Arama

Kıyamet Mahşer Günü ve Sonrası

Güncelleme: 5 Ocak 2013 Gösterim: 102.405 Cevap: 49
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
19 Şubat 2006       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Doğrusu, O, gerçeği getirmiş ve elçileri doğrulamıştır. Yine O diriltecektir. O her türlü yaratmayı bilendir. Siz elbette acı azabı tadacaksınız. Sadece yapmış olduklarınızın karşılığını görüyorsunuz. Kendilerini sadece ALLAH'a adamış kulları hariç. Onlar bilinen bir rızkı haketmişlerdir. 37/37-41

Sponsorlu Bağlantılar
Kıyam/Kıyamet: Ayağa kalkma, mahşerde toplanma, ayaklanma ...

Mahşer: Haşir yeri/toplanma yeri/toplanılan (yer) anlamlarına geliyor.

Kıyamet günü dediğimiz şey aslında "Diriliş/Ayağa kalkış Günüdür". Sura üfürüldüğünde çürümüş bedenler dahil tüm canlı varlıklar bu günde yeniden diriltilir ve yeniden derlenir (79/6-14, 22/7). Allah'ın huzurunda hesap vermeleri için mahşer yerine sürülürler (20/100-102). İşte bu günde görülecek olan sonuç "Hesap/Yargı/Din Günü"dür (82/18-19, 1/4). Hesap günü tüm canlıları Allah huzurunda toplayacak!

36/32 Hepsi toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.

78/17 Yargılama Günü, belirlenmiş bir vakittedir.

Peki canlılığı Allah yaratmış ise neden hesaba çekecek olsun? Diğer canlılarda olmayan bir özellik vardır insanda. "Özgür seçim hakkı+akıl". Allah, insanlara akıl/hafıza gibi bir lütuf bağışlamakla onu, diğer yaratılmışlara üstün ve şerefli kılmıştır.

17/70 Adem oğullarına onur verdik. Onları karada ve denizde taşıdık. Onları güzel nimetlerle besledik. Yarattıklarımızın bir çoğundan daha üstün kıldık.

Cennet'te iken iblis'in oyununa gelen ve dünyaya gönderilen insana, Allah akletmesi/aklını kullanabilmesi için bir fırsat/zaman belirlemiştir.

35/37- İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada) , öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi?(63) Size uyarıp-korkutan da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.

İşte bu dünya hayatında insanın kesin bir karar vermesi ve artık bu karara göre hayatına yön vermesi gerekiyor. Ya inanmalı - Ya inkar etmeli! İkisini de tercih etmeyenler ikiyüzlü sayılıyorlar ve inkarcılarla aynı akıbeti paylaşacaklar (4/142-145)! Fakat (samimice) tevbe edip durumlarını düzeltirlerse müstesna! (4/146) Allah, insanın bu seçiminde bir dayatma yapmıyor. Bu yüzden insan (seçiminin sonucu olarak) "Yargı Günü" nde yapıp-ettikleri ile hesaba çekilecek. Özgür seçim hakkın var, bunun sonucu olarak da "Hesap Günü" var! Eğer insanın özgür seçim hakkı olmasaydı Hesap Günü'nün olmasının bir anlamı olmayacaktı!

18/29 De ki, "Bu gerçek senin Rabbindendir." Dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Biz zalimler için onları çepeçevre saracak bir ateş hazırladık. Onlar her ne zaman feryad ederek yardım isteseler, derişik asit gibi yüzleri haşlayan bir su sunulur. Ne kötü bir içecek, ne kötü bir son!

74/54-55 Doğrusu, bu bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır.

80/11-13 Doğrusu, bu bir hatırlatmadır. Dileyen bundan öğüt alır. Onurlu kitaplardadır,

Ayetlerdeki "dileyen" ifadesine dikkat edin! Bu ifadenin kullanılması, insanın özgür seçim hakkının kendisine bırakıldığını kanıtlıyor olamaz mı? Şimdi şunu soranlar olacaktır. Özgür seçim hakkı/karar vermesi insanın kendisine bırakılmışsa, yok edilen topluluklara ne demeli? Kuran-ı Kerim'de bu tür halkların "azgın/zalim/cahil/zorba" lığı seçmelerinden/kendileri dışında kalan canlılara haksızlık etmeleri yüzünden helak edildikleri ve bu helake/yıkıma "kendi ellerinin kazandıkları şeylerin/özgür seçimlerinin" etken olduğu vurgulanmaktadır! Yani bazı insanlar kendi helaklerini/yıkımlarını kendileri ısrarla istemişlerdir.

29/53 Azabı getirmen için sana meydan okuyorlar! Belirlemiş olduğumuz bir zaman olmasaydı, o azap onlara gelecekti. Onlara ansızın, haberleri olmadan gelecektir.

11/32 Dediler ki: "Ey Nuh, sen bizimle tartıştın ve bizimle tartışmayı uzattın. Doğru sözlü isen haydi bizi tehdit ettiğin şeyi getir bakalım."

"29/40 Hepsini günahlarıyla yakaladık. Onlardan kimine çılgın bir fırtına gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de boğduk. Onlara zulmeden ALLAH değildi; onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

42/30 Size dokunan bir kötülük, işlediklerinizin bir sonucudur. O, bir çoğunu da affeder."

Peki "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz (76/30)" ayetinin hükmü ne oluyor? Bu ayette insanın seçim şansı olmadığı vurgulanıyor olabilir mi? Önceki ve sonraki ayetleri incelediğimizde bunun ne anlama geldiğini daha iyi kavrayabiliyoruz!

76/27 Bunlar şu geçici (dünya hayatını) seviyorlar ve önlerindeki ağır bir günü ise önemsemiyorlar. (Bazı insanlar dünyayı tercih etmişler/seçmişlerdir)

76/28 Onları biz yarattık ve yerleştirdik. Dilediğimiz zaman da onları benzerleriyle değiştiririz. (Mazlumların Allah'a ulaşan duası, zalimlerin gazaba uğraması için yeterli bir nedendir ve Allah mazlumların yanındadır)

76/29 Bu bir hatırlatmadır: Dileyen, Rabbine varan bir yol tutar. (Uyarıyı dinlemeyen/kabul etmeyen zalim biri değilsen, Allah sana kendisine ulaşman için yardımda/lütufta bulunur)

76/30 ALLAH dilemedikçe siz dileyemezsiniz. ALLAH Bilendir, Bilgedir. (İnancında samimi isen (yani samimice inanmaya karar vermişsen/kendini Allah'a teslim etmişsen/münafıklar gibi ikiyüzlü değilsen) Allah senin için hidayet diler. İkiyüzlü zayıf bir inanca sahipsen fakat ibadet yönünden diğer insanlardan üstün isen(!), işin yine Allah'ın dilemesine kalmıştır! Her iki durumda da "SON KARARI VERECEK OLAN ALLAH'TIR" ve elbette Allah, dilediği (samimi inanan) iyilerin çabasını boşa çıkartmayacaktır! Allah'ın, senden hoşnut kalacağı bir mümin olmaya bak!(89/28) Ve Allah'ın, zalimler için kararlaştırdığı/dilediği azabı da hiçkimse savabilecek değildir! 16/40 Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sadece "Ol," deriz ve o da olur)

76/31 O, dilediğini ve/veya dileyeni Rahmetine sokar. Zalimlere ise acı bir ceza hazırlamıştır. (Takva/iman ölçüne göre, yaptığın "SAMİMİ İMAN" seçimine göre, Allah'da dilerse yeniden Cennet'e dahil olabilirsin! AMA ÖNCE İNANMAYI SEÇMELİSİN/ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMELİSİN ve BUNDA SAMİMİ OLMALISIN!)

16/41 Zulme uğradıktan sonra ALLAH uğrunda göç edenleri, dünyada güzelce yerleştireceğiz. Ahiret ödüllleri ise daha büyüktür; bir bilseler...

Görüldüğü gibi zalimlerin kendileri için (istedikleri) kesinleşmiş azabı savma dilekleri geçersizdir. Allah mazlumların dileğini süratli kabul edendir! Demek ki Allah, inkar/zulüm seçimi yapmış zalimler için daha da bir (+) seçim hakkı tanımıyor. Zalimler için dedim dikkat edin! Herkes için değil!

10/99 Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. öyle iken insanları inanmaya sen mı zorlayacaksın?

10/100 Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse inananamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir.

Eğer Allah senin göğsünü İSLAM'a açmamış ise ne kadar inanıyorum desen de boş (6/125)! Mutlaka bir yerde hata yapıyorsundur! Ya İblis'in fısıltısına kulak asıyorsundur yada farkında olmadığın bir günahta ısrar ediyorsundur! Önce kendini hesaba çekmelisin (17/14-15, 50/16) ve inancını sağlam bir temele oturtmalısın! Bunu önce kendin kabul etmelisin! Samimi inanmaya başladığında ve kendini TEK ALLAH'a adadığında, Allah sana mümin olma/inanma izni verecektir ve bu şekilde Allah'a kavuşacaksındır. Örneğin Putperest bir toplumda yetişen Hz.İBRAHİM gibi. O, ataperestlerden farklı olarak aklını kullandı/düşündü ve Allah'a giden bir yol aradı, sonuç itibarı ile Allah'a inanmayı seçti. Akletmeseydi inanma/mümin olma imkanı var mıydı? Diğer putatapıcılardan bir farkı olacak mıydı? Allah, akıllı ile cahili neden bir tutmuyor dersiniz? (39/9) İnanmamayı seçmiş bir toplumun, Allah dileyinceye kadar inanmaları mümkün değildir! Allah, inananların yardımcısıdır!

4/146 Ancak tevbe eden, durumunu düzelten, ALLAH'a sarılan ve dinlerini sadece ALLAH'a ait kılanlar başka... Bunlar, inananlarla birliktedir. ALLAH inananlara daha sonra büyük bir ödül verecek.

10/98 Hangi toplum inanırsa, inancı ona yarar sağlar. Örneğin; Yunus'un halkı: İnandıkları zaman, bu dünya hayatındaki aşağılayıcı azabı kendilerinden kaldırdık. Bir süreye kadar onları nimetlerle yaşattık.

Şu halde inanan yada inanmayan tüm varlıklar, yaptıkları seçimin sonucu olarak hesaba çekileceklerdir. Allah'ın izin verdiği/onayladığı/desteklediği samimi inanan müminler, yeniden Cennet'e (Allah'ın Cennetlerinden birine) girecektir ve burada süresiz kalacaklardır.

48/5 Ve inanan erkeklerle inanan kadınları, içinden ırmaklar akan cennetlere ebedi kalmak üzere soksun ve onların günahlarını örtsün. Elbette bu, ALLAH'ın katında büyük bir başarıdır.

İnkarı/inanmamayı seçenler, Cehennem'e gönderileceklerdir. Dünyanın bir sonu var ama Cehennem'in bir sonu yok! Her buradan çıkmak istediklerinde yine/yeni/yeniden Cehenneme geri döndürüleceklerdir!

32/20 Ama yoldan çıkanların, işte onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak isteyişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: "Yalanlayıp, durduğunuz ateşin azabını tadın" denir.

_ Dünyanın Sonu ve Sonrası

20/15 Dünyanın sonu elbette gelecektir. Herkes yaptığının karşılığını görsün diye Ben nerdeyse onu gizleyeceğim.

40/59 Dünyanın sonu (Saat) elbette gelecektir, bunda kuşku olmasın. Ne var ki insanların çoğu inanmaz.

33/63 Halk senden Saat'i (dünyanın son saatini) soruyor. De ki, "Onun bilgisi ALLAH'ın katındadır; ne bilirsin, belki de o Saat yakındır."

Dünyanın sonu ile ilgili birçok mitolojik öykü anlatıldı ve birçok senaryolar üretildi. Holywood'a ilham kaynağı olan bu senaryolar kimilerinin kesesini doldururken kimilerinin de konu üzerinde yoğunlaşmalarını/düşünmelerini sağladı! "Kurtuluş Günü, Derin Darbe, Armagedon, Yarından Sonra vb." filmlerde değinilen tema, hemen hemen hepsinde aynıydı. Senaristlerin bu yokoluş hikayelerini oluştururken tamamen Kuran'dan esinlenmediklerini söylemekle birlikte daha çok "İncil ve Tevrat" taki Kıyamet anlayışından esinlenerek hazırladıklarını söyleyebiliriz. Merak edilen konu, bunun aslı nedir? Bu tür filmlerdeki senaryoların gerçekleşme ihtimali var mıdır?

Peki dünyanın sonu hakkında Kuran'da neler anlatılıyor? Sıralamaya çalışalım!

_ Hesap gününden önce Rabbin, işaret ve kanıtlarını bir şekilde göstermeye başlar ve bunların farkına "AKLEDENLER" varır,

41/53 Onun gerçek olduğu onlara apaçık oluncaya kadar onlara, ufuklarda ve kendi içlerinde ayetlerimizi (işaret ve kanıtlarımızı)göstereceğiz. Rabbinin her şeye tanık olması yetmez mi?

47/18 Saatin kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar? Kuşkusuz onun alametleri gelmiş bulunuyor. Onlara gelip çatınca kendilerine gelen mesajın ne yararı olur?

29/44 ALLAH gökleri ve yeri belli bir amaç için yarattı. Bunda inananlar için bir kanıt vardır.

_ Bir yer canlısı, insanlara aslında Allah'ın ayetlerine inanmadığını söyler,

27/82- Söylenen başlarına geleceği vakit, bunlar için yerden bir "dâbbe" (canlı) çıkarırız ki bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.

_ Yeryüzünü bir duman kaplar,

44/10-12 Göğün apaçık bir dumanı getireceği günü gözetle. İnsanları çepeçevre saracaktır; bu acı bir azaptır. "Rabbimiz, bizden bu azabı kaldır; biz inanıyoruz."

_ Yecüc ve Mecüc'ün orduları esaretten (Allah'ın izniyle) kurtulurlar ve önlerine çıkan herkesi öldürmek isterler,

21/96-97 Nihayet, Yecuc ve Mecuc'un önü açıldığı zaman, onlar her yönden saldırırlar. Hak sözün gerçekleşmesi yaklaşmış ve kafirlerin gözleri korkudan dona kalmıştır: "Vah bize, Biz bundan gaflet içinde idik. Biz gerçekten zalimler olduk."

_ Sura üfürülür herkes şoka girer ve panikler,

69/13 Boruya bir kez üfürüldüğü zaman,

101/1-4 Şok. Hem de ne şok! Şoke edenin niteliği sana bildirildi mi? O gün halk, yayılmış kelebekler gibi olur.

_ Sura üfürülüşle Allah'ın diledikleri hariç herkes ölür/bayılır ve bir müddet sonra ayılırlar, bayılanların müminler olmaları muhtemeldir -ki geriye inanmayan zalim/münafık/kafirler kalır ve felaketler bunların üzerine yağmaya başlar,

39/68 Boruya üflenir üflenmez göklerde ve yerde kim varsa, ALLAH'ın diledikleri hariç kendinden geçip bayılırlar. Sonra ona tekrar üflenir de onlar ayağa kalkıp bakışırlar.

_ Atmosfer ve koruyucu tabaka ortadan kalkmıştır,

13/41 Yeryüzünün uçlarından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? ALLAH hüküm verir ve O'nun hükmünü izleyip çevirecek de yoktur. O, en hızlı hesaplıyandır.

21/44 Halbuki biz onları ve atalarını yaşlanıncaya kadar nimetlendirdik. Yeryüzünün uçlarından habire eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Buna rağmen onlar mı üstün gelecek?

_ Güneş yaklaşır yada dünya güneşe yaklaşır yahutta güneş başka (büyük) bir güneşe yaklaşır,

82/2 Gezegenler saçıldığı zaman,

36/38 Güneş belirlenmiş olan rotasında akıp gitmektedir. Bu Üstün ve Bilgin olanın kurduğu bir düzendir.

_ Yıldızlar/meteorlar Şeytan izleyicilerinin tepelerine düşmeye başlar,

81/2 Yıldızlar sönüp düştüğü zaman,

67/5 En aşağı göğü lambalarla süsledik ve onları şeytanlar için bir taşlama kıldık. Onlara alevli ateş azabını hazırladık.

_ Yeryüzü şiddetle sallanır ve dağlar parçalanır,

79/6-8 O gün o sarsıntı sarsar. Ardından bir diğeri izler. O gün yürekler titrer.

69/14 Yer ve dağlar kaldırılıp birbirine çarpılıp darmadağın edildiği zaman,

78/20- Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.

_ Eriyen buzullar ve/veya taşan denizler, kabirlerdekileri dahi dışarı çıkarmaya/atmaya başlar,

81/6 Denizler kaynatıldığı zaman,

82/3-4 Denizler akıtılıp taşırıldığı zaman, Mezarların içi dışına çevrildiği zaman,

_ Sığınılacak hiçbir yer kalmamıştır, yeryüzü artık dümdüz olmuştur ve hiçbir canlı da kalmamıştır,

42/47 ALLAH katından, geri çevrilmesi olanaksız olan gün gelmezden önce Rabbinize cevap veriniz. O gün sizin için ne bir sığınak ne de bir koruyucu vardır.

20/105-107 Senden dağları sorarlar. De ki, "Rabbim onları ufalayıp savuracak." , "Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.", "Orda ne ufak bir eğrilik ne de bir tümsek göreceksin."

_ Göğe uzanan kapılar açılmaya/belirmeye başlar,

78/19 Gök açılmış; kapı kapı olmuştur.

69/16-17 Gök yarılmıştır, parçalanmıştır. Melekler her yandadır. Rabbinin yönetimi o gün sekiz (evren) üzerinde egemen olacaktır.

_ Daha sonra ilk Adem'den son Adem'e dek herkes mezarlarından çıkarılır,

36/51-52 Boruya üflenince, onlar mezarlarından kalkıp Rab'lerine koşacaklar. "Vay halimize" derler, "Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın söz verdiği şeydi. Demek elçiler doğru söylemişti."

70/43 O gün mezarlarından hızlı hızlı çıkarlar; kurban taşına sürülüyorlarmış gibi...

_ Daha önceden ölmüş olanlara dahi yeniden beden giydirilir,

36/78-79 Ve yaradılışını unutarak bize örnekli bir soru yöneltti: "Çürüdükten sonra kemikleri kim diriltecek?" De ki, "Kim onları ilk kez yarattıysa onları yine O diriltecek. O her türlü yaratmayı bilendir."

75/3-4 İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayız mı sanıyor? Evet; parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.

_ Ruhlar/nefisler eşleştirilir,

81/7 Nefisler/kişiler eşleştirildiği/çiftleştirildiği zaman,

_ Allah kendisi ve/veya Nuru bunların arasına zuhur eder. Yazıcı meleklerin kayıtları (50/17, 43/80), Kitap ve diğer tanıklar/peygamberler de getirilirler,

89/22-23 Rabbin, dizi dizi meleklerle birlikte geldiği zaman, Ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insan anlayacaktır. Artık anlamanın kendisine ne yararı var ki!

39/69 Yer, Rabbinin ışığıyla parlar. Kitap konur. Peygamberler ve tanıklar getirilir. Aralarında gerçeğe göre hüküm verilir ve onlara zulmedilmez.

_ Tüm canlılar kitleler halinde - imamlarının/önderlerinin arkasında hesap yerine getirilirler, kaydedici meleklerin kayıtlarının sağ taraftan verilenlerin yüzleri güler,

17/71 Her bir halkı önderleriyle birlikte çağırdığımız gün, kitabı sağından verilenler kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.

69/19-22 Kitabı sağından verilen, "Alın kitabımı okuyun," der, "Hesabımla karşılaşacağıma inanıyordum." O mutlu bir yaşantı içindedir, Yüksek bir cennette (bahçede),

84/7-9 Kitabı sağ taraftan verilen, Kolay bir hesaba çekilecek, Ve arkadaşlarına sevinç içinde dönecektir.

_ Fakat kitabı/kaydı sol tarafından veya arka tarafından verilenler ise hayal kırıklığına uğrarlar,

69/25-27 Kitabı solundan verilenlere gelince, onlar, "Keşke kitabım bana verilmeseydi," der, "Hesabımın ne olduğunu öğrenmeyeydim.", "Keşke ölümüm sonsuz olsaydı."

84/10-12 Kitabı arkasından verilen ise, Yok olmayı arzulayacak, Ve bir ateşte yanacaktır.

56/41-42 Sol tarafta bulunanlar, sol tarafta olacaklardır. İşleyen ve kaynayan bir azap içindedirler.

_ İnsanoğlu, elçileri ve uyarıları kabul etmediği/yalanladığı için, hesaba çekileceğini de kabul etmezdi, burada da elçileri yalanlamaya çalışır ama Allah ağızlarına mühür vurur ve bu kez yaptıklarını elleri ve ayakları anlatmaya başlar,

78/27-29 Onlar bir hesap ummuyorlardı. Ve ayetlerimizi, mucizelerimizi yalanladılar. Halbuki biz herşeyi sayıp yazmıştık.

36/65 O gün ağızlarına mühür vururuz da, bizimle elleri konuşur ve yapmış olduklarına da ayakları tanıklık eder.

_ Herkes yapıp-ettiğinin karşılığını tastamam görmektedir,

45/22 ALLAH gökleri ve yeri belli bir amaç için yarattı ki her can, kazandığının karşılığını haksızlığa uğramadan görsün.

50/29 "Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara asla haksızlık etmem."

_ Hesabı görülenleri Allah tekrar öldürür ve zaten ölmemiş/ölmeyecek olan, Allah'ın önceki Cennet'te lutfettiği/bahşettiği bugünü bekleyen insanın ruhu/nefsi/özü, Cennet'lerden birine (Adn Cennetine) götürülür ve burada bu manzaranın benzeriyle daha önce de karşılaştığını anımsar (bu, dünyaya gönderilmeden önceki Test Cennet'i olabilir ve/veya dünyadaki müthiş güzellikteki adalar/koylar vb. de olabilir) ve sonuç olarak tekrar Allah'a kavuşmuştur,

40/11 Diyecekler ki, "Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Şimdi günahlarımızı itiraf ettik. Buradan bir çıkış yolu var mı?"

2/28 ALLAH'ı nasıl inkar edersiniz? Siz ölüler idiniz o sizi diriltti. Sonra sizi öldürür ve tekrar diriltir ve sonunda ona döndürülürsünüz.

2/25 İnanıp erdemli davrananları, içlerinde ırmaklar akan cennetlerle (bahçelerle) müjdele. Kendilerine oradaki ürünlerden rızıklar sunulduğunda "Bu, daha önce bize sunulan nimetlerdir," derler. Böylece, kendilerine mecazi tanımlar (benzetmeler) verilir. Onlar için orada tertemiz eşler vardır ve onlar orada ebedi kalıcıdırlar.

Yorum: Ben düşünüyorum ki, hesap gününe mahsus olmak üzere, her çürümüş kemiğe dahi yeni bir beden giydirilir (-ki insanlar bu şekliyle sorguya çekilir). Burada da günahlarını inkar etmek isteyecek olan günahkarlara, bu kez bedenleri şahitlik/tanıklık etmeye başlar (aleyhlerinde)! Hesap görülme bittikten sonra tüm insanların (bedenlerinin) yeniden öldürüleceğini tahmin ediyorum ki, Cennetler bilindiği gibi ruhani/bedensiz varlıkların konakladığı manevi bir alemdir. Ve insanın ruhunun/nefsinin/özünün ölümsüz olduğuna (öldükten sonra ruhun, hesap günü için bekletildiğine -23/100) inandığımdan, Cennet'e gönderilecek olanın da, insanın (bu) özünün olduğunu düşünüyorum. Veya,

Yeniden giydirilen beden eğer bildiğimiz beden gibi ise ve bu halde Cennet'e dahil edilecekse, kendisine ihtiyaç duyacağı yeme-içme vb. ihtiyaçlarından dolayı Cennet'te pek hoş manzaralar oluşmayacaktır. Ve eğer yeni bedenlerimiz eskisine benziyorsa ölümsüzlük/ebedilik nasıl mümkün olacak? -ki,

Dünya'da, insan hayatının uzun yada kısa olması, tedarik ettiği ihtiyaçlara bağlıdır (hava-su-yiyecek). Cennet'te de (bir çeşit içecek ve yiyecek) olduğunu Kuran'dan öğreniyoruz. Öyleyse Cennet'te canlılığı devam ettirecek ayrı bir hava/gaz solunması söz konusu mudur? Ayrıca vücudun yıllar içinde yıpranmaya uğrayacağı da malum (-ki oysa Cennet'te sonsuza dek kalınacak deniyor)! Bu bedene lazım olan ihtiyaçların/gereksinimlerin değişik bir reaksiyonla hemen tepkimeye geçmesi gerekir ve yine (bir çeşit) hava ile geriye verilmesi mümkün olabilir mi? Yani "ruh ve beden, ikisini de idare edebilecek gereksinimler (bildiğimiz metalardan farklı şekilde) burada (özel olarak) oluşturulacak" diyebilir miyiz?

(Hemen üstteki) ilk ayete bakarak, iki kez ölüm ve iki kez dirilmenin nasıl olabileceğini şu şekilde açıklasak yanlış mı olur?

_ Hesap gününden önce (dünyanın sonu ile) tüm canlıların ölmesi ilk ölüm,

_ Hesap günü için nefislerin eşleştirilmesi ve/veya ikinci bedenlerinin verilmesi ilk diriliş,

_ Hesap görüldükten sonra yeni verilen bedenlerin (tanıklık görevlerinin bitmesinin ardından) geri alınması ile ikinci ölüm ve

_ Yeni bedenlerinden de kurtulan (ikinci kez dirilen) insanlar (ruhlar/nefisler/özleri) Cennet veya Cehennem'e gönderilirler diyebilir miyiz?

Biz insanlar, ancak mevcut ifadelere bakarak değişik yorumlar yapabiliyoruz. Mevcut bilgiler (ayetler) dışında yapılan yorumlar gayb-i aktarım sayılacaktır ki bu da Kuran'da hoş karşılanan bir durum değildir. Elbette herşeyi (gaybı da) hakkıyle bilen yalnızca Allah'tır!

_ Zulüm/Cehalet/İsyan ve sapıklıkta sınır tanımayan inkarcılar (-ki Şeytan'ın dostudurlar), zakkumlarla donatılmış yollardan/geçitlerden Cehennem'e götürülürler (-ki Şeytan Cehennem'e yalnız gireceği korkusuyla Allah'tan, sapmaya meyilli olan insanları da beraberinde götürmek için izin istemiştir (15/28-43)), [1]

19/83 İnkarcıların üzerlerine şeytanları yolladığımızı görmez misin? Onları kışkırtıp duruyorlar.

15/43-44 "Cehennem hepsinin buluşma yeridir.", "Onun yedi kapısı vardır ve her bir kapı için onlardan belli bir pay vardır."

44/43-45 Elbette, zakkum ağacı, Günahkarın yiyeceğidir. Derişik asit gibi ve midelerde kaynayacaktır.

_ Zenginlik(!) içinde şımaran kibirli cahiller/yoksulu ezenler için Cehhennem'de özel bir yer tahsis edilmiştir (yada özel bir durum oluşturulmuştur), diğerlerine ibretlik için,

69/28-37 "Param bana yaramadı." , "Tüm gücümü yitirdim." Yakalayın, bağlayın onu. Ve sonra cehennemde yakın. Sonra, onu yetmiş arşın boyunda bir zincire vurun. Çünkü o, Yüce ALLAH'a inanmıyordu. Yoksullara yedirmeğe de çalışmıyordu. Bu yüzden onun buralarda bir dostu yoktur. Hiç bir yiyeceği de... İrin hariç, Onu ancak günahkarlar yer.

_ Melekler ruhları/nefisleri/insanları hakettikleri yere kitleler halinde götürürler ve Cennetlikler, Cehennemliklerin üstünden/yanından geçerler,

39/73 Rablerini sayıp dinleyenler ise yığınlar halinde cennete götürülürler. Oraya vardıklarında onun kapıları açılır ve bekçileri onlara, "Size barış olsun; kazandınız. Haydi temelli kalmak üzere oraya giriniz," derler.

7/41 Onlar (Cehennemlikler) için cehennemden bir yatak ve üstlerinde de bir örtü vardır. Zalimleri işte böyle cezalandırırız.

_ Melekler Cennetlikleri Cennet kapılarında selamlarlar,

21/103 O en büyük korku onları üzmez. Kendilerini melekler, "İşte bu, size söz verilen gününüzdür!," diye karşılar.

16/31-32 İçlerinden ırmaklar akan Adn cennet (bahçe) lerine girerler. Orada her diledikleri şeyi bulurlar. ALLAH erdemlileri işte böyle ödüllendirir. İyi durumdayken melekler canlarını almaya geldiklerinde, "Selam size olsun. Yaptıklarınızın karşılığı olarak cennete giriniz," derler.

_ İnanan her erkek ve dişiyi (Cennet'e girdikten sonra) kendilerini yaşıt eşler karşılarlar, bunlar sadece birbirilerine ait olan eşler/hurilerdir!

55/56 Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir cin tarafından dokunulmamış, bakışlarını dikmiş eşler vardır.

78/31-33 Erdemliler için kurtuluş vardır. Bağlar, bahçeler... Genç ve yaşıt eşler...

56/35-38 Biz kadınları yeniden biçimlendirdik. Onları, gençleştirdik. Mükemmel biçimde eşlenmişlerdir. Sağ tarafta olanlar içindir.

_ Ebedi Cennet hayatında kendisine lazım gelebilecek gereksinimlerden süresiz/sınırsız yararlanacaklardır,

61/12 Günahlarınızı bağışlar ve sizi içinden ırmaklar akan bahçelere ve Adn bahçelerindeki saraylara sokar. Büyük başarı budur.

22/23 ALLAH inanıp erdemli bir hayat sürenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere (bahçelere) sokar. Orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Orada giysileri de ipektir.

20/76 Adn bahçeleri ki altından ırmaklar akar. Orada ebedi kalıcıdırlar. Arınanların ödülü işte böyledir.

_ Cehennemlikler de Cennetlikleri her gördüklerinde onlarla birlikte gitmeyi/olmayı isterler ama nafile -derin bir çukurdadırlar,

7/50 Ateş halkı, cennet halkına seslendi: "Suyunuzdan, yahut ALLAH'ın size verdiği bazı nimetlerden üstümüze akıtın." Onlar da dediler ki: "ALLAH bu ikisini kafirlere haram kılmıştır."

57/13 O gün, ikiyüzlü erkekler ve kadınlar inananlara, "Bize bakın da sizin ışığınızdan alalım," diyecekler. Onlara, "Geriye dönün de ışık arayın," denir. Aralarına, iç taraftaki merhametle, dış taraftaki azabı ayıran kapılı bir engel konacaktır.

101/8-11 Kimin de tartıları hafif gelirse, Onun da anası uçurumdur. O uçurumun ne olduğunu bilir misin? O, kızgın bir ateştir! [2]

_ Buradan çıkmayı her istediklerinde kapılar üzerlerine kapanır, aralarında bir engel ve kapılarında da kesin emir almış bekçiler vardır. Cahil/zalimler, bu günle karşılaşacaklarını uman müminlerle alay etmişlerdi/onlara zulmetmişlerdi,

7/40 Ayetlerimizi inkar edenlere ve onlara karşı büyüklük taslayanlara göğün kapısı açılmaz ve deve iğne deliğinden geçmedikçe de cennete girmezler. Suçluları böyle cezalandırırız.

7/44-49 Cennet halkı cehennem halkına seslenir: "Rabbimizin bize söz verdiğini gerçek olarak bulduk. Rabbinizin size söz verdiğini siz de gerçek olarak buldunuz mu?" "Evet!," derler. Biri aralarında şunu ilan eder: "ALLAH'ın laneti zalimlerin üzerine olsun." Onlar ki ALLAH'ın yolundan alıkoyarlar ve onu eğriltmek isterler. Ahiret konusunda da inkarcıdırlar. Cennet ile Cehennemin Ortasında Kalanlar. Aralarını bir perde böler. Orta yerde de bazı kimseler var ki herkesi görünüşlerinden tanırlar. Cennet halkına, "Selam size," diye seslenirler. Bunlar oraya (cennete), canları istedikleri halde giremediler. Gözleri ateş halkına çevrildiğinde, "Rabbimiz, bizi zalim toplulukla birlikte bulundurma," derler. Orta yerde bulunanlar, görünüşlerinden tanıdıkları kimselere seslenirler: "Sizin cemaatiniz ve büyüklük taslamış olmanız size hiç bir yarar sağlamadı.", "ALLAH onlara bir rahmet dokundurmayacak diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı?" (Orta Yerdekilere şunlar denecektir "Cennete girin; size bir korku yoktur ve üzülmeyeceksiniz de."

Yorum: "Orta yerde kalanlar" şehitler ve/veya öldürülenler olabilir. Yada çocuk yaşta ölenler de olabilir. Dünyada iken iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı bir etki/zorlama sebebiyle ayırt edememiş veya bu seçim hakkı ellerinden bir şekilde alınmış olan kişiler de olabilir! En doğrusunu elbette Allah bilir!

23/109-111 "Kullarımdan bir grup, 'Rabbimiz, inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.' derdi.", "Sizse onları alaya aldınız ve onlar yüzünden beni anmayı unuttunuz. Onlara gülüp duruyordunuz.", "Bugün ben, onlara sabretmelerinin karşılığını verdim. Kazananlar işte bunlardır."

66/6 Ey inananlar, yakıtı halk ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin üzerinde sert ve güçlü melekler olup, ALLAH'ın buyruğuna karşı gelmezler ve kendilerine ne emredilmişse onu uygularlar.

_ Cehennemlikler için hesapları ağırdan alınır, bu sonucu isteyenlerin sayısı çok olduğundan grup grup yollanırlar. Öyleki bir müddet sonra Cehennem'in taştığı zannedilir, oysa Cehennem'in 6 kapısı daha vardır!

7/182 Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar farketmeden onları yavaş yavaş sonlarına yaklaştıracağız.

39/71 İnkar edenler yığınlar halinde cehenneme götürülürler. Oraya vardıklarında onun kapıları açılır ve bekçileri onlara, "Size, Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bu gününüzle karşılaşacağınız konusunda sizi uyaran sizden elçiler gelmemiş miydi?" derler. "Evet. Ancak 'ceza' sözü inkarcılar hakkında gerçekleşmiştir," diye karşılık verirler.

50/30. O gün cehenneme: "Doldun mu?" deriz, o: "Daha var mı?" der.

15/44 "Onun yedi kapısı vardır ve her bir kapı için onlardan belli bir pay vardır."

_ Alçaltıcı azabın hiç değilse bir anlığına ertelenmesini isterler, oysa şanslarını daha önce zaten (inkarla) kullanmışlardı,

40/49. Ateşte olanlar, cehennemin bekçilerine: "Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azâbımızı hafifletsin" derler.

40/50 Onlar da derler ki, "Elçileriniz size apaçık delillerle gelmemiş miydi?" "Evet" derler. Bunun üzerine onlar, "Öyleyse kendiniz yalvarın. Ne var ki inkarcıların yalvarması sonuç vermez."

_ Allah'ın ayetlerini ve O günü inkar eden bu cahil/zalimler pişman olurlar ama pişmanlıkları bir yarar sağlamaz, çünkü artık karar verilmiştir!

67/6-11 Rab'lerini inkar edenler cehennem cezasını hakketmişlerdir. Ne kötü bir duraktır. Oraya atıldıkları zaman, onun kaynayıp tüterken uğultusunu işittiler. Nerede (nerdeyse) ise öfkeden patlayacak! İçine her ne zaman bir grup atılsa, oranın gardiyanları, "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" diye sordular. Onlar da dediler ki, "Evet, bize bir uyarıcı gelmişti, ama biz yalanladık ve, 'ALLAH hiçbir şey indirmemiştir. Siz tümüyle sapıtmışsınız,' dedik.", "Dinleseydik veya aklımızı kullansaydık biz şu ateşin halkı içinde olmazdık," dediler. Böylece günahlarını itiraf ettiler. Ateşin halkı uzak olsunlar.

DİNLE! ONLARIN ÇIĞLIKLARINI SEN ŞİMDİDEN DUYABİLİYOR MUSUN? ACİZLİK VE REZİLLİKLERİNİ HAYAL EDEBİLİYOR MUSUN? BU SAHNELERİ TASAVVUR EDEBİLİYOR MUSUN? İNANMIŞ OLSAN DA OLMASAN DA AKIBETİN "HESAP GÜNÜ"DÜR VE BUNU HİÇ KİMSE ERTELEYEBİLECEK YADA SAVABİLECEK DEĞİLDİR! İNANMIŞSAN KÂZANIRSIN! İNKARI SEÇMİŞSEN KAYBEDERSİN! (23/102-103, 41/46) ÖYLEYSE SEN, ÖLÜM SANA GELMEDEN EVVEL AL TEDBİRİNİ! MERHAMETİ BOL OLAN ALLAH'IM, SANA BU DÜNYADA BİR ŞANS DAHA VERDİ! VE SANA MASAL ÖĞRETMEDİ! UNUTMA, SEN, SANA VERİLENLERDEN HESABA ÇEKİLECEKSİN, ATALARININ ÖĞRETİLERİNDEN DEĞİL! EĞER ATALARININ CENNET'E GİRECEĞİNDEN 100% EMİN DEĞİLSEN, ŞU ANDAN İTİBAREN KURAN'A SARILMANI VE KESİN BİR TEVBE ETMENİ TAVSİYE EDERİM! ÇÜNKÜ YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!

4/18 Sürekli kötülük işleyen ve kendilerini ölüm yakalayınca, "Ben artık tövbe ettim," diyenlerin tövbesi geçersizdir. İnkarcı olarak ölenlerin de tövbesi geçersizdir. Onlar için acıklı bir azap var.

10/90-91 İsrail oğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu ise küstahça ve düşmanca arkalarına düştü. Boğulmak üzereyken, "İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben müslümanım," dedi. "Çok geç! Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculardan olmuştun."

_ Kendinizi Kandırmayın!

Cehennemlikler, (dünyada iken) günahlarının karşılığını Cehhennem'de ödedikten sonra(!) Cennet'e gönderileceklerine ve bu torpile de peygamberlerinin şefaatı sayesinde(!) kavuşacaklarına inanırlardı. Oysa Kuran'a göre bu, pek de mümkün görünmüyor! Lakin Peygamberler de hesaba çekilecek! (7/6) Cehennem kuyusuna atılanın oradan çıkma ihtimali yoktur! (Allah dilerse başka)

2/80 "Sayılı birkaç gün dışında ateş bize değmeyecek," dediler. De ki: "ALLAH'tan böyle bir söz mü aldınız -ki ALLAH verdiği sözden dönmez- yoksa ALLAH adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"

74/47-49 "Nihayet (şimdi) kesin gerçeğe ulaştık." Aracıların şefaati onlara bir yarar sağlamaz. Öyleyse neden bu mesajdan yüz çeviriyorlar.

Allah'a kavuşmayı arzulayanlar, hesap gününde hesaba çekileceğini umanlar, KURAN'A SARILSINLAR! Allah'ın ilk emri "OKU"dur (96/1-5, 29/51). Neden "oku!"? Öğrendiklerinden ve öğrendiklerini hayata nasıl ve/veya ne şekilde geçirdiğinden sorulacaksın da ondan! Sınırı/haddini aşarak "cahil/kibirli/zorba/zalim" biri olmayı mı seçmişsin? Yoksa düşünüp sakınan, iyi bir mümin mi olmuşsun? Bunun sonucunu/hakettiğin sonucu, her nefis gibi sen de, elbette öğreneceksin/göreceksin! Ve unutma, hiçbir kimseden yardım da görmeyeceksin!

26/88-89 O gün, paranın ve çocukların yararı olmayacaktır. ALLAH'a mükemmel bir kalp ile gelenler hariç.

82/19 O gün kimsenin kimseye yardımı dokunmaz. O gün tüm kararlar yalnız ALLAH'a aittir.

Öyleyse sen, Allah'a karşı samimi olmaya çalış! Tüm canlıları Allah yaratmış ise, O'ndan daha iyi tanıyabilecek yoktur! Ve kimse Allah'ı kandırabilecek de değildir! Deneyenler ise lanetlenmiş/mühürlenmişti! Kimbilir belki de birçoğumuz onların torunlarıdır! Şu halde onlarla aynı yere, onların arkasında/önderliğinde (Cehenneme) gidecek miyiz, yoksa orası için bir kurtuluş rehberi/umudu olan Kuran'a mı sarılacağız?

6/104 Rabbinizden size aydınlatıcı bilgiler gelmiş bulunuyor. Kim görürse kendi yararına, kim körlük ederse kendi zararınadır. Ben üzerinize bekçi değilim.

43/44 Bu, sana ve halkına bir mesajdır; ondan sorulacaksınız.

33/72 Biz sorumluluğu (sınanmayı) göklere, yere, dağlara sunmuştuk da onlar onu yüklenmekten çekinmişler ve kabul etmemişlerdi. Ancak onu insan yüklendi; o zalim ve cahil olmuştu.

44/38-40 Biz, gökler, yer ve aralarındakileri oyun eğlence için yaratmadık. Biz onları ancak belli bir amaca göre yarattık. Ne var ki onların çoğu bilmezler. Hepsi Karar Günü topluca buluşacaklardır.

33/73 Böylece, ALLAH ikiyüzlü erkekleri ve kadınları, ortak koşan erkekleri ve kadınları cezalandırır ve ALLAH inanan erkeklerin ve kadınların ise tevbelerini kabul eder. ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.

Not: Bazı okuyucularımız açıklamalarımıza bakarak, (haşa) insanların istemesinin, Allah'ın dilemesinden önde olduğu fikrine kapılabilir. Allah'ın alnından tutup denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Kainattaki her canlı ve cansız varlık Allah'ın gözetiminde ve kontrolündedir (11/56). İnsana lütfedilen aklı kullanma veya kullanamamalarına göre bir seçim yapması/bir yol belirlemeleri gerekmektedir (42/47). Allah, inanmayı isteyen/dileyen insanların göğsünü İslam'a açmakta ve inanmış biri olarak Allah'a ulaşmalarına ruhsat tanımakta/izin vermektedir. Allah'ın izin verdiği müminlerin, Şeytan'a prim vermeleri de söz konusu değildir. Şeytan, sapmaya meyilli olan inkarcıları saptırmak için izin almıştır fakat müminlere bulaşmasına izin verilmemiştir (15/39-40). Allah'ın inanma izni vermediği (-ki onlar münafık/ikiyüzlü/kafirlerdir) ne kadar direnirlerse dirensin, ne kadar dilerlerse dilesinler, ancak Allah izin verirse imana kavuşabilmektedirler. Çünkü bu inkarcıların kalplerini Allah mühürlemiş, yine Allah dilerse mühür kalkacaktır! Bu farka dikkatinizi (acizane) çekmek isterim! Herşeyi hakkıyle bilen sadece Allah'tır ve en doğrusunu Allah bilir! (3/29)

[1] Cehennem zakkumu farklı bir bitki olsa gerektir! (37/62-66) Nitekim dünyadaki (ismini insanların koyduğu) bir bitki olan zakkumun, ateşin dibinde yetişiyor olması ateistlere pek abes gelmektedir. Oysa bizim de, Cehennem'in dibinde biten zakkumun dünyadaki zakkum olduğunu iddia edebilmemiz için, sözkonusu ayetlerde "sizin bildiğiniz ve/veya yetiştirdiğiniz ağaç" denilmesi gerekirdi. Fakat bunun bildiğimiz zakkumdan farklı bir zakkum olduğu muhtemeldir (37/65). (En doğrusunu Allah bilir)

[2] Buradaki ayetlere bakarak şöyle bir benzetme yapabilir miyiz? 8 katlı bir apartman düşünün, giriş kapısına kadar heryer zakkumlarla donatılmış. Cehennemlikler bu manzarayı görünce, Cennet'e gireceğini zannederler (37/63). Oysa zemin katta Cehennem vardır (-ki alabildiğine derin bir çukur/uçurumdur), kapıdan girer girmez bu kuyuya/uçuruma itilirler (83/16). Bunun üstünde 7 kat Cennet vardır! Cehennem'in en üstünde/tepesinde (saydam) bir kapı vardır ve Cennetliklerin durumları Cehennemliklere gösterilir. Bunu gören Cehennemlikler, onlar gibi olmak/onların yararlandığı nimetlerden yararlanmak isterler. Fakat pislik ve rezilliğe mahkum olmayı kendileri seçmiştir. İşte bunlar dünyada iken (zulüm/inkar/cehaletlikleri ... ile) müminleri pis ve rezil olarak görüyorlardı! Şimdi ise kendileri bu durumdalar! (En doğrusunu Allah bilir)

28/56 Sen sevdiğini doğruya iletemezsin. Dilediğini doğruya ileten sadece ALLAH'tır. Doğruya ulaşmayı hakedenleri en iyi bilen de O'dur.



BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 31 Mayıs 2008 16:02
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KIYAMET ÖNCESİ SON DEVRE ALÂMETLERİ

«İşte İsevîliğin din-i hakikisi zuhur([225]) ile ve İslâmiyet’e inkılab etmesiyle çendan âlemde ek­se­riyet-i mutlakaya nurunu neş­reder. Fakat yine kı­yamet kop­masına yakın tekrar bir dinsizlik cere­yanı baş gösterir, galebe eder. Ve “Elhükmü-lil-ek­ser”([226]) ka­ide­since, yeryü­zünde “Allah Allah” diyecek kalmıya­cak, yani ehemmi­yetli bir cemaat, Küre-i Arz’da mü­him bir mevkie sahip ola­cak bir surette “Allah Allah” denilmiyecek demektir. Yoksa ekalli­yette([227]) kalan veya­hut mağlub düşen ehl-i hak, kıya­mete kadar baki kalacak; yalnız, kıyametin kopa­cağı anında, kı­yametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına ko­pacak­tır.» (Mektubat sh: 58)
Sponsorlu Bağlantılar
«Amma Güneşin mağribden tulûu ise, be­dahet de­recesinde bir alâmet-i kıya­met­tir. Ve beda­heti için, ak­lın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hâ­dise-i semaviye olduğundan tefsiri ve mâ­nâsı za­hir­dir, te’vile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu ka­dar var ki: Allahu a’­lem, o tuluun se­beb-i zahirîsi:
Küre-i Arz kafasının aklı hükmünde olan Kur’an onun başından çıkmasıyla ze­min di­vane olup, izn-i İlahî ile başını başka Seyya­reye çarpmasıyla hare­ketin­den geri dönüp, garbdan şarka([228]) olan seyaha­tını, irade-i Rabbanî ile şarktan garba tebdil et­mekle Güneş garb­dan tulua([229]) başlar Evet arzı şems ile, ferşi arş ile kuv­vetli bağlayan Hablullah-il-metin([230]) olan Kur’anın kuvve-i cazibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, ba­şıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız ha­re­ketinden Güneş garbdan çıkar. Hem mü­sa­deme neticesinde emr-i İlahî ile Kıyamet kopar diye bir te’­vili vardır.» (Şualar sh: 591)
Kıyamet şerli insanların başına kopar. Bak: Sahih-i Müslim, 2949. hadîs ve İbn-i Mace 4039. hadîs.
Sual: «Kıyametin hâdisatından er­vah-ı ba­kiye mü­teessir olacaklar mı?
Elcevab: Derecatlarına göre müteessir ola­cak­lar. Melaikelerin tecelliyat-ı kahri­yede kendilerine göre müteessir oldukları gibi, müteessir olurlar. Nasılki bir insan sı­cak bir yerde iken, hariçte kar ve tipi içinde tit­riyenleri görse, akıl ve vicdan itibariyle mü­teessir olur. Öyle de; zişuur olan ervah-ı bakiye, kâinatla alâkadar oldukları için, kâ­inatın hâdisat-ı az­îmesinden derece­lerine göre müteessir olmala­rını; ehl-i azab ise elemkâ­rane, ehl-i saadet ise hayretkârane, is­tiğrabkârane,([231]) belki bir cihette istib­şarkâ­rane([232]) teessü­ratları bulunma­sını, işarat-ı Kur’aniye gösteriyor. Zira Kur’an-ı Hakîm her za­man kıyametin acaibini tehdid sure­tinde zikredi­yor. “Göreceksiniz” diyor. Halbuki cism-i insanî ile onu görenler, kı­yamete yetişenlerdir. Demek kabirde cesed­leri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur’aniyeden his­seleri var.» (Mektubat sh: 58)
ÂHİRZAMAN FİTNESİNİN İFSADATINA KARŞI ISLAHAT HAREKETİ HAKKINDA BİR TETİMME

Risale-i Nur eserlerinde “Sonra gele­cek zât ve sair ifade şekilleriyle yapılan tavsi­fatla nazara verilen ve hakiki Mehdi ve Mehdiyete bağlı ve onun geniş da­iresini temsil edip vazife görecek olan zâta ait bazı ifade­ler vardır. Bu ifadeler­den bir kısmı aynen şöyledir:
«Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.).S.M.); cihe­tin­deki sal­tanatı…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
«Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve itti­had-ı İslâm ordula­rıyla zemin yüzünde sal­tanat-ı İslâmiyeyi sür­mek…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 267)
Bilindiği gibi Hilafet, İslâm millet ve dev­letleri­nin şeair ve İslâmî hayat cihetiyle or­tak idare merkezi ve temsilciliği­dir. Demek o zât, böyle geniş siyasî saltanata yani mümessil­lik vasfıyla hâkimiyete sahip olacak.
«O zâtın üçüncü vazifesi; Hilafet-i İslâmiyeyi itti­had-ı İslâma bina ederek, İsevî ru­hanileri ile itti­fak edip Din-i İslâm’a hizmet etmek­tir.» (Sikke-i Tasdikî Gaybî sh: 9)
Bu ifade dahi mezkûr hükmü aynen teyid eder ve İsevî ruhanileriyle ittifak etmek de, bü­yük vazifeleri ara­sında yer alır.
«Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim ce­re­yanlar var ki, herşeyi kendi hesabına al­dığı için, fa­raza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cere­yanlara kaptırmamak için Si­yaset âlemin­deki vazi­yetten feragat edecek ve hede­fini değiştire­cek diye tahmin ediyorum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)
Bu beyanda geçen “Bu zamanda” kaydı, itti­had-ı İslâm teşekkül etmeden, onun kuvve­tine sahip ol­madan mânâsında olduğunu, hem yukarıdaki ifadelerden hem Külliyat mü­vace­he­sinde hem de mantıkan anlamak icab eder. Demek ittihad-ı İslâmın teşekkülü evlevi­yet ve aciliyet ka­zanı­yor.
«Bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hz. Mehdi’nin şakirdleri olabi­lir…» (Şualar sh: 720)
«Yüz sene sonra Nurların ektiği to­hum­la­rın sün­büllenmesi ile aynen o geniş daire, Nur da­iresi olacak.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 112)
Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki; geniş da­ire fü­tuhatı, inayet-i İlahiyeye istinad eden Risale-i Nur’un manevî kuv­ve­tinin eseridir. Şu halde Risale-i Nur ve Müellifi, esas teşkil edip metbuiyyet ve âmiriyyet maka­mındadırlar. Zira Bediüzzaman Hazretlerinin sarih ifade­siyle:
«Sonra gelecek o mübarek zât, Risale-i Nur’u bir proğramı olarak neşir ve tatbik edecek.» (Sikke-i Tasdik sh: 9) şeklindeki beyanı…
Hem yine her asra hisse-i dersini veren had­îs­teki ‘la tezalü taifeten’ ile işaret edilen Bediüzzaman ve has dairesindeki taifeye atfen:
«O zât, o taifenin uzun tedkikatıyla yaz­dık­ları eseri kendine hazır bir proğram ya­pa­cak…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
İfadesinin sara­ha­tıyla; o zâtın Risale-i Nur’a istinad ve teba­iyet edeceği hükmü, tevil kaldırma­yacak dere­cede açık­tır.
Mezkûr hakikatı teyid eden fakat gayet te­vazu ma­ka­mında yazılan ve İbn-i Mace 4088. hadîsiyle işaret edilen şu ifade de o zâta bakar:
«O ileride gelecek acib şahsın bir hiz­metkârı ve ona yer hazır edecek bir düm­darı([233]) ve o büyük ku­man­da­nın pişdar([234]) bir ne­feri oldu­ğumu zannediyo­rum.» (Barla Lâhikası sh: 283)
Rivayetlerde âhirzamanda geleceği müjde­lenen ve zu­lümatı dağıtacak olan manevî kuv­vet, Nur Risalelerinde te­celli eden hakaik-i Kur’aniye ve ima­niyye olduğu, Risale-i Nur’da tekraren nazara veril­miştir.
Zübdet-ül Buhari Tercemesi 958. hadî­sin haşi­yesinde, Er-Raid Lügatı’nın beyanına göre “Harbte na­’ra atan kah­raman” mânâ­sında olan “Cehcah” vas­fıyla tavsif edilen bir zâtın geleceği (Şarkavî Şerhi’nden naklen) şöyle ifade edilir:
«Bu kişinin adı Cehcah’tır. Çok kıymetli bir zât olup, Mehdi’den sonra ortaya çıka­cak, onun yo­lunu tu­tacaktır. Çoban koyunu nasıl sürerse, Cehcah da ci­hangir olarak bütün ülkeleri idare edecek, herkes ona bo­yun eğecektir.»
NOT:
Yukarıda zikredilen “yüz sene sonra” ve sair şekil­deki ifadelerin tarihî tesbit­leri, ayrı bir tedkikat iste­diği ve ayrı bir mes’ele olduğu ci­hetle ele alınmadı.
Risale-i Nur’dan çok kısa olarak nakle­dilen mezkûr parçalarda görüldüğü gibi; “bir asır sonra gele­cek” ve “gelecek zât” gibi ifade­lerle bir zâtı haber veren Bediüzzaman Hazretleri olduğuna göre, bu beyanlar kendi­sini değil, ken­di­sinden sonra gelecek olan şahıstan bah­set­tiği zâhirdir.
Hem yine mezkûr nakillerde o zât hakkın­daki şu ifade­ler:
“Hilafet-i Muhammediye ci­hetindeki salta­natı” yani si­yasî hâkimiyet makamına sahip olacağı ve bu vazifesini “ittihad-ı İslâma bina edeceği” ve “İsevî ru­hanileriyle ittifak edeceği” ve “hayatın geniş da­iresinde” vazifedar olacağı gibi beyanlarla bildirilen vazifeleri, siyasî icra­atlardır.
Halbuki Bediüzzaman Hazretleri mez­kûr siyasî vazife­lerle bizzat iş­ti­gal etme­miş ve iman üzerinde bütün mesaisini hasretmiş­tir. Ancak şu var ki; o gelecek diye bahsedilen zât, geniş da­irede Risale-i Nur’u proğram yaparak ve Risale-i Nur’a bağlı kala­rak hizmet eder.
Buna göre bu zâtın vazife makamı, Risale-i Nur’un ve müelli­finin seviyesinde ol­mayıp teba­iyet maka­mında bulu­nacağı da sarihtir.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un şahs-ı manevî­sini ve üstünlü­ğünü tavsif ve beyan eden pek çok ifadele­riyle bu hükmü sarahatla ortaya koyar ve Risale-i Nur’u merci’ gösterir ve tekraratla ilân eder ve etmiştir.
Meselâ elyazma Emirdağ Lâhikası’nda talebele­rine hitaben şöyle diyor:
«Risale-i Nur hakkındaki hüsn-ü zannı­nız daha fevkinde Risale-i Nur’a lâyıktır. Çünki Kur’an-ı Hakîm’in bir mu’cize-i ma­neviye­sidir. Âhirzamanda gelecek Hazret-i Mehdi de ona o kıymeti verecek itika­dın­dayım.»
Hem yine Risale-i Nur’un muhtelif yer­le­rinde geçen ve “iman, hayat, şeriat” olarak ifade edilen üç vazifenin en mü­himmi “iman” olduğu ve bu vazife de tamamen Risale-i Nur’un ve halis, sadık ve has şakirdle­rinin vazifesi ol­duğu; geniş daireye bakan diğer iki vazife ise imana nisbeten ikinci, üçüncü derecede olduk­ları ve Risale-i Nur’un proğra­mına göre yürütü­leceği, yani Risale-i Nur’a bağlı kalınacağı be­yan ediliyor ki yine Risale-i Nur’un vazife ma­kamının ul­viyetini gösterir. Bu beyanlardan birkaç nümunesi şöyledir:
«Hem üç mes’ele var: Biri hayat, biri şe­riat, biri imandır. Hakikat noktasında en mü­himmi ve en azamı, iman mes’elesidir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)
«…üç vazifesinden en mühimmi ve en bü­yüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahki­kîyi neşr ve ehl-i imanı dalâletten kur­tar­mak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazi­feyi aynen bitemamiha Risale-i Nur’da görmüş­ler.» (Sikke-i Tasdik sh: 9)
«Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mes­leği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânâsının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü dere­cedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı ola­rak bir nevi Mehdi te­lâkki ediyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
«Hattâ eski evliyanın bir kısmı, ke­ra­met-i gaybi­yelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu diye ke­şifleri, bu tahkikat ile te’vili an­laşılır.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 267)
«Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın altı ay­lık hi­lafeti ile beraber Risale-i Nur’un Cevşen-ül Kebir’den ve Celcelutiye’den al­dığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-ı ima­niye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın kısacık müdde­tini uzun bir za­mana çevi­rerek tam beşinci halife na­zarıyla baka­biliriz. Çünki adalet-i hakikiye ile bu asırda insan­ları mes’ud ede­bilir bir istidadda bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı manevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın bir muavini, bir mü­tem­mimi, bir manevî veledi hükmündedir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 72)
«Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siya­set-i İslâmiye için, gayet ehemmi­yetli birer müceddid is­ter. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-ı ima­niyeyi mu­hafaza noktasında tecdid vazi­fesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve ha­yat-ı içti­maiye ve siyasiye da­ireleri ona nis­beten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede ka­lıyor.
Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hak­kında zi­yade ehemmiyet ise, imanî hakaik­teki tecdid iti­ba­riyledir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 189)
«Bu asırda, Cenab-ı Hakk’a hadsiz şü­kür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı ma­nevîsine, hakaik-ı imaniye muhafazasında tecdid vazi­fesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsi­yede te’sirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuv­vetli zendeka ve dalâlet hü­cumuna karşı tam mukabele edip, yüzbinler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk­binler adam şehadet eder.» (Kastamonu Lâhikası sh: 190)
Risale-i Nur’un makamını ve ehemmi­yetini be­yan eden buna benzer daha pek çok ifadeler gösteriyor ki, asıl merci’ ve söz sahibi Risale-i Nur’dur. Daire-i Nur dâhilinde olanlar, ondan başka bir fikir ve hareket tarzını getire­mezler. “Risale-i Nur’un talimatı dairesinde” (Emirdağ Lâhikası-I sh: 73) hizmet ederler.
Risale-i Nur, dinin teferruatından ve az bir kısmı müs­tesna olarak içtihadî mes’elele­rinden bahsetmez. Geniş da­irenin mes’elelerini, ileride teşekkülü beklenen “mütehassıs heyetle­rine” bı­rakır.
Evet «Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyenin ka­nunla­rını da ihata eden dinin geniş daire­sinden bahset­mez. Belki asıl mevzuu ve he­defi, dinin en has ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azîmesinden bahse­der.» (Tarihçe-i Hayat sh: 231)
Geniş dairede bir kısım teferruat mesa­ili­nin ta’­dil ve teşrii için ihtisas heyetlerini ha­tır­latan şu ifade de dikkat çe­kicidir:
«Evet bu zaman hem iman ve din için, hem ha­yat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siya­set-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer mü­ceddid ister.» (Kastamonu Lâhikası sh: 189)
Evet Osmanlı Devleti’nin son devrinde “Şûra Heyeti”nin lüzumunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri aynı o teklifini; “Şimdi âlem-i İslâmın mütemerkiz([235]) noktasına tek­rar arzediyorum.” diyerek tâ gelecek­teki itti­had-ı İslâmın merkezine kadar ucu uzanan re­yini be­yan eder.
İşte bir nebze nümunesini gördüğümüz ve risale­lerde serpilmiş ifade ve beyanlara kül­liy­yen bakılıp dik­kat edi­lirse; Risale-i Nur, ge­niş daireye esasat cihetinde proğramını ver­miş ol­duğu görülür. Bundan da anlaşılı­yor ki; gele­cekteki va­zifedarlar, Risale-i Nur’a sahip çı­ka­caklar, emir ve tavsiyele­rine dikkat edecekler ve Risale-i Nur’un metbuiyet makamını teba­iyetleriyle mu­hafaza ede­ceklerdir.
NETİCE

Ahirzaman fitnesinin dehşetli ifsadatını tamir, ıslah ve halkı tenvir ve irşad vazifesini Bediüzzaman ve şakird­leri, muannid düşman­larına karşı en ağır şartlar içinde hayatla­rını ortaya koyarak, en kudsî ve en büyük vazife olan iman hakikatlarını keşif ve neşirle; haki­kat nokta-i nazarında as­rın rivayetlerde müjde­lenen en haşmetli ta­rihî hâdisesini or­taya koy­muşlar, küfrün belini kırarak da İslâmî hayat ve iç­timaiyatın zeminini hazırlamışlardır.
Bu hakikatı, yani bi­rinci vazife olan iman hizmeti­nin ve vazifedarlarının emsal­siz üstünlüğünü daima nazara ve­ren Bediüzzaman Hazretleri, bir talebesinin mektubuna verdiği cevabda aynı mes’eleye dikkati çeker ve der ki:
«Muhbir-i Sâdık’ın([236]) haber verdiği “Manevî fütu­hat yapmak ve zulümatı da­ğıtmak, za­man ve ze­min hemen hemen gelmesi” diye fıkrasına, bütün ruh u canı­mızla rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz, te­menni ediyo­ruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirdleri ise: Vazifemiz hiz­mettir, vazife-i İlâhiyeye ka­rış­mamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina et­mekle bir nevi tec­rübe yapma­mak olmakla bera­ber; kemmiyete değil, keyfiyete bak­mak; hem çok­tan beri sukut-u ahlâka([237]) ve hayat-ı dün­yeviyeyi her cihetle hayat-ı uh­reviyeye([238]) tercih ettirmeye sevke­den dehşetli esbab([239]) altında Risale-i Nur’un şim­diye kadar fütuhatı([240]) ve zındıkla­rın ve dalâletlerin sav­let­lerini([241]) kırması ve yüzbinler bîçare­lerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakiki mü’min talebeleri yetiş­tirmesi, Muhbir-i Sâdık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat ile isbat etmiş ve inşâallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki; inşâallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çı­karamaz. Tâ âhir­zamanda, haya­tın geniş dairesinde asıl sahibleri Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o to­humlar sünbül­lenir. Bizler de kab­rimizde sey­redip, Allah’a şükrederiz.»
Bediüzzaman Hazretlerinin mezkûr tarz­daki ifadele­rinden anlaşılıyor ki; geniş daire va­zife­darları, Risale-i Nur’daki Kur’an ve iman haki­katlarını geniş çapta ve res­men neşir ve tat­bikle Risale-i Nur’un irşad sahasını genişle­tir­ler, kendi ilimleri ile irşada girişmezler.

***
KAYNAK ESERLER


Barla Lâhikası, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Büluğ-ul Meram Tercümesi, Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat - İstanbul 1967
Elmalılı Tefsiri (Hak Dini Kur’an Dili), Hamdi Yazır, II.Baskı, İstanbul 1960-1962
Emirdağ Lâhikası, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Gençlik Rehberi, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Hutbe-i Şamiye, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1990
İbn-i Mace Tercemesi, Kahraman Yayınları, İst.-1982-1983 (10 cilt)
İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat
İslâm Prensipleri Ansiklopedisi, İttihad Yayıncılık, 4 cilt, İstanbul 1994
İşarat-ül İ’caz Tercümesi, Bediüzzaman Said Nursî, Mütercim: Abdülmecid Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Kastamonu Lâhikası, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Kenz-ül Ummal, Suyutî ve Burhan-ı Fevrî, 16 cilt, Halep tarihsiz
Keşf-ül Hafa, Matbaat-ül Fünun, Haleb (2 cilt)
Lem’alar, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Mektubat, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Mesnevî-i Nuriye Tercümesi, Bediüzzaman Said Nursî, Mütercim: Abdülmecid Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1991
Mesnevî-i Nuriye Tercümesi, Bediüzzaman Said Nursî, Mütercim: Abdülkadir Badıllı, 670 sh. İstanbul 1980
Mişkât-ül Mesabih, Veliyyüddin-i Tebrizî, 3 cilt, Beyrut 1961
Muhakemat, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Münazarat, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İst. 1993
Müsned-i İmam-ı Ahmed, Ahmed bin Hanbel, 6 cilt Beyrut
Osm. Mektubat, Bediüzzaman Said Nursî, 744 sh.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav Yayınları, İstanbul 1990
Ramuz-ül Ehadîs, Abdülaziz Bekkine, Milsan-1982, 2 cilt
Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları, Abdulkadir Badıllı, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Sahih-i Buhari Muhtasarı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından, II.baskı, 12 cilt
Sahih-i Müslim Tercemesi, M. Sofuoğlu, İrfan Yayınları-1967, 8 cilt
Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Sözler, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Sünuhat, Tuluat, İşarat, Bediüzzaman Said Nursî, Gaye Matbaası, Ankara 1976
Şualar, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Tac Tercemesi, Bekir Sadak, Sinem Matbaası, İstanbul 1968-1975
Tarihçe-i Hayatı, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992


Son düzenleyen NeutralizeR; 13 Mart 2017 20:07
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayetlerle Kıyamet-Mahşer Günü ve Sonrası



Ayetlerle Kıyamet-Mahşer Günü ve Sonrası

Doğrusu, O, gerçeği getirmiş ve elçileri doğrulamıştır. Yine O diriltecektir. O her türlü yaratmayı bilendir. Siz elbette acı azabı tadacaksınız. Sadece yapmış olduklarınızın karşılığını görüyorsunuz. Kendilerini sadece ALLAH'a adamış kulları hariç. Onlar bilinen bir rızkı haketmişlerdir. 37/37-41

Kıyam/Kıyamet: Ayağa kalkma, mahşerde toplanma, ayaklanma ...

Mahşer: Haşir yeri/toplanma yeri/toplanılan (yer) anlamlarına geliyor.

Kıyamet günü dediğimiz şey aslında "Diriliş/Ayağa kalkış Günüdür". Sura üfürüldüğünde çürümüş bedenler dahil tüm canlı varlıklar bu günde yeniden diriltilir ve yeniden derlenir (79/6-14, 22/7). Allah'ın huzurunda hesap vermeleri için mahşer yerine sürülürler (20/100-102). İşte bu günde görülecek olan sonuç "Hesap/Yargı/Din Günü"dür (82/18-19, 1/4). Hesap günü tüm canlıları Allah huzurunda toplayacak!

36/32 Hepsi toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.

78/17 Yargılama Günü, belirlenmiş bir vakittedir.

Peki canlılığı Allah yaratmış ise neden hesaba çekecek olsun? Diğer canlılarda olmayan bir özellik vardır insanda. "Özgür seçim hakkı+akıl". Allah, insanlara akıl/hafıza gibi bir lütuf bağışlamakla onu, diğer yaratılmışlara üstün ve şerefli kılmıştır.

17/70 Adem oğullarına onur verdik. Onları karada ve denizde taşıdık. Onları güzel nimetlerle besledik. Yarattıklarımızın bir çoğundan daha üstün kıldık.

Cennet'te iken iblis'in oyununa gelen ve dünyaya gönderilen insana, Allah akletmesi/aklını kullanabilmesi için bir fırsat/zaman belirlemiştir.

35/37- İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada) , öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi?(63) Size uyarıp-korkutan da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.

İşte bu dünya hayatında insanın kesin bir karar vermesi ve artık bu karara göre hayatına yön vermesi gerekiyor. Ya inanmalı - Ya inkar etmeli! İkisini de tercih etmeyenler ikiyüzlü sayılıyorlar ve inkarcılarla aynı akıbeti paylaşacaklar (4/142-145)! Fakat (samimice) tevbe edip durumlarını düzeltirlerse müstesna! (4/146) Allah, insanın bu seçiminde bir dayatma yapmıyor. Bu yüzden insan (seçiminin sonucu olarak) "Yargı Günü" nde yapıp-ettikleri ile hesaba çekilecek. Özgür seçim hakkın var, bunun sonucu olarak da "Hesap Günü" var! Eğer insanın özgür seçim hakkı olmasaydı Hesap Günü'nün olmasının bir anlamı olmayacaktı!

18/29 De ki, "Bu gerçek senin Rabbindendir." Dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Biz zalimler için onları çepeçevre saracak bir ateş hazırladık. Onlar her ne zaman feryad ederek yardım isteseler, derişik asit gibi yüzleri haşlayan bir su sunulur. Ne kötü bir içecek, ne kötü bir son!

74/54-55 Doğrusu, bu bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır.

80/11-13 Doğrusu, bu bir hatırlatmadır. Dileyen bundan öğüt alır. Onurlu kitaplardadır,

Ayetlerdeki "dileyen" ifadesine dikkat edin! Bu ifadenin kullanılması, insanın özgür seçim hakkının kendisine bırakıldığını kanıtlıyor olamaz mı? Şimdi şunu soranlar olacaktır. Özgür seçim hakkı/karar vermesi insanın kendisine bırakılmışsa, yok edilen topluluklara ne demeli? Kuran-ı Kerim'de bu tür halkların "azgın/zalim/cahil/zorba" lığı seçmelerinden/kendileri dışında kalan canlılara haksızlık etmeleri yüzünden helak edildikleri ve bu helake/yıkıma "kendi ellerinin kazandıkları şeylerin/özgür seçimlerinin" etken olduğu vurgulanmaktadır! Yani bazı insanlar kendi helaklerini/yıkımlarını kendileri ısrarla istemişlerdir.

29/53 Azabı getirmen için sana meydan okuyorlar! Belirlemiş olduğumuz bir zaman olmasaydı, o azap onlara gelecekti. Onlara ansızın, haberleri olmadan gelecektir.

11/32 Dediler ki: "Ey Nuh, sen bizimle tartıştın ve bizimle tartışmayı uzattın. Doğru sözlü isen haydi bizi tehdit ettiğin şeyi getir bakalım."

"29/40 Hepsini günahlarıyla yakaladık. Onlardan kimine çılgın bir fırtına gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de boğduk. Onlara zulmeden ALLAH değildi; onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

42/30 Size dokunan bir kötülük, işlediklerinizin bir sonucudur. O, bir çoğunu da affeder."

Peki "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz (76/30)" ayetinin hükmü ne oluyor? Bu ayette insanın seçim şansı olmadığı vurgulanıyor olabilir mi? Önceki ve sonraki ayetleri incelediğimizde bunun ne anlama geldiğini daha iyi kavrayabiliyoruz!





76/27 Bunlar şu geçici (dünya hayatını) seviyorlar ve önlerindeki ağır bir günü ise önemsemiyorlar. (Bazı insanlar dünyayı tercih etmişler/seçmişlerdir)

76/28 Onları biz yarattık ve yerleştirdik. Dilediğimiz zaman da onları benzerleriyle değiştiririz. (Mazlumların Allah'a ulaşan duası, zalimlerin gazaba uğraması için yeterli bir nedendir ve Allah mazlumların yanındadır)

76/29 Bu bir hatırlatmadır: Dileyen, Rabbine varan bir yol tutar. (Uyarıyı dinlemeyen/kabul etmeyen zalim biri değilsen, Allah sana kendisine ulaşman için yardımda/lütufta bulunur)

76/30 ALLAH dilemedikçe siz dileyemezsiniz. ALLAH Bilendir, Bilgedir. (İnancında samimi isen (yani samimice inanmaya karar vermişsen/kendini Allah'a teslim etmişsen/münafıklar gibi ikiyüzlü değilsen) Allah senin için hidayet diler. İkiyüzlü zayıf bir inanca sahipsen fakat ibadet yönünden diğer insanlardan üstün isen(!), işin yine Allah'ın dilemesine kalmıştır! Her iki durumda da "SON KARARI VERECEK OLAN ALLAH'TIR" ve elbette Allah, dilediği (samimi inanan) iyilerin çabasını boşa çıkartmayacaktır! Allah'ın, senden hoşnut kalacağı bir mümin olmaya bak!(89/28) Ve Allah'ın, zalimler için kararlaştırdığı/dilediği azabı da hiçkimse savabilecek değildir! 16/40 Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sadece "Ol," deriz ve o da olur)

76/31 O, dilediğini ve/veya dileyeni Rahmetine sokar. Zalimlere ise acı bir ceza hazırlamıştır. (Takva/iman ölçüne göre, yaptığın "SAMİMİ İMAN" seçimine göre, Allah'da dilerse yeniden Cennet'e dahil olabilirsin! AMA ÖNCE İNANMAYI SEÇMELİSİN/ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMELİSİN ve BUNDA SAMİMİ OLMALISIN!)

16/41 Zulme uğradıktan sonra ALLAH uğrunda göç edenleri, dünyada güzelce yerleştireceğiz. Ahiret ödüllleri ise daha büyüktür; bir bilseler...

Görüldüğü gibi zalimlerin kendileri için (istedikleri) kesinleşmiş azabı savma dilekleri geçersizdir. Allah mazlumların dileğini süratli kabul edendir! Demek ki Allah, inkar/zulüm seçimi yapmış zalimler için daha da bir (+) seçim hakkı tanımıyor. Zalimler için dedim dikkat edin! Herkes için değil!

10/99 Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. öyle iken insanları inanmaya sen mı zorlayacaksın?

10/100 Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse inananamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir.

Eğer Allah senin göğsünü İSLAM'a açmamış ise ne kadar inanıyorum desen de boş (6/125)! Mutlaka bir yerde hata yapıyorsundur! Ya İblis'in fısıltısına kulak asıyorsundur yada farkında olmadığın bir günahta ısrar ediyorsundur! Önce kendini hesaba çekmelisin (17/14-15, 50/16) ve inancını sağlam bir temele oturtmalısın! Bunu önce kendin kabul etmelisin! Samimi inanmaya başladığında ve kendini TEK ALLAH'a adadığında, Allah sana mümin olma/inanma izni verecektir ve bu şekilde Allah'a kavuşacaksındır. Örneğin Putperest bir toplumda yetişen Hz.İBRAHİM gibi. O, ataperestlerden farklı olarak aklını kullandı/düşündü ve Allah'a giden bir yol aradı, sonuç itibarı ile Allah'a inanmayı seçti. Akletmeseydi inanma/mümin olma imkanı var mıydı? Diğer putatapıcılardan bir farkı olacak mıydı? Allah, akıllı ile cahili neden bir tutmuyor dersiniz? (39/9) İnanmamayı seçmiş bir toplumun, Allah dileyinceye kadar inanmaları mümkün değildir! Allah, inananların yardımcısıdır!

4/146 Ancak tevbe eden, durumunu düzelten, ALLAH'a sarılan ve dinlerini sadece ALLAH'a ait kılanlar başka... Bunlar, inananlarla birliktedir. ALLAH inananlara daha sonra büyük bir ödül verecek.

10/98 Hangi toplum inanırsa, inancı ona yarar sağlar. Örneğin; Yunus'un halkı: İnandıkları zaman, bu dünya hayatındaki aşağılayıcı azabı kendilerinden kaldırdık. Bir süreye kadar onları nimetlerle yaşattık.

Şu halde inanan yada inanmayan tüm varlıklar, yaptıkları seçimin sonucu olarak hesaba çekileceklerdir. Allah'ın izin verdiği/onayladığı/desteklediği samimi inanan müminler, yeniden Cennet'e (Allah'ın Cennetlerinden birine) girecektir ve burada süresiz kalacaklardır.

48/5 Ve inanan erkeklerle inanan kadınları, içinden ırmaklar akan cennetlere ebedi kalmak üzere soksun ve onların günahlarını örtsün. Elbette bu, ALLAH'ın katında büyük bir başarıdır.

İnkarı/inanmamayı seçenler, Cehennem'e gönderileceklerdir. Dünyanın bir sonu var ama Cehennem'in bir sonu yok! Her buradan çıkmak istediklerinde yine/yeni/yeniden Cehenneme geri döndürüleceklerdir!

32/20 Ama yoldan çıkanların, işte onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak isteyişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: "Yalanlayıp, durduğunuz ateşin azabını tadın" denir.

_ Dünyanın Sonu ve Sonrası

20/15 Dünyanın sonu elbette gelecektir. Herkes yaptığının karşılığını görsün diye Ben nerdeyse onu gizleyeceğim.

40/59 Dünyanın sonu (Saat) elbette gelecektir, bunda kuşku olmasın. Ne var ki insanların çoğu inanmaz.

33/63 Halk senden Saat'i (dünyanın son saatini) soruyor. De ki, "Onun bilgisi ALLAH'ın katındadır; ne bilirsin, belki de o Saat yakındır."

Dünyanın sonu ile ilgili birçok mitolojik öykü anlatıldı ve birçok senaryolar üretildi. Holywood'a ilham kaynağı olan bu senaryolar kimilerinin kesesini doldururken kimilerinin de konu üzerinde yoğunlaşmalarını/düşünmelerini sağladı! "Kurtuluş Günü, Derin Darbe, Armagedon, Yarından Sonra vb." filmlerde değinilen tema, hemen hemen hepsinde aynıydı. Senaristlerin bu yokoluş hikayelerini oluştururken tamamen Kuran'dan esinlenmediklerini söylemekle birlikte daha çok "İncil ve Tevrat" taki Kıyamet anlayışından esinlenerek hazırladıklarını söyleyebiliriz. Merak edilen konu, bunun aslı nedir? Bu tür filmlerdeki senaryoların gerçekleşme ihtimali var mıdır?

Peki dünyanın sonu hakkında Kuran'da neler anlatılıyor? Sıralamaya çalışalım!

_ Hesap gününden önce Rabbin, işaret ve kanıtlarını bir şekilde göstermeye başlar ve bunların farkına "AKLEDENLER" varır,

41/53 Onun gerçek olduğu onlara apaçık oluncaya kadar onlara, ufuklarda ve kendi içlerinde ayetlerimizi (işaret ve kanıtlarımızı)göstereceğiz. Rabbinin her şeye tanık olması yetmez mi?

47/18 Saatin kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar? Kuşkusuz onun alametleri gelmiş bulunuyor. Onlara gelip çatınca kendilerine gelen mesajın ne yararı olur?

29/44 ALLAH gökleri ve yeri belli bir amaç için yarattı. Bunda inananlar için bir kanıt vardır.

_ Bir yer canlısı, insanlara aslında Allah'ın ayetlerine inanmadığını söyler,

27/82- Söylenen başlarına geleceği vakit, bunlar için yerden bir "dâbbe" (canlı) çıkarırız ki bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.

_ Yeryüzünü bir duman kaplar,

44/10-12 Göğün apaçık bir dumanı getireceği günü gözetle. İnsanları çepeçevre saracaktır; bu acı bir azaptır. "Rabbimiz, bizden bu azabı kaldır; biz inanıyoruz."

_ Yecüc ve Mecüc'ün orduları esaretten (Allah'ın izniyle) kurtulurlar ve önlerine çıkan herkesi öldürmek isterler,

21/96-97 Nihayet, Yecuc ve Mecuc'un önü açıldığı zaman, onlar her yönden saldırırlar. Hak sözün gerçekleşmesi yaklaşmış ve kafirlerin gözleri korkudan dona kalmıştır: "Vah bize, Biz bundan gaflet içinde idik. Biz gerçekten zalimler olduk."

_ Sura üfürülür herkes şoka girer ve panikler,

69/13 Boruya bir kez üfürüldüğü zaman,

101/1-4 Şok. Hem de ne şok! Şoke edenin niteliği sana bildirildi mi? O gün halk, yayılmış kelebekler gibi olur.

_ Sura üfürülüşle Allah'ın diledikleri hariç herkes ölür/bayılır ve bir müddet sonra ayılırlar, bayılanların müminler olmaları muhtemeldir -ki geriye inanmayan zalim/münafık/kafirler kalır ve felaketler bunların üzerine yağmaya başlar,

39/68 Boruya üflenir üflenmez göklerde ve yerde kim varsa, ALLAH'ın diledikleri hariç kendinden geçip bayılırlar. Sonra ona tekrar üflenir de onlar ayağa kalkıp bakışırlar.

_ Atmosfer ve koruyucu tabaka ortadan kalkmıştır,

13/41 Yeryüzünün uçlarından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? ALLAH hüküm verir ve O'nun hükmünü izleyip çevirecek de yoktur. O, en hızlı hesaplıyandır.

21/44 Halbuki biz onları ve atalarını yaşlanıncaya kadar nimetlendirdik. Yeryüzünün uçlarından habire eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Buna rağmen onlar mı üstün gelecek?

_ Güneş yaklaşır yada dünya güneşe yaklaşır yahutta güneş başka (büyük) bir güneşe yaklaşır,

82/2 Gezegenler saçıldığı zaman,

36/38 Güneş belirlenmiş olan rotasında akıp gitmektedir. Bu Üstün ve Bilgin olanın kurduğu bir düzendir.

_ Yıldızlar/meteorlar Şeytan izleyicilerinin tepelerine düşmeye başlar,

81/2 Yıldızlar sönüp düştüğü zaman,

67/5 En aşağı göğü lambalarla süsledik ve onları şeytanlar için bir taşlama kıldık. Onlara alevli ateş azabını hazırladık.

_ Yeryüzü şiddetle sallanır ve dağlar parçalanır,

79/6-8 O gün o sarsıntı sarsar. Ardından bir diğeri izler. O gün yürekler titrer.

69/14 Yer ve dağlar kaldırılıp birbirine çarpılıp darmadağın edildiği zaman,

78/20- Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.

_ Eriyen buzullar ve/veya taşan denizler, kabirlerdekileri dahi dışarı çıkarmaya/atmaya başlar,

81/6 Denizler kaynatıldığı zaman,

82/3-4 Denizler akıtılıp taşırıldığı zaman, Mezarların içi dışına çevrildiği zaman,

_ Sığınılacak hiçbir yer kalmamıştır, yeryüzü artık dümdüz olmuştur ve hiçbir canlı da kalmamıştır,

42/47 ALLAH katından, geri çevrilmesi olanaksız olan gün gelmezden önce Rabbinize cevap veriniz. O gün sizin için ne bir sığınak ne de bir koruyucu vardır.

20/105-107 Senden dağları sorarlar. De ki, "Rabbim onları ufalayıp savuracak." , "Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.", "Orda ne ufak bir eğrilik ne de bir tümsek göreceksin."

_ Göğe uzanan kapılar açılmaya/belirmeye başlar,

78/19 Gök açılmış; kapı kapı olmuştur.

69/16-17 Gök yarılmıştır, parçalanmıştır. Melekler her yandadır. Rabbinin yönetimi o gün sekiz (evren) üzerinde egemen olacaktır.

_ Daha sonra ilk Adem'den son Adem'e dek herkes mezarlarından çıkarılır,

36/51-52 Boruya üflenince, onlar mezarlarından kalkıp Rab'lerine koşacaklar. "Vay halimize" derler, "Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın söz verdiği şeydi. Demek elçiler doğru söylemişti."

70/43 O gün mezarlarından hızlı hızlı çıkarlar; kurban taşına sürülüyorlarmış gibi...

_ Daha önceden ölmüş olanlara dahi yeniden beden giydirilir,

36/78-79 Ve yaradılışını unutarak bize örnekli bir soru yöneltti: "Çürüdükten sonra kemikleri kim diriltecek?" De ki, "Kim onları ilk kez yarattıysa onları yine O diriltecek. O her türlü yaratmayı bilendir."

75/3-4 İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayız mı sanıyor? Evet; parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.

_ Ruhlar/nefisler eşleştirilir,

81/7 Nefisler/kişiler eşleştirildiği/çiftleştirildiği zaman,

_ Allah kendisi ve/veya Nuru bunların arasına zuhur eder. Yazıcı meleklerin kayıtları (50/17, 43/80), Kitap ve diğer tanıklar/peygamberler de getirilirler,

89/22-23 Rabbin, dizi dizi meleklerle birlikte geldiği zaman, Ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insan anlayacaktır. Artık anlamanın kendisine ne yararı var ki!

39/69 Yer, Rabbinin ışığıyla parlar. Kitap konur. Peygamberler ve tanıklar getirilir. Aralarında gerçeğe göre hüküm verilir ve onlara zulmedilmez.

_ Tüm canlılar kitleler halinde - imamlarının/önderlerinin arkasında hesap yerine getirilirler, kaydedici meleklerin kayıtlarının sağ taraftan verilenlerin yüzleri güler,

17/71 Her bir halkı önderleriyle birlikte çağırdığımız gün, kitabı sağından verilenler kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.

69/19-22 Kitabı sağından verilen, "Alın kitabımı okuyun," der, "Hesabımla karşılaşacağıma inanıyordum." O mutlu bir yaşantı içindedir, Yüksek bir cennette (bahçede),

84/7-9 Kitabı sağ taraftan verilen, Kolay bir hesaba çekilecek, Ve arkadaşlarına sevinç içinde dönecektir.

_ Fakat kitabı/kaydı sol tarafından veya arka tarafından verilenler ise hayal kırıklığına uğrarlar,

69/25-27 Kitabı solundan verilenlere gelince, onlar, "Keşke kitabım bana verilmeseydi," der, "Hesabımın ne olduğunu öğrenmeyeydim.", "Keşke ölümüm sonsuz olsaydı."

84/10-12 Kitabı arkasından verilen ise, Yok olmayı arzulayacak, Ve bir ateşte yanacaktır.

56/41-42 Sol tarafta bulunanlar, sol tarafta olacaklardır. İşleyen ve kaynayan bir azap içindedirler.

_ İnsanoğlu, elçileri ve uyarıları kabul etmediği/yalanladığı için, hesaba çekileceğini de kabul etmezdi, burada da elçileri yalanlamaya çalışır ama Allah ağızlarına mühür vurur ve bu kez yaptıklarını elleri ve ayakları anlatmaya başlar,

78/27-29 Onlar bir hesap ummuyorlardı. Ve ayetlerimizi, mucizelerimizi yalanladılar. Halbuki biz herşeyi sayıp yazmıştık.

36/65 O gün ağızlarına mühür vururuz da, bizimle elleri konuşur ve yapmış olduklarına da ayakları tanıklık eder.

_ Herkes yapıp-ettiğinin karşılığını tastamam görmektedir,

45/22 ALLAH gökleri ve yeri belli bir amaç için yarattı ki her can, kazandığının karşılığını haksızlığa uğramadan görsün.

50/29 "Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara asla haksızlık etmem."

_ Hesabı görülenleri Allah tekrar öldürür ve zaten ölmemiş/ölmeyecek olan, Allah'ın önceki Cennet'te lutfettiği/bahşettiği bugünü bekleyen insanın ruhu/nefsi/özü, Cennet'lerden birine (Adn Cennetine) götürülür ve burada bu manzaranın benzeriyle daha önce de karşılaştığını anımsar (bu, dünyaya gönderilmeden önceki Test Cennet'i olabilir ve/veya dünyadaki müthiş güzellikteki adalar/koylar vb. de olabilir) ve sonuç olarak tekrar Allah'a kavuşmuştur,

40/11 Diyecekler ki, "Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Şimdi günahlarımızı itiraf ettik. Buradan bir çıkış yolu var mı?"

2/28 ALLAH'ı nasıl inkar edersiniz? Siz ölüler idiniz o sizi diriltti. Sonra sizi öldürür ve tekrar diriltir ve sonunda ona döndürülürsünüz.

2/25 İnanıp erdemli davrananları, içlerinde ırmaklar akan cennetlerle (bahçelerle) müjdele. Kendilerine oradaki ürünlerden rızıklar sunulduğunda "Bu, daha önce bize sunulan nimetlerdir," derler. Böylece, kendilerine mecazi tanımlar (benzetmeler) verilir. Onlar için orada tertemiz eşler vardır ve onlar orada ebedi kalıcıdırlar.

Yorum: Ben düşünüyorum ki, hesap gününe mahsus olmak üzere, her çürümüş kemiğe dahi yeni bir beden giydirilir (-ki insanlar bu şekliyle sorguya çekilir). Burada da günahlarını inkar etmek isteyecek olan günahkarlara, bu kez bedenleri şahitlik/tanıklık etmeye başlar (aleyhlerinde)! Hesap görülme bittikten sonra tüm insanların (bedenlerinin) yeniden öldürüleceğini tahmin ediyorum ki, Cennetler bilindiği gibi ruhani/bedensiz varlıkların konakladığı manevi bir alemdir. Ve insanın ruhunun/nefsinin/özünün ölümsüz olduğuna (öldükten sonra ruhun, hesap günü için bekletildiğine -23/100) inandığımdan, Cennet'e gönderilecek olanın da, insanın (bu) özünün olduğunu düşünüyorum. Veya,

Yeniden giydirilen beden eğer bildiğimiz beden gibi ise ve bu halde Cennet'e dahil edilecekse, kendisine ihtiyaç duyacağı yeme-içme vb. ihtiyaçlarından dolayı Cennet'te pek hoş manzaralar oluşmayacaktır. Ve eğer yeni bedenlerimiz eskisine benziyorsa ölümsüzlük/ebedilik nasıl mümkün olacak? -ki,

Dünya'da, insan hayatının uzun yada kısa olması, tedarik ettiği ihtiyaçlara bağlıdır (hava-su-yiyecek). Cennet'te de (bir çeşit içecek ve yiyecek) olduğunu Kuran'dan öğreniyoruz. Öyleyse Cennet'te canlılığı devam ettirecek ayrı bir hava/gaz solunması söz konusu mudur? Ayrıca vücudun yıllar içinde yıpranmaya uğrayacağı da malum (-ki oysa Cennet'te sonsuza dek kalınacak deniyor)! Bu bedene lazım olan ihtiyaçların/gereksinimlerin değişik bir reaksiyonla hemen tepkimeye geçmesi gerekir ve yine (bir çeşit) hava ile geriye verilmesi mümkün olabilir mi? Yani "ruh ve beden, ikisini de idare edebilecek gereksinimler (bildiğimiz metalardan farklı şekilde) burada (özel olarak) oluşturulacak" diyebilir miyiz?

(Hemen üstteki) ilk ayete bakarak, iki kez ölüm ve iki kez dirilmenin nasıl olabileceğini şu şekilde açıklasak yanlış mı olur?

_ Hesap gününden önce (dünyanın sonu ile) tüm canlıların ölmesi ilk ölüm,

_ Hesap günü için nefislerin eşleştirilmesi ve/veya ikinci bedenlerinin verilmesi ilk diriliş,

_ Hesap görüldükten sonra yeni verilen bedenlerin (tanıklık görevlerinin bitmesinin ardından) geri alınması ile ikinci ölüm ve

_ Yeni bedenlerinden de kurtulan (ikinci kez dirilen) insanlar (ruhlar/nefisler/özleri) Cennet veya Cehennem'e gönderilirler diyebilir miyiz?

Biz insanlar, ancak mevcut ifadelere bakarak değişik yorumlar yapabiliyoruz. Mevcut bilgiler (ayetler) dışında yapılan yorumlar gayb-i aktarım sayılacaktır ki bu da Kuran'da hoş karşılanan bir durum değildir. Elbette herşeyi (gaybı da) hakkıyle bilen yalnızca Allah'tır!

_ Zulüm/Cehalet/İsyan ve sapıklıkta sınır tanımayan inkarcılar (-ki Şeytan'ın dostudurlar), zakkumlarla donatılmış yollardan/geçitlerden Cehennem'e götürülürler (-ki Şeytan Cehennem'e yalnız gireceği korkusuyla Allah'tan, sapmaya meyilli olan insanları da beraberinde götürmek için izin istemiştir (15/28-43)), [1]

19/83 İnkarcıların üzerlerine şeytanları yolladığımızı görmez misin? Onları kışkırtıp duruyorlar.

15/43-44 "Cehennem hepsinin buluşma yeridir.", "Onun yedi kapısı vardır ve her bir kapı için onlardan belli bir pay vardır."

44/43-45 Elbette, zakkum ağacı, Günahkarın yiyeceğidir. Derişik asit gibi ve midelerde kaynayacaktır.

_ Zenginlik(!) içinde şımaran kibirli cahiller/yoksulu ezenler için Cehhennem'de özel bir yer tahsis edilmiştir (yada özel bir durum oluşturulmuştur), diğerlerine ibretlik için,

69/28-37 "Param bana yaramadı." , "Tüm gücümü yitirdim." Yakalayın, bağlayın onu. Ve sonra cehennemde yakın. Sonra, onu yetmiş arşın boyunda bir zincire vurun. Çünkü o, Yüce ALLAH'a inanmıyordu. Yoksullara yedirmeğe de çalışmıyordu. Bu yüzden onun buralarda bir dostu yoktur. Hiç bir yiyeceği de... İrin hariç, Onu ancak günahkarlar yer.

_ Melekler ruhları/nefisleri/insanları hakettikleri yere kitleler halinde götürürler ve Cennetlikler, Cehennemliklerin üstünden/yanından geçerler,

39/73 Rablerini sayıp dinleyenler ise yığınlar halinde cennete götürülürler. Oraya vardıklarında onun kapıları açılır ve bekçileri onlara, "Size barış olsun; kazandınız. Haydi temelli kalmak üzere oraya giriniz," derler.

7/41 Onlar (Cehennemlikler) için cehennemden bir yatak ve üstlerinde de bir örtü vardır. Zalimleri işte böyle cezalandırırız.

_ Melekler Cennetlikleri Cennet kapılarında selamlarlar,

21/103 O en büyük korku onları üzmez. Kendilerini melekler, "İşte bu, size söz verilen gününüzdür!," diye karşılar.

16/31-32 İçlerinden ırmaklar akan Adn cennet (bahçe) lerine girerler. Orada her diledikleri şeyi bulurlar. ALLAH erdemlileri işte böyle ödüllendirir. İyi durumdayken melekler canlarını almaya geldiklerinde, "Selam size olsun. Yaptıklarınızın karşılığı olarak cennete giriniz," derler.

_ İnanan her erkek ve dişiyi (Cennet'e girdikten sonra) kendilerini yaşıt eşler karşılarlar, bunlar sadece birbirilerine ait olan eşler/hurilerdir!

55/56 Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir cin tarafından dokunulmamış, bakışlarını dikmiş eşler vardır.

78/31-33 Erdemliler için kurtuluş vardır. Bağlar, bahçeler... Genç ve yaşıt eşler...

56/35-38 Biz kadınları yeniden biçimlendirdik. Onları, gençleştirdik. Mükemmel biçimde eşlenmişlerdir. Sağ tarafta olanlar içindir.

_ Ebedi Cennet hayatında kendisine lazım gelebilecek gereksinimlerden süresiz/sınırsız yararlanacaklardır,

61/12 Günahlarınızı bağışlar ve sizi içinden ırmaklar akan bahçelere ve Adn bahçelerindeki saraylara sokar. Büyük başarı budur.

22/23 ALLAH inanıp erdemli bir hayat sürenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere (bahçelere) sokar. Orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Orada giysileri de ipektir.











20/76 Adn bahçeleri ki altından ırmaklar akar. Orada ebedi kalıcıdırlar. Arınanların ödülü işte böyledir.

_ Cehennemlikler de Cennetlikleri her gördüklerinde onlarla birlikte gitmeyi/olmayı isterler ama nafile -derin bir çukurdadırlar,

7/50 Ateş halkı, cennet halkına seslendi: "Suyunuzdan, yahut ALLAH'ın size verdiği bazı nimetlerden üstümüze akıtın." Onlar da dediler ki: "ALLAH bu ikisini kafirlere haram kılmıştır."

57/13 O gün, ikiyüzlü erkekler ve kadınlar inananlara, "Bize bakın da sizin ışığınızdan alalım," diyecekler. Onlara, "Geriye dönün de ışık arayın," denir. Aralarına, iç taraftaki merhametle, dış taraftaki azabı ayıran kapılı bir engel konacaktır.

101/8-11 Kimin de tartıları hafif gelirse, Onun da anası uçurumdur. O uçurumun ne olduğunu bilir misin? O, kızgın bir ateştir! [2]

_ Buradan çıkmayı her istediklerinde kapılar üzerlerine kapanır, aralarında bir engel ve kapılarında da kesin emir almış bekçiler vardır. Cahil/zalimler, bu günle karşılaşacaklarını uman müminlerle alay etmişlerdi/onlara zulmetmişlerdi,

7/40 Ayetlerimizi inkar edenlere ve onlara karşı büyüklük taslayanlara göğün kapısı açılmaz ve deve iğne deliğinden geçmedikçe de cennete girmezler. Suçluları böyle cezalandırırız.

7/44-49 Cennet halkı cehennem halkına seslenir: "Rabbimizin bize söz verdiğini gerçek olarak bulduk. Rabbinizin size söz verdiğini siz de gerçek olarak buldunuz mu?" "Evet!," derler. Biri aralarında şunu ilan eder: "ALLAH'ın laneti zalimlerin üzerine olsun." Onlar ki ALLAH'ın yolundan alıkoyarlar ve onu eğriltmek isterler. Ahiret konusunda da inkarcıdırlar. Cennet ile Cehennemin Ortasında Kalanlar. Aralarını bir perde böler. Orta yerde de bazı kimseler var ki herkesi görünüşlerinden tanırlar. Cennet halkına, "Selam size," diye seslenirler. Bunlar oraya (cennete), canları istedikleri halde giremediler. Gözleri ateş halkına çevrildiğinde, "Rabbimiz, bizi zalim toplulukla birlikte bulundurma," derler. Orta yerde bulunanlar, görünüşlerinden tanıdıkları kimselere seslenirler: "Sizin cemaatiniz ve büyüklük taslamış olmanız size hiç bir yarar sağlamadı.", "ALLAH onlara bir rahmet dokundurmayacak diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı?" (Orta Yerdekilere şunlar denecektir "Cennete girin; size bir korku yoktur ve üzülmeyeceksiniz de."

Yorum: "Orta yerde kalanlar" şehitler ve/veya öldürülenler olabilir. Yada çocuk yaşta ölenler de olabilir. Dünyada iken iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı bir etki/zorlama sebebiyle ayırt edememiş veya bu seçim hakkı ellerinden bir şekilde alınmış olan kişiler de olabilir! En doğrusunu elbette Allah bilir!

23/109-111 "Kullarımdan bir grup, 'Rabbimiz, inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.' derdi.", "Sizse onları alaya aldınız ve onlar yüzünden beni anmayı unuttunuz. Onlara gülüp duruyordunuz.", "Bugün ben, onlara sabretmelerinin karşılığını verdim. Kazananlar işte bunlardır."

66/6 Ey inananlar, yakıtı halk ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin üzerinde sert ve güçlü melekler olup, ALLAH'ın buyruğuna karşı gelmezler ve kendilerine ne emredilmişse onu uygularlar.

_ Cehennemlikler için hesapları ağırdan alınır, bu sonucu isteyenlerin sayısı çok olduğundan grup grup yollanırlar. Öyleki bir müddet sonra Cehennem'in taştığı zannedilir, oysa Cehennem'in 6 kapısı daha vardır!

7/182 Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar farketmeden onları yavaş yavaş sonlarına yaklaştıracağız.

39/71 İnkar edenler yığınlar halinde cehenneme götürülürler. Oraya vardıklarında onun kapıları açılır ve bekçileri onlara, "Size, Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bu gününüzle karşılaşacağınız konusunda sizi uyaran sizden elçiler gelmemiş miydi?" derler. "Evet. Ancak 'ceza' sözü inkarcılar hakkında gerçekleşmiştir," diye karşılık verirler.

50/30. O gün cehenneme: "Doldun mu?" deriz, o: "Daha var mı?" der.

15/44 "Onun yedi kapısı vardır ve her bir kapı için onlardan belli bir pay vardır."

_ Alçaltıcı azabın hiç değilse bir anlığına ertelenmesini isterler, oysa şanslarını daha önce zaten (inkarla) kullanmışlardı,

40/49. Ateşte olanlar, cehennemin bekçilerine: "Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azâbımızı hafifletsin" derler.

40/50 Onlar da derler ki, "Elçileriniz size apaçık delillerle gelmemiş miydi?" "Evet" derler. Bunun üzerine onlar, "Öyleyse kendiniz yalvarın. Ne var ki inkarcıların yalvarması sonuç vermez."

_ Allah'ın ayetlerini ve O günü inkar eden bu cahil/zalimler pişman olurlar ama pişmanlıkları bir yarar sağlamaz, çünkü artık karar verilmiştir!

67/6-11 Rab'lerini inkar edenler cehennem cezasını hakketmişlerdir. Ne kötü bir duraktır. Oraya atıldıkları zaman, onun kaynayıp tüterken uğultusunu işittiler. Nerede (nerdeyse) ise öfkeden patlayacak! İçine her ne zaman bir grup atılsa, oranın gardiyanları, "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" diye sordular. Onlar da dediler ki, "Evet, bize bir uyarıcı gelmişti, ama biz yalanladık ve, 'ALLAH hiçbir şey indirmemiştir. Siz tümüyle sapıtmışsınız,' dedik.", "Dinleseydik veya aklımızı kullansaydık biz şu ateşin halkı içinde olmazdık," dediler. Böylece günahlarını itiraf ettiler. Ateşin halkı uzak olsunlar.

DİNLE! ONLARIN ÇIĞLIKLARINI SEN ŞİMDİDEN DUYABİLİYOR MUSUN? ACİZLİK VE REZİLLİKLERİNİ HAYAL EDEBİLİYOR MUSUN? BU SAHNELERİ TASAVVUR EDEBİLİYOR MUSUN? İNANMIŞ OLSAN DA OLMASAN DA AKIBETİN "HESAP GÜNÜ"DÜR VE BUNU HİÇ KİMSE ERTELEYEBİLECEK YADA SAVABİLECEK DEĞİLDİR! İNANMIŞSAN KÂZANIRSIN! İNKARI SEÇMİŞSEN KAYBEDERSİN! (23/102-103, 41/46) ÖYLEYSE SEN, ÖLÜM SANA GELMEDEN EVVEL AL TEDBİRİNİ! MERHAMETİ BOL OLAN ALLAH'IM, SANA BU DÜNYADA BİR ŞANS DAHA VERDİ! VE SANA MASAL ÖĞRETMEDİ! UNUTMA, SEN, SANA VERİLENLERDEN HESABA ÇEKİLECEKSİN, ATALARININ ÖĞRETİLERİNDEN DEĞİL! EĞER ATALARININ CENNET'E GİRECEĞİNDEN 100% EMİN DEĞİLSEN, ŞU ANDAN İTİBAREN KURAN'A SARILMANI VE KESİN BİR TEVBE ETMENİ TAVSİYE EDERİM! ÇÜNKÜ YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!

4/18 Sürekli kötülük işleyen ve kendilerini ölüm yakalayınca, "Ben artık tövbe ettim," diyenlerin tövbesi geçersizdir. İnkarcı olarak ölenlerin de tövbesi geçersizdir. Onlar için acıklı bir azap var.

10/90-91 İsrail oğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu ise küstahça ve düşmanca arkalarına düştü. Boğulmak üzereyken, "İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben müslümanım," dedi. "Çok geç! Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculardan olmuştun."

_ Kendinizi Kandırmayın!

Cehennemlikler, (dünyada iken) günahlarının karşılığını Cehhennem'de ödedikten sonra(!) Cennet'e gönderileceklerine ve bu torpile de peygamberlerinin şefaatı sayesinde(!) kavuşacaklarına inanırlardı. Oysa Kuran'a göre bu, pek de mümkün görünmüyor! Lakin Peygamberler de hesaba çekilecek! (7/6) Cehennem kuyusuna atılanın oradan çıkma ihtimali yoktur! (Allah dilerse başka)

2/80 "Sayılı birkaç gün dışında ateş bize değmeyecek," dediler. De ki: "ALLAH'tan böyle bir söz mü aldınız -ki ALLAH verdiği sözden dönmez- yoksa ALLAH adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"

74/47-49 "Nihayet (şimdi) kesin gerçeğe ulaştık." Aracıların şefaati onlara bir yarar sağlamaz. Öyleyse neden bu mesajdan yüz çeviriyorlar.

Allah'a kavuşmayı arzulayanlar, hesap gününde hesaba çekileceğini umanlar, KURAN'A SARILSINLAR! Allah'ın ilk emri "OKU"dur (96/1-5, 29/51). Neden "oku!"? Öğrendiklerinden ve öğrendiklerini hayata nasıl ve/veya ne şekilde geçirdiğinden sorulacaksın da ondan! Sınırı/haddini aşarak "cahil/kibirli/zorba/zalim" biri olmayı mı seçmişsin? Yoksa düşünüp sakınan, iyi bir mümin mi olmuşsun? Bunun sonucunu/hakettiğin sonucu, her nefis gibi sen de, elbette öğreneceksin/göreceksin! Ve unutma, hiçbir kimseden yardım da görmeyeceksin!

26/88-89 O gün, paranın ve çocukların yararı olmayacaktır. ALLAH'a mükemmel bir kalp ile gelenler hariç.

82/19 O gün kimsenin kimseye yardımı dokunmaz. O gün tüm kararlar yalnız ALLAH'a aittir.

Öyleyse sen, Allah'a karşı samimi olmaya çalış! Tüm canlıları Allah yaratmış ise, O'ndan daha iyi tanıyabilecek yoktur! Ve kimse Allah'ı kandırabilecek de değildir! Deneyenler ise lanetlenmiş/mühürlenmişti! Kimbilir belki de birçoğumuz onların torunlarıdır! Şu halde onlarla aynı yere, onların arkasında/önderliğinde (Cehenneme) gidecek miyiz, yoksa orası için bir kurtuluş rehberi/umudu olan Kuran'a mı sarılacağız?

6/104 Rabbinizden size aydınlatıcı bilgiler gelmiş bulunuyor. Kim görürse kendi yararına, kim körlük ederse kendi zararınadır. Ben üzerinize bekçi değilim.

43/44 Bu, sana ve halkına bir mesajdır; ondan sorulacaksınız.

33/72 Biz sorumluluğu (sınanmayı) göklere, yere, dağlara sunmuştuk da onlar onu yüklenmekten çekinmişler ve kabul etmemişlerdi. Ancak onu insan yüklendi; o zalim ve cahil olmuştu.

44/38-40 Biz, gökler, yer ve aralarındakileri oyun eğlence için yaratmadık. Biz onları ancak belli bir amaca göre yarattık. Ne var ki onların çoğu bilmezler. Hepsi Karar Günü topluca buluşacaklardır.

33/73 Böylece, ALLAH ikiyüzlü erkekleri ve kadınları, ortak koşan erkekleri ve kadınları cezalandırır ve ALLAH inanan erkeklerin ve kadınların ise tevbelerini kabul eder. ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.

Not: Bazı okuyucularımız açıklamalarımıza bakarak, (haşa) insanların istemesinin, Allah'ın dilemesinden önde olduğu fikrine kapılabilir. Allah'ın alnından tutup denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Kainattaki her canlı ve cansız varlık Allah'ın gözetiminde ve kontrolündedir (11/56). İnsana lütfedilen aklı kullanma veya kullanamamalarına göre bir seçim yapması/bir yol belirlemeleri gerekmektedir (42/47). Allah, inanmayı isteyen/dileyen insanların göğsünü İslam'a açmakta ve inanmış biri olarak Allah'a ulaşmalarına ruhsat tanımakta/izin vermektedir. Allah'ın izin verdiği müminlerin, Şeytan'a prim vermeleri de söz konusu değildir. Şeytan, sapmaya meyilli olan inkarcıları saptırmak için izin almıştır fakat müminlere bulaşmasına izin verilmemiştir (15/39-40). Allah'ın inanma izni vermediği (-ki onlar münafık/ikiyüzlü/kafirlerdir) ne kadar direnirlerse dirensin, ne kadar dilerlerse dilesinler, ancak Allah izin verirse imana kavuşabilmektedirler. Çünkü bu inkarcıların kalplerini Allah mühürlemiş, yine Allah dilerse mühür kalkacaktır! Bu farka dikkatinizi (acizane) çekmek isterim! Herşeyi hakkıyle bilen sadece Allah'tır ve en doğrusunu Allah bilir! (3/29)

[1] Cehennem zakkumu farklı bir bitki olsa gerektir! (37/62-66) Nitekim dünyadaki (ismini insanların koyduğu) bir bitki olan zakkumun, ateşin dibinde yetişiyor olması ateistlere pek abes gelmektedir. Oysa bizim de, Cehennem'in dibinde biten zakkumun dünyadaki zakkum olduğunu iddia edebilmemiz için, sözkonusu ayetlerde "sizin bildiğiniz ve/veya yetiştirdiğiniz ağaç" denilmesi gerekirdi. Fakat bunun bildiğimiz zakkumdan farklı bir zakkum olduğu muhtemeldir (37/65). (En doğrusunu Allah bilir)

[2] Buradaki ayetlere bakarak şöyle bir benzetme yapabilir miyiz? 8 katlı bir apartman düşünün, giriş kapısına kadar heryer zakkumlarla donatılmış. Cehennemlikler bu manzarayı görünce, Cennet'e gireceğini zannederler (37/63). Oysa zemin katta Cehennem vardır (-ki alabildiğine derin bir çukur/uçurumdur), kapıdan girer girmez bu kuyuya/uçuruma itilirler (83/16). Bunun üstünde 7 kat Cennet vardır! Cehennem'in en üstünde/tepesinde (saydam) bir kapı vardır ve Cennetliklerin durumları Cehennemliklere gösterilir. Bunu gören Cehennemlikler, onlar gibi olmak/onların yararlandığı nimetlerden yararlanmak isterler. Fakat pislik ve rezilliğe mahkum olmayı kendileri seçmiştir. İşte bunlar dünyada iken (zulüm/inkar/cehaletlikleri ... ile) müminleri pis ve rezil olarak görüyorlardı! Şimdi ise kendileri bu durumdalar! (En doğrusunu Allah bilir)

28/56 Sen sevdiğini doğruya iletemezsin. Dilediğini doğruya ileten sadece ALLAH'tır. Doğruya ulaşmayı hakedenleri en iyi bilen de O'dur.
Son düzenleyen NeutralizeR; 13 Mart 2017 20:02
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Mart 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kiyâmet Alametleri (Esrâtu's-Saa), âhir zamanda (zamanin sonlari) ortaya çikarak Kiyâmet'in yaklastgini, kopmak üzere oldugunu gösteren belirtiler. Bu belirtiler genellikle Küçük Alametler (Alâmât-i Sugra) ve Büyük Alametler (Alâmât-i Kübrâ) olmak üzere iki bölüm halinde incelenir.
Âhir zaman olarak tanimlanan Kiyâmet öncesi donemde dini duygu, düsünce ve davranislarin zayiflamasi, dini kurallara gereken önemin verilmemesi, ibadetlerin terkedilmesi, ahlaksizligin çogalmasi biçiminde kendini gösteren Küçük Alametler'in baslicalari su sekilde siralanabilir:
a) Insanlarin bina yapmakta birbiriyle yarismalari (Buhârî, Fiten, 25; bk. Tecrid-i Sarih Terc; 1/58).

b) Insanlarin ölümü temenni etmeleri (Buharî, Fifen, 25; Müslim, Fiten, 53-54)

c) Câriyenin efendisini dogurmasi (Müslim, 0mân, 1).

d) Hicaz'da bir atesin çikarak Busra'da (Sam yakilarinda bir yer) develerin ayaklarini aydinlatmasi (Buhârî, Fiten, 24; Müslim, Fiten, 42).

e) Firat nehrinin sularinin çekilerek, nehir yatagindan altin çikmasi (Müslim, Filen, 29-31).

f) Ikisi de hak iddiasinda bulunan iki büyük Islâm ordusunun birbiriyle savasmasi (Buhâri, Fiten, 25; Müslim, Fiten, 17).

g) Islâmî ilimlerin ortadan kalkmasi, cehaletin artmasi (Buhârî, Fiten, 4).

h) Depremlerin çogalmas1 (Buhârî, Fiten, 25).

ı) Zamanin yaklasmasi, gece ile gündüzün esit olmasi (Buhârî, Fiten, 25).

i) Cinâyetlerin çogalmasi, fitnelerin zuhur etmesi (Buhârî, Fiten, 4; Müslim, Fiten, 18).

j) Yahudilerle Müslümanlarin savasmalari, Müslümanlarin Yahudileri öldürmesi (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 341; Müslim, Fiten, 79-82).

k) Zinanin açikça islenmesi, içki tüketiminin artmasi, kadinlarin çogalip erkeklerin azalmasi (el-Ali en-Nâsif Tac, 5/335).

l) Kahtân'dan bir kisinin çikarak, insanlari asâsi ile sevketmesi Buhârî, Fiten, 23).
Kiyâmetin büyük alâmetleri ise su hadis-i serifte toplu olarak zikredilir: Huzeyfetu'l-Gifari (r.a)'den rivayet edilmistir: Biz bir gün kendi aramizda konusurken, Hazreti Peygamber yanimiza çikageldi. Bize "Ne konusuyorsunuz?" dedi. Biz de "Kiyâmet gününden konusuyoruz" diye cevap verdik. Hazreti Peygamber" Süphesiz on alâmet görülmedikçe kiyamet kopmayacaktir" dedi ve "Deccâl'i, dumani(duhan), Dâbbetü'l-arz'i, günesin batidan dogmasini, Isa (a.s.)'in yere inmesini, Ye'cûc ve Me'cuc'u, doguda, batida ve Arap yarimadasinda olmak üzere üç yer çöküntüsünü, son olarak da Yemen'den çikarak insanlari Mahsere sürecek atesin vuku bulacagini söyledi" (Müslim, Fiten, 39).
Kiyâmetin bu on büyük alameti baska hadislerce ya da Islâm bilginlerince su sekilde açiklanir:
1. Deccal'in ortaya çikisi: Deccâl, kiyâmette zuhur edecek yalanci bir kisidir, Islâm Dini'ni ve müslümanlari ifsad edip, kötülüge ve bozgunculuga sevketmek isteyecektir. Deccal'in sag gözünün kör oldugu, iki gözünün arasinda "kâfir" yazdigi, çocugunun olmadigi, Medine'ye ve Mekke'ye giremeyecegi, ortaya çiktiktan sonra yeryüzünde kirk gün kalacagi, bu süre içerisinde istidrac türünden bazi olaganüstü olaylar gösterecegi, daha sonra da yine kiyâmetin büyük alametlerinden olan Hz. Isa'nin yeryüzüne inmesiyle onun tarafindan öldürülecegi sahih hadislerde belirtilmistir (Buhâri, Fiten, 26; Müslim, Fiten, 37, 39, 40, 91, 101, 110, 112).

2. Duhan'in çikisi: Duman anlamina gelen duhan da kiyâmetin büyük alametlerinden biridir (Müslim, Fiten, 39). Kiyâmetin vukuundan önce dünyayi bir duman bulutu kaplayarak, kirk gün ve kirk gece kalacak, mü'minler nezleye tutulmus gibi, kâfirler ise sarhos gibi olacaklardir.

3. Dabbetü'l-arz'in çikisi: Kiyâmet'ten önce çikacagi bildirilen bir yaratiktir. Kelime anlami "yer hayvani" demektir. Kur'an-i Kerim'de "Kendilerine söylenmis olan baslarina geldigi zaman, yerden bir çesit hayvan (dâbbe) çikaririz ki o, onlara, insanlarin âyetlerimize kesin olarak inanmadiklarini söyler" (en-Neml, 27/82) buyurulmaktadir. Hz. Peygamber Dâbbetü'l-arz hakkinda "Çikacak olan kiyâmet alametlerinden ilki, günesin bati tarafindan dogmasi ile, bir kusluk vakti insanlara karsi bir dâbbenin (hayvanin) zuhurudur. Bu iki alametten biri, arkadasindan evvel olur. Akabinde digeri de onun izi üzerinde yakin olarak meydana gelir" (Müslim, Fiten, 118) buyurmustur.

4) Günesin Batidan dogmasi: Günes batidan dogacak, insanlar topluca iman edecek, ancak daha önce iman etmemis olanlarin imanlari kendilerine bir yarar saglamayacaktir (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII 307; Müslim, Fiten, 118).

5. Hazreti Isa (a.s)'in inmesi: Ehl-i sünnet itikadina göre Kiyâmetin vukuundan önce Hazreti Isa yeryüzüne inecek, hristiyanlari Islâm'a davet edecek, Deccâl'i öldürecek, Hazreti Peygamber (s.a.s)'in serîati ile hükmedecektir (Buhârî, Büyû, 102; Müslim, 0mân, 242-247).

6. Ye'cûc ve Me'cûc'ün çikisi: Kiyâmetin vukuundan önce çikarak "yeryüzünde bozgunculuk yapacak" (el-Kehf, 18/94) olan asillari ve soylari belirsiz iki insan toplulugudur (Muhammed Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 3288). Hz. ZülKarneyn'in önlerine yaptigi seddin yikilarak (el-Enbiya, 21/96) açilmasi ile yeryüzüne dagilacaklar insanlara saldiracak, kentleri yakip-yikarak harabe haline getireceklerdir. Bazi rivayetlerde bu seddin Çin seddi oldugu zikredilir (Muhammed Hamdi Yaz1r, a.g.e., IV, 3291, 3374; Buhâri, Enbiyâ, 7; Müslim, Fiten, 1,2).

7.8.9. Doguda, Batida, Arap Yarimadasinda olmak üzere üç bölgede yer çöküntülerinin meydana gelmesi de Kiyâmet'in büyük alametlerindendir (Müslim, Fiten, 39).
10. Yemen'den çikacak olan büyük bir atesin insanlari önüne katarak sürmesi
(Müslim, Fiten, 39).
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Mart 2006       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kıyamet Günü Yaklaşarak Gelmektedir

Ölüm gitgide yaklaşıyor. İster genç olun ister yaşlı, geçen her gün, hatta her dakika ölüme biraz daha yaklaşıyorsunuz.
Zamana karşı koyamıyor, ölümün yaklaşmasınada engel olamıyorsunuz.
Dünyadaki herşey gibi sizde yaşamınızı sona erdirecek güne doğru ilerliyorsunuz.

Ancak dünyada ölümlü olan yalnız insan değildir. Diğer tüm canlılar, yeryüzü, hatta tüm evrende ölümlüdür, yok olacakları bir gün belirlenmiştir. İşte o gün "son gün"dür. O günden sonra dünya hayatı son bulacaktır. Yokoluş günü yalnızca dehşetin yaşandığı, boyutları hiçbir insanın tasavvur edemeyeceği kadar korkunç, aynı zamanda görkemli bir "son gün" olacaktır. Yeryüzündeki herşey yerle bir olacak, yıldızlar silinip dökülecek, güneş körelecektir. O vakte kadar dünya üzerinde yaşamış olan tüm insanlar biraraya toplanacaklar ve bu güne şahit olacaklardır. Bu "son gün" inkarcılar için zorlu bir gündür ve kuşkusuz bu günün sahibi alemlerin Rabbi olan Allah'tır…

Kıyamet yaklaşarak gelmektedir ve hiçde uzak değildir. O gün dünya ile birlikte, dünyaya ait olan herşeyde yok olacaktır. Hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, şehvet, düşmanlık ve zevkler sona erecektir. Geleceğe yönelik planların bir anlamı kalmayacaktır. Allah'a döndürüleceğini unutan herkes için, o çok sevdiği, sonsuz hayata tercih ettiği dünyanın, tüm o aldatıcı zenginlikleri, güzellikleri ve meşguliyetleriyle sona erdiği gün gelmiştir. İşte o gün, insanlar Allah'ın varlığına kesin bir biçimde şahit olacak, unutmaya çalıştığı ölüm günü ile karşı karşıya kalacaklardır. Artık Allah'ı ve ahiret yaşamını unutarak geçirdiği bu kısa ömür sona ermiştir ve yeni bir başlangıç kendisini beklemektedir. Bu başlangıç, asla son bulmayacak ve asla inkarcılara mutluluk getirmeyecektir. Bu sonsuz yaşamın ilk anından itibaren azap öylesine şiddetlidirki, bunu yaşayanlar, azabın yerine "ölümü" ve "yokoluşu" isteyeceklerdir. Bu hayatın başlangıcı kıyamet saatidir. Ve kuşkusuz kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir...





Dünya Hayatı Geçicidir ve Ölüm Kesin Bir Gerçektir

Çocukluğunuzun ilk günlerinden itibaren geleceğinize ilişkin belirli bir hedefe yönelir veya başkaları tarafından yönlendirilirsiniz.
Muhtemelen şunlarla karşılaşırsınız: Yaşınız ilerlediğinde artık bir aileniz ve işiniz olmuştur. Daha çok para kazanmak ve daha rahat yaşamak için çaba gösterirsiniz, çocuklarınızı yetiştirir, onların ileride sizden daha iyi bir hayat sürmelerini istersiniz. Haftada bir aile toplantılarına katılır, tatil yapar, işe gider, geri kalan vaktinizide evde geçirirsiniz. Birkaç aksaklık dışında yaşamınızdaki herşey muntazam devam eder, genelde çok olağanüstü durumlarlada karşılaşmazsınız.

Yaşamınızdaki herşey sanki daha önceden belirlenmiş gibidir, çevrenizdeki insanların yaşamlarıda birbirleriyle çok büyük benzerlikler gösterir. Bu benzer senaryolara göre yaşamak için çalışmalı, ******zu devam ettirmek içinde aile kurmalısınız. Bu düşünceye göre zaten "iyi bir aile ve iyi bir iş" dışında yaşamın başka ne amacı olabilir ki! Bunlar sağlandıktan sonra mutlu bir yaşam hayal edersiniz. Böylece herşey tozpembe olacak ve yaşamın geri kalan kısmını huzurlu geçireceksinizdir...

Oysa siz bunları düşünürken, bedeninizde ve çevrenizde önemli birtakım değişiklikler olmaktadır.
Vücudunuzda farklı işlevlere sahip pek çok hücre görevini tamamlayıp ölmekte ve yaşınız ilerledikçe bunların yenilenmesi dahada yavaşlamaktadır. Bedeniniz yaşlanmakta ve bu yönde sürekli belirtiler, hastalıklar, eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Zaman sürekli ilerlemekte ve geri dönüşün imkansızlığı gün geçtikçe dahada açık bir şekilde kendini göstermektedir. Ve siz huzurlu ve rahat geçirmeyi planladığınız "geri kalan ömrünüzde" gitgide ölüme doğru yaklaştığınızın farkındasınızdır. İşte bu nedenle dünya hayatı size beklediğiniz rahatlığı ve huzuru gerçek anlamda asla vermez... O ana kadar sizi pek çok açıdan tatmin ettiğini düşündüğünüz bu yaşamın bir sonu vardır. İşte bu sonun ardından asıl gerçeklerle yüzyüze gelinecektir. O halde dünya hayatında hedeflediğiniz hiçbir şey sizin gerçek amacınız olmamalı. Çünkü dünya hayatı yalnızca geçici bir imtihan yeridir. Kimin güzel davranışlarda bulunduğunun sınandığı yerdir. Allah, bize bu önemli gerçeği şöyle bildirmektedir:




O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için
ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)


Yaşamın gerçek amacı "iyi bir aile ve iyi bir iş" değildir. Herkesin tek bir yaratılış amacı vardır: Allah'a kul olmak. Dünyada elde edilmiş mal, eş, çocuk, mevki, itibar gibi kazançların hepsi yaşam boyunca büyük bir tutkuyla bağlanılan değerlerdir. Fakat ölümün ilk anından itibaren bu dünyevi kazançlar bir anda tüm değerlerini ve önemlerini yitirirler. Bu herkesin bildiği ama düşünmekten kaçındığı bir gerçektir. Dolayısıyla asıl amaç bu olmamalıdır. O zaman gerçek amacın ve kazancın ne olduğunu çok iyi düşünmek, kavramak gerekir. İşte yaratılmanın asıl amacını Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:




Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

Ancak Allah'a kulluk görevinin tam olarak yerine getirilmesiyle ölümden sonra başlayacak olan ahiret hayatı için güzel bir beklenti söz konusu olabilir. İnsanların büyük bir kesiminin sahip olduğu çarpık bir beklenti vardır. Çoğu insan bu ihtimale inanarak kendini rahatlatmaya çalışır. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Eğer bir insanın ahirete, ölümden sonraki yaşama yönelik bir beklentisi yoksa, o zaman da geriye tek bir ihtimal kalır: Ölümle birlikte sonsuza dek yok olmak! Bu ihtimal ise diğerlerine göre çok daha ürkütücüdür. Allah'a kulluk etmeyi reddeden insanlar bu olasılıktan korktukları ve unutmak istedikleri için kendilerince çeşitli yöntemler geliştirirler. Bu yöntemler ise genelde hep aynıdır: Ölüm konuşulmaz, tartışılmaz, hatırlatılmaz. Halbuki ölüm, yaşanılacağı kesin olan bir gerçektir, ama sanki "yokmuş" gibi davranılır. Toplumun büyük bir kesiminin bu mantığa sahip olması insanda bir rahatlamaya sebep olabilir. Oysa kendisi gibi diğer insanlar da aldanmaktadırlar. İnsanlar ölümü, kıyamet gününü ve ahireti bilmekte ama düşünmemektedirler. Dünya hayatıyla tatmin bulmakta, daha doğrusu tatmin bulmayı istemektedirler. Oysa Allah Kuran'da insanların kaçmakta oldukları ölüm gerçeğiyle mutlaka karşılaşacaklarını bildirmektedir. Ayette şöyle buyrulur:




De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi, 8)

Ölüm yalnızca insanlara mahsus değildir. Geçici olan dünya hayatında, insan gibi "herşey" ölümlüdür. Allah bize, tüm kainatın, içindeki canlılarla birlikte yok olacağı bir günün varlığını, yani "kıyamet gününü" bildirmiştir. Kıyamet günü, imtihanın son bulduğu, nihai gündür. O günün gelişini, yeryüzündeki her insan pek çok belirti ile anlayacak ve kainatın ölümüyle sonuçlanacak olaylar gerçekten de tüyler ürpertici olacaktır. Ve en nihayet dünyadaki tüm insanlar, kıyametin gerçekleştiği gün, kendilerini bekleyen "yeniden dirilişi" kavrayacaktır. Böyle bir günle karşılaşmayı ummayanlar, karşılarındaki bu apaçık gerçeği reddedemeyecekler ve Allah'ın emrine "isteseler de istemeseler de" boyun eğeceklerdir. Allah, tüm evren için büyük bir son hazırlamıştır. İnsanların çoğu her ne kadar inkar etmeye çalışsa da, kıyamet saati belirlenmiş bir vakitte kendilerini beklemektedir.

Allah kıyamet anında gerçekleşecek olaylarla ilgili olarak Kuran'da şöyle haber vermektedir:




De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır." O, rahmeti kendi üzerine yazdı. Sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır.(Enam Suresi, 12)



Kıyamet Günü Gerçekleşecek Olaylar


Kıyamet günü Kuran'da haber verildiği üzere,




"İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı gündür." (Mutaffifin Suresi, 6).

O gün, canlılarla birlikte tüm evrenin yok olduğu dehşetli bir gündür. Bu yokoluş, şimdiye kadar hiçbir yerde görülmemiş olaylar sonucunda gerçekleşecektir. O gün, insanların, hayvanların, var olan herşeyin, kısaca kainatın ölüm günüdür. O gün, Allah'ın yüce kudretinin açıkça görüldüğü ve insanların tümü tarafından idrak edildiği gündür. O gün, inkarcılar için dehşet, korku ve acı dolu bir gündür. O gün, daha önce yaşanmamış bir pişmanlık, korku ve aşağılanmanın hissedileceği gündür.

Kıyamet gününün özellikleri Kuran ayetlerinde çeşitli benzetmelerle ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu bölümde Kuran'da kıyamet günü gerçekleşecegi bildirilen olayların genel tasviri yapılıp, Allah'ın ayetlerde bildirdiği olayların işaret ettiği manalarının üzerinde durulacaktır. Elbette herşeyin en doğrusunu Allah bilir ve Allah'ın ilmi sonsuzdur. Biz ise her konuda olduğu gibi kıyamet konusunda da yalnızca O'nun bize bildirdiği ve öğrettiği kadarını anlatabiliriz.

Bu bölümde anlatılan olayların hepsinin kaynağı Kuran ayetleridir ve hepsinin gerçekleşeceği kesindir. Tüm tasvirlerin gerçekleşme şeklini de Allah belirlemiştir. Fakat bu olaylar tahmin edilenden çok daha farklı biçimlerde gerçekleşebilir. Bizim kesin olarak bildiğimiz şey Allah'ın vaat ettiği olayların mutlaka yaşanacağı, insanların kıyamet gününde, daha önce hiç karşılaşmadıkları muazzam bir manzara ile karşı karşıya kalacakları ve evrenin içinde barındırdığı tüm canlılarla birlikte tamamen yok olacağıdır. İnsanların ise bütün bunların sebebini öğrenme, bu felaketlerden kaçıp kurtulabilme ya da çözümler arama gibi bir ihtimalleri olmayacaktır. O gün herkesin göreceği gerçek; Allah'ın ve ahiretin varlığıdır...


Dünya üzerinde var olan düzenin çekici süsüne kanarak ona sımsıkı bağlananlar, Allah'ın varlığı ve birliği gerçeğine karşı kördürler. Bütün bunların yaratıcısını, yaratılışını ve bir sona doğru hızla ilerlediğini asla düşünmeden sadece aldandıkları bu görüntü ile sözde mutlu olur, yetinirler. Oysa onları yanıltan bu kusursuz düzen, herşeyin sahibi olan Allah'ın eseridir. Allah'ın yarattığı bu görkemli sistem, yine onun tek bir emriyle akıllara durgunluk verecek şekilde son bulacaktır. İşte böyle bir gün ile kesin olarak karşılaşmayacakları zannında olanlar, Sur'un sesiyle bu gafletten aniden uyanacaklardır. Ancak bu uyanış faydasızdır, çünkü artık Allah ve ahiret adına birşeyler yapmak için çok geçtir.

Geç kalınmıştır, çünkü bazı insanlar bir imtihana tabi oldukları dünya hayatını, ahiretin varlığını umursamadan boş bir çaba uğruna harcamışlardır. Ahirete inanmayan insanların böyle bir anlayışa sahip olabilmelerinin arkasında çok özel bir çaba yatmaktadır. Bu çabanın da mahiyeti ve karşılığı oldukça büyüktür. Temelindeki sebep, dünyadaki bu sınırlı yaşamla tatmin bulmak, daha öncesini veya sonrasını mümkün olduğunca düşünmemektir. Bu anlayış, dünya hayatının geçici zevklerine dalarak ne için yaratıldığını unutmayı da beraberinde getirir. Dolayısıyla, insanların çoğu niye yaşadıklarını, niçin yaratıldıklarını, Yaratanın kendilerinden neler istediğini ve neden ölümün var olduğunu düşünmeden bir ömür geçirirler. Ölüm bildikleri birşeydir, ama ölüm gerçeğinin kendilerine, üzerinde düşünmeleri gereken bu gibi soruları da getireceğinin farkındadırlar. Bunun için mümkün olduğunca bu fikirden uzaklaşmaya bakarlar. Oysa insanın yaratılışının ve dünya üzerindeki kısa yaşamının tek sebebi, yalnızca Allah'a kulluk etmektir. Ölümün yakınlığının, dünya hayatının kısalığının, sahip olduğu ve olmadığı herşeyin sadece imtihanın bir parçası olduğunun farkında olan insanlar, Kuran aracılığıyla insanlara tarif edilmiş olan gerçeklerle de mutlaka karşılaşacaklarının farkındadırlar. Dolayısıyla dünyadaki tek amacın "Allah için yaşamak" olduğunu kavrayabilmişlerdir. Bunu dünyada kavramak insan için büyük bir kazançtır. Böylece aldatıcı bir dünyadan uzaklaşmakta, tek gerçeğe, yani "ahirete" yönelmektedir.

Oysa insanların tümüne karşılaştıkları böyle bir günden evvel bu gerçek hatırlatılmıştır. Allah insanları, hem ayetleriyle hem de elçileriyle "geri dönüşü olmayan bir gün" gelmeden önce Kendisine yönelmeleri konusunda uyarmış, aksine bir tavır gösterenlere ise ölüm geldikten sonra yardım edilmeyeceğini bildirmiştir. Kuran'da beklemediği bir anda azap ile karşılaşan kişinin duyacağı pişmanlık ve kendisine hiçbir şekilde yardım edilmeyeceği gerçeği şu şekilde açıklanmıştır:

Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel. Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): "Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah'ın diniyle) alay edenlerdendim." Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). "Hayır, Benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kafirlerden oldun." Kıyamet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Suresi, 54-60)





Kıyamet Anında Yeryüzünün Durumu




Şiddetli Sarsıntılar Başlar

Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı, Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir. (Zelzele Suresi, 1-5)

Kıyamet günü her canlının duyabileceği Sur'un sesini, kulakları patlatan bir gürültü izler ve yeryüzü daha önce eşi benzeri görülmemiş bir sarsıntıya tutulur. Dev boyutlardaki dağlar, ağaçlar, gökdelenler, binalar kısaca yeryüzünün her noktası aynı anda sarsılmaya başlar. Bundan önce hiç rastlanmamış bu sarsıntı karşısında insanlar büyük bir paniğe ve korkuya kapılırlar. En korkunç olan ise bu sarsıntıdan kaçacak ya da sığınıp kurtulabilecek hiçbir yerin olmamasıdır. Çünkü bu sarsıntı daha önce insanların görmüş oldukları ve yalnızca belli bir bölge ya da şehirde meydana gelen, saniyelerle hesap edilen depremlerin bir benzeri değildir. Bu kez yaşanan, hiçbir kaçışın olmadığı, aynı anda dünyanın dört bir yanında başlayan ve dünyayı yerle bir edecek olan bir sarsıntıdır. Dünyayı yerle bir edinceye kadar da son bulmayacaktır. (En doğrusunu Allah bilir). Kıyamet günü insanların karşılaşacakları sarsıntıları Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:




O sarsıntının sarsacağı gün, Arkasından onu diğer bir sarsıntı izleyecek. O gün yürekler (dehşet içinde) hoplayacak. Gözler zillet içinde düşecek.(Nazi'at Suresi, 6-9)

Dünya üzerinde yaşanmış ve sonuçları insanları derinden etkilemiş sarsıntıları, depremleri bir an için gözünüzün önüne getirin. Bu sarsıntıların tümü sadece saniyelerce sürmüş, ancak buna rağmen ardında büyük enkazlar bırakmıştır. Yüzbinlerle ölçülen bir insan topluluğu bu enkazın altında kalmış ve geride kalanlar, hiç beklemedikleri bir sefalet ve yoksullukla karşılaşmışlardır. Evler, mallar, edinilen kazançlar, tasarruflar çok kısa bir sürede yerlebir olmuştur. Bu felaketler herkesin gözü önünde gerçekleşmiştir ve bu saniyeler içinde hiçbir güç sarsıntıya karşı koyamamıştır. Kıyamet günü karşılaşılacak olan sarsıntı ise ne şiddet, ne meydana gelen sonuç ne de kapsam olarak daha önce dünyada yaşanan depremlere benzemeyecektir ve herşeyden önemlisi geride enkaz değil, bir yaşam belirtisi dahi bırakmayacaktır...

Dünyadaki bir deprem her ne kadar şiddetli olursa olsun, insanlar için çoğu zaman bir kurtuluş olasılığı vardır. İnsanlar bunu bildikleri için sarsıntı başlar başlamaz kendilerini kurtarabilmek amacıyla birtakım tedbirler almaya, hızla depreme karşı güvenlik içinde olabilecekleri bir yere saklanmaya çalışırlar. Oysa insanların hepsi Sur'un üfürülüşü ile anlayacaklardır ki, bu sarsıntılar daha önce yaşadıklarının bir benzeri değildir; hiçbir şekilde kaçıp kurtulma ihtimali yoktur.

Kuşkusuz insanlar, kıyamet saatine dair herşey gibi, meydana gelecek ve kaçış imkanı olmayacak bu sarsıntılar için de Kuran'da şöyle uyarılmışlardır:




Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. (Hac Suresi, 1)

O anda artık yeryüzünde sahip olunan hiçbir şeyin değeri ve anlamı kalmamıştır. İnsanları aldatan herşey; lüks evler, dev gökdelenler, beş yıldızlı oteller, ömürleri boyunca hırsla paralar biriktirerek aldıkları ve üzerinde onca emek vererek yaptırdıkları ve düzenledikleri evler, saraylar, köprüler, dünyanın en ünlü yapıları; yüzyıllarca her türlü doğa olayına karşı yıkılmadan ayakta kalabilmiş olan piramitler, tarihi kaleler, şehirler adeta deniz kenarına yapılmış kumdan kaleler gibi hızla çökeceklerdir. Umut bağlanan işyerleri, lüks arabalar kısaca dünya hayatında insanın sahip olduğu, sahip olmakla övündüğü tüm maddi zenginlikler bir anda yok olacaktır. İnsanların elde ettikleri şan, şöhret, itibar ve iktidarın hiçbir anlamı veya önemi kalmayacaktır.

Kuran'da o gün yerin parça parça yıkılıp darmadağın olduğu şöyle bildirilmiştir:




Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu, Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; o gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? (Fecr Suresi, 21-23)

O gün insanların bundan önce güvenle üzerinde gezindikleri yer ayaklarının altından kayar. Türlü bahanelerle Allah'ı inkar için çaba göstermiş ve ne yapması gerektiğini bildiği halde ibadet etmekten kaçmış olan her kişi, sonunda Allah'tan başka sığınılabilecek bir güç olmadığını çok iyi anlar. Ama artık kendileri için ne geriye dönüş, ne yaptıklarını telafi imkanı vardır, ne de yaşanan pişmanlık kişiye bir fayda getirecektir.

İnsanların o gün korku ve dehşetle birlikte tattıkları en yoğun duygulardan birisi de çaresizliktir. Dünyada başına gelebilecek hemen her türlü olası felaket için tedbirini ve önlemini alan, en ölümcül afet, en büyük deprem, en şiddetli kasırga, en dehşetli nükleer savaş için bile korunmasını ve sığınağını hazırlayan insanoğlu, öyle bir olayla karşı karşıya gelir ki, kaçıp sığınabileceği, barınabileceği tek bir güvenli yer dahi bulamaz. Dünyada vazgeçilmez gördüğü, kendisine inkarı makul gösteren zekası da, güç sahibi olduğuna inandığı kişiler de bu dehşetli sarsıntıya karşı hiçbir çare üretemezler ve artık kendileri için kaçış yoktur.

Yeryüzü Allah'a boyun eğmiştir. Bu durum Kuran ayetlerinde şöyle bildirilmektedir:




Yer, düzlendiği, içinde olanları dışa atıp boşaldığı, ve 'kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. (İnşikak Suresi, 3-5)

Artık nihai gün gelmiştir. İnsanlara verilen süre dolmuş ve herşey son bulmuştur. Bu günden kurtulabilecek hiçbir canlı yoktur. Tüm olaylar sona erdiğinde yeryüzünde tek bir tohum, tek bir bitki, tek bir mikroorganizma hatta yeryüzünün kendisi de kalmayacaktır.




Ve kabirlerin içi 'deşilip dışa atıldığı' zaman; (artık her) nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir. (İnfitar Suresi, 4-5)

Yine yeraltı suları, sarsıntının şiddetiyle kırılan yerin katmanlarından dışarı fışkıracaktır. Tazyikli suyun etkisi ise oldukça şiddetlidir. Hem fışkırmanın başladığı bölgede önemli hasarlar meydana gelecek hem de yaşamı olumsuz etkileyen bir su tabakası yeryüzüne yayılacaktır.
Son düzenleyen NeutralizeR; 13 Mart 2017 20:02
pasaklikedi - avatarı
pasaklikedi
Ziyaretçi
17 Mart 2006       Mesaj #6
pasaklikedi - avatarı
Ziyaretçi
KURAN'DA BİLDİRİLEN "DABBE"NİN ÇIKIŞI KIYAMET
ALAMETLERİNDEN BİRİDİR


O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler. (Neml Suresi, 82)
Kuran'da "dabbe"den bahsedilen Neml Suresi'nin 82. ayetinde "o sözün insanların başına geldiği" bir döneme işaret edilmektedir. Bu ayeti ve dabbe kelimesi ile neyin kastedildiğini tam olarak anlayabilmek için "o söz" kelimesinin Kuran'da ne şekilde kullanıldığının üzerinde düşünmek gerekmektedir.
"O söz" kelimesinin Arapçadaki karşılığı "kavl"dir ve Kuran'da "anlaşma ve söz" anlamlarında kullanılmaktadır. Bu iki anlamın dışında aynı kelimenin "görüş, inanç, düşünce ve akide" gibi anlamları da bulunmaktadır.
Kavl kelimesi bazı ayetlerde müminlerin güzel ve maruf sözleri, insanlara yaptıkları tebliğ ve konuşmalar anlamında kullanılmaktadır. Örneğin Allah müminlere "Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 263) şeklinde buyurmaktadır. Bir diğer ayette ise yetimlere ve yoksullara "...güzel (maruf) söz..." (Nisa Suresi, 8) söylenilmesini emretmektedir.
Bu anlamının yanı sıra, "kavl" kelimesi ayetlerde doğrudan Kuran anlamında da kullanılmaktadır. Allah'ın Hz. Muhammed aracılığıyla insanlara indirdiği hikmetli sözleri birçok ayette "söz" kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Şüphesiz o (Kur'an), ayırdeden bir sözdür. (Tarık Suresi, 13)
Şüphesiz o (Kur'an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür. (Tekvir Suresi, 19)
O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir. (Tekvir Suresi, 25)
Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)
Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz? Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? (Hakka Suresi, 40-42)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi "kavl" kelimesi bazı ayetlerde Kuran'ı -Allah'ın sözünü- tanımlamak için kullanılmaktadır.
"Kavl" kelimesi Secde Suresi'nin 13. ayetinde Allah'ın sözünün -vaadinin- gerçekleşmesi olarak kullanılmaktadır:
Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat Benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (İnkar edenlerle) tamamıyla dolduracağım." (Secde Suresi, 13)
Saffat Suresi'nin 31. ayetinde ise söz kelimesi Allah'ın yıkımı ve azabı olarak ifade edilmiştir:
“Böylece Rabbimizin sözü (yıkım ve azab va'di) üzerimize hak oldu. Şüphesiz, (azabı) tadıcılarız.” (Saffat Suresi, 31)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah'ın vaat ettiği sözü, cehennemin inkar eden insan ve cinlerle tamamen doldurulması, azabın insanlar üzerine hak olmasıdır. "O söz" gerçekleştiğinde inkar edenler sonsuz cehennem azabıyla karşılaşacaklardır. "Söz" kelimesinin vaat anlamında kullanıldığı diğer ayetler ise şu şekildedir:
Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz. (İsra Suresi, 16)
Böylelikle biz ona: "Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş (azab gerekmiş) onlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır" diye vahyettik. (Müminun Suresi, 27)
Üzerlerine (azab) sözü hak olanlar derler ki: "Rabbimiz, işte bizim azdırıp-saptırdıklarımız bunlar; kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık... (Kasas Suresi, 63)
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. (Yasin Suresi, 7)
(Kur'an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir). (Yasin Suresi, 70)
... Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte tutulan azab) sözü onların üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrana uğrayan kimselerdi. (Fussilet Suresi, 25)
İşte bunlar, cinlerden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler içinde (azab) sözü üzerlerine hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar, ziyana uğrayanlardır. (Ahkaf Suresi, 18)
Zulmetmelerine karşılık, söz, kendi aleyhlerine gelmiş bulunmaktadır, artık konuşmazlar. (Neml Suresi, 85)
Ayetlerde de görüldüğü Allah'ın sözü tüm inkar edenler için "büyük bir helak ve sonsuz bir azap"tır. Üzerine "söz hak olmuş" olan kimseler için bir kurtuluş, çıkış ya da kaçış yolu yoktur. Onlar hem dünyada hem de ahirette büyük bir azaba uğrayacak, bu azaptan hiçbir şekilde uzaklaşamayacaklardır. Çünkü bu, Allah'ın vaadidir ve Allah vaadinden dönmez.
Buraya kadar incelediklerimizden Allah'ın sözünün sonsuz azabın başlayışına, dolayısıyla kıyamet gününe baktığı anlaşılmaktadır. O gün Allah'ın sözü inkar edenler üzerine hak olacak ve onlar büyük bir helak ile azaba uğrayacaklardır.
Kıyametin gelişi ise pek çok alametle anlaşılacaktır. İşte ahir zamanda meydana gelecek olan bu alametlerden biri de Neml Suresi'nde bildirilen "dabbe"nin çıkışıdır.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #7
arwen - avatarı
Ziyaretçi
HZ. MEHDÎ VE ONA ZEMİN HAZIRLAYAN CEMAAT-İ NURANİYE

Cumhur-u ulema-i İslam, hadîs-i şeriflere istinaden, ahirzamanda Mehdî ve Deccal’ın geleceğinde ittifak etmişlerdir. İbn-i Hacer-i Heytemi bu hususu şöyle beyan etmiştir:

من كفر مسلما لدينه فهو كافر مرتد يضرب عنقه ان لم يتب, و ايضا فهؤلاء منكرون للمهدى الموعود به اخر الزمان. و قد ورد في حديث ابي بكر الاسكافي انه صلي الله عليه و سلم قال: " من كذب بالدجال فقد كفر, و من كذب بالمهدى فقد كفر" و هؤلاء مكذبون به صريحا فيخشى عليهم الكفر
“Kim bir müslümanı dini için tekfir ederse o kafir ve mürteddir. Eğer tevbe etmezse devlet-i şer’iyye tarafından boynu vurulur. Aynı şekilde ahirzamanda vadedilen Mehdi’yi inkar edenler de kafir ve mürteddir. Çünkü Ebu Bekir El-İskafi hadîsinde varid oldu ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) şöyle ferman etti: “Deccal’ı inkar eden kafirdir ve Mehdi’yi de inkar eden kafirdir.” Sarihan bunu inkar edenlerin küfründen korkulur”.
( Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-37)

Âhirzamanda Hz. Mehdî’nin geleceği ve fesada girmiş alemi ıslah edeceğine dair bir çok ehâdîs-i şerife vardır. Ezcümle:

ملك الارض اربعة. مؤمنان و كافران: فالمؤمنان ذوالقرنين و سليمان. و الكافران نمروذ و بختنصر. و سيملكها خامس من اهل بيتى
“Umum yeryüzüne dört kişi hakim olmuştur ki, ikisi mü’min ve ikisi kafirdir. İki hakim mü’min Hz. Zül-karneyn ve Hz. Süleyman (A.S.)’dır. İki hakim kafir ise Nemrud ve Buhtünasr’dır. Ve beşinci olarak ileride benim ehl-i Beytimden birisi (Mehdî) dahi bütün arza hakim olacaktır”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-39)
لا تزال طائفة من امتى تقاتل على الحق حتى ينزل عيسى بن مريم عليه السلام عند طلوع الفجر ببيت المقدس ينزل على المهدى فيقال تقدم يا نبى الله فصل بنا، فيقول هذه الامة امراء بعضهم على بعض

“Tulu-i Fecirde, Beyt-i Makdis’de Hz. İsa bin Meryem (A.S.) nazil oluncaya kadar ümmetimden bir taife, daima hak üzerine mukatele (cihad) edecektir. O vakit Hz. İsa (A.S.) Hz. Mehdî’nin üzerine nüzul eder. Ona “Ey Allah’ın Nebîsi! Öne geç, bize namazı kıldır” denir. O da “Bu ümmetin imamı kendisindendir, onların içinden birisi daima diğerlerine imamdır” der. (Yâni Hz. Mehdî’nin imamete geçmesini emreder)”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-38)

لو لم يبق من الدنيا الا يوم لبعث الله رجلا منا يملأها عدلا كما ملئت جورا
“Dünyanın ömrü bir gün kalsa bile muhakkak Allah bizden (ehl-i beytimden) birisini (Mehdî’yi) gönderir. Onu hâkim kılarak zulümle dolmuş olan yeryüzünü adaletle doldurur”.
(En- Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.23-1/23)

المهدى منا اهل البيت يصلحه الله فى ليلة
“Mehdî bizden, ehl-i beyttendir. Allah onu bir gecede ıslah eder (yâni vazifelendirir)”.
(En- Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.23- 1/23)

Hadîs-i şeriflere dikkatlice bakıldığında anlaşılır ki, Hz. Mehdî’nin zuhuruna yakın ve ondan biraz evvel, ona zemin hazırlayan ve öncülük yapan istikametli bir taife-i mücahidin gelecektir. Bu hadîsler zikredildiğinde görülecektir ki, haber verilen bu taife şu anda dünyanın ve Asya’nın şarkında zuhur etmiştir ve bilfiil fisebilillah mücahede etmektedirler.

El-Burhan Fi Alamat-i Mehdî-yi Ahir-iz Zaman isimli kitaptan alınan şu hadîs, sarahat derecesinde bu hükmü te’yid etmektedir:

اخرج ابو نعيم الكوفى فى كتاب الفتن عن على بن ابى طالب (ك.و.) قال: ويحا للطالقان(اى الافقانستان) فان لله بها كنوزا ليست من ذهب و لا فضة و لاكن بها رجال عرفوا الله حق معرفته و هم انصار المهدى اخر الزمان

Ebu Naim El-Kûfî Kitab-ul Fiten’de İmam Ali’den (R.A.) tahriç ederek buyurdu ki: “Talikan’a (Afganistan’a) yazık olacak. Orada Allah’ın öyle hazineleri vardır ki ne altındandır ne de gümüşten. Fakat orada Allah’ı hakkıyla tanıyan erler vardır ki, onlar Âhirzaman Mehdî’sinin yardımcılarıdır”.
(El-Burhan Fî Alamat-i Mehdî-yi Ahir-iz Zaman)

و انه يخرج ناس من المشرق يوطؤن للمهدى سلطانه

“Muhakkak doğudan bazı insanlar çıkar ki, Mehdîy-i Ahirzaman’ın hakimiyeti için zemin hazırlarlar”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-40)
اذا رايتم الرايات السود قد اقبلت من خراسان فاتوها ولو حبوا على الثلج, فان فيها خليفة الله المهدى

“Horasan tarafından çıkan siyah sancaklıları gördüğünüzde, kar üzerinde sürünerek de olsa onlara gidin. Çünkü onların içinde Allah’ın halifesi Mehdî vardır**.”
(Fetava-i Hadîsiyye, , İbn-i Hacer-i Heytemi-37)

**Yani onlar Mehdî’nin askerleridir, O’na zemin hazırlarlar. Horasan bölgesi İran’ın doğu tarafıdır ki şu anki Afganistandır.

و الطبرانى فى الاوسط "انه صلى الله عليه و سلم اخذ بيد على فقال: يخرج من صلب هذا فتى يملا الارض قسطا و عدلا, فاذا رايتم ذلك فعليكم بالفتى التميمى فانه يقبل من قبل المشرق و هو صاحب راية المهدى


Taberani Evsat’ta şöyle demiştir: Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ali’nin (R.A.) elini tuttu, dedi ki: “Bunun sulbünden bir adam çıkar, arzı adaletle doldurur. Bunu gördüğünüzde Temim** kabilesinden bir adama tabi olun ki, o doğu tarafından çıkar ve o Mehdî’nin sancağının sahibidir.”
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-37)

** Temim, Arabistan’da Yemen asıllı bir kabilenin ismidir. Bu hadîs-i şerifte ve aşağıda gelen daha birçok hadîs-i şerifte işaret ediliyor ki, bir arap Horasan taraflarından sancak çekecek ve o arap komutan Hz. Mehdî’nin sancaktarı olacak. Yani ona zemin hazırlayacak. İşte bu ve aşağıdaki hadîsler dikkatle incelendiğinde bu Temim’li adamın meşrik canibindeki taife-i mücahidinin başındaki zat olduğu anlaşılmaktadır.

انا اهل بيت اختار الله لنا الاخرة على الدنيا و ان اهل بيتى سيلقون بعدى بلاء و تشيدا و تطريدا حتى ياتى قوم من قبل المشرق معهم رايات سود فيسألون الخبز فلا يعطونه فيقاتلون فينصرون فيعطون ما سألوا فلا يقبلونه حتى يدفعوها الى رجل من اهل بيتى فيملأها قسطا كما ملئت جورا، فمن ادرك ذلك منكم فلياتهم ولو حبوا على الثلج

“Allah-u Teala Biz Ehl-i Beyt’e, ahireti dünyâ üzerine tercih etti. Ve muhakkak Ehl-i Beytim, benden sonra bela ve musibetlere ve zülme ve nefye maruz kalacaklardır. Tâ ki doğu tarafından siyah sancaklılar gelinceye kadar. Onlar gelince ekmek isterler, onlara verilmez (yâni maddeten sıkıntı içinde oldukları halde, onlara yardım edilmez), onlar mukatele ederler ve galip olup, nusrete mazhar olurlar. O zaman istedikleri gıda yardımı kendilerine verilir, fakat onlar, tâ sancakları (hakimiyeti) Ehl-i Beytim’den bir adama (Mehdî) verinceye kadar onların yardımını kabûl etmezler (yani hakimiyeti bir tek Mehdî’ye teslim etmedikçe o reislerin gıda ve maddî yardımlarını kabul etmezler). Ve işi O’na teslim ederler. O Mehdî de hâkim olup, daha önce zulümle dolmuş olan yeryüzünü, adaletle doldurur. Sizden her kim ki o zamana kavuşursa, kar üzerinde, emekleyerek dahi olsa, şarktan çıkan o mücahidlere gidip tabi olsun”.
(En- Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.25- 1/25)

رجل ربعة,أسمر, من بنى تميم, مجذوم, كوسج, يقال له شعيب بن صالح فى اربعة الاف ثيابهم بيض و راياتهم سود يكون على مقدمة المهدى ولا يلقاه احد الا قتله

Temim oğullarından orta boylu, esmer, meczum (hafif sakallı), kevsec (sakalı yanlarda az, aşağı tarafı uzun olan; diğer bir manası da Yemen asıllı) bir adam ki, ona Şuayb bin Salih denilir. Beyaz elbiseli, siyah sancaklı 4000 kişinin kumandanıdır. Mehdî’nin öncüsü olur ve kiminle mukatele ederse, harbde kim ona karşı çıkarsa onu öldürür**.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-41)


** Hadîsdeki bu isim o zatın asıl ismi değil, unvan-ı mülahaza olan ismidir. Kezalik “Mehdî”, “Cahcah”, “Deccal”, “Süfyanî” gibi isimler de birer ünvandır. O şahıslar aynı bu isimle gelir demek değildir. Mesela Peygamber (A.S.M.)‘ın ismi Tevrat’ta ve İncil’de “Ahyed, Ahmed, Faraklit, Münhamenna” olarak geçmektedir. Hz. İbrahim’in babasının adı “Tareh” olduğu halde Kur’an ona “Azer” demiştir. Allahu A’lem meşrikten çıkan o zatın bütün dünyanın ordularına karşı koyan küçücük bir ordusu olduğu için ona şubecik anlamında Şuayb adı verilmiştir. “Bin Salih” denilmesi ise, bu zatın babası da kendisi gibi salih bir insan olmakla beraber ıslahat manasında olan müteahhitlik yapması ve kendisi de maddî gücünü babasının bu müteahhitlik servetinden almasından dolayıdır.
Hem şu hadîste o zatın diğer bir ismi “Hâris bin Harras”dır ki Haris aslan demektir. O zatın isminin manasına tevafuk etmektedir.

يخرج رجل من وراء النهر يقال له الحارث بن الحرّاث على مقدمته رجل يقال له منصور يوطئ او يمكن لال محمد كما مكنت قريش لرسول الله (صعم) وجب على كل مؤمن نصره او اجابته
“Maveraünnehir’den bir adam çıkar, ona El-Hâris İbn-ul Harras** denir. Onun askerlerinin kumandanı olan bir adam vardır ki ona da Mansur denilir. O El-Haris İbn-ul Harras tıpkı Kureyş’in Resulullah’a (S.A.V.) zemin hazırladığı gibi o da Al-i Muhammed’e zemin hazırlar veyâ onları yerleştirir (ravi şek etmiştir). Her mü’mine, ona yardım etmek veya davetine icabet etmek (ravi şek etmiştir) vaciptir”.
(Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseynî, c.5/s.617)

** Haris aslan demektir. O zatın ismi ile aynı mânâdadır. Binaenaleyh hadîs kinayeli olarak o zattan bahsetmektedir.

عن حفصة زوج النبى (صلع) عن رسول الله (صلع) قال: اذا سمعتم بناس يأتون من قبل المشرق ألو دهاء يعجب الناس من زِيِّهم فقد اظلتكم الساعة.

“Doğu tarafından gelen ve deha sahibleri oldukları halde, kıyafetlerine insanların taaccüb ettikleri kimselerin** zuhur ettiğini işittiğinizde, işte o zaman muhakkak kıyametin gölgesi üzerinize düşmüştür”.
(Naim bin Hammad Kitab-ul Fiten-121)

** O siyah sancaklıların asra göre gayet garib kıyafetleri olmakla birlikte şahsiyetlerinin yüksek deha sahibleri olduğu bildirilmektedir.

Zührî’den şöyle rivayet edilmiştir:

اذا اختلف الرايات السود فيما بينهم أتاهم الرايات الصفر، فيجتمعون فى قنطرة اهل مصرفيقتتل اهل المشرق و اهل المغرب سبعا.

Siyah sancaklılar kendi aralarında ihtilafa düştükleri zaman sarı sancaklılar onların üzerine gelir ve Mısır’ın köprüsünde toplanırlar. Ehl-i maşrık ve ehl-i mağrib arasında 7 (gün veya hafta veya ay veya yıl mı olduğu hadîste belirtilmemiştir) harb olur**.
(Naim bin Hammad Kitab-ul Fiten-160)

** Bu hadîsin verdiği haber de aynen vukua gelmiştir. o şark tarafındaki taifeler arasında ihtilâf çıkınca, yani “Kuzey İttifakı” diye tesmiye edilen kimseler o taife-yi mücahidine muhalefet edince, bu hadîste “sarı sancaklılar” ve “ehl-i mağrib” diye bahsedilen Birleşmiş Milletler ordusu, Mısır’ın köprüsü olan Süveyş Kanalında karargah kurarak “ehl-i maşrık” olan Afganistan’daki o taife-i mücahidini 7 hafta boyunca bombaladı ve sarı sancaklıların bir reisi, devletleri kendilerine tarafdar edip ifsadat yapmak için tam 40 gün dünya devletlerini dolaşarak “Deccal 40 günde dünyayı dolaşır” hadîsinin bir te’vilini gösterdi. Hadîsteki 7’den murad bu 7 hafta olabileceği gibi, harbin 7 yıl süreceğine de işaret olabilir. Allahu A’lemu bissavab.
Hadîste “sarı sancaklılar” ve “ehl-i mağrib” tabiri onların Hıristiyan milletleri olduğuna işaret etmek içindir. Çünkü batı memleketinin ekserisi Hıristiyan olduğu gibi, hadîslerde Rumlar için sarı ırk manasında “Benu Esfer” denmektedir.
Şu hadîste ise batıdan gelen bu sarı sancaklıların kumandanı ta’rif edilmekle nazar-ı dikkat çekilmekte ve bu hâdisenin Hz. Mehdî’nin hurucuna bir alamet olduğu bildirilmektedir.

علامة خروج المهدى ألوية تقبل من المغرب عليها رجل أعرج من كندة

“Mehdî-yi Ahirzamanın hurucunun alameti, batı tarafından gelen sancaklılardır ki, onların başında Kende’li topal bir adam vardır**”.
(Naim bin Hammad Kitab-ul Fiten-205)

** Bu da aynen vuku bulmuştur. Afganistan’a yapılan harekatı bütün dünyaya i’lan etmek için Amerikalı General Richard Mayers tekerlekli sandalye ile dünya medyasının önüne çıkmış ve bu operasyonu haber vermiştir. Bu hadîs-i nebevî, bu hâdiseyi mu’cizane haber verdiği gibi, bu harekata katılan kimselerin de sakat kalacağına işaret etmektedir.
Yine bir başka hadîs-i nebevîde şöyle buyrulmaktadır:

تخرج رايات سود لبنى العباس ثم تخرج من خراسان اخرى, سود قلانسهم و ثيابهم بيض على مقدمتهم رجل يقال له شعيب بن صلح من تميم يهزمون اصحاب السفيانى حتى ينزل ببيت المقدس يوطئ للمهدى سلطانه و يمد اليه ثلثمائة من الشام يكون بين خروجه و بين ان يسلم الامر للمهدى اثنان و سبعون شهرا
“Siyah sancaklılar, Abbasoğulları için çıkar. Sonra bir başka def’a da Horasan’dan çıkar ki; takkeleri siyah, elbiseleri beyazdır. Onların kumandanı Temim’den Şuayb bin Salih denilen bir adamdır ki, Süfyanî’nin adamlarını hezimete uğratır. Ta Beyt-i Makdis’e iner, Mehdî’nin hakimiyetine zemin hazırlar, ona Şam’dan üçyüz kişi yardım eder, onun hurucuyla Mehdî’ye emrin (vazifenin) teslim edilmesi arasında yetmiş iki ay zaman vardır**.
( Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi -42)

** Siyah sancaklar ilk olarak, Ebu Müslim Horasanî eliyle Abbasi devleti için çekilmiştir. Şimdi de şarktan çıkan siyah sancaklıların reisi tarafından Mehdî için çekilmiştir. O zatın ordularının Filistin’e kadar ulaşacaklarını ve Şam ahalisinden de yardım göreceklerini bu hadîs bildirmektedir. Hadîslerde geçen Şam’dan murad sadece şu anki Şam şehri değil, Filistin dahil olmak üzere Şam-ı Kübra’dır. Siyah sancaklıların 72 ay, yani 6 sene sonra Mehdî’ye işi teslim etmesine gelince; eğer o hareketin ilk çıkış tarihi olan Miladî 1996 yılı esas alınırsa 2002 tarihine tevafuk etmektedir. Eğer mağrib ordusunun bu Taife-i Nuriye’ye hücumu zamanı olan 2001 yılı esas alınırsa 2007 tarihine tevafuk etmektedir. Fakat bu tarihler takribî tarihlerdir.

Hem bu hadîs gibi şu hadîs de o Zât’ın Filistin’e kadar gideceğini göstermektedir:

تخرج من خراسان رايات سود لا يردها شىء حتى تنصب بايلياء

“Horasan’dan siyah sancaklılar çıkar ki, tâ Îliya’ya (Kudüs’e) o sancağı dikinceye kadar, kimse onlara karşı koyamaz.”
(Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseynî,c.5/ s.627)
و انه يخرج رايات سود فيقاتل السفيانى فيهم شاب من بنى هاشم فى كفه اليسرى خال و فى مقدمته رجل من تميم يدعى بشعيب بن صالح فيهزمهم وان السفيانى اذا خرج بعث خيله لاهل خراسان فيخرجون الى المهدى فيلتقى هو و الهاشمى برايات سود على مقدمته شعيب بن صالح فيلتقى هو و السفيانى فى باب اصطخر فيكون بينهم مقتلة عظيمة فتظهر الرايات السود و تهرب خيل السفيانى فعند ذلك يتمنى الناس المهدى و يطلبونه
“Ve muhakkak Siyah Sancaklılar çıkar, Süfyanî ile harb ederler. O siyah sancaklıların içinde Beni Haşim’den bir genç vardır ki, sol avucunda bir ben vardır. Onun ordusunun başında, Temim’li Şuayb bin Salih diye çağrılan bir adam vardır. O kumandan Süfyanî’leri hezimete uğratır. Ve Süfyanî çıktığı zaman ordusunu Horasan ahalisine gönderir ve o ordu Mehdî’ye karşı çıkar. O (Süfyanî), Haşimî ile beraber olan Şuayb bin Salih’in kumandası altındaki siyah sancaklılarla “İstehar” kapısında karşılaşırlar. Aralarında büyük bir harb olur. Siyah sancaklılar galip gelir ve Süfyanî’nin ordusu kaçar. Bu sırada insanlar Mehdî’yi temenni ediyor ve arıyorlardır**”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi -40)

** Süfyanî: Şeriat-ı Muhammediye’yi tahribe çalışan ve Büyük Deccal’in ileri karakolu hükmünde onun öncülüğünü yapan ve dehşetli deha sahibleri olan ve küçük Deccaller hükmünde Alem-i İslam’ın başındaki bütün münafık devlet reisleridir. Hadîslerde bu Süfyaniyetin birinci reisinin Türkler içinde çıkacağı bildirilmektedir. Bu haber verilen ve Süfyaniyetin birinci reisi olan Süfyan ise çıkmış ve kendisi ölmüştür. Fakat kendi yerinde bütün Alem-i İslam’da küçük küçük Süfyanlar miras bırakmıştır. Ve teşkil ettiği komitesi de hala devam etmektedir. Buna göre bu hadîslerde geçen Süfyanî, o Süfyan’ın bizzat kendisi olmayıp onun komitesi ve Alem-i İslam’da onun varisleri olan bütün devlet reisleridir. Bu mes’elenin halli için ahirdeki Üstad Bediüzzaman’ın (R.A.) “Beşinci Şua” namındaki eserine müracaat edilsin.
İstehar ise, eskide İran’da hüküm süren Sasanilerin başkentidir. Şu anda ise bu şehir harab edilmiştir. Haşimî ve Şuayb bin Salih’in Süfyanîlerle İstehar’da harb etmesine gelince; bu ve bunun gibi vukuat-ı istikbaliyeden haber veren hadîslerde geçen yerler metn-i hadîsten olabileceği gibi ravilerin metn-i hadîsi içtihadlarına tatbik etmeleri ve bu içtihadlarının hadîsin metnine karışmış olmasından dolayı bu yerler ravilerin istinbatları olması da mümkündür. Üstad Bediüzzaman (R.A.) bu mes’eleyi “Beşinci Şua” adlı eserinde şöyle izah etmiştir:
“Rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hâdisât-ı istikbaliye Şam'ın etrafında ve Arabistan'da tasvir edilmiş.
Allahu a'lem, bunun bir tevili şudur ki: Merkez-i hilâfet eski zamanda Irak'ta ve Şam'da ve Medine'de bulunduğundan, râvîler kendi içtihadlarıyla, daimî öyle kalacak gibi mânâ verip, merkez-i Hükûmet-i İslâmiye yakınlarında tasvir etmişler, Halep ve Şam demişler. Hadîsin mücmel haberlerini, kendi içtihadlarıyla tafsil etmişler”.
Bu sebeble Haşimî ve Şuayb bin Salih’in Süfyanîlerle yaptığı bu harb Alem-i İslam’ın herhangi bir yerinde vuku bulabilir.
Hadîs mevki olarak İstehar’ı zikretmekle işaret ediyor ki; Süfyanî ordularını o zaman İran topraklarından olan Horasan civarına gönderecektir. Hem hadîs İran’ın eski payitahtını nazara vermekle işaret ediyor ki İran, Süfyanî’nin Mehdî’ye karşı çıkan ordusuna yardım edecek ve bu harbde en mühim rolü onlar oynayacaklar. Zaten aşağıda gelecek bir başka hadîs de bunu haber verdiği gibi İmam-ı Ali de (K.V.) İran’ın Süfyaniyete ve Deccaliyete yardım edeceğine işaret etmektedir. Bu husus için İmam-ı Ali’nin (K.V.) divanlarına ve “El-İşâa Lieşrat-is Sâat” kitabına müracaat olunsun.
Hem hadîsten anlaşılıyor ki, Şuayb bin Salih Süfyanî’nin ordularıyla büyük bir harb yapacak ve onu mağlub edecektir. Ve Şuayb bin Salih, Hz. Mehdî’ye zemin hazırlayacak ve onun ordusu Mehdî’nin de ordusu olacaktır.
Bu hadîsin ihbarat-ı gaybiyeleri de kısmen vukua gelmiştir. Şöyle ki; Büyük Süfyanın ordusu Afganistan’daki taife-yi mücahidin ile harbetmek için Horasan civarına gittiği gibi Alem-i İslam’daki diğer bütün Süfyanlar da ona destek vererek tabi oldular. Hem büyük Süfyanın ordusu, oradaki Deccaliyetin ve Süfyancıkların ordularının kumandasını aldılar. Hatta Kuzey İttifakı dahi yine o büyük Süfyan’a bağlı ve Ye’cüc ve Me’cüc taifesine ait kişilerdir. Müslümanların galebesi ise inşaallah yakın bir zamanda vukua gelecektir.
Hadîste ki Haşimî genç ise Allahu A’lem, o zatların reisine işarettir.
Hem hadîsteki “Süfyanî çıktığı zaman ordusunu Horasan ahalisine gönderir ve o ordu Mehdî’ye karşı çıkar” cümlesinden murad, Mehdî’ye zemin hazırlayan insanlara karşı çıkar demektir. Çünkü hadîsin devamındaki “bu sırada insanlar Mehdî’yi temenni ediyor ve arıyorlardır” ifadesinden anlaşılıyor ki, Hz. Mehdî o vakitte zuhur etmeyip belki ona yakın bir tarihte zuhur ederek Alem-i İslam’ın başına geçecektir.

عن انس بن مالك رضى الله عنه ان رسول الله صلع قال: يتبع الدجال من يهود اصبهان سبعون الفا عليهم الطيالسة. رواه مسلمز

Enes bin Malik’ten (R.A.):
Peygamber (A.S.M.) şöyle buyurdu:
“Deccal’a, İsfehan Yahudilerinden taylesanlı (sarıklı ve cübbeli) yetmiş bin kişi tabi’ olacaktır**”.
(Müslim, Et-Tac Ali Nâsıf el-Hüseynî, c.5/s.627)

** Yani Yahudi uleması İran devletini kandırarak Deccal ordusuna yardım ettirir.

اذ خرج السفيانى فى ستين و ثلثمائة راكب حتى ياتى دمشق فلا ياتى عليهم شهر حتى يتابعه من كلب ثلاثون الفا فيبعث جيشه الى العراق فيقتل بالزوراء مائة الف و يخرجون الى الكوفة فينتهبونها, فعند ذلك تخرج راية من المشرق و يقودها رجل من تميم يقال له شعيب بن صالح فيستنقذ ما فى ايديهم من سبى اهل الكوفة ويقتلهم



“Süfyanî 360 süvariyle çıkıp, tâ Dımeşk’e geldiğinde, daha üzerinden bir ay geçmeden Kelb’den 30.000 kişi ona tabi olur O da ordusunu Irak’a gönderir ve Zevra denilen bölgede 100.000 kişiyi katl eder. Ve Kûfe’ye çıkarlar ve orayı talan edip harab ederler. Bu sırada doğudan bir sancak çıkar ki, ona kendisine Şuayb bin Salih denilen Temim’den bir zat kumandanlık eder. Onların ellerindeki Kûfe ahalisinden olan esirleri kurtarır ve o Süfyanîleri öldürür**”.
( Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-38)

** Zevra, Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin güneydoğusunu içine alan bir bölgenin adıdır. Kelb kabilesi ise meşhur bir kabile olmakla beraber aşağıda gelen bir hadîste İngilizler hakkında da bu ifade kullanıldığı için Süfyanîye tabi olan bu kabilenin kim olduğunu zaman gösterecektir.
Bu hadîsten şöyle anlaşılıyor ki; Süfyanîler, Irak ve Suriye’nin tahribi hususunda mühim bir fitne çevirecektir. Her ne kadar Irak harbinde Süfyanîlerin bu icraatının bazı numuneleri görüldü ise de, ileride nasıl bir tahribat yapacağını hâdiseler zuhur etmeden tam olarak anlamamız mümkün değildir. Amma anlaşılan şudur ki; her halükarda Şuayb bin Salih denilen zatın orduları Irak ahalisini esaretten kurtaracaktır inşaallah.
فاذا راى الناس ذلك اتاه ابدال الشام و عصائب العراق فيبايعونه فينشئ رجل من قريش اخواله كلب فيبعث اى المهدى عليهم بعثا يقتلونهم فتقسم غنائمهم و يعمل فى الناس بسنة نبيهم

“İnsanlar Onu (Mehdî’yi) gördüklerinde Şam’ın ebdalları ve Irak’ın aşiretleri ona gelir ve biat ederler. Ve Kureyş’ten bir adam çıkar ki dayıları kelbdir. Mehdî onları katledecek bir orduyu üzerlerine gönderir. Onlar mağlub edilip, ganimetleri taksim edilir. Ve Mehdî insanlar arasında peygamberlerinin sünnetiyle amel eder**”.
( Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-40)

** Hâdisat vuku bulmadan evvel istikbale ait hadîslerin manasını tam olarak anlamak mümkün değildir. Ancak vukuundan sonra ilimde rasih olanlar, te’villerini anlarlar. İşte bu hadîste de Kureyş’ten çıkan o adamın dayılarının “kelb” olması evvelde meşhur Kelb kabilesi olduğu zannedilirdi. Şimdi anlaşılıyor ki o Kelb’den murad İngilizlerdir. Ve bu hadîs, halkı gibi kendisi de Kureyşî olan ve İngilizlere hizmet eden ve annesi tarafı İngiliz olan Ürdün kralı Abdullah’dan haber vermektedir. Onun Hz. Mehdî’nin ordusuna karşı çıkacağını bildirmektedir. Aynen haber verdiği gibi vuku bulmuştur. Hadîsin işaret ettiği akıbetlerini ise zaman tefsir edecektir.

ورد فى حديث "ان اصحاب الكهف يكونون اعوان المهدى"
Hadîste varid olmuştur ki: “Ashab-ı Kehf, Mehdî-yi Ahirzamanın yardımcıları olur**”.
(Mektubat-ı İmam-ı Rabbani)

** Allah-u a’lem bunun bir manası şudur ki, dünyaca meşhur mağaralar sahibi olan bir kavim, Deccal ile muharebe ederken, mağaralara sığınıp Kur’an’a ve Şeriata yardım edecekleri ve Mehdî’ye zemin hazırlayacakları gibi, diğer bir taife-i ehl-i hakîkat da, ahirzamanda Hakîkat-ı Kur’aniye’yi ve Şeriat-ı Garra-i Muhammediye’yi ders vererek, her yerde Deccaliyet ve Süfyaniyet komitelerinin tecavüzkar tazyikatlarından dolayı, gizli olarak ve mağaramisal gizli yerlerde, mücahede-i ilmiye ile Mehdîy-i Ahirzaman’a aynen o taife misillu zemin hazırlayacaklarına da işarettir. Yoksa Ashab-ı Kehf ünvanıyla meşhur olan taife, yeniden dirilecek demek değildir. Bu hadîsin de bir manası, aynen vücuda gelmiştir. Şu hadîs-i şerif de bu mes’eleye işaret etmektedir:

ليفرّنّ الناس من الدجال فى الجبال قالت ام شريك يا رسول الله فاين الاعرب يومئذن؟ قال هم قليل


“İnsanlar Deccal’dan dağlara kaçacaklar. Ümmü Şerik dedi ki: Ya Resulellah, o gün arablar nerdedir? Resul-i Ekrem (S.A.V.) : ‘O gün onlar azdırlar’ dedi”.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kıyamet Günü Gerçekleşecek Olaylar
Kıyamet günü Kuran'da haber verildiği üzere, "İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı gündür." (Mutaffifin Suresi, 6). O gün, canlılarla birlikte tüm evrenin yok olduğu dehşetli bir gündür. Bu yokoluş, şimdiye kadar hiçbir yerde görülmemiş olaylar sonucunda gerçekleşecektir. O gün, insanların, hayvanların, var olan herşeyin, kısaca kainatın ölüm günüdür. O gün, Allah'ın yüce kudretinin açıkça görüldüğü ve insanların tümü tarafından idrak edildiği gündür. O gün, inkarcılar için dehşet, korku ve acı dolu bir gündür. O gün, daha önce yaşanmamış bir pişmanlık, korku ve aşağılanmanın hissedileceği gündür.

Kıyamet gününün özellikleri Kuran ayetlerinde çeşitli benzetmelerle ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu bölümde Kuran'da kıyamet günü gerçekleşecegi bildirilen olayların genel tasviri yapılıp, Allah'ın ayetlerde bildirdiği olayların işaret ettiği manalarının üzerinde durulacaktır. Elbette herşeyin en doğrusunu Allah bilir ve Allah'ın ilmi sonsuzdur. Biz ise her konuda olduğu gibi kıyamet konusunda da yalnızca O'nun bize bildirdiği ve öğrettiği kadarını anlatabiliriz.

Bu bölümde anlatılan olayların hepsinin kaynağı Kuran ayetleridir ve hepsinin gerçekleşeceği kesindir. Tüm tasvirlerin gerçekleşme şeklini de Allah belirlemiştir. Fakat bu olaylar tahmin edilenden çok daha farklı biçimlerde gerçekleşebilir. Bizim kesin olarak bildiğimiz şey Allah'ın vaat ettiği olayların mutlaka yaşanacağı, insanların kıyamet gününde, daha önce hiç karşılaşmadıkları muazzam bir manzara ile karşı karşıya kalacakları ve evrenin içinde barındırdığı tüm canlılarla birlikte tamamen yok olacağıdır. İnsanların ise bütün bunların sebebini öğrenme, bu felaketlerden kaçıp kurtulabilme ya da çözümler arama gibi bir ihtimalleri olmayacaktır. O gün herkesin göreceği gerçek; Allah'ın ve ahiretin varlığıdır.

SUR'A ÜFÜRÜLÜŞ
Kıyamet Sur'a Üfürülmesiyle Başlar
Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Kaf Suresi, 20)
Sur'a üfürülmesi, Allah'ın Kuran'da vaat ettiği kıyamet saatinin artık gelip çattığının haberidir. Bu ses dünya hayatının bitişinin ve ahiretin başlangıcının sesidir. Dünyada kaldığı süre boyunca bu büyük günde göreceklerine karşı haberdar edilen ve vereceği hesap ile uyarılıp korkutulan herkes artık kendilerine vaat edilen gerçekle karşı karşıyadırlar. Hiç beklenmedik bir anda duydukları bu ses daha önce duyulan seslere hiç benzemeyen bir sestir. İnsanlar, kendilerine verilen sürenin son bulduğunu bu işaretten anlayacaklardır. Bu ses, küfre sapanların sonsuza kadar kesintisiz olarak yaşayacakları korku, dehşet ve yılgınlık dolu, zorlu bir günün başladığının habercisidir. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü zaman, İşte o gün, zorlu bir gündür; kafirler içinse hiç kolay değildir. (Müdessir Suresi, 8-10)
Dünya üzerinde var olan düzenin çekici süsüne kanarak ona sımsıkı bağlananlar, Allah'ın varlığı ve birliği gerçeğine karşı kördürler. Bütün bunların yaratıcısını, yaratılışını ve bir sona doğru hızla ilerlediğini asla düşünmeden sadece aldandıkları bu görüntü ile sözde mutlu olur, yetinirler. Oysa onları yanıltan bu kusursuz düzen, herşeyin sahibi olan Allah'ın eseridir. Allah'ın yarattığı bu görkemli sistem, yine onun tek bir emriyle akıllara durgunluk verecek şekilde son bulacaktır. İşte böyle bir gün ile kesin olarak karşılaşmayacakları zannında olanlar, Sur'un sesiyle bu gafletten aniden uyanacaklardır. Ancak bu uyanış faydasızdır, çünkü artık Allah ve ahiret adına birşeyler yapmak için çok geçtir.

Geç kalınmıştır, çünkü bazı insanlar bir imtihana tabi oldukları dünya hayatını, ahiretin varlığını umursamadan boş bir çaba uğruna harcamışlardır. Ahirete inanmayan insanların böyle bir anlayışa sahip olabilmelerinin arkasında çok özel bir çaba yatmaktadır. Bu çabanın da mahiyeti ve karşılığı oldukça büyüktür. Temelindeki sebep, dünyadaki bu sınırlı yaşamla tatmin bulmak, daha öncesini veya sonrasını mümkün olduğunca düşünmemektir. Bu anlayış, dünya hayatının geçici zevklerine dalarak ne için yaratıldığını unutmayı da beraberinde getirir. Dolayısıyla, insanların çoğu niye yaşadıklarını, niçin yaratıldıklarını, Yaratanın kendilerinden neler istediğini ve neden ölümün var olduğunu düşünmeden bir ömür geçirirler. Ölüm bildikleri birşeydir, ama ölüm gerçeğinin kendilerine, üzerinde düşünmeleri gereken bu gibi soruları da getireceğinin farkındadırlar. Bunun için mümkün olduğunca bu fikirden uzaklaşmaya bakarlar. Oysa insanın yaratılışının ve dünya üzerindeki kısa yaşamının tek sebebi, yalnızca Allah'a kulluk etmektir. Ölümün yakınlığının, dünya hayatının kısalığının, sahip olduğu ve olmadığı herşeyin sadece imtihanın bir parçası olduğunun farkında olan insanlar, Kuran aracılığıyla insanlara tarif edilmiş olan gerçeklerle de mutlaka karşılaşacaklarının farkındadırlar. Dolayısıyla dünyadaki tek amacın "Allah için yaşamak" olduğunu kavrayabilmişlerdir. Bunu dünyada kavramak insan için büyük bir kazançtır. Böylece aldatıcı bir dünyadan uzaklaşmakta, tek gerçeğe, yani "ahirete" yönelmektedir.

Nefsinin, yani sadece zevklerinin, şehvetinin peşinden giderek hareket eden bir insanın en büyük isteği, içinde bulunduğu düzenin hep sürmesi, asla son bulmamasıdır. Aslında halinden pek de memnun değildir, çünkü yaşamında sürekli zorluklar ve sıkıntılar vardır. Ama şeytan binbir çeşit oyalama yöntemiyle kendisini aldatmakta, sürekli sıkıntı ve üzüntü çektiği bu yaşamı, sonsuz bir azaba inanmayı reddederek tercih etmektedir. Ancak, bir sabah işe giderken, veya bir gece vakti hırslarını ve beklentilerini ertesi sabaha erteleyip uyumaya hazırlanırken, birdenbire "Sur"un sesini duyan bir insanın ruh hali kuşkusuz çaresiz olacaktır. Sürdürmek istediği düzenin, kendisiyle birlikte son dakikaları gelmiş, bildiği halde inanmayı reddettiği bu muazzam gerçek kendisini aniden yakalamıştır. Hayat boyu kendisini koruyacağını sandığı sahte güçlere sığınmış bir insan için, o an yardım isteyebileceği kimse ya da sığınabileceği hiçbir yer yoktur artık. Çünkü müminler dışında herkes aynı durumdadır, çaresizlik içinde başlarına geleceklere teslim olmuşlar, dünya üzerinde o zamana kadar yaşamış olan tüm insanlar Allah'ın huzurunda toplanmışlardır:
Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. (Yasin Suresi, 51)
Sur'un sesi bir inkarcı için "hayatı boyunca kaçıp durduğu gerçeklerle karşılaşma" demek olduğu gibi, "artık yaptıklarını telafi imkanının ortadan kalktığı anı" da ifade eder. O an duyulan korku tarifsizdir, daha önce "ne görülmüş, ne duyulmuş" bir dehşet ve panik yaşanmaktadır. Dünyada yapılan tüm hataların bir telafisi olabilir ya da vakit geçtikçe bu hatalar unutulabilir. Ancak herşeyin sonunun geldiğini bildiren bu ses, yapılan hataların telafisi için artık vakit kalmadığının habercisidir. O gün Sur'un sesi, inkarcılara büyük bir korku getirecek ve her kişi karşılaştığı bu gerçeğe boyun eğecektir. Allah bu durumu Kuran'da şöyle haber verir:
Sur'a üfürüleceği gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri 'boyun bükmüş' olarak O'na gelmişlerdir. (Neml Suresi, 87)
Oysa insanların tümüne karşılaştıkları böyle bir günden evvel bu gerçek hatırlatılmıştır. Allah insanları, hem ayetleriyle hem de elçileriyle "geri dönüşü olmayan bir gün" gelmeden önce Kendisine yönelmeleri konusunda uyarmış, aksine bir tavır gösterenlere ise ölüm geldikten sonra yardım edilmeyeceğini bildirmiştir. Kuran'da beklemediği bir anda azap ile karşılaşan kişinin duyacağı pişmanlık ve kendisine hiçbir şekilde yardım edilmeyeceği gerçeği şu şekilde açıklanmıştır:
Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel. Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): "Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah'ın diniyle) alay edenlerdendim." Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). "Hayır, Benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kafirlerden oldun." Kıyamet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Suresi, 54-60)
Geçici bir çıkar uğruna tercih edilmiş olan dünya hayatı, Sur'un sesiyle artık son bulmaktadır. Bütün insanlar, kendilerine vaat edilenler ile karşı karşıyadır. Meydana gelen olayların gerçekliğinin insanlarda uyandırdığı korku ve dehşet çok büyüktür. Tüm insanlar aynı çağrıya uymakta, geri dönüşü olmayan gerçekle karşılaştıklarının farkına varmaktadırlar. Bu kuşkusuz büyük bir gündür ve bu büyük günde meydana gelecek olan olaylar için Sur'un sesi sadece bir habercidir.

Kıyamet Anında Yeryüzünün Durumu
Şiddetli Sarsıntılar Başlar
Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı, Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir. (Zelzele Suresi, 1-5)
Kıyamet günü her canlının duyabileceği Sur'un sesini, kulakları patlatan bir gürültü izler ve yeryüzü daha önce eşi benzeri görülmemiş bir sarsıntıya tutulur. Dev boyutlardaki dağlar, ağaçlar, gökdelenler, binalar kısaca yeryüzünün her noktası aynı anda sarsılmaya başlar. Bundan önce hiç rastlanmamış bu sarsıntı karşısında insanlar büyük bir paniğe ve korkuya kapılırlar. En korkunç olan ise bu sarsıntıdan kaçacak ya da sığınıp kurtulabilecek hiçbir yerin olmamasıdır. Çünkü bu sarsıntı daha önce insanların görmüş oldukları ve yalnızca belli bir bölge ya da şehirde meydana gelen, saniyelerle hesap edilen depremlerin bir benzeri değildir. Bu kez yaşanan, hiçbir kaçışın olmadığı, aynı anda dünyanın dört bir yanında başlayan ve dünyayı yerle bir edecek olan bir sarsıntıdır. Dünyayı yerle bir edinceye kadar da son bulmayacaktır. (En doğrusunu Allah bilir). Kıyamet günü insanların karşılaşacakları sarsıntıları Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:
O sarsıntının sarsacağı gün, Arkasından onu diğer bir sarsıntı izleyecek. O gün yürekler (dehşet içinde) hoplayacak. Gözler zillet içinde düşecek. (Nazi'at Suresi, 6-9)
Dünya üzerinde yaşanmış ve sonuçları insanları derinden etkilemiş sarsıntıları, depremleri bir an için gözünüzün önüne getirin. Bu sarsıntıların tümü sadece saniyelerce sürmüş, ancak buna rağmen ardında büyük enkazlar bırakmıştır. Yüzbinlerle ölçülen bir insan topluluğu bu enkazın altında kalmış ve geride kalanlar, hiç beklemedikleri bir sefalet ve yoksullukla karşılaşmışlardır. Evler, mallar, edinilen kazançlar, tasarruflar çok kısa bir sürede yerlebir olmuştur. Bu felaketler herkesin gözü önünde gerçekleşmiştir ve bu saniyeler içinde hiçbir güç sarsıntıya karşı koyamamıştır. Kıyamet günü karşılaşılacak olan sarsıntı ise ne şiddet, ne meydana gelen sonuç ne de kapsam olarak daha önce dünyada yaşanan depremlere benzemeyecektir ve herşeyden önemlisi geride enkaz değil, bir yaşam belirtisi dahi bırakmayacaktır.
Dünyadaki bir deprem her ne kadar şiddetli olursa olsun, insanlar için çoğu zaman bir kurtuluş olasılığı vardır. İnsanlar bunu bildikleri için sarsıntı başlar başlamaz kendilerini kurtarabilmek amacıyla birtakım tedbirler almaya, hızla depreme karşı güvenlik içinde olabilecekleri bir yere saklanmaya çalışırlar. Oysa insanların hepsi Sur'un üfürülüşü ile anlayacaklardır ki, bu sarsıntılar daha önce yaşadıklarının bir benzeri değildir; hiçbir şekilde kaçıp kurtulma ihtimali yoktur.
Kuşkusuz insanlar, kıyamet saatine dair herşey gibi, meydana gelecek ve kaçış imkanı olmayacak bu sarsıntılar için de Kuran'da şöyle uyarılmışlardır:
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. (Hac Suresi, 1)
O anda artık yeryüzünde sahip olunan hiçbir şeyin değeri ve anlamı kalmamıştır. İnsanları aldatan herşey; lüks evler, dev gökdelenler, beş yıldızlı oteller, ömürleri boyunca hırsla paralar biriktirerek aldıkları ve üzerinde onca emek vererek yaptırdıkları ve düzenledikleri evler, saraylar, köprüler, dünyanın en ünlü yapıları; yüzyıllarca her türlü doğa olayına karşı yıkılmadan ayakta kalabilmiş olan piramitler, tarihi kaleler, şehirler adeta deniz kenarına yapılmış kumdan kaleler gibi hızla çökeceklerdir. Umut bağlanan işyerleri, lüks arabalar kısaca dünya hayatında insanın sahip olduğu, sahip olmakla övündüğü tüm maddi zenginlikler bir anda yok olacaktır. İnsanların elde ettikleri şan, şöhret, itibar ve iktidarın hiçbir anlamı veya önemi kalmayacaktır.

Kuran'da o gün yerin parça parça yıkılıp darmadağın olduğu şöyle bildirilmiştir:
Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu, Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; o gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? (Fecr Suresi, 21-23)
O gün insanların bundan önce güvenle üzerinde gezindikleri yer ayaklarının altından kayar. Türlü bahanelerle Allah'ı inkar için çaba göstermiş ve ne yapması gerektiğini bildiği halde ibadet etmekten kaçmış olan her kişi, sonunda Allah'tan başka sığınılabilecek bir güç olmadığını çok iyi anlar. Ama artık kendileri için ne geriye dönüş, ne yaptıklarını telafi imkanı vardır, ne de yaşanan pişmanlık kişiye bir fayda getirecektir.

İnsanların o gün korku ve dehşetle birlikte tattıkları en yoğun duygulardan birisi de çaresizliktir. Dünyada başına gelebilecek hemen her türlü olası felaket için tedbirini ve önlemini alan, en ölümcül afet, en büyük deprem, en şiddetli kasırga, en dehşetli nükleer savaş için bile korunmasını ve sığınağını hazırlayan insanoğlu, öyle bir olayla karşı karşıya gelir ki, kaçıp sığınabileceği, barınabileceği tek bir güvenli yer dahi bulamaz. Dünyada vazgeçilmez gördüğü, kendisine inkarı makul gösteren zekası da, güç sahibi olduğuna inandığı kişiler de bu dehşetli sarsıntıya karşı hiçbir çare üretemezler ve artık kendileri için kaçış yoktur.

Yer Ağırlıklarını Dışa Atıp, Çıkarır
Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir. (Zelzele Suresi, 2-5)
Bilindiği gibi dünyanın merkezinde (yerkabuğunun 5.000 6.000 km. aşağısında), oldukça yüksek basınca sahip, kor halinde bir katman bulunmaktadır. Ve bu katmanın sıcaklığının yaklaşık olarak 4.500 oC olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim volkan patlaması sonucu yeryüzüne çıkan lavlar bu bölgede, yani magmada bulunmaktadır. Söz konusu patlamalar tarih boyunca birçok şehir halkına dehşet dolu anlar yaşatarak, insanların ölümüne hatta kimi zaman şehirlerin dahi tamamen yok olmasına sebep olmuşlardır. Çeşitli sebeplerden dolayı toprak katmanlarında oluşan kırılmalar sonucunda yeryüzüne sızan lavlar, basınç ne kadar yüksekse o kadar şiddetli fışkırırlar. Aslında burada belirleyici etken, gazın oranıdır. Magma yeryüzüne çıkarken gazlar sıvı haldeki maddeden ayrılarak magmanın üzerinde yayılır ve böylece basıncın artmasına neden olurlar. Magma, gazla ne kadar yüklüyse püskürtme esnasında o kadar fazla patlama olur ve yerin altında fokurdayarak kaynayan lavlar yeryüzüne çıkarak yerin üstünü adeta cehenneme çevirirler. Bu tarz bir patlama sadece belli bir bölgeyi içine alan kısmi bir patlamadır. Üstelik günümüzde yapılan incelemeler sonucu çoğu zaman böyle bir felaketten daha önceden haberdar olunup, tehlikenin bulunduğu bölgede çeşitli tedbirler alınabilmektedir.

Kuran ayetlerinde, "yerin ağırlıklarını dışa atması" ifadesiyle o gün yerin altında bulunan pek çok şeyle birlikte, çekirdekte bulunan akışkan kısmın da tamamıyle yerin üstüne çıkacağı işaret edilmektedir. Yeryüzünün tümünde meydana gelen şiddetli sarsıntılar ve yerin tüm katmanlarının kırılması böyle bir şeyin kolaylıkla gerçekleşebilmesi için gereken altyapıyı oluşturacaktır. Yani kıyamet gününde şiddetli depremler yerin altını üstüne getirecek, insanlar başlarına çöken dağlardan, dev binalardan kurtulmaya çalışırken yerdeki çatlaklardan fışkıran lavlar her yanı saracak, bu da insanların ölümden hiçbir şekilde kaçışlarının olmadığını bir kere daha anlamalarına sebep olacaktır. Felaketleri felaketler izleyecek, birinden kurtulmaya çalışan, bir diğeri ile karşılaşacaktır. (En doğrusunu Allah bilir)
Yeryüzü Allah'a boyun eğmiştir. Bu durum Kuran ayetlerinde şöyle bildirilmektedir:
Yer, düzlendiği, içinde olanları dışa atıp boşaldığı, ve 'kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. (İnşikak Suresi, 3-5)
Artık nihai gün gelmiştir. İnsanlara verilen süre dolmuş ve herşey son bulmuştur. Bu günden kurtulabilecek hiçbir canlı yoktur. Tüm olaylar sona erdiğinde yeryüzünde tek bir tohum, tek bir bitki, tek bir mikroorganizma hatta yeryüzünün kendisi de kalmayacaktır.

O gün yerin dışarı atacağı ağırlık, yalnızca magma katmanı değildir. Magma hem mantonun içindeki hem de mantoyla kabuk arasındaki ısı ve madde alışverişlerinin başlıca taşıyıcısıdır. Yani muhtemelen magma ile birlikte taşınan, yerin altında bulunan birçok madde, yüksek bir sıcaklıkla birlikte yerin yüzeyine çıkacaktır. Bu da yeryüzünün görülmedik bir şekilde ısınmasına neden olacaktır. Gerçekleşen olaylar sonucunda, yerin altında bulunan petrol, kömür gibi madenlerle birlikte tüm fosiller ve cesetler, tüm kalıntılar, kısaca yerin altında bulunan canlı cansız herşey dışarı atılacaktır. Kısaca yerin altı üstüne gelecektir. Allah, bu durumu Kuran'da şöyle haber vermektedir:
Ve kabirlerin içi 'deşilip dışa atıldığı' zaman; (artık her) nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir. (İnfitar Suresi, 4-5)
Yine yeraltı suları, sarsıntının şiddetiyle kırılan yerin katmanlarından dışarı fışkıracaktır. Tazyikli suyun etkisi ise oldukça şiddetlidir. Hem fışkırmanın başladığı bölgede önemli hasarlar meydana gelecek hem de yaşamı olumsuz etkileyen bir su tabakası yeryüzüne yayılacaktır.

Herhangi bir bölgede volkanik patlama olduğu zaman sayısız toz ve katı parçacık atmosferin üst tabakalarına fırlar. Böyle bir patlama sırasında çoğu zaman tüm bölgeyi küllerin kapladığı, söz konusu bölgenin toz duman içinde kaldığı bilinmektedir. Nitekim Allah ayette kıyamet gününde 'dağların toz duman halinde savrulacağını' (Vakıa Suresi, 6) bildirmiştir. Kuran'da anlatılanlara uygun olarak, kıyamet gününde dünyanın her yerinde buna benzer patlamaların olması ihtimali oldukça yüksektir.

Görüldüğü gibi insanlar dört bir yandan şiddetli bir azaba uğrayacaklardır. Her tarafı kaplayan toz ve duman bulutu, yine aynı anda yayılan gazlar insanların nefes alamamasına ve acılar içinde kıvranmasına sebep olacaktır. O gün yaşanan bütün bu olaylar inkarcıların sonsuza kadar cehennemin içinde görecekleri ebedi azabın büyüklüğünü anlamaları için yeterlidir. Böylesine dehşetli bir bitirişle insanların hayatlarına son veren Allah, cehennemde inkarcılar için eşi benzeri olmayan maddi ve manevi bir azap hazırlamıştır. Yaşanan olayların azameti karşısında dehşetli bir ölüm korkusu her yanı sarmıştır. Geriye korku ve pişmanlıktan başka hiçbir şey kalmamıştır.

DAĞLARIN DURUMU
Dağlar Kökünden Sökülüp, Savrulur
Dağlar, kökünden sökülüp savurulduğu zaman... (Mürselat Suresi, 10)
Bilindiği gibi dağların yeryüzündeki sarsıntıları engelleme görevleri vardır. Bu gerçek Kuran ayetlerinde de şöyle haber verilmiştir:
Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. (Nahl Suresi, 15)
Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7)
Bugüne kadar dünyada tespit edilmiş en büyük deprem 9.2 şiddetindedir. Ve bu şiddette bir deprem, gerçekleştiği bölgeye çok kısa bir süre içerisinde büyük bir felaket getirir. Kıyamet günü yaşanacak sarsıntı ise Allah'ın dilemesi dışında - dünyada o güne kadar eşi benzeri asla gerçekleşmemiş şiddette bir sarsıntıdır. Bu sarsıntı, birer kazık gibi yerleşerek yeryüzünü şiddetli depremlere karşı koruyan dağların dahi dayanamayacağı kadar büyüktür. Yeryüzündeki en sağlam yapılar olan ve sarsılmaz sıfatını taşıyan dağlar yerlerinden oynatılıp, altındaki toprakla birlikte kaymaya başlar. Kuran'da o gün dağların hareketlenişini anlatan ayetler şu şekildedir:
Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür. (Tur Suresi,10)
Dağlar yürütülmüş, artık bir serap oluvermiştir. (Nebe Suresi, 20)
Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları birarada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda bırakmamışızdır. (Kehf Suresi, 47)
Yeryüzünün büyük bir bölümü dağlarla kaplıdır ve bunların aynı anda yerlerinden sökülerek hareket etmesi, böylesine dev boyutlardaki kara parçalarının yerin üzerinde kızak gibi kayıp biraraya toplanması ve yerin dümdüz bir hale gelmesi elbette insanın görebileceği en ürkütücü manzaralardan birisi olacaktır. Böyle bir anı insanın gözünde canlandırabilmesi oldukça zordur.

Düşünün ki insanların zirvesine erişmekte zorlandıkları ve yerinden oynamaz diye düşündükleri Himalayalar, Alpler, Toroslar bir anda sarsılmaya ve yerlerinden oynamaya başlayacaklardır. Binlerce metre yükseklikteki dağlar ve bu dağların yamaçlarına kurulmuş olan şehirler bir anda yerle bir olacaktır.
Dağlarda geçitler açabilmek çok büyük teknolojik imkanlar, makineler, aletler gerektirmekte, hatta kimi zaman tüm bu yöntemler başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Yol açmak amacıyla dinamitle delinmeye çalışılan dağlardan bile ancak kısmi bir sonuç alınır, dinamit sadece belli bir bölgeye etki eder, hatta çoğu zaman hiçbir tesiri olmaz. Hatta bu sebeple bazı dağlık bölgelere ulaşım oldukça güç gerçekleşmektedir. Oysa kıyamet günü yeryüzündeki tüm dağlar toz haline gelirler. Bu olay o gün yaşananların şiddetini anlayabilmemiz açısından çok etkili bir örnektir. Dünyada bulunan tüm dağların aynı anda kum yığını haline gelmesi, o heybetli yapıların bir anda çökmesi oldukça dehşet verici bir durumdur. Ayrıca Allah'ın sonsuz gücünü anlayabilmek ve kadrini takdir edebilmek açısından da çok önemlidir. Kuran'da dağların kıyamet gününde alacağı şekil şöyle anlatılır:
(Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye-tutulur ve dağlar göçüveren bir kum yığını olur. (Müzemmil Suresi, 14)
Yine Kuran'da o güne ait olarak verilen bir bilgi de, dağların parçalanarak çökmesinden sonra yeryüzünün hiçbir tümseği olmayan bir düzlüğe dönüşeceği şeklindedir:
Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: "Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek." (Ta-ha Suresi, 105-107)
Şu an dışarıya baktığımızda bizlere oldukça aşina gelen engebeli görüntü, o gün tamamen düz bir hat haline gelecektir. Uçsuz bucaksız bir düzlük üzerinde insanların tümü biraraya toplanacaktır. Allah, Kehf Suresi'nde bu gerçeği şöyle vurgular:
Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları birarada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda bırakmamışızdır. (Kehf Suresi, 47)

Dağlar Rengarenk Yün Yumakları Gibi Uçuşurlar
O gün dağlar, üzerlerindeki bitkiler, çiçekler, tüm yeşillikler ve içlerinde barındırdıkları renk renk madenler, farklı tür ve renklerdeki topraklarla birlikte etrafa saçılacaktır. Toz duman olan dağlar, tüm ihtişamlarıyla parçalanıp, dağılacaktır. Bu renk cümbüşü ayetlerde renkli yünlere benzetilmektedir:
Ve dağların 'etrafa saçılmış' renkli yünler gibi olacakları (gün) (Kaari'a Suresi, 5)
Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak. (Mearic Suresi, 9)
Kahhar olan Allah'ın emri o gün canlı-cansız tüm varlıkları- etkisi altına almıştır. Kıyamet günü yaşanan her sahneye büyük bir korku hakimdir. En ufak bir sarsıntıda paniğe kapılan, bir deprem ihtimalinde ölüm korkusundan saatlerce evine giremeyen insanlar için, gözlerinin önünde dağların yerlerinden oynatılması, yerin içindekilerini dışarı atması, kabirlerin deşilmesi, insanların biraraya toplanması ve felaketlerin felaketleri izlemesi dayanılabilecek gibi değildir. Artık dünya üzerinde güvenebilecekleri "tek bir kişi", sığınabilecekleri "tek bir mekan" dahi yoktur. Karşılaştıkları olayların dehşeti güç yetirebilecekleri sınırı çoktan aşmıştır. Yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Artık dünya üzerinde yeni bir başlangıç, gidilebilecek herhangi bir yer yoktur. Yeni başlayacak olan yaşam ahirettedir, sonsuzdur ve dünyada Allah'ın rızasını gözeterek yaşamayanlar için pişmanlık ve acıyla doludur. Zevkler, ihtiraslar ve geçici dünya hayatı tüketilmiştir. Karşılaştıkları dehşet, Allah'ın kudretini sergilemektedir.

Oysa tüm bunlar Allah'ın elçileri ve inananları tarafından kendilerine daha önceden haber verilmişti. Ama bu kahredici gün kendilerine uzak gelmiş, kendileri gibi geçici şeylere güvenmişlerdir. Allah Kuran'da inkar edenlerin daha önce uyarıldıklarını şöyle bildirir:
Azabın kendilerine geleceği gün (ile) insanları uyarıp-korkut ki, (o gün) zulmedenler, şöyle diyecekler: "Bizi yakın bir süreye kadar ertele ki, Senin çağrına cevap verelim ve elçilere uyalım." Oysa daha önce, kendiniz için hiç zeval yoktur diye and içenler, sizler değil miydiniz? Siz, kendi nefislerine zulmedenlerin yerleştikleri yerlerde oturmuştunuz. Onlara ne yaptığımız size açıklanmıştı ve size örnekler vermiştik. (İbrahim Suresi, 44-45)
Oysa şimdi tehlikenin ortasında yapayalnızdırlar. Herkes canı derdine düşmüş, hiçbir yakın dost diğer bir yakın dostu görmez olmuştur. Artık kimse için kaçış söz konusu değildir. Artık Allah'ın vaadi gelmiştir. O gün evlerden kaçmak da bir işe yaramaz. Sarsıntıdan etkilenen sadece evler değildir ki dışarıya çıkmak insanı yaklaşan sondan korusun! O gün var olan herşey yok olmakta, yeryüzü ve dağlar hep birlikte yerlerinden oynatılıp kaldırılmaktadır. Ne sığınılabilecek bir yer, ne dayanılabilecek bir güç, ne de alınabilecek bir tedbir vardır. Kuran'da yeryüzü ve dağların parça parça olduğu kıyamet günü şu şekilde anlatılır:
Yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman. İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vuku bulmuş (gerçekleşmiş)tur. (Hakka Suresi, 14-15)

DENİZLERİN DURUMU
Bütün bu tarifleri yaparken önemli bir noktayı hatırlatmak yerinde olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, zihinlerde canlandırmaya çalıştığımız bu manzara tamamen Kuran ayetlerinden yola çıkarak yaptığımız tariflerdir. Kuran'da belirtilen şekline bağlı kalarak yaptığımız tüm tanımlamalar Allah'ın dilemesi ile gerçekleşecek olan ve Allah'ın olmasını vaat ettiği gerçeklerdir. Var olan herşeyi yaratan Allah, kuşkusuz ki bunların her birini gidermeye ve yerle bir etmeye de kadirdir. Ayetlerin bizlere haber verdiği gibi kıyamet günü herşey akılalmaz bir gösteriyle yok olup gidecektir. Bu, Allah'ın vaadidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
(Bu,) Allah'ın va'didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
Artık kendi büyüklüğü ile övünen insanın hiçbir değeri kalmamıştır. Kendini Allah'ın karşısında değerli ve güçlü gören, kendi aldanışı içinde Allah'ı inkar etmekten çekinmeyen insan, olan bitenler karşısında alabildiğine güçsüz ve acizdir. Kendisinden üstün gördüğü varlıklar da Allah'ın takdir ettiği bu büyük güne teslim olmuşlardır. Dağlar, denizler ve tüm kainat o hiç sarsılmazmış gibi gözüken sağlam vasfını yitirmiş, sadece ve sadece Allah'a itaat etmişler, Allah'ın bir "ol" demesiyle herşey olup bitmiştir. Her biri O'nun verdiği hükme boyun eğici olarak yerine getirmeleri gereken görevlerini tamamlamışlardır. Dağların renkli yünler gibi dağılıp parçalandığı, yerin tüm ağırlıklarını dışarıya attığı kıyamet günü denizlerde meydana gelen olaylar da Allah'ın sonsuz büyüklüğünü bir kez daha gözler önüne sermektedir. Kuran'da bildirildiğe göre o gün denizler yanacak ve fışkırıp taşacaktır.

Denizlerin Yanması
Dünya'nın dörtte üçünü kaplayan en büyük su kütlesi olan denizlerin bir anda kaynamaya, fokurdamaya başlaması gerçekten de insanın gözünde çok zor canlanabilecek bir manzaradır. İnsanın o anın dehşetini anlayabilecek bir tecrübesi yoktur. Ancak düşünce sınırlarını zorlayarak, zihninde kısmen canlandırabilir. Bugüne kadar yalnızca yanardağ patlaması, akaryakıt taşıyan bir tankerde yangın çıkması sonucu böyle görüntülerin oluştuğuna şahit olmuş, televizyonlarda, fotoğraflarda görmüşsünüzdür. Ancak ayetlerde bizlere yapılan tarifler, bu örneklerle karşılaştırılamayacak kadar ihtişamlıdır. Ancak Allah'ın sonsuz büyüklüğünü, sonsuz gücünü, sonsuz kudretini biliyor olmamız, bizi yaşanacak felaketin boyutları hakkında fikir sahibi kılar. Allah, evrende var ettiği ve koruduğu bu düzeni istediği şekilde değiştirmeye ve herşeyi bir plan dahilinde altüst etmeye kadirdir.

O gün yerin bütün ağırlıklarını dışa atması, yerin altındaki yaklaşık 4.500oC sıcaklığındaki katmanın imkan bulduğu her yerden dışarı taşacağı anlamına gelmektedir. Buna şüphesiz denizlerin altında bulunanlar da dahildir. Herhangi bir belgesel programında lavların denizin içindeki çıkışını seyretmiş olanlar, bu kızgın maddenin deniz suyunda oluşturduğu akıllara durgunluk veren bir manzaraya şahit olmuşlardır. Oysa kıyamet günü gerçekleşecek olan görüntü, bu manzaradan çok daha farklı, çok daha kapsamlı ve dehşet verici olacaktır. Yeryüzündeki bütün denizler alevler içinde kalacak, önüne geçilemeyecek bir ateş ve alev topluluğu insanlara yönelecektir. O gün tüm denizler tutuşturulmuştur.
Konuyla ilgili ayette Allah şu şekilde buyrulmaktadır:
Denizler, tutuşturulduğu zaman. (Tekvir Suresi, 6)
Yaşanan olaylar sonucu karada olduğu gibi denizde de yaşam son bulacaktır. Normal şartlarda serinlik ve rahatlık hissi veren denizler, bir anda etrafa müthiş bir sıcaklık yayacaktır. Denizlerde dev dalgalar yerine alev bulutları yer alacak, havadaki duman oksijeni büyük oranda tüketecektir. Uçsuz bucaksız denizlerin alev alev yanan ve şiddetle fokurdayan görüntüsü, dünyanın geniş bir alanına hakim olacak ve pek çok felaketi de beraberinde getirecektir.

Denizlerin Taşması
Kuran'da kıyamet günü gerçekleşeceği bildirilen olaylardan biri de denizlerin taşmasıdır. Bu gerçek bizlere ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir:
Denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı zaman... (İnfitar Suresi, 3)
O gün Allah'ın dilemesi ile karadan gelecek olan felaketlere denizlerden gelenler de eklenecektir. Böyle bir felaketin ve bunun gibi diğerlerinin gerçekleşmesi için kuşkusuz Allah'ın dilemesi yeterlidir. Allah, sadece "ol" emri ile yoktan var ettiği yeryüzünü çeşitli şekillerde yerle bir etmeye kadirdir. Bunları gerçekleştirebilecek muhtemel sebepler ise bizler için yalnızca birer hatırlatıcı, Allah'a yakınlaşmak ve O'nun azabından korku duymak için birer yoldur. Bu olayların nasıl gerçekleşeceğinin, sebeplerinin ne olacağının bilgisi yalnızca Allah'ın katındadır. Belki hiçbir sebep olmayacak, birdenbire kıyametin tüm belirtileri gerçekleşmeye başlayacaktır. Bu nedenle de, bu bölümde verilen örnekler sadece birer tahminden ibarettir.

Gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan bazı örnekler denizlerin taşmasıyla ilgilidir. Bilindiği gibi, genelde deniz altında bir deprem meydana geldiği zaman su yüzeyinde dev dalgalar oluşur. Deprem merkezinden yayılan etkiyle dalgalar okyanusu 750 km/saat gibi yüksek bir hızla geçerek, süratle kıyıya ulaşırlar. Okyanusun ortasında bir metreyi bulmayan dalga, kıyıya ulaştığında 60 m.'yi aşabilir. Örneğin 1896'da Japonya'nın Hoşu kentinde meydana gelen büyük bir denizaltı depreminin ardından kabaran bir dalga 25-35 m.'ye ulaşarak tüm yerleşim merkezini kaplamış ve 25.000 kişinin ölümüne neden olmuştur.

Dev dalgaların bilinen bir başka kaynağı da yanardağ püskürmesidir. Buna bir örnek 1883 yılında Krakatoa'nın zirvesindeki çökmeden sonra yükselen dalgadır. Cava ve Sumatra arasında bulunan bu ada, şiddetli püskürmelerin ardından birden kaybolmuş, ani ve büyük bir dalgaya sebep olmuştur. Bunun sonucunda meydana gelen tsunami, Cava adasında nüfusun en yoğun olduğu kıyı üzerinde kırılarak 165 köyün yok olmasına ve 36.000 kişinin ölümüne yol açmıştır. Bu dalganın yüksekliği kıyıya ulaştığında 35 m'yi aşmıştır. Görüldüğü gibi deniz altında meydana gelen kısmi depremler veya volkanik patlamalar yalnızca belli bir bölgeyi etkilemelerine rağmen, denizlerin taşmasına, binlerce kişinin ölmesine sebep olmaktadırlar. Oysa kıyamet gününde yerin üstünde olduğu gibi denizlerin altında da sarsılmayan hiçbir yer kalmayacaktır. Bu durumda denizlerin altında meydana gelen şiddetli sarsıntılarla birlikte denizler de taşacak ve o ana dek bilinen tsunamilerle kıyas olmayacak şekilde tüm yeryüzüne etki edecektir.

O gün denizlerin taşarak insanlara felaket taşıması için birçok sebep daha vardır. Bu büyük su kütlesinin sabit ve durağan bir şekilde durması birtakım kanunlara bağlıdır. Ancak o gün hiçbir tabiat kanunu geçerli olmayacak, gökleri, yerleri, karaları, denizleri ve insanları dengede tutan hassas dengeler yok olacaktır. Allah'ın dilemesiyle var olan bu kusursuz düzenin sebepleri, yine Allah'ın dilemesiyle aniden ortadan kalkacaktır. Daha önceki bölümde de anlatıldığı gibi belki de o gün yerin altındaki sıcaklık havayı ısıtacak, açığa çıkan bu sıcaklık buzulların erimesine neden olacaktır. Bu da mevcut su miktarı seviyesinin yükselmesine sebep olacaktır. Bunların hepsi ihtimal dahilindedir, fakat o gün bunun nasıl gerçekleşeceğini yalnızca Allah bilmektedir.

Yine bilindiği gibi günümüzde bir dağdan kopan toprak ve kayaçların yuvarlanarak bir körfezi, gölü veya barajı doldurması bölgesel bir dalgaya sebep olmaktadır. Kıyamet gününde ise yıkılmayan, çökmeyen bir dağ kalmayacak ve daha önce de bahsedildiği gibi bu dağlar tüm çukurları doldurup yerin dümdüz olmasına neden olacaktır. Dağlardan düşen parçalar denizleri doldurup, onların da taşmasına neden olacaktır.

Allah'ın belirlediği bu süre tamamlandığı zaman, kalplere amansız korku salan olaylar arka arkaya gerçekleşecektir. İnsanları çevreleyen korkunç bir gürültü, dağların parçalanması, insanların ayaklarının altından akan lavlar, her yeri sarıp kuşatan toz, duman ve gaz bulutları, kaynayarak insanların üstlerine taşan sular... Dünya hayatı boyunca Allah'ın varlığını düşünmek istemeyen, büyüklüğünü takdir edemeyen kullara bir anda gelen dehşetli bir acı... Kayıtsız şartsız herkese boyun eğdiren, insanlara kendi acizliklerini ve ömrü boyunca değer verdikleri şeylerin ne kadar değersiz olduğunu gösteren kahredici bir acı... O gün, insanların içlerinde duydukları korkunun ve dehşetin tarif edilemeyeceği bir gündür. İnsanlar oradan oraya koşmaya, kaçarak saklanacak bir yer aramaya çalışacaklardır. Ama herkes bilmektedir ki bu günden kurtuluş yoktur.

GÖKYÜZÜNÜN DURUMU
Kıyametle birlikte gelen yıkım ve dehşet yalnızca yerde gerçekleşecek olaylarla sınırlı değildir. O gün insanın bildiği, alıştığı ve sonsuza dek varlığını sürdüreceğini sandığı tüm varlıklar ve düzenler bozulmaya uğrarlar. O gün dünya tarihi boyunca kapsamı anlaşılamamış, sırlarına son yüzyılda ulaşılabilmiş, akıllara durgunluk veren büyüklükteki gök cisimleri ve uzay için de ölüm vakti gelmiştir. Gökyüzü, Ay, Güneş, yıldızlar ve gezegenler de o gün parçalanıp, yok olurlar. Bu gerçeği Allah bir Kuran ayetinde insanlara şöyle bildirir:
Şüphesiz, size vaat edilen gerçekleşecektir. Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman, Gök yarıldığı zaman... (Mürselat Suresi, 7-9)
Evrenin yaratıldığı ilk andan itibaren meydana gelen her olay ve izlenen her görüntü, bunlarda bir olağanüstülük olduğunu sezinleyen ve bir yaratıcının varlığını mutlak bir şekilde görmek isteyen her insan için büyük birer iman delilidir. Uçsuz bucaksız evrenin her noktasını kaplayan gezegenler, yıldızlar, sayısız gök cismi Allah'ın tek bir emri ile yaratılmış, O'nun kudretiyle muazzam bir dengeyle korunmuştur. Bu başlangıç ve denge ise sırrını hala korumakta, insanların zihinlerini meşgul etmektedir. Aslında bu arayışların sonucunda insanın karşısına çıkan tek gerçek vardır: Allah'ın varlığı. Kapanış günü yaşananlar yine Yaratan'ın büyüklüğüne uygun olarak gerçekleşecektir. Allah, var olan herşey için olduğu gibi gökyüzündeki bu muazzam dünya için de görülmemiş bir son hazırlamıştır.

Gökyüzü insanın her zaman için varlığından ve sürekliliğinden emin olduğu bir tavan gibidir. Allah'ın bir dayanak olmaksızın yükselttiği ve tuttuğu, uçsuz bucaksız uzay ile arasında perde görevi gören, görkemli bir tavan...
Bu tavan yüzyıllarca, dünyayı ve üzerindeki canlıları sayısız tehlikelerden (ultraviyole ışınlar, gök taşları, uzayın dondurucu soğukluğu vs.) en küçük bir aksaklığa meydan vermeden korumuş, canlılığın devamı için gerekli olan en önemli etmen olmuştur. Karanlık uzaydan geçerek gelen ışık, atmosferin taşıdığı özellikler sayesinde dünyaya yeterince yayılmış, tüm gezegeni aydınlatmış ve insan, atmosferdeki hassas oksijen oranı sayesinde nefes alıp, hayat bulabilmiştir. Oysa o gün, gök tüm işlevlerini kaybeder. Artık onun da, Allah katında belli olan eceli gelmiştir. Kıyamet günü gök Allah'ın dilemesiyle sarsılıp, çalkalanır, çatlar ve yarılır. Bu olaylar ayetlerde şöyle haber verilir:
O gün gök, sarsılıp çalkalanır. (Tur Suresi, 9)
Bu nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık) O'nun va'di gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir. (Müzemmil Suresi, 18)
Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır. (Hakka Suresi, 16)
Dünya tarihi boyunca sayısız canlının yaşamını sürdürebilmesi için en gerekli şartlardan biri olan hava tüm işlevini yitirir. O gün var olan kanunlar alışılan kanunlardan farklıdır. Sayısız fizik kanunu ile gökte sabit bir dengeyle duran atmosfer, eriyip akmaya başlar. Kuran'da o gün gökyüzünün uğrayacağı son şu şekilde anlatılır:
Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; (Mearic Suresi, 8)
Atmosfer o gün erir ve akkor haline gelerek yanmaya başlar. İnsanlar masmavi görmeye alışık oldukları gökyüzünü, o gün kızıl olarak görürler. Gökyüzü yarılıp erimiş, adeta yağ gibi olmuştur:
Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman; (Rahman Suresi, 37)
Kıyamet günü, o güne kadar Allah'ın büyüklüğünü ve gücünü görmek istemeyen, bile bile yüz çeviren insanlar için pişmanlığın yaşandığı gündür. Bu, öğüt alıp düşünme ve yapılanları telafi etme imkanı tanınmayan bir pişmanlıktır. Tüm insanlar Allah'tan başka dost, yardımcı ve koruyucu olmadığını, Allah'ın gücünü ve gazabını artık kesin olarak anlamışlardır. Böyle bir anda Allah'a ve ahiret gününe karşı inkar içinde olabilecek ve bu inkarında direnebilecek "tek bir insan" dahi yoktur. Bu gerçek Kuran'da tüm insanlara şöyle bildirilmiştir:
Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Zümer Suresi, 67)
O gün insanın tanıyıp bildiği bütün kurallar yok olur. Yaratılışları sırasında Allah'ın "isteyerek veya istemeyerek itaat edin" çağrısına icabet eden ve "isteyerek geldik" diye cevap veren gök ve yer, o gün de kendi yaratılışlarına uygun olarak gerçek sahipleri ve yaratıcıları olan Allah'a boyun eğerler. Kuran'da Allah'ın göğe ve yere seslenişi şu şekilde anlatılır:
De ki: "Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkar ediyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir. Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler." (Fussilet Suresi, 9-11)
Bilindiği gibi inkarcıların iddialarından birisi, maddenin kendi kendine oluştuğudur. Çevrelerinde gördükleri tüm güzelliği tabiatın gücüne bağlarlar. Geri kalan detaylar, yani bunların nasıl meydana geldikleri, bu bilinçli oluşumun nasıl oluyor da kendisi de yokken var olmuş, cansız bir kavram olan tabiattan ortaya çıktığını asla düşünmezler. Bu mantıksız iddiaya göre herşeyi doğa kendi kendine var etmiştir. Yani hakim olan olağanüstü uyum ve dengenin sahibi taş, toprak, hava ve sudur. Oysa kıyamet günü geldiğinde insan dağın, taşın, toprağın ne hale geldiğini görür ve bu gücün sahibinin tabiatın kendisi olamayacağına şahit olur. Canlı-cansız herşeyin yaratılışının kendisine atfedildiği tabiat, o gün kendisini koruyamayacaktır. Allah herşeyin yalnızca Kendi gücü ve iradesi ile var olduğunu, yalnızca O dileyip koruduğu için korunduğunu insanlara gösterecektir. Birçok insan vicdanları kabul ettiği halde anlamazlıktan geldikleri gerçekleri, o anda çok büyük bir pişmanlıkla hatırlayacaktır. Allah kıyamet günü olacakları ayetlerde şöyle haber vermektedir:
Gök, yarılıp-parçalandığı, Ve 'kendi yaratılışına uygun' Rabbine boyun eğdiği zaman; Yer, düzlendiği, İçinde olanları dışa atıp boşaldığı, Ve 'kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın. (İnşikak Suresi, 1-6)

Yıldızların, Güneş'in ve Ay'ın Durumları
Uzayın karanlık ve soğuk ortamına karşılık, Dünyamızın aydınlanması ve canlıların yaşayabileceği ortalama bir sıcaklığın mevcut olmasında en büyük etmenlerden birisi atmosferdir. Dünyamızı koruyan bir tavan olarak tanımlanan atmosferde ısı ve ışığın yayılma özelliği vardır. Kapkaranlık bir yoldan geçerek Dünyamıza ulaşan güneş ışıklarının yeryüzünü aydınlatması ve ısıtması atmosferin taşıdığı bu özellik sayesindedir. Ancak kıyamet günü geldiğinde var olan herşey gibi gök de çatlayıp yarılacak ve tüm işlevlerini kaybederek, Kuran'da belirtildiği gibi eriyerek akacaktır. Kuran'da Tekvir Suresi'nin ilk ayetinde kıyamet gününden bahsederken, "Güneş, köreltildiği zaman" ifadesi kullanılmaktadır. Bu ifadeden güneş ışığının Dünya'ya artık hiçbir fayda sağlamayacağı anlaşılır.

Kıyamet günü Dünya'ya aydınlık veren Güneş ve Ay teker teker kararacaktır. O gün, Dünya'ya ışık gelmemesinin tek sebebi atmosferin yok olması değildir. Çünkü Kuran'da bildirildiği gibi o gün yalnızca gökler, yer ve ikisi arasında olanların yok olduğu bir gün değildir. Tüm evrenin yokoluş günüdür. Tegabün Suresi'nin ilk ayetlerinde de belirtildiği gibi Allah herşeyi mükemmel ve eksiksiz olarak yaratan ve her dilediğini dilediği anda gerçekleştirmeye güç yetirendir. Milyarlarca galaksiyi ve her galakside bulunan milyarlarca yıldızı bünyesinde barındıran evreni O yaratmıştır ve dilediği zaman da bir "ol" demesiyle yok edecek olan da Allah'tır.
Evrenin genişliğini insan aklının, tam ve gerçekçi olarak kavraması mümkün değildir. Ama birkaç rakamla bu gizemli Dünya'nın büyüklüğünü yaklaşık olarak anlamaya çalışabiliriz. Güneş Samanyolu'nu oluşturan 200-250 milyar yıldızdan biridir. Dünya'dan 325.500 defa büyük olmasına rağmen, evrendeki küçük yıldızlardan biri sayılmaktadır. Çapı 125 bin ışık yılı olan Samanyolu'nun merkezine 30 bin ışık yılı uzaklıktadır. Bu arada 1 ışık yılı yaklaşık olarak 9.460.800.000.000 km'dir. Dünya ise kendi etrafında saatte 1670 km. hızla dönen, 6 katrilyar ton ağırlığında bir kütledir. Güneş saatte 72.000 km. hızla hareket eder, Samanyolu kendi ekseni etrafında saatte 900.000 km. hızla döner. Ancak kıyamet günü bu akıllara durgunluk veren kainat, Allah'ın dilemesi ile yerle bir olacak, büyüklüğü tarif dahi edilemeyen yıldızlar Kuran'da ifade edildiği gibi "örtülüp-silinecek", yok olacaklardır.

Evrenin her noktası Allah'ın varlığının, büyüklüğünün ve gücünün ayrı birer delilidir. Ancak O'nun dileğiyle, O'nun dilediği süre boyunca, O'nun izni ile var olmuşlardır. Bu dengeyi yaratan ve koruyan Allah, bütün bunları elbette dilediği şekilde yok etmeye de kadirdir. Evrenin ölümü, var oluşunda olduğu gibi ancak O'nun izniyle, O'nun takdir ettiği şekilde gerçekleşecektir. O gün insanların dünya hayatları boyunca azametine hayran kaldıkları herşey parça parça edilecektir. Tüm gezegenler, yıldızlar, Güneş ve Ay yörüngelerinden çıkacak, yıldızlar dökülecek, gökcisimleri birer birer ölecektir.
Kuran'da o gün Ay'ın yarılacağı, kararıp çatlayacağı şöyle bildirilir:
Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)
Ayette de belirtildiği gibi o gün artık kaçacak bir yer yoktur. Dünya hayatı boyunca, kendisine Allah'tan başka dost ve yardımcı arayan insanlar da artık yönelip, dönülecek gerçek dost ve yardımcının yalnızca Allah olduğunu anlamışlardır. O gün insanların hep erişilmez, görkemli ve gizemli gördükleri yıldızların da ölüm günüdür. Her biri nizam ve denge ile döndükleri yörüngelerinden çıkarak, dağılıp, yayılacaklardır:
Yıldızlar, dağılıp-yayıldığı zaman. (İnfitar Suresi, 2)
Bilindiği gibi Güneş her saniye enerji üreten bir yıldızdır. Uzaydaki diğer yıldızların ise birçoğu ondan kat kat büyük ve sahip olduğu enerjiden çok daha yüksek enerjiye sahiptirler. Oysa kıyamet günü geldiğinde artık hepsi güçlerini yitirirler, bulanıklaşıp, dökülürler. Kuran'da kıyamet gününde yıldızların durumu şu şekilde anlatılır:
Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman (Tekvir Suresi, 2)
Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman (Mürselat Suresi, 8)
O gün binlerce yıldır ışık saçan Dünya'nın hayat ve enerji kaynağı olan Güneş ve gökyüzünü süsleyen yıldızlar kararır. Herkes bir kez daha, o zamana kadar onları yörüngelerinde tutanın ve ışık vermelerini sağlayanın, yıldızların da gerçek sahibi olan Allah olduğunu ve o ana kadar sadece O'nun izniyle var olduklarını anlar.
İnkar edenler o gün Allah'tan hiçbir yardım görmezler. Yardım görebilecekleri başka herhangi bir güç de yoktur. Teknolojinin çok ilerlemesi ve bu sayede evrenin uzak bir köşesine gitmek dahi mümkün olsa, insanlar için artık hiçbir şey değişmeyecektir. Azap insanları orada da bulacaktır. Çünkü kıyamet bütün evreni kaplamıştır. Yalnızca üzerinde bir zamanlar güven içinde yürüdüğü yeryüzü değil, erişilmez sandığı uzak yıldızlar dahi Allah'ın emrine boyun eğmişler, yok olmuşlardır. İnsanların o günkü çaresizliği Kuran'da şöyle anlatılır:
Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman; İnsan o gün: 'Kaçış nereye?' der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. (Kıyamet Suresi, 8-13)
Son düzenleyen NeutralizeR; 13 Mart 2017 20:06
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #9
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
KIYAMET GÜNÜ, DİRİLİŞ VE HESAP VERME

Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbi'nin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Zümer Suresi, 68-69)



Sur'a İkinci Kez Üfleniş ve Ölülerin Diriltilmesi
Sur'a ilk olarak üflenmesiyle birlikte yer ve gök paramparça edilmiş ve maddesel evren ölmüştür. Canlı hiçbir varlık kalmamıştır. Ayetin ifadesiyle, "yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülmüştür". (İbrahim Suresi, 48) Bu dönüşümden sonra mahşer günü için hazırlanan ortam şöyledir:
Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: "Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak"
"Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır."
"Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek." (Taha Suresi, 105-107)



İşte hesap günü insanların üzerinde dirilip, biraraya gelip, hesaplarını ve akıbetlerini bekleyecekleri yer budur. Artık sıra insanların diriltilip tek olan, kahhar olan Allah'ın huzuruna çıkarılmalarına gelmiştir. Ve Sur'a ikinci kez üfürülür. Dünya hayatında ahireti ve yeniden dirilişi inkar eden insan bir daha uyanmayı hiç beklemediği kabrinin içinden dışarı atılır. Sur'a bu ikinci üfürülüş ve insanların dirilmesi Kuran'da şöyle geçer:
Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı... (Zümer Suresi, 68-69)


Sur'a İkinci Kez Üfleniş ve Ölülerin Diriltilmesi

Sur'a ilk olarak üflenmesiyle birlikte yer ve gök paramparça edilmiş ve maddesel evren ölmüştür. Canlı hiçbir varlık kalmamıştır. Ayetin ifadesiyle, "yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülmüştür". (İbrahim Suresi, 48) Bu dönüşümden sonra mahşer günü için hazırlanan ortam şöyledir:

Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: "Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak"

"Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır."

"Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek." (Taha Suresi, 105-107)

İşte hesap günü insanların üzerinde dirilip, biraraya gelip, hesaplarını ve akıbetlerini bekleyecekleri yer budur. Artık sıra insanların diriltilip tek olan, kahhar olan Allah'ın huzuruna çıkarılmalarına gelmiştir. Ve Sur'a ikinci kez üfürülür. Dünya hayatında ahireti ve yeniden dirilişi inkar eden insan bir daha uyanmayı hiç beklemediği kabrinin içinden dışarı atılır. Sur'a bu ikinci üfürülüş ve insanların dirilmesi Kuran'da şöyle geçer:

Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı... (Zümer Suresi, 68-69)


ÖLÜLERİN MEZARLARINDAN ÇIKMASI

İnsanların dirilişleri esnasında ve dirildikten sonraki durumları ayetlerde ayrıntılı olarak tarif edilmiştir. Kuran'da haber verildiğine göre o büyük diriliş şöyle gerçekleşir:

- Sur'a ikinci kez üfürülmesiyle birlikte toprağın altından dışarı çağrılan insanlar, yayılan çekirgeler gibi ve hızla koşarak kabirlerinden dışarı çıkarlar.

Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. (Kamer Suresi, 7)

... Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız. (Rum Suresi, 25)

O gün yer, onlardan çatlayıp-ayrılır da (onlar,) hızla koşarlar. İşte bu, Bize göre oldukça-kolay olan bir haşir (sizi birarada toplama)dır. (Kaf Suresi, 44)

- Kendilerini çağıran çağırıcıya doğru yönelirler ve dikili bir şeye doğru yönelmiş gibi boyunlarını çağırıcıya uzatmış olarak koşmaya başlarlar. Ve bu çağrı daha önce benzerine rastlanmış bir çağrı da değildir:

... O çağırıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün... (Kamer Suresi, 6)

O gün, kendisinden sapma imkanı olamayan çağırıcıya uyacaklar... (Taha Suresi, 108)

... sanki onlar dikili bir şeye yönelmiş gibidirler. (Mearic Suresi, 43)

Dünyada Allah'ın sınırlarını tanımayan, Allah'a itaat etmeyen, kendi başının dikine giden, büyüklenen inkarcı, dirilir dirilmez birden boyun eğici, bir hale gelmiştir. Ne olup bittiğini sorgulamadan, kayıtsız şartsız bu çağrıya icabet eder. Dünyadaki imtihan sona erdiği için başka seçim şansı da yoktur zaten. Aksini yapmayı istese de yapamaz. Hatta isteyemez bile. Bu çağrıya karşı koymaya hiçbir gücü yoktur. O nedenle bu günün "zorlu bir gün" olduğunu gerçekten hissetmiştir:

Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün." (Kamer Suresi, 8)

- Kafirler başlarını dikerek koşarlar, gözler dönmez, hareket edemez. Herkes kayıtsız şartsız bir itaat içindedir. O gün insanların sahip olabileceği tek geçerli ve değerli şey imandır. O da kafirlerde yoktur. Bu yüzden kalpleri bomboştur:

Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 43)

- Tek bir merkeze doğru dalga dalga süzülürler.

Sur'a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz. (Nebe Suresi, 18)

Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 51-52)

Bu "eyvah" çok büyük bir panik ve hayal kırıklığının ifadesidir. Çünkü kendi dirilişine bizzat şahit olan kafir, hayatı boyunca kendisine bunu haber veren elçilerin gerçekten doğru söylediklerini anlamıştır. Dolayısıyla bunu inkar edenlere müjdelenen, "dönüşü olmayan ebedi azab"ı da bizzat yaşayacağını idrak etmiştir. Artık bundan hiçbir şüphesi yoktur. "Ebedi uyku" diye bir şey olmadığını anlamıştır. Kendisine vaat edilenlerin birer birer başına geleceğinden, hiçbir kurtuluş ümidi olmadığından emindir.

- Kafirlerin genel ruh halleri korku, dehşet, yılgınlık, şaşkınlık ve çaresizlik, genel görünümleri ise daha da dehşet vericidir. Yüzleri kapkaradır; toz, karartı ve zillet (aşağılanma) kaplamıştır:

O gün, öyle yüzler vardır ki, 'zillet içinde aşağılanmıştır.' (Gaşiye Suresi, 2)

Ve o gün öyle yüzler vardır ki üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp kaplamıştır. İşte onlar da, kafir facir olanlardır. (Abese Suresi, 40-42)

Kıyamet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Suresi, 60)

- Kafirler kıyamet günü kör olarak haşredilirler.

Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.

O da (şöyle) demiş olur: "Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim?"

(Allah da) Der ki: "İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın." (Taha Suresi, 124-126)

Allah, kimi hidayete erdirirse, işte o, hidayet bulmuştur, kimi saptırırsa onlar için O'nun dışında asla veliler bulamazsın. Kıyamet günü, biz onları yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri cehennemdir; ateşi sükun buldukça, çılgın alevini onlara arttırırız. (İsra Suresi, 97)

- Kafirlerin bu kör gözleri de korkunçluk ve iğrençliklerini artırır bir şekildedir. Allah kafirlerin gözlerinin alacağı şekli şöyle ifade etmektedir:

Sur'a üfürüleceği gün, biz suçlu-günahkarları o gün, (yüzleri kara, gözleri) gömgök (kaskatı ve kör) olarak' toplayacağız. (Taha Suresi, 102)

Bu korkunç, aynı zamanda da aşağılık görünümleriyle kafirler ilk bakışta, müminlerden ayrılırlar. Dünyadayken kibir ve gösteriş içinde, Allah'ın ayetlerine karşı savaş açan, büyüklenen bu güruhun sonlarının başlangıcı işte böyle olur.





O GÜN DOSTLUK, AKRABAĞLIK, YAKINLIK VE YARDIMLAŞMA YOKTUR

O gün insanın başkalarıyla, hatta kendi annesi, babası, eşi ve çocuklarıyla bile ilgilenmeye ne hali ne fırsatı vardır. Mahşer gününün şiddeti ve olağanüstü korkusu herkesi kendi derdine düşürür. Allah, o diriliş gününü, öteki adıyla din gününü şöyle tarif etmektedir:

Din gününü sana bildiren şey nedir? Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir? Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah'ındır. (İnfitar Suresi, 17-19)

Fakat 'kulakları patlatırcasına olan o gürleme' geldiği zaman, kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar,
Annesinden ve babasından, Eşinden ve çocuklarından, O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 33-37)

Dünya hayatında kişinin en çok değer verdiği put edindiği bağlar, böylece Allah'ın azabı karşısında paramparça olur. Artık insanlar arasındaki dünyevi yakınlıkların, soy bağlarının hiçbir anlamı kalmamıştır. Değeri olan tek şey, imandır:

Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da. Artık kimin tartısı ağır basarsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kimin tartısı hafif gelirse, işte onlar da kendi nefislerini hüsrana uğratanlar, cehennemde de ebedi olarak kalacak olanlardır." (Müminun Suresi, 101-103)

Dünyadaki bağlar ve ilişkiler öyle bir parçalanır ki, sözde en çok sevilen oğullar, eşler, kardeşler, hatta bütün soy, inkarcılar tarafından azaba karşılık fidye olarak teklif edilir:

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister. Kendi eşini ve kardeşini. Ve onu barındıran aşiretini de. Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi, 10-15)

Mahşer günü yaşanacak olan bu "fidye teklifi", inkarcıların gerçekte ne kadar nankör olduklarının ve menfaatleri doğrultusunda nasıl acımasızca hareket ettiklerinin bir göstergesidir. Bu teklif, dünya hayatının ne denli boş olduğunu da gösterir. Dünya hayatında çoğu insan küçük çıkarlar peşinde koşar. İyi bir iş, güzel bir ev, para, makam mevki sahibi olmak uğruna bütün bir ömür çalışılır. Buna karşın, Kuran'da haber verildiği üzere tek bir kadın değil dünyadaki kadınların tümü, tek bir ev değil dünyadaki bütün mülkler, yeryüzünün altın ve gümüş bütün hazineleri, hatta bütün dünya, mahşer gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verilmek istenecektir. Ama elbette bu umutsuz bir çabadır ve insanı hiçbir şekilde kurtaramaz. O mülklerin sahibi zaten Allah'tır. İnsanın kurtuluşu ise, bir daha geri dönemeyeceği dünya hayatında kalmıştır. Vakit çok geçtir ve cehennemin ateşi ona vaat olunduğu gibi yanmaya başlamıştır.






İNSANLARIN HESAP İÇİN TOPLANMALARI

Kuran'da, insanın yaşamının gerçek anlamı şöyle açıklanır:

Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın. (İnşikak Suresi, 6)

Hayatımız boyunca ne yaparsak yapalım, harcadığımız bütün çabaların sonucunda ulaşacağımız son nokta, Allah'ın huzuruna çıkacağımız andır. Tüm bu hayatın amacı, O'na kulluk etmektir. Hayatın en önemli anı ise, Allah'a hesap vereceğimiz mahşer günüdür.

Dünyadaki yaşamımız boyunca geçen her gün, bizi o mahşer gününe biraz daha yakınlaştırır. Geçen her saat, her dakika, hatta her saniye, ölüme, yeniden dirilişe ve hesaba doğru atılmış bir adımdır. Hayat, bir kum saati gibi sürekli olarak bu yöne doğru akar. Saati durdurmanın ya da geri çevirmenin yolu yoktur. Tüm insanlar, bu yolu izleyeceklerdir. Allah, Kuran'da şöyle hükmetmektedir:

Şüphesiz onların dönüşleri Bize'dir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette Bize aittir. (Gaşiye Suresi, 25-26)

Şu an dünyada yaklaşık 6 milyar insan yaşamakta. Bu sayıya şimdiye dek yaşamış ve bundan sonra da yaşayacak insanların sayısını eklersek, mahşer (diriliş) günü mezarlarından çıkıp toplanacak insan kalabalığı ve bunun oluşturacağı olağanüstü tablo hakkında bir fikir edinebiliriz. İlk insan Hz. Adem'den, kıyamet günü canı alınacak son inkarcıya kadar yeryüzünde yaşamış insanların tümü bu mahşer meydanında biraraya gelecektir. Sayısı milyarlarla ifade edilebilecek bu insan topluluğunun oluşturacağı manzara son derece görkemli olacaktır. Fakat aynı zamanda bir o kadar da ürküntücü ve dehşet verici olacağı kesindir. Allah'ın huzurunda toplanma anı ve insanların durumu Kuran'da şöyle anlatılır:

O gün, kendisinden sapma imkanı olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah)a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin.

O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.

O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar.

(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup gitmiştir. (Taha Suresi, 108-111)

Kafirlerin bütün bir ömür boyu göz ardı ettiği, müminlerin ise şevkle hazırlanıp beklediği hesap anı gelmiştir. Bu büyük mahkeme için görkemli bir mekan yaratılır. O gün, ayette bahsedildiğine göre, "Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.' Melek(ler) ise, onun çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da üstünde sekiz (melek) taşır." (Hakka Suresi, 16-17) Bir başka ayette ise, o gün, "... Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün..." (Nebe Suresi, 38) olarak tarif edilir.

Alemlerin Rabbi olan Allah o gün yarattığı kullarından hesap soracaktır. Beraberinde inkar edenler için Allah'ın azamet ve şanına yakışır bir azap kaynağı da yaratılmıştır. Cehennem, cayır cayır yanmaktadır. Herşeyin benzersiz ve mükemmel şekilde yaratıcısı olan Allah, kafirler için aynı mükemmellikte bir azap hazırlamıştır. Kimse o gün O'nun vereceği acının bir benzerini veremez. Bir ayette şöyle denir:

Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu, Rabbin (in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. O'nun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 21-26)

İnsan, eğer dünyadaki yaşamında Allah'a kul olmamışsa ve bu büyük güne iman edip ona hazırlık yapmamışsa, pişmanlığın en büyüğünü yaşayacaktır. Toprak olmayı, dirilmeye bin kere tercih edecektir. Ancak bu pişmanlığın faydası yoktur; onu azaptan kurtaramayacaktır. Aksine, bu pişmanlık onun için yeni bir azap kaynağı olacak, cehennemde çekeceği fiziksel acıların üzerine bir de manevi işkence olarak eklenecektir.


Son düzenleyen GusinapsE; 19 Temmuz 2006 22:00
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Nisan 2006       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KURAN'DA KIYAMET ALAMETLERİ

Kıyamet Saati Yakındır
İnsanların büyük bir bölümü kıyamet günü hakkında bilgi sahibidir. Hemen hemen herkes kıyamet saatinin dehşetinden az veya çok haberdardır. Buna rağmen, insanların böylesine hayati bir konuda gösterdikleri ortak bir tepki vardır; kıyamet üzerine düşünmek veya konuşmak istemezler. Kıyamet saati geldiğinde yaşanacak korkuyu akıllarına getirmemek için yoğun bir çaba sarf ederler. Gazetede okudukları bir afet haberinin veya bir felaketi gösteren bir filmin kendilerine kıyameti hatırlatmasına dahi tahammül edemezler. Bu günün mutlaka karşılaşılacak olan büyük bir gerçek olduğunu düşünmekten kaçınırlar. Bu konudan bahseden kişileri dinlemek, bu büyük günü anlatan yazıları okumak istemezler. Bunlar, kıyamet düşüncesinin neden olduğu korkudan kaçmak amacıyla geliştirdikleri yöntemlerden bazılarıdır.

Çoğu insan da kıyamet saatinin gerçekleşeceğine ciddi anlamda ihtimal vermez. Bunun bir örneğini Kehf Suresi'nde anlatılan zengin bağ sahibinin ifadelerinde de görmekteyiz:

Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım. (Kehf Suresi, 36)

Bu ifadelerde Allah'a inandığını söyleyen, fakat kıyamet gerçeğini düşünmeyen, üstelik ayetlere zıt iddialar ileri sürenlerin gerçek zihniyetleri gözler önüne serilmektedir.

Başka bir ayette de kıyamet saati ile ilgili olarak kuşkuya kapılan, şüpheye düşen inkarcılardan Allah şöyle söz eder:

"Gerçekten Allah'ın vaadi haktır, kıyamet-saatinde hiçbir kuşku yoktur." denildiği zaman siz: "kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zanda (ve tahmin) bulunup zannediyoruz; biz kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz." demiştiniz. (Casiye Suresi, 32)

Bir kısım insanlar da kıyamet saatini bütünüyle inkar ederler. Böyle bir tavır gösterenleri ise Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; Biz kıyamet-saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (Furkan Suresi, 11)

Gerçeği öğrenmek amacıyla, bizlere yol gösterecek tek kaynak olan Kuran'a baktığımızda apaçık bir gerçekle karşılaşırız. Kıyamet hakkında kendini kandıran insanlar büyük bir hata yapmaktadırlar. Çünkü Allah ayetlerinde, kıyamet saatinin yakın olduğunu ve bu konuda hiçbir şüpheye yer olmadığını haber vermektedir:

Gerçek şu ki kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur... (Hac Suresi, 7)

Biz gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o kıyamet-saati de yaklaşarak-gelmektedir... (Hicr Suresi, 85)

Şüphesiz kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, bunda hiçbir kuşku yok... (Mümin Suresi, 59)

Kuran'ın kıyamet ile ilgili mesajının üzerinden 1400 sene kadar uzun süre geçtiğini, bu sürenin de bir insanın hayatına kıyasla uzun olduğunu düşünenler olabilir. Ancak burada söz konusu olan, Dünya'nın, Güneş'in, yıldızların, kısacası tüm kainatın sonudur. Evrenin milyarlarca senelik geçmişi göz önüne alındığında, on dört yüzyıllık bir zaman diliminin çok kısa olduğu kesindir.

Yakın tarihimizin büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de benzer bir soruya hikmetli bir teşbih ile şöyle cevap vermiştir:

Kuran, "kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına zarar vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nispeten bin veya iki bin sene, bir seneye nispetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insaniyetin eceli değil ki onun ömrüne nispet edilip uzak görülsün.1


Kuran Ahlakının Tüm Dünyaya Anlatılması

Kuran ayetlerinde, "Allah'ın sünneti" şeklinde bir ifade ile karşılaşırız. Bu ifade Kuran'da "Allah'ın kanunları" anlamında kullanılmaktadır. Ayetlerde, bu kanunların daima geçerliliğini koruduğu haber verilmiştir. Bu konudaki bir ayette Allah şöyle buyurur:

(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi, 62)

İşte değişmeyen bu İlahi kurallardan birisi toplumların helak edilmeden önce peygamberler kanalıyla, kutsal bir kitap gönderilerek uyarılmasıdır. Bu gerçeği bildiren bir ayet şöyledir:

Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir Kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık. (Hicr Suresi, 4)

Tarih boyunca Allah, yıkıma uğrayan her topluma önce, onları doğru yola davet eden bir kitap indirmiştir. Buna rağmen isyan ve azgınlığa devam edenler, kendileri için belirlenmiş süreleri dolduğunda helak edilmiş, gelecek nesiller için ibret konusu olmuşlardır. Allah'ın bu kanununu düşündüğümüzde bazı önemli sırlar ortaya çıkmaktadır.

Kıyamet, dünya üzerindeki tüm toplumların başına gelecek son felakettir. Kuran insanların öğüt alıp düşünmesi için indirilen İlahi kitapların sonuncusudur ve kıyamete kadar tek yol gösterici olarak kalacaktır. Ayetlerdeki ifadeyle; "...O (Kuran) alemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başkası değildir." (Enam Suresi, 90) Kuran'ın sadece belirli bir zamana ve mekana hitap ettiğini zanneden insanlar ise derin bir gaflet içindedir, çünkü Kuran, tüm "alemler" için ortak bir çağrıdır.

Peygamberimiz (sav) döneminden beri Kuran hakikatleri tüm dünyaya tebliğ edilmektedir. Özellikle içinde yaşadığımız çağ tarihte benzeri görülmedik teknolojik gelişmeler sayesinde, Kuran'ın emirlerinin tüm insanlığa duyurulabildiği bir dönemdir. Bugün bilim, eğitim, ulaşım ve iletişim alanlarındaki gelişmeler en uç noktaya varmak üzeredir. Özellikle bilgisayar ve internet teknolojileri sayesinde dünyanın dört bir yanındaki insanlar saniyeler içinde birbirleriyle konuşabilmekte, bilgilerini paylaşabilmekte ve iletişim kurabilmektedir. Bilim ve teknoloji devrimi tüm dünya ülkelerini birleştirmekte; "küreselleşme", "dünya vatandaşlığı" gibi ifadeleri söz dağarcığımıza kazandırmaktadır. Kısacası tüm dünyadaki insanları birbirinden ayıran bütün engeller hızla ortadan kalkmaktadır.

Bu gerçekler ışığında rahatlıkla şunu söylemek mümkündür: Yaşadığımız "Bilgi Çağı"nda Allah, her türlü teknolojik gelişmeyi hizmetimize vermiştir. Müslümanların üzerine düşen sorumluluk da, Allah'ın sunduğu bu imkanları en güzel ve faydalı şekilde kullanmak, dünyanın ayak basılan her noktasında insanları Kuran ahlakına davet etmektir.



Elçiler

Allah'ın kainatın yaratılışından günümüze kadar var olan değişmeyen kanunlarından önceki bölümde bahsetmiştik. Bu İlahi kanunlardan birisi de elçi gönderilmeyen topluma Allah katından bir azap gelmemesidir. Allah bu vaadini aşağıdaki ayetlerde şöyle haber vermektedir:

Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)

...Biz bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz. (İsra Suresi, 15)

Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. (Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır). Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)

Ayetlerde bildirildiği gibi, Allah toplumların merkezi yerleşim birimlerine uyarıcı-korkutucu olarak elçilerini gönderir. Bu elçilerde insanlara Allah'ın emirlerini bildirirler. Ancak inkarcı toplumlar her dönemde kendilerini uyaran elçileri alayla karşılar, yalancılık, çıkarcılık, delilik gibi çeşitli iftiralarla onları suçlarlar. Ahlaksızlık ve azgınlıklarına devam eden bu toplumları Allah hiç beklemedikleri bir anda büyük bir felaket ile helak etmektedir. Nuh, Lut, Ad, Semud halklarının ve Kuran'da bahsi geçen diğer kavimlerin ibret verici yıkımları söz konusu helaka birer örnektir.

Allah bize Kuran'da elçilerini şu sebeplerle gönderdiğini belirtmiştir: Toplumu müjdelemek, insanlara sapkın inançlarını bırakıp Allah'ın dinini ve güzel ahlakı yaşamaları için önemli bir fırsat tanımak, elçilerin davetinden sonra insanların kıyamet günü ileri sürecek mazeret ve bahanelerinin kalmaması için onları uyarmak; İşte bu amaçları Allah bir ayette şöyle haber verir:

Elçiler, müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi). Öyle ki, elçilerden sonra insanların Allah'a karşı (savunacak) delilleri olmasın... (Nisa Suresi, 165)

Ahzab Suresi'nin 40. ayetinde haber verildiği gibi, Peygamberimiz (sav) son peygamberdir. Hz. Muhammed (sav), "...Allah'ın Resulü (elçisi) ve peygamberlerin (nebilerin) sonuncusudur." (Ahzap Suresi, 40) Başka bir ifadeyle, Hz. Muhammed (sav) ile Allah'ın insanlığa gönderdiği vahiyler tamamlanmıştır. Buna karşın Peygamberimiz (sav)'in tebliğ ettiği Kuran'ın anlatılması ve hatırlatılması anlamındaki sorumluluk, kıyamete kadar tüm Müslümanlar için sürmektedir.


İslam Ahlakının Dünyaya Egemen Olması

Kuran'da sık sık vurgulanan hususlardan biri azgınlıkları ve isyanları nedeniyle Allah'ın helak ettiği kavimler ve bunlardan çıkarılması gereken ibretlerdir. Sözü edilen geçmiş toplumlar ile günümüz toplumları arasında büyük benzerlikler olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Hatta günümüzde, cinsel sapkınlıklarıyla tanınan Lut kavmi, dolandırıcı ve sahtekar Medyen halkı, alaycı ve kendini beğenmiş Nuh kavmi, isyankar ve azgın Semud halkı, nankör İrem halkı ve helak edilen diğer toplumların tutumlarını bile aşmış şekilde hayat sürdüren insanlar yaşamaktadır. Açıktır ki, tüm bu ahlaki dejenerasyonun arkasında insanın Allah'ı ve yaratılış amacını unutması yatmaktadır.

İçinde bulunduğumuz dönemdeki cinayet, sosyal adaletsizlik, dolandırıcılık ve hırsızlık vakaları, ahlaki yozlaşma gibi olumsuzluklar insanların bir kısmını umutsuzluğa düşürmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, Allah Kuran'da "rahmetinden umut kesilmemesini" emretmiştir. Ümitsizlik, yılgınlık müminlere özgü özellikler değildir. Allah, şirk koşmadan katıksız olarak Kendisine kulluk eden, O'nun rızasını kazanmaya yönelik hayırlı işler yapan müminleri "güç ve iktidar sahibi" yapacağını müjdelemektedir:

Allah içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaat etmiştir. Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak; kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Hak dini içtenlikle yaşayan salih kulların yeryüzüne mirasçı kılınmasının İlahi bir kanun olduğunu Allah şöyle bildirir:

Andolsun, Biz Zikir'den sonra Zebur'da da "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varis olacaktır" diye yazdık. (Enbiya Suresi, 105)

"Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır)." (İbrahim Suresi, 14)

Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. (Yunus Suresi, 13-14)

Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir." dedi. Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa) "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek." dedi. (Araf Suresi, 128-129)

Allah yazmıştır: "Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)

Yukarıdaki ayetlerde verilen müjde ile birlikte Allah, müminlere çok önemli bir vaatte daha bulunmaktadır. İslam dini bütün dinlere üstün kılınmak için insanlığa gönderilmiştir. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)

Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)

Hiç kuşkusuz Allah, vaadinin gerçekleşeceğinde şüphe olmayan ve vaadinden dönmeyendir. Sapkın felsefeleri, çarpık ideolojileri ve batıl din anlayışlarını ortadan kaldıracak, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan güzel ahlak İslam ahlakıdır. Yukarıdaki ayetlerde vurgulandığı gibi, inkarcıların ve müşriklerin bu büyük olayı engelleyebilmesi ise söz konusu değildir. (Bu konudaki kapsamlı çalışmamızı "Altınçağ" isimli kitabımızda bulabilirsiniz.)

İslam ahlakının tam anlamıyla yaşanacağı bu dönem sevginin, fedakarlığın, yardımlaşmanın, dürüstlüğün, sosyal adaletin, güven ve huzurun hakim olacağı bir zaman olacaktır. Cennet benzeri özellikleri nedeniyle Altınçağ olarak adlandırılan böyle bir dönem bugüne kadar yaşanmamıştır. Bu kutlu dönem kıyamet öncesinde yaşanacaktır; şu an Allah'ın takdir ettiği zamanı beklemektedir.


Hz. İsa'nın Yeryüzüne Dönüşü


Hz. İsa, Allah'ın seçkin kıldığı bir peygamberdir; dünya tarihinde hakkında en çok konuşulan elçilerden de birisidir. Allah'a şükürler olsun ki konuşulanlardan neyin doğru neyin yanlış olduğunu seçmemize yarayacak bir kaynak elimizde bulunmaktadır, o da Allah'ın koruması altında bulunan tek İlahi kitap olan Kuran'dır.

İsa Peygamber ile ilgili gerçek bilgilere ulaşmak için Kuran'a başvurduğumuzda şunları görürüz:

Hz. İsa Allah'ın elçisi ve kelimesidir. (Nisa Suresi, 171)

Allah kendisine "İsa Mesih" ismini vermiştir. (Al-i İmran Suresi, 45)

İnsanlığa bir ayet, bir işaret kılınmıştır. (Enbiya Suresi, 91)

Hz. İsa daha beşikteyken insanlarla konuşmuş (Al-i İmran Suresi, 46), birçok mucize göstermiştir. Bir başka mucizesi, yetişkinliğinde yeryüzüne geri dönmesi ve insanlarla konuşmasıdır. (Al-i İmran Suresi, 49; Maide Suresi, 110)

İsa Peygamber İncil'i tebliğ etmiştir. (Hadid Suresi, 27)

Onu tanrılaştıranlar doğru yoldan sapmış, küfre düşmüşlerdir. (Maide Suresi, 72)

İnkarcılar onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır, ama Allah bu tuzağı bozmuştur. (Al-i İmran Suresi, 54)

Allah, inkarcıların Hz. İsa'yı öldürmelerine izin vermemiş, onu Kendi katına yükseltmiştir. Ve tekrar yeryüzüne döneceğini insanlara müjdelemiştir. Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşü ile ilgili olarak da Kuran'da şu haberler verilir:

İsa Peygamberi öldürmek için tuzak kuran inkarcıların onu kesinlikle öldüremediklerini Allah şöyle haber verir:

Ve : "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)

Hz. İsa'nın ölmediği insanların yaşadığı boyuttan alınarak, Allah katına yükseltildiğini haber veren ayet şöyledir:

Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)

Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde, Hz. İsa'ya uyanların kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçirileceği haber verilmektedir. Günümüzden 2000 yıl kadar önce Hz. İsa'ya tabi olan havarilerin hiçbir siyasi güce sahip olmadıkları tarihi bir gerçektir. Bu dönem ile günümüz arasında yaşayan ve kendilerini Hıristiyan olarak adlandıranların ise başta teslis (üçleme) olmak üzere pek çok sapkın inancı savundukları, dolayısıyla gerçek anlamda İsevi olarak tabir edilemeyecekleri de açıktır. Çünkü Kuran'ın birçok ayetinde teslise inananların inkara saptıkları ifade edilir. O halde kıyamet saati öncesindeki bir dönemde, inkarcılara üstün gelecek gerçek İseviler ortaya çıkacak Al-i İmran Suresi'ndeki İlahi vaat de böylece tecelli edecektir. Kuşkusuz müjdelenmiş bu topluluk, Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüyle kendini gösterecektir.

Kuran'da verilen bir diğer bilgi de Hz. İsa'nın Allah'ın katına alınmasından önce tüm Ehli Kitap'ın kendisine iman edeceği şeklindedir:

Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona (Hz. İsa'ya) inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o (Hz. İsa) da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)

Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. İsa ile ilgili olarak henüz gerçekleşmemiş olan üç İlahi vaat vardır. İlk olarak, İsa Peygamberin her insan gibi yaşadıktan sonra öleceği bildirilmektedir. İkinci vaat, tüm Ehli Kitap'ın onu cismani olarak göreceği ve ona yaşarken itaat edeceğidir. Şüphesiz söz konusu bu iki haber de Hz. İsa'nın kıyamet öncesindeki gelişinde gerçekleşecek olaylardır. Ayetteki üçüncü haber olan Hz. İsa'nın Ehli Kitap hakkındaki şahitliği de kıyamet gününde gerçekleşecektir.

Kuran'da Hz. İsa'nın Allah katına alınmasını açıklayan bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde geçmektedir.

"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 33)

Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa'nın Allah katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa'nın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra, vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)

Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüne işaret eden bir diğer ayet şöyledir:

Ona (Hz. İsa'ya) kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 48)

Bu ayette geçen "kitap" kelimesinin neyi ifade ettiğini anlamak için konuyla ilgili diğer Kuran ayetlerine baktığımızda şunu görürüz: Tevrat ve İncil ile birlikte aynı ayette kullanılması halinde kitap, Kuran anlamını ifade etmektedir; Al-i İmran Suresi'nin 3. ayeti buna bir örnek olarak verilebilir. Bu durumda, 48. ayetteki Hz. İsa'nın öğreneceği bildirilen kitap da ancak Kuran olabilir. İsa Peygamberin bundan yaklaşık 2000 sene önceki yaşamında, Tevrat ve İncil üzerine bilgi sahibi olduğu bilinmektedir. Kuran'ı öğrenmesinin ise yeryüzüne yeniden gelişinde gerçekleşeceği açıktır.

Al-i İmran Suresi'nin 59. ayetindeki "şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir" ifadesi de oldukça dikkat çekicidir. Bu ayette iki peygamber arasındaki bazı benzerliklere dikkat çekilmiş olabilir. Bilindiği gibi, hem Hz. Adem hem de Hz. İsa babasızdır. Ayrıca yukarıdaki ayette, Hz. Adem'in cennetten yeryüzüne indirilmesi Hz. İsa'nın Ahir Zaman'da Allah katından yeryüzüne indirilmesine de benzetilmiş olabilir.
Son düzenleyen GusinapsE; 19 Temmuz 2006 21:59

Benzer Konular

4 Ocak 2016 / MaRCeLLCaT X-Sözlük
8 Temmuz 2011 / msxlabs5 Taslak Konular
28 Haziran 2011 / emis67 Taslak Konular
28 Aralık 2008 / BlueMoon Tiyatro tr