Arama

Büyük Günahlar ve Sevaplar - Sayfa 2

Güncelleme: 12 Ocak 2014 Gösterim: 116.103 Cevap: 23
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #11
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Allah'ın buyruklarına aykırı düşen, dinen suç sayılan davranışlar İslâm şerîatının ve temiz insan fıtratının yapılmamasını emrettiği hususlar Arapça'da günâh'ın karşılığında; İsm, zenb, isyan, cürm kelimeleri kullanılır. İsm, günâhın tam karşılık anlamıdır. Zenb (cürm), insanın Allah'ın rızasını kazanmasını engelleyen; isyan, Allah'a itaat etmemek-demektir (Cürcânî, et-Ta'rifât, s. 9, 107, I51).
Yahudî ve hristiyanlar dinlerinin birçok esaslarını bozdukları gibi günâh kavramım da kendi arzularına uygun olarak değiştirmişlerdir. Yahudiler; Allah'ın seçilmiş kulları oldukları inancıyla, kendi ırklarından olmayan insanlara yaptıkları kötülükleri mübah kabul ederler. Kendilerinin cehennemde sayılı günler kalacaklarına, sonra yalnızca kendi ırklarının cennete gireceğine inanırlar. Bu materyalist millet eskiden günâh keçisi adını verdikleri bir keçiyi sırtına günâhlarını yükledikleri gerekçesiyle çöle salarlar ve böylece günâhlardan kurtulduklarına inanırlardı.
Sponsorlu Bağlantılar
Hristiyanlar Hz. Âdem (a.s.)'ın işlediği ilk günâhtan dolayı bütün insanların günahkâr doğduğuna; Hz. İsa (a.s.)'ın kendisini feda ederek insanların günâhlarım temizlediğine inanırlar. Hz. İsa (a.s.)'ın ölümünü temsil eden vaftiz ayini ile çocukların günahlarından temizlendiğini kabul ederler. Bağışlama yetkisini böylece Tanrının elinden alan hristiyanlar, insanları sonraki dönemlerde kontrol etmek için günâhlarını papazlara itiraf ettirmek süretiyle bağışlarlar. Bu işleme Hristiyanlıkta "günâh çıkarma" denir. İlk defa dördüncü Latran Konsili'nde (1215) ergenlik çağına giren her hristiyan için yılda bir defa günâh çıkarma kararı alınmıştır. Papazların kiliselerde günâh çıkardıkları özel yerlere günâh çıkarma hücreleri denilir. Bu hücreler kiliselere 16. yüzyıldan itibaren eklenmiştir.
İslâm, bir ırk ve sınıfın imtiyazını, insanların günâhlı doğduklarını, günâhların şahıslar tarafından affedilebileceğini kabul etmez. "Yahudiler, "Ateş bize sadece sayılı günler dokunacaktır" derler. De ki `böyle olacağına dair Allah'tan bir söz mü aldınız..." (el-Bakara, 2/80) "Doğan her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anası-babası onu yahudî, hristiyan veya mecusi yapar" (Buhâri, Cenâîz, 80; Müslim, Kader, 22). "Annesinden doğan her insan fıtrat üzerine tertemiz doğar" (Müslim, Kader, 25).
İslâm, insanın bir başkasının yaptığından, gücünün yetmediğinden sorumlu olmadığını kabul eder. Kişinin sorumlu olabilmesi için olgunluk yaşında ve aklının başında olmasını şart koşar.
Kişi kendi hür iradesi ile, isteyerek yaptığı işlerden sorumludur. Dileme ve tercih etme insana aittir. İşin varlık âlemine çıkması ise Allah'ın yaratması iledir. İnsan o işin meydana gelmesine sebep olan irade etme ve bunun sonucu olarak o amele meyletmekten sorumludur: Ayrıca Allah, unutarak liata ile, bilmeyerek, uykuda uyuyup kalmak süretiyle meydana gelen günâhlardan da insanı sorumlu tutmamaktadır.
İslâm, insanın günâh işlemesiyle sonuna kadar kötü kalacağını kabul etmez. İnsanın günâhının affedilmesini başkalarının tasarrufuna bırakmaz. Kulun Allah'a tövbe etmesi, her yerde, her zaman mümkündür. "Allah kullarının tövbelerini kabul eder ve yaptıkları günâhları bağışlar" (eş-Şûrâ, 42/25). Hz. Peygamber (s.a.s.) de insanları tövbe etmeye teşvik etmiştir: "Bütün insanlar hatalıdır; hatalı insanların Allah katında en makbul olanları tövbe edenleridir" (et-Tac, V, 151).
Günâhlarda ısrar etmek, hakkın aynası olmak için yaratılan iman yeri olan kalbi karartır. Günâh kalbe işleyip onu karartarak iman nurunu oradan çıkarıncaya kadar katılaştırır. Her bir günâhın içinde küfre gidecek bir yol vardır. Günâh istiğfar (tövbe) ile hemen yok edilmezse, kalbi kötülüğe sürükler ve Allah'ın itaatinden çıkmış bir kalp hâline getirir.
Günâh düşünceden pratiğe geçmemişse cezası olmaz. Resulullah (s.a.s), " Allahu Teâlâ ümmetimden nefislerinde yapmayı arzuladıkları şeyleri yapmadıkları ve konuşmadıkları müddetçe affetti (Buhârî, VII, 59) buyurmuştur.
Sorumluluk ve ceza açısından günâhlar kebâîr ve sağîr diye iki kısma ayrılır.
Kebâir (büyük günâhlar): Allah'ı tanımaya engel olan ve yapılması hâlinde şer'î ceza gereken veya Allahu Teâlâ'nın cehennem azabıyla tehdit ettiği günâhlardır. Bir başka görüşe göre Allah'ın yasakladığı her şey büyük bir günâhtır. Büyük günahların sayısı hadis rivayetleri gözönünde bulundurularak, yedi, dokuz, yetmiş, ikiyüz olarak tespit edilmiştir (Şerhu Akideti't-Tahâviyye, s. 370, 371).
Büyük günâhların belli başlıları şunlardır; Allah'a ortak koşmak, adam öldürmek, zina iftirasında bulunmak, zina etmek, islâmî cihaddan kaçmak, sihir yapmak, yetimin malını yemek, ana-babaya karşı gelmek, Mekke'nin hareminde günâh işlemek, faiz yemek, hırsızlık yapmak, içki içmek, kumar oynamak. Bir müslüman hatife almadan, kalbinde tasdik olduğu halde büyük günâh işlerse, dinden çıkıp kâfir olmaz. Ehl-i sünnet, büyük günâh işleyen kimsenin kâfir olmayacağını, cehennemde ebedî kalmayacağını, tövbe etmeden ölürse dahî, Allah dilerse fazl-ı keremiyle onu affedeceğini, dilerse adâletiyle cehennemde ona azap edeceğini kabul eder (Şerhu Akideti't-Tahâviyye s. 370).
Kebâirin (büyük günâhların) en büyüğü Allah'ı tanımamak, zatında, sıfatında ve fiillerinde O'na ortak koşmaktır. Buna ekberu'l-kebâir denir. "Allah kendisine şirk kovulmasını kesinlikle affetmez. Bunun dışındaki günâhları dilediği kimseler için affeder" (en-Nisâ, 4/48). Allah'ın rahmetinden ümidini keserek serkeşlik yapmaya devam etmek veya azabından emin olarak günâha aldırış etmeden tövbe etmemek caiz değildir. Mümin ne kadar günâh işlerse işlesin korku ve ümid arasında olmalı, rabbinden yüz çevirmemelidir. "Ey günâhta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; muhakkak ki Allah bütün günâhları bağışlar. Şüphe yok ki O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir" (ez-Zümer, 39/53) " Fakat azabımın da pek acıklı bir azap olduğunu kullarıma haber ver" (el-Hicr, IS/50).
Mu'tezile* büyük günâh işleyenin mümin olmaktan çıkacağını, iman ile küfür arasında (el-Menzile beyne'l-Menziteteyn*) kalacağını; tövbe etmeden ölürse ebediyyen cehennemden çıkmayacağını iddia eder. Hâricîler * daha da ileri giderek küçük günâh işleyen müminleri* de küfür ile suçlamıştır. Mu'tezile Kur'an-ı Kerîm'deki "Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası cehennemde uzun süre (hâliden) kalmaktır..." (en-Nisâ, 4/33) ayetini delil gösterir. Ancak Arab dilinde "Hâliden" kelimesi ebediyet anlamını ifade ettiği gibi, uzun müddet manasını da ifade eder. Bu ayette geçen "hâliden"in uzun müddet anlamına geldiği, yukarıda zikredilen ayetteki (ez-Zümer, 39/53) anlam ile desteklenmiştir.
Bir mümin, kalbinde tasdik, dilinde ikrar olduğu halde günâh işler veya farzları yerine getirmede gevşeklik gösterir, fakat bu günâhların karşılığında cezayı da hak ettiğine inanıyorsa bu kişi günâhkâr mümindir. Allahu Teâlâ'nın böyle bir insanı küfürle vasıflaması, mecâzîdir. Yani nimeti inkâr, nankörlük manasındadır. Bir müslüman günâhı helâl kabul eder veya yapmadığı farzı inkâr ederse gerçek anlamıyla kâfir olur.
İslâm'ın esasları ile hükmetmemek büyük bir günâhtır. Eğer İslâm'ın devrini bitirdiği, çağımızda gereksiz olduğu inancı ile İslâm'ın hükümleri uygulanmıyorsa bu küfürdür. İman-küfür meseleleri ve müminlerin tekfir edilmesi müstakil eserlere de konu olmuştur Sâlim el Behensavî'nin "el-Hükmü ve Kâdıyyetü Tekfiril-Müslim" adlı eseri bunlardan biridir.
Sağır (küçük günâhlar): Dünyada cezayı, ahirette de azabı gerektirmeyen küçük suçlardır. Devamlı işlendiğinde küçük günâh küçük olmaktan çıkar. Tövbe edilip mağfiret istendiğinde inşaallah affedilir. Âlimler "Günâhın küçüklüğüne büyüklüğüne bakma, kime karşı suç işlediğine bak" demişlerdir. Allah'ı tanımaya, kulluğa engel olan, Allah ile kulun arasına perde olan herşey günâhtır.
Günâhlardan sakınmak, farzları yapmaktan önce gelir. Önce kalp günâhlardan temizlenir, sonra farzları yapmakla süslenir. Günâhlar ve haramlar dinî duyguyu helâl helâk eder, zehirler. Ancak bu zehirler görünürde bal gibidir; tatlı gelebilir fakat insanın manevî duygularını öldürür.
Unutulmamalıdır ki her nimet külfet karşılığıdır. Cennet ve Cemâlullah'ı isteyenler nefse tatlı gelen günâhlara girmemek için birtakım külfet ve zorluklara katlanmak ve Allah'a sığınmak zorundadır. Müminler ihsân sırrı ile Rabblerine kendilerini görüyormuş gibi kulluk ederler. Sol omuzlarında günâhlarını yazan bir meleğin olduğunun şuuru içinde hareket ederler.
Güç yettiğince günâhlardan sakınıldığında Allah küçük günâhları affedecektir. "Eğer size yasaklanmış şeylerin büyüklerinden kaçınırsanız, geri kalan günâhlarınızı diler ve sizi nimet ve ikramlarımızla dolu olan cennete koyarız" (en-Nisâ, 4/31), "O kimseler ki ufak tefek kusurlar hariç, günâhın büyüklerinden ve çirkin söz ve davranışlardan kaçınırlar. Şüphesiz ki Rabbinin bağışlaması geniştir..." (en-Necm, 53/32).
Allahu Teâlâ mümin kulların günâhlarını yaptıkları bazı ameller veya söyledikleri birtakım söz ve dualar sebebiyle affeder, günâhlarına keffaret eder. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Denizin köpükleri kadar günâhı olsa da Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber, velâ havle velâ kuvvete illâ billâh' diyen yeryüzündeki her insanın günâhına bu söz keffaret olur". (Tirmizî, Vitr, 15). "Hiçbir kul yoktur ki bir günâh yapsın ve kalkıp güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılarak bu günâhdan mağfiret dilesin de, Allah onu affetmesin (Ahmed b. Hanbel, I, 10).
Peygamberler mâsumdur, günâh işlemezler. Ancak, "zelle" denilen, peygamberlik makamı için kusur kabul edilen amelleri vardır. Ehl-i sünnet şefaat, hesap, mizân, sırat, havz, cennet, cehennem, kabir azabı ve münker-nekir sorgusunu hak ve dinin esası kabul etmiştir.
Günah ve İsyanın Sonuçları:
- İlimden yoksun kalmak: Zira, ilim, günahkâra verilmez.
- Rızkın kesilmesi: Günâhkârın rızkı harama gider, Allah'ın bereket ve ihsanı kalkar.
- Kalp ve ruhun bozulması: Fıtrata uygun hal bozulur, hissizlik, vicdansızlık, korkusuzlukla tövbeden uzaklaşır. İç dünya kararır, kalp paslanır, haya duygusu ve ahlâk kalkar.
- İnsanlardan uzaklaşma: Nefsi ve en yakınlarıyla, toplumla yabancılaşan günâhkâr yalnız kalmaya mahkum olur.
- Her günâh iz bırakır: Günâhların sonucu vücud, akıl ve diğer organlarda bir kötülük doğurur. Her günâh bir başka günâha yol açar.
- Her günâh, İslâm dışı gelmiş geçmiş bütün çirkin ulusların mirasıdır. Kibirlenmek Firavun'un; eşcinsellik Lût kavminin mirasıdır.
- Günâh ve isyân, Allah'ın azabının hak olmasına yol açar. Bela ve musibet gelir. Günâhın geçmişe, şimdiye ve gelecek kuşaklara zararı dokunur.
- Günâhkârlar, meleklerin tövbe ve istiğfarlarından, Hz. Peygamber (s.a.s)'in şefaatinden mahrum kalırlar. Günâhlar insanların imanını zayıflatır.
Günah hakkında Hz. Peygamber (s.a.s)'in buyurduğu bazı Hadîs-i şerifler:
Zulüm üç türlüdür: Bir zulüm var ki Allah onu affetmez. Bir zulüm var ki Allah onu affeder. Bir zulüm var ki Allah onun mutlaka hesabını sorar: Allah'ın affetmediği zulm şirk'tir. Çünkü O, "Şirk büyük zulümdür" (Lokman, 31/13) buyurmuştur. Allah'ın affedeceği zulüm ise kulların kendi nefislerine zulmüdür. Rableri ile kendileri arasındaki işlerde yaptıkları hatalardır. Allah'ın hiç bırakmayıp mutlaka hesap soracağı zulüm de kulların birbirlerine karşı haksızlıklarıdır. Allah bunların hesabını sorar ve yapılan haksızlıkları cezalandırır.
Yüce Allah: " Ey kulum sen bana kulluk etmedin ama benden umut istedin. Ben de sende olanları bağışladım. Ey kulum, dünya kadar günâhla gelsen, bana şirk kaşmamışsan, ben de seni dünya kadar mağriretle karşılarım. " buyurur.
Kula erişen bir musibet, büyük-küçük bir felâket hep kendi günâhı yüzündendir. Allah ın affettikleri de pek çoktur.
Canımı kudret elinde bulunduran Allah'a andolsun ki, mümine erişen hiçbir tasa, üzüntü, sıkıntı, hatta vücuduna batan hiçbir diken yoktur ki Allah onunla o kimsenin günahlarını affetmesin.
Her duyduğunu söylemesi kişiye günâh olarak yeter.
Kim bir müslüman kardeşine şefaat eder de şefaat ettiği kimse kendisine bu yüzden bir hediye verir ve o da bunu kabul ederse büyük günâh kapılarından birine gelmiş olur.
Hiç bir günâhkâr, diğerinin yükünü çekmez.
Allah, canı boğazına gelmemiş olan kulun tövbesini kabul eder.
Farz namazı, abdest, huşû ve rükûu'nu tam olarak yapan hiç bir müslüman yoktur ki -büyük günâh işlemedikçe- namazı önceki günâhlara keffâret olmasın.
İnsanlar bir münker görüp de onu değiştirmezlerse Allah'ın onlara umumî bir ceza vermesi yakındır.
Başkalarının işlediği günâhlar yüzünden bizi de helâk etme Allah'ım! Şu yedi helâk edici şeyden sakınınız: Şirk, büyü, adam öldürmek, faiz, yetim malı yemek, cihaddan kaçmak, masum kadınlara zina iftirasında bulunmak.
Kim Ramazan'da inanarak, hak rızası için oruç tutsa geçmiş günâhları affedilir. Rüşvet alana da verene de lânet olsun. Helâl belli, haram bellidir ve sen sana şüpheli geleni bırak. Zina ve fuhuş bir toplumda yaygın hâle gelirse, Allah önceki nesillerde bulunmayan hastalıkları onlara bela olarak verir. Bir millet eksik tartar ve eksik ölçerse zulüm, açlık ve yoklukla cezalandırırlar. Bir milletin yöneticileri yüce Allah'ın indirdiği hüküm ile hükmetmezse Allah onların birliğini dağıtır. Kul, yaptığı isyan ve işlediği günâh dolayısıyla rızkından mahrum kalır.
Hesaba çekilmeden, kendini hesaba çek. Başınıza gelecekleri bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Yaptığın bir kötülük seni üzüyorsa sen müminsin. Ey kalpleri evirip çeviren Rabbim, kalbimi senin dinin üzere sabit ve sürekli kıl" (İbn Kesîr, I, 508, 528: Buhârî, Libâs, 24, Tıb, l, Savm, 1-15, Ahkam, 9, Buyû', 2, 3; Müslim, Birr, 45 vd.; iman,143,144,145,153,154, Mukaddime, 5; Ebû Davûd Buyû, 82; Tirmizî, Tefsir, 44; Daavât, 90, 99; İbn Mâce Ahkâm, 2; Mâlik, Muvatta ; Hudûd, 2,' Ahmed b. Hanbel, II, 164, 248; V, 154, 190, 194).
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
29 Temmuz 2006       Mesaj #12
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
EN BÜYÜK GÜNAHLAR

Sponsorlu Bağlantılar
* Allah'a şirk koşmak
* Allah'a baba demek
* Haksız yere öldürmek, intihar etmek
* Yetim malı yemek
* Faiz yemek
* İçki içmek
* Savaştan kaçmak
* İftira etmek
* Namuslu kadına zina isnat etmek
* Ana ve baba hakkına tecavüz etmek
* Yalan yere yemin etmek
* Yalan yere şahitlikte bulunmak
* Zina etmek
* Livata yapmak , Ters ilişkiye girmek (arkadan ilişkide bulunmak)
* Sihir, büyü yapmak
* Hırsızlık yapmak
* Allah'ın rahmetinden ümit kesmek
* Kumar oynamak
* Yol kesmek
* Söz gezdirmek, çekiştirmek
* Rüşvet almak ve vermek
* Harem-i Şerifte günah işlemek
* Domuz eti yemek
* Besmelesiz kesilen hayvanın etini yemek ve kan içmek
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Ağustos 2006       Mesaj #13
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
ŞİRK-ALLAH'A ORTAK KOŞMAK
Kebair günahların en büyüğü Allah'a eş ve oratak tanımaktır,şirktir.Şirk iki çeşittir.Birincisi Allah'a ortak tanımak;taş,ağaç,güneş,ay,peygamber,şeyh,yıldız,melek veya başka bir varlık olsun,Allah'tan başkasına tapmaktır.
Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de bahsettiği şirk budur.
"Allah kendisine eş tanınmasının(günahını)katiyen affetmez.Ondan başkasını,dilediğini affeder."(Nisa:116) "Kim Allah'a eş tanırsa şüphesiz Allah ona cenneti haram etmiştir.Onun varacağı yer de ateştir."(Maide:72) "Şüphesiz şirk,büyük zulümdür."(Lokman:13)
Bu hususta ayetler çoktur.Allah'a ortak tanıyan ve müşrik olarak ölen kimselerin cehennemlik oldukları kesindir.Allah'a iman edip mü'min olarak ölen kimse de,azap görse bile sonunda kesinlikle cennetliktir.
Salih bir Hadis-i Şerif'te Hz.Peygamber(s.a.v.)Şöyle buyurur:"Size kebair günahların en büyüklerini söyleyim mi?"Evet Ya Resulullah(a.s.)dediler.Buyurdu ki:"Allah'a ortak koşmak,ana-baba hakkına riayet etmemek,yalan söz ve yalancı şahitlik.Sonuncusunu o kadar tekrarladı ki keşke sussa dedik."(Buhari,Müslim)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Eylül 2006       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
*İçki neden birden yasaklanmadı?
Allah’ın bir ismi de Hakîm’dir. Yani yaptığı her işi, hikmet ve faydalara göre yaratır. Nitekim insanın büyüyüp kemale ermesi, çekirdeğin yeşerip ağaç olması, bir yumurtanın açılıp kuş olması belli bir süreçle gerçekleşmektedir. Allah’ın kâinatta geçerli olan bu kanununu, dinin bazı emirlerinde de görmek mümkündür. İşte yüce Rabbimiz, Hakîm isminin gereği olarak, alkollü içki alışkanlığını toplumdan söküp atmak için, tedriç yani yavaş yavaş men etme metodunu irade etmiştir. Diğer taraftan, içki birdenbire haram edilseydi, içkiye müptela olmuş o asrın insanları İslamiyet’i kabulde nazlanabilirlerdi. Alışkanlıklarını bırakmak istemeyebilirlerdi. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’de içki ile ilgili ayetler, kademeli olarak şu sıraya göre nazil olmuştur:

1- “Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden hem bir içki yapıyor, hem de güzel rızk ediniyorsunuz. Bunda aklı eren kavim için elbette ibret vardır.” (Nahl Sûresi, 67) Bu ayette içkinin güzel rızk olmadığı açıklanmıştır. Bu ayetin nüzulü ile, içkinin dinen tasvip edilmeyen bir madde olduğu anlaşıldığından, bazı sahabeler içkiyi terk etmişlerdi. Aslında bu ayetin inzali ile, içkinin ileride haram olacağı da anlaşılmıştı.

2- “Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Onlarda hem günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise faydalarından daha büyüktür.” (Bakara Sûresi, 219)

3- “Ey iman edenler! Siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa Sûresi, 43) Bu ayet-i kerime, sarhoşken namaz kılmayı men etmiştir. Bu durumda, beş vakit namazını hiç geçirmeksizin kılan bir sahabenin, gündüz iki namaz arasında içki içmemesi gerekiyordu. Aksi takdirde, yani gündüz iki namaz arasında içki içecek olsa, alkollü içkinin sarhoşluk edici tesiri geçmeyeceği için namazı kılamayacaktı. Belki yatsı namazından sonra içki içebilecekti. Bu durumda büyük bir sahabe kitlesi daha içkiden tamamen vazgeçmişlerdi. Çünkü alkole alışmış olan vücutlar, artık yavaş yavaş ondan uzaklaşıyordu.

4 -“Ey iman edenler! İçki, kumar, tapmaya mahsus dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki, murada eresiniz.” (Maide Sûresi, 90)

5- “Şeytan, içkide ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık siz hepiniz vazgeçtiniz değil mi?” (Maide Sûresi, 91)

Bu son ayet ile alkollü içkiler kesin olarak haram edilmiştir. Sahabelerden Hz. Enes (ra.) anlatıyor: Biz içki alemindeydik. Ben dağıtıyordum. Bir adam geldi “İçki haram edildi.” dedi. Arkadaşlar derhal “Şu içki kaplarını dök, temizle.” emrini verdiler. O haberden sonra kimse ağzına içki almadı.
*Zamana sövmek ve felekten şikayet etmeyi yasaklayan bir hadis-i şerif var mıdır? Varsa bunun açıklaması nasıldır?

----Buhari'nin bir rivayetinde şöyle buyuruluyor:

“Allah Teala buyuruyor ki: Ademoğlu dehre söverek bana eziyet verir. Halbuki ben dehrim (zamanın yaratanıyım). Her şey benim elimdedir. Geceyi, gündüzü ben idare ederim”

Cahiliye devrinde Arapların, musibetlerin ve belaların gelmesini zamana izafe ettiklerini ifade eden Buhari Şarihi Bedrüddin Ayni şöyle der:

“Cahiliyet devri Araplarının bir kısmı gece ve gündüzün devranından ibaret olan dehre söverlerdi. Çünkü bu kısım Allah'a inanmaz ve bütün hadiseleri zamana atfederlerdi; yani hadiselerin vuku bulduğu gece ve gündüze hamlederlerdi . Her şeyin zamanın emriyle olduğuna inanırlardı. İşte bunlar Dehriler olarak adlandırılırdı.”

----Şarih Ayni ifadelerine şu açıklamalarla devam eder:

“İşte Hz. Resulullahın (a.s.m.) bu hadis-i şeriften maksadı, sizden biriniz zamana sövmesin, çünkü zaman gerçek fail değildir. Yapan Allah'tır. Bu musibetleri başınıza getirdiğine inandığınız zamana sövdüğünüzde, Allah'a sövmüş olursunuz. Çünkü musibetleri başınıza getiren zaman değil, Allah'tır. Cenab-ı Hakkın ‘Ben zamanım' demesi ise, ‘Ben zamanın sahibiyim' manasındadır.”(1)

Gerçekten Cahiliye devrinde her kötülüğü zamana nispet eden bir grubun var olduğuna, onların “Bizi ancak zaman öldürür”(2) şeklindeki sözlerini nakleden ayet-i kerime işaret etmektedir. Bu fikir, tarihte inkarcı cereyanlar arasında “Dehrilik” olarak yer almıştır. Bunların İslamiyetten sonra da tesirleri görülmüştür. İşte bu hadis-i şeriflerde, zamanı gerçek fail telakki ederek sövmek yasaklanmaktadır.

Bu vesile ile şu hususu izah etmekte de fayda vardır: Zaman zaman bazı eski alimler dahi kitaplarında zamandan şikayet etmiş, “feleğin kubbesine” taşlar atmışlardır. Çünkü bazı kötülükleri gidermeye güçleri yetmemiş, ümitsiz kalınca da zamandan ve felekten şikayet etmişlerdir. Bunların bu şikayetleri, zamanı gerçek fail kabul ettiklerinden değil, hadiselerin arzu ve istekleri istikametinde cereyan etmediğinden dolayıdır.

İşte mü'minlerin de zaman zaman felekten şikayet etmeleri bu yüzdendir. Yoksa her müslüman zamanın, Cenab-ı Hakkın bir kanunu, bir mahluku olduğun bilir.

*Kötülük yapmayı düşünmek mesuliyet gerektirir mi?

Cenab-ı Hakkın insanlar üzerindeki rahmet tecellileri çeşitlidir. İster iyilik, ister kötülük olsun insanların yaptıklarına rahmeti ile karşılık verir. Kur’an-ı Kerimde bir kimsenin iyilik yapmasına on kat sevap verileceği, kötülük yapmasına da misli kadar günah yazılacağının beyan buyurulması bu sonsuz rahmetin bir tecellisidir.

Resul-i Ekrem (a.s.m.) bir hadis-i şerifte bu hususu açıklamaktadır. “Allah iyiliklerin ve fenalıkların yazılmasını emretti” buyurduktan sonra şöyle devam etmektedir:
“Bir kimse bir iyilik yapmaya niyetlenir de yapamazsa, Allah kendi katında o kimse için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer hem niyetlenir, hem de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazar ve bu sevabı yedi yüze ve daha fazlasına kadar çıkarır. Ve eğer fenalık yapmaya niyetlenir de sonra vazgeçerse, Allah onun için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer kötü işe hem niyetlenir, hem de onu yaparsa, Allah o kimse için bir günah yazar.”(1)

Hadis-i şerifin izahında Allah’ın rahmetine, fazlına dikkati çeken Sahih-i Buhari Şarihi Ayni, “azm”le “niyet” etmek arasındaki farka da temas etmektedir. Bir kimse kötülük yapmayı niyet eder de yapmazsa mes’ul olmadığı gibi Cenab-ı Hakkın fazlından bir sevap kazanır. Fakat azmetmek ayrıdır. Azm bir kötülüğü yapmak hususunda kendi iç aleminde kalben ve fikren karar vermektir. İnsanın kötülük yapmaya karar vermesi bazı alimlere göre mes’uliyet gerektirir.(2)

Aynı şekilde iyiliğe niyet etmek sevabı kazandırdığı gibi, azmetmek de daha fazla sevabı kazandırır. Demek burada ister azm, ister niyet olsun, hep iyiden ve güzelden yana olmak her zaman menfaatimizedir.

İnsanın hayaline gelen kötü şeylerden insan mes’ul değildir. İnsan kötü hayalleri adet haline getirmemeli, kendi arzu ve isteğiyle o hayallere girmemelidir. Birisini dövmeyi düşünmek, bir gayri meşru fiili yapmayı düşünmek de bu kısma girer. Sorumluluk gerektirmez. Ancak kardeşlik ve sevgi gibi güzel düşüncelerimize zarar verebilir.

İnsan manevi ve hayırlı şeylerde karar vermese de yine sevaba mazhar olur. Çünkü güzel ve hayırlı şeyler nurludur. Cenab-ı Hakkın lütfuyla, insanın onları kendi aleminden geçirmesi dahi sevaba ve hayra vesile olur. Bir hadis-i şerifte mü’minin niyeti amelinden hayırlı olduğunu işaret edilmesi bu hakikatı ifade etmektedir.(3) Çünkü Cenab-ı Hakkın insanın ibadetine ve iyiliklerine ihtiyacı yoktur. İnsanın halis niyetini ibadet etmiş gibi kabul eder.

Resul-i Ekrem (a.s.m.) bir hadis-i şerifte bu hususu şöyle beyan eder:
“Geceleyin kalkıp nafile namaz kılmak niyeti ile yatağına giren ve sabah namazı zamanına kadar uyuya kalan kimse için niyet ettiği namazın sevabı yazılır ve onun uykusu, Rabbi tarafından kendisine verilen bağış olur”(4)

Aslında bu ilahi fazl ve rahmet mü’minleri daima şevk ve gayrete getirmelidir. Bütün hayatı ibadet haline getirebilecek bir noktayı dikkatten uzak tutmamak gerekir.

Bediüzzaman niyet hakkında şu mühim açıklamayı yapmaktadır. “Niyet öyle bir hasiyete maliktir ki, adetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acip bir iksir [ilaç> ve bir mayadır. Ve keza niyet ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur". (5)

O halde mü’minler hayal ve niyet gibi bütün duygularını ebedi hayatın kazanmasına faydası olacak şeylerde harcamalıdırlar. Hayal gibi güzel bir duyguyu basit ve adi şeylerde değil de ulvi ve manevi şeylerde harcamak en uygunudur.

*Sakal bırakmanın ve kesmenin hükmü nedir?

Sakal, Resûl-i Ekrem Efendimizin ehemmiyetli sünnetlerinden biridir. Hiçbir âlim farz olduğunu ileri sürmediği için, terkinde de farzın terki gibi bir hüküm verilmemiştir. Sakal sünnetinde Şafiî ile Hanefî arasında farklı görüş vardır. Şafiî ye göre sakal sünnettir. Kesimi ise sadece tenzihen mekruhtur. Hanefi de ve diğer iki mezhepte ise hüküm farklıdır. Sakalı bıraktıktan sonra kesmek, tahrimen mekruhtur.
*Bazı kimseler istemedikleri halde bankaya para yatırmak zorunda kalıyorlar. Kimi zaman muhafaza için, kimi zaman da ticarî mecburiyetlerden dolayı yatırılan bu paralara banka faiz tahakkuk ettiriyor, dolayısıyla para sahibinin eline faiz de geçmiş oluyor.
-İslâm âlimleri bu konuda iki görüşe sahipler. Bir kısmı, haram mal alınmaz, alınsa bile yenmez, diyorlar. Bunlara göre haramı almaktansa denize, yahut ateşe atmak daha tehlikesizdir. Bilhassa zühd ve takvâ mesleğinde giden bu zâtlardan biri olan Fudayl Hazretleri, eline geçen dirhemlerin haram olduğunu anlayınca taşların arasına doğru fırlatmış, “Ben haram malı elimle tutmak istemem." diyerek hiçbir suretle faydalanmaya lâyık görmemiştir.

Ancak başta İmam-ı Gazalî olmak üzere bazı âlimler de bu gibi paraları bir fakire vermeyi daha uygun bulmuş; denize, ateşe atmakta hiçbir fayda olmadığına, muhtaca vermekte ise mutlak faydaların olduğuna dikkati çekmişler. Gazalî (ks) bu mevzuda İhyâ’sında, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, kendisine ikram edilen koyun etinin haramdan kazanıldığını anlayınca, hemen geri çekilip, fakirlere gönderttiğini, ayrıca Bizans’ın İranlılara karşı harbi kazanacağı konusunda bahse giren Hz. Ebû Bekir’in dediği çıkınca, aldığı develeri de fakirlere verdiğini delil olarak zikretmiştir. Demek ki, haram mal yenmez, ama menfaati şahsından uzak, fakirlere verilir. Bundan sevap da beklenmez, sadece sorumluluktan kurtulma esas alınır.

Faiz para için de söylenecek hüküm bundan başkası değildir. Faizli kuruma para yatırmamalı, yardımcı ve destek olunmamalıdır. Ancak mecburen böyle bir durumda kalınırsa alınan faiz, menfaati şahsından uzak bir yere verilmeli; kitap alıp dağıtmak, yahut gıda maddesi dışındaki ihtiyaçlara verip muhtaca intikal ettirmek gibi bir çâre düşünülmelidir.
*Sigara mekruh mudur?
---Bilindiği üzere sigara, İslâmın ilk asırlarında mevcut değildi. Her kötülük gibi sigara da içimize son asırlarda gayrimüslim ülkelerinden sokulan bir bidat oldu. Bu sebeple, sigara hakkında kesin bir dinî emir bulmak, buna göre yine kesin bir dinî hüküm vermek mümkün olmamaktadır.

Buna göre hükmü şöyle ifade ediyoruz:
Sigara haram sayılmayabilir. Çünkü haramlık delili yoktur. Ancak büsbütün helâl da değildir. Zira, helâl olan şey asla zarar vermez, mahzur taşımaz. Sigara ise zarar veriyor, mahzur taşıyor. Öyle ise sigara mekruhtur. Bu mekruhluk da içenin durumuna göre değişir. Kimine göre (tenzihî – helale yakın) mekruh olur, kimine göre (tahrimî- harama yakın) mekruh.

Maddi imkânı müsait olmayan, çoluk çocuğun rızkını sigaraya verip onları sıkıntıya sokan hakkında haram derecesinde mekruhtur. Ancak böyle bir sıkıntıya sebep olmayacak kadar zengin olan hakkında helâle yakın mekruhtur.

Mısır Müftüsü Haseneyn Mahluf (Şeri Fetvalar) adlı eserinde sigara satışının haram olmadığını bildirir.

Ancak, helal bile olsa güzel değildir. Bazı kazançlar helâl olmakla kalmaz, helâlin de üstünde bir makbuliyet derecesi olan güzel kazançlar mertebesine yükselir. Misvak satışı gibi. Sigarada misvak gibi insan sağlığına hizmet mânâsı yoktur. Sünnet olan bir şeyi satmak gibi bir kutsiyeti de söz konusu değildir. Ancak umumî belva (toplumsal bir sorun) denen çâresizlik gibi bir mânâdan dolayı satışına cevaz verilmiş olur.
*Rüşvet vermek ne zaman câiz olur?
-----Rüşvet, tek kelime ile haramdır. Allah rüşvet verene de, alana da lânet etmiştir. Rüşvetçilikle işini yoluna koymayı âdet edinen insan, makbul insan değildir. Haramla geçinmeyi esas alan kimse sayılır. Haramı esas kabul eden kimse ise ne Allah indinde, ne de kullar indinde makbul olur.

Bir hadîste Peygamberimiz:
— Rüşveti alan da, veren de Cehennemdedir, buyurmuştur.

Bu bakımdan rüşvete hiçbir zaman meşrû denemez, alan da veren de mazur sayılmaz. Ancak şu iki hususta rüşveti vermek zorunda kalan kimse inşaallah mesul olmaz:
1 — Haksız yere hapse girme durumu söz konusu olunca vereceği rüşvetle mâruz kalacağı haksızlıktan kurtulmayı niyet eden kimse.
2 — Başkasının hakkını kendine çevirmek için değil de, kendinin verilmeyen hakkını almak için rüşvet vermek zorunda kalan kimse.
Bu iki durumda da kendi öz hakkını almak söz konusu dur. Başkasının hakkını kendine çevirmek gibi bir haksızlık söz konusu değildir.
İbn-i Âbidinde bu hususta bilgi vardır.
*Zararlı hayvanı ateşe atarak öldürmek caiz midir?
-----Resûli Ekrem Efendimiz canlıları ateşe atmayı yasaklamış, ateşle azabın ancak Allaha mahsus olduğunu açıkça bildirmiştir. Hatta yakılacak bir odun parçasında karınca gibi canlılar varsa, bunu ateşten uzak bir yerde iyice silkeleyip üzerindeki karınca ve diğer canlıları yere düşürdükten sonra ateşe atmak gerektiğini İmam-ı Birgivî Hazretleri eserinde hatırlatmıştır.

Peygamberimiz bir hadîslerinde:
Merhamet etmeyene merhamet olunmaz, buyurmuş, böylece bir canlıyı ateşe atarak yakan kimseye Allah da ateşinde yakarken acımayacağına işarette bulunmuştur.

Bunun içindir ki İslâm, savaşlarda ateşiyle yakarak öldüren silâhları kullanmayı uygun bulmaz, insanları ateşle yakarak savaş dışı bırakmayı, merhamet ve vicdan ölçülerine sığan bir savaş şekli görmez.
Son düzenleyen Blue Blood; 4 Eylül 2006 16:56 Sebep: sıra düzeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Eylül 2006       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Âlimler büyük günahların kesin bir sayısının olup olmadığında farklı görüşler serdetmişlerdir. Çoğunluk, hadislerde verilen rakamların sınırlama ifade etmediğini söylemişlerdir. Hadislere baktığımızda değişik zaman ve zeminlerde Allah Resulü’nün 3, 5, 7 gibi rakamlarla büyük günahları sınırlandırdığını görürüz...


Kebîre (çoğulu kebâir), büyük günah demektir. Büyük günah, Nas (Kitap, sünnet veya icma) ile büyük günah olduğu bildirilen, yapana had cezası veya ahirette ceza verileceği bildirilen günaha denir. Kur’ân ve Sünnette kesin olarak haram kılınan, haklarında had cezası bildirilen veya âhirette azap sebebi sayılan günahlar büyük, diğerleri küçük günahlardır. Tâatın zıddı olan “isyan”, “ma’siyet” ve küçük günah manasına kullanılan “lemem” de kebîre gibi günah manasına kullanılırlar.

Büyük günahların haram kılındığı hususunda fakihler arasında ihtilaf yoktur. “Kim de Allah’a ve Rasülü’ne isyan eder ve Allah’ın sınırlarını aşarsa, Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan eden bir azap vardır.” (Nisa, 4/14) ayeti ve “Yedi helak ediciden sakının” hadisi bunun açık delilidir. Cumhur-u ulema, günahları büyük ve küçük diye iki kısma ayırırlar. “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa, 4/31) , “Onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.” (Şûrâ, 42/37) “Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır.” (Necm, 53/32) ayetleri küçük-büyük günah ayırımına işaret eden ayetlerdendir. “Dikkat edin size günahların en büyüğünü (ekberu’l-kebâir) haber vereyim mi?..” hadisi de bu hususa sünnetten delildir. Ayrıca bütün günahların günah olduğunu, küçük-büyük diye bir ayırım olamayacağını, günahın küçüklüğü veya büyüklüğünün izafi olduğunu söyleyen alimler de vardır. Yine büyük günahların kendi içerisindeki sıralamasının da, naslardaki ifadelerden hareketle, günahın, gerek şahsî gerek toplumsal zarar ve mefsedetine göre yapıldığını burada zikredelim.

Alimler büyük günahların kesin bir sayısının olup olmadığında farklı görüşler serdetmişlerdir. Çoğunluk, hadislerde verilen rakamların hasr/sınırlama ifade etmediğini söylemişlerdir. Hadislere baktığımızda değişik zaman ve zeminlerde Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) 3, 5, 7 gibi rakamlarla büyük günahları sınırlandırdığını görürüz. İmam Zehebi, baştaki büyük günah tarifinden hareketle hakkında ayet ve hadislerde azap ve sakındırma vâki olan günahların tamamını tespit etmiş ve bunları rakam olarak 76’ya ulaştırmıştır.

Bunun yanında bazı âlimler de büyük günahları belli rakamlarla sınırlandırmışlardır. İbn-i Mesud büyük günahların, Kur’ân’a dayanarak 4 olduğunu söyler. Bunlar: Yeis, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, mekr-i İlâhi’den kendini emin hissetmek ve Allah’a şirk koşmaktır. Diğer hadis kitaplarında geçen meşhur büyük günahlar, ukûk-u vâlideyn (anne-babaya isyan, onlarla sila-i rahmi kesmek), yalan yere şehadet, Harem bölgesinde yapılan ilhad (taşkınlık)dır. İbni Hacer el-Heytemî, sarih olarak Kur’ân’ın da yasakladığı büyük günahların 4 olduğunu ve bunların da, murdar et, domuz ve yetim malı yemek ve savaştan kaçmaktan ibaret olduğunu söyler. Buhari ve Müslim’de geçen hadise göre 7 büyük günah, şirk, sihir, adam öldürme, yetim malı yeme, faiz yeme, savaş meydanından kaçma, iffetli kadına iftira atmadır.

Nisa suresi 7. ayetinde “Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışındakileri ise dilerse affeder” ayetinden Allah’a şirk koşmanın en büyük günah olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yukarıda geçen hadiste de büyük günahların ilki, Allah’a şirk koşmak olduğu açıklanmıştır. Daha sonra anne-babaya isyan ve yalan yere şahitlik etmek zikredilmiştir.

Büyük Günah İşlemenin Âkıbeti
Mü’min, büyük günah işlemekle iman dairesinden dışarıya çıkmaz. Tevbe etmeden ölürse durumu Allah’a kalmıştır; dilerse azap eder, dilerse bağışlar.

Büyük günah işleyen kimsenin adalet/güvenilirlik vasfı ortadan kalkar ve şehadeti kabul edilmez. Kâsânî, “Günah işleyen kişiye bakılır; eğer günahı büyükse adalet vasfı tevbe edinceye kadar düşer” der. Büyük günah işleyenler bu yaptıklarıyla fıska girdiklerinden fâsık diye isimlendirilirler. Karâfî, küçük günah işleyenlerin günahta ısrar etmedikleri takdirde adalet vasıflarını kaybetmeyeceklerini ve fâsık olarak isimlendirilemeyeceklerini söyler. Bu meyanda seleften “Küçük günah ısrar edildiğinde küçük değil, büyük günah da istiğfar edildiğinde büyük değildir” sözü meşhur olmuştur. Zerkeşî, devamlı işlenen küçük günahları büyük günahlar arasında sayar.

Büyük Günahların Affedilmesi
Büyük günahların affedilmesi, kul hakkı ve Allah hakkı ayrımına göre değişmektedir. İçki içmek gibi Allah hakkı veya hem Allah hakkı hem de kul hakkı olan kazf ve hırsızlık suçlarının işlenmesi halinde durum farklılık arzetmektedir. Allah hakkının irtikab edildiği büyük günahlarda, büyük günah işleyen tevbe etmediyse durumu Allah’a kalır. Ancak hem Allah hakkı hem de kul hakkı çiğnendiyse bu durumda tevbe ile beraber cinayet işlenen şahsın velisine kısas, diyet ve aftan birini seçme hakkı verilir. Hırsızlık, yol kesme vs. durumlarda ise konunun gerekli ahkamı devreye girer.

Cumhura göre büyük günah işleyene haddin uygulanması keffaret yerine geçmez; mutlaka tevbe etmesi de gerekir.

Cumhur “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa, 4/31) ayetinden hareketle büyük günahlardan kaçınıldığında küçük günahların affedileceğini söyler. Hadis-i şerifte de “Beş vakit namaz, eda edilen cuma ve tutulan ramazan oruçları, büyük günahlardan sakınıldığında bu ibadetlerin aralarında işlenen küçük günahlara keffarettir” buyurulmaktadır.

Eş’arî, Müslümanların, Hz. Peygamber’in ahirette büyük günah sahiplerine şefaat edeceği hususunda icma ettiklerini söyler. Enes (r.a)’ten rivayet edilen Tirmizi hadisinde de Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” buyururlar.

Yazımızı, büyük günahlarla alakalı en derli toplu malumatın içinde bulunduğu ve ümmetçe hüsn ü kabul görmüş bir eser olan Zehebî’nin el-Kebâir’inden derlediğimiz büyük günahları sıralayarak bitirelim. Zehebî’nin tespit ettiği bu büyük günahlar, ayet ve hadislerle yasaklanan hususlardır. Neticede bunlar bir hak ihlalidir.. kul veya Allah hakkı ihlali. Bu hak ihlallerinin şekilleri zaman ve zemine göre değişebilmektedir. Dolayısıyla günümüzde kamu hakkı olan milletin malını hortumlamanın, gasbetmenin, tv., gazete gibi yüzbinlerce insana hitap eden kitle iletişim vasıtaları ile insanların hukukuna tecavüz etmenin, gıybet etmenin, iftira atmanın vs. ne kadar ağır bir günah olduğunu sadece hatırlatarak geçelim.

Belli Başlı Büyük Günahlar:
Allah’a şirk (ortak) koşmak, insan öldürmek, sihir (büyü) yapmak, namazı terk etmek, zekatı vermemek, anne-babaya karşı gelmek, faiz alıp-vermek, haksızca yetim malını yemek, Peygamberimiz’e yalan isnad etmek (Hadis uydurmak), özürsüz Ramazan orucunu bozmak, savaş meydanından kaçmak, zina yapmak, liderin halkına zulmedip zorbalık yapması, içki içmek, büyüklenmek, kendini beğenmek, övünmek, yalan yere şahitlik etmek, livata yapmak, iffetli kadınlara iftira atmak, ganimetten, zekat malından ve devletten para ve mal çalmak, insanların mallarını haksız yollarla almak, hırsızlık yapmak, yol kesmek, yalan yere yemin etmek, yalan konuşmak, intihar etmek, hâkimin hükmünde haksızlık yapması, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemeleri, hulle yapmak ve yaptırmak, leş, kan ve domuz eti yemek, haraç toplamak, riyakarlık yapmak, Allah’a ve Resulü’ne ihanet etmek, ilmi gizleme ve sadece dünya için öğrenme, yaptığı iyiliği başa kakmak, kaderi inkar etmek, insanların duymalarını istemediği şeylerini gizlice dinlemek, lanet okumak, devlete karşı çıkmak, kahin, büyücü ve müneccimi (falcı) tasdik etmek, nüşûz (kadının beyine haksız yere huysuzluk yapması), akrabalarla ilişkiyi kesmek, koğuculuk yapmak, ölenin arkasından bağırıp-çağırıp, kendini dövmek, soya-sopa sövmek, haddi aşma, başkalarının hakkını çiğnemek, silahlı isyan yapmak ve büyük günahları kabul etmemek, müslümanlara eziyet ve küfretmek, evliyaullaha eziyet ve düşmanlık yapmak, kibrinden elbiseyi yerlerde sürümek (Elbiseyle gösteriş yapmak), erkeklerin altın ve ipek giymeleri, Allah’tan başkası adına kurban kesmek, sınır ve insanlara yol gösteren levhaların yerini değiştirmek ve sökmek, sahabenin önde gelen büyüklerine sövmek, Ensardan herhangi birine sövmek, sapıklığa çağırma veya kötü bir çığır açmak, herhangi bir kesici aleti kardeşine doğru tutarak korkutmak, bilerek babasından başkasına baba demek, uğursuzluğa inanmak, altın ve gümüş kaptan içmek (kullanmak), Haktan saparak münakaşa tarzında tartışmak, niza yapmak, hizmetçilerine haksızlık edip zulmetmek, tartıda ve ölçüde haksızlık yapmak, Allah’ın azabından emin olmak, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek, iyilik yapana nankörlük yapmak, fazla suyu hapsedip kimseye vermemek, hayvanın yüzünü dağlamak, kumar oynamak, Harem (Mekke) bölgesinde taşkınlık yapmak, Cuma namazını terk edip tek başına namaz kılmak, Müslümanları gizlice izlemek ve mahremlerini açığa çıkarmak.


Küçük Günahlar
Büyük günah işlemek, bazen küçük günahları ehemmiyetsiz görmekten daha ehven olabilir. Meselâ, zina etmek, nefsin altında kalıp ezilmişliğin ifadesidir. Buna karşılık, sürekli olarak harama bakmak, hafife alındığı takdirde zina derecesinde bir günah olabilir. Aynı şekilde, bir-iki gıybetle, bir yerde köçeklik yapma ölçüsünde günaha girilebilir. İnsan, insan ise, harama bakma günahından da, gıybet günahından da ömür boyu ızdırap duymalıdır.

Bir başka misal olarak, namazı cemaatle kılmak, fukaha-ı kiramdan bazılarına göre farz-ı ayn, bazılarına göre farz-ı kifayedir. Hal böyleyken, cemaati beklemeden namazı geçiştirircesine kılıvermek, namaza karşı bir istihfaftır. “Birisine emredeyim, ezanı okusun; bir diğeri de imamete geçsin. Ben de Medine’nin sokaklarını dolaşıp, cemaate gelmeyenlerin evlerini yakıp, başlarına geçireyim” şeklindeki peygamber beyanı ne kadar üzerinde durulsa azdır.

Cemaati terk edip, namazı tek başına aceleyle kılıverme belki küçük bir günahtır ama, zamanla büyür ve büyük günah halini alır. Bu şekilde cemaati terk, âdetâ namazı terk etmek ölçüsünde büyük bir günah olur. Namazı terk etmek, büyük günahlardandır. Bu sebeple, mü’min, bir vakit namazı terkettiğinde ağlar, sızlar, dövünür ve tevbe eder. Fakat, cemaati terk ettiği zaman ağlamaz ve tevbe etme gereği de duymaz. Sonra bu, alışkanlık haline gelir ve neticede insan üst üste pek çok günaha girmiş olur. Daha başka şeyleri de bunlara kıyas edebilirsiniz.

Bir de, büyük günahlardan daha büyük bir günah vardır ki, o da, insanın neyi veya neleri kaybettiğinin farkına varmamasıdır. Mânen terakki edemediği gözlenen çok kimseler var ki, zannediyorum bunlar, küçük günahları ehemmiyetsiz görmekte, bu da, onların terakkilerine mâni olmaktadır.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #16
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
RÜŞVET....


Dinimizin rüşveti haram kıldığını, rüşvet veren ve alanın Allah tarafından lanetlendiğinin Hz. Peygamber tarafından haber verildiğini biliyoruz. Buna rağmen asırlardan beri niçin İslam ülkelerinde ve müslümanlar arasında da bu kötü uygulama, az çok bulunmuş ve görülmüştür Bu sorunun cevabını birkaç madde içinde özetlemek mümkündür:
1. Din ile ahlak arasındaki ilişki eğitim, ahlak, felsefe dallarında tartışılmış, karşıt ve uç görüşler bir yana bırakılırsa dinin ve inancın iyi ahlakı teşvik ettiği, kötülüklerin azalması ve engellenmesi yönünde önemli bir işleve sahip bulunduğu kabul edilmiştir. Dinsiz insanların mutlaka ahlaksız olacaklarını söylemek doğru olmamakla beraber, dindarların ahlaklı davranmak bakımından daha fazla teşvike, motivasyona sahip bulundukları da bir vakadır.
2. İnanan insanın hayatında dinin yeri, davranışlarında dinin etkisi otomatik değildir; yani inanmak yapmaya (uygulamaya, amele) eşit değildir, inanmanın arkasından -kendiliğinden- uygulama gelmez. Hem din hem din dışı uygulamalarda inanılan, doğru bulunan birçok şeyin, böyle olduğuna inanan kimseler tarafından uygulanmadığı görülmektedir. Bu yüzdendir ki, İslam alimleri, "amel imanın bir parçası değildir, amelde kusur bulunsa da insanların iman etmiş olmalar mümkündür ve böyle bir iman -iman olarak- geçerlidir" demişlerdir. Dinin insanları dünya ve ahirette mutlu kılacak talimatını (öğretilerini, emir ve yasalarını, irşadını) mümin ile özdeşleştirecek, inancı hayat tarz haline getirecek mekanizmanın ad "eğitim"dir. Eğitim, öğretimi, bilgilendirmeyi ihtiva etmekle beraber onu aşar, bilinenin hayata geçmesi eğitime bağlıdır. İslam'ın güzelliklerinin şu veya bu ölçüde müslümanların hayatında görülememesinin sebebi eğitim eksikliğidir.
3. Günümüzde okullarda az çok din bilgisi verilmekle beraber din ve ahlak eğitimi verilmemektedir. Türkiye'deki çarpık, radikal, modası geçmiş laiklik anlayışı, okullarda din ve ahlak eğitimine engel olmaktadır.
4. Toplum ve devlet yoksulu doyurmak, giydirmek, barındırmak, tedavi ettirmek hasılı temel ihtiyaçlarını karşılamak mecburiyetindedir. Sosyal devlet kavramı bu amaca yöneliktir. Ama Türkiye'de çok ölçüsüz ve dengesiz bir gelir dağılımı vardır, nüfusun büyük bir kısmı açlık veya yoksulluk sınırları içinde yaşamaktadırlar. Yoksulluk sınırının bir milyar aylığa dayandığı bir ülkede, 300 milyon aylık geliri olanlar aç, bir milyardan az geliri olanlar yoksuldur. Öte yandan din, vicdan ve ahlak tanımayan kapitalizm insanları ayartmakta ve tüketim çılgını haline getirmektedir. Çok sağlam bir eğitime dayanmasa da ahlaklı olan ve mesela rüşvet almayı dine ve ahlaka aykırı bilen, böyle inanan birçok insan, bu çılgınlığa, bu baskıya bir yere kadar dayanabilmekte, oradan sonra ihtiyaç bildiği şeyi başka yoldan gideremediği için rüşvet alma yoluna gitmektedir.
5. Hukukun tam işlemediği, haksızlık ve yolsuzlukların büyük çapta ve yaygınlıkta cari olduğu bir toplulukta dürüst (rüşvete karşı) olan insanlar da bazen onu -almamakla beraber- vermek mecburiyetinde kalmaktadırlar. Şöyle ki, fıkıh kitaplarında hakkını (hakkı olmayanı değil, haksız olduğunda değil) başka yoldan alamayan, kurtaramayan müslümanın rüşvet vererek almasına cevaz vermişler; "verene -zaruret yüzünden- caiz, alana ise haramdır" demişlerdir. Bu da rüşvetin daha geniş kesimlerce alınıp verilmesinde bir amil olmaktadır.
Sonuç:
Yukarıdaki maddelerde sıralanan gerekçeler doğru ise, rüşvet belasını önlemenin yolu ve çaresi de biliniyor demektir. Bu çareyi "din ve ahlak eğitimine ağırlık vermek, temel ihtiyaçların meşru yollardan karşılanmasını sağlamak, yolsuzluk ve haksızlıkları engellemek, etkili bir denetim mekanizması kurmak" şeklinde özetlemek mümkündür.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #17
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Günahlar nasil dökülür


Bera bin Azip anlatiyor:

Bir gün Resulullah Efendimizin (sav) abdest alirken yanina yaklasip selam verdim. Abdestini tamamladiktan sonra selamimi aldi ve elini uzatip benimle musafaha yapti (tokalasti).

Ben Resul-i Ekrem'e:

-Ya Resulallah, bu Arap olmayanlarin adeti degil midir ? diye sordum.

Resulullah bana:

" Müslümanlar birbirleri ile karsilastiklari zaman bu sekilde musafaha ederlerse, günahlari dökülür", buyurdu.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #18
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
TEVBE EDİLEN GÜNAH BÜYÜK KALMAZ
ISRAR EDİLEN GÜNAH DA KÜÇÜK OLMAZ

Eğer yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden (büyük günahlardan) sakınırsanız, sizin (diğer) kabahatlerinizi (küçük günahlarınızı) örteriz ve sizi çok güzel bir yere (cennete) girdiririz.(1)
Mevlâ Tealâ bu sûre-i celile'de büyük günahlardan nehyedince, onlardan sakınıldığı takdirde küçük günahları bağışlayacağını bu ayet-i celilesiyle vaadetti. Bu ayet-i celileden bir diğer anladığımızda günahlar içinde kebair ve sağair (büyük ve küçük)lerin bulunduğudur. Fukaha cemaatı bu görüşte birleşmektedir. Nitekim:
"Ufak tefek kusurların dışında, günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınanlar şüphesiz ki, Rabbin, mağfireti geniş olandır.(2) kavl-i şerifindeki vaad-i ilahi'den dolayı, zina gibi büyük günahtan sakınılmak şartıyla, namahreme şehvetle tutmak ve bakmak gibi küçük günahların affolunacağı kesinlikle anlaşılmaktadır. Lâkin küçük günahların mağfiret olunması için, büyük günahlardan sakınma şartının yanısıra, farzları yerine getirme şartı da katılmıştır.
Ebu Hûreyre Radîyalllahû Anh' dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz Sâllâllahû Aleyhi ve Sellem:
"Beş vakit namaz, bir cuma diğer cuma'ya kadar, bir ramazan diğer ramazan'a kadar araların (daki küçük günahlar)ı silerler (ancak kişi) büyük günahlardan sakınırsa."(3) Bu hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere, kişi büyük günahları işlemez, farzları hakkıyla yerine getirirse; bir namazdan diğer namaz arasına kadar işlediği küçük günahlar af edilir. Bir cumadan diğer cumaya, bir Ramazandan diğer ramazana kadar meydana gelen günahlar da affediliyor. Mevlâmız bizleri bağışlamak için ne sebepler yaratıyorda bir çoğumuz bu büyük nimetlerin farkında bile değiliz. Büyük günahların neler olduğu konusunda bazı ihtilâflar olmuştur. Rasulûllah Sâllâllahû Aleyhi ve Sellem:
"Helak edici olan yedi şeyden sakınınız" Sahabiler:
"Ya Rasulûllah bu yedi şey nedir?" diye sordular. Rasulûllah Sâllâllahû Aleyhi ve Sellem:
1. Allah'a ortak koşmak.
2.Sihir (büyü) yapmak.
3. Allah'ın haram kıldığı bir canı öldürmek; (kısas ve recm gibi
sebeplerle) haklı olaraköldürülen müstesna.
4. Riba (faiz kazancı) yemek.
5. Yetim malı yemek,
6. Düşmanahücumsırasında harpten kaçmak,
7. Zinadan, (kaleye girmişçesine) korunmuş olup onu hatırından bile geçirmeyen mümin kadınlara zina iftirası atmak."buyurdu.(4)
Rasulûllah Sâllâllahû Aleyhi ve Sellem'in buyurduğu bu yedi hâlden herhangi birini işlemek, insanı Allah'ın rahmetinden uzaklaştırır. İbni Kesir tefsirinde zikredildiğine göre, Ulemadan bazıları aşağıdaki günahları da kebaire katmışlardır.
1. Livata: Erkek erkeğe, kadın kadına eş cinsellik,
2. Gasp: Başkasının malını haksız yere zorla almak,
3. Ramazan-ışerifte, sefer ve hastalık gibi özür bulunmaksızın oruç tutmamak,
4. Ölçüde vetartıda eksik veya fazla tartarak hainlik yapmak,
5. Rüşvet almak, hakkı olmayan bir şeye para vererek sahip olmak.
6. Hadis uydurarak Rasulûllah Sâllâllahû Aleyhi ve Sellem'e iftira etmek.
Sababe-i Kiram Rıdvanullah Aleyhim Ecmain'inaleyhine konuşmak.
8.Hayvanları, ateşle yakmak.
9. Erkeklerle kadınlar arasında fuhuş bağlantısı kurmak,
10. Özürsüzyere namazı
vaktinden önce veya sonra kılmak, 11.Masum insanları, suç isnadı ile idari makamlara ihbar etmek,
12. Haksız yere bir müslümanı dövmek,
13. Ebu Bekr-i sıddık ile Hazreti Ömer Radîyallahû Anhuma'yı tenkid etmek,
14. Elden geldiği hâlde Emri bil ma'ruf ve nehy-i anil münkeri terketmek,
15. Kur'an-ıKerimiöğrendikten sonra unutmak,
16. Kadının sebepsiz yere kocasına yaklaşmaması,
17. Ehl-i ilmi ve Hamele-i Kur' an-ı (hafız hocaları) gıybet etmek,
18. Zıhar:Erkeğin,karısını kendi anasına benzeterek kendine haram etmeye kalkışması,
19. Açlıktanölmek gibi bir zaruret olmadan, domuz eti ve ölü eti yemek,
Bütün bu hadis-i şerif ve rivayetlerden anlaşıldığına göre, Büyük günahların belli bir sayısı olmayıp, sayı belirten hadis-i şerifler ise, hasrı (sınırlamayı) ifade etmemekle beraber bir takım misalleri açıklamaktadır. Bu paralelde hazin tefsirinde zikredildiğine göre, İbn Abbas Radîyallahû Anhuma'ya:
"Kebair yedi midir?" diye sorulduğunda:
"Büyük günahlar yediyüze, bir rivayette de yetmişe daha yakındır. Ancak istiğfar edilen günah büyük kalmaz, ısrar edilen günah da küçük olmaz. Aslında Allah'a isyan edilen her günah büyüktür, dolayısıyla herhangi bir günah işleyen Allah'dan avf-u mağfiret dilesin, çünkü Allah İslâmdan dönen veya bir farzı inkâr eden, ya da kaderi tekzib eden (yalanlayan)ların dışında bu ümmetten hiç kimseyi cehennemde ebedi olarak bırakmayacaktır." buyurdu.
Mevlâmız biz kullarını affetmek için bakın ne sebepler meydana getirmiştir. Bu sebepleri bazen yer ve mekân olarak görmekteyiz, bazende zaman dilimleri yani mübarek zamanlar veya vadedilmiş zamanlar olarak görmekteyiz. Bütün af sebeplerinin anahtarı da tevbe istiğfardır.
Konumuzun ayet-i celilesine mazhar olabilmemizin garantisi her zaman ve mekânda tevbe istiğfara bolca devam etmemizdir.
Ebû'l Kasım Abdülkerim İbn Muhammed, meşhur "Şerhu'l-Kebir"in; şehadetler bölümünde şöyle demiştir:
Sahabe ve onlardan sonra gelenler büyük günah ve büyük günahlarla küçük günahlar arasındaki fark konularında ihtilâf etmişlerdir. Büyük günahın açıklanmasında sahabeden bazıları şu görüşleri serdetmişlerdir.
1. Büyük günah; haddi gerektiren suçtur.
2. Büyük günah; kitap ve sünnetin ifadesiyle yapan kimseye, şiddetli tehdit varid olan ma' siyettir. Bu da onlar hakkında çokça bulunur. Bu görüş birinciye yakındır.Fakat bu ikincisi,büyük günahın tefsirinde zikrettiklerine daha uygundur.
3. İmam'ûl-Harameyn "el-İrşad" adlı eserin de şöyle der:
Büyük günah;onu işleyenin
dine az aldırış ettiğini ve diyanetinin zayıf olduğunu gösteren her suçtur ve bu, o günahı işleyenin adalet sıfatını ortadan kaldırır.
4. Kadı Ebu Said el-Harevi' nin zikrettiğine göre; büyük günah; kitab da:
"Haramlığına dair nass bulunan her fiil, öldürme ya da bir başka cezayı gerektiren her ma'siyet, hemen yapılması emredilen her farzın terkedilmesi; şahidlik, rivayet ve yeminde yalan söylemektir."
Büyük günahların içerisine bir çok konu toplanabilir. Fakat, Allah'ın yasakladığı her şey büyük günahtır dersek, bunlar gerçekten çok fazladır. "...Şüphe yok ki, Allah size karşı çok merhametlidir."(5) kavi şerifinde bahsi geçen merhametinin gereği olarak Allah'ın rahmetinin tecellilerine bakınız ki; eğer size yasaklanan günahlardan, büyük günah denilen günahlardan sakınır, kasıtlı olarak haksızlık ve zulüm ile günah yapmaktan sakınırsanız, küçük günahlar denilen diğer kusurlarınızı, tarafımızdan örteriz, bağışlarız. Ve sizi, saygı gösterilen yer olan hoş bir yere koyarız, yahut, sizi ikramla ağırlanacağınız hoş bir yere koyacağız.
En doğrusunu Allah bilir.
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
8 Aralık 2006       Mesaj #19
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
DİNDEN ÇIKARAN (KÜFÜR) SÖZLER

Küfür ne demektir? Kaç çeşit küfür vardır?

Kelime manası olarak ‘küfür’; ‘örtmek’ ve ‘gizlemek’ demektir. Dini ıstılahta ise Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Allah-u Zülcelal katından getirdiği kat'i olarak bilinen şeylerden birini veya tamamını inkar etmektir.

Dört çeşit küfür vardır, bunlar:

1- Küfr-i İnkari: Allah-u Zülcelal'i tanımayıp onu asla kabul etmemektir. Allah-u Zülcelal'in varlığını inkar eden kafirler gibi.

2- Küfr-i Cuhudi: Kalple Allah-u Zülcelal'i tanıyıp, kibrinden dolayı diliyle ikrar etmemektir, söylememektir. Şeytanın küfrü gibi.

3- Küfr-i İnadi: Kalple Allah-u Zülcelal'i bilmek, dille itiraf etmemek. Ebu Talib gibi. Zira o: “Ben Muhammed'in dininin, dinlerin en hayırlısı olduğunu biliyorum fakat beni tenkid ederler, eleştirirler, diye itiraf etmiyorum.” diyordu.

4-) Küfr-i Nifâki: Dille ikrar ettiği halde, kalple tasdik etmemektir. Münafıklar gibi.

Bir kimse bilmeyerek küfrü gerektiren bir söz söylese, kâfir olur mu?

Bilmeyerek küfrü gerektiren bir söz söyleyen kimsenin kâfir olup olmayacağı hakkında ihtilaf vardır. Alimlerin çoğunluğuna göre bilmemek bir mazeret değildir. Bilerek ya da bilmeyerek de olsa küfür kelimesi söylemek küfürdür.

Bazı alimlere göre ise küfrü gerektiren sözün muhtevâsına inanmayan kimse, böyle bir kelime söylerse kâfir olmaz.

KÜFÜR SÖZLER

Küfrü gerektiren söz ve fiiller nelerdir?

Bir kimse zorlama olmadığı halde, dili ile küfrü icap ettiren bir söz söyler ve kalbi de iman ile mutmain olsa bile (imanlı olursa) yine kafir olur. Bir kimsenin ‘kafir’ ya da ‘mü'min’ olması ancak sözü ile anlaşılır.

İnsanı küfre düşüren sözler ve davranışlar burada sayamayacağımız kadar çoktur. Ancak önemlilerinden bazılarını dile getirmiş olalım:

1- Bir kimsenin kalbine, küfrü icap ettiren şeyler gelir de, dili ile söylemezse, mü'mindir. Fakat kalbine geldikten sonra, (kalbi niyet olarak) küfre azmederse, kafir olur.

2- Bir kimse başka bir kimseye, küfür kelimesini söylesin diye telkin etse, o telkin eden kimse kafir olur.

3- Bir kimse: "Filan adam uçarsa ben kafir olacağım" dese, o insan uçmayacağı halde, bunu iddia eden kişi, küfrünü buna bağladığından dolayı kafir olur.

4- Bir kimse: "Ben şu işi yapmış isem kafir olayım" dese, o işi ister yapmış olsun isterse yapmamış olsun, küfrünü buna bağladığından dolayı kafir olur.

5- Bir kimse Allah-u Zülcelal'in isimleri ve emirleriyle alay ederse, kafir olur.

6- Bir kimse, Kuddüs, Kayyum ve Rahman gibi Allah-u Zülcelal'e (Zatına) mahsus olan isimleri mahlukata (semt, insan vs.) takarsa kafir olur.

7- Bir kimse, müslüman bir kimse için: "Filan adam, benim ve Allah-u Zülcelal'in yanında yahudi gibidir" derse kafir olur.

8- Bir kimse, hasta olan bir adam için: "Bu adamı Allah unutmuştur" derse veyahut "Allah'ın unuttuklarındandır" derse kafir olur. Böyle demekle Allah-u Zülcelal'in ilim sıfatını inkar etmiş sayılır. Halbuki, Allah-u Zülcelal'in ilim sıfatı ezelidir ve O hiçbir şeyi unutmaz.

9- Bir kimse, başka bir kimseye: "Senin yemininle eşeğin anırması aynıdır" derse kafir olur. Çünkü Allah-u Zülcelal'in ismi ile yapılan yemini -haşa- eşeğin anırmasına benzetmiştir.

10- Allah-u Zülcelal'i mahlukattan birine veya bir nesneye benzeten kimse kafir olur. Çünkü Allah-u Zülcelal yaratılmış hiçbir şeye benzemez.

11- Bir kimse, Allah-u Zülcelal'in isimlerinden bir ismi yahut emirlerinden bir emri ve O'nun bir va'dini hafife alıp alay etse kafir olur.

12- Bir kimse, küfür kelimesi söyleyen bir kimseye, rıza ile gülse kafir olur. Çünkü küfre rıza göstermek de küfürdür.

13- Bir kimse: “Ne olsaydı zina, kumar ve içki gibi haramlar helal olsaydı!” diye temennide bulunursa kafir olur. Çünkü burada kendi istekleriyle, Allah-u Zülcelal'in kesin haram kıldıklarını helal görmek istemiştir. Halbuki Allah-u Zülcelal bunları kesin haram kılmıştır.

14- Ezan sesini duyan bir kimse: “Bu çan sesidir” diye alay etse kafir olur.

15- Bir kadın kocasına veya bir koca karısına: "Seninle olmaktansa kafir olmam daha hayırlıdır" demiş olsa kafir olur. Çünkü kafir olmayı hayırlı görmüştür.

16- Bir kimse: “Kur'an çöl kanunudur, bir işe yaramaz.” dese kafir olur.

17- Bir kimse önemsemeyerek ve küçük görerek Kur'an-ı Kerim veya Hz. Peygamber (sav)'in hadis-i şerifini ayak altına alsa veya yastık olarak kullansa kafir olur.

18- Bir kimse tefsir, fıkıh, akâid gibi ilimlerle alay edip hafife alırsa kafir olur.

19- Bir kimse: "Eğer Allah bana sensiz veyahut filansız cenneti verirse istemem" derse kafir olur. Çünkü bu kimse Allah-u Zülcelal'in iradesini kabul etmeyip itiraz etmiştir.

20- Bir kimse: "Eğer Allah bana falanca ile cennete girmeyi emretse, girmem" derse kafir olur.

21- Bir kimse ölü için: "Allah'ın ona sizden daha fazla ihtiyacı vardır" derse kafir olur. Allah-u Zülcelal hiç kimseye muhtaç değildir. Bütün kainat Allah-u Zülcelal'e muhtaçtır.

22- Bir kimseye: "Allah için şu işi yap" dense, o da serahaten, açıkça: "Allah emrettiği için yapmam" derse o kimse kafir olur.

23- Bir kimseye: "Bir kadına bile gücün yetmedi" denilince, o: "Allah'ın bile ona gücü yetmedi, benim nasıl gücüm yetsin" derse kafir olur.

24- Bir kimse yalan söylerse, onu duyan da: "Allah yalanını hak kılsın veya Allah bu yalanını bereketli kılsın" derse, bazı alimlere göre kafir olur. Bazıları ise: "Bu söz küfre yakındır" demiştir.

25- Bir kimse, bir kişiye: "Allah dilerse şu işi yaparsın" der, diğeri de: "Allah dilemese de yaparım" derse kafir olur.

26- Bir kimseye: "Allah'ın rızasını iste" denilse, o da: "Bana lazım değildir" dese kafir olur.

27- Bir kimse başkasına filan sanattaki üstünlüğüne işaret ederek: "Falan şahıs o sanatın Allah’ıdır" derse kafir olur.

28- Bir kimse: "Cebrail ve Mikail de olsa falan kişinin şahitliğini kabul etmem" derse kafir olur.

29- Bir kimse: "Benim seninle karşılaşmam Azrail ile karşılaşmam gibidir" diyenin kasdı, ölümü kerih görmekse kafir olmaz. Eğer maksadı Azrail (as)'ı kerih görmekse kafir olur.

30- Bir kimse: "Hz. Peygamber (sav) yemek yedikten sonra üç parmağını yalardı" der. Diğeri de: "Bu edepsizliktir" derse, bu sözle kafir olur.

31- Bir kimse diğerine: "Şu işi yap!" dese, o da: "Allah'ın oğlu gelse yapmam" dese, kafir olur. Çünkü Allah-u Zülcelal'e oğul isnad etmiş olur.

DİKKAT!
(Bu ve benzeri sözlerden birini, yanılarak veya bilmeyerek de olsa söyleyen kişi, dinden çıkmış, kafir olmuş olur. Ve o kişinin tövbe istiğfar edip iman ve nikah tazelemesi gerekir. Önce, kelime-i şahadet getirip iman tazelenir ve gusül abdesti alır, tövbe eder; ardından şartlarını yerine getirip nikah tazelenir.)

Ölümle tehdit edilip inkara, küfre zorlanan kimse, mecbur kaldığı için küfrü gerektiren sözü söylese kâfir olur mu?

Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Kalbi iman ile dolu olduğu halde inkara zorlananlar müstesna! Kim Allah'a küfrederse, onlar için şiddetli bir azap vardır. Lakin küfre karşı bağrını açanlar üzerine Allah tarafından bir gazap ve kendileri için büyük bir azap vardır." (Nahl; 106)

Ayet-i kerimede de belirtildiği gibi, herhangi bir kimse tarafından tehdit ile küfrü gerektiren sözleri, mecbur kaldığı için söyleyen kimse, kalbi imana yatkın olduğu halde tehdidin etkisi ile söylerse kafir olmaz.

Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, Yemane'de çıkan yalancı peygamber Müseyleme'nin adamları tarafından iki sahabe esir alınıp Müseyleme'ye götürüldüler. Müseyleme onlardan birisine: "Muhammed hakkında ne dersin?" diye sordu. Sahabe: "O Allah'ın Resulüdür." diye cevap verdi. Müseyleme tekrar: "Benim hakkımda ne dersin?" diye sordu. Sahabe: "Sen de..." dedi. Bunun üzerine Müseyleme o sahabeyi salıverdi.

Daha sonra ikinci sahabeye: "Muhammed hakkında ne dersin?" diye sordu. Sahabe: "O, Allah'ın kulu ve Resulüdür." dedi. Müseyleme tekrar: "Benim hakkımda ne dersin?" diye sorunca, Sahabe: "Bu söylediğine sağırım, kulaklarım bunu işitmez." diye cevap verdi. Bunun üzerine Müseyleme o sahabe'yi öldürttü.

Ölümden kurtulan önceki sahabe, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gelerek: "Ey Allah'ın Resulü ben helak oldum." deyince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Seni helak eden nedir?" diye sordu. Sahabe başından geçenlerin hepsini anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Öyle söylediğin zaman kalbin iman ile yatışmış değil miydi ve Müseyleme’nin yalancı olduğuna kalbin hükmetmiyor muydu?" diye sorunca, sahabe de: "Evet, ya Resulallah!" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona: "Senin arkadaşın azimet ile amel etti. Sende şimdi içinde bulunduğun ruhsat ile amel ettin." buyurdu. Sahabe'de: "Senin Allah'ın Resulü olduğuna kalben inanırım." dedi. (İbn-i Hişam)

Hülasa; bir kimse, kafir olması için ölümle veya bir âzâsının kesilmesi için zorlansa, kalbi iman ile mütmain olduğu halde, dili ile küfrü söylemesine fıkhen izin verilmiştir.

Fakat her ne kadar böyle bir durumda bulunan kimselere bu izin verilmişse de, bu şekilde davranmamaya çalışması daha iyidir. Böyle bir durumda bu tehdide karşılık ruhunu feda etse ne kaybeder. Aksine büyük mükafatlar kazanır.

"Şu işi yarattım" ya da "Yaratacağım" demek câiz midir?

Bazı kardeşlerimiz manasını bilmeden: "Şu işi yarattım!" veya "Yaratacağım!" gibi kelimeler kullanmaktadırlar.
Halbuki Ehl-i Sünnet vel-Cemaate göre, kula-insana (Hâlık) yaratıcı kelimelerini isnad etmek câiz değildir. Çünkü (Hâlık) yani yaratan Allah-u Zülcelal'dir. Her şeyin yaratıcısı O'dur. Yaratmak da Allah-u Zülcelal'in bir sıfatıdır. Onun için bunu başkasına isnad etmek câiz değildir.


GÜLİSTAN ARAŞTIRMA SERVİSİ
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
8 Ocak 2007       Mesaj #20
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
İntihar


SORU:

Son zamanlarda intiharların sayısı artmaktadır. İslam’a göre bunun hükmü nedir? İnsanların bu noktaya gelmesinin sebepleri nelerdir?


CEVAP:

Yaratılanlar arasında şerefli bir yere sahip olan insanın yaşama hakkı da Allah tarafından tanınan en temel haktır. Dünyaya Yaratanı’nı tanıma ve O’nun gösterdiği çizgide hayatını sürdürme amacıyla gönderilen insanın dünyaya gelmesi de dünyadan ayrılması da elinde ve yetkisinde olmayıp, bu durum ilahi iradenin ve düzenin bir parçasını teşkil eder. İnsanın elinde olan, yaşadığı sürece Yaratanı’nı tanıma ve O’na kulluk etme ve böylece O’nun katındaki değerini artırmadır.

Kur’an’da bir kimseye hayat vermenin, adeta bütün insanlara hayat verme gibi yüce bir davranış, bir cana kıymanın da adeta bütün insanları öldürme gibi ağır bir suç ve günah olduğu belirtilir. Maide 22. ayetin bu ifadesine hangi sebeple olursa olsun intihar etmek isteyenler de dahil görülmektedir.

Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) de konuyla ilgili olarak uçurumdan atlayarak, zehir içerek veya öldürücü bir aletle kendini öldüren kimsenin cehenneme gireceğini ve sürekli olarak orada kalacağını buyurarak (Buhari, Tıp 56) birkaç örnek üzerinde intiharın büyük günah olduğuna ve acı sonuçlarına dikkat çekmiştir.

İslam bilginleri intiharı büyük günahlar arasında saymışlar, intihar edenin ölüm sonrası hayattaki durumunu gerçekte sadece Allah’ın bileceğini ifade etmelerine rağmen bu konuda da bazı açıklamalarda bulunmuşlardır.

Kişinin hayatını sürdürecek ölçüde yeme ve içmesi farz olup, bundan kaçınarak ölüm orucu tutması intihar hükmünde görülmüştür. Çünkü ölüme yol açabilecek bir açlık tehlikesinde İslam, haram gıdaların bile yenilip içilmesine müsaade ederek insan hayatını korumayı ve kurtarmayı esas almıştır. Kişinin içinde bulunduğu tehlikeden kurtulmak için çaba sarfetmeyerek ölümü istemesi de bir bakıma intihar sayılmıştır.

İslam bilginleri intihar eden Müslümanın, intiharı sebebiyle ahirette çok çetin ve şiddetli bir azap göreceğini, hatta cehennemde ebedi olarak kalacağını ifade etseler de intihar edenin imandan çıktığını ve kafir olduğunu söylememişlerdir. Çünkü iman ve küfür, davranış bozukluğu ile değil inanç ve düşünce ile alakalıdır. İntihar edenin inanç durumu ise, kendisi ile Allah arasındaki bir meseledir. İntihar eden Müslüman, diğer Müslüman cenazelerinde olduğu gibi yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına gömülür. İslam hukukçularının çoğunluğunun görüşü bu yöndedir. Çünkü kelime-i tevhidi söyleyen herkese yaşadığı sürece, öldüğünde, mezara gömülünceye kadarki işlemlerde Müslüman muamelesi yapmak, bundan ötesi Allah’a havale etmek gerekir. Bazı ulemanın ise Peygamberimiz (s.a.v.)’in intihar eden bir kimsenin cenaze namazını kıldırmayışından (Müslim, Cenaiz 37) hareketle intihar eden kimsenin cenaze namazını devlet başkanının kıldırmayacağı, fakat halktan birinin kıldırabileceği görüşündedir. (İslam ve Toplum İlmihali, c. 2, s. 183-84)

Günümüzde intihar olaylarının artmasının sebeplerine gelince, şöyle ki:


a-

Allah’a ve ahiret gününe imanın zayıf olmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasul’e götürün. (Onların talimatına göre halledin) Bu, hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa, 59)

Allah’u Teala burada mü’minlerin meselesinin çözüm formülünün ne olduğunu ve gerçek kaynağın Kur’an ve Sünnetten başkasının olmamasının şartını beyan ederken de Allah’a ve ahiret gününe imanı varsa diye önemini belirtiyor. İmani noktada kemal derecede olurlarsa, işte o zaman farklı farklı konuların çözüm kaynağı Kur’an ve Sünnet olur. İmanlarında zayıflık varsa, ilahi olmayan sistemlerin karanlıklarında dünyada boğulmaya mahkumdurlar. Ahirette ise, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.
Allah’a ve ahiret gününe imanı zayıf olan, gerçek hayatın ölümden sonraya ait olduğunu yakinen göremeyen insan için sanki intihar bir sondur, bir kurtuluştur. Halbuki onun için gerçek sıkıntı öldükten sonra başlayacak kabir hayatı, mahşer, hesap ve suali, amellerin tartılması... Sırat ki, cehennemin üzerine uzatılmış bir yoldur. Son durak ise, ya Cennet veyahut da Cehennemdir. İşte insanların karşılaşacakları durumlar. Bunların üzerinde her gün mü’mini kamil olanların düşünmesi gerekir. Bizlerin de bu şuuru kendi neslimize güzel anlatmamız gerekir. Aksi halde hem dünyada, hem de ahirette karşımıza bizi üzen bir halde çıkarlar. O zamanki mahzuniyetin bir anlamı kalmaz. Çeşitli günahlarda ısrar edenler, haramları ve helalleri tefrik etmeyenler, günahları aleni işleyenler, imanın tadını almayanlar, mahşerdeki hesabın ne olduğunu düşünemeyenlerdir.

b-

Eğitim yetersizliği. Güneşin ve ayın olmadığı bir dünya ne ise, Kur’an’sız ve Sünnetsiz bir eğitim ve hayat da odur. Ruhsuz bir beden ne ise Kur’an’sız bir hayat da odur ve ölüdür. Eğitimde, bu kainatı yoktan var eden, insanı mükemmel bir halde yaratan Rabbi yeterince tanıtılmazsa, O’nun kelamı olan Kur’an okutulmaz, Kur’an’ın anlaşılmasında en etkin olan sünnet ve Muhammedî ahlakla öğrencilerimize tezyin edilmezse, o zaman okullarda anarşi, intiharlar ve nice garip hadiseler kaçınılmaz olur.

c-

İçki ve uyuşturucu madde kullanımı da intiharları kolaylaştırıcı bir ortam hazırlamaktadır. Allah (c.c.) insanların yararına olanları helal, insanların zararına olanları ise haram kılmıştır. Haramlarla helaller kıyamet gününe kadar bakidir. İnsanlar haramlarla iştigal ettiği zamanlarda ise, ne ömürlerinin, ne ekonominin, ne yaşantının bir bereketi kalır.

d-

Kişinin her an Rabbi ile beraber ololduğu bilincinin zayıf oluşu da bazı gafletlere sebeptir. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.” (Hadid, 4) “Biz insanoğluna şah damarından daha yakınız.” (Kâf/14)
Bu şuura ulaşan kişi, intiharı düşünmenin bile lüzumsuz olduğunu bilen kişidir. Bir mü’min bilir ki, Allah her yaptığımızdan, hatta yapacaklarımızdan haberdardır. Allah (c.c.) herşeyi bilen, görendir. Allah’u Teala noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Rabbın (her an) gözetlemededir.” (Fecr-14)

İşte bu yakınlığı her an hissedebilmek ne kadar güzeldir. Böylesi güzel düşünceye sahip mü’mini kamilin dünya ve ahiret saadetini Allah (c.c.) kendisine bahşeder. Böylesi bahtiyar kişi ve toplumlara müjdeler olsun. Mü’minler kendilerinin muhasebesini güzel yapmalı ve demeli ki, “Allah, her an bizimle beraberdir.” Ama biz, kimlerle beraberiz, yoksa Allah düşmanları ile mi? Paraya, altına, dolara olan heyecanımızı Allah’a ve Rasulüne duyabiliyor muyuz? Varsa borsadaki paramızın hesabını yaptığımız kadar Allah’a vereceğimiz hesabın muhasebesini yapıyor muyuz?

e-

Mevcut malımızın ve canımızın Allah’ın bize bir emaneti olduğunun farkında olmayanlar, mallarını ve canlarını her an itlaf edebilirler. Bir intiharı cehaletinden dolayı sıkıntının sonu gibi görür. Bilmez ki, gerçek sıkıntı öldükten sonra başlayabilir. Peygamberimiz, sahabe-i kiram da sıkıntı çektiler, ama onlar sabrettiler. Onlar, malları ve canlarını Allah’ın kendilerine bir emaneti olduğu bilincinde idiler. Biz onları örnek alalım.
Hz. Ebu Bekir bize örnek olmalı. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ebu Bekir’in malından istifade ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından faydalanmadım...” Bu ifadesi karşısında Hz. Ebu Bekir (r.a.) gözyaşları içinde, “Ben ve malım, yalnızca senin için değil miyiz ya Rasulallah?” demek suretiyle kendisini her şeyiyle beraber Hz. Peygamber’e (s.a.v.) adadığını ve onda fani olduğunu göstermiştir. O bütün servetini Allah ve Rasulü yolunda harcamış, hatta Hz. Peygamber (s.a.v.) “Orduya yardım ediniz.” dediğinde servetinin tamamını getirmiştir. Rasulullah: “Çoluk çocuğuna ne bıraktın ya Ebu Bekir?” sualine de büyük bir iman vecdi ile, “Allah ve Rasülünü.” şeklinde cevap vermiştir. (Rahmet Esintileri, Osman Nuri Topbaş, 19)

İnsanımıza da bu şuuru, bu güzellikleri verirsek, hayatı da, ölümü de güzel olur. Muhammedî ahlaktan uzak olanlar, ilahi nizamı hiçe sayanlar, görünüşte yaşasalar da manen ölü hükmündedirler. İntihar etse de değişen bir şey olmaz, zira yaşayan ölüdürler.

Allah’ım, ümmeti muhammedi Kur’a n’a mahkum et! Amin.

(Hüseyin Yılmaz)

Benzer Konular

18 Kasım 2016 / Misafir Türk ve İslam Dünyası
4 Kasım 2008 / MeLL Müslümanlık/İslamiyet
3 Aralık 2008 / Ziyaretçi Soru-Cevap
21 Mayıs 2010 / Misafir Soru-Cevap