Arama

İman ve İnanç

Güncelleme: 14 Eylül 2014 Gösterim: 7.392 Cevap: 4
karabagli43 - avatarı
karabagli43
Ziyaretçi
9 Mayıs 2011       Mesaj #1
karabagli43 - avatarı
Ziyaretçi
İMAN VE İNANÇ

Sponsorlu Bağlantılar

İnsanoğlunun fıtratında (Yaradılış hamuru) inanç vardır. Benim bu yaptığımın doğru olduğuna inanıyorum.En iyi yönetimin bu olduğu inancındayım. Siz böyle hareket ettikçe bunun böyle gitmiyeceği inancını taşıyorum gibi.Fakat inanç her konuda ve yaşamın her evresinde olumlu ve olumsuz var olan yapımızdaki düşünce biçimidir.
İman ise inandığımız şeylerin doğru veya yanlış olduğuna bakmaksızın içsel bir inançla kabul etmektir.Bu iki kelime mana olarak ikiz kardeş gibidir.Birbirlerine benzerler.Fakat inanç imandan daha kesindir.Yalın ve etkisizdir.İnanç bilgiye dayanır. Pozitif ölçütler esastır.İnandığımız meselenin mantık ve gerçeklere uygun olduğu kanısı zihnimizde oluşur. İnancımızın doğruluğu bizim objektif ve aklımızın kullanılması ile oluşur. İnanç daha genel bir özellik taşır.
İman konusuna gelince özel bir kavramdır.Aynı zamanda daha etkili ve insanın ruh halinde yaşanmasıdır.İman bir güven meselesidir.Güven duygusu barındırır. İnsanı emniyete kavuşturma,huzur verme ve sükuna eriştirme vasıflarını taşır iman.Ne diyor büyük din bilgisinin üstadı İmamı Azam:Allah ve Allah katından gelen şeyleri kalp ve lisan ile tasdik tir iman. İman vehim ile bilgi arasında ki olasılıklar üzerinde olan inanç biçimidir.İman bilgi kadar kesin olmasa da vehim kadar desteksiz değildir.

Kabul etmek ve inanmak yaratanın koyduğu kurallara inanıp iman etmektir.İnsanlar her şeyi var eden kudretin olduğuna inanır ve iman eder.Bu kudretin varlığına inanmayanda vardır. Buda bir inançtır. Ama bu varlığı kabullenip inancın imana dönüşmesi ile değer bulur.İman bir inanç işidir ve aklın kullanılması ve yaratanın emirlerinin kabullenmesi ile oluşur.
LA İLAHE İLLALLAH dediğimizde Allahın varlığını ve başka ilahın olmadığına inanır ve iman etmiş oluruz.Bu inanç sübjektif bir durumdur.İmam etmek suretiyle kabulleniriz.MUHAMMEDÜN RESULULLAH dediğimiz de ise inandığım ve iman ettiğim ilahın elçisi olarak (Peygamberi) ni kabullenmiş oluruz.

Geçmişte ve günümüzde öyle tertip ve düzenler var ki dini inanç ve iman üzerinde olumsuz rol oynamaktalar. Kendi görüş ve fikirlerini dini argümanlarla süsleyerek çıkar,menfaat ve siyasi rant ile birlikte devleti içten yok etmek dini ortadan kaldırıp zayıflatmak kendi inancına çekmek için inançlar üzerinde oynanmaktadır.Bütün bu işler güya dinmiş ve dine hizmetmiş gibi sunularak insanların zayıf taraflarından istifade edilmekte.İnanç ve iman sömürüsü yapılmaktadır.

İman ve inanç kendisini bilgin ülama zanneden kişilerin peşinden sürüklenmek değil inanarak iman ettiğimiz konularda aklımızı kullanarak gerçeğin kabüllenilmesi dir.Din Allaha kulluğu emreder.Bu kulluk O yüce varlığın koyduğu sisteme uymak,sevgi,hoşgörü içinde insan olmayı ve insan gibi yaşamayı hedefler.

İnsanların kendilerinin yarattığı haram ve yasaklar,şu helal bu serbest gibi sapkın kişilerin koyduğu kaidelerle onlara hizmet için uydurulan konulara inanmak iman değildir.İnanıyor olmaktan öteye gitmez. İçinde vehim şüphe taşır.Bu gibi şeyler dine ilavedir şirktir.Asla burada iyi niyet yoktur.Kişilere tapınmak günümüzde çok revaştadır. Bir nevi bu sahte soysuzlar ilahlaştırılmaktadır.Asla bu gibilerin peşinden gidilmez saçmalıklarına iman edilmez.
Allah ayetlerin de insanlara aklını kullanmalarını öğütlüyor.Duygu ve düşüncelerini aklı ile harmanlayıp inandığı doğruları dumura uğratanlarda iman zayıflığı meydana gelir.Başkalarının doğruları peşine takılır. İman akıl işidir. Kalbimizin bir eylemidir sübjektiftir.İman inandığımızın onayıdır.Gerçekleri örtenlerden,doğruları çıkarları için gizleyenlerden sapkın oluşumlardan uzak durmak imanın esasıdır.İnsanları zorla inandırarak imanını etkilemek olmaz. İnansa bile iman ettirmek zordur. Bakara suresi 2/256 ayetinde dinde zorlama yoktur hükmü vardır.İnsan inanarak doğru bildiğini bulup iman etmelidir.

Varlıkların en üstünü olarak yaratılan insanlara imanın esaslarını yine Allah ayetinde bildirmiştir.AMENTÜ suresinde anlaşılacağı tarzda şöyle diyor.Benim varlığıma inanın ve iman edin.Meleklerime,sizlerle aramda vahiylerimi taşıyan ileten peygamberlerime, Uyulması için koyduğum dinlerin esaslarını ihtiva eden kitaplarıma,yaşadığınız dünyadan başka bir alemin (Ahret) olduğuna,İyilik ve kötülüklerin oluşumundan Allah’ın gücü ve bilgisi olduğuna kadere inanmamızı buda yetmez kalben inanıp iman etmemizi emrediyor.

Allah hiçbir Müslümanı doğru yoldan uzaklaştırıp iman ve inançsızlık batağına sürüklemesin. AMİN.

Durmuş Karabağlı
Kütahya-2011
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
ik_ra - avatarı
ik_ra
Ziyaretçi
7 Ocak 2012       Mesaj #2
ik_ra - avatarı
Ziyaretçi
images?qtbnANd9GcTbJqDhEAl9YVrdk35591RvBy9GNcdIwxbiYdkghHtAe6PDlp29qQ

Sponsorlu Bağlantılar
İnsan, bu dünyada
meydana gelen her şeyin Allah'ın izni ve dilemesiyle gerçekleştiğine tevekkül eder, ve yürekten inanırsa doğal olarak "cesur" olur. Çünkü korkacağı, tedirginlik duyacağı, endişe edeceği hiçbir şey yoktur; her şeyi Allah yaratmakta ve kontrol altında tutmaktadır.
Allah'a yakın, O'nu dost ve veli edinmiş bir kişinin çekineceği, korkacağı hiçbir şey yoktur, çünkü Allah iman edenlerin koruyucusudur.
Mutlak cesarete sahip olabilmenin şartı iman etmektir.
İman, herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu, O dilemedikçe hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğini bilmek, Allah'tan razı olmak ve yalnızca O'ndan korkmaktır.

Bu inanca sahip olan kişi Allah'a tevekkül eder ve doğal olarak güçlü ve cesur olur. Hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın her zaman cesurdur. Olayların şiddeti onun cesaretini kaybetmesine yol açmaz. Herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu, Allah dilediği için gerçekleştiğini ve Allah'ın kendisi için herşeyi hayır olarak yarattığını bilir. Ölümle dahi karşılaşsa son derece tevekküllüdür.
Çünkü mümin olarak Allah'a kavuşacaktır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Mayıs 2014       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İman & İnanç Ayrımı
MsXLabs.org

21. yy insanlığının Sûr’una üfürülen nefesin bir neferi olabilmenin yolu.. Değerlerini tüketerek, yozlaştırarak azap içinde can çekişen; ölmekte olan bir toplumun canlandırılması (Kıyameti), tüm varlığı Hak ile kucaklayan diri bir hayat görüşünün (~Allah’ın dini) ikamesi için gayret etmek. “İnanan” bir insan modunu aşıp Özüne Güvenen ve topluma güven veren bir Mü’min pozisyonuna dirilmek (ba’s).. Kur’an, Hayat, Evrensel İlkeler ve bundan süzülen Hikmet odaklı bir yaşam biçiminde (~din), -insanın doğası gereği- atalar dini, hurafeler, eklemeler, kavramsal tahriflerle meydana getirdiği eksen kayması..
“Ve kâfirler/hakikati örtenler; “üstün gelmeniz için bu Kur’ân’ı dinlemeyin, Kur’anın içinde anlamsız sözler yapın/anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin” dediler” (Fussilet-26).
“Yahudilerden bazıları, Allah’ın kitabındaki kelimeleri, ifadeleri, aslî mânalarından uzaklaştırarak tahrif ediyorlar, değiştiriyorlar.” (Nisa-46).
Eksene yönelme gayreti içerisinde cesedine ruh üflenecek, -Hayat Kitabı- Kur’an’a ait çok sayıda kavram olsa da; temelde bulunan “İman” kelimesini önceleyip orijin manasını hatırlatmak hem bireysel hem de toplumsal dirilme sürecimiz açısından çok önemli! Çünkü delile, kesin bilgiye (yakin) ve subjektif tecrübeye (ayn’el yakîn, müşahede) önem vererek bunları kapsayıcı; fenomenolojik (> Güven hissi, hâli) veya ontolojik (> Eminlik makamı) bir TAMLIK, TAMAMLANMIŞLIK, BÜTÜNLÜK durumuna işaret eden “İman” kavramı ne yazık ki kuru, cansız ve hatta körü körüne ardından gidilen bir inanç kavramına indirgenmiş. İslam isimli zaman ve inançlar üstü evrensel bakış açısının, çok sayıdaki inanç sistemlerinden bir tanesi olarak addedilmesi de bu bakış açısının ürünü! Ve de -kıyasa sokularak- en son (!) gelen ve diğer inanç sistemlerinden üstün olan bu inanç (!) geleneğinin (?) de müntesibi olmanın kurtulmaya yeteceği sanılıyor!

Kalbe ait İman kavramı bu derekeye hasredildiğinden, üstüne bir de nereye kadar iman nereye kadar akıl tarzında sorular bin yıldır tartışılagelmiş. İman duygusu, salt inanç olarak alındığından, Kalp çalıştıran, Kalp genişleten “akletme, düşünme, anlama, idrak etme” gibi bir çok diğer kavram ile bağlantılarından soyutlanmış.
Yeri gelmişken.. Kur’an kapsamında bahsi geçen Kalp kavramının madde bedendeki Kalp organı ile bağlantısı sadece simgesel düzeydedir. Akıl ile maddi kalp arasında bilimin tespit etmiş olduğu bir bağlantı bulunmuyor. Vücudumuzdaki toksinleri temizlemeyle ilgili organın karaciğer, böbrek oluşu gibi akletmek (iki düşünceyi birbirine bağlamak, bilgi parçasını sistemde en uygun yerine koymak) ve diğer benzeri (düşünmek, anlamak, idrak etmek vs.) yetilerimiz de beyin hücreleri, beyin ile “bağlantılı” bir fonksiyon.

Kur’an’daki “Kalp” kelimesi ve kavramı akletmenin (Kur’an’da “akıl” kelimesi geçmez, hep fiil (> akletmek) şekliyle kullanılır), anlamanın, öğüt almanın, düşünmenin gerçekleştiği, iman duygusu veya bizatihi, öznel tecrübe ile tatmin edildiği (2:260, 16:106); Evrensel, Tekil-Tümel RUH ile kişilik arasında, ikisine de TEĞET arayüzdür, KALIP’tır, manevi bir yapılanmadır.

Kalp, Nefis-kişisel benlik sınırlarında/kalıplarında kalıp genişletilmez/mühürlenir ise evrensel hissediş yükünü kaldıramayan dünyevi çalışan akıl (akl-ı meaş) olarak kalır; nefsin sınırlarından genişleyip LÜBB (evrensel çalışan, tertemiz akli odak) sahibi (Ûlul-elbâb) olursa işte o zaman Evrensele açılır.

Düşünme işlemi beyin hücreleri üzerinden olur; ama “anladım” dediğimiz noktanın, yani FIKIH’ın gerçekleştiği, arkadaki FON, KALIP’tır, KALP’tir. Gözlerinizi kapatın, kolunuzu havaya kaldırıp hiç hareket ettirmeden kolunuzu hissedin! Bu hissetme ortamı KALP’tir, fiziksel olmayan kalıbımızdır. Bu kalıbın beyin/zihin haritalarınca oluşturulan hologramik görünümü ise şu madde bedenimiz. Kalbin/kalıbın temsili görünümü ve (doğru bir ifade olmasa da (?)) madde dünya aracısı (?) da beyin..]

Biz “kendimizi”, “benliğimizi” gözlerimizin gerisinde, kafamızda sandığımızdan, ANLAMA da kafamızda oluyor sanıyoruz. Ki evrimsel süreç açısından bu beyin oyunu/hilesi bize avantaj sağlamakta. Topuğumuzda olsaydı bu “benlik hissi”, av-avcı ortamında riskli olurdu bu durum].
Şimdi biraz İman kelimesini deşelim:

“İman etti” (Arapça “amene”) ibaresi, E-M-N; “Tamlık, bütünlük, emin olmak, güvende hissetmek” kök fiilinden -başına “Elif” harfi getirilerek- bu fiili geçişli kılacak (yani nesne alacak) şekilde türetilmiş formudur. Yani, E-Mi-Ne أَمِنَ > Emin oldu, güvende hissetti; Â-Me-Ne ءَامَنَ > kendini veya bir başkasını emin kıldı, güvenliğini sağladı, emniyet verdi anlamınadır.
Bu orijin, asli mana için Kureyş suresinin mealine bakılabilir – âmene hum min havf > Onları korkularından emin kıldı, güvenliklerini sağladı.
Kur’an’da sıkça tekrarlanan “ellezîne amenû”; iman, yani bu güven duygusu kalbine yenice yerleşen veya zayıf olanlar için kullanılırken; kendisini salih amelleriyle geri dönüşü zor bir güven/emniyet/bütünlük içerisine dahil eden ve/veya bir başkasına da güven veren, güveninden şüphe olunmayanlar da Mü’min kelimesi ile ifade ediliyor (El-Eminlik sıfatı).

Şu ayet ve hadis de bu unut(tur)ulmuş anlamı tefsir etmekte.
“İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar… İşte güven/eminlik/tamlık hissi onlarındır (6:82).

“Mü’min elinden ve dilinden emin olunan kimsedir.” Hadis.
İlmin, irfanın, aklın, sorgulamanın, yapıcı eleştirinin, tatlı bir başkaldırının, -şeytani bir isyanın değil de- Âdemi bir asiliğin (20:121) olmadığı bir zihinde TAMLIK=İMAN oluşabilir mi? Aksine kuru ve körü bir inançla şüphe sancıları içerisinde ya içsel bir çelişkiye çıldırır ya da umursamazlığıyla yaşamına devam eder!

Rasullük gibi bir makamda bulunan İbrahim’in, anlama, sorgulama sürecinde (2:260), imanının da bulunduğu kalbini doyurma, tatmin etme çabası bir Tamamlanma isteği değil de nedir?

Kalplerimizin ancak bilgiyi tecrübe ederek (2:260) ve de iman ile tatmin olabileceği (16:106) eşlenikliğine, bağlantısına ne demeli?

İşte bu asıl ve asil anlam ekseninden kaydırılıp, önemsenmeyip, uygulanmayıp, unutturulup, “inananlara” indirgendiğinden belki de, bugün yeryüzünde en güvenilmeyen toplumlardan biri olmuştur müslümanlar!
Benzer gramer kuralıyla, S-L-M (olumsuzluklardan uzaklık, selamet, barış) kökünden türetilen Müslim ve çoğulu Müslüman kelimesi de “hem kendini hem de toplumu her türlü sıkıntıdan aktif bir şekilde uzaklaştırmaya çalışan” anlamınadır.
Peki, şimdi gelelim neye ve/veya neyle Güven/İman konusuna?

İnanılabilecek olgu sayısı sınırsız iken; İman, inançlar bütünü olmadığından, Kur’an’da İMAN’ı, iman duygusunu sağlayacak gerçekleri şöyle okuyoruz:

1- Allah’a, 2- Melekler’e, 3- Rasullere, 4- Kitaplara, 5- Ahiret sürecine İMAN=GÜVEN, veya gramer açısından ikinci anlamıyla bu beş gerçeklik aracılığıyla kendini güvende hissetme ve topluma, başkalarına da güven verme.
Bu noktada akla “kadere iman” konusu gelebilir. Bir çok diğer itikadi konu gibi, Kaderin, yani -önceden yazılmış bir alınyazısı değil de- iskelet bir programın, bir ölçünün olduğunun bilgisi, Allah’a, Rasul’üne ve Kitabına güvenin, doğanın gözlenmesinin (10:5, 13:17, 23:18, 36:39, 41:10, 43:11, 54:49, 56:60, 73:20, 80:19) bir sonucudur.
İMAN = ÖZ(e) Güven ve Öze güvenin belirginleştirdiği ÖZ-Güven! Toplumun, dış etkenlerin hayalen inşa ettiği, tetiklediği, tepkileştiği ve her an yıkılması muhtemel egosal bir gurur değildir bu..

- Allah’a > Tüm boyutlarıyla hayata güvenmek ve bu güvenle hareket etmek!
- Meleklere > Potansiyelindeki “yetilere”, Allah’ın güçlerine, manalarına güven!
- Kitaplara > Yetilerinle hayattan “okuduklarına”, birikimine güven!
- Rasullere > Okuduklarınla sende çıkmakta olan “Şuur basamaklarına” güven!
- Ahiret Sürecine > “Şuurunla” açığa çıkanların sana geri döneceğine güven, ve bu ilkeler ile toplumuna güven ver, güven veren bir insan ol.

İman, inanç olmadığı içindir ki, örneğin, cinlere, uzaylılara İMAN diye bir kavram olmamıştır. Cinler, uzaylılar GÜVEN konusu kapsamında değillerdir çünkü. “Ben uzaylılara güveniyorum” şeklinde dinde bir gereklilik olmaz. Bize bir getirisi yoktur bu inancın. Cinlere, uzaylılara ve hatta çeşitli tanrı tasavvurlarına ancak bir İNANÇ olur ve inanç grupları çekişmeye, ispat yarışına girer. Allah’a ise İMAN edilir, O’na güven duyulur ve bu öze-güven ile İBADET, yani Allah, Varlık, kendimiz ve toplumun gelişimi için Hizmet edilerek toplumun güvenliği, emniyeti, selameti için çalışılır. Bu arada anlamı “tapınma” sözcüğüne sürülen bir kelime, İbadet..

Çok yaygın şöyle bir algı var:

Sanki, ötelerde, başka tanrılara inanılmasını ve tapınılmasını kıskanan veya kendisine inanılmamasını hazmedemeyen ve bu kızgınlığıyla bu kişileri cehenneme tıkayacak, kendine inananları ise en güzel şekilde ağırlayacak bir tanrı anlayışı. Sanki din spesifik olarak ateizmle, deizmle veya diğer teist inançlarla mücadele, onlara galip gelmek için gelmiş gibi.. Ve binlerce yıldır süregelen benim tanrım seninkini döver tartışmaları..

Halbuki, müslümanlar tarafından da bir tanrıya indirgenmiş olan El-Kebir Allah, tüm manaları, özellikleri (Kur’an’daki “Biz” hitabı), yansımaları ile ortada olandır. Varlık olarak kendini gösteren, Allah manalarının sınırsız bileşimleri ve devinimleri.. Bu minvalde Varlığın kendisi olan, bu tartışmaların muhatabı değildir. Siz, ortada olan, herkesin, eylemlerinizle, vücudunuzla gördüğü varlığınızı ispatlamaya çalışır mısınız?

Allah, El-Hak’tır, Varlığı apaçık ortada olandır! Bakın, Kur’an’da Allah, sayfalar dolusu delillendirme, inandırma çabasına girmeden ortada, ayan beyan olandan örnek vererek Varlığını nasıl ortaya koyuyor:
“Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir. Bu böyledir. Çünkü Allah, O Haktır (apaçık ortada olandır)!.” (22:5-6).
El-Hak’tır O. Rasul’ünde açığa çıkışı da Haktır, ve Hakkın yani gerçeklikle uyumlanmanın mücadelesidir! Kimin, neye inandığından ziyade toplumların Hakk’ı ne kadar davranış dünyalarına kattığı ile ilgilidir. Bilgilendirme çabasının ötesinde bir Şuurlandırma kaynağıdır. Tabiri caizse, derdi El-Hak isminin tecelli etmesidir; Hakk’ın, hukukun, adaletin ikamesi, huzur ve barışın sağlanması, Şirkin kaldırılmasıdır. Eğer, tanrılı veya tanrısız bir inanç veya ideoloji ZULÜM, HAKSIZLIK, ŞİRK içeriyorsa elbette Mü’min orada Cihattadır/gayrettedir.

Rasulullah’ın mücadelesi Allah’a inanılmaması üzerinden değil idi. Halihazırda mücadele ettiği inançlı (!) toplum Rasul’e karşı savaşırken Allah’tan yardım isteyecek kadar Allah’tan haberdar ve inançlıydı. Tıpkı günümüzde olduğu gibi..
“Allah’ım! Bizimle akrabalık ilişkisini keseni, bize bilmediğimiz şeyleri getireni ve adamlarını helak et. Bu gün burada haklı olanı galip kıl, haksız olanı perişan et.” (Ebu Cehil – Bedir Savaşı öncesi Kabe örtüsüne bürünerek ettiği dua)
Varlığı ortada olana inanç olmaz; ama varlığı ortada olana GÜVEN=İMAN olmayabilir. İşte Rasulullah’ın toplumunda karşılaştığı da günümüzdeki gibi Allah’a, Ahirete Güven sorunu veya önemsememe idi, inanç değil.

İşte, kişide örtülen bu GÜVEN duygusunun adıdır KÜFÜR!.
İşte, Allah’a İMAN’ın eksilmesi, kaybolmasıyla, varlık katmanlarımızdan bir veya bir kaçının doğurduğu açlık sonucu, nesne ve öznelerin birer “vesile” (5:35) olduklarını unutup, bağımsız varlıkları, güçleri varmış gibi onları güven kaynağına dönüştürme davranışıdır ŞİRK!

Kur’an’da da (arzuyu ilah edinmek, mal-mülk yığmak, peygamberleri, din adamlarını, din bilginlerini rabler edinmek, sevginin dozunu kaçırmak, onlara dua etmek, dinde Allah’tan gayrı hüküm koyucular kabul etmek, O’nun berisinden veliler edinmek, ataları körü körüne taklit gibi) ayrı ayrı konularla örneklenerek vurgulanmış olan ve temelini insanlardaki fıtri olmayan, aşırılaşmış sahiplik ve Allah dışında başkalarına abartılı aitlik duygusundan alan davranışlar bütünüdür Şirk.
Şirk örneği kimi ayetler; 2:165; 3:14, 79, 80; 7:3,37; 9:31; 17:56; 10:106, 107; 11:15, 16; 22:12; 25:43; 30:31,32; 31:21; 35:2, 5, 22; 36:74-75; 39:3, 38; 43:23; 68:36-40; 72:18, 20; 73:9; 94:8.
Gökte (içsel yaşamımızda) ve yerde (dışa dönük yaşamımızda) ilahlar edinmek! Ve ayete göre, şirk koşanlar iyi niyetleri nedeniyle şirk içinde olduklarının farkında olmayabiliyorlar (6:22,23).

Örneğin, Allah’a güvenmediğinden, mal üstüne mal biriktirir hırsla, geleceğimi kurtarayım diye, maldan medet umarak, mala GÜVENerek, Allah’a ait bir kavramı nesneye, mahluka yükleyerek Mülkte Allah’a ortak koşar, ŞİRK’e düşer kişi.

Ötede veya içeride mistik bir tanrı tasavvuruna inanıp diğer inanmayanları cehenneme yollamak rahattır, kolaydır; Allah’ın manalarının sonugelmez muhteşem dansı olan HAYAT’a GÜVENip de maldan verip ŞİRK’ten temizlenmek, arınmak (92:18) ise zor olandır. Özellikle, malından toplum için paylaşmayıp Huzur da açığa çıkmadığından İMAN’ı azalan kişi, nesne/özne vesilelere aşırı yönelimi ile hevasını/arzusunu ilah edinecektir (25:43).

Kendimizde karşılıklarını bulmamız gereken, KÜFÜR’ü, ŞİRK’i destekleyen davranış modellerinin adları Kur’an’da Müşrik, Münafık, Yahudi, Nasara vs. olarak geçer. Kur’an’da örneğin Yahudilerin özelliklerinin sıralandığı tüm ayetler (lütfen müslüman “etiketli” bizlerde, toplumumuzda bu özellikleri kontrol edelim, bknz., 2:79, 91, 96, 101, 105, 111, 179; 3:64, 71, 75, 78; 4:46, 160, 171; 5:18, 41, 82; 7:63, 169; 9:30, 31; 57:16, 62:6) bizlerin ne derece Yahudi olduğumuzu gösteren birer mihenk taşıdır.

İnsanda Allah ile kurulmamış ve/veya Allah’a olmayan GÜVEN duygusu ŞİRK’e düşürecek eylemlere, başkalarına da güven vermemeye ve nihayetinde toplumdaki total bir güvensizliğe, emniyetsizliğe neden olur > kavimlerin helakı, yok oluşu. DiN’in yaşandığı, meDeNiyetin hüküm sürdüğü meDeNi bir meDiNe, kuru, ruhsuz bir ceset şehrine dönüşür (dîn, medîne, medeniyet, medeni aynı kökten gelen kelimeler).

Ahlaksızlığın, kural tanımazlığın, güvensizliğin, cehaletin, güdümlü dini yaşayışların bilinçlice yayılarak Tanrı’nın kıyamete zorlandığı bu dönemlerde, asrı saadet dediğimiz mutluluk, güven çağının yeniden inşası için inancın kaygan gölgesinden İmanın sapasağlam ışığına yükselmemiz gerekiyor!

Rabbül Alemin toplumsal silkinmemizi nasip etsin!

İman & İnanç ayrımı | Sonsuzluk Kulesi
Son düzenleyen _Yağmur_; 12 Mayıs 2014 15:36 Sebep: içerik düzenlendi
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
19 Ağustos 2014       Mesaj #4
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Bugünkü yazımın konusu, Allah Kur’an ayetlerini, bizlerin hangi yöntemle anlamamızı ve hayatımıza geçirmemizi istiyor olacaktır.


Eğer rehberimiz Kur’an olduğunu söylüyor ve iman ediyorsak, Kur’an ı anlayabilmek için, Allah ın istediği yöntemi kullanmadığımız sürece Kur’an ı doğru anlayamayız.


Bu sorumuzu Kur’an a sormadan önce, şöyle bir soru soralım kendimize ve diyelim ki; Allah bizlere indirdiği ayetlerine, hiç düşünmeden inanmamızı ve kabul etmemizi mi istiyor, yoksa önerdiği başka bir yol var mı?


Sorduğum soruma eğer düşünmeden cevap verirsek, elbette Allah indirdiği ayetlerinin tamamına hiç kuşku duymadan iman etmemizi emretmiştir diyebiliriz?


Bu cevap kısmen doğru. Çünkü hiç kuşku duymadan, tüm ayetlerine iman etmemizi ister Rabbimiz. Tümüne iman etmediğimiz sürece de tam iman etmemiş sayar. Allah ayetleri doğru anlayabilmemiz için, önce ayetler üzerinde, ne yapmamızı özellikle ister? İşte bu kısmı çok ama çok önemli.


Ayetler üzerinde düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı, yani körü körüne iman etmemizi değil, sorgulayan, düşünen daha sonra iman eden kullar olmamızı ister.


Şimdide bu yolu ve yöntemi neden önerir bizlere Allah, gelin onu birlikte düşünelim. Okulda öğretmenlerimiz fizik, kimya gibi dersleri önce sözlü olarak anlatır, daha sonrada deneylerini yaparak, bizzat ilmi olarak pratikte söylenenlerin doğruluğunu görürüz. Böyle olunca da o konuyu hiç unutmayız, çok daha iyi anlarız.


Bazı okullarda öğretmenler, bu türlü laboratuarların olmayışından yakınarak, aslında konuyu daha iyi anlayabilmeniz için, bunun deneyini laboratuarlarda yapmamız gerekir, diye yakınırlar hatırlarsanız öğretmenler.


Buradan şunu anlarız. Bir konunun akılda daha rahat kalması, unutulmaması için, üzerinde bilimsel çalışmalar yapmamız, araştırmamız ve düşünmemiz, bizlerin konuyu çok daha rahat anlamamızı ve hiç unutmamamızı sağlayacaktır.


Benzeri yolu Rabbimiz bizlere önermiş ve birçok ayetinde, bizlerin ayetler üzerinde düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı isteyerek, sorgusuzca değil düşünerek, sorgulayarak yani araştırarak iman etmemizin daha sağlıklı, daha güçlü ve kalıcı bir iman sahibi olunacağının yolunu göstermiştir.


Sizlere bazı örnekler vermek istiyorum. Allah birçok ayetin sonunda bakın bizleri düşünmeye, aklımızı devreye sokmaya yönlendiriyor.


(Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işlete bilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşüne bilesiniz. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşüne bilsinler. Düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.)


Yaradan bu yöntemle ne amaçlıyor olabilir? Bizlere düşünmeden, ayetleri tebliğ alan iman etsin diyebilirdi? Neden düşünmemizi istiyor? Çünkü düşünen, aklını kullanan yaptıklarından emin olur da ondan. Allah ın tebliğinden emin olan, asla aldatılmaz, kandırılamaz. Düşünen batıl yolcusu olmaz.


Toplumda çok söylenen bir söz vardır. Eğitim şart deriz. Eğitim akılla olur, düşünen insan, eğitimli insandır, en az yanılan insanda düşünen insandır. İşte onun içindir ki Allah da, elçisi kanalıyla bizlere gönderdiği ayetler üzerinde, çok itinayla ama ayetleri bir bütün olarak düşünmemizi ve öyle iman etmemizi söyler. Hatta Allah bazı ayetlerinde, EY AKIL SAHİPLERİ diye hitap eder ve ANCAK AKIL SAHİPLERİ DÜŞÜNÜP İBRET ALIR diye de, düşünmenin aklını kullanmanın önemine işaret eder. Sizce düşündürücü değil mi?


Peki bizler günümüzde, bu yolu ve yöntemi kullanıyor muyuz? Ne yazık ki hayır. Günümüzde bizlere düşünmeden, körü körüne itaat etmenin, Allah emri olduğu öğretilmiştir.


Sizler Kur’an dan anlayamazsınız, veli insanlar anlar mantığı İslam a yerleştirildiği içindir ki, artık Kur’an ı okuyan Müslümanlar, anlayarak okumadıkları için, hem düşünme, aklını kullanma fırsatını kaçırmış, hem de Kur’an ı ilk elden, bizzat kendisinden öğrenme şansını kaçırmıştır. Böyle olunca da, Allah ın Kur’an ı anlamak için önerdiği yoldan da habersiz yaşayıp gidiyoruz.


Elbette geçmişte belli bir dönem, Allah ın emrettiği şekilde, düşünerek, araştırarak iman edilmiş böylece, İslam toplumlarından ilim adamları, âlimler çok daha fazla çıkmıştı. Fakat zamanla dine nifak sokanlar, Kur’an ın özünden uzaklaştırılan İslam toplumunun Kur’an ı terk ederek, emin olmadıkları bilgilerin ardına düşmesi nedeniyle, artık âlimleri, ilim adamlarını da içimizden çıkartamaz olmuşuz.


Allah Kur’an ı bakın kimler için doğruluk rehberidir diyor.


Mü min 54: O, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberidir.


Elbette düşünmeden itaat eden toplumlar, bazı kişilerin ya da bazı amaçlarını gerçekleştirmek isteyen toplumların işine de yaramış. Böylece güdülenmiş toplumlar yaratarak, istenildiği gibi kullanılmış ve kullanılmaktadır.


Lütfen dikkat eder misiniz yukarıdaki ayete. Kur’an akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberidir diyor. Bizlerse hala inatla, herkesin Kur’an ın muhkem ayetlerini anlayamayacağını söyleyerek, aslında ne derece aklımızı kullandığımızı da itiraf ediyoruz.


Sizce aklını kullanmadan, başkalarının aklıyla, fikriyle iman eden toplumlar, Allah ın istediği gerçek imanı yaşayıp, huzuru ve mutluluğu bulabilir mi? Bu yolu izleyerek Rahmanın yüzleri gülen kullarından olabilir miyiz sizce?


Yorum ve karar sizlerin. Her şey çok açık, elimizin altında Allah ın bizzat koruması altında Rabbin güneşi duruyor. İsteyen ona elini uzatır ve onun ipine sarılarak, onu anlamak için düşünür çaba gösterir. İsteyen sen ondan anlayamazsın diyenlerin sözüne uyar, imanını onların doğrultusunda yaşar.


Tüm gerçekleri, huzuru mahşerde göreceğiz. Şimdiden boşa konuşmanın hiçbir anlamı yok. Rabbimiz bizleri Kur’an dan hesaba çekeceğini söylüyor da, Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur diyorsa, sizce kime güvenmemiz gerektiği çok açık değil midir?


Günümüzde öyle fikirler vardır ki, Kur’an ın hükümlerinin tam tersi, velisi olmayan cennete gidemez, Kur’an ı anlayamaz ve İslam ı doğru yaşayamaz fikrine inanır. Hâlbuki Allah iman adına takip edeceğiniz, güveneceğiniz Rabbinizden size indirilendir der ve bizleri uyarır.


Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.


Allah birçok ayetinde bu ve buna benzer uyarıları yapması, ne yazık ki bugün İslam toplumunda göz ardı edilir. Çünkü düşünerek, elde Kur’an onun rehberliğinde iman edilmiyor da ondan. Böyle olunca da sanı, rivayetler Kur’an ın önüne geçerek İslam yaşanmaktadır.


Ne yazı ki Kur’an, mahşer günü peygamberimizin ümmetine üzülerek söyleyeceği gibi, (KUR’AN ÜMMETİM TARAFINDAN TERK EDİLDİ). Onun yerini, emin olmadığımız rivayetler aldı.


Kur’an ı bile rivayetlerle anlamanın yolunu seçtiysek eğer, sanırım İslam toplumu daha çok acı ve kederden kurtulamayacak demektir.

Dilerim Yüce Rabbimizden, İslam toplumu bu hatasını görebilmesine, yardımcı olsun. Yoksa işimiz çok ama çok zor. Allah aklını kullanmayarak iman edenlere, bakın ne yapacağını söylüyor.


Yunus 100: Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.


Ne der siniz, bugünkü İslam toplumlarının, neden bu halde olduğu sizce bu ayetle anlaşılmıyor mu? Ne yapıyorsak bizler ellerimizle yaparız. Allah ne yaparsanız onu veririm der. Yani, neye layıksak onu bulacağız.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
14 Eylül 2014       Mesaj #5
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Bizler yaşadığımız inancımızı, hiç sorguluyor muyuz? Lütfen bu soruyu kendimize mutlaka soralım ve cevabını da arama çabası içinde olalım. Bunu yapmadığımız takdirde, Allah ın huzuruna çıktığımız gün, pişman olma riskimiz çok daha büyük olacaktır.


Yazıma böyle bir girişi, niçin yaptığıma gelince. Bizler öyle bir din yaşıyoruz ki, ne akıl süzgecinden geçiyor, nede Kur’an ın süzgecinden. Bizlere öğretilenleri hiç düşünmeden kabul ettiğimiz gibi, hadi şu bilginin doğruluğunu birde Kur’an a soralım, acaba doğrumu diye aklımızdan hiç geçmiyor.


Elbette bunu düşünmememizin sebebi var. Çünkü bizlere dini anlatanlar, itiraz eden olmasın diye, işlerini garantiye alıp, Kur’an da her detay yoktur, Kur’an özet bilgiler verir demişler ve bizlerde bunu hiç düşünmeden kabul etmişiz. İşte bu düşünceye inanmakla bizler, Kur’an dan uzaklaşmışız ama bunun farkında bile değiliz.


Bu düşünce ve inançtan yola çıkarak, bizlere şunu öğretmişler; KUR’AN DA NAMAZIN NASIL KILINACAĞI, ORUCUN NASIL TUTULACAĞI, HACCIN NASIL YAPILACAĞININ DETAYLARI VERİLMEMİŞTİR. Bunun kurallarını, detaylarını peygamberimizden öğreniyoruz diye, bugün topluma öyle aşılanmıştır ki, neredeyse Kur’an bir kenara konarak, emin olamadığımız bilgiler el üstünde tutulur olmuş. SİZCE ALLAH IN HER ŞEYDEN NİCE ÖRNEKLERİ, DETAYLI AÇIKLADIK DEDİĞİ KİTAPTA, RABBİN ÇOK ÖNEMSEDİĞİ NAMAZIN, BİZLER İÇİN GEREKLİ DETAYLARI KUR’AN DA YOK, DİYE İNANMAMIZ NORMAL Mİ?


Bugün bizler Kur’an İslam ı nı değil, atalarımızdan nakledilen rivayet ve sanılardan oluşan bir İslam ı yaşıyoruz. Bakın böyle yapanlara Kur’an dan bir uyarı.


Bakara 170: Onlara, “Allah'ın indirdiğine uyunuz” dendiğinde, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. YA ATALARI AKILLARINI KULLANAMAMIŞ, DOĞRUYU DA BULAMAMIŞ İDİYSELER DE Mİ?


Gelin bu konuyu birlikte düşünelim. Çünkü bu konu öyle dile getiriliyor ve ön plana çıkartılıyor ki, rivayet ve sanı bilgiler, Kur’an ın önüne geçmiş durumda. Şöyle düşünelim ve diyelim ki, Allah namaz kılın, oruç tutun diye emir vermiş ama detayını açıklamamıştır. Bu durumda özet bilgiler veren Kur’an ın hiçbir önemi kalmaz, detay veren beşeri bilgiler, bu bilgileri yazan kitapları ön plana çıkar. Sizce bu mantıklı mı? Hani Kur’an ın eşi bezeri yoktu. Hani bir benzerini getirsinler bakalım diye Rabbimiz meydan okuyordu bizlere?


Eşi benzeri olmayan, Allah katından inen bir kitap var elimizde, ama bu kitap sorumlu olduğumuz ibadetlerin detaylarını yazmıyor ve bizler bu kadar önemli bir konuda, beşeri fıkıh kitaplarına muhtaç oluyoruz. Öylemi dostlar. NE SÖYLEDİĞİMİZİN, NELERE İNANDIĞIMIZIN FARKINDA MISINIZ? Hiç sanmıyorum.


Kur’an ın ipine sarılın, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye Rabbimizin verdiği hükümlerin sizce bir önemi yok mu? Hani sizin bütün şan ve şerefiniz, Kur’an da dır diyordu Yaradan. RABBİMİZ BİZLERİN YAPACAĞI İBADETLERİN DETAYINI KUR’AN DA VERMEYİP, RİVAYET VE SANI BİLGİLER YOLUYLA İNANCIMIZI YAŞAMAMIZI SİZCE İSTER Mİ?


İşin daha vahimi, mezheplere, fırkalara, tarikat ve cemaatlere ayrılan din, öyle bölünmüş ve dini öyle şekillendirmiş ki, hepsi kendi ellerindekilerle övünüp, karşısındaki aynı dine mensup din kardeşlerini, düşman görür olmuş. Sizce hangi mezhebin fıkhı, en doğru ve peygamberimizin ibadetlerimizi şekillendirmiş, detaylandırmış halidir? Bunun garantisini verecek var mı aramızda? Dini böyle mi yaşamak, bizleri Allah a yaklaştırır?


Bizlerin yaptığı en büyük yanlış, bugün inancımızı yaşarken ibadetlerimizde, geleneğin ilavelerini Kur’an da bulamadığımızda, BAKIN HER BİLGİ, DETAY GERÇEKTEN KUR’ANDA YOKMUŞ DEME YANILGISIDIR. ELBETTE İLAVELERİN HİÇBİR SAKINCASI YOKTUR. AMA ONLAR OLMADAN İBADETLERİMİZİ YAPAMAYIZ DEMEKLE, KUR’AN I EKSİK, YETERSİZ GÖRMEK ARASINDA, HİÇBİR FARK YOKTUR. Lütfen bunu unutmayalım.


Allah yemin ederek, sizlere kolaylaştırılmış bir din gönderdim der. Ama bizler dine kendi nefsimizde yaptığımız ilavelerle, dini zorlaştırmış, hatta işin içinden çıkılamaz hale getirmişiz. Eğer Kur’an da her bilgi, her detay olmasaydı peygamberimiz bunu sağlığında tıpkı Kur’an gibi yazılı hale getirir diki, bizlere ulaşan peygamberimizin bizzat yazdırdığı, böyle bir bilgi, kitap asla yoktur.


Peygamberimiz sağlığında kendi sözlerini, yani hadislerinin nakline önce izin vermiş, daha sonra değiştirilerek nakledildiğini görünce yasaklamıştır. Bu yasak, dört halife devrinde de devam etmiştir. Hadis yazımı ve nakli, dört halifenin sona ermesi ve dinin mezheplere bölünmesi ile YILLAR SONRA TOPLANMAYA VE TOPLUM İÇİNDE NAKLEDİLMEYE BAŞLANMIŞ VE DİN BEŞERİ, NEFSİ ŞEKİLLENDİRİLMEYE BAŞLANMIŞTIR.


Değerli din kardeşlerim, lütfen şunu unutmayalım. Allah bizlerin sorumlu olduğu bir hüküm verdiyse, onu mutlaka Kur’an da gerektiği ölçüde açıklamış ve bizlere izah etmiştir. Böyle yaptığını da zaten, Kur’an söylüyor, lütfen rivayet ve sanı bilgilere değil, Rabbimize inanalım. GELENEĞİN VE MEZHEPLERİN DİNE GİYDİRDİKLERİ ELBİSEYİ, KUR’AN DA ASLA BULAMAYIZ. ÇÜNKÜ ALLAH IN YEMİN EDEREK KOLAYLAŞTIRDIĞI DİNİ, BİZLER ELİMİZDEN GELDİĞİNCE İLAVELERLE ZORLAŞTIRDIK.


Lütfen Kur’an dan, peygamberimizin yetki ve sorumluluğunu okuyalım ve araştıralım. Daha sonrada bizlere anlatılanlarla karşılaştıralım. Bakın peygamberimizin yetki, görev ve sorumlulukları ile ilgili, birkaç ayet hatırlatmak istiyorum.


Ankebut 18: Eğer yalanlarsanız, biliniz ki sizden önce de nice toplumlar peygamberlerini yalanlamışlardı. PEYGAMBERİN ÜZERİNDE, APAÇIK TEBLİĞDEN BAŞKA BİR GÖREV YOKTUR.


Kehf 56: BİZ PEYGAMBERLERİ, SADECE MÜJDELEYİCİ VE UYARICILAR OLARAK GÖNDERİRİZ. Kâfir olanlar ise hakkı yerinden kaydırıp ortadan kaldırmak için bâtıl uğruna mücâdele verirler. Âyetlerimizi ve kendilerine yapılan tehditleri de alay konusu edinirler.


Rad 40: Onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek yahut seni, onu görmeden vefat ettirsek, YİNE DE SANA DÜŞEN SADECE TEBLİĞ ETMEK, bize düşen de hesaba çekmektir.


Neml 92: "Ve Kur'ân'ı okumam emredildi." Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; KİM DE SAPARSA ONA DE Kİ: "BEN SADECE UYARICILARDANIM."


Ne dersiniz, Allah ın elçisine verdiği görev ve yetki çok açık değil mi? Hala bu ayetleri tebliğ alan bizler, peygamberimizin Kur’an gibi, dine hüküm koyma, dini detaylandırma yetkisi var diyebilir miyiz? Hala Kur’an da olmayan hükümleri de peygamberimiz, dine hüküm koymuştur diyenlere, aşağıdaki ayeti hatırlatmak istiyorum.


Zuhruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür VE SİZ ONDAN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ.


Düşünebiliyor musunuz Allah, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diye apaçık hüküm veriyor, ama bizler Kur’an ın detaysız ve gereken açıklamaların yapılmadığına inanıyor ve beşeri kitapların hükümlerine, din diye inanmakta kusur görmüyoruz.


Allah uymamız gereken emirleri veriyor, ama gereken detayları vermiyor, daha sonrada bizleri bu hükümlerden sorumlu tutuyor, öylemi din kardeşlerim? Ne dersiniz, tüm bunlara inanırsak, yukarıdaki ayete hala iman ettiğimizi nasıl söyleriz. Gerekli açıklamayı yapmayan Rabbimiz, açıklamadığı bir detaydan, nasıl olurda bizleri sorumlu tutar. Bunu da mı düşünemiyoruz?


Değerli din kardeşlerim yüzlerce yıldır, İslam dinini kendi nefislerinde şekillendirip, zorlaştıran, kendi menfaatleri adına yüzlerce ayeti görmezden gelerek, İslam ı yaşatmak için çabalar harcayan, din bezirgânlarına artık inanmayalım. İnanın mahşer günü öyle pişman oluruz ki, aşağıdaki sözleri söyleyerek pişmanlığımızı dile getiririz. Rabbimiz bu örneği bile düşünen kullarına veriyor.


Ahzab 67. Yine şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! BİZ ÖNDERLERİMİZE VE BÜYÜKLERİMİZE İTAAT ETTİK DE BİZİ YOLDAN SAPTIRDILAR.”



Böyle bir pişmanlığın içinde olmak istemeyen, emin olamadığımız rivayet ve sanı bilgilere değil, Allah ın sorumlu tuttuğu Kur’an ın ipine sarılalım. Yaradan bakın apaçık ne diyor ve bizleri nereye yönlendiriyor.


Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, BÜTÜN ŞAN VE ŞEREFİNİZ ONDADIR. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Sizce bu sözleri söyleyen Rabbimiz, bizlerin sorumlu olduğu ibadetlerin detayını, eğriden doğruyu ayıran FURKAN da açıklamamış olabilir mi? Karar sizlerin. İslam toplumu olarak öyle büyük bir yanılgı içindeyiz ki, doğrusu artık gözler görmüyor, kulaklar duymaz olmuş. Çok üzgünüm ama aşağıda yazacağım ayetin hükmü, bizler için geçerli olmuş görünüyor.


Enbiya 45: De ki: "Ben sizi ancak VAHİYLE UYARIYORUM." AMA SAĞIRLAR, UYARILDIKLARINDA ÇAĞRIYI İŞİTMEZLER Kİ!


Dilerim Yüce Rabbimizden gözlerimizdeki bu perdeyi, kulaklarımızdaki mührü kaldırsın ki, Kur’an gerçeklerini görebilelim. Allah ın vahyini artık göremez, duyamaz, hissedemez olduk. Daha açıkçası bizler hem kör hem sağır olduğumuzun farkında bile değiliz. Allah yardımcımız olsun.


Son olarak sizlere Kütüb-ü Sitte den, bir hadis nakletmek istiyorum. Bakın peygamberimiz ne demiş. İşte Kur’an ın onayını alan, harika bir hadis.


4107 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle emrettiler: "BENDEN KUR'AN DIŞINDA BİR ŞEY YAZMAYIN. KİM, KUR'AN'DAN BAŞKA BİR ŞEY YAZMIŞ İSE, ONU İMHA ETSİN."
Müslim, zühd 72, (3004).


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Benzer Konular

21 Kasım 2012 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
9 Şubat 2008 / asla_asla_deme X-Sözlük
21 Kasım 2012 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
3 Şubat 2009 / DreamLiKe Müslümanlık/İslamiyet