Arama

Allah'ın (CC) İsimleri - Esmâu'l-Husnâ - Sayfa 3

Güncelleme: 10 Ekim 2013 Gösterim: 132.208 Cevap: 39
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
17 Temmuz 2006       Mesaj #21
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
MÜTEKEBBİR

Sponsorlu Bağlantılar
Herşeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren

O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr, 23)

Allah büyüklüğünü ve kudretini Kuran'da verdiği örneklerle anlatır. Bu örneklerden bir tanesi Hz. Musa'nın Allah'ı görmek istemesidir. Hz. Musa Allah'ı görmek istemiş, bu yüzden de O'na seslenerek; "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" demiştir. Bunun üzerine Allah, "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin." diye cevap verir. Allah dağa tecelli edince onu paramparça eder ve Hz. Musa bayılarak yere düşer. Kendine geldiğinde ilk söylediği ise "Sen ne Yücesin (Rabbim)" (Araf Suresi, 143) olur.

Hz. İbrahim ise ayetlerde haber verildiğine göre, "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demiştir. Bunun üzerine Allah, "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir" (Bakara Suresi, 260) şeklinde cevap verir. Böylece Allah ona büyüklüğünün bir delilini daha gösterir.

Allah, Hz. Lut'a da sabah vakti kavminden iman etmiş kişilerle birlikte çıkmasını ve kavmini terk ederken arkasına bile bakmamasını söyler. Sabah vaktinde ise Hz. Lut'u ve yakınlarını kurtararak inkarcı kavmi büyük bir azapla helak eder.

Ateşe atılan Hz. İbrahim'e ise ateşi esenlik kılmıştır. Hz. İsa'nın eliyle ölüleri diriltmiş, kör olanları iyileştirmiştir. Denizi yararak Firavun'u ve ordularını suda boğmuştur. Böylece Allah insanlara her olayda büyüklüğünü ve sonsuz gücünün tecellilerinden bazılarını açıkça göstermiştir.

Allah her an, her yerde ve her olayda büyüklüğünü ve kudretini açıkça gösterir. Dünya hayatına ve hırslarına dalan insanların üzerine sabah vakti bir kasırga gönderir. Onların oturdukları şehrin altını üstün çevirir ve bir daha oturulamayacak hale getirir. Mallarını, mülklerini ve sahip oldukları herşeyi ellerinden alır.

Bir şehri yalnızca yağmur yağdırarak suların içine gömer, birkaç saniye süren bir depremle bir kenti haritadan siler. O'nun azabıyla hareket eden yer, gök, rüzgar ve yağmur uğradıkları şehre görülmemiş bir helak getirirler. O şehrin halkı da Allah'ın sarsılmaz gücüne, büyük bir yıkımla şahit olur.

Kuşkusuz Allah Mütekebbirdir. O'nun gücü ve kudreti karşısında, yeryüzünde büyüklenebilecek kimse yoktur; O, önünde secde edilecek tek makamdır.


Son düzenleyen _Yağmur_; 10 Haziran 2013 14:53 Sebep: sayfa düzeni.
**LP** - avatarı
**LP**
Ziyaretçi
28 Temmuz 2006       Mesaj #22
**LP** - avatarı
Ziyaretçi
ESMÂU'L HÜSNÂ HAKKINDA GENEL BİLGİ

Sponsorlu Bağlantılar
Arapça'da "isim" kelimesinin çoğulu olan "esmâ" ile "güzel, en güzel" anlamındaki "hüsnâ" kelimelerinden oluşan "esmâu'l hüsnâ" terimi Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîflerde Allah-ü Teala'ya nisbet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kur'ân'da geçen ilâhî isimler 100'den fazladır; muhtelif hadislerde Allah'a nisbet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâu'l hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.

Esmâu'l hüsnâ terkibinde yer alan hüsnâ kelimesi "güzel" mânasında sıfat veya "en güzel" anlamında ism-i tafdîl (üstünlük sıfatı) sayılmıştır. Her iki halde de buradaki güzellik bir gerçeği vurgulamakta olup Allah'ın güzel olmayan bir isminden söz edilemeyeceği için mefhûm-i muhalifini hatıra getirmez. İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebû Bekir İbnü'l-Arabî şöyle sıralamaktadır:
1. Esmâu'l hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder ve kullarda saygı hissi uyandırır.
2. Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır.
3. Kalplere huzur ve sükûn verir, lütuf ve rahmet ümidi telkin eder.
4. Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için esmâ'ul hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.
5. Esmâu'l hüsnâ Allah için vacip (olması gereken), caiz (olması uygun) ve mümteni' (olması imkansız) olan sıfatları içermesi sebebiyle O'nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir.

İnsanların büyük çoğunluğu kâinatın bir yaratıcı ve yöneticisinin bulunduğunu kabul etmekle birlikte madde özelliği taşımadığından O'nu duyularıyla idrak etmeleri mümkün değildir. Şu halde yaratıcı ancak kâinat ve insanla olan ilişkisi bakımından tanınabilir. Bundan dolayı esmâ'ul hüsnâ bilgisi, Allah-âlem ilişkisine ışık tutması ve sonuçta Allah'ı tanıtması açısından önem taşımaktadır.
Şunu da belirtmek gerekir ki evrenin bir parçasını oluşturan insan, aklî istidlalleri yanında gönül hayatı bakımından da yaratıcı ile münasebet kurmak ihtiyacındadır. Bu münasebetin sağlanmasında esmâ'ul hüsnânın vazgeçilmez bir rolü vardır. İsimlerin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi geliştiren ve güçlendiren sebeplerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin bir sebebi de bu olmalıdır. Hz. Peygamber'den rivayet edilen duâ metinlerinde esmâ'ul hüsnânın çokça yer alması dikkat çekicidir.
İbnü'l-Arabî'nin de belirttiği gibi her dindar insanın manevî yöneliş ve ibadetlerinin yüce yaratıcının bizzat kendisine olduğu şüphesizdir. O'nunla iletişim kurmak ve söyleşmek dindar için vazgeçilmez bir ihtiyaç, paha biçilmez bir haz olup bu iletişime zihinle kalbin yanında bunlarla etkileşim halinde bulunan dilin ve kulağın da katılması lâzımdır. Dil O'nun isimlerini zikreder, kulak da bu zikri algılar.

En önemli konusunu Allah bilgisinin oluşturduğu ilâhî dinler içinde
İslâmiyet Allah'ın isim ve sıfatlarına ayrı bir önem vermiş, tevhid inancının açık bir şekilde anlaşılabilmesi için yaratanla yaratılmışların niteliklerinin açıklığa kavuşturulmasını fevkalâde gerekli görmüştür. Allah'ın zâtının bilinmesi isimleri ve sıfatlarıyla mümkün olacağından Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın güzel isimlerinin bulunduğu, O'na bu isimlerle dua, niyaz ve ibadette bulunulması gerektiği, bu konuda doğru yoldan ayrılanlara itibar edilmemesi lâzım geldiği (A'râf 7/180), ayrıca esmâ'ul hüsnânın hangisiyle olursa olsun dua edilebileceği (İsrâ 17/ 110) belirtilmiş ve son inen sûrelerden birinde de on altı kadar isim bir arada zikredilmiştir (Haşr 59/22-24).

Esmâu'l hüsnâ ve sayısı konusunda ilk akla gelen şeylerden biri de, sayıyı doksan dokuz olarak belirleyen ve esmâu'l hüsnâyı ard arda sayan meşhur hadistir. Sahabi Ebû Hüreyre'ye (r.a.) ulaşan rivayetlerin muhtevası iki kısma ayrılır: Bütün rivayetlerin kaydettiği birinci kısmın meali şöyledir: "Allah'ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Kim bunları sayarsa (ihsâ) Cennet'e girer". Hadisin bu kısmını içeren bazı rivayetlerin sonunda, "O tektir, tek olanı sever." şeklinde bir ilâve de mevcuttur. Hadis metnindeki "kim onu sayarsa (men ahsâhâ)" lafzı bazı rivayetlerde "kim onu ezberlerse (men hafizahâ)" ibaresiyle nakledilmiştir. Hadiste Cennet'e girmeye vesile olarak gösterilen "ihsâ" kelimesinin buradaki anlamı üzerinde Buhârî'den itibaren önemle durulmuş ve kelimenin "saymak, ezberlemek, anlamak" şeklindeki sözlük anlamının ötesinde bir mâna taşıdığı görüşü ağırlık kazanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu kelime "
İslâm'ın ulûhiyyet inancını naslara başvurmak suretiyle tesbit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhî yetkinlik kaydetmek" anlamını içermektedir.
Konuya bir de şu yönden bakabiliriz:
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "...Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir." (Ankebut 29/45) "Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra'd 13/28)
Peygamber Efendimiz de ashabını ve ümmetini kalplerinin her zaman Allah'ı hatırlama ile nurlanması yönünde eğitmiş ve tavsiyelerde bulunmuştur. O bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "...Dikkat edin! İnsan bedeninde öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur; o kötü olursa bütün beden bozulur: O et parçası kalptir."
Bunlar ışığında düşünecek olursak kalp iyi ve kötü düşünce ve davranışların yönledirildiği bir kaynaktır. Eğer inanmış kişinin kalbinde Allah'ı hatırlama yönünde bir gevşeklik olursa burada kötü düşünce ve fikirler daha kolay oluşacaktır. Fakat bu kalpte Allah'ı hatırlama kuvvetli ise bu takdirde kötü düşünce ve fikirler dağılacak bu durum da güzel davranışlara sebep olacaktır.
Yukarıdaki ayete (Ankebut 29/45) tekrar bakacak olursak Allah'ı hatırlama ve bunun sebep olduğu davranışlar arasıdaki ilişkiyi sezebiliriz: Allah kendisini anmaktan bahsettikten sonra "Allah YAPTIKLARINIZI bilir." buyurmaktadır.
Öyle ise esmâu'l hüsnâyı saymak veya ezberlemek bize Allah'ı hatırlatacak, Allah'ı hatırlamak kalbimizi aydınlatacak ve güzelleştirecek, bu güzel kalp güzel davranışlara sebep olacak ve bu güzel davranışlar da Allah'ın izniyle insanın Cennet'e girmesine sebep olacaktır.

Allah'ı birden fazla isimle anmak veya bazı sıfatlarla nitelendirmek acaba
İslâm'ın çok önem verdiği tevhid ilkesini zedeler mi? "Zât-ı ilâhiyyeye (Allah'ın zâtına) nisbet edilen mâna" şeklinde tarif edilebilen isim veya sıfatlar zihnin dışında müstakil bir varlığa sahip bulunmadıkları için böyle bir endişeye mahal görülmemiştir. Mâtürîdî'nin de belirttiği gibi insanlar ancak duyularıyla idrak ettikleri konularda bilgi sahibi olabilirler. Bu sebeple duyular ötesi olan Allah kendisini duyular âleminin kavramlarıyla tanıtmıştır. Ancak Allah ile diğer şeyler arasında benzerlik kurulamayacağını bildiren âyet (Şûrâ 42/11), Allah hakkında akıl ve hayale gelebilecek her türlü yaratılmışlık özelliğini bertaraf eder. Aslında yaratılmışlar arasındaki benzetmeler sadece bir isimlendirmeden kaynaklanmaz. İki şey arasındaki benzerlik genellikle duyular yoluyla tesbit edildikten sonra ortak bir kelime ile adlandırılır. Halbuki Allah hakkında böyle bir tesbitten söz etmek mümkün değildir.

Allah'ın isim veya sıfatları O'nun zâtına nisbet edilen mâna ve kavramlardan ibarettir. Bu kavramlar şekil itibariyle isim, fiil veya zarf olabileceği gibi tamlama veya başka yollarla oluşmuş bir terkip halinde de bulunabilir. Kur'ân-ı Kerîm'in edebî üslûbu gereği aynı kökten gelen veya ayrı köklerden olmakla birlikte eş anlamlar taşıyan isimler de az değildir.
İslâm'a mahsus ulûhiyyet inancında ilim, kudret ve yaratıcılık büyük bir yer tutar ve Kur'ân âyetlerinin temel örgüsünü oluşturur. Bundan dolayı çeşitli kalıplarla Allah'a nisbet edilen fiillerden birçok isim ve sıfat türetmek mümkündür. Konuyla ilgili çalışmalarda Kur'ân-ı Kerîm'den değişik sayılarda esmâ'ul hüsnâ tesbit edilmiştir. Esmâu'l hüsnâ ile ilgili âyetlerden ilham alan birçok âlim eski dönemlerden itibaren Kur'ân'da bulunan isimleri doksan dokuz sayısına bağlı kalmadan araştırıp listeler düzenlemeyi denemişlerdir.
Esmâu'l hüsnânın yüzlerle ifade edilecek kadar çok oluşu İslâm ilâhiyatı alanında zengin bir malzeme oluşturmuş, ulûhiyet inancının açıklık kazanmasına, kulun dua, niyaz ve zikirlerle Allah'a yaklaşmasına yardımcı olmuştur.

Esmâu'l hüsnânın
İslâm inancında sahib olduğu bu önemden dolayı İslâm alimleri tarafından (Allah hepsinden razı olsun) esmâu'l hüsnâ ile ilgili yüzlerce eser yazılmış ve - internet ortamı da dahil olmak üzere ;-) - hala da yazılmaktadır. Önde gelen İslâm alimlerinden birçoğu kitap serilerine -belki de manevi bir bereket umuduyla- esmâu'l hüsnâ ile ilgili bir kitap eklemişlerdir. Sadece esmâu'l hüsnâ ile ilgili eserleri inceleyen kitaplar bile mevcuttur.
Ve Müslüman bir hattatın eserleri arasında mutlaka bir esmâu'l hüsnâ kolleksiyonu vardır. Birçok müslüman hoca ve anne-baba yukarıda geçen ayet ve hadislerin manevi yönlendirmesi sonucunda öğrencilerine ve çocuklarına çeşitli hediyeler vaad ederek esmâu'l hüsnâyı ezberlemelerini isterler. Yine ellerinden öpülesi birçok iyi müslüman da manevi yükselişleri ve Peygamber Efendimizin müjdelediği Cennet'e girmeyi ümid ederek hergün özellikle sabah namazından sonra esmâu'l hüsnâyı okurlar.

Hattatlar tarafından yazılan esmâu'l hüsnâ tablolarında genellikle şöyle bir plan uygulanır: En üste bir
Bismillâhirrahmânirrahîm yazılır. Altına esmâu'l hüsnâ ile ilgili ayet ve hadis yazılır. Daha sonra meşhur olan hadiste sayıldığı sıra ile 99 isim yazılır. Her ismin soluna "Celle Celâluh" (Şânı Yüce) şeklinde okunan bir saygı ifadesi yazılır; okunurken de her ismin ardından veya bazen belli aralıklarla Celle Celâluh denilir.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #23
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
kategori image ALLAH ( CC ) KELİMESİNİN KAYNAĞI

ALLAH (C.C)
Kâinatın ve kâinatta bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibâdet edilmeye lâyık tek Rab, Mevlâ, Huda'ya ait özel isim. En yüce varlık olarak inanılan, bütün kemâl sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek Ma'bud. Varlığı zorunlu olan tek yaratıcıya ait yüce bir isim. Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da.İsim, ifade ettiği ilâhî manasıyla yalnız Allah'a aittir ve hiçbir kelime bu ismin manasını ve muhtevasını ifade gücüne sahip değildir. Bu isim başkası için de kullanılamaz (Meryem Suresi, 19/65).Ancak muhtelif lisanlarda Allah'u Teâlâ'nın ayrı ayrı isimleri olabilir. Türkçe'de Tanrı, Farsça'da Hudâ, İngilizce'de God, Fransızca'da Dieu gibi. Ne var ki bu isimler "Allah!' gibi özel isim değildir. ilâh, rab, ma'bud gibi cins isimdirler. Arapça'da ilâhın çoğuluna "âlihe", rabbın çoğuluna "erbâb" denildiği gibi Farsça'da Hudâ'nın çoğulu da "hudâyân" ve lisanımızda da "tanrılar", rablar, ilâhlar, ma'budlar denilir. Çünkü bu isimler gerçek ma'bud -Allah- için kullanıldığı gibi, Allah'ın dışında gerçek olmayan bir nice ma'bud kabul edilen şeyler için de kullanıla gelmiştir. Eski Türklerde gök tanrısı, yer tanrısı; Yunanlılar'da güzellik tanrıçası, bereket tanrısı, vs olduğu gibi. Halbuki "Allahlar" denilmemiş ve denilemez. Manasındaki birlik ve özel isim olması nedeniyle Allah ne tanrı kelimesiyle ne de bir başka kelimeyle tercüme edilebilir.
İslâm'ın temel ilkesi olan "Lâ İlâhe İllâllah" tevhid kelimesi, meselâ Fransızca'ya tercüme edildiği zaman "Diyöden başka diyö yok" Türkçe'ye aktarılmasında "İlâhtan başka ilâh yoktur." denir. O zaman da Allah kelimesi "ilâh" kelimesiyle tercüme edilmiş olur. Bu da yanlış bir tercümedir. Çünkü ilâh cins isimdir, Allah ise özel isimdir. Kelime-i Tevhid "tanrı" kelimesiyle Türkçe'ye çevrildiğinde aynı çarpıklık ve yanlışlık ortaya çıkar. "Allah" kelimesinin kökenini araştıran dil bilimcileri bu konuda birçok beyanlarda bulunmuşlarsa da en kuvvetli görüş; bu kelimenin Arapça olup herhangi bir kelimeden türetilmeden aynen kullanıldığı ve has bir isim olduğudur.
Ay kültü iddiası:
Bu iddianın ilk çıkış noktası fanatik Hıristiyanlardır. İslam dinin karalama çalışmasıyla bu iddiaları ortaya atmaktadırlar. Buna göre Allah ismi, Kuran’ın gelişinden de önce vardı. Araplar, İslam dininden önce de Allah’ı biliyorlardı. Bu iddiaya göre Allah yani El- İlah Ay tanrısının adıydı.İslam inancı da Ay kültünden gelmekteydi. Bu iddiaların ışığında diğer semavi dinlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, arkeolojik bulgularda bulunmuş bazı kabartma resimleri delil olarak öne sürmektedirler.Bu iddiaların tümü açık bir saptırmadır. Bu iddialar detaylı incelendiğinde gerçek bir temelinin olmadığı ortaya çıkacaktır. Şimdi madde madde bu iddialara bakalım:
1-Arapların İslam öncesi Allah inancı olduğu fikri yeni bir buluş değildir. Peygamberimizin babasının adı bizzat “Abdullah” ( Allah’ın kulu) dur. Kuran’da bu gerçek, bir çok ayette ifade edilir. Bunlarda birisi şöyledir:39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derlerMsn Happy "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Bu ayetten de anlaşılacağı gibi peygamberimizin döneminde müşrikler Allah’ı biliyordu; ama “Putlara bizi Allah’a yakınlaştırsın diye tapıyoruz” diyorlardı. Onlarda Allah’ı tümüyle bir inkar söz konusu değildi. Sadece bazı putları ona ortak koşuyorlardı.
Allah inancı İslam öncesi diğer hak dinlerden geliyordu. İslam dininin ilk geldiği dönemde İbrahim dininden gelen “Hanef” dini de bu ortamda bulunmaktaydı. Bunlar dinlerini dejenere etseler de İbrahim’in dininden gelen birçok ibadeti ve inancı korumayı başarmışlardı. O yüzden İslam öncesinde de Allah inancı ve hac, namaz, oruç gibi ibadetler de bozulsa da hala mevcuttu. Dolayısıyla İslam geldiğinde bu kavram ve ibadetleri onlardan almamış, aksine onları ilk defa insanlara buyuran Allah, hataları düzelterek tekrar Hz. Muhammed vasıtasıyla tüm insanlara emretmiştir.DETAY iÇİN TIKLAYINIZ
2-Bu konuda delil olarak gösterilmeye çalışılan arkeolojik bulgularda kasıtlı olarak çarpıtılmaktadır. Bu bulgular Mekke bölgesinde değil oradan çok daha uzak güney Arabistan bölgesinde bulunmuştur. Bu bulgular kasıtlı olarak Kuzey Arabistan’da bulunmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
3- Ay tanrısı Arkeolojik bulgularda “Sin” olarak geçer. Allah (el-ilah) kelimesinin ay tanrısı olduğu iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Buna rağmen bu tarz iddialarda birkaç resim koyup altına böyle bir yorum yazarak Ay tanrısının Allah olduğunu iddia ederler. Eğer biraz bunun kökeni soruşturulsa, bu iddiaların fanatik din düşmanlarının vehmi olduğu ortaya çıkacaktır.
4- Camilerin Kubbesinde ay sembolünün bulunması Ay kültünün bir uzantısı olduğunun delili olarak sunulmaktadır. Bu da oldukça desteksiz bir iddiadır. Camilerin tepesine ay sembolü konması Peygamberimizin döneminde kullanılan bir sembol değildir. Hatta halifeler döneminde de kullanılmamıştır. Bu adeti ilk yapanlar Emeviler de olmamıştır. Bu adet ilk defa Araplar tarafından değil, Türkler tarafından uygulanmıştır. Alparslan 1064'te Ani'yi fethedince camiye çevrilen katedralin kubbesindeki büyük haç indirilip yerine büyük bir hilal konulmuştur. Ve bundan sonra bu uygulama gelenek haline gelmiştir. Müslümanların ay takvimi kullanmasının yine Ay kültüyle alakası yoktur. İslam geldiğinde var olan takvim budur. Ve Müslümanlar da bunu kullanmışlardır. Sonradan bu takvime geçmemişlerdir. Bu iddiaların hiç birinin temeli yoktur. Sadece akla gelen her şey, temelsizce bu şekilde vehimlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Yoksa herhangi bir akli ve bilimsel bir dayanağı yoktur.
5- Bu konuda en açıklayıcı nokta ise Allah kelimesinin kökeni ile ilgilidir. Allah kelimesi “El-İlah”tan gelir. “El” takısı İngilizcedeki “the” gibidir. Allah (El- İlah) “The God” anlamına gelir. Yani Allah El- İlah belli bir ilahtır. Bu kelime sadece Arap dilinde yoktur. Arapçanın mensubu olduğu Sami dillerinde de bu kelime vardır. Örneğin İbranice’de “Elohim” ( Tanrı) kelimesi bu kökten gelir. Ayrıca yine aynı dil ailesinden gelen ve Hz.İsa’nın ana dili olan Aramicede de aynı kelime vardır. Hem de Arapçadaki “İlah” kelimesiyle aynı kelimedir. Okunuşu da aynıdır.
Bu konuda Aramice bir sözlüğe ulaşamayanlara bir filmi kaynak olarak gösterebiliriz. Mel Gibson’un yönettiği “Passion” filminde, konu orijinali gibi olması için o dönemde konuşulan diller seçilmiştir. Filmde, İsa rolünde oynayan kişi de Aramice konuşmaktadır. Bu filmde bir çok yerde Tanrı kelimesi kullanırken Aramice “İlah” şeklinde telaffuz edilir. ( Bu filmi seyretme imkanı bulunanlar, Hz. İsa rolündeki kişinin çarmıha gerildiği sahnede, Aramice Allah’a dua ederken “İlah” diye seslendiğini duyabilirler, yine benzer bir şeyi Yahudi rolündeki kişinin Hz. İsa’yı sorgularken, “Sen Allah’ın oğlu musun?” diye sorarken, yine Aramice “ilah” kelimesini söylediğini duyabilirsiniz.”)
Bu gerçek Fanatik Hıristiyanların iddialarını tümüyle boşa çıkartmaktadır. Eğer El- İlah ay tanrısıysa, Hz. İsa’da bu tanrıya inanıyordu. Ona bu isimle dua ediyordu. Böyle bir şey söz konusu değildir. Hz. Muhammed’in seslendiği Allah ile Hz. İsa’nın seslendiği Allah aynıydı. Ve o her şeyin yaratıcısı olan eşi ve benzeri olmayan yüce Allah’tır.Dolayısıyla bu iddiada bulunan Hıristiyanlar bilmeden kendi kendilerini yalanlamaktadırlar. Bu iddialarda bulunanlar kendi dinlerini bilmeden, Aramicede tanrının ne demek olduğundan haberleri olmadan, İsa’nın konuştuğu dilin farkında olmadan bu vehimleri söylemişlerdir.
6-Bu tip çalışmalar yukarıda da söylediğim gibi fanatik Hıristiyanlar tarafından ortaya atılmaktadır. Bağımsız bilim adamları bu iddialara destek vermez. Bu konuda Türkiye’de ateist çevrelerin destek olmasının sebebi, olayın bilimsel temellerine dayanması değildir. Adeta “Düşmanıma atılan çamur benim çamurumdur.” mantığında bu iddialara sahip çıkmaktalar. Bu çevreler için söylenenlerin bilimsel olup olmaması önemli değildir. Önemli olan dine bir saldırıda bulunulmasıdır. Aynı çevreler İslam’ın kökeni “güneş kültü”dür diye de iddialarda bulunmaktadırlar. İşine geldiğinde işine gelen şeyleri söylemekten çekinmezler. Onlara göre, bunların bilimsel bir alt yapısı olmasına gerek yoktur.
Sonuç olarak, bu iddialar tümüyle gerçek dışıdır. İslam tevhid dinidir. Bu din Adem’den günümüze kadar yeryüzünde hep var olmuştur. Allah elçileri vasıtasıyla bu dini İnsanlara ulaştırmıştır. Allah Kuran’da insanları aya güneşe değil sadece Allah’a tapmaları gerektiğini şöyle vurgulamaktadır:
41/37- Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Alah’a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz.
tulse - avatarı
tulse
Ziyaretçi
20 Eylül 2006       Mesaj #24
tulse - avatarı
Ziyaretçi

Şu isme dikkat et,kendini tanı,

Doğrudan ayrılma bırak isyanı,

Emre karşı koyan,sapan insanı,

Hor ve hakir eder MÜZİLL ' dir Allah.
tulse - avatarı
tulse
Ziyaretçi
21 Eylül 2006       Mesaj #25
tulse - avatarı
Ziyaretçi

Elinde olandan muhtaçlara ver,

Cömert kimseleri her insan sever,

İyilik seveni Allah'ta över,

Şanını yükseltir RAFİ ' dir Allah.
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #26
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Rahman
MsXLabs.org

Rahman : Yarattığı bütün canlılara nimet veren

Ar-Rahman : The All- Merciful. He who wills goodness and mercy for all His creatures.


Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor! Rahmân'dan başka tapılacak tanrılar emretmiş miyiz? " (1)
  • Rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri ihsan husunda rahmetini mahlukatından hiç esirgemeyen anlamında olan Rahman, Rahim isminden daha geniş kapsamlı bir mana ifade eder.
  • Rahmân, Yüce Allah'ın hem ismi hem de sıfatıdır. Bu isim, Allah lafzına bağlı olarak zikredildiğinde sıfat anlamındadır.Ancak Kur'an'da bu şekilde değil, özel isim olarak kullanılmıştır. Bu isim sadece Allah'a has özel isimlerden olduğu için daha çok bir isme bağlı olarak değil; yalnız zikredilmesi hoş karşılanmıştır. Rahman'ın bu şekilde kullanılması O'nun Rahman sıfatına ters gelmez. Çünkü Allah ismi de uluhiyet sıfatına delalet ettiği halde hiç bir zaman başka sına ait bir sıfat olarak zikredilmemiştir.
  • Kur'an'ın ilk ayeti olan Besmeledeki Rahman ve Rahim sıfatları arasındaki fark, Allah teala, Dünyanın Rahmanı ve Ahiretin Rahimidir cümlesinde veciz bir şekilde dile getirilmektedir. Rahman vasfı gereği Cenab-ı Hakk, dünyada bütün canlılara, mümin-kafir ayırımı yapmaksızın bütün insanlara, şefkat ve merhametle davranmayı kendi nefsine farz kılmıştır.
  • Yüce Allah bir kudsi hadiste şöyle buyurur: "Rahmetim gadabımı geçmiştir."
  • Tenbih : Kul, önce Allah'ın gafil kullarına merhamet edip onları olanca güçleriyle onları Allah yoluna vaaz ve nasihat etmek suretiyle çevirmeye çalışmalıdırlar. Bu konuda şiddet yolundan ziyade yumuşaklık ve şefkat yollarını tercih etmelidir. Asilere de merhamet gözü ile bakmalı, eziyet ve zulüm nazarı ile bakmamalıdır.
Müminin başlıca gayesi, insanlardan ortaya çıkan her mâsiyet sanki kendi nefsinden ortaya çıkıyormuş gibi, o masiyeti onlardan bertaraf etmeye olanca gücüyle çalışmalı ve bu suretle onları Allah'ın gazabına uğramaktan kurtarmak olmalıdır.
  • İhlasla "Yâ Rahman" diye bir müslüman bu isme devam etse, kalbi yumuşar, zalimlerden emin olur, maddi ve manevi nimetlere nâil olur. (4)
MA'SİYYET (Mâsiyet): İtâatsizlik, isyân. Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar. Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar.
  • Ma'siyet, insanı küfre sürükler.
  • Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş ma'siyettir.
  • İyiler de, kötüler de, iyilik yapar. Fakat yalnız iyiler, ma'siyetten sakınır. (İmâm-ı Rabbânî)
  • Ma'siyet yapınca, hemen tövbe etmelidir.Gizli işlenen günâhın tövbesi gizli, açık işlenen günâhın tövbesi de açık olur. (Ma'sûm-i Fârûkî)
  • Ma'siyete tövbe etmemek, bu günâhı yapmaktan daha kötüdür. (Ca'fer bin Sinân)
  • İnsanın günâhından korkması, tâat; korkmaması ise, ma'siyettir. En büyük günâh, bir ma'siyetin ma'siyet olduğunu bilmemektir. Bundan daha kötüsü, ma'siyet olan bir şeyi, tâat, Allahü teâlânın beğendiği şey olarak bilmektir. Onun için dînî bilgileri lâzım olduğu kadar mutlaka öğrenmelidir. (Ahmed bin Âsım Antâkî)
Son düzenleyen Safi; 13 Nisan 2016 12:00 Sebep: sayfa düzeni.
tulse - avatarı
tulse
Ziyaretçi
1 Kasım 2006       Mesaj #27
tulse - avatarı
Ziyaretçi
EL- MACİD (c.c.)


Şanı ve şerefi büyük olan
"(Melekler) dediler ki : Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye layıktır, iyiliği boldur." ( Hud / 73 )

tulse - avatarı
tulse
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #28
tulse - avatarı
Ziyaretçi

Kim ne iş yaparsa Hak rızasıyla,

Karşılığın görür ziyadesiyle,

Şükreden kuluna çok fazlasıyla,

Nimetler bahşeder ŞEKUUR'dur Allah.
elfak98 - avatarı
elfak98
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #29
elfak98 - avatarı
Ziyaretçi
El-MUHYI : Dirilten , canlandıran ve hayat verendir.Onun öldürdüğüne kimse hayat veremez.

El-MÜMİT : Öldüren,ölümü her canlıya takdir edip bunu uygulayandır.

El-HAYY : Diri,canlı hiç ölmeyen hayatı ezeli ve ebedi olandır.
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #30
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
MUNTAKİM
İntikam alan, suçluları müstahak oldukları cezaya çarpan.
Sonunda Bizi öfkelendirince, Biz de onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk. (Zuhruf Suresi, 55)
Allah her toplumu, içinde bulunduğu şirk ve dejenerasyondan kurtulabilmeleri için seçtiği elçileri yoluyla uyarır. Söz konusu toplumların bu uyarıları dinlememeleri ve hatta taşkınlıklarını daha da artırarak sürdürmeleri durumunda ise Allah intikam alır. Allah'ın intikamı ise elbette insanlarınkine benzemez:
Şüphesiz küfredenlere de (şöyle) seslenilir: "Allah'ın gazablanması, elbette sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, imana çağrıldığınız zaman inkar ediyordunuz. (Mümin Suresi, 10)
Allah uyarılan ve gerçeği öğrenen insanlardan çoğu zaman hemen intikam almayabilir. Onlara iman etmeleri ve günahlarından arınmaları için belli bir süre tanır. Oysa insanların çoğu kendilerine tanınan bu süreyi aleyhlerinde kullanarak daha da şımarıp isyankar olurlar. Böylelikle de azap üzerlerine hak olur. Allah ayette şöyle buyurur:
Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet Suresi, 34-36)
Kuşkusuz insanın Rabbimiz'i inkar etmesi, isyan etmesi, nankörlük yapması ve bu tutumunda kararlı davranması işlenebilecek en büyük suçlardandır. İşte burada Allah inkarcılardan intikam alarak daha önce hiç karşılaşmadıkları azaplarla onları tanıştırır. Çünkü bunu fazlasıyla hak etmişlerdir. Allah bir ayetinde intikam alıcı olduğunu şöyle bildirir:
Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette Biz intikam alacağız. (Duhan Suresi, 16)
Bunun yanı sıra Allah Kuran'ın birçok ayetinde Rahman ve Rahim sıfatlarını, insanlar üzerindeki sonsuz esirgeyiciliğini bildirmektedir. İnkar edenlerin ahirette karşılaşacakları bu azap, yalnızca inkarda diretmeleri nedeniyledir. Allah bu durumu Kuran ayetlerinde insanlara hatırlatmakta, ve kullarına karşı azaplandırıcı ve zulmedici olmadığını belirtmektedir:
Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal Suresi, 51)
... Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azaplandıracak değildir. (Enfal Suresi, 33)
Bunlar sana hak olarak okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah, alemlere zulüm isteyen değildir. (Al-i İmran Suresi, 108)
Çok esirgeyen Rabbimiz tüm kullarını doğruya yöneltmek ve üzerlerindeki nimeti tamamlamak istediğini ise ayetlerde şöyle bildirmektedir:
Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 26)
… Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz. (Maide Suresi, 6)

Benzer Konular

16 Ocak 2013 / virtuecat Genel Mesajlar
23 Şubat 2013 / virtuecat Taslak Konular
30 Mayıs 2008 / DrAm3vLH Sosyoloji
16 Aralık 2007 / yüksel2 Kur'an-ı Kerim
4 Ağustos 2007 / _PaPiLLoN_ Astroloji/Fallar