Arama

Dini Şiirler / İlahiler - Sayfa 3

Güncelleme: 6 Ağustos 2020 Gösterim: 360.467 Cevap: 528
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2005       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seviyorum Allah’ım Seviyorum Seni
Kimi gün ağlayarak, kimi gün gülerek.
Bir ömür boyunca, hep düşleyerek.
Sponsorlu Bağlantılar
Nasip eyle imanla son bir nefes.
Seviyorum Allah’ım, seviyorum Seni.
Kimi gelir, sevabıyla çıkar karşına.
Kimi gelir, günahıyla çıkar karşına.
Bir gün aşkla, imanla çıkar karşına.
Seviyorum Allah’ım, seviyorum Seni.
Her yerde eserin var, her yerde ruhun.
Elbette düşlerim, hep senin nurun.
Ayrı koyma Ya Rab, kavuştur ruhum.
Seviyorum Allah’ım, seviyorum Seni.
Ayrılık hasretin, yanar hep ruhta.
Kavuşmak hayalin, hiç bitmez düşte.
Uzak bırakma Ya Rab, yaklaştır sevgine.
Seviyorum Allah’ım, seviyorum Seni.

Çağlar Aşık



Son düzenleyen f.L.y; 30 Aralık 2005 06:32
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Şubat 2006       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Msn RoseSEN YOKTUNMsn Rose

Sponsorlu Bağlantılar
Sen yoktun...
Hz Âdem’deydi nurun
Önce cenneti,
Sonra yeryüzünü şereflendirdin.
Âdem nuruna affedildi
Arafat bu affa şâhitti

Sen yoktun
Nuh’un gemisindeydi Nurun...
Dalgalar yeryüzünü boğarken
Taprağın bağrındaki su
Gökyüzüyle buluşurken
Ve bu bir ilahi azap derken,
Allah nurunu taşıdı binbir sebeple
Tûfan, nurunu selamladı edeple...

Sen yoktun...
Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun

İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
“Rabbimiz” dedi,
“Onlara kendi içlerinden
Senin ayetlerini okuyacak
Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
Onları temizleyecek bir elçi gönder,
Amin dedi on sekiz bin âlem
Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak
Amin dedi İsmail.
Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında.

Sen yoktun...
Hz.İsa “Ahmed” diye muştuladı seni
Alemlerin efendisi diye sana seslendi.
Artık ben sizinle çok söyleşmem, dedi havarilerine..
Çünkü bu âlemin reisi geliyor...
Bekleyin Ahmed geliyor.
Kainata rahmet geliyor.
Havarilerin yüzünü okşayan,
Ölüleri dirilten bir nefes oldun
Ama sen yoktun...


Sen yoktun Sultânım,
Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun
Başı eğik gezerdi mazlum
Kuteyle göklerden seni sorardı
Varaka seni arardı semada
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
Ağlayarak süslediler ölüme...
Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler.
Sen yokken,
Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek.
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi.
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi...
En son çocuk atılırken çukura
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi.
Melekler süslüyordu hirâyı.
Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur,
Efendisine hazırlanıyordu mekke.
Âlem Efendisine hazırlanıyordu
Kainatın gözü Hz. Aminedeydi.
Toprak yalvarıyordu rabbine,
Allahım gönder artık diyordu.
Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada


Ve bir gelişin vardı ya rasulallah,
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Önünde cebrail!
Ardında yalın kılıç melekler!
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de
Öksüzler annelerine sarıldı doya doya.

Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini.
Herşey sus pus olmuştu.
Hadi diyordu yıldızlar, Hadi diyordu ay!
Kainat bir isim duymak istiyordu.
Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden;
Muhammed!
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini.
Muhammed!
Melekler öptü o nurdan ellerini.
Muhammed!
Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta!
Sana o adı veren rahmana kurbanız


Artık sen vardın
Susuz topraklara rahmet indi seninle
Annenden sonra anne halime sevindi seninle
Yağmura mı ihtiyaç var?
Kaldır şehadet parmağını,
Yağmurları salsın Allah.
Sonra tut ağacın yaprağını,
Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah.
Yeterki sen iste,
Sen iste yarasulallah
Deki ben kimim?
Dağlar, taşlar dile gelsin,
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup,
Ente Rasulullah desin.

Sen vardın
Bedir kârdı,
Uhut dardı
Hendek yârdı.
Yiğitlerin vardı.
Ölmek için yarışan yiğitler...


Hele bir enesin vardı senin.
Enes bin malik...
Uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına,
Niye burada oturuyorsunuz diye sormuştu.
Onlar da
“Allah’ın Rasulü öldürülmüş deyince
Enes kükremiş:
“ Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız?
Kalkın ve O’nun gibi ölün! Demişti.
Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.
Hem de ne şehit ey nebi!
Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi.
Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...

Musab Bin Umeyr’in vardı senin.
Uhut’ta sancağını taşıyan.
Öyle bir aşkla sana bağlıydı ki
Allah o gün melekleri Musab’ın suretinde indirdi.

Ebu hureyren vardı...
Acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı.
Sen anlardın,
Ya Ebâhir gel! Derdin.


Ve sen gittin...
Bir gidişle gittin
Ardında hüznün kaldı.
Hasretin kaldı göklerde.
Bilal ezan okuyamaz oldu
Ne zaman teşebbüs etse
Muhammed rasulullah demeye
Dizleri üstüne çöker, kendinden geçerdi.

Sonra günler ay,
Aylar yıl oldu.
Ve asırlar oldu
Sensizliğe açtık gözlerimizi.
Ama sen bırakmazsın bizi.
Sen varsın ey şehitlerin sultanı
Sen varsın!
Bir şehit bile ölmezken
Sana nasıl yok deriz.
Ebutalip şama giderken devesinin önüne geçip
Beni burda kime bırakıp gidiyorsun demiştin.
Ne anam var ne babam...
Ebutalip bırakmamıştı bu yüzden .


Sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasûlallah!
Bırakma bizi ki; Allah;
Sen onların içindeyken onlara azab edecek değiliz buyuruyor.
Bırakma bizi!
Hayatı seninle öğretti Rahman.
Kulluğu seninle tanıdık.
Duayı senden öğrendik sevgili!
Hz Ömer umre için senden izin isteyince,
“Kardeşcik” dedin ona,
Kardeşcik, duanda bana da yer ayırır mısın?
Bizler Ömer değiliz ama
Bütün dualarımız senin için

Ey Rabbimiz!
Rasulünü anışımızdan haberdar et!
O’na binler salat, binler selam!
Habibine Makam-ı Mahmut’u ver
O’na vesileyi lutfet.
O’nu refik-i Âlâya yükselt
Bizi de affet
O’nun hatrına affet
Zatının hatrına Affet.

Son düzenleyen Blue Blood; 17 Şubat 2006 19:35
red_sea - avatarı
red_sea
Ziyaretçi
1 Şubat 2006       Mesaj #23
red_sea - avatarı
Ziyaretçi
BANA BİR TÜRKÜ SÖYLE

Bana bir türkü söyle!..
İçinde ne sen ne ben olsun..
Ne de asrın kof sevdaları..
“O” olsun sadece ve “O” nun “En Sevgilisi”..
Bana bir türkü söyle!..
Dağlara taşısın yüreğimi,
“Nur” da nurlanayım, yüreğim titresin “Hira” da..
“Uhud”, O’nun diliyle sevsin beni ve kucaklasın..
Dağ dağ dolaştırsın yüreğimi..
Bana bir türkü söyle!..
Muştu olsun mâverâdan..
Aşk olsun içinde.. Hasret olsun.. Özlem olsun..
Günübirlik sevdalara inat,
Meleklerin kül olacağı “O Nokta”dan aşırsın gül sevdalı yüreğimi..
“O” na taşısın...
Bana bir türkü söyle!..
Izdırap olsun içinde, hüzün olsun..
Mahşerde kavrulmuşluğumu giderecek gözyaşı olsun..
Ve.. Burada da yıkasın, ıslatsın yüreğimi..
Bana bir türkü söyle!..
“Fatıma” nın aydınlığı olsun içinde..
“Hatice” nin kocaman yüreği..
“Aişe” nin gök sevdası,
“Sümeyye” nin şehâdeti olsun..
Ve.. Dilimden hiç düşmeyen tevbem olsun “Nasuh” ça..
Bana bir türkü söyle!..
“Bedir” i taşısın yitirilmiş vakitlere.. Ve “Uhud” un öğretisini..
“Hendek” ten bir esinti, bir muştu kıvılcımı olsun..
Ve.. Umuda hasret karanlıklarımıza “Yakın Fethi” müjdelesin..
Bana bir türkü söyle!..
Ölmeden Öldürsün, Oldursun beni..
Yitirilmiş cennetleri buldursun..
Veda olsun kara çalınmış tüm sevdalara,
Kaybolmuş benliklere ağıt,
Ve.. “O Sevgili” ye münâcât olsun..
Bana bir türkü söyle!..
Mus’ab olsun.. Ve bin Yusuf olsun içinde..
“Yakub” un açılan gözleri ve öteler sevdası olsun..
“İbrahim” in dostluğu, “İsmail” in tevekkülü,
“Eyyub” un sabrı, “Son Nebi” nin duası olsun..
Bana bir türkü söyle!..
Ağıt olsun “Asrın en Saadetlisi” ne..
Muştu olsun ezilmişliğimize..
İsyan olsun çağı tüketenlere..
Sur olsun dirilişe..
Ve.. Çağrı olsun hüzünle titreşen yüreklere..
Hadi bana bir türkü söyle!..
Tek tek şehidlerin tebessümleriyle ağlayayım..
“KUTSAL EMANETİ NE YAPTINIZ???” Sorgulasınlar beni..
Mehterler vursun tâ içimde..
Ve.. Tekbir sesleri taşısın beni en görkemli fetihlere..
Bana bir türkü söyle!..
“Sıddıyk” i anlat bana.. Vefayı, dostluğu anlat!
Ve adâleti..Ve hayâyı.. Ve fütuvveti..Ve dirâyeti..
“Ömer” i, “Osman” ı, “Ali” yi anlat!
Haber ver o yıldızlardan, yolumu buldur!..
Bana bir türkü söyle!..
İçinde bin “Talha” olsun, yüreğinde “Vahy” i dâim taşıyan,
“Hamza” dan koca bir yürek, “Bilal” den bir seda olsun..
“Mevlânâ” ca söyle!.. “Yunus” ca söyle!..
Aklasın sevdalarımızı ve bin puta baş eğmiş dünyalarımızı..
Bana bir türkü söyle!..
Çağa karşı duruşumuz olsun yanyana..
Bükülmez bileğimiz,
Yenilmez-tükenmez yüreğimiz olsun cancana..
Âvâzemiz olsun şu hıçkıran karanlıklara..
Ve Öfkemiz.. Yüreklerimize bin put katanlara..
Hadi bir türkü söyle!
Yüreğini kat da yüreğime,
Sesini kat da sesime,
Çığlığını kat da feryadlarıma,
Öfkeni kat da isyanlarıma,
Bir türkü söyle!.. Hadi!..
Ki:
Yeminimiz olsun Asra..
İnsana..
Ve ebedi hüsranlara..
Aydınlığımız olsun ötelerde.. Ve sabrımız..
Ve kurtuluş ümidimiz O Kapılarda..
Ve nihayet dirilişimiz..
Hadi durma!
BİR TÜRKÜ SÖYLE BANA!..
Ya da.....
Sus!..
Hiç konuşma ebede kadar..


Monaroza
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sen Gidince Efendim
Sevgili!
Sen gitmiştin...
Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi.
Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda...
Sen gitmiştin...
Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.
Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.

Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana ;
huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.
Ve duyurabilsin mi sesini!?.
Efendim, duyar misin sesimizi?..

Sevgili!
Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde
hilal.
Biz bir bakışının dilencisi,
biz dolunay tutkunları,
biz bayramı gözleyen oruçlar.
Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.
Sen imrenme, biz ayıplanma.
Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.
Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.
Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,
kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.
Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,
düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.
İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim?..

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.
Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı.
Sen gitmiştin...
Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara;
ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi.
Sen gitmiştin...
Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.
Hasretinden akıllar yitirildi efendim,
gönüller gölgelere düştü.
Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,
dudak dudağa denizlerimiz kurudu
ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin...
Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.
Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;
kanlarımız sahralar doldurdu.
Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,
kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına...
Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,
hiç kâr elde edemedik.
Aldandık, hep aldandık.
Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.
Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.
Bize sevmeyi unutturdular ilkin;
sonra sevginin ne olduğunu...
Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.
Vurgunlar yedik pes pese efendim...
Ve sen gitmiştin.

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.
Hayırları söyleyip gitmiştin,
biz ser işler olduk.
Uzun uzun emellere kapıldık,
kapılanıp kaldık umutların kapısında.
Yolunda yürümekten üzerimize düşen,
baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.
Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;
böğrümüzde kaldı ellerimiz.
Hanım idik halayık olduk;
bay idik köle edildik.
Sen gitmiştin...
Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.
Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,
dönüşlerinin ahengini kırdılar.
Bölük bölük kadınlarımız,
grup grup erlerimiz,
demet demet çocuklarımız,
kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.
Ve sen gitmiştin efendim...
Sevgili!
Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği
prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına
durmuştu efendim...
Ve sen gitmiştin...
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
"Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...
Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...

Sana en fazla muhtacız...


Prof. Dr. İskender Pala
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Şubat 2006       Mesaj #25
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
roseblerin ve Gönüllerin Efendisine
Yerde Ahmed, semâda Muhammed olan ey roseb!
Selâmlar olsun hakkı fermân eden ey gönül!

Sen’i yüceltmek için değildir sözlerimiz,
Nûrunla kemâl buldu hep kelimelerimiz,

Âlem Sen’le övüldü, biz Sen’inle hep güldük,
On dört asırdır dâim sensizliğe sürüldük.

roseb
den mânalar bulan aşkla tutuştu cihân!
Bir gül açtı tam on dört asırdır hiç solmayan!

Sönmeyen bir hasrettir sana olan aşkımız,
Toprağın mahviyeti fırtınada farkımız!

Ummanlar kurudu hep, hayat çöl ortasında
Dert varsa dermân da var, dert; Sen, dermânımız da..

Gönüller üzerine yıkıldı koca dağlar
Bu derde sultan dahi düşse onu da dağlar!

Hayat; peşin alınmış ücrettir Yaradan’dan,
En kutsal hediyedir Mekke’de yetim doğan.

Sevgili diye yılan atıldı koynumuza!
Taş kesildi kalpler, vebali boynumuza.

Asır; sînede ateş, îman; elde kor gibi!
Sen’i görmeyen gözse noktasız.. kör gibi!

Şu hicrân duvarları yıkılmalı yeniden
Firâk gömülsün, vuslat yağsın göklerimizden.

Kefenleri biçildi âsilerin, cân roseb
üm
Pây-i tahtta saâdet, sana vuslattır.. ölüm.

Taif’te roseb
yüzünde kan, ayaklarında kan..
Kâ’be’de yâr-i gârdı senin için ağlayan.

Sensizlik gurbet oldu, bencileyin sarardı
Bir hasretin öyküsü; göklerimiz karardı!

Şah damarından daha cânsın fâni bedene,
Evinde gurbet çektin, yeni yurdun Medine.

roseb
bahçelerimiz hep yağmalandı çaresiz,
Maddeye köle olduk, istikbalimiz fersiz!

Sen kokan roseb
lerini koruyamadık.. Heyhât
Kapımıza dayandı emr-i hak olan memât!

Biz Bedir’de seyrettik elhak o arslanları
Görmedik Uhud kadar kahraman olanları.

Ey aşk! Beni benden al.. Sür nebimin şehrine!
Yalın ayak varayım o ravzay-ı pâkine.

Ey roseb
lerin sultanı! Gözyaşlarıyla geldik,
Ey kadîm dost! Kapında Kıtmir olmaya geldik!

Hâk olup döneceğiz aslımıza muhakkak!
Lâkin senin nurunla aydınlanır şu âfâk!

Firâkın renksiz takvim, gündüzlerimiz siyâh
Bir tebessümün dahi bize nurlu inşirâh!

Gel gör bir halimizi, hep tilki sofrasında!
Çaresiz kaldık bu ölüm-kalım meydanında!

Çark bozuldu, maviyi katlettiler.. efendim!
Küheylan kesildi şu kör balıklar, efendim!

Sana salât ve selâm.. gönlümüz senle dolsun
Bizleri sana ümmet yapana hamdler olsun.

Zafer ŞIK

Msn Rose Msn Rose Msn Rose


Gönlümün Gülü
GülEfendim
Gül Yüzünü Rüyamızda
Güldür Gül
Gül'ce
Güllerce Salavat
Gülsüz
Medinenin Gülü
Gül İlahisi

Güllerin Efendisi
Son düzenleyen Blue Blood; 3 Şubat 2006 09:28
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
EĞER

Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse, yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı, merak ediyorum neler yapacağınızı...
Biliyorum ama böylesine şerefli bir konuğa açacağınızı en güzel odanızı, ona sunacağınız yemeklerin en iyisi olacağını, ve inandırmaya çalışacağınızı, onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacağınızı; gerçekten evinizde ona hizmet etmekten alacağınız hazzı.
Fakat söyleyin bana, Efendimizi evinize doğru gelirken gördüğünüzde, Onu kapıda mı karşılayacaksınız? Yoksa onu içeri almadan önce, aceleyle, bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp Yerine Kur'an’ı mı koyacaksınız? Peki hala Amerikan filimlerini seyredecek misiniz televizyonda? Yoksa kapatmaya mı koşacaksınız aceleyle, o size kızmadan önce?
Kim bilir? Belki de ağzınızdan hiç çıkmamış olmasını mi dilerdiniz, hatırlayamadığınız en son çirkin kelimeyi...
Peki ya dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız? Ve bunun yerine ortalığa, Kitaplığınızın raflarında tozlanmış, hadis kitapları mı çıkaracaksınız?
Hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz? Yoksa telaşla ne yapayım diyerek, Sağa sola mı koşturacaksınız?
Merak ediyorum: Eğer Peygamber Efendimiz, bir kaç günlüğüne sizinle birlikte yaşasa, yapmaya devam edecek misiniz, her zaman yaptığınız şeyleri?
Ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı? Her yemekten sonra sofra duası etmeyi, yine zor mu bulacaksınız? Hiç yüzünüzü asmadan, oflayıp puflamadan, her vakit namazınızı kılacak mısınız? Ya sabah namazı için, sıcacık yatağınızdan, erkenden fırlayacak mısınız?
Peki ya yine mırıldanacak mısınız, her zaman söylediğiniz şarkıları? Ve okuyacak mısınız, her zaman okuduğunuz kitapları? Peki bilmesine izin verecek misiniz, aklınızın ve ruhunuzun beslendiği şeyleri? Yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz? Şöyle diyelim ya da: Gideceğiniz her yere götürebilecek misiniz Peygamberi de?
Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız? Tanıştırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadaşınızı onunla? Yoksa hiç karşılaşmamalarını mı umardınız, peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle?
Şimdi söyleyin açık yüreklilikle, onun kalmasını ister misiniz sizinle? Sonsuza dek, hep birlikte... Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız, ziyareti bitip gittiğinde? Gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir değil mi?
Bilmek ve düşünmek, eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse yapacağımız şeyleri... Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse, yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı, Merak ediyorum neler yapacağınızı ...
Camilla Badr
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

ŞEMÂİL
Ne uzun ne kısa kararında boy
Soyu İbrahim’den ne asil bir soy
Saçları hoş siyah dalgalı bir koy
Kemâlini giydir beni benden soy
Âlemlere rahmet yüzünü göster
Bu kul varlığından soyunmak ister

Güneş pervânesi o güzel yüzün
Nurundan ışığı vardır gündüzün
Solmaz bir gül rengin ne kış ne güzün
Tecelli ediyor yüzünde özün
Hasretim, yanarım, yüzünü göster
Kölen bu devletle avunmak ister

Simsiyah gözlerin âhû misâli
Dâim Hakk’a bakar her an visâlin
Beyazı ölçüsü gözde kemâlin
Kaşların sûreti gökde hilâlin,
Râzıyım rûyada yüzünü göster
Âşık maşukuna can sunmak ister

Bir tutam sakalın birkaçı beyaz
Mübarek vücudun serin kış ve yaz
Cânımı yoluna kurban etsem az
Dostlar defterine köleni de yaz
Açıver kapını yüzünü göster
Gönül hasretinden yakınmak ister

Duyular mükemmel, dişleri inci
Kokusuna tutkun, yaşlısı genci
Yürürken koşmadan olur birinci
Kapına gelmiş bir garip dilenci
Açıver ne olur yüzünü göster
Garip ayağına kapanmak ister

Yukarıdan aşağı heybetle iniş
Yürüyüşünde var hep bu görünüş
Âdetin baktığın tarafa dönüş
Bize nasip olsun hayırlı bir düş
Kerem et ne olur yüzünü göster
Kim böyle bir düşten uyanmak ister

Seni ilk görenler korku çekermiş
Sonra ülfet eder hemen severmiş
Benzerini asla görmedim dermiş
Erenler yolunda giderek ermiş
Benzeri bulunmaz yüzünü göster
Gönüller nurunla yıkanmak ister

Zâtının nûrundan vermiş sana can
Hilkate ruhunla başlamış Rahman
Yûsuf’ta yok sende olan hüsnü an
Ahlâkındır Senin, mûcize Kur’an,
Alemlere Rahmet, cemâlin göster
Kölen rahmetine sığınmak ister

Ümmetin üstüne titreyen sensin
Müjdeci, uyaran, gel diyen sensin
Kulunu Allah’a sevdiren sensin
Gecemi gündüze çeviren sensin
Ey Hakk’ın şâhidi yüzünü göster
Kul şehâdetinle tanınmak ister

Hakk’ın halilisin, habibi sensin
Gönüllerin eşsiz tabibi sensin
En güzel hutbenin hâtibi sensin
Ümmetin en büyük nasibi sensin
Aşkımın Leylası yüzünü göster
Gönül seni gözden sakınmak ister

En güzel, en üstün ahlak senindir
Cömertlikte kemâl el-hâk senindir
Şefaatte en son durak senindir
Miraç senin, Refref, Burak senindir
Sen gördün, bize de cemâlin göster
Pervâne şem’ine hep yanmak ister
HAYREDDİN KARAMAN


Pervâne: Işığın etrafında dönüp duran kelebek
Tecelli: Görünme, bilinme
Âhû: Ceylan
Visâl: Kavuşma
Maşuk: Sevgili
Ülfet: Alışkanlık
Hilkat: Yaratılış
Hüsün: Güzel, iyi
Mûcize: İnsanların yapamadığı şey
Cemâl: Güzellik
Halîl: Samimî dost
Habib: Sevgili
Tabib: Doktor
Hutbe: Dini konuşma
Hatip: Konuşmacı
El-hak: Hakikaten, doğrusu
Refref: Manevi bir binek, ince yumuşak kumaş
Burak: Binek, Cennete mahsus bir binek vâsıtası
Şem: Mum

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #28
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gül Sultanım
Gül kokusunu sizden mi almış bilmem

Bir ateş attınız içime sönmez yanar her dem
Bükülür boynum, bir gariplik çöker
Doyulmaz güzelliğinize hasret kaldı bu gözler!
Efendim benim güzel efendim
Sultanım benim gül sultanım
Dilenciyim, kapınıza geldim dayandım
İşte bu zalim nefsim işte bunlar günahlarım
Size uzattım ellerimi şahidim olun
Biz gözyaşı dökemedik, tövbemiz için siz dökün;
Efendim benim güzel efendim
Sultanım benim gül sultanım
Altın bir nesilden geldiniz
Hoş geldiniz sefa geldiniz bizlere şeref verdiniz
Rabbimizin şahidi, peygamberimizin varisi
Gönüllerimizin şifası, aşka susamışların deryası
Efendim benim güzel efendim
Sultanım benim gül sultanım
Dünya’dan eser bulunmaz kalbinizde
Misk kokuları eksik olmaz elbisenizde
Güzellik sizinle güzelliğini bulur
Yürüyünce toprak sizi kıskanır olur
Efendim benim güzel efendim
Sultanım benim gül sultanım
Gelenler kozaydı, kelebek oldu, sonsuza uçtu
Bu garip hasretinizle yandı kül oldu
Bu tendeki can, can evinden çıkıp size gelmek ister
Son nefesinde sizden himmetinizi bekler
Efendim benim güzel efendim
Sultanım benim gül sultanım

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #29
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DİLEK

Asumane açılan rahmet önümde dursa
Gönüllerde hem izi, hem sesi kalsa Baki
Kuruyan dudağımı merhamet edip görse
Bir bardak aşk şerbeti uzatıp verse Saki
Acıları amansız derdime derman varsa
Böyle ulu bir Fettah nerde söyle ey haki
Mübarek elleriyle gelip yaramı sarsa
Masum bir gönül dostu eylese beni paki
Yüreğimi bu günah tarlasından koparsa
Emin olur akıbet severse

GAVS ABDULBAKİ...


Son düzenleyen Blue Blood; 4 Şubat 2006 23:04
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #30
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Karanlıktan Aydınlığa
seni göremeyen gözler nurdan yoksun sultanım;


seni duymamış kulaklar işitmez kelam sultanım;

sensiz dünya ahiret perişan olur sultanım;

sensiz gönüller suya hazret toprak gibi sultanım;




sensin alemlere merhamet eden sultanım;

sensin bütün yaralara merhem sultanım;

sensin tüm gönüllere ferman sultanım;

seni benim kelimelerim yetmez methu senaya sultanım;

bizi inşallah tez zamanda ulaştır mevlaya sultanım;


senin sayende tanıdım ben rabbimi sultanım;

sayende okuya bildim rabbimin kelamını sultanım;

sana ne kadar teşekkür etsem azdır sultanım;

himmet et inşallah ayrılmayalım kapından sultanım;




sen bir okadar nazlısınki sultanım;

sanki pamuktan narin ellerin sultanım;

öpmeye korkuyorum kirlenir o güzlelim ellerin sultanım;

rabbime sonsuz hamdü senalar olsun ki sultanım

bu acizi nasip etti senin gibi kılavuza sult*****m....


Benzer Konular

2 Ekim 2006 / Misafir Din/İlahiyat
26 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
2 Eylül 2006 / Misafir Müslümanlık/İslamiyet
1 Mart 2007 / NihLe Taslak Konular
14 Ağustos 2006 / Misafir Taslak Konular