Arama

Müslüman ve Türk Ahlakı

Güncelleme: 5 Ocak 2012 Gösterim: 8.398 Cevap: 4
ByKatip - avatarı
ByKatip
Ziyaretçi
30 Eylül 2005       Mesaj #1
ByKatip - avatarı
Ziyaretçi
İSLAM AHLAKI
İslâm Dini kadar güzel ahlaka önem veren bir başka din veya düşünce sistemi göstermek mümkün değildir. Öyleki Peygamber Efendimiz "İslâm, güzel ahlâktır" buyurmuştur. Hz. Peygamberin güzel ahlâka teşvik eden bir çok güzel sözü vardır.
Sponsorlu Bağlantılar

"Müminlerin îmanca en kamil olanı, ahlâkI en güzel olanıdır" "İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız, ahlaki en güzel olanlarınızdır" hadisleri bunlardan sadece ikisidir. Kuran-ı Kerimde adalet, ahde vefa, affetme, alçak gönüllülük, ana-babaya itaat, sevgi, kardeşlik, barış, güvenirlilik, doğruluk, birlik, beraberlik, iyilik, ihsan, iffet, cömertlik, merhamet, müsamaha, tatlı dilli olma, güler yüzlülük, temiz kalplilik gibi güzel ahlâki hasletlere teşvik eden ve zulüm, haksizlik, riya, haset, gıybet, çirkin sözlülük, asık suratlılık, cimrilik, bencillik, kıskançlık, kibir, kin, kötü zan, israf, bozgunculuk... gibi kötü hasletlerden nehyeden pek çok âyetin yer alması, Kuran da ahlaka ne kadar önem verildiğinin bir göstergesidir.

Peygamber Efendimizin güzel ahlaka teşvik eden ve kötü hasletlerden nehyeden hadisleri ise neredeyse bir kitap oluşturacak kadardır. O sadece bu sözleri söylemekle kalmamış, güzel ahlaki bizzat yasayarak insanlara örnek olmuş ve öğretmiştir.

Bu yüzden Onun ahlaki, İslâm ahlakinin en güzel tatbikatını oluşturmaktadır. İste bu sebeple burada peygamberimiz Hz. Muhammedin güzel ahlakından az da olsa sözetmek istiyoruz. Çünkü O gerçekten en güzel örnektir:

Peygamber Efendimiz güler yüzlü, nazik tabiatlı, ince ve hassas ruhlu idi. Kati yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve kaba hiçbir söz çıkmazdı. Başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse "içinizden bazı kimseler, söyle söyle yapıyorlar..." Şeklinde, bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç kimseyi kırmadan yanlışı ve hataları düzeltirdi. Kimsenin sözünü kesmez, konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez, sözügereğinden çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz, kimsenin gizli hallerini araştırmazdı. Allaha hürmetsizlik olmadıkça, sahsına yapılan kötülükleri, ne kadar büyük olursa olsun, bağışlar, eline imkan geçince öç almayı düşünmezdi.

Son derece iffet ve haya sahibiydi. Bütün insanları eşit tutar, zengin fakir, efendi-köle, büyük-küçük ayrımı yapmazdı. Her bakımdan kendisine güvenilirdi. Verdiği sözü mutlaka zamanında yerine getirirdi. Dürüstlükten ayrıldığı, saka bile olsa yalan söylediği hiç görülmemiştir. Bu yüzden Ona henüz peygamberlik verilmeden önce "Muhammedül-Emin" denilmişti. Nitekim Peygamberliğini haber verdiği zaman, iman etmeyenler bile Ona "yalancı, yalan söylüyor" diyememiştir. En yakın akrabalarını safa tepesinde toplayıp onlari İslâma davet için, "Size su dağın arkasında düşman atlılarının bulunduğunu söylesem, bana inanırmısınız?" dediği zaman: "Hepimiz inanırız. Çünkü sen yalan söylemezsin" diye cevap vermişlerdi. Kendisi böyle olduğu gibi, herkesin dürüst olmasını isterdi. "Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk, iyilik ve hayra götürür. İyilik ve hayır da, kişiyi Cennete ulaştırır. Kişi doğru söyleyip doğruluğu aradıkça, Allah katında sıddıklar zümresine yazılır. Yalan sözden ve yalancılıktan sakınınız; Çünkü yalan insani kötülüğe sevkeder. Kötülük de kişiyi Cehenneme götürür. İnsan yalan söylemeğe ve yalan aramağa devam ede ede, Allah katında nihayet yalancılardan yazılır" buyurmuştur.

Rasûlüllah (s.a.v.) insanların en cömerdi ve en kerimiydi. Eline gecen her şeyi muhtaçlara dağıtır, kimseyi eli boş çevirmezdi.

Peygamberimizin ahlakini özetleyen bu kısım. Kısmî tasarruflarla İrfan YÜCELin "Peygamberimizin Hayati" adli eserinden iktibas edilmiştir. Son derece mütevâzı ve alçak gönüllü idi. Bir topluluğa geldiğinde, kendisi için ayağa kalkılmasını istemez, nereyi bos bulursa, oraya otururdu. Arkadaşları arasında otururken ayaklarını uzatmazdı. Arkadaşları her işini yapmayı kendileri için şeref ve cana minnet saydıkları halde, bütün islerini kendi görür, ev islerinde hanımlarına yardim ederdi. Methedilmesini ve aşırı hürmet gösterilmesini istemezdi. Fakir kimselerle düşüp kalkmaktan, yoksulların, dulların, kimsesizlerin islerini görmekten zevk alırdı. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, hiç bir şeyi beğenmemezlik etmezdi. Yiyecek bir şey bulamayınca, aç yattığı da olurdu.

Bütün islerini tam bir düzen ve nizam içinde yapardı. Namaz ve ibadet vakitleri, uyku ve istirahat için ayırdığı saatler, misafir ve ziyaretçilerini kabul edeceği hep belliydi. Vaktini boşa geçirmez, her ânini faydalı bir isle değerlendirirdi. "İnsanların çoğu, iki nimetin kıymetini takdirde aldanmışlardır: "Sıhhat ve boş vakit", buyurmuştur.

İnsanı en yakından tanıyan, onun iç yüzünü ve bütün gizli hallerini en iyi bilen, şüphe yok ki eşidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ilk vahiyden sonra gördüklerini anlattığı zaman eşi Hz. Hatice:

"Allaha yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, işini görmekten aciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Müsafiri ağırlarsın, Hak yolunda herkese yardım edersin..." diyerek Onun peygamberliğini hemen kabul etmiş, en küçük tereddüt göstermemiştir.

Çocukluğundan itibaren Medinede 10 yıl hizmetinde bulunan Hz. Enes: "Rasûlüllah (s.a.v)e 10 yıl hizmet ettim. Bir kere bile canı sıkılıp, öf, niçin böyle yaptın, neden şunu yapmadın, diye beni azarlamadı" demiştir.

Peygamber Efendimizin bizzat yaşayarak, uygulayarak çizdiği bu ahlaki tablo, hiç şüphesiz İslâm ahlâki hakkında bir fikir vermektedir.

*Kendisi için istediğini başkası için de istemek, kendisi için arzulamadığını başkaları için de arzulamamak,

*Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak,

*Küçüklere sevgi büyüklere saygı,

*Affetmek, hoşgörülü davranmak, başkalarının kusurlarını araştırmamak,

*Öfkeye hakim olmak,

*Sözünde durmak, ahde vefa göstermek,

*Doğruluk ve dürüstlükten zerrece taviz vermemek,

*Güvenilir olmak,

*Kibirden gururdan sakınmak mütevazî olmak,

*Cimrilikten, tamahtan uzak durmak,cömert olmak,

*Her hususta sabırlı olmak,

*Asla adaletten ayrılmamak,

*Maddi ve manevi temizliğe riayet etmek,

*Allahın kendisine verdiği sağlığına ve sıhhatine çok dikkat etmek,

*Boş vakitlerini hayırlı işlerde değerlendirmek,
Ve benzeri yüzlerce muazzam ahlâkî prensibe özenle yer veren İslâm ahlakını her yönüyle tanımak için bu konuyu geniş olarak inceleyen eserlere müracaat etmek gerekmektedir.

KAYNAK:T.C. Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı
Son düzenleyen asla_asla_deme; 5 Ocak 2012 15:15 Sebep: Sayfa Düzeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Kasım 2005       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ahlâk nedir?
Bir kişinin iyi veya kötü olarak nitelenmesine sebep olan manevî değerleri, huyları ve bunların tesiri ile ortaya koyduğu davranışların bütünüdür.

Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Mart 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gıybet Etmek


Belli bir mümin veya zımmi kâfirin aybını, onu kötülemek için arkasından söylemek, gıybet olur. Gıybet, haramdır. Dinleyen, o kimseyi tanımıyorsa, gıybet olmaz. Gıybet olunan kimse, bedeninde, soyunda, ahlâkında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, hatta elbisesinde, evinde, arabasında bulunan bir kusur, arkasından söylendiği zaman, bunu işitince üzülürse, gıybet olur. Kapalı söylemek, işaret ile, hareket ile bildirmek, yazı ile bildirmek de gibi gıybettir.
Bir müslümanın günahı ve kusuru söylendikte, (Elhamdülillah, biz böyle değiliz) demek de, gıybetin en kötüsü olur. Birisinden bahsedilirken, (Elhamdülillah, Allah bizi hayâsız yapmadı) gibi, onu kötülemek, çok çirkin gıybet olur. (Falanca kimse çok iyidir, ibâdette şu kusuru olmasa, daha iyi olurdu) demek de gıybet olur. Kur'an-ı kerimde (Birbirinizi gıybet etmeyiniz.) buyuruldu. (Hucurat 12)
Gıybet, adam çekiştirmek demektir. Birisini gıybet etmenin, ölmüş insanın etini yemek gibidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette, bir kimse sevab defterine bakar, "Şu ibâdetleri yapmıştım. Bunlar yazılı değil" der. "Onlar, silindi, gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı" denir.)
(Kıyamette bir kimse, sevab defterinde, yapmadığı ibâdetleri görür. "Bunlar seni gıybet edenlerin sevablarıdır" denir.)
(Biri için söylenen kusur, onda varsa, bu söz gıybet olur. Yoksa iftira olur.)
(Gıybet imanı zayıflatarak yok eder.)
(Gıybet, leş yemekten daha kötüdür.)
(Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. "Bunlar kim" dedim. Cebrail aleyhisselam, "Gıybet ederek insanların etini yiyen, şahsiyetlerini zedeliyen kimselerdir" dedi.)
(Dört kişinin, çektikleri şiddetli azabdan, cehennemdekiler rahatsız olur. Biri, ateşten kapalı bir tabut içindedir, biri barsaklarını sürür, biri de kan ve irin kusar, öteki ise kendi etini yer. Tabuttaki, borçlu olarak ölmüştür. Barsakları sürünen, idrardan sakınmamıştır. İrin ve kan kusan, müstehcen konuşmuştur. Kendi etini yiyen de, gıybet ve koğuculuk etmiştir.)
(Bir toplulukta, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görürsen, o kimse için yardımcı ol. Onları bu işten men edemezsen oradan kalk git.)
(Beş şey oruç ve abdestte hayır bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşımak, şehvetle harama bakmak, yalan yere yemin etmek.)
(Birinin yüzüne söylemekten çekinilen şey gıybettir.)
(Bir kimsenin yanında din kardeşi gıybet edilir de, yardıma muktedirken ona yardım etmezse, Allah o kimseyi dünya ve ahirette rezil eder.)
(Bir kimsenin malı az, çoluk çocuğu çok, namazı güzel olursa ve müslümanları gıybet etmezse, kıyamette onunla yanyana oluruz.)
(Gıybet yapmıyan Allahın güvencesindedir.)
(Gıybet eden kimsenin duâsı kabul olmaz.)
(Cehennemden en son çıkan, gıybetten tevbe edendir. Cehenneme ilk giren, gıybetten tevbe etmeden ölendir.)
(Falancanın boyu kısadır) diyen birisine, Peygamber efendimiz, (Bu sözün denize atılsa, denizi kokutur) buyurmuştur.
Gıybet, insanın sevablarının azalmasına, başkasının günahlarının kendine verilmesine sebep olur. Bunları her zaman düşünmek, gıybet etmeye mani olur.
Sual: Günümüzde bu gıybet günahını işlemiyen yok gibi. Gıybet etmekten nasıl kurtuluruz?
CEVAP
Gıybeti ve zararını bilen gıybetten kaçıp kurtulur. Mesela yılanı ve zararını bilen, yılanla oynar mı? Yılanı koynuna alıp yatar mı?
Gıybetten kurtulmak için:
1- Gıybetin zararını düşünmeli! Gıybet sebebiyle, sevablarının gideceğini, hatta gıybet ettiği kimsenin günahlarını da yükleneceğini bilmelidir!
2- Gıybet, dünyada da alında bir kara lekedir! Kendine dedikoducu dedirtmemelidir. Çünkü Hadis-i şerifte, (Gıybet edeni dinleyen de günahta ortaktır.) buyuruldu.
3- Bir kimse, başka birine kırgınsa, onu kötülemeye çalışır, gıybetini eder. Başkasına kızıp da kendini Cehenneme atmanın ahmaklık olduğunu bilen, gıybet etmez. Gıybet etmekle, ona zarar vermiş olmuyor, kendini felakete atıyor. Üstelik sevmediği kişinin günahlarını alıp, yerine kendi sevablarını veriyor.
4- Bazan topluluktakileri memnun etmek, onları güldürmek için gıybet edilir. İnsanları memnun etmek için, Allahü teâlânın gazabına maruz kalmayı istemek ne kadar yanlıştır.
5- Gıybet eden, övülmeyi, herkesin kendisinden bahsetmesini ister. Bu bakımdan kendini övmek için dolaylı yolları seçer. Mesela, (Falanca çok geçimsizdir) der. Bu, (Ben geçim ehliyim) demektir. Cömert olduğunu bildirmek için, (Falanca çok cimridir) der. Eğer böyle gıybet edeni dinleyen, akıllı birisi ise, kendini bu şekilde övene hiç değer vermez, onun değersiz olduğunu anlar. Bunları dinleyen akıllı değil de, cahil, ahmak birisi ise, gıybet ettiği için ona değer verse, ne çıkar? Kazancı ne olur?
6- Başkalarını gıybet edip kusur araştıran kimse, kendi kusurlarını göremez. Biz, kendi ayıplarımızın ortaya dökülmesini, rüsvay olmamızı istemediğimiz gibi, başkaları da istemez. Sen arkadaşının aybını örtersen, Allah da senin aybını örter. Sen başkasının aybını açarsan, senin ayıplarını da açan çıkar. Elaleme rüsvay olursun. Kendi kusurlarını araştıran ve bunların çaresini düşünerek başkasının kusurlarını göremiyen kişi, çok iyi insandır. Hadis-i şerifte de, (Kendi aybını gören, Allahın hayır dilediği kimsedir) buyuruluyor. Kişi kendi noksanını bilmek gibi irfan olmaz. Nefsimizi gıybet ve diğer günahlardan temizlemeye çalışmak "Cihad-ı ekber" olarak bildirilmiştir.
7- Kıskanç olan, mal sahiplerini kötüler. (Malı çok ama yemesini bilmez, cimrinin biridir) der. Yahut mevki sahibi için, (Müdür oldum diye kendini bir şey zannediyor) der. Böyle söylemekle, gıybet edilenin ne malı azalır, ne de makamı elden gider. Buna rağmen kıskançlık ateşi, söyliyeni yakıp kavurur. Üstelik, gıybet günahına girdiği için sevablarını sevmediği kimseye vermeye mahkum olur.

Gıybetin kefareti
Gıybet etmenin kefareti, üzülüp tevbe etmek ve helallaşmaktır. Pişman olmadan helallaşmak, riya olur, ayrı bir günah olur.
Gıybet, üç türlüdür:
1- (Bu gıybet değil, onda olan şeyleri söyledim) demek. Böyle söylemekle, harama helal demiş olur ki, çok tehlikelidir.
2- Gıybet olunan, bunu duymuşsa, tevbe etmekle affedilmez. Onunla helallaşmak da gerekir. Hadis-i şerifte, (Gıybeti yapılan kişi, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.) buyuruldu.
3- Gıybet olunanın bundan haberi yoksa, tevbe ve istigfar etmekle ve ona hayır duâ etmekle affolur. (Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişiyi de affet) diye duâ etmelidir! Hadis-i şerifte, (Gıybet eden, onun için mağfiret dilerse gıybet günahına kefaret olur.) buyuruldu.

İhtiyaç halinde gıybeti caiz olanlar:
1- Bir haksızlığı, şikayet için, ilgili mercilere, (Bu kimse, şunu yaptı) demek.
2- Yetkilisine, (O, gayrı meşru iş yapıyor, buna mani olun) demek.
3- Dini bir meseleyi öğrenmek için, (Beyim şunu yapıyor, caiz mi?) demek.
4- Bid'at sahibi ile gezene, (Onunla gezme, o bidat ehlidir) demek.
5- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek. İstişare edene, (O kızın şu kusuru vardır) demek. Yahut, (O malı alma, şu kusuru var) demek. Hadis-i şerifte, (Facirin halini anlatmaktan çekinmeyin ki halk, onun zararından korunsun.) buyuruldu.
6- Meşhur lakabı ile çağırılınca üzülmüyorsa, mesela (Kara Ali) demek.
7- İnsanları, açıktan günah işliyenlerden korumak için, (O kumarbazdır, sarhoştur) demek. Hadis-i şerifte, (Hayâsızdan bahsetmek gıybet olmaz.) buyuruldu.

Sual: 1-Arkadaşın arkasından söylenenler gıybet olur mu?
CEVAP
Duyunca üzülmezse, arkasından söylenenler gıybet olmaz.
2-Birisini kasdederek kaş göz hareketi yapmak günah mıdır?
CEVAP
Eğer o, o hareketten dolayı üzülürse gıybet olur, günah olur. Üzülmezse hoşlanırsa günah olmaz, caiz olur.
3-Hükümetteki insanlar hakkında konuşmak gıybet olur mu?
CEVAP
Açıkça yanlış yapıyorlarsa söylemek caizdir.
Sual: "Başkalarının hocalarını kötüleme ki, onlar da seninkini kötülemesin" sözüne uyarak cahil şeyhlerin yanlışlıklarını söylemek gerekmez mi?
CEVAP
Onların liderleri yanlarında kötülenirse, onlar da ehli sünnet alimlerine hücum eder. Buna sebep olmamak lazım. Kendi aranızda kötülükleri söylenir. Zararlarından korunmaya çalışılır. Bu gıybet olmaz.
Sual: Kötülerin zararından korunmak için kötülüğünü söylemek gıybet olur mu? CEVAP
Hayır, gıybet olmaz.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Mart 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
saygı ve Sevgi Allah'adır (C.C.):::
Saygı ve sevgi birbirini tamamlayan iki güzelliktir…Kişi değişik vesilelerle başkalarına karşı bu güzelliklerle yaklaşır sever,saygı duyar...Maaşına zam yapan patronuna saygı duyar kişi her zam yapışında gözünde onu daha değerli yerlere yükseltir ve sever…Kendini borçlu hissederek mahcubiyetle karışık sever ve saygı duyar…Yolda yürürken bulamadığı adresi sorduğu kişiye karşı bir sevgi ve saygı vardır kişide…Yardımcı olmuştur kendisine gitmek istediği yerin adresini göstermiştir…Ona karşı mahcubiyetle karışık derin bir saygı ve sevgi çöker içine teşekkür yeterli değildir sanki borçlu bir teşekkür eder…Anne babasına saygı ve sevgi içindedir…Anne babası onun büyümesi okuluna gitmesi hayatında başarılı olması için hep yanında olmuş hep desteklemiştir…Onlara karşı bazen isyan içine girsede saygılı olmaya çalışır…Sever anne babasını…Onlar çok değerlidir…Onlar gereklidir…Olması gerekenlerdir…Onlara çok şey borçludur…Derin bir saygı ve eşdeğer bir sevgi ile çok sever onları…Gözlerini ayırmadan izleyip hayranlık duyduğu ‘’sanatçı’’ dediği kişiye karşı derin bir sevgi ve saygı vardır içinde…Hep onun gibi olmaya çalışarak,onun yaptıklarına başarılarına imrenerek bazen kıskanarak derin bir saygı ile sever…’’Helal sana be’’ diye kullandığı hayranlık cümleleri ile tanımlar onu…Tam gözünün görmek yada kulağının duymak istediğini yapmıştırda büyük bir iş başarmıştır…Helal sana hayranlığı ile karşılık verir bu başarısından ötürü saygısıda sevgiside artarak devam eder…Yediği peyniri,zeytini, içtiği sütü yada kolayı veya meyve suyunu üretenleri hatırlar bazen…’’Yav adamlar ne lezzetli yapmışlar be’’ gibi cümlelerle belli eder saygı ve sevgisini…Bir bilgisayar,cep telefonu görür yada evinde gece elbiseleri ile kumandası elinde uzandığı kanepede televizyon izlerken yeni yapılmış bir robot görür…İzlerken ağzından çıkan ‘’helal olsun adamlara be neler yapıyorlar’’ yada ‘’ya bunuda yaptılar be sonunda’’ hayranlıkları ile karışık sevgi duyar robotun etrafında halka şeklinde dizilmiş mühendislere karşı…Devlet başkanlarını sever,saygı duyar çok başarılı,ulaşılmaz bulur…Yolda karşılaşıp sohbet ettiği arkadaşına çay paralarını vermesinden dolayı ezik bir mahcubiyetle beraber derin bir saygı duyar…Lutfetmiştir arkadaşı…Borca ihtiyacı olduğu anda yardımına koşan mesai yada sınıf arkadaşı yada bir hastalıktan dolayı yattığı hastanede tedavisi için çalışıp şifaya kavuşmasına vesile olan doktor çok yükseklerde bir yerdedir gözünde…Her nerede karşılaşsa içinde taşıdığı ‘’kendini ona karşı borçlu hissetme’’ hali ile karşısında kıvranır ceketini ilikler,pot kırmamaya çalışır derin bir saygı ve sevgi ile ayrılırken birbirlerinden yerlere kadar kapanacak hallere girer…Her sabah aynada karşılaştığı kendisine karşı ‘’her zamanki gibi yine çok yakışıklıyım be’’ şeklinde çok derin bir saygı ve hayranlık içindedir…Herkesi sever hayranlık duyar…Herkese karşı ayrı ayrı borçluluk ve minnet duyguları ile derin bir hayranlık besler gönlünde… Saygı ve sevgisini çok cömert harcar kendince…Ve doğru yaptığı düşüncesindedir…

Oysa unuttuğu bir sevgi vardır tüm bu sevgiler arasında...Tüm sevgilerin üstünde olması gereken bir sevgi vardır unuttuğu…Sevmeyi Unuttuğu Biri Vardır…Tüm sevdiklerinin üstünde tüm sevdiklerine ve her şeye Hakim Biri Vardır sevmeyi ve saygı duymayı unuttuğu…Tüm gönüllere sevgiyi yerleştiren,tüm canlıları ayrı ayrı sevgilerle birbirlerine sevdiren,Çok derin sevgilerle sevilip hayranlıkla saygı duyulan anneleride babalarıda,kardeşleride,eşleride,çocuklarıda,arkad aşlarıda, patronlarıda,yiyilip içilenleride,solunan havayıda,görülen tüm güzellikleride,huzuruda,afiyetide,sere serpe ailece oturup piknik yapılan alanlarıda,dağlarıda,’’ay ne cici şey’’ şeklinde sevgilerle sevilen kuşlarıda, kedileride,hastane dolusu doktorlarıda,eczane dolusu ilaçlarıda,acıma ve merhamet duygularınıda,gözleride,kulaklarıda,özenle taranan saçlarıda,yemek yerken,su içerken alınan hissedilen tat ve lezzet duygusunuda,uykuyuda,güneşide,üstüne şiirler yazılan mehtaplı geceleride görülüp bilenen yada görülemeyip bilinemeyen istisnasız her şeyide yoktan yaratan faydalandığı şeyleri istifadesine sunan Rabbini yalnız O’na mahsus derin bir saygı ile sevmeyi unutmuştur…Önce Rabbine karşı derin bir saygı ve sevgi duyup diğer istisnasız bütün sevgi ve saygılarıda yalnızca Rabbi için hissetmesi,seveceği her şeyi ve herkesi Rabbi için sevmesi gerekirken Rabbini sevmeyi unutmuş, O’na duyacağı sevgi ve hayranlığı başkalarına duymuş herkese karşı kendini mahcup,borçlu ezik hissetmiştir her şeyi verenin Rabbi olduğunu unutarak…;

‘’’ İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.’’’ (BAKARA SURESİ / 165)

Evet ya…Bütün kuvvet tümüyle Allah’ındır…Derin sevgi ve hayranlık yalnızca O’na duyulmalı böylesi bir sevgi ile yalnızca O sevilmelidir…Öyle ya her şeyi yaratan ve yarattıklarına tüm ihtiyaçlarını veren O değilmi?...Evet hiç şüphesiz…;

‘’’ De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?’’’ (YUNUS SURESİ / 31)

O halde istisnasız hiç kimse karşısında el pençe durmak, zihinde ulaşılmaz yüksek yerlere çıkarmak ve derin sevgilere yada dehşetli korkulara kapılmak,mahcubiyet ve eziklik duyguları ile şekilden şekile girmek,ayaklara kapanacak hallere gelmek böylesi sevgi ve saygılarla sevmek kesinlikle olmaması gereken Mutlak Yanlış davranışlardır…Elbette;
annebabanızı,kardeşlerinizi,eşinizi,çocuklarınızı, komşularınızı,arkadaşlarınızı patronunuzu yada diğer benzeri her şeyide sevecek,saygı göstereceksiniz…Fakat Allah’ı unutup,Allah’ı sever gibi değil kesinlikle…Ve tüm bunlara olan sevginiz kesinlikle Allah için olacak şekilde seveceksiniz…Öyle ya tüm hayatın Mutlak Doğru gayesi hayatın her anını Allah’ın Rızası’nı kazanacak şekilde geçirmektir…O halde seveceklerinizide Allah Rızası için seveceksiniz…Çünkü size Mutlak Kurtuluşu ve Mutluluğu verecek olan Allah’tır…;

‘’’ Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.’’’ (NİSA SURESİ / 13)

O halde hemen şimdi Allah’ı hatırlamalı ve O’na derin bir saygı ve sevgi ile yönelerek,O’nun razı olacağı bir hayat yaşamak gayreti içine girilmelidir…Bunun aksi bir davranış kesinlikle tarifi imkansız bir pişmanlık ve hüsrandır…;

‘’’ Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize..." derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür.’’’ (EN’AM SURESİ / 31)
Son düzenleyen asla_asla_deme; 10 Mayıs 2008 13:24
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
30 Aralık 2011       Mesaj #5
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Bizler günümüzde iman adına öyle yanlışlar yapıyoruz ki, yaptığımız hataların farkında bile değiliz. Yaptığımız yanlışın başında dinimizi yaşarken Kur’an ve akıl ölçüsünü zerre kadar kullanmadan, başkalarının verdiği bilgiler ve düşünceler doğrultusunda iman ediyoruz. İşte bu yanlışımız bizleri yavaş yavaş, şeytanın kucağına yaklaştırmaktadır.


Sizlere günümüz de yaptığımız yanlışlara, dinimizi yaşamak adına yaptığımız hatalarımıza bir örnek vermek istiyorum. Bir kardeşimiz okuduğu bir yazıma yazdığı bir cevabından alıntı yaparak, onun İslam a bakış açısını, yol ve yöntemlerini, İslam ı nasıl anladığını ve hayatına geçirmeye çalıştığını, kendisine verdiğim cevabı naklederek, sizlere sunmak istiyorum. Yorum sizlerin.



Önce arkadaşımızın cevabından, çok önemsediğim sözlerini yazalım. Bundan sonraki söylediklerim, cevap verdiğim arkadaşımıza hitaben olacaktır.

(Hadis ulemasının ittifak ettiği hadisleri kabul etmek, aklın gereğidir. Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır. Mesela recim konusu, dört mezhebin ittifakıyla vardır. Dört dev âlim görüş birliği etmiş.)


Sözlerinizin son kısmından başlayalım. Recm, yani fuhuş yapanı taşlayarak öldürme konusu, kesinlikle Hanefi mezhebinin onay verdiği bir inanç değildir, araya sokulan yanlış düşüncelerdir, bazı tarikat ve cemaat mensuplarının inançlarıdır, söylemleridir. Diyanet İşleri Başkanlığına isterseniz sorun, bu inanca Kur’an ın onay vermediğini söyleyecektir. Tam tersine Kur’an, fuhuş yapan erkek ya da kadın ayrım yapmadan, ikisinin de, herkesin gözleri önünde kırbaçlanması cezasını getirmiştir. Eğer recm cezasına inanırsak, Kur’an da ki bu konuda verilen, Rabbin emirlerine, ayetlerinin tersine hareket etmiş olduğumuz gibi, bahse konu ayetleri de inkâr etmiş oluruz. Bunu da sakın unutmayalım.


Kur’an insanın öldürülme konusunu çok özel konumlarda izin verir. Örneğin size öldürmek, yok etmek için saldıran din düşmanlarının karşısında, onlara sakın acımayın öldürün der. Fakat dikkat edin siz saldırın demiyor, onlar size saldırdığında, kendinizi savunmak adına onlara gereken cezayı verin der bizlere.

Yoksa size savaş açmamışlarsa, barış istiyorlarsa barışlarına cevap verin der. Yine çok önemli bir yerde ölüme izin verir, ama bunu söyledikten sonra yaptığı açıklamada çok önemlidir. Örneğin haksız yere insan öldürenin de cezası kısas yoluyla ölümdür. Fakat Allah kim onun canını bağışlarsa, ona kat kat sevap yazacağını söyler. Tabi burada canının bağışlanması onu hapisten kurtarır anlamında düşünmemek gerekir. Buradan da anlaşılıyor ki, ölüm o kadar kolay bir karar değildir. Hele canice taşlayarak öldürmek, asla Allahın emri hiç değildir.


Örneğin kölelerden bahsederken Kur’an ın tüm hükümlerini içine alan birçok özel ve düşündürücü bir hüküm verir. Kölelerin işleyeceği suçun cezası, hür insana verilen cezanın yarısı kadar verilir der. Dikkat edin bu genel bir hükümdür. Diyelim köle bir fuhuş yaptı, hür insanın fuhuşta cezası recm olsa idi, köle için bunun yarısı nasıl verilecekti? Bakın iyice düşündüğümüzde nasıl her şey ortaya çıkıyor şükürler olsun.


Fuhuş konusuna gelince. Recm yani taşlanarak öldürme, Kur’an ın insani ölçülerine, bizlere verdiği adalet anlayışına, şefkatle Rabbin yaklaşımına asla uymaz. Peki, recm olayı geçmiş tarihten nereden geliyor olabilir? İşte burası çok önemli. Yahudiler ne yazık ki içimize dinlerini öyle bir sokmuşlar ki, tıpkı bugün Dünyanın başına bela oldukları gibi, dinimizin de başına yüzlerce yıldır, baş belası olmuşlardır. Ama bunun farkında bile değiliz. Bakın günümüzdeki Tevrat ne diyor.

Yasanın tekrarı 22:
21 -Kızı baba evinin kapısına çıkaracaklar. Kent halkı taşlayarak kızı öldürecek. Babasının evindeyken fuhuş yapmakla İsrail'de iğrençlik yapmıştır. Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldıracaksınız.

Dinlerine çok bağlı Yahudilerin, siz bu Tevrat’taki hükmünü uyguladıklarını, duydunuz yahut gördünüz mü? Uygulamazlar çünkü doğruluğuna inanmıyorlar ki. Peki, İslam âlemi içinde bir kesim toplum, nasıl inanıyor Kur’an da asla böyle bir hüküm olmadığı halde? Bunun açıklamasını ne yazık ki akılla ve mantıkla yapmak pek mümkün değil. Eğer rehber Kur’an olurda, onun çizdiği yoldan asla sapmaz isek, bu tür yollara meyletmemizde mümkün olmayacaktır.


Şimdide bir an düşünelim. İslam âleminin bir bölümünde recm cezasına inanan ve uygulayanları hatırlayalım. Acaba kadından başka fuhuş suçundan bir erkeğin recm edildiğini, taşlanarak öldürüldüğünü gördünüz ya da duydunuz mu? Doğrusu ben görmedim, duymadım. Yakın zamanlarda bazı ülkelerde bir kadının recm cezasına çarptırıldığı söyleniyor. Fakat onunla fuhuş yapan erkekten hiç haber yok. Bu kadın kendi başına yapmadı ya bu fuhuş u? Peki erkek nerede? İşte Kur’an ile iman etmeyenlerin, varacağı adaletsiz sonuç.


Şimdide bana verdiğiniz cevabın diğer kısmına bakalım ne yazmışsınız?


Hadis ulemasının ittifak ettiği hadisleri kabul etmek, aklın gereğidir. Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır.



Hadis ulemasının kabul ettiği hadislerin kabul edilmesi, aklın ve mantığın gereği dersek, ucu açık dibi görünmeyen bir kuyuya atlamış oluruz. Hiçbir insan, hiçbir beşer hatasız olamaz. Nakil yoluyla, rivayetler kanalıyla yüzlerce yıl öncesinden gelen bilgilerin hepsinin doğru olacağını kabul etmek, önce akla ve mantığa, daha sonrada Kur’an ın tüm ayetlerine aykırıdır.

Hatırlayınız peygamberimizin veda hutbesi yaklaşık yüz bin kişinin huzurunda yapıldığı söylenir. Bu kadar kalabalıkta yapılan konuşmanın sözleri dahi günümüze, yedi değişik şekilde gelmiştir. Ya iki kişinin duyduğu sözler nasıl intikal etmiş olabilir günümüze, onu düşünmek bile istemiyorum. Bu konuda karar ve yorum kişinin kendisine kalmıştır. Her insan kendisinden sorumludur.

Elbette geçmişten gelen çok doğru bilgiler vardır, bunlardan günümüzde yararlanıyoruz çok da doğru yapıyoruz. Ama tüm bilgilerin gerçekten bahsedilen âlim kişilere ait olduğunu, onların sözleri olduğunu bilemeyiz. Bunlara fitne ve fesat sokanların ilavelerinin olması da çok doğaldır. Bunu da Yahudiler çok güzel başarmışlardır. Ayrıca bizler İslam ı geçmişte yaşamış zaman dilimi içinde, onların gelenekleri ve yaşam şekilleri ile hayatlarına geçirdiği şekliyle anlamaya çalışırsak, yanılgıya düşeriz. O devirde birisi uçaktan, uzaya gitmekten, televizyondan bahsetseydi, sanırım onu asarlardı. Kur’anı yaşadığın çağın gereklerine göre anlamak, bizleri doğruya götürecektir, elbette geçmişten faydalanıp dersler alarak.


İmamı Azam büyük bir âlimdir, onun felsefi düşüncelerini eğer anlayabilirsek, sanırım her şeyi çözeriz. Bakın birkaç sözünü hatırlatmak istiyorum. Çünkü onun bu sözleri her nedense hiç konuşulmaz.


(Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakup vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402)

(Yine onun: "Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352)


(Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, cahil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret.)


Bizler İmamı Azam ı hiç tanımıyoruz. Onun adına başkaları tarafından dine sokulan, Yahudi fitneleri ile belki de daha çok onu yanlış tanıyoruz. Onun içindir ki çok dikkatli olmalıyız. Yine şu cümlenize de cevap vermek isterim.

(Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır.)

Bizleri bağlayan yalnız ve yalnız Rabbin KİTABI KUR’ANDIR. Bunu asla unutmayalım. Çünkü peygamberimizi de bağlayan yalnız KUR'AN DI. Neden biliyor musunuz? Bakın Rabbim eğer aşağıdaki ayetleri bizlere indirmiş ise, acaba HÂŞÂ sözünden cayıp, Kur’an da olmayan bir hükümden hesap sorar mı?


Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.


Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.


Ahzap 2:Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır.

Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.


Değerli kardeşim, Yüce Rabbim elçisine bunları kullarıma söyle dedikten sonra, Kur’an dışından acaba sizin söylediğiniz gibi başka bilgilerden, hükümlerden de sorumlu tutar mı? Başka bilgiler bizler için Kur’an gibi BAĞLAYICI OLUR MU? Eğer bunu yaparsak, Kur'an ile beşer sözünü aynı kefeye koymuş oluruz ki, BU ŞİRKTİR.

Tüm bu söylediklerimi lütfen nefsinizde değerlendiriniz, ama Rabbin sözlerini de hiç unutmadan. Akıllı Müslüman her doğru bilginin peşinden koşandır. Akıllı Müslüman doğruyu eğriden ayırandır. Akıllı Müslüman aldanmaz, çünkü elinde aldanmamak için kontrol edecek, mihenk taşı FURKAN vardır.

Gerçek Müslüman doğru ve güzel bilginin içine hurafe ve yanlış bilgiyi almamak için çaba gösteren insandır. Daha açıkçası GERÇEK MÜSLÜMAN, AKLINI KUR’AN İLE BİRLEŞTİREN İNSANDIR.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK



Benzer Konular

12 Kasım 2005 / Misafir Türk ve İslam Dünyası
27 Mart 2017 / oguz1886 Cevaplanmış
10 Şubat 2007 / Misafir Türkiye Cumhuriyeti
11 Ocak 2014 / kralbenim Cevaplanmış
7 Mart 2017 / Misafir Cevaplanmış