlemiş olduğu gibi ilk Çin hanedanı Şia'yı kurmuştur.

Şialar

Şialar üzerine kesin bir şey bilinmiyor. III. binyılın sonuna doğru ilk Çin krallığı' nı kurmuş oldukları, başkentlerinin Şan-şi'deki Anyi olduğu ve krallıklarının 500 yıldan çok sürdüğü sanılıyor. Efsanelerden öğrenildiğine göre bu dönemde tarıma dayanan ataerkil bir uygarlık vardı; bunun ana izleri Çin'in daha sonraki yaşamında görülmektedir. Tarihin en eski dönemlerinde, çok güçlü aile bağlan sayesinde Çin köylüsü, yaşadığı toprakları genişletme ve işleme yolundaki becerisini kanıtlamıştı, avcı ve balıkçı olduğu kadar tahıl yetiştiricisiydi. Çinliler eskiden beri sıkıştırılmış topraktan ev yapmasını biliyor, kaplumbağa kabuğuna bakıp kehanette bulunuyor, bayram günlerini dinsel şarkılar söyleyerek ve dans ederek kutluyorlardı.

Şanglar
(İÖ 1770'e doğru - İÖ 1050'ye doğru)
Şialar'ın ardından gelen Şanglar (ya da Yin'ler yahut Şang-Yinler) tarih çağlarında krallık kurmuşlardır. Gerçekten de kazılar sonucu başkentlerinin bulunduğu yer bugünkü Anyang (Hınan) bölgesinde ortaya çıkarılmış, kemik ya da kaplumbağa kabuğu üzerine yazılmış yazılardan bu döneme ilişkin pek çok bilgi elde edilmiştir. Anyang'a gelip yerleşmeden önce Şanglar'ın başka birçok başkentleri olmuştu. Bunların temsil ettikleri tunç uygarlığının önce Peçili (bugünkü Bohai) körfezinin çevresinde ve Şandong yarımadasında geliştiği sanılmaktadır. Bu uygarlık, zamanla Sarı nehrin yukarılarına uzanıp Hınan'a yerleşti.

Coular
(İÖ 1050'ye doğru - İÖ 221)
Yeni krallık hanedanının kurucusu Vu Vang o zaman G.'de Yangzi'ye değin uzanan Çin'in batı sınırındaki Vei vadisinde Cou beyliğinin hükümdarıydı. Cou beyleri, üç yüzyıl boyunca yüksek Vei vadisindeki topraklarından ayrılmadılar. Bu dönemde Çin toplumu kralın (Vang) buyruğu altında, soylular, çiftçiler, zanaatçılar ve hayvan yetiştiricileri olarak örgütlenmişti.
İÖ 770'e doğru, kuzey göçebelerinin istilaları Coular'ı topraklarından ayrılıp Sarı nehre yakın Hınan eyaletindeki Luo-yang'a yerleşmek zorunda bıraktı. Bu birinci dönemi yalnızca Sima Çien'in Tarihsel anı/ar'ındaki (Şici*) çok kısa öykülerden ve iki büyük fatih kral Zao ile Mu'nun romansı serüvenlerini aktaran efsanevi öykülerden öğreniyoruz.
Dong Coular ya da Doğu Coular dönemi İÖ 722'den İÖ 481'e kadar uzanır. Konfüçyusçuluk, bir güncenin adından dolayı "Çunçiu" ("ilkbaharlar ve Sonbaharlar") diye de anılan bu dönemde doğdu. Çin tarihi bu dönemle başlar.
Congguo (Orta ülke krallıkları) adı verilen devletler Sarı nehir havzasına yerleştiler. Diğer kavimlere, başka ırktan olmadıkları halde Çin kültürüne yabancı oldukları için barbar gözüyle bakılıyordu. Gök'ün oğlu, ülkeye, yani Tien Şia'ya (Gök'ün altındaki dünya) kuramsal olarak egemen yüce hükümdardı. Yalnız o, kral (vang) sanını taşıyabilirdi.
Çin ülkesinin sınır boylarındaki kimi beylikler bozkırlarda ve dağlarda yaşayan kabilelerle birleşmeyi başardılar. Böylece büyük devletler kuruldu ve bunların gücü karşısında Cou krallığı ve ülkenin ortasındaki küçük devletler etkinliğini yitirdi. Bu dönemdeki birkaç beylik daha o zamanlar geleceğin Çin eyaletlerini haber veriyorlardı. Dört devlet politikayı yönlendiriyordu. Bunlar o dönemin büyük devletleriydi: Şaanşi bölgesinde Çin, Şanşi' de Cin, Şandong'da Çi, Hubei'de Çu (Hınan'ın kuzeyindeki Song da bunlara eklenebilir). Bu büyük beyler, toprakları üzerinde mutlak hükümdardılar. Krallığın çökmesinden sonra peş peşe hegemonyayı ele geçirdiler. Bundan ötürü, tarihte "Beş Egemen" (vuba) adıyla anılırlar. En ünlüleri olan Çi Egemeni
İÖ VII. yy.'ın ilk yarısında, Çin egemeni ise VII. yy.'ın sonunda ve VI. yy.'da yaşamıştır. Çin uygarlığı, bu dönemde Yangzi vadisinde yayıldı ve Cou krallığı bu bölgede kuruldu.
Bundan sonra, "Savaşçı krallıklar" (Canguo, İÖ 481 - İÖ 221) dönemi başlar. Bu önemli dönemde, Çin, XX. yy. başına kadar sürecek olan temel siyasal yapısına kavuştu. Çin konfederasyonu'nun artık hukuksal bir değeri kalmamıştı. Fetih savaşları derebeylik savaşlarının yerini aldı: Büyük devletler yavaş yavaş küçükleri yutmaya başladılar. İÖ 335'ten başlayarak beylerin çoğu kendi kendilerine kral (vang) sanını yakıştırdılar. Böylece Cou prenslerinin buyruğunu tanımadıklarını göstermiş oluyorlardı. Bunlar arasında iki devlet, güneyde Cou ve uzeybatıda Çin (Şaanşi) ötekilere üstün gelmeyi başardılar.
İÖ 300'e doğru Çin uygarlığı için bir tehlike baş gösterdi. Şiongnular (bir olasılıkla Doğu Asya Hunları) ilk kez yazıtlarda adlarıyla anılmaya başladılar. Bu göçebe kavimler Çin'in kuzey sınırlarını tehdit ediyorlardı.
Çin beyleri, İÖ IV. yy. sonundan başlayarak büyük bir fetih seferine çıktılar, böylece kuzeyde Moğol bozkırlarından ve Mançurya ovasından Yangzi'nin güneyine kadar uzanan dağlık bölgelere dek bütün Çin'i fethettiler. 316'da orduları Çıngdu ovasındaki Sıçuan'a girdi ve 312'de Şaanşi'nin güneyini tümüyle işgal ettiler. Fetihler özellikle III. yy.'ın sonunda arttı.

Çinler
(İÖ 221 - İÖ 206)
İÖ 221'den başlayarak en doğudaki ülke Çi'nin Çin beyi tarafından fethedilmesiyle Çin'in derebeylik sistemi çözülmeye yüz tuttu. Çin beyi kendini Birinci imparator (Şi Huangdi) ilan etti. İmparatorluğun başkenti Şaanşi'de, Şi'an yakınındaki Şienyang oldu. Şiongnular'ın sızmalarını durdurmak için imparator kuzey-batı sınırına kadar uzanan ve 2000 kilometreyi aşan Çin Seddi'nin yapılmasını emretti. Ayrıca, Mavi nehrin güneyinde, Kanton bölgesine (Nanhai) kadar uzanan geniş toprakları fethetti. Çin Şi Huangdi'nin başardığı en büyük iş, hiçbir hanedan değişikliğinden etkilenmeyecek merkeziyetçi bürokratik bir hükümet sistemi kurmuş olmasıdır. Bütün derebeylikleri ortadan kaldırmış, bütün yerel beyliklere son vermiş, soylular sınıfını parçalamıştır. İmparatorluk otuz altı eyalete, bunların her biri de birçok valiliğe bölündü. İÖ 213'te Çin Şi Huangdi, eski soylular sınıfının ülkülerini anlatan "klasik" kitapların yakılmasını emretti. Yalnızca yararlı kitaplar (tıp, kâhinlik, eczacılık, tarım) korundu. Aydınlar baskıya uğradı, Konfüçyusçular işkence gördü. Belirli bir ast-üst düzeni içinde çeşitli işlevleri olan kamu görevlileri sistemi kuruldu. Çin krallığı'nın yapısına uydurulan yeni Çin devlet kuruluşu, büyük ölçüde bakan Li Si'nin kişisel dehasının ve hukukçular düzeni denilen bir sistemin başarısının eseridir. Ortak bir yazı şekli oluşturuldu. Ülke, sonunda belirgin sınırlara kavuştu; ülke içinde birliği sağlamak amacıyla imparator iç surları ve yerel tahkimatı kaldırttı. Devletin istikrarını sağlamak amacıyla, kiracı köylüleri, belirli bir vergi ödeyen mülk sahipleri haline getirdi. Büyük ulaşım yollarının açılması da ulusal birliğin gelişmesine katkıda bulundu. Ne var ki derebeyleri sert yasaların baskısına katlanamaz olmuşlar, büyük bayındırlık işleri yüzünden angaryaya koşulan halk tükenmiş, devlet hazinesi de boşalmıştı. İÖ 209'da Cin Şıng'ın yönettiği bir halk ayaklanması, Çin Şi Huangdi'nin (ö. 210) yerine geçen imparatorun despotça iktidarını sarstı, onu 206'da imparatorluktan ayrılmak zorunda bıraktı. İmparatorluk kargaşa içine girdi. Bunlara karşın 202'de, büyük bir toprak sahibi olan Liu Bang tahta çıkmayı başardı ve Han hanedanını kurdu.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

3 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Şubat 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
4 Aralık 2014 / Misafir Soru-Cevap
1 Aralık 2009 / Misafir Soru-Cevap
29 Aralık 2011 / İNTERNET ADMİNİ Soru-Cevap