Arama

Menkıbeler (Dini Hikaye, Öyküler) - Sayfa 16

Güncelleme: 16 Mayıs 2014 Gösterim: 390.985 Cevap: 177
ik_ra - avatarı
ik_ra
Ziyaretçi
28 Temmuz 2009       Mesaj #151
ik_ra - avatarı
Ziyaretçi
İnsan bazen birilerini delice sever; ancak,bazen karşı taraftan aynı karşılığı göremez.Çünkü fıtrat, fıtrî olmayan şeyi reddeder.O zaman da sevgi, düşmanlığa dönüşür.Öyle ki, daha önce övmede değer kabul ettiği durumlar,daha sonra onu yermeye esas teşkil eder .Önce, kendi kendine, o şahıs için gönlünde bir Süleyman tahtı kurmuştur.Şimdi de o tahtı kırıp geçirmekte ve söküp atmaktadır.
Kim bilir belki de ne kurduğundan, ne de kırıp döktüğünden,karşıdakinin hiç mi hiç haberi yoktur.
Sponsorlu Bağlantılar
Bu tıpkı ‘’ tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok’’ misalindeki gibi lüzumsuz bir küskünlüktür
Her şeyde olduğu gibi sevgide de aşırılıktan kaçınmak gerekir. Bu konuda Allah Resulü’nün (sas) verdiği ölçü ne kadar çarpıcı ve ibret vericidir! ‘’Sevdiğini bir ölçüde sev,belki bir gün o düşmanın olur.Kızdığına ,da yine bir ölçüde kız ,belki bir gün dostun olur.’’
Son düzenleyen Safi; 14 Eylül 2017 02:40
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2009       Mesaj #152
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Arzu Eden Gelsin

Sponsorlu Bağlantılar
Muhammed Nasûhî Efendi, bir ara üç gün müddetle sevenlerinden birinin dâveti üzerine hava değişikliği için Çamlıca civârındaki Bulgurlu'ya gitti. Bulgurlu'ya gelişlerinin ilk gecesi, gece yarısından sonra teheccüd namazını kıldıktan sonra yanında bulunanlara;

- Bize bugün Üsküdar'a gitmek gerekiyor. Hizmeti yerine getirdikten sonra inşâallah yine geliriz. Arzu eden bizimle gelebilir, buyurdu.

Sabah namazını kıldıktan sonra Üsküdar'a gelmek üzere yola çıktı. Yolda karşısından derviş kıyâfetli biri geldi ve;

-Ben duâcınız da efendime gidiyordum. Dergâhınıza vardım. "Efendim hazretleri (yâni siz) Bulgurlu'dadır." dediler. Çok şükür efendime burada kavuştum. Size gelişimin sebebi, Üsküdar'da Bülbülderesi denilen yerdeki bir mağarada, Nakşibendiyye yolu mensuplarından Şâh Haydar adında bir zât vardı. Bu zât kimsenin işine karışmayan, haram işlememek için insanlardan uzak yaşamaya gayret eden biriydi. Ömrünün sonuna doğru bana; "Artık dünyâ hayâtım bitmek üzeredir. Vefât ettiğimde cenâzemi yıkamak, namazımı kılmak, kabre koymak ve telkînimi vermek üzere Nasûhî hazretlerinin vekil olmasını istirhâm ediyorum. Bu vasiyetimi unutma ve başkaları yapmak isterlerse mâni ol. Vefâtımı ve vasiyetimi ona bildirmene lüzum yok. Ona Allahü teâlâ bildirir." buyurdu. Lâkin duâcınız işgüzârlık yapıp kendiliğimden geldim. Bu gecenin son üçte birinde vefât etti, dedi.

Nasûhî hazretlerinin yanında bulunan talebeleri, onun bir kerâmetini daha gördüler. Vefât eden zâtın dediği gibi oldu. Nasûhî hazretleri talebeleriyle birlikte Bülbülderesine geldi. Kabrini kazdırdı.Cenâzesini yıkadı. Namazını kılıp, kabre koydu ve telkînini verdi.

'Alıntı'
Son düzenleyen Safi; 14 Eylül 2017 02:41
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2009       Mesaj #153
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Cehennemden Kurtulabilecek miyim?

Mısır evliyasından “Fahr-ül Farisî” hazretlerine, talebesinden biri gelip;
- Efendim, ben bir şeyden çok korkuyorum, diye arz edince sordu:
- Hayırdır evladım, neden korkuyorsun?
- Ahirette Cehennemden kurtulabilecek miyim acaba? Bunu düşünüp çok korkuyorum hocam.
- İnşallah kurtuluruz oğlum.

- İnşallah efendim, ama nasıl?
Buyurdu ki:
- Ümidimiz odur ki oğul, büyükler bize sahip çıkar ve şefaat ederler de inşallah kurtuluruz.
- Ya sahip çıkmazlarsa efendim?
- Merak etme oğlum. Biz bugün onlara sahip çıkarsak, onlar da o gün bize sahip çıkarlar.
Biz onları dinlersek...

- Anlamadım, nasıl yani?
- Demem o ki oğul, biz o büyüklerin sözlerini dinler, nasihatlerine göre yaşarsak, onlara sahip çıkmış oluruz. O zaman onlar da bize sahip çıkarlar.
***
Bir gün de bir genç gelip;
- Efendim, dünyada ve ahirette felaketlerden kurtulmak için ne yapayım? diye sorunca;
- Bunun bir tek çaresi var, buyurdu.
- O nedir ki efendim?
- Kurtulanlarla beraber olmak.
- Kurtulanlardan maksat kimlerdir ki?
- Allahü teâlânın sevgili kullarıdır. “Ehl-i sünnet alimleri” ve “evliyalar” bunlardandır mesela.
Böyle zatlar yoksa?
Delikanlı sordu:
- Böyle zatlar yoksa efendim?
- Onlar yoksa, kitapları var evladım. Onların kitaplarını okuyan da onlarla beraber sayılır.

***
Bir gün de bazı gençlere,
- “Emr-i maruf”, yani İslâma hizmet etmek kime nasip olursa, çok sevinsin, çok şükretsin, buyurdu.
- Bu iş, çok mu sevaptır? dediler.
- Elbette, buyurdu. Bir beldede küfre karşı “emr-i mâruf” yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azâbı tehir eder. Emr-i maruf yapılmayan beldeye ise azab-ı ilâhî gelir.

Alıntı
Son düzenleyen Safi; 14 Eylül 2017 02:41
ik_ra - avatarı
ik_ra
Ziyaretçi
21 Ağustos 2009       Mesaj #154
ik_ra - avatarı
Ziyaretçi
İnsanı başarıya ulaştıran ve mutlu kılan ahlak kurallarının başında sabır gelir.

Yüce Allah,’’Sabret,Allah’ın vaadi haktır.’’ (Rum 60) buyurarak insanlara sabrın en güzel ilaç olduğunu vurgulayarak onlara sabrı emretmiştir.
Sıkıntıları hazmetme sanatı olan sabır, orucun en güzel hediyesidir.Oruç, bir anlam denizidir.Bir cevaplar ansiklopedisi…Bu denizin bir damlası, O kelimeler ülkesinin bir harfi de insanı güzelleştiren sırrıdır.
Ramazan da insan yüzleri,izlemeye doyum olmaz bir masumiyet galerisidir. Benliğinden,
Gururundan sıyrılmış insanın içindeki yalınlıktır bu. Kendinden başkasını görmeyen gözlerin perdesini indiren, ben dağlarını eriten sıcaklık , ihtiyaç sahiplerini görmemizi sağlayan bir gözlük, ve bir ruh terbiyesidir oruç.
Aç kalmanın insanı derinden etkileyebileceğini birçoğumuz aç kalınca anlamış olabilir.Ama burada dikkat çeken ferdi açlıktan çok toplumun aç kalması söz konusu ki; yürekleri toplu attıran bu his dalgasıdır. ‘’Ben neredeyim’’, ‘’Yaptıklarım doğru mu?’’ diyebilmenin kendini gerçekler aynasında görebilmenin bir fırsatıdır oruç.

Nefsimizle hesaplaşmamızın sene-i devriyesinde hayata bakışımızı, kazancımızın helal olup-olmadığının,hakkıyla ibadet edip- etmediğimizin bir mü’min olarak üzerimize düşen vazifeleri yerine getirip- getirmediğimizi sorgulayarak geçireceğimiz bu zaman dilimini en güzel bir biçimde kullanmak dileğiyle hayırlı ramazanlar herkese
Sabırsa en güzel ilaç o zaman bu sabrı ruhun her zerresine yayan şırınga da oruçtur.Ne mutlu her zerreye oruç tutturarak sabır şerbetini içenlere…
Son düzenleyen Safi; 14 Eylül 2017 02:41
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Kasım 2009       Mesaj #155
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Fil Güneş ve Kuran

Hayatında hiç fil görmemiş insanları karanlık bir odaya toplamışlar. Filin vücudunun muhtelif yerlerini sırasıyla bu insanlara temas ettirmişler. Filin kulağına dokunan fili bir yelpazeye, hortumunu tutan boruya, bacağını tutan direğe, gövdesini elleyen ise bir duvara benzetmiş.

Mevlana ise bu konuda “Herkes filin neresine dokunduysa fili anladığı şekilde tarif etti. Oysa hepsinin ortak bir ışığı olsaydı filin tümünü görebilirdi” yorumunda bulunmuştur.

Bu insanlar filin vücudunu elledikten sonra bir araya gelip hepsi dokunduğu yerin neye benzediğini birbirlerine söylemiş olsalardı, bu doğrultuda parçalar birleştirilerek ve istişarede bulunularak birliğin verdiği kuvvetle hepsi birden doğru cevabın fil olduğu sonucuna ulaşabilirlerdi. Ve lakin herkes ayrı ayrı değerlendirmede bulunduğundan fil kendisi hariç neredeyse her şeye ve nesneye benzetilmiştir. Mevlana’nın dediği gibi bir ışık olsaydı filin tümü görülecekti.

En büyük ışık, hakiki mürşit, yol gösterici ise ilimdir. Ortak paydaya sahip insanların bu ortak değerleri farklı farklı yorumlamaya çalışmaları, herkesin kendince müçtehit olması (!) filin vücudunun farklı bölgelerine dokunan insanların doğru sonuca ulaşamaması gibi eksik ve sağlıksız sonuçlar doğurabilir. Ortak paydadan herkes her şeyi anlayabilir. Fakat burada anlatılmaya çalışılan ortak payda Kur’an’dır.

Bin beş yüz seneden beri süre gelen ve Kur’an-ı Kerim’de bariz şekilde geçen birçok konu bugün farklı zihinlerde farklı şekilde yorumlanarak fili farklı nesnelere benzetenler misali ışığı kaybettirmeye çalışıyorlar. Başörtüsünü Kur’an’da geçmiyor diyerek inkâr etme, beş vakit namazı üç vakite indirmeye çalışma, sarhoş etmediği sürece içki haram değildir örnekleri bunlardan sadece bir kaçıdır. Belki bunu yaparken ışığın kaynağına, yani Kur’an’a yaptığı saygısızlığı fark etmiyorlar belki de kasıtlı yapıyorlar. Öyle veya böyle ortaya çıkacak sonuçta zarar görecek olan ışığın kendisi değildir. Asıl zarar görecekler ışığı eğmeye, bükmeye çalışanlardır. Zira Allah’a inananlar için söylenecek en doğru şey onun bize ihtiyacının olmaması ve bizim ona muhtaçlığımızın söz konusu olmasıdır. İnanmayanlara diyecek bir söz olamaz. Zaten onlara son sözü sonra anlamına gelen ahir(et)te söylenecektir.

Unutmayın ki güneş, dolayısıyla ışık hiçbir zaman batmaz, o sadece bize kaybolur. Başka yerlerde, başka diyarlarda kendini göstermeye devam eder. Orada kaybolduğunda ise tekrar bize ışığını verir. Kur’an ise bu ışığın yeryüzündeki yansımasıdır. O her daim ışığı kendiliğinden hazır bir vaziyette dünya üzerinde döner. İsteyen dünyayı dolaşan güneşten kaçarak karanlığa sığınanlar gibi Kur’an’ın nurundan, ışığından saklanır; isteyense o ışığa doğru yönelir. Neticesinde herkesin kendince bir bildiği, bir hesabı vardır. Lakin son hesabı olan da Allah’tır, O Hasib’tir. Hasib, herkesin hayatı boyunca yaptıklarının bütün teferruatıyla hesabını iyi bilen anlamına gelen 99 güzel isimden sadece biridir. Cenab-ı Allah bizleri hesabımızı doğru yoldan şaşırmayacak şekilde olanlardan saysın… Selametle…

Müslüm IŞIKLAR
Son düzenleyen Safi; 14 Eylül 2017 02:41
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
13 Haziran 2010       Mesaj #156
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Güzel Insan

Gayet dindar bir karı koca vardı. Durmaz, dinlenmez, daima ibadet ve dua ederlerdi. Ne var ki, pek de yoksul insanlardı. Hemen her Allah’ın günü yarı aç, yarı tok yaşıyorlardı. Bu hal, seneler boyunca hep aynıydı.

Bir gün kadın dayanamadı artık ve kocasına dedi ki:

“Ne olur efendi, bir kere de dünyalık istemek için birlikte duâ edelim, yalvaralım Hazret-i Allah’ımıza!”

Hanımının teklifini uygun bulan adamcağız:

“Pekiyi” dedi. “Bu gece namaz kılar, tesbih çeker, duâ ederiz.”

Ve öyle yaptılar. Allah’tan biraz da dünyalık isteğinde bulundular. Duâları kabul edilmiş olacak ki, hemen ertesi sabah görevli bir melek kapılarını çalmıştı. Erkek merakla koştu açtı kapıyı. Gayet güzel bir delikanlıydı gelen. Elinde bir torba vardı. Bunu uzatarak:

“Dünyadaki sevabınızın karşılığıdır bu. Hazret-i Allah’ın hediyesi” dedi ve hemen uzaklaştı. Adam şaşkın şaşkın hanımının yanına döndü, ona da anlattı olanları, torbayı da gösterdi.

“Açsana efendi, açsana! Ne var içinde bir görelim.”

Torbanın ağzını açınca ne görsünler? Torbanın içi ağzına kadar altınla, gümüşle dolu değil mi? İkisinin de sevinç doldu içleri, büyük bir haz içindeydiler. Derin bir oh çektiler. “Bu dünyalık bize ölünceye kadar yeter de artar bile” dediler.

Bunun için o günü rahatlıkla geçirdiler. Fakat o gece kadın çok mânâlı bir rüya gördü. Mahşer gününde karı kocanın mizanı yapılıyordu. Melekler onları davet ettiler Cennete. Hep birlikte Cennete girdiler. Melekler çok güzel bir köşkü göstererek “İşte sizin köşkünüz! Gelin de gezip görelim.” deyince, köşke girdiler. Her şey ve her taraf o kadar güzeldi ki, hanımı hayran kalmıştı. Neye yarar ki daha iç salona girince bütün sevinci ve neşesi kırıldı. Çünkü buranın tavanı çökmüş, dökülmüştü. Kadın, meleğe sordu:

“Burası neden böyle?” Melek de müteessir bir halde “Kabahat sizde” dedi. “Çünkü ahiretin nimetleriyle birlikte dünyalık da isteyince Cennet köşkünüzün burası çöktü yıkıldı işte!”

Bu sözler üzerine kan ter içinde, yüreği sızlayarak uyandı, oturdu yatağın üstüne. O anda yanı başında yatmakta olan efendisi de kalkıp oturarak:

“Hayırdır, hayırdır inşallah!” diye hayıflanıyordu. O da kan ter içindeydi.

Hanımı sordu:

“Ne oldu efendi?”

“Müthiş bir rüya gördüm. Cennette bize verilmiş olan bir köşkün tavanı çökmüş.”

Kadın çığlığı bastı.

“Ben de, ben de gördüm aynı rüyayı. Gezdirici melek bunun için bizi suçlu buluyor.”

“Dünyalık istediğimiz için değil mi?”

“Evet efendi! Yarın sabahtan tezi yok, altınlarla gümüşleri, Allah rızâsı için bütün fakir ve fukaraya dağıtalım. Öksüzleri ve yetimleri sevindirelim. Belki Cenâb-ı Hakk, bizleri de affeder, dünyalık istediğimizden ötürü.” dediler.

Ve ertesi gün konuştukları gibi yaptılar. Sabah namazlarını kıldıktan sonra torbayı alarak yola çıktılar. O gün tâ akşama kadar, bu paradan, muhtaç olanlara liveçhillah dağıttılar ve akşam olunca büyük bir gönül rahatlığı ile huzurla evlerine döndüler. Ve yatsı namazının sonunda gözyaşları içinde yalvararak dua ettiler Rabbülâlemine. Ve yattılar uykularına. O gece ikisi de yine ayni rüyayı gördüler. Melek onlara köşkü gösteriyor ve “Müjdeler olsun ikinize de” diyordu. “Bakın şu çöküp yıkılmış olan salonun tavanına” Salonun tavanına girip baktılar. Gözleri kamaştı. Tavan yeniden yapılmış, boyanmış, güzel nakışlarla süslenmişti. Bu güzel haller içinde sevinç içinde uyandılar. Birbirlerine bir şey söylemeye hacet görmediler. Sevinç gözyaşları içinde kucaklaştılar.

Onun için oyalanmayı bırakıp Hakk’la meşgul olalım.

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Bütün insanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanırlar.” buyuruyorlar. (K.Hâfâ)


Son düzenleyen _Yağmur_; 8 Mart 2013 11:18 Sebep: Sayfa düzeni
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
18 Haziran 2010       Mesaj #157
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
En Masumane Tavırlarına Gaddarca Yaklaşanlar Olacak Belki.
İçindeki Çocuk Hafife Alınacak...

Anlatmak İstediklerin Değil Anlaşılmamış Yanların Konuşulacak.
"Olsun" Diyeceksin,Yüzündeki Gülümsemeyi Kaybetmeden.
Yine de Hüsnü Zan Edeceksin.

Allah İçin Söylediğini Yine Allah İçin Olduğu Yerde Bırakacaksın.
Yaradanı Alıp Yüreğine,Sırtını Dayayıp Tevhidin Çınarına Akibeti Ukbada Düşüneceksin.

Ve Kalbin Şöyle Bir Hafifleyecek,Damarlarına Giden İyimserlik Yolunu Tıkamadığından...

Üzülüp Acı Çektiğinde Çileni Hafife Alanlar Olacak Belki...

Öyle Bir Yanacak Ki İçin Kimseye Anlatamayacaksın.

Günlerce Ağlayacaksın...

Sonra En Yakınındaki , En Yüreğindeki Vuracak Hislerini....

Canım Dediğin Dönecek Sırtını.

Bir "Ah!" Çekeceksin Ve Arkanı Döndüğünde Kimse Kalmamış Olacak.

"Sabır" Diyeceksin Yine Sabır.

Eyüplerin Torunluğuna Yakışır Sabır...

"Bugün Allah İçin Ne Yaptın" Sorusu Geldiği An Kulağına ,
Vereceği Cevabı Bulamayanların Tedirginliği Değil En Zor İmtihanını Başarıyla Vermiş Öğrencilerin Rahatlığı Olacak Ruhunda.

Başını Yastığa Koymadan "Elhamdülillah" Diyecek ,Rüyanda Cennetten Kesitler Göreceksin Belki....

Ve Sabaha Erdiğinde ,Avucunda Tuttuğun Tesbih Tanesi Yine "Ya Sabır" La Başlayacak...

Uzat Ellerini Ve Bekle.
Sabırla Bekle Gönül...

En Geç Surun Sesi Duyulduğunda , Tutacak Ellerinden O gönüllere sığmayan en Sevgili.....

tutacak alemin yaratılış sebebi Allahın Resulü...Pes Etme Sabret Gönül...

Asıl Sahibini Düşün Sabret...

Başını Sonunu Kestiremediğin Olaylarda Bile Sabret...

Pes Etme Sabret Gönül...
Son düzenleyen Safi; 14 Eylül 2017 02:41
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
3 Temmuz 2010       Mesaj #158
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Bu Ne Sevgi Allah'ım !

Bir gün, iki Peygamber torunu, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin arasında bir meselede anlaşmazlık çıkmıştı. İkisi de birbirlerine gücendiler. Fakat, çok geçmeden, bir hiddet anında birbirlerine söyledikleri sözlerden pişman oldular.

O sıralar biri gelip Hz. Hüseyin’e:

“Sen Hasan’ın küçüğüsün. Gidip özür dilemek sana yakışır” dedi.

Hz. Hüseyin şöyle cevap verdi:

“Ben Resûlullah’tan bir hadis duymuştum. Barışmayı ben taleb edersem, dedemin emrine karşı gelmiş olmaktan korkarım.”

Hz. Hüseyin, duyduğu hadisi şöyle açıkladı:

“İki kimse arasında uyuşmazlık çıkar da hangi taraf başını eğip öteki tarafla anlaşmaya talip olursa, cennete ondan önce girer.”

Bu hadisi zikrettikten sonra, Hz. Hüseyin:

“Barışmaya ben talip olursam, ağabeyim Hasan’ı sevap işlemekte geçmiş olmaktan çekinirim” dedi. “O yüzden, bekliyorum ki, o bana gelsin.

Hz. Hasan, bunu duyunca Hz. Hüseyin’in yanına koştu ve derhal kucaklaşıp barıştılar.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
5 Temmuz 2010       Mesaj #159
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
TASAVVUF'TA 4 KAPI VARDIR
1- Şeriat Kapısı
2- Tarikat Kapısı
3- Marifet Kapısı
4- Hakikat Kapısı

Öğreti olarak bu kapılar birer birer geçilerek Hakikate ulaşılır.

Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş;

"Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum.

Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?"

"Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi rahlelerine eğilmiş.

-Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım."

Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat akşetmiş.

Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlana'nın öğrencisini yere yıkmış.

Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var.

Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat akşetmiş. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış.
Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş.

Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış.
Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş.

Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş.
Öğrenci Mevlana'ya dönmüş, olanları anlatmış.

Mevlana; "İşte sana istediğin örnekler....

- Birinci, şeriat kapısını geçememiş biri idi.
Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti.

- İkinci, tarikat kapısındadır . Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki,

tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi.
"Sana kötülük yapana bile iyilik yap". Onun için döndü, oturdu.

- Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir.
İyinin ve kötünün tek Yaradandan geldiğini bilir, inanır.
Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı.

- Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir.
İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir.
Onun için dönüp bakmadı bile...

Mevlana

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
5 Ağustos 2010       Mesaj #160
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Taşın Hikayesi

Genç bir Yönetici, yeni Jaguarı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama aracı durana kadar geçen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine, yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı. Adam hızlıca frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti.

Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine sıkıştırdı. Bunu yaparken de bağırıyordu : Sen ne yaptığını sanıyorsun serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu ?

”Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi. “Lütfen, amca, lütfen kızmayın. Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı attım çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı. Çocuk, gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek park etmiş bir aracın arkasına işaret etti. “abim orada. Yokuştan aşağı yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum.”

Çocuğun şimdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama sordu : “Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardım edebilir misiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır.
Ne diyeceğini bilemez halde, genç yönetici boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları dikkatlice silmeye çalıştı.

Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından bakakaldı. Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol ona çok uzun geldi.
Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derin ve net görülür şekildeydi ama adam orayı hiçbir zaman tamir ettirmedi. Oradaki izi, şu mesajı hiç unutmamak için sakladı :

Hiçbir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme.
Yaratıcı ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır.

Fısıltıyı dinle… veya taşı bekle.
Seçim senin.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
2 Ekim 2006 / Misafir Din/İlahiyat
26 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar