Arama

Allah'ın (CC) İsimleri - Esmâu'l-Husnâ - Sayfa 4

Güncelleme: 10 Ekim 2013 Gösterim: 132.155 Cevap: 39
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2007       Mesaj #31
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
MUVEFFİ
Ahdini yerine getiren, tastamam veren, ödeyen
Sponsorlu Bağlantılar
Artık onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Daha önceleri, ataları nasıl tapıyor idiyseler, bunlar da ancak böyle tapıyorlar. Şüphesiz Biz, onların paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyecek olanlarız. (Hud Suresi, 109)
İnsanın yaşamı boyunca her yaptığı her düşündüğü Allah Katında yazılır. En ufak bir ayrıntı bile unutulmaz. Ayete göre yapılan iş, "...gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
Hesap günü gelince ise herkes kendi amel defterinden neyi hazırladığını öğrenir ve buna uygun olarak da karşılık görür. Allah Kuran'da şöyle bildirir:
O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 6-8)
O gün kitaplardaki ameller, hesap günü için özel olarak hazırlanmış duyarlı terazilerde tartılır. Allah'ın adaleti karşısında kimse zerre kadar haksızlığa uğratılmaz.
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
Dünya hayatında yapılan her amel, en küçük ayrıntılar bile eksik kalmaksızın bu tartıya konulur. Kişiye verilecek karşılık bu hassas terazinin ağır bastığı tarafa göre olur.
İşte, kimin tartıları ağır basarsa,
Artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir.
Kimin tartıları hafif kalırsa,
Artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir (uçurum).
Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir?
O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 6-11)
Böylelikle herkesin yaptıklarının karşılığını tam olarak alması ile birlikte Allah'ın adaleti yerini bulur. Diğer yönden Allah'ın insanlara dualarına ve amellerine göre karşılık vermesi dünyada da tecelli eder. Ne var ki bu, müminler için büyük bir lütufken, inkarcılar için ise korku verici bir tuzaktır. Allah ayetlerinde bu aldanışı şöyle bildirir:
Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 15-16)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Ekim 2007       Mesaj #32
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
MUAZZİB
Azaplandıran
Sponsorlu Bağlantılar
Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
Etraflarındaki tüm delillere rağmen Allah'a iman etmeyen, O'nun büyüklüğünü, kudretini tanımamakta direnen insanlar kuşkusuz büyük bir azabı da hak etmişlerdir. Çünkü Allah insanı yaratmış, yeryüzüne yerleştirmiş ve orada ihtiyacı olan herşeyi kendisine vermiştir. Ancak Allah'ın verdiği tüm bu nimetlere rağmen bazı insanlar inkarda ısrar etmektedirler. Hatta bir kısmı büyük bir azgınlıkla Allah'a iman eden müminlere düşmanlık beslemekte, Allah'ın dinini engelleyebilmek için çalışmalar yürütmektedirler. Elbette Allah bu insanlara hak ettikleri karşılığı dünyada da, ahirette de verecektir.
Allah dünya üzerindeki hükmünü elçileri aracılığıyla yürütür. Dolayısıyla inkar edenlere tattıracağı dünya azabının bir kısmı da elçilerinin vesilesiyle olmuştur. Allah, elçilerinin elleriyle inkarcıların önde gelenlerini azaplandırdığını ayetlerinde şöyle bildirir:
Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde kışkırtıcılık yapan (yalan haber yayan)lar (bu tutumlarına) bir son vermeyecek olurlarsa, gerçekten seni onlara saldırtırız, sonra orada seninle pek az (bir süre) komşu kalabilirler. (Ahzab Suresi, 60)
(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi, 62)
İnkarcıların ahirette tanışacakları azap ise sonsuza dek son bulmayacak korkunç bir azaptır. Allah orada insanı hem fiziksel, hem de psikolojik yönden azaplandıracak çok çeşitli yöntemler var etmiştir. Çünkü Allah yarattığı kullarının zaaflarını en iyi bilendir ve bu zaaflar doğrultusunda en çok acıyı da yine Allah verecektir. Muazzib olan Allah ahirette inkarcılara vereceği azabı Kuran'da pek çok ayetle bildirmiştir.Ayetlerde şöyle buyrulur:
Ve şüphesiz, ahirete inanmayanlar için de acı bir azab hazırlamışızdır. (İsra Suresi, 10)
Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın" denir. Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azabdan önce, yakın (dünyevi) azabtan da taddıracağız. (Secde Suresi, 20-21)
Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim. Ve şüphesiz azabım; o acıklı bir azaptır. (Hicr Suresi, 49-50)
Onlardan öncekiler, hileli-düzenler kurmuşlardı da, Allah(ın azab emri) onların kurdukları yapıların temellerine geldi, böylece üstlerindeki tavan tepelerine çöktü; azab onlara şuurunda olmadıkları yerden gelmişti. (Nahl Suresi, 26)
Küfre sapıp da Allah'ın yolundan alıkoyanlar; Biz, işledikleri bozgunculuğa karşılık, onlara azab üstüne azab ilave ettik. (Nahl Suresi, 88)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Ekim 2007       Mesaj #33
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
NUR
Alemleri nurlandıran, istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran
Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Bu nur,) Allah'ın, onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir; onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler. (Nur Suresi, 35-36)
Allah 'Nur' sıfatının sahibidir ve yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi göklerin ve yerin nuru O'dur. Ancak Allah bu sıfatını insanlar üzerinde de tecelli ettirir. Allah'a iman eden, O'nun büyüklüğünü tanıyıp takdir eden, hak din olan İslam'a yönelen ve İslam ahlakıyla yaşayan kullarına da Kendinden bir 'nuru' nimet olarak verir:
Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, 22)
İnkarcıların durumu ise tam zıttıdır. Onlar için yeryüzünde tek bir 'nur' kaynağı dahi yoktur. İçinde bulundukları karanlıklardan çıkmak için bir yol bulabilmeleri de mümkün değildir. Allah inkarcıların içlerinde yaşadıkları karanlığı şöyle tarif etmiştir:
Ya da (inkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur. (Nur Suresi, 40)
Allah kafirleri karanlıklar içinde bıraktığı gibi mümin kullarını da her işlerinde karanlıktan aydınlığa çıkarır. Bu iki grubun durumlarının birbirinden çok farklı olduğuna ve müminlerin kesin bir üstünlük içinde olduklarına dair Kuran'da şöyle bir örnek verilmiştir:
Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir. (Enam Suresi, 122)
Müminleri doğru yola, 'Kendinden olan bir nura' yöneltmek için Allah çeşitli uyarılar gönderir. Gerek elçileri gerekse elçileriyle gönderdiği hak kitapları birer 'nur' kaynağı kılar. Onların getirdiği hükümlere uyanlar ise doğru yola ulaşmış ve Allah Katından bir 'nuru' kazanmışlardır. Bu gerçek ayetlerde şöyle haber verilir:
Ey Peygamber, gerçekten Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ve Kendi izniyle Allah'a çağıran ve nur saçan bir çerağ olarak (gönderdik). (Ahzab Suresi, 45-46)
Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir. (Hadid Suresi, 9)
Ey Kitap Ehli, Kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 15-16)
Allah'ın salih kulları sonsuza kadar hoşnutluk içinde yaşayacak, nurlarıyla tanınacaklardır. İnkar edenler ise ahirette de sonsuz bir karanlık içinde kalacak ve müminlerin sahip olduğu nurdan isteyeceklerdir. Müminlerle inkarcıların ahiretteki bu zıtlıkları ayetlerde şöyle bildirilmiştir:
O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. "Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir." İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: "(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım." Onlara: "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Hadid Suresi, 12-13)
Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)
O'dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekte; melekleri de (size dua etmektedir). O, mü'minleri çok esirgeyicidir. (Ahzab Suresi, 43)
Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Zümer Suresi, 69)
Allah'a ve O'nun Resûlü'ne iman edenler; işte onlar Rableri katında sıddîklar ve şehidler (veya şahid)lerdir. Onların ecirleri ve nurları vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar da cehennem halkıdır. (Hadid Suresi, 19)
Ey iman edenler, Allah'tan sakınıp-korkun ve O'nun elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2007       Mesaj #34
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
VEHHAB
Bağışı çok olan, karşılıksız armağan eden
Yoksa, güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? (Sad Suresi, 9)
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Allah müminlere cennette sonsuz bir mutluluk vaat etmiş ve bu sonsuz mutluluğu dünya hayatları sırasında da başlatmıştır. Salih kullarını dünyada da güzel bir hayatla yaşatacağını vaat etmiştir. Bu yüzden samimi müminlerin Rabbimizden isteyecekleri hiçbir şeyin sınırı yoktur. Müminler, kendilerini Allah'a yaklaştıracak, O'nu anmalarını, O'na şükretmelerini sağlayacak herşeyi sınırsız olarak isteyebilirler. Elbette Allah bu isteklere dilediği şekilde icabet eder ve müminler için Rabbimiz'in icabeti her zaman en hayırlı şekilde olur. Bu konuda Kuran'da verilen bir örnek Hz. Süleyman'ın duasıdır. Bir ayette Hz. Süleyman'ın 'gerçekten ben mal sevgisini Allah'ı zikretmekten dolayı tercih ettim' (Sad Suresi, 32) dediği ve daha sonra başka bir ayette şöyle dua ettiği bildirilmiştir:
Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi Hz. Süleyman Allah'tan 'hiç kimseye nasip olmayan bir mülk' istemiş ve Rabbimiz'i 'Vehhab' sıfatı ile anmıştır. Çünkü bilmektedir ki, Allah samimi kullarına dünyada ve ahirette karşılıksız olarak armağan eden, işledikleri salih amellerin karşılığını kat kat artırandır. Bir ayette şöyle buyrulur:
Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen. (Al-i İmran Suresi, 8)
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
4 Kasım 2007       Mesaj #35
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
ADL(Adil olan, adaleti emreden)

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)

Allah adalet yapanların en hayırlısıdır. O'nun düzeni tüm kainatı kuşatmıştır. O, adaletini dünyada ve ahirette kullarına gösterecektir. Herşeyi hakkıyla gören, herşeyin içini dışını bilen, herşeyden haberdar olan Allah'ın tüm işleri hikmetli ve adaletlidir.

İnsanların yaşamları boyunca işledikleri tüm fiiller muhakkak Allah'ın adaletine göre değerlendirilecektir. Zulüm yapanların zulümlerinin elbette karşılıksız kalmayacağını, iyi tek bir sözün bile mükafatının verileceğini, Allah Kuran'da bize haber vermektedir. Tüm bunların adilce değerlendirileceği yer ahirettir; Allah'ın sonsuz adaletinin tecelli edeceği yer...

Dünya hayatında inkarcıların peygamberlere ve müminlere çıkardıkları zorluklar, attıkları iftiralar, işledikleri günahlar elbette karşılıksız kar kalmayacaktır. Müminlerin cennetteki derecelerini yükselten tüm bu zorluklar, inkarcıların da cehennemin en alt tabakalarında bulunmalarına vesile olacaktır. Allah hesap gününde son derece duyarlı terazilerle hiç kimseyi haksızlığa uğratmayacak, dünyada onlara verdiği sürenin sonunda sonsuz adaletine uygun olarak hesabını çok seri olarak görecektir. Şüphesiz Allah herşeyi bilen ve vaadine en sadık olandır. İnsanlar dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette muhakkak göreceklerdir. Böylece inkarcılar, içinde yaşadıkları inkarın, en acı şekilde karşılığını bulacak, Allah'a imanlarında ve bağlılıklarında kararlı olanlar ise yaptıklarının karşılığını en güzeliyle muhakkak Allah'tan alacaklardır. Ayette şöyle buyrulur:

Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. (Fetih Suresi, 10)

Ancak burada üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir nokta vardır. Allah'ın adaletini düşünürken kesinlikle bir insanın adalet anlayışıyla kıyaslama yapılmamalıdır. Çünkü inkar eden bir insan isteklerine ve zaaflarına uyabilir, adaleti gözetirken duygusallığa kapılabilir, bir konu hakkında yanlış hükümler verebilir ve yapılanları unutabilir. En önemlisi de karşısındakinin içinden geçirdiklerini bilmesi mümkün değildir. Allah ise asla yanılmaz ve asla unutmaz. Her insan için onun her hareketini gözetleyen ve kaydeden melekler tayin etmiştir. Bu melekler insanların hem içinden geçeni, hem de tüm eylemlerini yazarlar. Sonuç olarak Allah insanın ruhuna tamamıyla hakimdir. En adaletli hüküm verecek olan da Rabbimiz'dir. İsra Suresi'nin 71. ayetinde, Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğu şöyle haber verilmektedir:

Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir 'hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar. (İsra Suresi, 71)

Yapılan tüm kötülüklerin, inananların aleyhine kurulan örgütlenmelerin, hazırlanan tuzakların karşılığı en küçük ayrıntısına kadar ahirette verilecektir. Allah inkarcılara, dünya hayatında aslında yalnızca onların kötülüklerini artırmaya neden olacak mal, mülk, zenginlik ve bunun gibi birçok imkan verebilir. Allah ayetlerinde bunlara aldanılmaması gerektiğini bildirmiştir. Çünkü kısacık dünya hayatının karının, ahirettekinin yanında hiçbir anlam ve öneme sahip olmadığı şüphe götürmez bir gerçektir. Hele sonsuz bir cehennem inkarcılara gittikçe yaklaşıyorken...

Asıl yurt olan ahirette her nefis yaptıklarını karşısında hazır bulacaktır. Allah sonsuz adaletinin tecellisini kullarına, cennetinde ve cehenneminde sonsuza kadar gösterecektir. Allah en sonunda Kendisi'ne inananlarla inanmayanların arasını hak ile ayıracaktır.

Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Suresi, 8)

Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)

Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever. (Maide Suresi, 42)

De ki: "Rabbimiz (kıyamet günü) bizi birarada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (herşeyi hakkıyla) bilendir. (Sebe Suresi, 26)
c0lin - avatarı
c0lin
Ziyaretçi
24 Haziran 2008       Mesaj #36
c0lin - avatarı
Ziyaretçi
Kalbin Sesi - Esmâu'l-Husnâ
MsXLabs.org

Menfaatları ve mazarratları yaratan, ancak Allahu teâlâ'dır. Bütün vukuat sebeplerle meydana geliyorsa da, sebepler yoğu var etmez. Onlar ancak insanların elinde birer tutamak ve Hak'tan bir isteme vesikası olmak üzere yaratılmıştır. İnsanın menfaat ve mazarratında hâkim ve rakipsiz müessir ancak O'dur. Allahu teâlâ gerçi mazarrat verici şeyler yaratmıştır. Fakat onlardan zararlanmamızı değil, bilâkis maddî, mânevî bütün zararlardan sakınıp, korunmamızı emretmiştir. Allahu teâlâ, insanlara menfaat ve mazarratı ayırt edecek kuvvet verdiği gibi ki bu kuvvet, akıl ve ilimdir - bunlardan herhangi birinin sebeplerini tutabilmek üzere kendilerine tam bir serbestlik de vermiştir. Bu serbestliğe binâen, bir insan hangi tarafın sebeplerini tutarsa âkıbeti oraya çıkar ve bu âkıbeti bile bile, kendi arzusuyla hazırlamış olur. Allah isterse bu serbestliği kaldırabilir, buna muktedirdir ve o zamân insanlar kendi arzulariyle iyiden, kötüden bir şey kazanamazlar. Fakat insanlardan hangilerinin iyiliğe, hangilerinin kötülüğe daha istekli bulunduğunu ortaya koymak için bu serbestliği devâm ettirir.

HAYIR DA ŞER DE İNSANLAR İÇİN BİRER İMTİHANDIR:
İnsan dünyâya gelir, rüşt çağına ulaşınca fazileti de anlar, rezîleti de. İki tarafın isteyicisi de çıkar. Allahu teâlâ, imtihan için herkesin hareketine meydan verir, İstediği tarafın sebeplerini yaratır. Her iki tarafın da tellâlı, teşvikçisi, vâsıtaları bulunur. Derken insanlar ikiye bölünür, iki muvâzi ırmak gibi iyiler iyiliğe, kötülür kötülüğe akar, koyulur gider. Allahu teâlâ Halimdir, Sabûrdur, kötüleri hemen kahredivermez; mühlet verir, rızklarını da kesmez. Bu arada yol değiştirenler de görülür. Kötülükten iyiliğe dönenler olduğu gibi, iyilikten kötülüğe doğru kayanlar da bulunur, İmtihanın neticesi de hâtimede, yâni son nefeste belli olur. Maddî bir temsil:
Mâlumdur ki, bir duvar ne tarafa eğilmiş se çok defa o tarafa yıkılır. Sağ tarafa meyleden bir duvar günler geçtikçe o tarafa meyli artar ve nihÂyet o tarafa göçer. Bunun aksi de böyledir, amma bâzan tam duvarın yıkılacağı anda fevkalâde bir hâl, bir hâdise oluverir. Meselâ, müthiş bir bora ve fırtına kopmak gibi... Bu hâdise yüzünden, sağa yıkılacakken sola veyâ sola yıkılacakken sağa yıkılabilir. Bu da her zamân mümkündür.
Kötü yollarda giderken kalbinde Allah korkusu bulunan ve günün birinde Allah'ın rızâsına uygun herhangi bir iş becerenler, çok defa doğru yola döndürüldüğü gibi, iyi yollarda bulunuyorum diye kendini beğenip, kendine kıymet veren ve Allah'ın kullarını hor, hakir tutan kimselerden de - Allah'a sığındık - bulunduğu mertebeden kovulanlar bulunur. Onun için âkıbet endişesini hiç unutmamak ve hayâtımızın hayırla ve imânla bitmesini daima Allah'tan dilemek lâzımdır.

KAHIR YÜZÜNDEN LÛTUF:
Allahu teâlâ iyilik yollarında yaşayan kullarından bâzı sevdiklerini ağyardan örtmek için onların üstüne darlıktan ve ıztıraptan bir tül gerer. Bu makbûliyet işâretidir. Onun için buna, kahır yüzünden lütuf denir. Bir de, bunun aksine olarak bâzı kötülerin de tuttuklarını kolaylaştırır, her işini âsan eder. Onlar da işleri rastgeldikçe şımanr, şımardıkça azar, Allah'tan büsbütün gaflet eder. İyi yola dönmek aklına bile gelmez, İrşat sözü kulağına bile girmez. Derken, bu delâlet yollarında hora teperken hayat perdesini hüsranla kapatır gider. Bu da lütuf yüzünden kahır olur. Çünkü görünüş i'tibâriyle işlerinin arzusuna göre zuhûr etmesi bir lütuf ise de, elde fırsat varken aklını başına aldırmayıp, mukadder olan âkıbetine, Allah'ın ebedî kahır ve gadabına çekip götürmesi i'tibâriyle kahrolmuştur.

ZARARLI ŞEYLER NEDEN CÂZİP GÖRÜNÜR?
Allahu teâlâ, yasak ettiği şeylerle kullarını birçok mazarratlardan ve korkunç âkıbetlerden korumuşken, insanların çoğu yine bunlara atılır durur, İnsan oğlu men olunduğu şeyin üstüne düşer. Çünkü yasak edilen şeye riâyet edenlerle etmeyenler, seçilmek ve neticede riâyet edenler takdîr, etmeyenler tekdîr edilmek hikmetinden ötürü, yasak edilen şeyler tatlı görünün Meselâ nice insanlar hesnâ, müstesnâ helâli varken, haram olan çirkin ve murdar kadınlara can ve gönülden bağlanır. Eğer o kadın helâli olsaydı, şüphesiz yüzüne bile bakmazdı. Hele içkinin, kumarın, fuhşun nâmûsa, vücûda, servete dokunduğunu çocuklar bile bilip dururken, nice yaşlı başlı insanların bunlara harîsâne düşkünlüğü hep bu câzibenin te'sîri-dir. Eğer içki, kumar ve emsâli fenâlıklar yasak olmayıp da, bilfarz bunların yapılması din tarafından emredilmiş olsaydı, insanlar din nasıl emrediyor diye, dini de inkâra kalkışırdı, İşte bunlar gibi dînen yapılması yasak edilmiş ne kadar ma'sıyet varsa, hepsinin ilk ucu insanı mest edecek kadar parlak ve yaldızlı olduğu halde, alt ucu maddî, mânevi birçok mazarratlara, acı nedâmetlere bağlıdır.

BUGÜNKÜ ZARARLAR, DÜNKÜ HATÂLARIN NETİCELERİDİR:
Kederlerimiz hep kendi hatâlarımızdan doğar. Bir mazarrat gelince, onun sebebini kendimizde aramalıyız. Meselâ bir hasta güzelce düşünür ve hastalığının sebeplerini araştırırsa, bunun vaktiyle kendi ihmâli ve dikkatsizliği yüzünden hâsıl olduğunu anlar. Ticâret veyâ başka herhangi bir teşebbüste muvaffakıyetsizliğe uğrayan, bunun neden ileri geldiğini dikkatle incelemiş olsa, evvelce bu işe lâyıkıyla hazırlanmadığı, hesaplarda kusûr ettiği veyâ işinde sebat gösteremediği anlaşılır. Vaktiyle göz göre göre kaçırılmış fırsatlar, sonra insana ilelebet iç sızısı olur. Taçlı hükümdarlar bile, tahtının üzerinde hatâlarının cezâsını çeker. Akıllı müşâvirleri dinlemez ve ihtiyatlı reyleri reddederse, kendini istinat noktalarından mahrûm etmiş olur, hatâlara düşer, zararını çeker. Bâzı ahmaklar da vardır ki, bir mahlûkun gözüne girmek, teveccühünü kazanmak için, Hâlık'ın gadabını mucip işlere atılır. Bunlar da çok defa, ilk silleyi, teveccühünü beklediği adamdan yer. İbret verici bir hikmettir.
Velhâsıl, her insan felâketini, yaptığı fenâlıklardan bulur, bunun için (etme-bulma) dünyâsı denmiştir, İnsan oğlu bahtiyarlığını da, yapacağı iyiliklerden bulur.

MAZARRATLAR BİRER TERBİYE VE TEKÂMÜL UNSURUDUR:
Görünüşte mazarrat olan şeyler, hakikatta kulun terbiyesini ve adam olmasını mucip olduğundan, ayn-ı hayr olur. Gerçi mazarratları yaratan Allah'tır; fakat onu kazanan, isteyen ve işleyen de kuldur, İsteyen cezâsını çekerken başkalarına ibret ve intibah vesilesi olur ki, bu da bir çeşit hayır ve ihsandır. Bir zarara uğrayan, o zararın meydana gelmesine kendisi sebebiyet verdiğinden, bu sebepleri bulup geri dönmesi ne kadar lâtif bir terbiyedir. Uğradığı zararlardan ders alabilmek, ne kadar büyük kazançtır. Ayağı kaymıyan, aldanmıyan insan hemen yok gibidir. Fakat aynı hatâya iki kere düşmemek hünerdir. Hatâlar ders yerine geçmelidir. Hatâsını hatırda tutup da tekrarından sakınmak, insanı adam eder, kıymetini arttırır. Meselâ, denizin fırtınalı havalarında birçok kazâlar, mâceralar atlatarak ustalaşan kaptanın kıymeti elbette fazladır, İflâsa uğrar gibi olup da aklını başına alıp, işini, gücünü ona göre yürüten tüccar da öyle değil mi? Velhâsıl dünyâda aksilik ve daha bir takım can sıkıcı hâdiseler, felâketler, musibetler olmasaydı ve insanın başına gelmeseydi, sabr, metânet, cesâret, soğukkanlılık gibi - ancak türlü hâdiselerle uğraştıktan sonra - kazanılacak meziyetleri insanlar nasıl bulacaktı?

KULA GEREKEN ŞEY:
Allah bir kuluna elem, tasa, korku, hastalık, fakirlik gibi bir sıkıntı verirse, onu yine Allah'tan başka açacak yoktur ve eğer bilâkis, lezzet, sevinç, sıhhat, gınâ, muvaffakiyet gibi bir menfaat verirse, onları devâm ettirecek olan da ancak O'dur. O hâlde ferahlık zamânında olsun, ıztırap zamânında olsun, yalnız Allahu teâlâ'ya müteveccih olmak, onun hükmüne, emr ü fermânına râzı ve teslim olmak lâzımdır. Çünkü ikisi de bir membâdan çıkıyor. Haktan geliyor. Öyleyse haktır, gerçektir, yerindedir ve her birinde bizim aklımızın ermediği, eremiyeceği birçok sırlar, birçok hikmetler vardır.
Ni'metler içindeyken, o ni'metleri kötüye kullanmaktan sakınarak, Allah'ın hesabından korkmak icâbettiği gibi, felâketler içine düşünce de ye'se kapılmayıp, o felâketlerin açılması için yalnız Allah'a yalvarmak iktizâ eder. Ancak burada dikkat edilecek nokta şudur:
Bir felâkete uğrayınca sâde diliyle değil, bütün vücûdiyle, varlığiyle Allah'a yalvarmak gerektir. Yâni, Allah'ın bize ilham buyurduğu bir takım lâfızlar, kelimeler vâsıtasiyle kendisine yalvarıp, derdimize derman istediğimiz gibi, yine O'nun yaratarak bize ilham buyurduğu bir takım çârelere yapışmak sûretiyle de isteyeceğiz. Çünkü bunların her ikisi de duâdır. Şu kadar ki, kavlen duâ, lâfızlar ve kelimelerle vücûda geldiği halde, fiilen duâ da bizce bilinen çâreler ve tedbirleri yapmakla hâsıl olur. Bunların her ikisi de mümkün olduğu takdirde taksir ve ihmâl edilmemelidir. Çünkü bir insanın mâlik olduğu bütün kuvvet ve vesâit ile Allahu teâlâ'ya teveccüh etmesi hiç şüphe yok ki, daha ciddî ve daha kıymetlidir. Meselâ bir hasta: (Yâ Rab, bana ve umum hastalara şifâlar ihsan buyur) diye yalvardığı gibi, o hastalığı giderecek veyâ ağırlığını azaltacak, ortada fen ve tecrübe ile ma'lûm ve muhakkak sebepler, tedbirler varsa, bir taraftan da onlara sarılır.
Zulme, hakarete, yoksulluk acılarına uğrayanlar da böyle. Yâni, bunların da meşrû yollardan korunma ve kurtulma sebeplerini araştırmak ve bu uğurda yerine göre akıl ve fikirleriyle, beden veyâ servetleriyle, velhâsıl ellerinde bulunan maddî, mâ'nevî bütün kuvvetleriyle çalışmak lâzımdır. Bir sıkıntının açılması için esbâbına sarılmak, Allah'ın hüküm ve fermâânına râzı olmamak ma'nâsına gelmez. Bilâkis esbâbını tutarak o yoldan Allahu teâlâ'ya, O müsebbibü'l - esbâba arz-ı hâl etmek demektir ki, bu da bir ibâdettir.

Ali Osman Tatlısu

Son düzenleyen _Yağmur_; 10 Haziran 2013 14:37 Sebep: sayfa düzeni.
MeLL - avatarı
MeLL
Ziyaretçi
5 Ağustos 2008       Mesaj #37
MeLL - avatarı
Ziyaretçi
Allahu Teala sayılamayacak kadar fazla güzel fiilleri ve eserleri ile Kendisini tanıtmaktadır. Bu fiillerin kaynağı O’nun güzel isimleri, isimlerin kaynağı da zati ve subuti sıfatlarıdır. Allah Kendisini nasıl tanıtıyorsa insanın da öyle tanıması gerekir. Yoksa insan kendi sınırlı akıl ve duyguları ile Allah’ı tasvif etmeye kalkarsa ciddi eksiklikler ve yanlışlar yapabilir. Kuran
Allah’ın uluhiyetin nihayetsiz hususiyetlerini ortaya koyacak en güzel isimlerle tanıtır. Bu ilahi isimler vasıtasıyla insan, yaşayışının her türlü durumunda Allah ile bir bağ kurma imkanına kavuşur. Esmaül Hüsnanın en önemli işlevi Allah ile insan, insan ile Allah arasında münasebetleri en ideal bir seviyede gerçekleştirmektir.

Allah Rasulu şöyle buyurur “Allah’ın 99 ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer.” (Buhari, Şurut,18)

“En güzel isimler Allah’ındır, o halde bu isimlerle O’na dua edin. O’nun isimleri konusunda haktan sapanları terkedin. Onlar işlediklerinin cezasını çekeceklerdir.” Araf 180

“De ki: “Dua ederken ister “Allah” ister “Rahman” diye hitap edin. Hangisini deseniz en güzel isimleri hep O’nundur” İsra 110

ESMAUL HUSNA - AÇIKLAMALI

ALLAH : Kainatın sahibinin özel adı.
Esmaül Hüsnanın bütün anlamını içinde toplayan, tüm alemlerin yaratıcısı ve mabudu olan o yüce zatın özel adıdır. Bu mübarek isim, Kurandaki Esmaül Hüsnadan ilk inen isimdir. Çünkü ilk inen ayet besemeledir. Allah ismi Kuranda 2697 yerde geçmektedir.

ER-RAHMAN : Dünyada mümin, kafir bütün yaratıklara rahmet eden.
Rahmeti, acıması sonsuz olani Kendisine inanan-inanmayan herkese rahmet ve merhamedini ayrım yapmadan dünyada sunan.

ER-RAHİM : Ahirette yalnız müminlere rahmet eden.
Rahmet ve merhameti sınırsız olan. Kendisine inanan ve hayatını kendi emir ve yasaklarına göre yaşayan müminlere ahirette rahmet eden.

EL-MELİK : Bütün kainatın hükümdarı.
Melik, emirleri tutulan, bütün kainatın sahibi, hakimi ve gerçek hükümdarı. Kuranda en çok Mülk şeklinde kullanılmıştır. “Göklerin ve yerin mülkü Allahındır” ifadesiylegelmiştir. Yüce Allah buyuruyor “Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O’ndan başka ilah yoktur” (Müminun 116)

YA-KUDDUS : Bütün eksikliklerden arınmış.
Kuddüs, temiz pak mübarek, bütün yüceliklerle donanmış demektir. Yani O,mübarektir, büyüktür, çok temizdir, her türlü noksanlıktan arınmıştır, bir benzerden münezzehtir.
Yüce Allah buyuruyor “O, öyle Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, Kuddus’tur, esenlik verendir” Haşr 23

ES-SELAM : Bütün ayıplardan arınmış.
Selam, esenlik, barış anlamlarına gelir. O, her türlü eksiklikten salim olduğu gibi, kullarını da her türlü tehlikeden koruyandır.

EL-MÜMİN : İnanan ve koruyan.
Mümin; inanan, güvenen, koruyan demektir. Ve iman eden demektir. İman hem tastik etmek hem de emin kılmak, güven vermek anlamlarına gelir.

EL-MÜHEYMİN : Gözetleyen, Koruyan.
Hükmü altında tutan, gözetleyen, denetleyen. Yarattıklarının, kendisi tarafından belirlenen ölçülere uygunluğunu denetleyen. Yüce Allah, yarattığı bütün canlıların işlerini, rızklarını ve ecellerini bilip muhafaza eder.

EL-AZİZ : Her şeye galip, çok güçlü.
Allah, gerçek manada güç ve galebe sahibidir. Onun emir ve iradesine karşı bütün evrenin bir gücü yoktur. O, ‘OL’ dediği zaman bütün kainat olur.

EL-CEBBAR : Dilediğini zorla yaptıran.
O, yapılmasına karar verdiği şeyi dilediğinde zorla yaptırır, düzeltir, onarır.

EL-MÜTEKEBBİR : Büyüklük ve ululukta tek olan.
Büyüklüğünün kemalinde, her şeyden yüce olan, her türlü kötülükten arınmış olan.

EL-HALİK : Yaratan.
Kuran ve sünnette insanın dikkatine sunulan en önemli hususlardan birisi de Allahın yaratması O’ndan başka yaratıcının bulunmadığıdır. Yüce Allah cc tek yaratıcıdır; hem Halik hem de Hallak’tır.

EL-BARİ : Bir örnek olmadan yaratan.
Bir model olmaksızın canlıları yaratan. Varlıkları değişik şekillerde yaratan, birbirlerinden ayıran. Yüce Allah buyuruyor “ O, yaratan yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih eder.” Haşr 24

EL-MUSAVVİR: Bütün yaratıklara ayrı ayrı suret ve şekil veren.
Allah, her şeye her eşyaya bir suret bir şekil vermiştir. Her şeyin kendine göre dıştan görünüşü vardır ve başkalarına benzemez. Tamamen birbirinin aynısı olan iki insan yoktur.

EL-ĞAFFAR : Günahları tekrar tekrar, çokca bağışlayan.
Affı çok olan, günahları bir tek defada affeden, defalarca günaha dönen insanı yine bağışlayan demektir.

EL-KAHHAR : İsyankarları kahreden.
Allah hakimiyet ve kudretle kullarına galip gelip, onlar isteseler de istemeseler de irade ettiği cihete yöneltmekte, istediği gibi yönetmektedir. Yarattıkların içinde zorbaları ve azgınları azapla ezendir.

EL-VEHHAB : Karşılıksız veren.
Kullarına çok çok, tekrar tekrar nimet veren veya hak sahibi olmaksızın insalara lütufta bulunan demektir. O’nun cömertlik ve rahmeti bütün caclılara yayılmıştır.

ER-REZZAK : Tekrardan, bol bol rızk veren.
Yarattığı bütün canlıların rızklarını veren ve onları yaşatacak zaruri gıdayı üstüne alan.

EL-FETTAH : Hayır kapılarını açan.
Kapalı olan her şeyi yardımıyla açan, her müşkili hidayetiyle gideren.

EL-ALİM : Her şeyi çok iyi bilen.
Olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacakları bilen, kendisine kainattan hiçbir şeyin gizli kalmayan ve ilmi küçük-büyük, gizli-aşikar her şeyi kuşatan.

EL-KABID : Ruhları kabzeden, sıkan, daraltan, rızkı belli ölçülerde veren.
Bütün canlılara hayat veren, ölüm anında varlıkların ruhlarını kabzeden, kullarının kalplerini kabzedip onları istediği yöne çeviren.

EL-BASİT : Ruhları bedenlere yerleştiren, açan, genişleten, rızk veren.
Bedenlere ferahlık veren, ömrü uzatan, canlılara bol bol rızk veren, rızkı açan ve genişleten.

EL-HAFID : Dereceleri indiren, alçaltan.
Yüce Allah cc kendisine inamayan kafirleri, ve asi olanları, nankörlük edenleri alçaltır.
Rabbimiz Kuranda buyuruyor “Rasulum! De ki: ‘Ey Mülkün Sahibi olan Allahım! Sen mülkü dilediğine verir, mülkü dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Gerçekten senin her şeye gücün yeter.” Al-İmran 26

ER-RAFİ : Dereceleri yükselten, kaldıran.
Yüce Allah cc kendisine inanan, ihlaslı, itaatkar kullarından dilediklerini yükseltir. O’nun yükselttiği kimseyi O’ndan başkası alçaltamaz. O’nun alçaltığı kimseyi de O’ndan başkası yükseltemez.

EL-MUİZ : İzzet veren, yükselten.
İstediğine izzet veren, mülk veren, şeref veren. Yüce Allah buyuruyor “Göklerin ve yerin mülkü Allahındır. Allah her şeye kadirdir” Al-i İmran 189

EL-MÜZİL : Alçaltan, zillet veren.
İstediğini hor ve hakir eden, alçaltan.

ES-SEMİ : Her şeyi işiten.
Aşikarı, gizliyi, açığı, kapalıyı bütün fısıltıları ve duaları kısaca her şeyi duyan demektir. Kuranı Kerimde ‘işitme’ sıfatı 45 yerde geçer. Yüce Allah buyuruyor “Allah her şeyi işiten ve bilendir” Nisa 134

EL-BASİR : Her şeyi gören.
Rabbimiz kainatta bulunanları bütün incelikleriyle görendir. Kuranda 44 yerde ‘görme’ sıfatıyla geçer.
“Onlar, başlarına bir bela gelmeyeceğini zannederek kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah onların tevbelerini kabul etti. Fakat daha sonra onlardan pek çoğu yine kör ve sağır kesildiler. Allah, onların yaptıklarını çok iyi görendir” Maide 71

EL-HAKEM : Hükmeden, iyiyi kötüden ayıran.
Cenabı Hak cc dünya ve ahirette kulları arasında adaletle hükmedendir. O, hiç kimseye başkasının günahını yüklemez ve kimseye zerre miktarı haksızlık yapmaz. Bütün işlerinde adaletle hükmeder.
“Rasulum! De ki: ‘Allahtan başka bir hakem mi arayacağım? Oysa kitabı size açık olarak indiren Allahtır” En’am 114

EL-ADL : Çok adaletli.
Cenabı Hak adaletlidir, zalimleri sevmez onlara yardım edenleri de sevmez. İslamda zulüm büyük günahlardandır. Adalet ise İslamda en çok öenmsenen ve üstünde durulan kavramlardan biridir.
“Allah hakimlerin en güzel hüküm vereni değil midir?” Tin 8

EL-LATİF : Lütfedici, gizli sırları bilen.
Faydalı olan şeyleri kullarına güzellik ve incelikle ulaştırmakla lütuf ve ihsan eden.

EL-HABİR : Her şeyden haberdar olan, gizli şeyleri bilen.
Her zerreden haberdar olan, olup bitenleri bilendir.
“Allah kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” En’am 18

EL-HALİM : İlim sahibi, sabırlı, şefkatli.
İnsanların isyanlarına rağmen onları cezalandırmada aceleci davranmayan, af ve sabır sahibi.
“İyi bilin ki Allah, gönlümüzdekileri bilir. Allahtan sakının. İyi bilin ki Allah Gafurdur, Hakimdir” Bakara 235

EL-AZİM: Çok ulu, sonsuz büyük.
“Allah çok yücedir çok uludur. O’nun büyüklüğünden gökler, üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyor” Şura 4-5

EL-ĞAFUR : Çok affeden, devamlı affeden.
“Rabbin mağfiret ve merhamet sahibidir.” Kehf 58

EŞ-ŞEKUR : Az amele çok sevap veren.
Allahın kullarına şükrü, onları bağışlaması, amellerinin karşılığını vermesi ve onları övmesidir.
“Kim isteyerek bir iyilik yaparsa muhakkak Allah onu kabul eder ve o iyiliği hakkıyla bilendir” Bakara 158

EL-ALİYY : Yükseklikte sonsuz, yüceltici.
O, zatı yönüyle uludur, yüceliğin kaynağı ve sahibidir.
“Allah yücedir, büyüktür” Nisa 34

EL-KEBİR : Pek büyük.
Bu sıfat mutlak olarak Allaha mahsustur.

EL-HAFİZ : Koruyan, gözeten.
“Şüphesiz Rabbim her şeyi koruyup gözetendir” Hud 57

EL-MUKİT : Bütün canlıların gıdalarını azıklarını üstüne alan.
Allah, canlıların bedenlerini vakit vakit çözülen ve gidenlerin yerini yeni unsurların almasıyla yenilenen bir nizama göre yaratmıştır.

EL-HASİB : Hesaba çeken.
“Hesab sorucu olarak Allah yeter” Nisa 6

EL-CELİL : Azamet ve büyüklük sahibi.
Celal sahibi, kuvvet ve kuddet sahibi.
“ Yeryüzünde her şey fanidir. Ancak, yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı bakidir”

Rahman 26-27

EL-KERİM : Çok cömert.
Bağışlaması tükenmeyen, her türlü şeref ve fazileti kendinde toplayan, öğülmeye layık ve hayrı bol olan.
“Rasulum! Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı yapışkan bir sudan yaratmıştır. Oku! Rabbin Kerim’dir” Alak 1-3

ER-RAKİB : Gözeten, zapteden.
İnsanların tüm yaptıklarını zapteden, murakabe eden, onlara vakıf olan.
“Allah her şey üstünde murakıptır, gözetendir.” 33/52

EL-MÜCİB : Duaları kabul eden.
Duaları ve dilekleri kabul edeni yerine getirerek karşılık veren, kullarına yetişen.
“Şüphesiz ki Rabbim yaratıklarına çok yakındır ve onların dualarını kabul edendir” Hud 61

EL-VASİ : İlmi ve rahmeti geniş, genişleten.
İlim ve rahmeti her şeyi donatan. Kainatı sürekli genişleten.
“Biz semayı kudretimizle kurduk. Biz onu devamlı genişletmekteyiz.” Zariyat 47

EL-HAKİM : Hüküm ve hikmet sahibi.
Hakim ismi Kuranda 97 yerde geçer. (Hakim veya Hâkim olarak)
“O, kullarının üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir” En’am 18

EL-VEDUD : Müminleri çok seven.
Yüce Allah insanları mağfireti ile sever, yarattıklarına karşı sonsuz sevgisi vardır.
“O, bağışlayandır, sevendir.” Buruc 14

EL-MECİD : Şanı büyük, ikramı çok.
“O, arşın sahibidir. O Mecid’dir (çok yücedir)” Buruc 15

EL-BAİS : Öldükten sonra dirilten.
Ölüleri tekrar dirilterek kabirlerinden çıkaran.
“Yüce Allah, ilk insan olan Adem’i yoktan ve topraktan yaratmıştır. Buna kadir olan Allah yeniden diriltmeye kadirdir” Rum 27

EŞ-ŞEHİD : Her şeye şahit olan.
Allah ezelden beri olan her şeyi bilir ve her şeye vakıftır.
“Şüphesiz Allah her şeye şahittir” Mücadele 6

EL-HAK : Hak ve hakikatın kendisi.
İnkarı mümkün olmayan, varlığı ve muhiyeti kesin olan, hakkı açıklayan, vadinde durandır.
“De ki: ‘Hak, Rabbinden gelendir. Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” Kehf 29

EL-VEKİL : Her şeye vekil.
İşlerin ne güzel kefil ve idarecisidir O. Her şey üzerinde gözetici ve koruyucudur.
“O, doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Sen sadece O’nu vekil et” Müezzemmil 9

EL-KAVİ : Her şeye gücü yeten, kudretli.
Yüce Allah, gönderdiği peygamberleri yalanlayanları helak eden, savaşta müminlere yardım edendir.
“Muhakkak rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah’tır” Zariyat 58

EL-METİN : çok güçlü, çok sağlam.
Hiçbir iş O’na zor gelmez ve hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.
“Ben onlara mahsus mühlet veririm. Çünkü benim tedbirim çok kuvvetlidir” Araf 183

EL-VELİ: Müminlere dost.
Allah, Veli’dir Mevla’dır. O dosttur insana en yakın olandır.
“Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sahiplerinin dostudur” Casiye 19

EL-HAMİD : Hamdolunan, övülen.

EL-MUHSİ : Her şeyin sayısını bilen.
İlmi her şeyi kuşatan. Her şeyin miktarını, adedini eksiksiz bilen.
“Şüphesiz Allah göklerin ve yerin gaybını bilir. Doğrusu O, kalplerde olanı da bilir” Fatır 38

EL-MÜBDİ : Her şeyi örneksiz yaratan.
O, bir misali olmaksızın yaratan, varlıkları eşyaları icad edendir. Gerçek mucit O’dur.
“Hamd- gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Sonra kafirler hala başkalarını Rablerine denk tutuyorlar” En’am 1

EL-MUİD : Öldükten sonra tekrar dirilten.
Başlangıçta insanları yaratan Cenabı Hak mahşerde tekrar yaratacaktır. Kainat tekrar ona dönecektir.
“Allahın ayetlerinden biri de yeryüzünü kupkuru görmendir. Onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçer ve kabarır. Onu dirilten Allah, kesinlikle ölüleri de diriltecektir. O, gerçekten her şeye kadirdir.” Fussilet 41

EL-MUHYİ : Hayat veren, dirilten.

EL-MÜMİT : Öldüren, ölümü yaratan.
“Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişir” Nisa 78

EL-HAY : Her zaman diri.
“Sen daima diri, hiç ölmeyecek olan Allaha dayan. O’nu hamd ile tesbih et” Furkan 56

EL-KAYYUM : Her şeyi ayakta tutan, koruyan.
“Allah, O’ndan başka ilah yoktur. O, diridir. O, bütün yaratıklarını koruyup idare edendir” Al-i İmran

EL-VACİD : İstediğini istediği anda bulan.
Allahın bir şeyi bulmak için zamana, mekana ve plana ihtiyacı yoktur. Her şey O’na muhtaçtır.

EL-MACİD : Şanı yüce, ulu ve cömert.
“Allah arşın sahibidir, Mecid’dir (çok yücedir) Buruc 15

EL-VAHİD : Bir olan; ortağı olmayan.
“Rasulum! De ki ‘O, ancak bir olan ilahtır. Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım.’” En’am 19

EL-EHAD : Tek eşi ve benzeri olmayan.
“De ki O Allah tektir.” İhlas 1

ES-SAMED : Hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şey kendisine muhtaç olan.
“Allah’tır Samed” İhlas 2

EL-KADİR : Her şeye kadir, gücü yeten.
“Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların mülkiyeti Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter” En’am 120

EL-MUKTEDİR : Mutlak güç sahibi.
Kendisi için imkansız hiçbir şey olmayan tam kudret sahibidir.
“Allahtan korkanlar, çok kudretli hükümdarın huzurunda doğruluk makamında olacaklardır” Rahman 55

EL-MUKADDİM : İstediğini istediği şekilde öne geçiren.
Yüce Allah, canlıların kimini önce kimini de sonra yaratmıştır. ‘Öne geçirme veya geri bırakma’ dini konularda olduğu gibi yaratılış ve maddi konularda da olur.
“Rasulum! De ki ‘Şimdi Allah size bir zarar dilerse veya bir yarar murat edecek olursa, O’nun sizin için dilediğine kim mani olabilir! Hayır! Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” Fetih 11

EL-MUAHHİR :
İstediğini geri bırakan.
Hz. Adem’i ve çocuklarını önce yaratan , bizleride sona bırakıp 2000 li yıllarda yaşatan Allah’dır. Bizi bizden sonrakilerin önüne almış. Daha sonra gelecekleri sona bırakmış.

“Keşke peygamber efendimizin asrında Mekke de yaşasaydım” deme. O çağda Mekke de yaşayan Ebu Cehil gâvur olarak geberip gitti. Hikmetinden sual olunmayan Rabbimiz bizi bu çağda yaratmış. Biz bu çağın imkanları içinde hizmette, ilimde, ibadette maddi ve manevi makamlarda öne geçmek için sebeplere sarılacağız ve el-Mükaddim Rabbimize bizi öne geçirmesi için dua edeceğiz. İnkara, fakirliğe, korkaklığa, tembelliğe düşmemek için çalışırken el-Müahhira bizi geride kalanlardan eylememesi için dua edeceğiz.

EL-EVVEL : İlk, başlangıcı olmayan.
Allah, her şeyden zamanda bile öncedir çünkü zamanı yaratan da O’dur.
“Evvel O’dur. Ahır (son) O’dur, görünendir, görünmeyendir. O, her şeyi bilendir” Hadid 3

EL-AHİR : Son, varlığının sonu olmayan
“O’ndan başka ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur. Siz sadece O’na döndürüleceksiniz” Kasas 88

EZ-ZAHİR : Varlığı aşikar olan.
“Evvel O’dur. Ahır (son) O’dur, görünendir, görünmeyendir. O, her şeyi bilendir” Hadid 3

EL-BATIN : Gizli olan, gizlilikleri bilen.
O, hiçbir gözün ve beynin idrak edemeyeceği zattır. Her şeye her şeyden daha yakın.

EL-VALİ : Bütün kainatı yöneten.
“Allah bir millete kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç imkan yoktur. O millet için Allah’tan başka vali (yardımcı) yoktur.” R’ad 11

EL-MÜTEALİ :
Pek yüce.
“ O, görüneni de görünmeyeni de bilendir. O, çok büyük ve müteal (çok yücedir) R’ad 9

EL- BERR :
Sonsuz iyilik sahibi.
“Biz gerçekten bundan önce de O’na yalvarıyorduk. Çünkü O, çok iyilik eden ve çok merhamet edendir” Tur 28

ET-TEVVAB : Tevbeleri kabul eden.
“Rasulum! Müminlere şu emrimi söyle: Ey kendilerine zulmedip aşırı giden kullarım! Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları affeder. O, muhakkak çok bağışlayan ve çok merhamet edendir” Zimer 53

EL-MÜNTAKIM : İntikam alan.
Allahın intikamı, bir öç alma, hıncını çıkarma değil, zalimleri ve kafirleri, müminlere yaptıkları zulum ve haksızlıklardan dolayı cazalandırmaktır.

EL-AFÜV : Çok affeden.
“Ey iman edenler! Kalpten tevbe ederek Allaha yönelin. Belki Rabbiniz kötülüklerinizi siler.” Tahrim 8
“Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz muhakkak Allah affedicidir, her şeye gücü yetendir.” (Nisa 149)

Rabbimiz Bakara 52 de buzağıya tapınan beni İsraili afvettiğini, Ali İmran 152’de Uhud savaşından kaçan Müslümanları affettiğini haber verir.

Puta tapınmak, harbden kaçmak en büyük suç olduğu halde suçu işleyenler pişman olunca Allah onları cezalandırmak yerine afvediyor. Bizlerin de afvedici olmasını istiyor ve insanları afvedenler övülüyor. (Ali İmran 134) Yakınlarımızın katilini afvetmemiz tavsiye edilir (Bakara 178)

Rabbimiz afvedicidir, afvı sever öyle ise bizde afvedici olmalıyız. Suçluların tevbe etmelerine, özür dilemelerine yardımcı olmalıyız.

Sevgili Peygamberimiz “Şüpheden sanık yararlanır” kuralını koymuş ve “cezaları şüphelerle kaldırınız” buyurmuş. (Tirmizi, Hudud bab 2, ibni Mace Hudud 5)

Bütün insanların günahı bir araya gelse Allah’da afvetse Rabbin afvından, rahmetinden bir şey eksilmez.


ER-RAUF : Çok merhametli, çok şefkatli.
“Allah, insanlara karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.” Bakara 143

MALİK’ÜL-MÜLK : Mülküm gerçek sahibi.
“Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir. O’ndan başka ilah yoktur. Arşın Rabbi O’dur” Müminun 116

ZÜ’L-CELALİ VE’L İKRAM : Ululuk ve ikram sahibi.
Allah, kerem sahibi olduğu içindir ki, hak sahibi olmayan yarattıklarına da nimet verir, bir karşılık beklemeksizin bağışta bulunur, günahları örter.
“Ancak celal ve ikram sahibi olan Rabbinin zatı baki kalacaktır” Rahman 5

EL-MUKSIT : Adaletin gerçek sahibi.
“Aranızda adaletle hükmedin.Hakimlerin en hayırlısı olan Allah’ın hükmü gelinceye kadar sabret” Hud 107

EL-CAMİ : Hesap günü insanları bir araya toplayan.
“Allah’tan başka ilah yoktur. Sizi, kopacağından şüphe olmayan kıyamet gününde muhakkak toplayacaktır.” Nisa 87

EL-ĞANİ : Zengin, kimseye muhtaç olmayan.
“O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.” Yunus 688

EL-MUĞNİ : İstediğini zengin eden.
“Kim cihad ederse, yalnız kendisi için cihad etmiş olur. Allah, alemlerden hiçbirine kesinlikle muhtaç değildir” Ankebut 6

EL-MANİ : İstediği şeye engel olan.
Mani ve Hafız isimleri birbirine yakındır. Mani, helaka sürükleyen sebebe mani olan; Hafız ise, zarara sürükledikten sonra koruyan demektir.

ED-DAR : İstediğine zarar veren.
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa, hepsi Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yalnız O’na yalvarırsınız”Nahl 53

EN-NAFİ’ : İstediğine fayda veren.
“Onlar: Ey Rabbimiz! Bizi hidayete eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz, bütün istekleri veren sadece sensin!” Al-i İmran 8

EN-NUR : Kainatı nurlandıran.
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil gibidir.” Nur 35

EL-HADİ :İstediğini hidayete eriştiren.
“Yol gösteren” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de iki yerde Allah’ın ismi olarak geçmekte. Beş yerde Allah’tan başka hidayet verecek birinin olmadığını haber vermekte. Bir yerde de (Ra’d 7) peygamberler için kullanılmıştır.
“Şüphesiz Allah, iman edenleri doğru yola iletir” (Hac 54)
“Yol gösterici olarak Rabbin yeter” (Furkan 31)
Rabbimiz bize yolu Kur’an’iyla göstermekte. Bakara suresinin ilk ayetlerinde Kur’an’ın müttakilere yol gösteren bir kitap olduğunu haber verir. Bakara suresinin 185 inci ayetinde bütün insanlığa yol gösterdiğini ifade eder. Tekvir suresinin 27-28 inci ayetlerinde ise “O Kur’an alemler için bir öğüttür. Sizden doğru olmak isteyenler için öğüttür” buyurur. Ömer, Ebu Cehil’e: “Muhammedi bir dinleyelim. Doğrularını alalım, yanlışlarını almayalım” dediğinde, Ebu Cehil “Onun doğrusunu da yanlışını da istemiyorum” diyor. Hz. Ömer gözlerini açıyor, Ebu Cehil ise gün ışığında gözlerini kapatarak çukura düşen gibi Cehenneme düşüyor. Biz Rabbimizin hidayetini insanlara ulaştırmaya çalışacağız. Gönül gözüne küf bağlayanların küfrünü gidermeye çalışacağız.


EL-BEDİ : Örneksiz yaratan, çok güzel yaratan.
“O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O, bir işi yapmaya karar verdi mi ona sadece “Ol!” der; o da hemen oluverir.” Bakara 117

EL-BAKİ : Ebedi olan tek varlık.
“Allah’tan başka ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur. Siz sadece O’na döndürüleceksiniz” Kasas 88

EL-VARİS :
Mülkün gerçek varisi, sahibi.
“Servetlerin hakiki sahibi” anlamına gelen “el – Varis” ismi şerifi bu haliyle değil de çoğul haliyle Kur’an-ı Kerim’de üç defa geçmekte.

“Şüphesiz biz öldürürüz, biz diriltiriz ve biz varis oluruz” (Hicr 23) ayetinde “biz” kelimesini kullanır ve azametini bildirir. “Biz varis oluruz” derken de yine kendi büyüklüğünü bize bildirir. Kayalar oyarak sarsılmaz evler yapan, yeryüzüne kazık çakanlar hepsi gitti. Peygamberler, Şehitler, Salihler de gitti. “Yeryüzü bir kişiye bol iki kişiye dar” diyenler de gitti. Mallarını miras bıraktığı varisleri de gitti. Bir gün gelir kıyamet kopar insanlar ölür. Mahşerde toplanır ve Rabbimiz sorar: “Bugün Mülk kimindir? dendiğinde “Her şeye gücü yeten tek Allahındır” denir. (Mü’min16)

Rabbimiz bu mülkü Hz. Ademe teslim ettiğinde havası, suyu, güneşi, çiçekleri, böcekleri tertemiz pırıl pırıldı.

Biz çocuklarımıza temiz miras bırakalım. Allah’ın mülkünü kirletmeyelim. Başta kalbimizi inkarla bedenimizi isyanla kirletmeyelim. Kalp kirlenirse karalar ve denizlerde kirlenir. Çocuklarımıza temiz bir isim ve helal mal bırakalım.



ER-REŞİD : İstediğini hidayete eriştiren.
“Muhakkak ki Allah, iman edenleri kesinlikle doğru yola iletir.” Hac 54

ES-SABUR : Çok sabırlı.
“Eğer Allah, yaptıkları günahlar yüzünden insanları yakalayıp hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onların cezalarını adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor. Sonunda vakitleri geldiği zaman, gereğini yapar. Çünkü Allah, gerçekten kullarını çok iyi görür.” Fatır 45

“Çok Sabırlı” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de geçmemekte el- Esma-ül Hüsna hadisinde geçmekte.

“Sen kafirlere mühlet ver. Onlara zaman tanı” (Tarık 17) “Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana kadar geciktirir.” (Nahl 61) ayetlerinde Allah’ın çok sabırlı olduğunu anlıyoruz. “Allah kahretsin, Allah canının alsın, evini başına yıksın” gibi beddualarımızı Allah kabul etse yeryüzünde adam kalmaz. Babamız, annemiz, çocuklarımız eşimiz kızınca da sevince de dengeyi kaçırabilir. Es- Sabur olan Rabbimiz kendini inkar edenlere de ekmek verip su içiriyor, hava veriyor. İbadetleri yaparken sabredeceğiz. Trilyonları zimmete geçirme makamında sabredeceğiz. Zina imkanı olduğunda sabredeceğiz. Cihat ederken sabredeceğiz. Timur’a “sen bu savaşları nasıl kazandın?” diyenin parmağını Timur ağzına almış. Kendi parmağını da adamın ağzına vermiş. Harp ısırma sanatıdır. İkimiz de ısıralım demiş. Biraz sonra karşıdaki adam aaaa diye bağırır. Timur kendi parmağını çeker ama ısırmaya devam eder. Sonra işte ben sabırla kazandım der.


Son düzenleyen _Yağmur_; 10 Haziran 2013 14:59 Sebep: sayfa düzeni
The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
25 Kasım 2010       Mesaj #38
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye
ALLAH

Müslümanlıkta yaratıcı varlığın özel adı. Allah, yalnızca Müslüman­lar tarafından kullanılan yaratıcı var­lığın orijinal adı. "Allah" kelimesi­nin çeşitli dillere ait köklerden geldi­ğini öne sürenler olmuşsa da Müslü­man âlimler bu görüşe katılmaz ve "Allah" kelimesinin İslamiyet'te Tanrı'yı ifade eden orijinal bir isim olduğunu kabul ederler. Allanın es-maül hüsna denen birçok güzel ismi vardır. (Hak, Alîm, Kadîr... gibi). Bunlar içinde en çok kullanılanı Al­lah'tır.

ALLAH'A İMAN
Allah'a iman demek, O'nun var­lığının ve birliğinin, her şeyi yoktan varettiğinin (yaratıcılığının) şüphesiz ve tereddütsüz kabul edilmesi demektir.
Allah (C.C.) Kur'an-ı Kerim'in thlas sûresinde kendi zâtına ait husu­siyetleri açıklamıştır: "De ki: O Al­ton mutlak bir kesinlikle tektir. Her şey O'na muhtaçtır. O bir şeye muh­taç değildir. Doğmadı ve doğurmadı (bir şeyden oluşmadı, varlıkları da parçası halinde kendinden eksilterek yaratmadı). O'na bir eş ve benzer ol­madığı gibi, O'nun bir zıddı da yok­tur." (Kur'an-ı Kerim, 112).
Allah'ın varlığını, birliğini bu esaslara göre benimsemek "Tevhid akidesi"dir. Bu da Kelime-i Tevhid i!e ifad eedilir: Lâ ilahe illallah, Muham-medün Resullûllah" (Allah'tan baş­ka Tanrı yoktur, Muhammed O'nun peygamberidir).
Müslümanlar Allah Teâlâ'yı sıfat­larıyla tanırlar. Bu sıfatlar "zati" ve "subuti" olmak üzere ikiye ayrılır.

Allah'ın zâtı sıfatları şunlardır:
1- Vücud: Var olmak, yok olma­mak demektir. Varlığın zıddı olan yokluk Allah hakkında düşünülemez. O'nun varlığı kendinden ve zarurî (vacibü' 1-vücud)dur.
2- Kıdem: Öncesi olmamak de­mektir. Her varlığın olmadığı bir za­man geçmiştir, ama Allah'ın olmadığı bir zaman geçmemiştir. Allah ezelîdir, varlığının başlangıcı yoktur.
3- Bekâ: Sonu olmamak demek­tir. Her varlığın bir sonu vardır, ama Allah sonsuzdur, ebedîdir. Allah için geçmişte olmadığı bir zaman düşünü­lemeyeceği gibi gelecekte de olmaya­cağı bir zaman düşünülemez.
4- Vahdaniyet: Bir olmak demek­tir. Allah birdir, tektir. Eşi, benzeri, ortağı yoktur.
5- Kıyam binefsihi: Varlığının
kendinden olması, varolmak için bir
başka varlığa muhtaç olmaması de­mektir. Allah'tan başka her varlık, varolmak için bir aracıya muhtaçtır. Ama Allah için böyle bir şey söz ko­nusu değildir.
6- Muhalefettin li'l-havâdis: Yara tılmış, sonradan olmuş hiçbir varlığa benzememek demektir. Allah yaratıl­mışlardan hiçbirine benzemez. O'nun bir benzeri yoktur. Bundan dolayı biz O'nu bildiğimiz, tanıdığımız varlıkla­ra benzeterek kavrayamayız. O bizim tasavvurumuzdan, düşündüğümüz­den farklıdır, başkadır.
Bu sıfatlara Allah'ın zâtı sıfatları denmesi, bunların yalnız Allah'a ait olup, başka varlıklarda bulunmama­sı sebebiyledir.

Cenâb-ı Hak'ın Sübutî Sıfatları.
1- Hayat: Diri ve canlı olmak de­mektir. Allah diridir, canlıdır. Can­lılığı, diriliği ebedidir. Güçsüzlü, can­sızlık anlamına gelen uyku, gaflet, ölüm gibi eksiklerden uzaktır.
2- tlim: Bilmek demektir. Allah herşeyi bilir. Bilinmesi mümkün olup da Allah'ın bilmeyeceği şey yoktur. Allah açıkladığımız şeyleri bildiği gi­bi gizlediğimiz, içimizden geçirdiğimiz şeyleri de bilir. O'nun bilgisi haricin­de hiçbir şey meydana gelmez, tlmî her şeyi kuşatmıştır.
3- Semi: işitme demektir. Allah işitir. İşitmesine sınır yoktur, işitilme­si mümkün olan her şeyi işitir. İnsan kulağı ancak belli bir tını dahilindeki sesleri işitir. Allah ise en küçüğünden en büyüğüne her sesi, işitileek her şe­yi işitir.
4- Basar: Görmek demektir. Al­lah görür ve bu görmesi sınırsızdır. Görülecek hiçbir şey O'nun görmesin­den hariç olmaz. Bizim gözümüz her zaman her şeyi görmez. Biz karanlıkta göremeyiz. Mikropları ancak mikros­kop yardımıyla görebiliriz. Allah ise zifiri karardıkta, siyah taşın üstündeki siyah karıncayı görür. Her şeyi hiçbir alete, vasıtaya muhtaç olmadan görür.
5- trade: Dilemek, istemek de­mektir. Allah'ın dilemesi ve istemesi hiçbir kayda tâbi değildir. Hür ve ser­best olarak dilediği gibi hükmeder, di­lediğini yapar, dilediğini yapmaz.
6- Kudret: Güç ve kuvvet sahibi olmak demektir. Allah sonsuz bir güç ve kuvvet sahibidir. Gücünün yetme­yeceği hiçbir şey yoktur. O her şeye kadirdir.
7- Kelam: Konuşmak demektir. Allah konuşur. Fakat konuşmak için bizim gibi harflere, kelimelere ihtiyacı yoktur. Bu sıfatı ile peygamberlere ki­taplar indirmiş, bazı peygamberlerle de konuşmuştur.
8- Tekvin: Yaratmak demektir. Allah yoktan vareden, yaşatan, diril­ten ve öldürendir. Her şeyi O yarat­mıştır. Her şey O'nun yar atmasıyla varolmuş, vücud bulmuştur.
Görüldüğü gkibi Cenab-ı Hakkın sübuti sıfatlarından bazıları insanlar­da da vardır. Fakat insanlarınki ala­bildiğine sınırlı ve devamsızdır. Allah Teâlâ'nın bu sıfatları ise sınırsız, ezelî ve ebedîdir.
Bir Müslüman anlatmaya çalıştı­ğımız bu esaslar çerçevesinde Allah'a inanacaktır. Anlaşılması en kolay Tanrı inancı budur. Akıl için bunun ötesinde Tanrı varlığını kavramak mümkün değildir. Aklın, kişiyi ima­na ulaştırma gücü vardır ve bu onun görevidir. Fakat akıl bu konuyu faz­la kurcaladı mı bocalıyor, çıkmaza gi­riyor. Çünkü akıl iman edilen Yüce Varlığı açıklayacak, nasıl ve nice ol­duğunu kavrayacak güç ve kapasite­de değildir. Ünlü filozof Pascal (1623-1662), "Aklın, mutlak varlığa gidiş yolunda yapacağı en namuslu jest kendini yakmaktır" derken her­halde bu gerçekten başkasını ifade ediyor olamazdı.
Müslüman din büyükleri Allah'­ın büyüklüğünü anlamak, kavramak için yarattığı harika şeylere dikkat et­memizi, eserlerini incelememizi istemişlerdir. Büyük âlim İmam Şafiî (767-821)'ye sordular:

—Allah'ın varlığına delilin nedir?
Cevap verdi:
—Dut yaprağıdır. Onu inek yer, süt olur, arı yer, bal olur; ipek böce­ği yer, koza olur.
Ünlü bilgin Edison (1848-1931) şöyle diyor: "Hiçbir keşif otun top­rağı yanp çıkması kadar harika ola­maz. Çünkü otu Allah yaratmıştır."
Allah'a inanmanın önemi:
Allah'a inanan insan manen tat­min ve müsterih olur. Kafasını kur­calayan birçok "neden?", "nasıl?", "niçin?"lerin baskı ve hücumundan kurtulur. Zira Allah'a inanmak de­mek, bir anda her sırrın, her sorunun açıklığa ve cevaba kavuşması demek­tir. Allah'ın varlığını, yoktan var edi­ciliğini kabul etmedikçe; insan, dün­ya ve tüm evrenle ilgili bilinmezler, problemler muallakta kalmaktadır. Şüphe ve tereddütler beyinleri kurca­lamaktadır. İnanmak bir anda bun­lardan kutulmaktır. Allah'ın varlığı­nı kabul etmedikçe akıl ve bilim şim­di var olan ilerde de artacağı şüphe­siz bulunan problemleri ebedi çöze­meyecektir. Ama yaratma olayının kabulüyle birlikte birçok problem kendiliğinden çözülmekte ve aydınlı­ğa kavuşmaktadır.
Allah'a inanmak, dürüst ve na­muslu bir toplum ortaya çıkarmanın da en sağlam güvencesi ve garantisi­dir. Ortaya konan hukuk kuralları ne kadar tatminkâr, onların uygulayıcı­ları ne ölçüde dikkatli ve müsamaha-sız olursa olsun, kişi kendini ilahi bir kontrol altında hissetmedikçe kötülüklere tümüyle engel olunamayacak­tır. Maddi refahın en üst sınırlarında bulunan ABD'de birkaç sene önce bir gün elektrikler kesiliyor, bütün alış­veriş yerlerinde, mağaza ve market­lerde karanlıktan istifade ile müthiş bir yağma başlıyor. Çünkü böyle bir ortamda kanun korkusunun, inzibat korkusunun rolü olmuyor. Bu durum her yerde görülebilir. Allah korkusu hâkim olmadıkça yüzdryüz özlenme-si mümkün de değildir. Mehmet Akif'in dediği gibi, ahlaka gerçek de­ğer ve yüksekliğini kazandıran ancak Allah korkusudur.
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Aralık 2011       Mesaj #39
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.
Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.
Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:
a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.
b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A 'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180);
"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır '' (el-İsrâ, 1 7/110) buyurulmuştur
Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, m******* anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68). Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir. O'nun ayet ve hadislerde gecen başka isimleri de vardır. Yalnız Tirmizî ve İbn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır. Bu isimler şunlardır:
1) ALLAH:-Tüm isim ve sıfatlan kendinde toplayan yüce Allah'ın zatının, başka hiçbir varlığa verilemeyen ismidir.
2) RABB: Terbiye eden, yaratan, besleyen, mâlik, en mükemmel, sahip tutan ve idare eden anlamlarına gelir. Rabb ismi, yüce Allah'ın umûmî isimlerindendir. Âlemlerin devamını sağlayan yüce Allah, onların Rabbi'dir. Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olan Rubûbiyeti ve O'nun neticesi olan terbiyesi, besleyip büyütmesi olmasaydı, kainatta ne varlıktan, ne de tekâmül'den hiçbir eser bulunmazdı. Eğer bir kemâlimiz, bir terbiyemiz, ölçülü bir şekilde doğmamız, büyümemiz, yaşamamız ve ölmemiz varsa bunlarda yüce Allah'ın Rab sıfatının yansımasını görmemek mümkün değildir. Bu âlemde görülen ve bilinen her şeyde yüce Allah'ın sıfatlarının belirtisi vardır.
3) RAHMAN: Allah'ın pek merhametli, çok rahmet sahibi olması anlamlarına gelen bir sıfat ismidir. Sıfat ismi olmakla beraber, bu ismin Allah'tan başkasına verilmesi uygun görülmez. "Çok rahmet sahibi, gayet merhametli ve sonsuz rahmeti bulunan" diye tefsir edilip açıklanabilirse de, yalnız yüce Allah'ın özel bir ismi olduğundan dolayı tam anlamıyla tercüme edilemez. Dilimizde onun tam karşılığı olan bir kelime yoktur. "Esirgeyici" olarak tercüme edilmesi de doğru değildir. Dolayısıyla bu anlam Rahman isminin tercümesi olamaz. "Acıyan" diye tercüme edilmesi de onun tam anlamını vermekten uzaktır. Çünkü kuru bir acıma merhamet değildir. Bilindiği gibi, merhamet acıyı giderip yerine sevinç ve iyiliği getirmektir. Bu itibarla merhametli sözcüğünden anladığımız anlamı, diğerlerinden anlayamayız. Rahman, "pek merhametli" şeklinde eksik olarak tefsir edilebilirse de tercüme edilemez. Yüce Allah'ın rahmeti, sadece bir iyilik duygusundan ibâret değildir. O'nun rahmeti, insanlara iyilik dilemesi ve sayılamayacak kadar nimetler vermesidir. O halde "Rahman" ismini böylece bilmek ve anlamak gerekir. Her gün karşılaştığımız ve içinde bulunduğumuz nimetler, aslında bize Rahman'ın en güzel açıklamasıdır.
4) RAHÎM: "Çok merhamet edici' anlamında bir isimdir. Allah'ın sıfat ismi olmayıp, Allah'tan başka varlıklara da verilebilen bir isimdir. Bu iki sıfat "Rahmet" mastarından türemiş olmakla beraber, aralarında ifade ettikleri anlam bakımından farklar vardır. Rahman ve Rahîm arasındaki bu farklar şöylece belirtmek mümkündür:
a) Rahman sıfatı; daha ziyâde ezelle; Rahîm sıfatı ise daha çok ebedle ilgilidir. Bu nedenle hadislerde yüce Allah'ın hakkında "Dünyanın Rahman'l ahiretin Rahîm'i" ifadelerinin kullanıldığını görüyoruz. Rahman sıfatı bütün insanları; Rahîm sıfatı ise yalnız müminleri kapsar.
b) Rahman sıfatı; hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın varlıkları yaratmak, meydana getirmek, onların çalışıp çalışmadıklarına bakmadan sayısız nimetlerle nimetlendirmek anlamına gelirken; Rahîm sıfatı Allah'ın emirleri doğrultusunda çalışanlara, çalıştıklarının karşılığını vermek anlamına gelmektedir.
c) Rahman sıfatı; ümitsizliğe, karamsarlığa imkan bırakmayan kesin bir ümit ve ezelî bir yardım ifade eder. Rahîm sıfatı ise, yaptığımız işlerimizin Allah tarafından mükâfatlandırılacağını ifade etmektedir. Bu nedenle Rahman sıfatının ifade ettiği mânâda mü'min ve kâfir eşit tutulup ayırım yapılmamış; Rahîm sıfatının belirttiği manada ise, mü'min ve kâfir açık bir farkla ayrılmışlardır.
5) el-MELİK: Yüce Allah Melik'tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O'na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah'tır. O yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegane hükümdardır. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek Allah'tır..
6) el-KUDDÛS: Her türlü hata, gaflet ve acizlikten uzak, eksiklikten beri, mutlak kemâl sahibi anlamında. Allah, sonradan olma ve hiçbir tasvir kayıtlarına sığmayan, hakkında hiçbir eksiklik düşünülemeyen en mukaddes olan en yüce varlıktır (el-Haşr, 59/23; el-Cum'a, 62/1).
7) es-SELÂM: Allah, her türlü eminliğin, salimliğin aslı olup, ayıptan kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı anlamındadır. Allah, yok olmaktan ve hatıra gelen her türlü eksikliklerden uzaktır. Buna göre dünyadan ve ahiretten emin olmak isteyenleri ve kurtuluşa ermek dileğinde bulunanları, kurtuluşa erdirecek olan da yalnız Allah'tır (el-Haşr, 59/23).
8) el-MÜMİN: Allah'ın iman ve güven veren her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran anlamında bir ismidir. Allah, korku içinde olanlara emniyet ve güven verendir. Bu bakımdan her türlü korkudan emin olmak için Allah'a iltica edilmeli, O'na sığınılmalıdır.
9) el-MÜHEYMİN: Allah'ın görüp gözeten, her şeye şahit olan, her şeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan olduğu anlamına gelir.
10) el-AZİZ: Allah'ın, hiçbir yönden mağlup edilemeyen, her işinde mutlak gâlip gelen, son derece izzetli ve yüce olduğu manasına gelir. Hiçbir yönden benzeri olmayan dilediğini yapan ve buna güç yetiren, yüce varlığını ve kudretini hiçbir gücün mağlup edemediği tek yaratıcı Allah'tır.
11) el-CEBBAR: Allah'ın, yarattığı tüm varlıklarının ihtiyaçlarını karşılayan, her konuda çok güçlü ve kudretli olduğu anlamındadır. Ayrıca Allah'ın yarattıklarının tümünü kendi iradesine mecbur eden, dilediğini de zorla yaptırmaya gücü yeten, kesin hükmüne karşı gelinemeyen yaratıcı olduğu anlamına da gelir. Yüce Allah'ın "Cebbâr" sıfatı sebebiyle insanların, işlerine kendi iradeleri ve serbestlikleri olmadığı sanılmamalıdır. Çünkü Allah, bildirdiği emir ve yasaklarına uyup uymama konusunda insanları kendi iradelerinde serbest bırakmıştır. Şüphesiz insanların, Allah tarafından akıllı ve iradeli yaratılmalarının bir anlamı vardır. Allah, insanı O'nun hükümlerini tanıyıp bilmesi için akıllı, kendi irade ve istekleri ile O'nun emrine uymaları ve gösterdiği bu yolda yürümeleri için de serbest iradeli yaratmıştır.
Ancak Allah'ın, insanlara işlerinde serbestlik tanımış olması, onların bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur olduğu anlamına gelmez. Örneğin Allah'ın emirlerini dinlemeyip O'na karşı gelen asiler, günahkârlar cezaya yanaşmak istemeseler de vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olacaklardır. Allah'ın mutlak iradesi ve kudreti altına girmeyen hiçbir varlık düşünülemez. "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir" (Âlu İmrân, 3/83).
12) el-MÜTEKEBBİR: Allah'ın her hususta çok büyük ve azamet sahibi ulu bir yaratıcı olduğu anlamındadır. Büyüklük O'nun hakkıdır. Yaratılmışların hiçbirinin böyle bir hakkı yoktur. Allah, zatında sıfatlarında ve işlerinde, mutlak manada büyüklüğün tek sahibidir. Hiçbir insan için bu mânâda bir büyüklükten söz edilemez. Kendilerini büyük sanan nicelerinin, Allah'ın sonsuz kudreti ve büyüklüğü karşısında ne kadar küçüldükleri imkân imkânsız olan bir gerçektir. Büyüklük sevdasına kapılanların yok olmalarına, bazen küçücük bir olay hattâ çok küçük bir yaratık, bir mikrop bile yetmiştir. Bu gerçek karşısında insanlar hangi büyüklükten söz edebilirler?..
13) el-HÂLİK: Allah'ın yaratıcı olduğunu belirten bir sıfattır. Yaratmak ise bir şeyi var etmek, hiç benzeri olmayan bir şeyi meydana getirmek demektir. Bu manada Allah'tan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Herşeyi yaratan O'dur. İnsanların ortaya koydukları şeyler yaratma değildir; var olanlardan yeni bir şey elde etmektir. Allah, yaratandır; O'nun dışındaki tüm varlıklar ise yaratılmıştır.
14) el-BÂRÎ: Allah'ın, yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratması, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getirmesi mânâsındadır. Şüphesiz varlıkları seçip, düzenleyip olgunlaştırarak her birini ayrı bir özellikte yaratan Allah'tır.
15) el-MUSAVVİR: Allah'ın yaratmış olduğu varlıkların şekil ve durumlarını takdir edip, dilediği şekilde meydana getirmesi, şekillendirmesi anlamına gelir.
16) el-GAFFÂR: Kullarının günâhlarını affeden ve çok bağışlayan yüce varlık anlamına gelir. Günâh işlemek insanların özelliği olduğu gibi, onların günâhlarını örtmek ve bağışlamak da yüce Allah'ın ayrılmaz sıfatlarındandır.
17) el-KAHHÂR: Allah'ın ziyadesi ile kahredici, yok edici yüce bir varlık olduğu manasına gelir. Sonsuz kudretinin karşısında hiçbir kimsenin gücü ve kudreti olamaz. Ama serbest iradeleriyle O'nun karşısına çıkma cüretini gösterenlere de lâyık oldukları cezaları tam olarak verecektir. Allah'ın kayıtsız üstünlüğüne sınır koyacak hiçbir varlık yoktur.
18) el-VEHHÂB: Allah'ın çok hibe eden, çok fazla bağışlayan olduğu anlamına gelir. Hak sahibi olmadıkları halde yarattıklarına çok çok verendir.
19) er-REZZÂK: Allah'ın bütün yaratıkların rızıklarını veren olduğunu ifade eder. Her canlı için gerekli gıdayı bahşedip yaratan ve bol bol veren Allah'tır.
20) el-FETTAH: Kulların, her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran manasına gelir. Faydalı ilimlere karşı insanların kalbini açarak, onların islerini kolaylaştıran, bütün zorluklarını ortadan kaldıran yüce Allah'tır. Her işinde üstün gelen O'dur.
21) el-ÂLİM: Allah'ın, çok bilen, bilgisi ezelî ve ebedî olan, her şeyi her yönüyle bilen tek yaratıcı olduğu m******* ifade eder.
22) el-KÂBIZ: Allah'ın, her şeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, her şeyi emri altına alıp tutan en yüce varlık oldu
Bu anlamına gelir.
23) el-BÂSIT: Allah'ın, her hayrı veren, lütuf ve rahmetini kullarına yayan yüce yaratıcı olduğunu ifade eder. Allah, insanlara rızık, neşe, rahatlık ve bolluk vererek onlara lütuf ve rahmetiyle muâmele etmektedir.
24) el-HÂFID: Allah'ın, emirlerini dinlemeyen, başkalarını beğenmeyen, büyüklenip hak ve hukuk tanımaz zorbaları rezil, perişan eden anlamına gelen bir ismidir.
25) er-RÂFİ: Kaldıran, yükselten ve yüksek olan anlamlarına gelir. Gönülleri iman ve irfan ışığıyla parlatan, yüksek gerçeklerden haberdar eden yüce Allah'tır. Her yönüyle yüce ve yüksek olan O'dur.
26) el-MU'İZZ: İzzet ve ikrâm edici, şeref sahibi anlamına gelir. Yalancılığa, samimiyetsizliğe itibar etmez.
27) el-MÜZİLL: Yüce Allah'ın, lâyık olanları zillete düşüren, zelil kılan, onları hor ve hakir eden anlamına gelen bir sıfat isimdir.
28) es-SEMI': İşiten, işitme kuvve tine sahip olan ve işitme gücünü verendir. O, hiçbir şartla ve kayda bağlı olmaksızın işitir.
29) el-BASÎR: Herşeyi her yönüyle eksiksiz gören, yaratıklarına da görme duyusunu veren anlamını taşır.
30) el-HAKEM: Hüküm koyan, emir veren, varlıklar hakkında hükmünü tamamen icra eden anlamına gelir.
31) el-ADL: Allah'ın herkese hakkını veren, koyduğu âdil hükümleriyle zulme razı olmayan, zulmü ve zâlimi sevmeyen anlamına gelen sıfatının ismidir. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır (el-A 'raf, 7/85; Yûnus, 10/109; Yûsuf, 12/80).
32) el-LATÎF: En ince işlerin bile bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri de yapan, seçilmez yollardan da kullarına çeşitli faydalar ulaştırandır (el-En'âm, 6/103).
33) el-HABÎR: Herşeyden haberdar olan, her şeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle haber sahibi bulunan, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.
34) el-HALİM: Acele etmeyen, günahkârların cezasını vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.
35) el-AZİM: Çok yüce ve çok büyük olan; sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlük de yalnız O'ndadır.
36) el-GAFÛR: Mağfiret eden, yargılayan, suçları bağışlayan, affeden, insanların beğenilmeyen taraflarını gizleyendir.
37) eş-ŞEKÛR: Çok şükre lâyık olan, kendi rızası için şükredilen, şükür olarak yapılan iyi işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muamelesi yapandır.
38) el-ALİYY: Yüksek, büyük ve yüce olan; kudrette, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün kemâl sıfatlarında üstün olandır. Herşey O'nun hükmü ve emri altındâdır.
39) el-KEBİR: Büyük, yüce anlamında olup, Allah'ın kâinatı ve ondâkileri hüküm ve kudretiyle idâre eden, her şeyi hükmü altına alan sıfatının ismidir.
40) el-HAFIZ: Muhafaza eden, koruyup saklayan, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla saklayıp, her şeyi belli vaktinde afet ve belâlardan koruyandır.
41) el-MUKÎT: Rızıkları yaratıcıdır.
42) el-HASÎB: Herkesin yaptıklarını takdir eden, yapılanları bütün ayrıntılarıyla bilip her insanı hesaba çekerek yaptığının karşılığını verendir (el-Ahzâb, 33/39).
43) el-CELÎL: Büyüklük ve ululuğu pek yüce olandır. Sıfat ve-isimleriyle her türlü büyüklük kendine ait olandır.
44) el-KERÎM: Cömert, kerem sahibi; muktedir iken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getirendir.
45) er-RAKÎB: Görüp gözeten, murâkebe eden, bütün varlıklar üzerine gözcü olup bütün işlerini kontrol altına alandır (en-Nisâ, 4/1).
46) el-MUCÎB: İcâbet eden, isteyene karşılık veren, teklifleri bilen ve O'na yalvaranların isteklerine icâbet eden ve karşılık verendir (el-Bakara, 2/186).
47) el-VASİ': Bağışlaması bol ve rahmeti çok olandır. Yarattıklarına maddi ve manevigenişlik verendir (el-Bakara, 2/247).
48) el-HAKIM: Herşeyi inceliğiyle bilen, bu bilgisine göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olandır.
49) el-VEDÛD: Çok şefkatli, muhabbetli, salih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegane lâyık olandır. Sevgi ve dostluk hissini yaratandır (Hud, 1 1/90).
50) el-MECÎD: Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir (Hud, 11/73).
51) el-BAİS: Sebepleri yaratan ve ölüleri diriltendir. İhtiyaçlarma göre insanlara peygamberler gönderendir.
52) eş-ŞEHÎD: Herşeye şahit olan, her şeyi hakkıyla gören, bilen ve muamelesini de buna göre yapandır.
53) el-HAKK: Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olandır (el-Hacc, 22/6).
54) el-VEKİL: Hayatını, O'na tevekkül ederek düzenleyen ve böylece O'na sığınanların işlerinde kendilerine yardım edendir; İdaresinde hiçbir kayda ve şarta bağlı olmayandır.
55) el-KAVÎ: Kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sahibi olandır. Herşey O'nun kudret ve kuvveti karşısında güçsüzdür; O'na boyun eğmek zorundadır.
56) el-METİN: Metânetli, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş O'na zor değildir.
57) el-VELÎ: Emir sahibi ve iyi insanların yani müminlerin dostu (velisi) olup onlara yardım ederek işlerini yönetendir.
58) el-HAMÎD: Çok övülen, övgüyle değer sıfatlarıyla hamd edilendir. Bütün varlığın diliyle övülmeye lâyık ve her an hamd edilen tek yüce varlıktır.
59) el-MUHSÎÎ: Allah, çokça veren, sonsuz düşünülse bile her şeyin sayısını her yönüyle bilendir.
60) el-MÜBDÎ: Hiç yoktan ortaya koyan, vareden, yaratandır. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
61) el-MU'ÎD: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratandır. O'ndan başka yaratıcı olamaz.
62) el-MUHYÎ: Dirilten, canlandıran ve hayat verendir. O'nun öldürdüğüne kimse hayat veremez (Fussilet, 41/39)
63) el-MÜMÎT: Öldüren, ölümü her canlıya takdir edip bunu uygulayandır.
64) el-HAYY: Diri, canlı hiç ölmeyen, hayatı ezeli ve ebedi olandır.
65) el-KAYYÛM: Baki ve ebedi olan; her şeyin O'nun kudret ve iradesiyle varlığını sürdürebildiği tek varlıktır (el-Bakara, 2/250; Âlu İmrân, 3/1).
66) el-VÂCİD: Var olan ve her şeyi vareden, icad eyleyen; varlığı kendinden olan; dilediğini istediği anda var edip yaratandır. O'na karşı hiçbir şey kendini gizleyemez.
67) el-VAHİD: Tek, bir olmak, Allah ikincisi olmayan tek birdir. Zatında, sıfatlarında, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı-dengi ve benzeri bulunmayandır.
68) es-SAMED: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, tüm yaratıkların ihtiyacını gideren ve her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulandır.
69) el-KADÎR: Kudret sahibi, tükenmez kudreti olan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olandır. Her türlü güç ve kuvvet de O'ndandır (el-Bakara, 2/20).
70) el-MUKTEDİR: Gücü her şeye yeten, her şeyi dilediği duruma getiren, kuvvet sahipleri üzerinde istediği gibi tasarruf edendir.
71) el-MUKADDİM: Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan; dilediğine maddi ve manevi nimetler verip yükselten, öne geçiren, ilerlemelerini sağlayandır.
72) el-MUAHHİR: Herşeyden sonra yine var olan; emir ve yasaklarına uymayanları zelil edip arkaya bırakan, istediğini geri koyandır. Sonunda yine sadece O var (olarak) kalacaktır.
73) el-EVVEL: Herşeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayandır.
74) el-AHİR: Herşey son bulunca O, var olarak kalacaktır. Varlığının sonu yoktur.
75) ez-ZÂHİR: Görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı her şeyden aşikâr olandır. Her yaratık yaratanının görülen bir şâhididir.
76) el-BATIN: Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak varlığı da kesin olarak bilinendir. (Hayal, duygu, akıl ve düşüncenin de görülmeyip eserle varlıklarının kesin olarak bilinmesi gibi).
77) el-VALÎ: İdare eden bu büyük kâinatı ve onda her an olup bitenleri idare edip yönetendir. İdare etme yeteneği O'nundur.
78- el-MUTE'AL: Yüksek ve yüce varlık... Bilinenlerin en üstün olanı... Akım yaratılmışlarda mümkün gördüğü her şeyden çok yüce olandır.
79) el-BİRR: İyilik ve güzellik, bağışta bulunma, kullarına yardımcı olma anlamlarında Yüce Allah'ın bir sıfat ismidir. İyiliği ve ihsânı çoktur. İyilik ve ihsan gibi hisler de sadece ondadır (et-Tûr, 52/28).
80) et-TEVVÂB: Tövbeleri çok kabul eden, tövbe kapısını açık tutarak tövbe etme imkânı verendir. Samimi olarak günahlardan dönüp tövbe edenleri bağışlayandır.
81) el-MÜNTEKİM: İntikam alan, günahkârları, adaletiyle yargılayarak lâyık oldukları cezaya çarptıran demektir.
82) el-AFÜV: Merhametli, daima affeden, günâhlardan dilediğini affedip suçları bağışlayandır.
83) er-RAÛF: Çok merhamet eden, insanları yükümlü tutmada pek müsâmahalı ve yumuşak davranandır.
84) MALİKÜ'L-MÜLK: Herşeyin tek sahibi, her ne varsa O'nundur. Herşey üzerinde mutlak tasarruf yetkisi sadece O'na aittir. O h;llde Ondan başkasına kulluk edilmez.
85) ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRÂM: Celâl ve ululuk sahibidir. İkrâm ve ihsân edicidir. Hürmet ve saygıya yegane lâyık ve tüm büyüklüklere sahip olandır.
86) el-MUKSİT: Doğru hareket eden, bütün işlerini birbirine uygun ve yerli yerinde yapandır.
87) el-CÂMİ: Derleyen, toplayan, her şeyi kudreti içinde bulundurup dilediğini istediği anda ve istediği yerde toplayandır.
88) GANÎ: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hakkında noksanlık ve ihtiyaçtan sözedilemeyendir.
89) el-MACİD: Kerem ve müsâmahası sınırsız olandır. İnsanlara iyilikle muamele edip onları himâye etme lütfunda bulunan, her türlü sıkıntılarını giderendir.
90) el-MÂNİ': Herşey O'nun emir ve korumasına bağlıdır. O'nun emri olmadıkça hiçbir şey olamaz. İstemediği şeyin, yani takdir etmediğinin olmasına imkân yoktur.
91) en-NÛR: Alemleri, bütün kâinâtı nurlandıran, aydınlatan; istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur, aydınlık ihsan edendir.
92) el-HADÎ: Hidâyet eden, doğru yolu gösteren; hidayet yaratan; istediğini iyi işlerde başarıya ulaştıran, kullarına doğru yolu gösterendir.
93) el-BEDÎ: Eşi ve benzeri olmayan, bir şeyi en mükemmel yapan, yaratan, eşsiz ve görülmemiş şeyleri varedendir. Varlıklar âleminde O'nun eşi ve benzeri yoktur. Hayret verici âlemleri yoktan var eden, icad eden O'dur.
94) el-BÂKÎ: Sürekli var olan ve var olacak olandır. Sonu olmayandır. Allah'ın varlığının sonu yoktur.
95) el-VARİS: Tüm varlıkların gerçek sahibi, varisidir. Servetlerin geçici sahipleri yok olduktan sonra da varlığı devam eden ve o servetlerin sahibi olandır.
96) er-REŞÎD: Doğru yolu gösteren: İnsanları, peygamberlerin getirdiği ve tebliğ ettiği kitaplar vasıtasıyla doğru yola iletendir. Allah, bütün işleri ezeli takdirine göre yönetip, dosdoğru bir düzen içinde sonuca ulaştırandır.
97- es-SABÛR: Çok sabırlı, hiçbir şeyde acele etmeyen; kendine isyan edenleri cezalandırmada acele etmeyip, onlara süre verendir.
98- ed-DAR: Elem ve zarar verici şeyleri hikmetinin gereği olarak yaratandır. Yüce Allah, zarar veren şeyleri yaratmıştır. Fakat onlardan zarar görmemizi değil, akine maddi-manevi bütün zararlardan sakınarak korunmamızı emretmiştir.
99) en-NAFİ: Hayır ve fayda verici şeyleri yaratandır. Bütün olaylar sebepleriyle meydana geliyorsa da, sebepler yok'u var edemez. Onlar ancak insanların elinde birer vesîle ve Hakk'tan isteme vâsıtası olmak üzere yaratılmışlardır.
Allah'ın zâtı, bir: güzel isimleri (esmâü'l-hüsnâ) ise çoktur. Allah'ın doksan dokuz ismi hadis-i şeriflerde de bildirilmiştir. İbn Kesir, tefsirinde, Buhâri ve Müslim'in Ebû Hureyre (r.a.)'den naklettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s.)'den şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor:
"Yüce Allah'ın bir eksiğiyle yüz ismi vardır. (yani doksandokuz). Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, tek 'i sever. "

Kaynak: Allah'ın (CC) İsimleri - Esmâu'l-Husnâ
cHAKİ - avatarı
cHAKİ
Ziyaretçi
10 Ekim 2013       Mesaj #40
cHAKİ - avatarı
Ziyaretçi
1. allah: her ismin vasfını ihtiva eden öz adı.
2. er-rahman: dünyada bütün mahlukata merhamet eden, şefkat gösteren,ihsan eden.
3. er-rahim: ahirette, müminlere acıyan.
4. el-melik: yaratıcı, kainatın sahibi.
5. el-kuddus: her noksanlıktan uzak.
6. es-selam: her tehlikeden selamete çıkaran.
7. el-mümin: iman nurunu veren.
8. el-müheymin: her şeyi görüp gözeten.
9. el-aziz: mutlak galip, karşı gelinemez.
10.el-cebbar: dilediğini yapan ve yaptıran.
11.el-mütekebbir: büyüklükte eşi yok.
12.el-halık: yaratan, yoktan var eden.
13.el-bari: her şeyi kusursuz yaratan.
14.el-musavvir: varlıklara sûret eden. onları birbirinden ayıran özellikte yaratan.
15.el-gaffar: günahları mağfiret eden.
16.el-kahhar: her istediğini yapacak güçte.
17.el-vehhab: karşılıksız nimet veren.
18.er-razzâk: her varlığın rızkını veren.
19.el-fettah: her türlü sıkıntıları gideren.
20.el-alim: gizli açık, geçmiş, gelecek her şeyi, ezeli ve ebedi ilmi ile çok iyi bilen.
21.el-kabıd: rızıkları daraltan, ruhları alan.
22.el-basıt: rızıkları genişleten, ruhları veren.
23.el-hafıd: kafir ve facirleri alçaltan.
24.er-rafi: şeref verip yükselten.
25.el-mu'ız: dilediğini aziz eden.
26.el-müzil: dilediğini zillete düşüren.
27.es-semi: mükemmel işiten.
28.el-basir: gizli açık, her şeyi iyi gören.
29.el-hakem: mutlak hakim, hakkı batıldan ayıran.
30.el-adl: mutlak adil, yerli yerinde yapan.
31.el-latif: lütfeden, her şeye vakıf.
32.el-habir: her şeyden haberdar.
33.el-halim: cezada acele etmeyen, hilm sahibi.
34.el-azim: büyüklükte benzeri yok.
35.el-gafur: affı, mağfireti bol.
36.eş-şekur: az amele, çok sevap veren.
37.el-ali: yüceler yücesi.
38.el-kebir: büyüklükte benzeri yok.
39.el-hafiz: her şeyi koruyucu olan.
40.el-mukit: her çeşit rızkı yaratan.
41.el-hasib: kulların hesabını en iyi gören.
42.el-celil: celal ve azamet sahibi.
43.el-kerim: keremi bol, karşılıksız veren.
44.er-rakib: her varlığı her an gözeten.
45.el-mucib: duaları kabul eden.
46.el-vasi: rahmet ve kudret sahibi, ilmi ile her şeyi ihata eden.
47.el-hakim: her şeyi hikmetle yaratan
48.el-vedud: iyiliği seven, iyilik edene ihsan eden. sevgiye layık olan.
49.el-mecid: zatı şerefli, nimeti, ihsanı sonsuz.
50.el-ba'is: peygamber gönderen, meşherde ölüleri dirilten.
51.el-şehid: her an her yerde hazır ve nazır.
52.el-hak: varlığı değişmeden duran. var olan, hakkı ortaya çıkaran.
53.el-vekil: kulların işlerini bitiren.
54.el-kavi: kudreti en üstün ve hiç azalmaz.
55.el-metin: kuvvet ve kudret benbaı.
56.el-veli: müminleri seven, yardım eden.
57.el-hamid: hamd ve senaya layık.
58.el-muhsi: varlıkların sayısını bilen.
59.el-mübdi: maddesiz, örneksiz yaratan.
60.el-mu'id: yarattıklarını yok edip, sonra tekrar diriltecek olan.
61.el-muhyi: mahluklara can veren.
62.el-mümit: her canlıya ölümü tattıran.
63.el-hayy: ezeli ve ebedi bir hayat ile diri.
64.el-kayyum: zatı ile kaim, mahlukları varlıkta durduran.
65.el-vacid: hiçbir şey kendine gizli değil.
66.el-macid: keremi, ihsanı bol olan.
67.el-vahid: zat, sıfat ve fiillerinde benzeri ve ortağı olmayan, tek olan.
68.es-samed: hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkesin muhtaç olduğu merci.
69.el-kadir: kudret sahibi, dilediğini yapan.
70.el-muktedir: dilediği gibi tasarruf eden, her şeyi kolayca yaratan, kudret sahibi.
71.el-mukaddim: şerefte birini öne alan.
72.el-muahhir: dilediklerini tehir eden.
73.el-evvel: ezeli, varlığının başlangıcı yok.
74.el-ahir: ebedi, varlığının sonu yok.
75.ez-zahir: yarattıkları ile varlığı açık.
76.el-batın: aklın tasavvurundan örtülü.
77.el-vali: bütün kainatı idare eden.
78.el-müteali: son derece yüce.
79.el-ber: iyilik ve ihsanı bol.
80.et-tevvab: tevbeleri kabul eden.
81.el-müntekım: asilere ceza veren.
82.el-afüvv: affı çok, günahları yok eden.
83.er-rauf: çok merhamet eden, şefkatli.
84.malik-ül mülk: mülkünde hakim.
85.zül-celali vel ikram: celal, azamet, şeref, kemal ve ikram sahibi.
86.el-muksıt: mazlumların hakkını alıcı.
87.el-cami: iki zıddı bir arada bulunduran.
88.el-gani: ihtiyaçsız. her şey ona muhtaç.
89.el-mugni: ihtiyaç gören, fazlıyla doyuran.
90.el-mani: dilemediklerine mani olan.
91.ed-dar: elem, zarar verenleri yaratan.
92.en-nafi: menfaat veren şeyleri yaratan.
93.en-nur: zatı açık ve alemleri nurlandıran.
94.el-hadi: hidayet veren.
95.el-bedi: misalsiz, örneksiz yaratan.
96.el-baki: varlığı ebedi olan.
97.el-varis: her şeyin asıl sahibi olan.
98.er-reşid: irşada muhtaç olmayan.
99.es-sabur: ceza vermede, acele etmez.

Benzer Konular

16 Ocak 2013 / virtuecat Genel Mesajlar
23 Şubat 2013 / virtuecat Taslak Konular
30 Mayıs 2008 / DrAm3vLH Sosyoloji
16 Aralık 2007 / yüksel2 Kur'an-ı Kerim
4 Ağustos 2007 / _PaPiLLoN_ Astroloji/Fallar