Arama

Dinde İhlas Nedir?

Güncelleme: 12 Haziran 2014 Gösterim: 107.462 Cevap: 3
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
24 Ağustos 2009       Mesaj #1
reyan - avatarı
Ziyaretçi
İhlas

Bir şeyi saf temiz ve arıtılmış hale getirmek. Kalbi saf etmek, çıkar ve şöhret amacı güdülmeyen, içten, riyasız, samimi sevgi ve bağlılık. Yapılan İbadet ve işlerde gösterişe yer vermeme, ibadet ve taatda riyadan uzaklaşma hali ve kalbin safasına keder veren şeyden, kalbi uzak tutmak. Sırf Allah rızasını düşünmek, ona göre hareket etmek ve sadece Allah için ibadet etmek.

Sponsorlu Bağlantılar
İhlâs; bir kalp hareketi ve ruhanî bir davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığının bir delilidir. Yalnız Allah'ın rızasını arayan bir niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile Allah'a kulluk etmesi ve bu kulluğun da ondan başkasını düşünmemesidir. Ayrıca İhlâs, "kalbi garaz şüphesi ve zan eğriliğinden temiz tutmaktır" şeklinde tarif edilmiştir. İhlâsta Hakkın rızâsı talep edilir, yapıları işlerde, riya, gösteriş, menfaat ve şöhret gayesi güdülmez.

"Bir şey karışıklıktan arındığı zaman, temiz olur. Saf ve temiz hareketlere de ihlâs denir" (İmâm Gazzâ1î, İhyâ u'ulumi'd-din, IV, ş 379). İhlâs bir kalp hareketi ve ruhâni bir davranış olmaktadır. Kalbî davranışların makbul oluşu, niyet ve irademizin sağlamlığına bağlıdır. İhlâs, kalp sağlamlığının bir delilidir. Böyle olunca her işe başlandığı zaman niyette ihlas, yani her türlü dünyevî karşılık beklemekten uzak olmak gerekmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın rızası ihlâs ile kazanılır. Yoksa ihlâs kişinin başarı ve becerileriyle elde edilemez. Bazen ihlas ile söylenmiş bir tek kelime ile kişi kurtuluşa erer ve Cenab-ı Hakk'ın rızasını elde edilebilir. Bazan bir tek adamın irşadı, bin kişinin irşadı kadar Allah rızasına sebep olur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurur: "Ben Cebrail'den ihlâsın ne olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi: Ben de Aziz ve Celil olan Allah'a: "İhlâs nedir?" diye sordum o şöyle buyurdu: "İhlas benim bir sırrımdır. Onu kullarımdan sevdiğim kimselerin kalbine koyarım."

Kur'an-ı Kerîm, ihlâsı lüzum, fayda ve neticeleriyle belirtmiştir. Buna göre ihlas, ibadet ve davranışta Allah'a özden bağlanmaktır. "Yaptıklarımızın mükâfatı bize, sizin yaptıklarınızın cezası da size aittir. Biz ona özümüzle bağlanmışız" (el-Bakara, 2/139) ayeti, amellerinde sadece Allah'ın rızasını gözetenlerin hâlis insanlar olduğuna işaret etmektedir.

Böyle bir ihlâsı taşıyanlar, Allah'ın dininde ihlâslı ve samimi olan özyürekli kişilerdir. İhlâs ve samimiyetlerini ibadeti Allah için yaparak gösterirler, nefisleri hoşlanmasa da bu hallerine devam ederler ve Allah'a hamdetmekten geri kalmazlar (el-A'râf, 7/29; Yûnus, 10/22; Lokmân, 31/32; en-Nisâ, 4/46; ez-Zümer, 39/2, II, 14; el-Mümin, 40/14, 65).

İhlâs, fenalığı ve kötülüğü gideren bir fazilettir. "İşte biz ondan (Yûsuf'tan), fenalığı ve fuhşu gidermek için böyle yaparız. Çünkü o, bizim ihlâslı kullarımızdandır"(Yûsuf, 12/24) ayetinde, evdeki kadınla Hz. Yûsuf arasında geçen olayda ve kadının niyetinin neticesiz kalışında en büyük etkenin, Hz. Yûsuf'un ihlâsı olduğu görülmektedir.

İnsanlık için ihlâsın gereği her zaman emredilen bir keyfiyet oluşuyla da anlaşılmaktadır. Çünkü ihlas, ehl-i kitaba, yapacakları diğer ibadetlerle birlikte emredilmişti (el-Beyyine, 98/5).

İhlas, şeytanın kişiye süslemeye çalıştığı fenâlıklara ve insanları azdırma gayretine engel olan bir tutumdur. Bu durum şeytanın, "Yeryüzünde insanlara (fenâlıkları) süsleyeceğim, elbette onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinde ihlâsa sahip müminler bunun dışındadır" (el-Hicr, 15/40; Sâd, 38/83). Ayetlerinde ifadesini buları itiraftan anlaşılmaktadır.

Şirkten, kitabı ve peygamberi yalanlamadan, sapık yollara sapıp tevhit akidesine aykırı inanç düşünceler beslemeden dolayı gerçekleşecek ilâhî azaptan, "Allah'ın ihlâs sahibi kulları istisna" (es-Sâffât, 37/40, 74, 128, 160) sözedilerek azâbtan kurtuluşta ihlâsın yeri ve önemi belirtilmiştir.

Ahlâk önderleri peygamberler, varlıkları ihlâsla yoğrulmuş şahsiyetlerdir. Hz. Mûsâ, Hz. Yûsuf, Hz. İbrahim, Hz. İsmâil, Hz. Ya'kûb ve Hz. Peygamber (s.a.s)'in özellikleri anlatılırken Kur'an onları ihlâslı kullar olarak nitelemiştir (Meryem, 19/51; Yûsuf, 12/24; Sâd, 38/45, 46; ez-Zümer, 39/11). Çünkü Peygamberler davet ve tebliğlerinde daima, Hakk'ın, rızasından başka bir gaye ve maksat gütmeyerek, ihlâslarını ortaya koymuşlardır.

Fudayl b. İyâd (r.a): "Halk için ameli terketmek, riyadır; halk işin amel etmek ise şirktir. İhlas, Allahu Teâlâ (c.c)'ın bu iki şeyden seni afiyette kılmasıdır" diyor. Hz. Ebû Bekir (r.a) bir hutbesinde şöyle der: "Biliyorsunuz ki, malum bir ecelin peşinde gece-gündüz koşuyoruz. Allahu Teâlâ'nın (c.c) rızası için söylenmeyen hiçbir şeyde hayır yoktur. Aziz ve Celil olan Allah'ın (c.c) yolunda harcanmayan hiç bir malda hayır yoktur. Bilgiçlik taslayarak gurura kapılanlarda hayır olmadığı gibi, Allah (c.c) için yaptıklarında insanların kınamasından endişeye düşenlerde de hayır yoktur" (Kuşeyri Risalesi, İstanbul 1978, s. 3, 7).

Müminler bütün söz ve fiillerinde Allah (c.c)'ın rızasını gözetmek zorundadırlar. Eğer insanların hoşlarına gitmek niyetiyle amelde bulunurlarsa, kendi kendilerini helâk ederler. Nitekim Uhud savaşında Müminlerin en önde savaşanlarından birisi de Kuzman idi. Medine'deki hurmalıklarını korumak niyetiyle savaştığı için, Cehennemlik olmuştur (İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, Beyrut 1969, IV, 342). Hz. Peygamber (s.a.s)' şöyle buyurmaktadır: "üç hususta müslümanın kalbi hıyanet edemez: Allah için ihlâs ile amel yapmak, İslâm devletinin yöneticilerine samimiyetle öğüt vermek ve İslâm cemaatı ile birlikte olmak" (İbn Mace, Mukaddime, 18)

İhlâsın zıddı riya ve gösteriştir. Bu da insanı şirke sürükler. Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Şüphesiz Cenab-ı Allah sadece kendisi için ve kendisinin rızası için olmayan bir amelden başkasını kabul etmez" (en-Nesâî, cihad, 24).

Şâmil İA.

Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
24 Kasım 2010       Mesaj #2
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

İhlas, halis ve katışıksız yapmak, sami­mi olmak, gösterişi terk etmek gi­bi anlamlara gelir. Terim anlamı ise şudur: "Her türlü ibadet ve iyiliği yal­nız Allah için yapmak, başka hiçbir niyet ve maksat karıştırmamaktır." Ihlas, dini kavramların çok büyük önem ve incelik taşıyanlarından biri­dir. İyilik (hayır) ve ibaretin en mak­bul olanı, ihlas derecesine ulaşmış ola­nıdır. Biz burada ihlası üç maddede özetlemeye çalışacağız.
Sponsorlu Bağlantılar

1- İyilikte ihlas: İyiliği Allah için yapmanın çok büyük ayrıcalığı var­dır. Bir iyilik başka hangi niyet ve maksatla yapılırsa yapılsın Allah için yapılmış olanın seviyesine ve derece­sine ulaşamaz. Bir iyilik insandan in­sana da yapılsa maksat ve niyet yine Allah rızası olmalıdır. Allah için ya­pılan iyilikten pişman olunmaz. Al­lah rızası için iyilik yapılmış biri bu iyiliğe nankörlük etse bunun hiç öne­mi yoktur. İyilikte bulunanın müte­essir olması gerekmez. Çünkü yapı­lan iyilik Allah tarafından değerlen­dirilmiş ve o kişinin sevap hanesine yazılmıştır. Allah nzası dışında bir ni­yette hayır ve yardımda bulunmuş olan biri nankörlük görürse yaptığı iyilik daha dünyada boşa gitmiş de­mektir.

Allah rızası göz önüne alınmadan, gösterişi ön plana alarak, veya ayıp­lanmaktan korkarak işlenen bir hayır, din bakımından bir değer taşımadığı gibi, yerine göre günahı da vardır. Is-lami anlayışa göre iyi şeyler, dünyevi maksat ve menfaatlerden uzak, gös­teriş, şöhret düşünülmeyen, karşılık beklenmeyen, yalnız Hakkın rızasını isteyerek yapılan işlerdir. Kur'an-ı Ke-rim'de ancak bu anlayışa uyarak ya­pılan iyiliğin kabule layık olacağını belirten âyet-i kerimeler gerçekten dikkat çekici. "Yaptığım Allah için yapanlar hariç hiç kimsenin Allah ka­tında sevap verilecek bir nimeti yok­tur." Kur'an, Leyi süresi, 19-20).
"Onlar kendi canlan çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esi­re yedilirler. "Biz size Allah nzası için yemek yediriyoruz, dolayısıyla sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bek­liyoruz. Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden (Onun azabına uğra­maktan) korkarız" derler), tşte bu yüzden Allah onlan o günün fenalı­ğından esirgiyor/[1] "Kur'an, İnsan sû­resi, 8-11).
Bu iki âyet dahi İhlasın önemi, yaptığını Allah için yapmanın şart ol­duğu hakkında çok açık bir fikir ver­mektedir.

2- İbadetlerde ihlas: Bezlere mü'-min olarak emredilmiş ibadetleri sırf Allah için yapmak, başka bir amaç karıştırmamaktır. İbadette İhlasın en yüksek derecesi şudur: Yapılan iba­det ve itaat o derece Allah'a has kılı­nacak, o derece ona tahsis edilecek ki, en küçük başka gaye taşımayacak. Kı­naca cennet ümidi, cehennem korku­sunun bile ihlaslı ibadette rolü olmaya­cak. Din ölçüsüyle cennet ümidi ve ce­hennem korkusuyla ibadet etmenin sakıncası olmadığı halde ideal ibadet bunları bile dışlayıp yalnız Allah'a yö­nelen ibadettir.

3- Dünya işlerinde ihlas: İhlas yal­nız dini ve uhrevi işlerimizde gerekli­dir sanılmasın. Dünya işlerimizde de ihlasa, yani samimi olarak inanrnış-lığa ihtiyaç vardır. Davasına inanma­mış bir adam muvaffak olamaz. Te­şebbüs ettiği bir işe dört elle sarılma­yan kimse sonuca ulaşamaz. İşinde, uğraşında azimli olmak, başaracağı­na inanmak bir ihlastır. Dünya işle­rinde yerine göre çalışmak, alın teri dökmek, yerine göre sabır ve sebat göstermek bir ihlastır. Bunlara kim sahipse dünyada gemisini o yüzdürür. Hedefine o ulaşır. Gayri-müslim bile olsa bu kural geçerlidir. Müslüman dinamizmden yoksunsa, davasına inanmamışsa, amacına ulaşmak için gerekli çaba ve gayreti göstermiyor­sa kısaca ihlası yoksa hedefine vara­maz. İyilik ve ibadette İhlasın tersi riya­dır. Riya, iyilik ve ibadeti Allah için değil de gösteriş için yapmaktır. Ama­cı gösteriş olan hiçbir hayır ve ibade­ti Allah kabul etmez. Riya yapana ri­yakâr veya mürai denir. Riyakârlar dinde ağır tehditlere muhatap kılın­mıştır.

Bir kimse bir işi Allah için yap­makla beraber bunun insanlar tara­fından da bilinmesini, görülmesini is­tiyorsa Allah'a şirk koşmuş, yaptığı hayrın karşılığını Allah yerine kuldan beklemiş olur. Bir iyilik sırf başkala­rı görsün diye ve dünya menfaati uğ­runa yapıldıysa yalnızca günah işlen­miş olur.

Denebilir ki, "İbadet ve iyilikle­rimizi kimse görmesin diye gizli mi ya­pacağız?" Hayır. Maksat gizlilik de­ğil, önemli olan niyettir. Bizim iba­det ve hayrımızı halkın görmesini ar­zu edip etmediğimiz, içimizde bu ni­yetin bulunup bulunmaması önemli­dir. Bazen herkesin ortasında yapılan bir hayır riyadan uzak olabilir. Bazen de kimse görmeden, duymadan yap­tığınız bir hayıra, içimizden onun gö­rülüp bilinmesi arzusu geçirmemiz yü­zünden riya karşılayabilir. Bu konu­da ölçü ve ışık Peygamberimizin "Ameller niyetlere göredir" hadisidir. Demek ki, kimse görmeden yapılmış bir ibadet bir iyilik, niyetin halis ol­maması yüzünden riyadan kurtula­maz. Veya kimse bilmeden bir iyilik yaptın, sonra onu sağda solda konuş­tun, onunla övündün... İşte güzel işe böyle riya bulaştırmış olursun. Biri­ne bir iyilik yaptın, memnun ettin, ama sonradan başına kaktın... O iyi­liği böylece ziyan ettin demektir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Malını gösteriş için hayra sarfeden, gerçekte Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimseler gi­bi başa kakmak ve eziyet etmek su­retiyle yaptığınız hayırları iptal etme­yin." Büyük islam bilginleri iyilik yapmaktan çok, onu korumanın önemli olduğunu söylemişlerdir.
thlas, anlatılması kolay, uygula­ması zor bir fazilettir, imam Gazâlî bunu belirtmek için "Ömrümüzde Hak'ka yaraşıp iki rekat namaz kıla­madık" demiştir.

Büyük velî Habib A'cemi de, "Hesap gününde Allah Teâlâ bana, 'Bir gün olsun şeytanın vesvesesinden uzak olarak namaz kıldın, oruç tut­tun mu?' diye soracak olsa buna 'evet' demeye gücüm yetmez" diyor.

Son söz Peygamberimizin: "Mu­hakkak Allah Teâlâ yapılan işten, edi­len ibadetten ancak halis olanı, ancak kendi rızası için yapılanı kabul eder."

İHLAS SÛRESİ

Kur'an-ı Kerim'in 112. süresidir. En kısa sürelerdendir. Kur'an'ın Tev-hid akidesini (Allah'ın birliği inancı­nı) formüle eden süresidir. Allah (C.c)'yi en iyi tanıtan sûredir. Bu sû­renin ihlastan başka Tevhid Tefrit, Tecrid, Marifet gibi adları da vardır ve bu isimlerin hepsi Allah'ın varlığı­na, birliğine ilişkin açıklamalarla il­gilidir. Bu süre Kur'an'ın özetini teş­kil eder. Anlamı şöyledir: "De ki: O Allah mutlak bir kesinlikle tektir. Her şey ona muhtaçtır. O hiçbir şeye muh­taç değildir. Doğmadı ve doğurmadı (bir şeyden oluşmadı, varlıkları da parçası halinde kendinden eksilterek yaratmadı). Ona bir eş ve benzer ol­madığı gibi, onun bir zıddı da yok­tur."

[1] A.Turhan Oflazoğlu, IV. Murat, s. 98.



İslam Ansiklopedisi

ROSE - avatarı
ROSE
Ziyaretçi
17 Mart 2013       Mesaj #3
ROSE - avatarı
Ziyaretçi
İhlasın kelime manası; arıtma, saflaştırma, ayırma, katışığını giderme manasına gelmektedir.

İhlas; ferdin, ibadet ve taatinde Cenab-ı Hakk'ı emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapanmasıdır. Abd ve Mabud münasebetlerinde sır tutucu olması, tabiri diğerle, vazife ve sorumluluklarını O emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirkende Onun hoşnutluğunu hedeflemesi ve Onun uhrevi tevecühlerine yönelmesinden ibarettir. Ki, saflardan saf sadıkların en önemli vasıflarından biri sayılır.

İhlas bir kalb amelidir, ve Allah da kalbi temayüllerine göre insana değer verir. Evet:

"O, sizin suret, şekil ve dış görünüşlerinize değil, kalblerinize va kalbi temayüllernize bakar." (Müslim, Birr, 33)

İhlas, Allah tarafından temiz kalblere bahşedilmiş, azları çok eden, sığ şeyleri derinleştiren ve sınırlı ibadetü taati sınırsızlaştıran öyle sihirli bir kredidir ki, insan, onunla dünya ve ukba pazarlarında en pahalı nesnelere talip olabilir ve onun sayesinde alemin sürüm sürüm olduğu yerlerde hep elden ele dolaşır. İhlasın bu sırlı gücünden dolayıdır ki, Allah Rasülü (sas),

"Dini hayatında ihlaslı ol, az amel yeter." (Münavi, Feyzul Kadir, I, 216)

"Her zaman amelleriniz de ihlası gözetin, zira Allah, sadece amelin halis olanını kabul eder." (Münavi, Feyzul Kadir, I, 217)

buyurarak, amellerin ihlas yörüngeli olmasına tenbihte bulunur. İhlas, kul ile Mabud arasında bir sırdır ve bu sırrı Allah, sevdiklerinin kalbine koymuştur.

Özetle ihlas;

"Bu dünyada özellikle uhrevi hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en sağlam bir dayanak noktası, bizi hakikata ulaştıran en kısa bir yol, en makbul bir manevi duadır. Bizi maksatlarımıza ulaştıran en kerametli bir vesile, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet,.." (Yirmi Birinci Lem'a)

En Sağlam Bir Dayanak ve En Sâfî Bir Ubudiyet Olarak İHLÂS

İmtihan ve kulluk süreci olan hayatın farklı evrelerinde, bir Müslümanın kendi olarak var olabilmesi için olmazsa olmaz fazilet ve hallerden birisi ihlâstır. Hatırlanacağı üzere, Hz. Adem (a.s.)’in yaratılışı ve kendisine meleklerin secde etmesi münasebetiyle, mel’un İblis’in anlatıldığı kıssada, meleklerden farklı olarak iblis, Yüce Allah’ın, Adem’e (a.s.) secde emrine kibir ve enâniyetinden dolayı uymayarak fıska düşmüş, neticede dergah-ı ilahîden ebediyen kovulmuş ve kendisine kıyamete kadar da mühlet verilmişti. İlgili âyetlerde iblis (şeytan), insanoğlunun Yüce Yaratıcı’sına karşı isyan etmesi uğrunda her türlü yola başvuracağını, elinden geleni ardına koymayacağını, pek çoğunu azdıracağını yemin ederek dile getirmiştir. Bütün kin ve nefretini kusmasına ve kendisinden pek emin görünmesine rağmen, Allah’ın bazı kullarını saptıramayacağını da itiraf etmiştir. İşte şeytanın iğvâ ve idlallerinin kendilerine ilişemediği, tesir icra edemediği ve iblisi çaresiz eli boş bırakan bu kutlular cemaati / ümmeti, Allah’ın ihlâsa erdirdiği, ihlâs sahibi müminlerden başkası değildir. (bk. Hıcr, 39-42) Gerçekten gerek cin gerekse insanlardan oluşan şeytanlara karşı inananların en büyük kuvveti, en makbul şefaatçisi, en metin bir nokta-i istinadı, en makbul bir duayı manevîsi, en kerametli bir vesile-i makasıdı, en yüksek hasleti ve en sâfî ubudiyeti ihlâstır.

İhlâs’ın Sözlük ve Terim Anlamı

Sözlükte, h-l-s fiil kökü, “arınmak, ayrışmak katışıksız ve dupduru olmak” anlamına gelir. İhlâs ise, “bir şeyi, kendisine karışmış ve bulaşmış olan şeylerden arındırmak, ayrıştırmak ve sadece kendisi yapmaktır.” İhlâs bir açıdan, eşyayı yabancı unsurlardan ayrıştırma olurken, bir başka açıdan da aslına ve özüne döndürme anlamını ifade eder ki, h-l-s kökü, “min” edatıyla kullanıldığında kurtulmak ayrılmak manasına gelirken “ilâ” edatıyla kullanıldığında ise ulaşmak ve varmak anlamını taşımaktadır.1 Bu anlamda bir şeyin yabancı unsurlardan ve kirlerden arınması, kurtulması, aynı zamanda onun özüne dönmesi ve ulaşması demektir.

İhlâsın terim/dinî anlamı ise, gizli ve açık bütün nevileriyle şirkten uzak ve tevhid üzere Yüce Allah’a kulluk edilmesi, ibadette sadece Allah rızasının kastedilmesi demektir.2 Kısa ve öz bir şekilde arz edilen bu anlam Kur’ân’da, muhlis, muhlas, muhlisîn, muhlasîn, ed-dinu’l-hâlis, muhlisan lehu’d-dîn, ahlasû dînehum ve muhlısîne lehu’d-dîn, kalıplarıyla beyan edilir. Bu terimlerin bir kısmı, bazı insanların sıfatı olarak geçerken diğer bir kısmı ise, gerçek din ve dindarlığın sıfatı olarak ayetlerde yer almaktadır.3

Peygamberlik âleminin en birinci vasfı sadakat ve onun en nuranî buudu ise ihlâstır. İhlâs ile sıdk ve sadakat arasında sıkı bir irtibat vardır. İhlâs, saflardan saf sadıkların en önemli vasıflarındadır. Başkalarının hayat boyu elde etmek için uğraşıp durdukları ihlâs haline onlar doğuştan mazhardırlar. Kur’ân-ı Kerim, nebî ihlâsını anlatma sadedinde

“Kitapta Musa’yı da an gerçekten O Allah tarafından ihlâsa erdirilen/ihlâsa ermiş (muhlasan) bir kul idi, resul ve nebi idi.” (Meryem, 19/51)

ferman-ı sübhanîsiyle bu önemli mazhariyeti ihtar eder. Evet, enbiya için ihlâs nübüvvetle nerdeyse eşdeğer bir lutf-i ilahîdir. Nitekim âyette geçen muhlasan tabirini ilk müfessirlerden İmam Taberî, “Allah Musa’yı risalet görevi için seçti, onu peygamberlikle diğer insanlardan ayırdı.” şeklinde tefsir etmiştir.4 Müdakkik müfessir İbn Kesîr ise, Hz. Musa’nın muhlis olarak nitelenmesini ibadette ihlâs olarak yorumladıktan sonra, Ebû Lubabe’den şu haberi naklediyor: Bir defasında havariler Hz. İsa’ya muhlis hakkında soru sorarlar, bununu üzerine İsâ (a.s), “Muhlis, öyle bir kişidir ki Allah için amel eder, ancak insanların onu övmesini sevmez, arzulamaz.” diye cevap verir.5 İşarî tefsir geleneğinin önemli temsilcilerinden Kuşeyrî ise, Hz. Musa’nın ihlâsla nitelenmesini, "Allah dışında bir şeye teveccüh etmemesi, kınayanın kınamasına aldırmaması, dünyevî bir hazzı elde etmek gibi bir arzuyla vazifesinde gevşeklik gösterip İlahî bir hakikati görmezlikten gelmemesi" olarak açıklamıştır.6

Meseleyi en genel manada resmeden iblisin iğvasından ve hilelerinden korunmuş kimseleri anlatan âyette geçen “Allah’ın muhlas kulları” ifadesinin tefsiri de konumuz açısından önemlidir.

“İblis, Yâ Rabbi dedi, beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlâsa erdirdiğin kulların müstesnâ, onların hepsini azdıracağım!..” (Hicr, 15/40-42)

Bu kıssanın anlatıldığı bir diğer ayette muhlas kulların bazı sıfatları zikredilmek suretiyle şöylece tefsir edilmektedir:

“Aslında, iman edip Rabblerine güvenen ve dayananlar üzerinde onun (şeytanın) bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu, ancak onu dost edinenler ve onu Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” (Nahl, 16/99-100).

Anlaşıldığı gibi muhlas kullar, iman edip Allah’a dayanan ve Onu vekîl olarak tanıyanlardır. İblisin azdırdıkları ise müşriklerdir. Gerçekten de sadakat ve ihlâs bir ucu insan gönlünde, diğer ucu Hakk’ın inayet katında öyle bir derinliktir ki, o derinliklere yelken açmış ve o kanatla kanatlanmış bir babayiğidin takılıp yollarda kaldığı görülmemiştir.7

Kur’an-ı Kerim’de ihlâs ifadesi “muhlisîne lehu’d-dîn” şeklinde ve on bir defa yer alır ki, insanların, gizlisiyle açığıyla şirkin her türlüsünden arınmış bir imana sahip olmaları anlamına gelmektedir.8

“(Resûlüm!) Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a has kılarak kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.” (Zümer, 39/2- 3).

Bu âyette geçen “muhlisan lehu’d-din” tabiri, genel itibarıyla Allah’a, ibadet ve itaatte şirk koşmamak olarak tefsir edilirken “ed-dinü’l-hâlis” ise, şirkten arınmış, şirk bulaşmamış din ve diyanet şeklinde açıklanmıştır.9 İlk âyette ihlâs ile ibadet emredildikten ve İslâm veya Allah’a karşı kulluk diyebileceğimiz dinin mahiyeti belirtildikten sonra, devam eden âyetlerde mesele zıtlarıyla karşılaştırılarak daha da anlaşılır hale getirilmektedir. Yani ihlâsa zıt bir ibadetin ve dinin mahiyeti gözler önüne serilmektedir. Bu ise putlara Allah’a yaklaştırsınlar diye tapınmak olan şirktir.10 İhlâs suresinin muhtevasına, isimlendirilişine ve faziletine ait rivâyetlere bakıldığında, ihlâs teriminin, tevhid anlamını içerdiği açıktır.11 Zaten bazı alimler, ihlâsı tevhid ile eşdeğer görmüşlerdir.12

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, "lâakal her onbeş günde bir defa okunmalı" demek suretiyle önemine dikkat çektiği İhlâs hakkındaki risalesinde13 ihlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve manilerini defetmek için zikrettiği düsturların konumuz açısından tahlili çok mühimdir:

“Birinci düsturunuz: Amelinizde rızayı ilahî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok eğer o kabul etse bütün halk reddetse te’siri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde bulunmadığınız halde halklara da kabul ettirir…”

Yukarıda değindiğimiz gibi ihlâsın omurgasını tevhid ve sadakat teşkil etmektedir. Üstad Bediüzzaman zikredilen bu ilk prensip ve ilkeyle, ihlâstaki tevhidin özellikle kullar ile Yüce Allah arasındaki boyutuna değindiği, her türlü kulluk çeşidi ve hizmet-i imâniyenin sadece ve sadece Cenab-Hakk’ın rızası esas alındığı takdirde bir anlamı olduğunu ifade ettiği söylenebilir. Üstad, İkinci ve dördüncü düsturlarda ise,

“Bu hizmet-i Kur’aniye’de bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmemektir.”,

“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şakirâne iftihar etmektir.”

ifadeleriyle de İslâm ümmetinin tevhidini, ihlâsın mezkur içtimaî boyutuyla dile getirmektedir. Birinci düsturda fertlerin Aziz ve Hakim olan Yüce Allah’a karşı ve ondan talep ve amellerinde en mühim esasın Allah rızası olduğuna işaret ederken, İslâm ümmetini ve cemaatini ilgilendiren hususlardaki istek ve amellerde, rıza-yı ilahi maksadına ilaveten gönüllerin ve cemiyetin tevhidinin daha doğrusu ihlâsının da gerekli olduğuna telmihte bulunmuştur.

Üstad Bediüzzaman “Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz” demek suretiyle de, her şeyi Allah’tan bilmek ve ne riya gibi dünyevî beklentileri ne de uhrevî beklentileri görmeyerek ihlâstaki zirveye işaret etmiştir. Nitekim Kuşeyrî, ihlâsı genel olarak yapılan ibadetin son derece huşû içinde gerçekleşmesi olarak açıkladıktan sonra, nefis, kalp ve ruh olmak üzere ihlâsın üç mertebesi olduğunu belirtir. Nefisle gerçekleşen ihlâs, ibadetin eksiksiz kusursuz eda edilmesidir. Kalp ile ihlâs, kişilerin onun ibadetini görmesini görmemek, riyadan uzaklaşmaktır. Ruh ile ihlâs ise, manevî beklentilerden arınmaktır.14

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in Dilinden İhlâs: Allah dostu Cüneyd-i Bağdadî (k.s.)’nin sufî tarifinde ifade edildiği üzere ihlâs Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in bir remzidir. Büyük Veli, sufî’yi şöyle tarif eder:

“Sufî, İbrahim (a.s.)’ın kalbi gibi dünyevî kaygılardan selamet bulduğu halde Allah’ın emirlerine itaat eden bir kalbe sahip olan kişidir. Yine sufî, teslimiyeti İsmail (a.s.)’ın teslimiyeti, hüznü Davud (a.s.)’ın hüznü, fakrı İsa (a.s.)’ın fakrı, münacattaki şevki, Musa (a.s.) şevki gibi olan kimsedir. Ve ihlâsı da Muhammed (s.a.s.)’in ihlâsı gibi olan kişidir."15

Pek çok hadis-i şerifte, ihlâsın niteliği ve önemine vurgu yapılmıştır. Bir defasında Allah Resûlü,

“Benim şefaatim ihlâs ile ‘lâ ilahe illallah’ diyenleredir. Çünkü muhlis olanın kalbi dilini, dili kalbini doğrular.” (Müsned, 2/307)

buyurmuştur. Yine “Kim kalbini, imanın dışındaki şeylerden arındırır, sadece imana tahsis ederse kurtulur.” buyurarak inancın niteliği açısından ihlâsın önemini beyan etmişlerdir.

İhlâs, iman kadar amel için de önemli bir yapı taşıdır. İhlâs amelin özü mesabesindedir. Bu sebeple bir hadis-i şerifte bu durum şöylece ifade edilir:

“Ey insanlar biliniz ki (mü’min) kalpler şu üç şeyde hainlik yapmaz (onları tam olarak yerine getirir). Ameli sırf Allah rızası için yapmak, idarecilerin hayrını istemek, Müslümanların cemaatine bağlı kalmak. Zira Müslümanların duası onları arkalarından kuşatır.” (Darimî, Mukaddime 24.)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen _Yağmur_; 18 Mart 2013 16:06
muhsin - avatarı
muhsin
Ziyaretçi
12 Haziran 2014       Mesaj #4
muhsin - avatarı
Ziyaretçi
İhlâs, İhlas Nedir
Tasavvufi hayat, bir Müslüman’ın ideali olmalıdır. O, karınca kararınca bu hayatın bir köşesini tutmalıdır. Ona dâhil olmaya çalışmalıdır. Zira tasavvufi hayat, İslam’ın özüdür.

Dinin üç temel ayağı vardır: İlim, amel ve ihlâs.

Tasavvufi hayat ihlâsı karşılamaktadır.

Bir Müslüman ihlâsına göre tasavvufi hayatın bir yerinde bulunur. İsterse bu kişi tasavvufi hayatın zahirdeki gereklerini yerine getirmiyor, hatta bir mürşid-i kâmile intisap etmemiş bile olsa durum böyledir.

İhlâs kalple alakalı bir durumdur. Allah rızası için dini ilimleri öğrenmek ve ibadetleri yapmaktır. İhlâsın zıddı olan kavram riyadır. Riya, hadis-i şerifin ifadesiyle ‘gizli şirk’tir. Gösteriş ve dünya menfaati için dini ilimleri öğrenmek ve amelleri yapmaktır.

İhlâsta kalp Allah’a yaklaşır. O’nunla samimi bir dostluk kurar. Çünkü ihlâsın temeli imandır. Riyada kalp Allah’tan uzaklaşır. Allah’ın düşmanı olur.

Tasavvufi hayatın temeli ihlâs üzerine kurulmuştur. İhlâs dinde altın gibi kıymetlidir. Ele geçtiği taktirde tasavvufi hayat başlar, gelişir.

İhlâs kitaplardan veya okullardan öğrenilmez. İhlâsın kaynağı ihlâslı kişilerdir. İhlâs bir okul veya kitap gibi olan ihlâslı kişilerden öğrenilir. Aslında buna öğrenme demek de yanlıştır. İhlâs, ihlâslı kişilerden bir anda başkalarına geçer. Aşk gibi.

İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s) sahabelerin diğer Müslümanlardan üstünlüğünü ihlâslarına bağlamaktadır. Ona göre peygamberimizin (s.a.s) öz amcasının katili Hz. Vahşi (r.a), Veysel Karani’den (k.s) üstündür. Veysel Karani (k.s), peygamberimizin (s.a.s) devrinde yaşadığı ve gıyabında peygamberimizin çok hoş iltifatlarına mazhar bir veli olduğu halde peygamberimizi bir an da olsa görme bahtiyarlığına erememiştir. Oysa Hz. Vahşi (r.a) çok kısa bir süre de olsa peygamberimizi görme saadedine kavuşmuştur. İşte bu kısa an peygamberimizden Hz. Vahşi’ye ihlâsı taşımaya yetmiş, Hz. Vahşi’nin imanını tahkiki düzeye ulaştırmıştır.

Bugün sahabeler ölçüsünde olmasa da yine onlara yakın bir şekilde ihlâsı öğrenmemiz için bazı imkânlar vardır. Bunların en başında gerçek Allah dostlarını bulup onlara bağlanmak gelir.

Gerçek Allah dostları ile peygamber (s.a.s) arasında büyük bir bağ vardır. Silsile bu bağın varlığına bir işaretidir.

Gerçek Allah dostlarının silsileleri sağlamdır. Ta peygambere kadar zincir kesintiye uğramaksızın ulaşır. Zincirin halkaları sadat-ı kiramlardır. Kıymetli velilerdir. Onlar adeta el ele verip yaşayan mürşide değin ihlâs elektriğinin geçmesi için bir altın zincir meydana getirmişlerdir.

Bu zincirin ucuna dokunma demek, yaşayan mürşide bağlanmaktır. Elini tutup günahlara tövbe ve biat etmektir. Ayrıca rabıta ile ondan feyz almaktır.

Feyz, manevi enerji olarak da tarif edilmektedir. Bu, ruha ihlâs kazandırmaktadır.

İhlâs ruhtan ruha geçen bir elektrik gibidir.

‘Ey peygamber, müminleri savaşa teşvik et! Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelirler. Şayet içinizde sabırlı yüz kişi olursa inkâr edenlerden bin kişiyi yenerler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. (Enfal suresi, 65)’

Bu iş nasıl oluyor? Yirmi kişi, iki yüz kişinin, yüz kişi bin kişinin yani bir kişi on kişinin gücüne nasıl ulaşabiliyor? Elbette bu ihlâsla oluyor. Yüce Allah (c.c.), ayetin sonunda bunu anlayamayacak bir kavme imada bulunuyor. Elbette bu kavim her şeyi maddi güçlere göre düşünen, zafer yenilgi gibi kavramları maddi güçlere ve imkânlara göre ölçen insanlardan oluşmaktadır.

İhlâs bir mümine diğer insanlardan on kat daha fazla güç vermektedir. O ihlâsıyla on kişinin gücüne ermektedir. Onunla ancak on kişi mücadele ederse onu belki yenebilir. Yoksa ihlâslı kişiyi yenmek o kadar kolay bir şey değildir.

‘Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri pek şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki onların kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır. (Haşr suresi, 14)’

Kâfirler ve münafıklar ihlâstan mahrumdurlar. Bu yüzden aralarındaki bağ pek gevşektir. Her biri nefsiyle yüz yüze olduğundan, enaniyetlerini ilah edindiklerinden bu böyledir. Birbirlerine dünyevi çıkarlarla bağlıdırlar. O yüzden onlar her ne kadar zahirde birlik içinde görünseler de kalpleri böyle değildir. Darmadağınıktır. Ufacık bir çıkar anlaşmazlığı ile aralarındaki bağlar kopar ve birbirlerinin aleyhlerinde olurlar.

Müminler ise birbirlerine yüreklerinden bağlıdırlar. Onların birlikteleri ihlâsa dayanır. Allah rızası için birbirlerine yaslanırlar ve bağlanırlar. Birbirlerini severler. Birbirleri ile adeta kardeş olurlar. Nefis ve şeytanların bu konudaki aleyhte propagandalarına pek kulak asmazlar ve iltifat etmezler. Gönülleri ihlâsla birbirlerine adeta perçinlenmiş gibidirler. Onun için onlardan bir kişi on kişiye bedel bir güce sahiptir. Ayette bildirildiği üzere, Allah’ın izni ile, müminlerden ihlâslı yirmi kişi, iki yüz kâfirin hakkından gelir. Yine, Allah’ın izni ile, müminlerden ihlâslı yüz kişi ise onlardan bin kişiyi yener. Bu durum ihlâsın gücünü gözümüzün önünde somutlaştırmaktadır. Onun maddi güçleri aşan bir tarafının olduğunu göstermektedir.

İslam dininin hedefi, bütün Müslümanları dünyada kardeş yapmaktır. Onları nefislerinin şerlerinden koruyup bir araya getirmek, bu sayede bütün dünya insanlığının da onların vesilesi ile bu dine girmesi için imkân sağlamaktır. İslam dini koyduğu hükümlerle yeryüzünü cennet gibi huzurlu kılmak için Allah tarafından indirilmiştir. Bu dinin yayılması için insanın hem nefsiyle hem de insanlarla değişik şekillerde cihat yapması gerekmektedir. Bütün bunların temeli ise ihlâsa dayanmaktadır.

Mümin her işini ihlâsla yapmalıdır. Bunun için niyet etmeli ve niyetini Allah rızası için düzenlemelidir. Çünkü niyet her işin temelidir.

Bir ev hanımı niyetini Allah rızası için yaptığında evdeki her işi ibadet hükmü kazanır. Pişirdiği yemekler şifa kaynağı olur. Bunun için ihlâsla dua etmesi yeterlidir: ‘Yarabbim Senin rızan için bu işleri yapıyorum ki ibadetlerde güç ve dirlik kazanalım…’

Rahmetli babam istemeye istemeye, gönülsüz olarak yapılan yemekleri katiyen yemezdi. Bunlardan insanda hastalık peyda olur, derdi. Bu tasavvuf yoluna girince onun ne kadar hakikati söylediğini derinden kavradım.

İhlâs olmadan pişirilen yemek, adeta Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvana benzemektedir. Böyle bir hayvan mundardır. İnsana maddi ve manevi hastalıklar taşır. Onun için ev hanımları her işinde mutlaka Allah’ın adını anmalı, özellikle yemeklerde buna riayet ederek yemeği ihlâsla hazırlamalıdırlar.

Bir insan işine giderken, çalışmaya başlarken, iş sırasında daima Allah rızasını gözetmelidir. Amacı Allah rızası için insanlara hizmet olmalıdır. Böyle olursa o iş ihlâslı olur ve gerçekten insanlara büyük yararlar sağlar. Ayrıca ibadet hükmünü kazanır. Dünya ve ahrette Allah’ın rızasını kazanmanın yolu budur.

Atalarımız bunun için meslek kuruluşları dayanışması teşkilatı kurmuşlardır. Bunlara ahilik adı verilmiştir. İbn-i Batuta bu teşkilatların yardımı ile tüm İslam coğrafyasını dolaşmış, beş kuruş para harcamadan onların sağladığı imkânlarla yeme içme, yatma gibi ihtiyaçlarını karşıladığını iftiharla seyahatnamesinde anlatmaktadır.

Ahilik teşkilatı ihlâsı meslek hayatına katmayı öğreten kurumlardı. Oralarda mal ve hizmet ancak Allah rızası için üretilirdi. Elbette bu insanlar bu yolla dünyevi ihtiyaçlarını da karşılıyorlardı. Ama asıl amaç uhrevi olduğu için bundan büyük bir sevap da kazanıyorlardı. Onlar ihlâsı büyüklerinden, özellikle ahi pirlerinden öğreniyorlardı.

İhlâs bir insanın hayatına girdiği zaman her şey Allah rızası için yapılmaya başlanır. Öyle ki bunun için artık niyete bile gerek duyulmaz. Kişi ister istemez her işte Allah rızasını kazanmak için harekete geçer.

Bir zamanlar evimi değiştirmem icap etti. Eşyaların kamyona yüklenmesi için mahalle kahvesinin önünde her zaman eski, yamalı elbiseleri ile dikkatimi çeken bir kimse vardı. Ondan bu işi yapmasını istedim. Pazarlık da yapmadım ki haline acıdığım için ne isterse verecektim. İşini bitirdikten sonra, sana ne kadar vermemiz gerekiyor, dedim. O, eşya çok az ben para istemiyorum, dedi. Eşya kamyonu dolduracak kadar vardı. Az değildi. Yarım veya bir saat kadar da bu işle uğraşmıştı. Hâlbuki beni tanımadığı gibi daha önce aramızda hiçbir münasebet de olmamıştı. Ben o kadar buna şaşırdım ki… Yine de cebimden çıkardığım bir miktar parayı ona vermek istedim. Ama o almamakta direttiği gibi yanımdan da hemen uzaklaşıp gitti.

Bu hadise beni o kadar etkiledi ki muhtaç olduğu halde bu parayı niçin benden almadı diye senelerce düşündüm. Nefis her insanda aynıdır. Değişmez. Bu insanın bu parayı almaması nefsin kanunlarına aykırı düşmekteydi. Bir elmanın durduk yerde yerçekimi kanunlarına aykırı olarak kendi kendine yukarıya doğru yükselmesi gibi bir şeydi bu. Kaldı ki ben muhtaç bir insan da değildim. Halim de bunu gösteriyordu. Benden para alması gerekiyordu. Çünkü üzerindeki elbiselere göre bu paraya benden daha çok o muhtaç durumda idi.

İnanın on beş sene kadar hep bu mesele üzerinde düşündüm. Sonra merakım uygun düşen bazı rastlantılarla ve tevafuklarla çözüldü, anlaşılır biçime dönüştü. Bu zat her ne kadar zahiren yoksul bir insansa da batın yönüyle öyle değildi. Çok zengindi. Bir insanda bazı faziletler varsa bu onlara mutlaka tasavvuf ve tarikat yolu ile gelmekteydi. Bunu bu kimsenin şahsında bir kez daha anladım. Kimse bu dünyada bu yola girmeden nefsini güzelliklerle ve iyiliklerle süsleyememektedir. Bu kişinin tasavvuf ve tarikat yolunda bir kişi olduğunu öğrenince içimdeki merak duygusu tatmin oldu. Halini anladım ve ihlâsına verdim. Kendince benim eşyalarımı kamyona yükleme işini ihlâsla yapmış, bundan bir çıkar gözetmek istememişti.

İhlâsla yapılan her iş insanların kafasında bir iz bırakır. Çok büyük tesirlerde bulunur. Öyle ki ihlâsla yapılan bir iş başkalarına da böylece ihlâsı öğretmiş olur. Benim o şahıstan ihlâsı öğrenmem gibi.

Bir de ihlâsla ilgili olarak kafama takılan hadiselerden biri de şudur: Fatih Sultan Mehmed ara sıra kılık değiştirerek halkın içerisine karışır, onların durumu hakkında bizzat fikir edinirmiş. Böyle bir gün sabahleyin esnafı geziyormuş. Bir dükkândan bir şeyler almak istemiş. Dükkân sahibi sabah siftahını ettiğini, yandaki dükkânın ise henüz etmediğini söyleyerek padişahı oraya sevk etmiş. O zaman padişah şu kararı almış ki böyle faziletlere sahip bir millet İstanbul’u elbette fetheder. Çünkü sultan bununla orduları yenecek olan ihlâsı halkında gözlemiş, bizzat müşahede etmiş bulunmaktadır. Ne kadar doğru ve isabetli bir tespit!..

Bir insan ihlâsla maddi menfaatlerinin üstüne çıkar. Allah rızası için iş görmenin sırrına erer. Onun o durumunu gören kişiler ona belki deli bile diyeceklerdir. Onu anlayamayacaklardır. Şimdi size soruyorum: Bugün hangi esnaf, Fatih’in Sultan Mehmed’in durumuna tanık olduğu esnaf gibi davranmaktadır? Her biri kendi derdine düşmüştür, kazancının artmasına çalışmaktadır. Yanındaki komşusunu düşünen bir esnaf varsa demek ki ona ihlâs bir taraftan bulaşmıştır. Bu da ancak tasavvuf ve tarikat kültürü ile mümkündür. Zira insanın kendi nefsini düşman bilerek onunla büyük cihat yapması ancak onlara has bir durumdur. Yoksa faziletler doğuştan gelmezler. İnsan bu dünyaya nefsiyle beraber gelmektedir. İmtihan sırrı gereği nefis ise son derece cimri, bencil yaratılmıştır. Durup durduğu yerde bir insanın başka bir insana karşılıksız iyilik yapması mümkün değildir. Nefsin Allah rızası için iyilikte bulunabilmesi için belli bir süreliğine bir Allah dostunun gölgesinde terbiye olması gerekmektedir.

Padişahın durumuna tanık olduğu bu esnaf, tasavvuf ve tarikat kültürünün içerisinde yer aldığı ahi teşkilatına bağlı idi.

Bugün de insanlara, esnafa, halka bu kültürü ulaştıracak teşkilatlara ihtiyaç vardır. İşi, çalışma hayatını ihlâsla ibadete dönüştüren bu teşkilatlar sosyal hayatımızda büyük bir boşluk olarak görülmektedirler. Oysa tarihi ve kültürel hayatımız devamlılık ister. Geçmiş medeniyetimiz sadece maddeye dayanmıyordu, ayrıca faziletlerden de güç alıyordu. Bu sayede hem dünya hem ahret yurdu kazanılıyordu. İnsanlar dünyaya maddi bağlardan ziyade manevi bağlarla bağlı olduğu için huzur içerisindeydiler.

Allah dostları kendilerini ziyarete gelenlere onlardan bir karşılık beklemeksizin sofralarını açarlar. En az günde iki kere çorba ikram ederler. Bu ihlâsla yaptıkları bir şeydir. O yüzden bu ikram edilenlerde şifalar vardır. Ayrıca insanlar bu ikramla ihlâsı da öğrenmiş olurlar.

İhlâs, ihlâslı kişilerden bir bakışla başlayan aşklar gibi geçer. Böyle aşkların nasıl evlendikten sonra sevgi ile geliştirilmesi gerekiyorsa ihlâsta da durum böyledir. İhlâs, ancak yüce Allah’ı (c.c.) tanıdıkça, bu konudaki marifet arttıkça ve O’nu tenzih ettikçe büyür ve gelişir.

Kuran-ı Kerim yüce Allah’ın kitabıdır ve surelerinin en başlıca konusu O’nu tanıtmaktır. Bunun yanında Allah’ın sıfatları ve güzel isimleri de yüce Allah’ı bizlere tanıtan en büyük kaynaklardır.

İnsanlar yüce Allah’ı (c.c.) yeterince tanımadıkları için farkında olmadan O’nu inkâr etmektedirler. Bu inkâr ediş genellikle O’nun sıfatlarında ve güzel isimlerinde olmaktadır. İnsanlar genellikle Allah’a Deist, Teist türü inançlarla inanmaktadırlar. Bu inanç biçimi farkında olmaksızın Müslümanlar arasında gittikçe yaygınlaşmaktadır.

İhlâsımızın artması, gelişmesi için dikkat etmemiz gereken bir diğer husus da sürekli tövbe ve istiğfar halinde bulunmadır. Ayrıca Allah’ı eksik ve kusurlardan, O’nunla ilgili akla gelen her şeyden tenzih etme anlamına gelen ‘subhanallah’ tespihini çekmeye çok önem vermemiz gerekmektedir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s), benim tarikatım Rabbimi tenzihtir, sözü bizler için bu yolda ışık olabilir. Bunun yanında tenzih makamında olan İhlâs suresini de okumaya ayrı bir değer vermeliyiz. Bu sureye ihlâs adının verilmesi de gayet manidardır. Surenin konusu yüce Allah’ı tanıtmak ve tenzih etmektir. Demek ki bu sure okunduğunda insanların ihlâsı artırılmaktadır ki ona bu isim layık görülmüştür. Bu özelliğinden olacak ki hadis-i şerifin ifadesiyle, üç İhlâs-ı şerife Kuran-ı Kerim’i bir kere hatmetme sevabına layık görülmüştür.
Yüce Allah (c.c.), bizi ihlâslı kullarından eylesin. Âmin.
Muhsin İyi

Benzer Konular

6 Şubat 2017 / reyan Müslümanlık/İslamiyet
18 Ocak 2014 / yugioh Soru-Cevap
14 Mart 2011 / reyan Müslümanlık/İslamiyet
12 Nisan 2014 / Misafir Cevaplanmış
24 Kasım 2010 / Daisy-BT X-Sözlük