Arama

Allah'a Şükür Etmek

Güncelleme: 11 Ekim 2018 Gösterim: 69.587 Cevap: 6
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
21 Nisan 2008       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Allaha Şükür Etmek

Ad:  şükür.jpg
Gösterim: 1636
Boyut:  8.6 KB

Şükür; verilen nimetleri yerli yerinde kullanmak,Allahü Tealaya isyan etmemek, nimetleri kullanırken sahibini unutmamak, görülen iyiliğe teşekkür etmek demektir.
Sponsorlu Bağlantılar

Şükür; Hz.Allaha, vermiş olduğu nimet ve ihsan mukabilinde, tazimde bulunmaktır.

Şükür; Allahü Tealanın ihsan ettiği nimetleri dil ile itiraf kalp ile ikrar etmektir.

Nimet; Cenabı hakkın, kullarına ihsan ettiği,onlarında lezzet aldıkları ve istifade ettikleri her şeydir.

Nimetlere şükretmek , ona ikram eden razzakın büyüklüğünü itiraf etmektir.Bunlara karşılık aldırış etmemek ise küfranı nimettir.

Şükür; Kulların,Cenabı hakkın,kendilerine ihsan etmiş olduğu nimetlerini idrak etmeleri ve bu nimetleri mukabilinde hizmet etmeleridir.Kişi kendisine gelen iyiliğe layık olmadığı halde ,o iyiliğin kendisine verildiğini bilirse, işte bu şükürdür.

Teşekkür etmek; bu durumda iyilik yapana Sen ,bana,layık olmadığım halde iyilikte bulundun,ben bunun idrakindeyim,sana memnuniyetimi ifade ediyorum* demektir.

Şükür; İyiliği iyilikle karşılamak demektir.

Şükür; Allahü Tealaya karşı kulun yapması gereken bir vazifedir.Çünkü Hz.Allah onu yaratmış ve sayısız nimetler ihsan etmiştir.Bu nimetlere karşı kullarının şükran veya küfran yollarından herhangi birini seçmek üzere serbest bırakmıştır..Kul ,şükür yolunu tercih ederse;elindeki nimetleri ,Hz.Allahın razı olacağı bir surette sarf ederse,Allahü Teala onun bu şükrünü karşılıksız bırakmaz, nimetini arttırır.


Son düzenleyen Safi; 11 Ekim 2018 18:07
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Muhabbetci - avatarı
Muhabbetci
Ziyaretçi
9 Aralık 2008       Mesaj #2
Muhabbetci - avatarı
Ziyaretçi

ŞÜKÜR


Kur’an’da üzerinde çok durulmuş olan “şükür”, imanın gereği ve müminlerin temel görevidir. Nitekim birçok ayette inananlar, aynı zamanda “şükredenler” olarak nitelenmiştir. “Şükür” sözcüğü ile zıt anlamdaki “küfran” sözcüğü de, yine bir müminin asla yapmayacağı bir davranış olan “nankörlük” demektir.
Sponsorlu Bağlantılar

“Şükür” sözcüğünün bu anlamı, zaman içerisinde farklı hâle getirilmiş ve bu çok önemli kavramın içi boşaltılmıştır. İşte bizim bu sözcük / kavram üzerinde tahlil yapma ve öğrendiklerimizi tüm kardeşlerimizle paylaşma ihtiyacımız bu sebepten kaynaklanmaktadır.
“Şükür”ün Arapçası ve Kur’an’da

“ الشّكر - Şükür”; “hayvanın yediği besini, verdiği süt ve semizliği ile belli etmesi” demektir.

(Lisan ül Arab; c:5, s:163–165 ve Tac ül Arus; c:7, s:48–51)

Sözcüğün yukarıdaki lügat anlamı biraz daha açılacak olursa “şükür”; “beslenen hayvanın, yediklerinin karşılığını maddeten vermesi” olarak, yani “bir tavuğun yumurta vermesi, bir ineğin süt vermesi, bir koyunun yün vermesi ve her üçünün de et verecek şekilde semirmesi” olarak tanımlanabilir. Bu tanımın ifade ettiği karşıt anlamdan ise, beslenen bu hayvanların sahiplerine sesle veya beden dili ile gösterdikleri yaranma, yaltaklanma hareketlerinin “şükür” kapsamında olmadığı anlaşılmaktadır. Ama sesi için beslenen papağan, bülbül, kanarya gibi hayvanların ötüşlerini de bir “şükür” olarak değerlendirmek gerekeceği açıktır.

Aynı kökten türemiş olan “teşekkür”, “müteşekkir” ve “şükran” sözcükleriyle birlikte Türkçede de kullanılan “şükür” sözcüğü, türevleriyle birlikte Kur’an’da toplam 74 kez yer almıştır.

Aşağıda verilen ayetlerdeki anlamları dikkate alındığında görülmektedir ki din terminolojisinde “şükür”; “insanların Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere karşı nimetin karşılığını Allah’a vermeleri” demektir.

Sözcüğün hem ayetlerdeki kullanımı hem de gerçek anlamı, verilen nimetlere karşılık olarak verilenin, yani “şükür”ün de o nimet cinsinden bir karşılık olmasını gerektirmektedir. Diğer bir ifade ile söylenecek olursa, “şükür”ün lâf ile olmayacağı, gerek sözcüğün vazı anlamından gerekse Kur’an’daki kullanımlarından bellidir. Ama böyle olmasına rağmen sözcük, gerçek anlamından uzaklaştırılmış ve “dilin şükrü”, “kalbin şükrü” ve “bedenin şükrü” gibi tasniflere tâbi tutulmuştur.
Kur’an’da “şükür”ün ne anlama geldiği, aşağıdaki ayetlerde çok net bir şekilde açıklanmıştır:

Lokman; 12–14: Ant olsun ki Biz, Lokman’a “Allah’a şükret!” diye hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler) verdik. Kim şükrederse kendisi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övgüye en lâyık olandır.

Hani bir zaman Lokman da oğluna öğüt vererek, “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, hiç şüphesiz ki şirk (Allah’a ortak koşmak), büyük bir zulümdür.” demişti.

Ve Biz insana, anası ve babası hakkında tavsiyede bulunduk: -Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir.- “Bana, anana ve babana şükret (karşılık öde)!” Dönüş, ancak Banadır.

İsra; 23, 24: Rabbin kesin olarak şunları karar altına aldı: Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara “öf” deme, onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle.

Merhametinden dolayı onlara alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Ey Rabbim! Onlar beni küçükten nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet et.”

Ayetlerde görüldüğü gibi Rabbimiz, kendisi ile birlikte anne ve babaya da şükredilmesini emretmiştir. Bize düşen, önce bu ayetlerden ana ve babaya şükretmenin ne anlama geldiğini anlamak ve sonra da buradan hareketle Allah’a şükretmenin ne demek olduğunu doğru şekilde tespit etmektir. Bunun için “şükür”ün bir “karşılık ödeme” olduğu unutulmadan, yukarıda verdiğimiz İsra suresinin 24. ayetindeki “Onlar beni küçükten nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet et.” ifadesine dikkat etmek yeterlidir. Burada Rabbimiz, çocukları küçükken ana-babanın onlara yaptığı koruma, kollama ve terbiye hizmetlerine işaret etmiştir. O hâlde ana babaya şükür de, aynı cinsten bir karşılık olarak onların korunması, kollanması, hoş tutulması şeklinde olmalı, lâfla geçiştirilmemelidir.

Ana babaya yapılacak şükür böyle tespit edilince, Allah’a yapılacak şükrün; Allah’ın verdiği nimetleri O’nun yolunda kullanmak ve O’nun rızası için uygun yerlere sarf edip değerlendirmek olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu sonuca göre de artık, Kur’an’da geçen şükür ayetlerinin, özellikle de “Hâlâ şükretmeyecekler mi”, “Umulur ki şükredersiniz” ifadelerinin gereği olarak; bir köşeye oturup “Çok şükür ya Rabbi” demek yerine, lütfedilen nimetlerdeki Allah’ın hakkını vermek ve nimetleri Allah’ın öngördüğü tarzda ve yolda harcamak gerektiği anlaşılmalıdır.
Şükür Nimet Karşılığıdır

Şükür nimet karşılığıdır. Aşağıdaki ayetlere dikkat edilirse rabbimizin şükrü nimet karşılığında istediği görülecektir; Rabbimiz verdiği nimetleri hatırlatıp ondan sonra şükür talebinde bulunmaktadır.

Neml; 19: Sonra da o (Süleyman) onun kararından / sözünden gülerek tebessüm etti. Ve “Ey Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salihi işlememi gönlüme getir ve Rahmetinle, beni salih kullarının içine kat!” dedi.

Ahkaf; 15: Ve Biz insana ana ve babasına ihsanı (iyilik yapmayı / güzel davranmayı) tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı (doğurdu). Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Nihayet insan olgunluk çağına ulaşıp, kırk seneye geldiğinde der ki: “Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salihi işlememi sağla. Benim için soyumdan salih kimseler kıl. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım.”

Zümer; 7: Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olur. Hiç bir günahkâr (suçlu), bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir.

Hacc; 36: Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı halde keserken / saf halindeler iken üzerlerine Allah’ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz onları size boyun eğdirdik. Umulur ki, şükredesiniz.

A’râf; 10: Ve hiç kuşkusuz Biz sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orada size geçimlikler kıldıkne kadar da az şükrediyorsunuz! (sağladık);

Ya Sin; 34, 35: Ve Biz onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
Ya Sin; 73:Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

Nahl; 14: Ve O, denizden taze et yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye lütfundan rızk aramanız için denizi sizin emrinize verendir. -Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun.- Umulur ki şükredersiniz.

Nahl; 78: Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.

Ayrıca şu ayetlere bakılabilir: Fatır; 12, Mülk; 23, Kasas; 73, Müminun; 78, İbrahim; 37, Bakara; 52, 56, 185, Enfal; 26, Âl-i Imran; 123, Neml; 40.
Çoğu insanlar iman etmedikleri gibi şükür de etmezler:

Neml; 73: Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf sahibidir de, velâkin onların çoğu şükretmiyorlar.

Ayrıca şu ayetlere bakılabilir: A’râf; 17, Yunus; 60, Mümin; 61, Yusuf; 38, Bakara; 243, Bakara; 172, Furkan; 62, A’râf; 58, İnsan; 3, Lokman; 31, Şûra; 33, İbrahim; 5, İsra; 3, En’âm; 53, Nahl; 120, 121, Enbiya; 80, A’râf; 144.

Sebe’; 13: Onlar, ona mihraplar, timsaller (heykeller) ve havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlar. -Ey Davud hanedanı, şükür için çalışın!- Ama kullarım içinde şükreden de çok azdır.

Sebe’; 15: Ant olsun ki Sebe’ kavmi için oturdukları yerde bir ayet vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe! -“Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için şükredin!- “Ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rab!”

Zümer; 65, 66: Ve ant olsun ki, sana ve senden öncekilere vahyedildi ki: “Ant olsun ki, eğer şirk koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve mutlaka kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.

Nahl; 114: Öyleyse Allah’ın size rızk olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin. Allah'ın nimetine şükredin, eğer gerçekten sadece O'na kulluk ediyorsanız.

Ankebut; 17: Siz Allah’ın astlarından bir takım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki, o sizin Allah’ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızk vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na şükredin (karşılığını ödeyin). O’na döndürüleceksiniz.” demişti.

Bakara; 152: Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.
Şüphesiz ki Rabbimiz, Nahl suresinin 18. ayetinde ifade ettiği gibi Gafur’dur, Rahîm’dir ve O insana, insanın sayamayacağı kadar nimet vermiştir. Alınan nefesten başlayarak, aile, mal, mülk gibi sahip olunan her şey, her şeyin üstünde olarak da rüşde erdiren kılavuz Kur’an ve Kur’an sayesinde nail olunan iman, hep O’nun verdiği nimetlerdendir. Dolayısıyla bütün bu nimetlerin karşılığının Rabbimize bire bir ödenebilmesi olanaksızdır. Bu durumda insanın yapacağı şey çok şükretmek, yani mümkün olduğu kadar, imkânlarının elverdiği kadar çok salih işlemektir.
Allah şükreden kullarını ödüllendirir:

Kamer; 34, 35: Biz, onların üzerine ufak taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Lût’un ailesi müstesna. Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık; Biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız.

Âl-i Imran;144,145: Ve Muhammed, ancak bir elçidir. Ondan önce elçiler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim ki de geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

Ve herkes sadece Allah’ın izniyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak ölür. Ve kim dünya karşılığını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret karşılığını isterse ona da ondan veririz. Ve Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

İnsan; 22: Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur (karşılık ödenecek niteliktedir).
Allah şükredenlere nimeti artırır

İbrahim; 7: Ve hani Rabbiniz size şöyle ilân etmişti: “Ant olsun ki şükrederseniz elbette size arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir."

Şükür nimetin artmasına, şükrün karşıtı olan küfür (nankörlük) ise nimetin elden gitmesine sebep olur. İnsan şükrettikçe, yani nimeti veren Allah’a karşılığını ödedikçe Allah ona nimetini kat kat artırır ve ayrıca da ona huzur, mutluluk verir. Ama nankörlük eden ise, hem biriktireceğim diye hem de biriktirdiğimi koruyacağım ve daha da artıracağım diye maddî ve manevî sıkıntılara, azaplara duçar olur. Ayrıca da Allah, verdiği nimeti elinden almak suretiyle onu cezalandırır.
Yüce Allah, “şükür” görevini yerine getirirken verilen nimet karşılığında “hasene” getirene, getirdiğinin on katını vadetmekte (En’âm; 160), “infak, salihat” cinsinden davranışlarda bulunanların durumunu ise bire yedi yüz veren daneye benzetmekte ve onlardan dilediği kişiler için daha da arttıracağını bildirmektedir (Bakara; 261).
Allah'ın kendisi de şükredendir

(Kullarına yaptıklarının karşılığını verendir)

Yüce Rabbimizin Esma-i Hüsna’sından ikisi de “eş Şekûr (yapılanın karşılığını çok çok veren)” ve “eş Şakir (yapılanın karşılığını veren)”dir.
Nisa; 147: Eğer şükrettiyseniz ve iman ettiyseniz Allah size azabı ne yapar? Allah, Şakir’dir (karşılığını verendir) ve en iyi bilendir.
Rabbimizin bu isimleri şu ayetlerde geçmektedir: Fatır; 30, 34, Şûra; 23, Teğabün; 17, Bakara; 158

(Hakki Yilmaz)
Son düzenleyen Safi; 11 Ekim 2018 17:18
ik_ra - avatarı
ik_ra
Ziyaretçi
13 Ocak 2009       Mesaj #3
ik_ra - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  şükür1.JPG
Gösterim: 542
Boyut:  24.5 KB
Dedim: Çok yalnızım.
Dedin: ... فَإِنِّي قَرِيبٌ Ben ki sana çok yakınım. Bakara-186

Dedim: Evet biliyorum sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim.
Dedin: وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَ دُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ
Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Araf-205

Dedim: Buda senin yardımını ister
Dedin: أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ ALLAH'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Nur-22

Dedim: Tabii ki, beni affetmeni çok isterim.
Dedin: وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ(Öyleyse)Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir. Hud-90

Dedim: Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım?
Dedin:أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ ALLAH'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini.. ve ALLAH'ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi? Tevbe-104.

Dedim: Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı.
Dedin: اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ (2) غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِِ ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve kullarının tövbesini kabul edendir. Ğafir-2/3.

Dedim: Bunca günahım var,hangisinin tövbesini yapayım?!
Dedin: إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًاALLAH bütün günahları bağışlayandır. Zümer-53.

Dedim: Yani yine gelsem yine beni bağışlar mısın?
Dedin: وَ مَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur. Ali İmran-135.

Dedim: Ne kadar güzelsin ALLAH'ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum.
Dedin: إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَ يُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.
Birden "İlahım ve Rabbim benim senden başka kimim var" dedim.
Sen de أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ
"ALLAH kuluna yetmez mi?" (Zümer-36) dedin.

Dedim: Sen ki beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim?
Dedin: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (41) وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (42) هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا
Ey inananlar! ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur. Melekleri de size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir. Ahzap-41/43.

Kendi kendime dedim: ALLAH'ım seni çok seviyorum.
Son düzenleyen Safi; 11 Ekim 2018 17:24
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Şubat 2010       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

ŞÜKÜR

Verilen herhangi bir nimetten dolayı, bu nimeti verene karşı söz, fiil veya kalb ile gösterilen saygı ve karşılık, iyiliğin kıymetini bilme ve iyilik yapana bu hissi gösterme, nimet ve iyiliği anıp sahibini övme.

Arapça bir kelime olan şükür, "şekere" kökünden gelmektedir. Bu kökten gelen şükür, isim ve fiil olarak Kur'an-ı Kerim'de yetmişe yakın yerde geçmektedir.
Türkçede kullanılan teşekkür ve şükran kelimeleri de aynı köktendir.

Hamd ve medih kelimeleri de mana itibarıyla şükür kelimesine yakındır. Bazı alimler, bilhassa hamd ile şükrün aynı anlamda olduğunu söylemişlerdir. Farklı görüş belirterek bunların ayrı seyler olduğunu söyleyen alimler de olmuştur. Fatiha sûresinin tefsirinde, Hz. Muhammed (s.a.s); "Elhamdu lillahi Rabbilâlemin" dediğin zaman, muhakkak ki Allah'a şükretmiş olursun" diyerek hamd ile şükrün birbirine olan yakınlığını ifâde etmiştir. Söz ile hamdedildiginde bu aynı zamanda şükrün başı sayılır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s); "Hamd, şükrün başıdır. Allah'a hamdetmeyen, O'na şükretmemiş sayılır" demek suretiyle, bu hususa açıklık getirmiştir. Hamd ile şükrün ikisinde de kasdedilen kişi, nimeti verendir (İbn Kesır, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Âzim, Beyrut 1969, I, 22 vd.; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, I, 57 vd.).

Şükür üç şekilde eda edilir:
  • 1- Dil ile: Nimet vereni anmak, onu övmek ve bu hususta dil ile yapılabilecek şeyi yapmakla olur. Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.s)'e onun vasıtasıyla bütün insanlara bu hususta şöyle seslenmiştir: "Rabbinin nimetine (ihsanına) gelince, onu minnet ve şükranla an" (ed-Duha, 93/11).
  • 2- Kalp ile: Kalp ile nimeti vereni tanımak ve onu tasdik etmektir.
  • 3- Fiil ile: Bu da, vücudun bütün organlarıyla olur. Her çeşit nimeti veren Allah'ın emir ve yasakları, vücudun hangi organını ilgilendiriyorsa, o organın, Allah'ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesini sağlamak gerekir.
Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyurulmaktadır:
"Gerçekten İbrãhim, Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi. Allah'a ortak koşanlardan değildi. Allah'ın nimetlerine Şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti" (en-Nahl, 16/120, 121).
"Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Dâvud ailesi, şükredin! Kullarımdan şükreden azdır!" (Sebe', 34/13).

Allah Teâlâ'nın Dâvud ailesine şükredin şeklindeki hitâbı, "Allah'a ibâdet edin, fiil ve hareketlerinizle şükrü yerine getirin" demektir. (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Mısır 1977, V, 62; Muhammed Ali es-Sabûnî, Safvetu't-Tefâsîr, İstanbul 1987, II 548).
Yüce Allah Kur'an'da insanı yoktan var ettiğini ve ona çeşitli nimetler verdiğini, dolayısıyla insanın da buna karşı Allah'a şükretmesinin gerektiğini bildirmiştir:
"Siz hiç bir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi" (en-Nahl, 16/78).
"Biz, büyük baş havyanları da sizin için Allah'ın (dininin) işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken, üzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıkmış olacağından) onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz şükredesiniz diye sizin istifâdenize verdik" (el-Hac, 22/36).

Bu ve benzeri bütün nimetlerin şükrü, onları Allah'ın yolunda kullanmak ve onun rızası için münasip yerlere sarfedip değerlendirmektir.
Şükrün tam karşılığı küfürdür. Zaten Allah Teâlâ imtihan için yaratmıştır. Allah'ın verdiği nimetlere karşı şükreden ve sıkıntılara karşı sabredenlere mükâfat verir. Buna ters hareket edip küfre girenleri de cezalandırır:
"Gerçekten biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yaratmışızdır. Onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör. Doğrusu biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık. İyiler ise, kâfir katılmış bir kadehten (cennet şarabını) içerler" (el-İnsan, 76/1-5)
"Nezdinde o kitaptan ilim bulunan biri: "Ben onu sana, gözünü açıp kapamadan getireceğim" dedi. Süleyman, tahtı yanında duruyor görünce: "Bu, Rabbimin bir lütfudur. Şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim edeceğimi sınamak içindir.

Kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki, Rabbim kimsenin şükrüne muhtaç değildir; lütuf ve kerem sahibidir" dedi" (en-Neml, 27/40).
Bu âyette ifâde edildiği gibi, Yüce Allah'ın, kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur. O'nun ilâhlığı, yüceliği ve hakimiyeti herhangi bir kimsenin şükrü veya küfrü ile ne bir derece yükselir ne de eksilir. O, bizzat kendisi her şeye hakimdir (İbn Kesir, Tefsiru'lKur'ani'l-Azîm, III, 364).
Bir kudsi hadisde de, bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
"Yüce Allah diyor ki: Ey kullarım! Geçmiş ve gelecek, siz bütün ins ve cinler bir araya gelerek, aranızdaki en muttaki kimsenin kalbi gibi olsanız, sizin bu durumunuz, Benim hakimiyetimi zerre kadar artırmaz. Gene ey kullarım! Geçmiş ve gelecek bütün ins ve cin bir araya toplansanız, aranızdaki en günahkâr birinin kalbi gibi olsanız, benim hakimiyetime en ufak bir noksanlık getiremezsiniz. Ey kullarım! Hakkınızda itibar ettiğim şey, amellerinizdir. Daha sonra siz onlara göre eksiksiz olarak mükafatlandırılacak veyâ cezalandırılacaksınız. Öyleyse kim bir hayır işlemeye muvaffak olursa, bundan dolayı Allah'a şükretsin. Kim de hayrın dışında başka bir şey işlerse, bundan dolayı da kendi nefsini suçlasın!" (Ahmed b. Hanbel, V, 160; Müslim, Birr, 55; Tirmiz, Kıyâm, 48; İbn Mace, Zühd, 30).

Şükredenlerin mükâfatlandırılacağı, Kur'an'ın başka bir yerinde şöyle haber verilmiştir:
"Lût'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı. Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût ailesi müstesna, katımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık. Biz şükredeni böyle mükafatlandırırız" (el-Kamer, 54/33).
Şükür ve küfür noktasında insanların iradesi hür bırakılmıştır. Yüce Allah küfrün kötülüğünü ve şükrün faziletini bildirmiştir:
"Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah müstağnidir, her türlü övgüye layıktır” (Lokman, 31/12).
Bu âyette belirtildiği gibi, küfreden insanın kötülüğü kendi şahsına ve şükredenin faydası da kendi şahsınadır. Kişinin küfrünün de, şükrünün de karşılığı kendisine döner (İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azım, III, 444).
Resulüllah (s.a.s.) da, tam manasıyla imân eden müminlerin, bu imtihanı kazanmış olduklarını, diğer insanlara benzemediklerini, varlıkta da yoklukta da küfürden uzak olduklarını, sabır ve şükür ile hareket ettiklerini bildirmiştir:
"Müminin durumu hayret vericidir. Her hali kendisi için hayırlıdır. Müminden başkası için böyle bir şey yoktur. Sevindirici bir durumda olduğu zaman, şükreder. Bu, onun için hayırlı olur. Sıkıntılı bir durumda olduğu zaman, sabreder. Bu da onun için hayırlı olur" (Muhammed b. Allan, Delilu'l-Falihn, Mısır 1971, I, 146 vd.).

Buna göre insanlar, genelde şükreden veya küfredenler olmak üzere iki grupta toplanırlar. Allah ve Resulü, küfürden uzak durup şükür üzere bulunmayı istemişlerdir. Bunu tercih eden imân ehli, dünya ve ahirette kârlı çıkmaktadır. Hadiste göze çarpan diğer bir husus da, şükür ile sabrın içiçe olmasıdır.

Nureddin TURGAY
İslam Şamil Ansiklopedisi
Son düzenleyen perlina; 9 Haziran 2017 12:07 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Şubat 2010       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SABIR

Acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etme.
Sabır ruhun bir melekesidir, güzel bir huydur. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur. Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür. Allah'ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşrû olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musîbetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.
Bütün faziletlerin anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemale ermenin sırrı bu güzel özelliktir. Her türlü rezaletin sebebi sabırsızlık veya gerektiği kadar sabır gösterememektir. Sabır her faziletin üstünde bir değer taşır. "Şüphesiz Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir" (el-Bakara, 2/153, 155).
Sabrın sonu selamettir, başarıdır. Sabır acıdır. Fakat sonucu tatlıdır. Hz. Peygamber (s.a.s); "Sabreden başarıya ulaşır' ; "Sabır başarının anahtarıdır"; "Sabır bir ışıktır"; "Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir"; "Sana sıkıntı veren şeylere karşı sabretmende bir çok hayır vardır" buyurarak sabrın faziletini anlatmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s); "Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür" (Buhârî, Cenâiz, 32) sözüyle bir felaketle ilk karşılaştığı zamandaki sabrın önemini vurgulamıştır. Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez.Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caîz değildir. Bunlara karşı içten elem duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir. İnsanan kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik ve tembelliktir. Rasulullah (s.a.s); Ya Rabbi! Acizlikten ve tenbellikten sana sığınırım” (Buhari, Cihad, 25) diye dua etmiştir.
Bazı sıkıntılar vardır ki, kulun irade ve gücünü aşar. Böyle felaketler başa geldiği zaman heyecana kapılmadan ve şikayet etmeden takdir-i ilâhiye razı olup sabretmek müminlerin özelliklerindendir. Nitekim Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerimde sabr-ı cemili (güzel sabır) emretmektedir. (Yusuf, 12/18). Rasulullah (s.a.s) Sabr-ı cemil şikayet edilmeyen sabırdır” buyurmuştur. Aslında elden bir şey geldiği zamanlarda sabırsızlık gelmediği zamanlarda sabırsızlık göstermenin bir faydası yoktur ve lüzumsuz bir harekettir.
Kur'ân-ı Kerim'in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir. Sabrın gâyesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Allah Teâlâ sabredenlere mükâfatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve onları övmüştür.

Mü'minler, çoğu zaman sırf inandıkları için Allah düşmanlarının zulüm ve kötülüklerine hedef olurlar; çeşitli işkencelere uğrar, onlarla savaşmak zorunda kalırlar. İşte bu durumda sabır, mü'minin güç kaynağı, imanının koruyucusudur. Hz. Musâ'ya inananlara Firavun eziyet etmek isteyince onlar: "Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür" (el-Araf 7/126) diye duâ etmişlerdi. Sevgili Peygamberimiz ve ilk müslümanların, yapılan işkence ve eziyetlere nasıl sabır ve tahammül gösterdikleri bilinen bir husustur.
İbadetlerin nefsimize ağır gelen yönleri de sabırla hafifler. Böylece huzur içinde günde beş vakit namaz kılar, sıcak yaz günlerinde hiç bir sıkıntı duymadan oruç tutarız. Diğer ibadetler ve ahlâkî davranışlarda böyledir. Aşağıdaki âyetler bunu göstermektedir:
"Her kim sabreder ve suç bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir" (eş-Şurâ, 42/43); "İçinizden mücahitleri ve sabredenleri belirtelim diye sizleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de denetleriz” (Muhammed, 47/31).

Çoğu zaman insan nefsine uyar; Allah Teâlâ'nın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak ona zor gelir, nefse hoş gelen fena arzularını tatmin etmek ister, iyilik ve faziletlerden kaçınır. Meselâ; cebindeki parasını eğlence ve zevkleri için harcamak, bir yoksula vermekten daha hoş gelir. Bir çocuk için oyun oynamak, ders çalışmaktan daha ilgi çekici görünür. Gezip tozmak, çalışıp kazanmaya tercih edilir.
İşte bu durumda, insanın, kendisine zor gelse bile, iyi olanı, faydalı olanı seçmesi, sabır ve tahammülle onu yerine getirmeye çalışması çok güzel bir davranıştır.
Ayrıca insanlar hayat boyunca, bolluk veya yokluk içinde kalabilir, sağlıklı iken hastalanır, sel, deprem, yangın gibi felâketlerle karşılaşabilir; bütün bu durumlarda insanın en büyük dayanağı sabırdır. Aksine davranış, insanı Allah Teâlâ'ya isyana ve nankörlüğe sürükler. Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmuştur: "Doğrusu kim Allah'tan korkar ve düştüğü felâkete sabrederse; muhakkak ki Allah iyilik edenlerin mükafatı boşa, çıkarmaz" (Yusuf, 12/90).

Peygamberler sabrın en büyük örnekleridir. Çünkü onlar bütün güçlükleri sabırla karşılamışlardır. Dileğimiz Allah (c.c.)'ın bizi, "belâlarına çok sabreden ve nimetlerine çok şükreden" kullarından eylemesi olmalıdır (İbrahim, 14/5).
Sabrın sonu selâmettir. Sabır, iman ve ibadetin, ilim ve hikmetin, kısaca bütün faziletlerin başıdır. Sabırlı insan iyi insandır. İyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa ereceklerini Allah Teâlâ haber vermiştir. Sabır zafere giden yoldur (el-Asr, 103/1-3).
Peygamber Efendimiz; "Sabır ve tahammül gösteren kimseyi Cenab-ı Hakk sabırlı kılar. Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir" (Tirmizi, Birr, 76).
"Hoşlanmadığın şeye sabretmende büyük fayda vardır" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 307) buyurmuştur.

Ayrıca Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
"Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele" (el-Bakara, 2/ 155).
Bu ve benzeri âyetlerden Allah Teâlâ'nın insanları çeşitli sıkıntılara uğratarak imtihan ettiğini ve bu imtihanı sabredenlerin kazandığım öğreniyoruz.
Sabırla bütün zorluklar halledilmekte, her türlü engel aşılmaktadır. Onun için atalarımız: Sabırla koruk, helva olur" demişlerdir.

Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:
"Mü'minin işi hayrete şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu özellik yalnız mü'mine özgüdür. Zira sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Başına belâ gelirse sabreder. Bu da onun için hayırlıdır" (Riyâzüs-Sâlihin, 1, 54).
Bizim için mutlaka hayırlı olduğuna inandığımız sabır, bütün peygamberlerin ortak sıfatıdır. Allahın dinini tebliğ ederken hepsi çeşitli sıkıntılara uğramış, kendilerine eziyet edilmiş, yurtlarından çıkarılmış. Hükümdarlar tarafından zindana atılmış ama onlar daima sabretmişlerdi. Kuran-ı Kerimde peygamberlerin sabrını dile getiren pek çok ayet-i kerime vardır. Rasulullahın hayatı ise baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur. Bu sebeple her müslümana düşen görev, kurtuluşun sabırda olduğunu düşünerek, Allahtan sabır dilemek ve sabırlı olmaktır.

Kaynak:Şamil İA
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
13 Mart 2010       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Şükür Anlam ve Mâhiyeti


‘Şükr’ sözlükte; semizlemek ve gelişmek anlamlarına gelir. Yani, lügat anlamıyla şükür, hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasıdır. Din dilindeki ‘şükür’ de bunun gibidir. Yani ‘şükür’, Allah’ın ni’metinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘şahitlik ve muhabbet/sevgi’ olarak, organlarında da ‘itaat etme ve boyun eğme’ olarak ortaya çıkmasıdır. Şükür kelimesinin zıddı, küfür (nankörlük)dür; nimeti unutup örtmektir. Şükür, kişinin kendine ulaşan ni’meti bilmesi ve bunu çeşitli şekillerde açığa vurmasıdır. Bir başka deyişle nimet sahibini bilip onu övmesi demektir.

Şükr'ü çeşitli açılardan tanıtan şu tanımlara bakmakta yarar vardır: Şükür, nimet vereni boyun eğerek itiraf etmektir. Şükür, ihsan yapan kimseyi, ihsanını anarak övmektir. Şükür, nimet verene kalbin sevgiyle, organların itaatle, dilin onun zikri ile ve onu övmekle meşgul olmasıdır. Şükür, nimetleri onu verene boyun eğerek nisbet etmektir. Şükür, Allah’ın nimet vermesinden dolayı O’nun ihtiyacı olmadığı halde O’nu övmekle lezzet duymaktır. Şükür, bir nimeti verene teşekkür etmek, memnuniyetini ve minnettarlığını belirtmek, verilen nimetin değerini bilip takdir etmektir. Her türlü nimetin tek ve gerçek sahibinin Allah olduğunun şuuruna varmak ve bunu saygıyla ifade etmektir. Şükür, şükürden âciz olduğunu bilmektir.

Şükür, Allah'ın verdiği nimet ile Allah'a isyan etmemektir.
Kur’an, insana sayısız nimet verildiğini, insanın bunları veren Allah’ı bilip, hizmetine sunulan bu nimetlerden dolayı nimet sahibine minnet duymasını, bu minnettarlığı çeşitli şekillerde ortaya koymasını söylüyor. Türkçe’de kullandığımız ‘teşekkür etmek, şükran duymak’ kavramları da aynı kökten gelmekte ve yaklaşık aynı manayı ifade etmektedirler.
Son düzenleyen perlina; 9 Haziran 2017 12:04
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
9 Haziran 2017       Mesaj #7
perlina - avatarı
Ziyaretçi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

3 Mayıs 2011 / Kral_Aslan Spor tr
17 Ocak 2014 / Misafir Cevaplanmış
3 Ocak 2010 / Misafir Taslak Konular
12 Nisan 2010 / Misafir Cevaplanmış
7 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük